Etiket: Ali Sami Yen

  • 1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Fenerbahçe’nin kuruluş yılları üzerinde yaptığımız kaynak taramalarında karşımıza çıkan bazı haberler; İstanbul futbolunun eski çağlarına da ışık tutacak seviyeye ulaştı. Spor Tarihi yazımında Osmanlıca kaynakları ilk kez gün yüzüne çıkartırken, tespit ettiğimiz maçlarla ilgili önemli notları da sizlerle paylaşmaktan mutluyuz. Bugün Tercüman-ı Hakikat Gazetesi ile karşınızdayız. Huzurlarınızda 1907 yılında İstanbul gazetelerinde futbol! İyi Okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4 Teşrinisani (Kasım) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Bir iki haftadan beri Pazar günleri Kadıköyü’nde futbol oyunları icra edilmektedir. Dün dahi yine Kuşdili Çayırı’nda müsabakalar icra edilmiştir. Karşı gazetelerinde okunduğuna göre birkaç güne kadar Dersaadet’e Barham nam İngiliz vapuruyla İngiliz futbol oyuncuları gelecek ve şehrimiz futbol meraklılarıyla beynlerinde müsabakalar icra olunacaktır.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    4 Kasım 1907 tarihli bu haberde, sonraki yıllarda İstanbul futbolunun önemli bir aktörü olarak arz-ı endam edecek olan HMS Barham gemisinin şehre geleceği bildiriliyor.


    10 Teşrinisani (Kasım) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Yarın Kadıköyü’nde vaki Papaz Bahçesi’nde Moda ve Kadıköy futbol oyuncuları meyanında müsabakalar icra edilecektir.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    3 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Dün Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda Moda Futbol Association Kulübü ile Kadıköy Kulübü’nün ikinci kuvveti olan Strugglers Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra olunmuştur.

    Moda Kulübü şehrimizde mahareti meşhur olan Mösyo Kombr idaresinde, Strugglers Kulübü de Yani Efendi’nin idaresindedir. Moda ve Strugglers kulüpleri en mahir oyuncuları ile maça ibtidar etmişler, ilk üç çeyreğin müddeti zarfında Moda Kulübü yekdiğerini müteakip sekiz gol (oyun) yaparak son 45 dakikada da dört gol yapmış ve Strugglers Kulübü’ne hiçbir oyun vermeyerek bir muvaffakiyet kazanmıştır. Gollerin ekseri Mösyö Kombr ve Mösyö Haytong vasıtasıyla yapılmıştır.

    Yine Pazar günü Kadıköyü’nde Papaz Bahçesi’nde futbol mevkiinde Kadıköy Kulübü ve Elpis Futbol Kulübü meyanında da bir müsabaka yapılmıştır.

    Nikola Darmi Efendi’nin idaresindeki Kadıköy Kulübü herkesce malumdur.

    Her iki taraf da bir çok mühim roller ifa etmişlerdir. Hususuyla Elpis Kulübü’nün oyuncuları yeni oldukları halde epeyce şayan-ı dikkat hareketler icra etmişlerdir.

    Bir buçuk saat imtidad eden oyunun nihayetinde Kadıköy iki ve Elpis bir gol yapmıştır. Muvaffakiyet Kadıköy Kulübü’nde kalmıştır.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Bu haberin en dikkat çekici yönü; Strugglers takımının Kadıköy Futbol Kulübü‘nün ikinci takımı olarak nitelenmesi. Bu, kaynaklarda karşımıza ilk kez çıkan bir bilgi.


    10 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Kadıköyü’nde Kuşdili’ndeki çayırda futbol için tahsis olunan mevkide dünkü Pazar günü dahi bermutad müsabakalara devam olunmuştur.

    Program mucibince dün Moda Futbol Association Kulübü ile Elpis Kulübü arasında bir maç icra olunacaktı.

    Moda Kulübü Mister Kombr’ın idaresinde olarak Mösyö Haytong, Mösyö Dikson, Mösyö Morgan, Fuat Bey gibi daimi ve iyi oyuncularıyla meydan-ı müsabakaya saat onda çıktılar. Moda Kulübü’nün muvaffakiyetini herkes ümit ediyordu.

    Bu ümit boş değil imiş ki yekdiğerini müteakip Elpis Kulübü hiçbir muvaffakiyete nail olamadığı halde Moda Kulübü yedi gol oyun yapabildi.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Bu habere göre Fuat Hüsnü (Kayacan) Bey, o tarihlerde Moda takımı adına mücadele ediyor.


    17 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda Beyoğlu Futbol Kulübü ile Elpis Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra edilmiştir.

    Saat dokuz buçukta müsabakaya ibtidar edilmiştir. Beyoğlu Futbol Kulübü oyuncuları meyanında Ahmet Robenson Bey golkiperlik, İsmet ve Mazhar Bey’ler, Ali Sami ve Bekir, Celal Efendi’ler ve Küçük Ali, Tevfik, Nikolof, Galip, Emin Bey’ler bulunuyorlar idi. Elpis Kulübü de Kaluyani Efendi’nin idaresinde idi. Esna-i müsabakada iki taraf oyuncuları kuvvet ve maharetlerini göstermişlerse de bir buçuk saat imtidad eden oyundan hiçbir netice hasıl olamamıştır.

    Geçen Cumartesi günü Moda Futbol Association Kulübü ile diğer futbol oyuncuları arasında Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda bir müsabaka icra edilmiştir.

    İki taraftan da hakemliğe Şemseddin Sami Bey zade Ali Sami tayin edilmiştir. Moda Kulübü’nün oyuncularından noksan olduğu halde yine Mösyö Haytong’un idaresi altında oyuna bedi edilmiştir. Nihayet Moda oyuncuları natamam olduğuna rağmen ilk imtidad eden üç çeyreğin müddeti zarfında Fuat Bey ve Mösyö Haytong ve Mösyö Alfred tarafından iki gol yapılmış ve Moda Kulübü ihraz-ı muvaffakiyet etmiştir.

    Yepyeni Bilgiler

    İstanbul’da yayın yapan yabancı gazetelerin 1905-1906 yıllarında, Galatasaray’dan “Another Club” olarak bahsettiğini biliyoruz. Bunun nedeni İstibdat döneminin bu yıllarında futbolun gözetim altında tutulmasıydı. Galatasaray’ın kurucuları da muhtemelen gazetelerden gerçek adlarını yazmamalarını istemişlerdi. 1907 yılının sonunda, İstibdat yönetiminin geçen 2 yıla göre eski gücünde olmadığını düşünürsek, Tercüman-ı Hakikat’in, Galatasaray’dan “Beyoğlu Futbol Kulübü” diye bahsetmesinin altında başka bir neden olabilir.

    Haberin devamında, Fuat Hüsnü‘nün de kadrosunda olduğu Moda Futbol Kulübü, “Diğer Futbol Oyuncuları” ile bir maç yaptığına yer verilmiş. Diğer oyuncuların kim olduğunu bilmesek de bu ifade bize; o dönemde futbolun amatör yapısını, günümüzdeki takım-kulüp anlayışından haylice uzak olduğunu gösteriyor. Takımların “Mahalle – Okul Takımı” statüsünde olduğunu söylemek sanırız ki yanlış olmayacaktır. Haberde sözü geçen “Diğer” oyuncuların, sahanın etrafında idman yapan kişiler ve/veya kendi takımlarında forma şansı bulamayan futbolcular olduğunu da söyleyebiliriz. Gazete’nin Galatasaray’a “Beyoğlu” adıyla yer vermesini temel alırsak, “Diğer” diye bahsedilen oyuncular topluluğunun yeni kurulan Fenerbahçe takımı olması da olasılık dahilinde. Haberin bir diğer önemli noktası ise bu maçın hakeminin iki takım oyuncularının da ortak kararıyla Galatasaray kurucusu Ali Sami Bey olması.

    Haberin Fenerbahçe’yi doğrudan ilgilendiren kısmı ise Galip‘e (Kulaksızoğlu) Galatasaray kadrosunda yer verilmesi. Böylece bu haber bize Galip‘in takıma kuruluştan en az 6 ay sonra katıldığının bilgisini veriyor.


    24 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Şehrimizin meşhur futbol oyuncularından mürekkep olan Beyoğlu Futbol Kulübü ile Kadıköy Futbol Kulübü arasında geçen Pazar günü Papaz Çayırı’nda saat dokuz buçukta icrası müsemmim olan müsabaka tertip edildi.

    Bir buçuk saat devam eden zaman-ı müsabakada iki taraf oyuncuları da hakikaten mükemmel oyunlarla ibraz-ı maharet eylemişlerdir. İki tarafın kuvvet ve maharetce olan müsavatından bir netice hasıl olamamıştır. Efrenci Kanunisani’nin 12nci Pazar günü bu iki kulüp arasında müsabakaya Kadıköyü’ndeki Papaz Bahçesi’ndeki futbol çayırında yine devam edilecektir.

    Pazar günü Kuşdili Çayırı’nda da Moda Futbol Association Kulübü ile Kumkapı Kulübü arasında Moda Kulübü’nün en iyi oyuncuları bulunduğu halde icra edilen müsabakada Moda Kulübü tamam on dört (gol) oyun yaparak müsabakayı kazanmıştır. Futbol müsabakalarında on dört gol yapılması ehemmiyetli bir muvaffakiyet addolunur.

    Galatasaray, “Beyoğlu Futbol Kulübü” adıyla tekrar gazetenin sütunlarında…

  • Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Anadolu’dan doğan kurtuluş mücadelesinin 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanmasından sonra imzalanan Mütareke gereğince Refet Paşa 19 Ekim 1922’de Mudanya’dan İstanbul’a geldi. Başkent, 16 Mart 1920 tarihinden beri işgal altındaydı. Ancak kazanılan zaferin ardından Türk’ün İstanbul’da ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu ayak seslerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına temsil eden Refet Paşa, İstanbul’da çok önemli temaslarda bulundu. O önemli temaslardan biri de 3 Kasım 1922 tarihinde futbol takımının maçını izledikten sonra Fenerbahçe Kulübü’nü ziyareti idi. Bu yazımda Fenerbahçe Tarihi’nde ilk kez yayınlanan iki belge ve Spor Âlemi Dergisi’nin ziyaret gününe ait izlenimlerine yer vereceğim.


    Mudanya’dan İstanbul’a

    Refet Paşa, İstanbul’da coşku ile karşılandı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı veren milletin İstanbul’daki mensupları işgal altında geçirdikleri yılların yakında sona ereceğinin sevinci içerisindeydiler. Toplumun her kesiminde yaşanan bu sevinci paylaşanlar arasında şüphesiz spor kulüplerinin yöneticileri de vardı. Temmuz ayında bir araya gelerek kurdukları ülkenin ilk spor örgütü olan “Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı” (TİCİ) olarak Refet Paşa’yı karşılamakla kalmamış, gelişinden 2 gün sonra, 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulunmuşlardı. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey (Yen) olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı bir çok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koyuyor. Bu konuya yazımızın sonunda tekrar değineceğiz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Sporcularımız Arasında

    Refet Paşa Hazretleri Cumartesi günü Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Heyeti ile Spor Alemi Mecmuası Müdürünü kabul buyurmuşlardır.

    21 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey’in başkanlığında bir heyet Refet Paşa Hazretlerini ziyaret ederek kendisine İstanbul’daki idmancılar adına hoş geldiniz dileklerini iletmişlerdir.

    Heyet; Ali Sami, Burhaneddin, Fethi, Nuri, Hikmet, Hasan Kamil, Saib, Hamdi Beyler ile fahri üyelerden Abidin Daver ve Spor Alemi dergisi adına Sait Beylerden oluşuyordu.

    Refet Paşa’nın İdmancılarımıza Hitabesi:

    Refet Paşa, dergimiz için resimlerinin çekilmesine izin verdikten sonra, fevkalade bir samimiyet ile kabul ettiği heyet üyelerinin ayrı ayrı ellerini sıkarak kısa bir konuşma yapmışlardır:

    “Milletlerin yalnız dimağları değil bedenlerini de terbiye ve takviye etmek zorunda olduklarını, çünkü sağlam bir dimağın sağlam bir bedende bulunduğu gerçeğinin bütün milletlerce bilindiğini ve İstanbul’daki Türk gençlerinin idmancılık alemindeki başarılarını işiterek daima memnuniyet hissettiğini, yalnız vatanı kurtarmayı amaçlayan milli mücadelenin emrettiği görevleri yerine getirirken idmancılarımızın çalışmalarını yakından takip edemediği için çok üzgün olduğunu” belirtmiş ve “Gençlik her sahada olduğu gibi idmancılık sahasında da çalışmalı, yükselmelidir. Çalışmalarınızı takdir ve tebrik, bütün İstanbul idmancılarına selam ve teşekkür ederim. Sizlerin ellerini sıktığım zaman gelecekten çokça ümitli oluyor ve haklı bir gurur hissediyorum” demiştir.

    Refet Paşa, heyete hitaben İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu söyledikten sonra “Fikri teşebbüsü kaybetmiş milletler en büyük felaketlere ve izmihlale uğramaya mahkumdurlar. Teşebbüslerinize ve bana karşı gösterdiğiniz muhabbete teşekkür ederim. İdmancı arkadaşlarınızın her birini ayrı ayrı öpüp takdir edemediğim için çok üzgünüm. Bütün sporcu arkadaşlarınızı benim adıma selamlar ve benim tarafımdan hepsini ayrı ayrı öpersiniz” demiştir.

    26 Ekim 1922 – Spor Âlemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    “Gençler! Saltanat Sizindir!”

    Refet Paşa’nın 26 Ekim’de TİCİ Heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Devrim Tarihi’nin en önemli olaylarından biri gerçekleşti. 1 Kasım 1922’de TBMM, Osmanlı Saltanatını kaldıran kararı kabul etti. Refet Paşa’nın, TBMM’nin bu kararını ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişah Vahdettin’e iletmesiyle Türk vatanının hakimiyeti resmen Türk Milletine geçmiş oluyordu.

    Refet Paşa bu önemli görevi yerine getirdikten sonraki ilk ziyaretini Fenerbahçe Kulübü’ne yaptı. 3 Kasım 1922’de gerçekleşen bu ziyaretin detaylarını 9 Kasım 1922 tarihli Spor Alemi Dergisi’nde bulduk. Refet Paşa’nın “Gençler! Saltanat sizindir” diyerek bitirdiği konuşmanın en can alıcı cümlesinin “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” olduğuna inanıyoruz.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı Refet Paşa ile Beraber

    Refet Paşa’nın bugünün Fenerbahçe, o günün İttihat Spor Stadı’nda yaptığı konuşma esnasında çekilmiş fotoğrafı ilk kez “bu detay eşliğinde” yayınlanıyor. Zira fotoğrafın Fenerbahçe Tarihi için en önemli noktası,  kuruculardan biri olan Nurizade Ziya Bey’in de fotoğrafta yer alması… Kendisinin bugüne dek yayınlanmış fotoğraflarının sayısının azlığı düşünüldüğünde, belgenin tarihimizdeki önemi bir kat daha artmış oluyor. Bu vesileyle Suna ve İnan Kıraç Vakfı arşivinden çıkan bu değerli fotoğrafı bizlerle paylaşan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne, çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim Beyefendi’ye şükranlarımızı sunuyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Kadıköy İttihat Kulübü’nde

    3 Kasım Cuma günü bütün idmancılar için bir bayram günüydü. Daha sabahtan yüzlerce genç vapurlarla Kadıköy İskelesine akmaya başladı. Müsabakaların yapılacağı İttihat Kulübü rengarenk bayraklar ile donanmış ve sahanın bir tarafından kapıya kadar halılar döşenmişti. Binanın içi de aynı güzellikte döşenmişti. Kuşdilindeki Fenerbahçe Kulübü ise beyaz-kırmızı, sarı-lacivert bukleler ile süslenmişti. Refet Paşa Moda yoluyla Fenerbahçe’ye ve oradan da Altınordu Kulübü’ne gidecekti. Bunun için saat 1’de Fenerbahçe gençleri Moda’ya doğru akına başladılar. Fakat bütün bu hazırlıkları Refet Paşa’nın kıraat olunan mevlitde hazır bulunması erteletmişti. Kadıköy İskelesine Nil İstimbotu ile geldiği sırada Kızılay ve İdmancı heyetleri arasında karadan Fenerbahçe’ye getirildi. Fakat zamanın az olmasından dolayı ziyaretin yapılacak müsabakalardan sonra yapılmasına karar verilerek İttihat Kulübü sahasına geçildi.

    Kulübün kapısı adeta insan kitlesinden örülmüştü. Nihayet kahraman askerlerimiz dar bir yol açabildilerse de safların arasından sızan kalabalık ile yollar yine bozuldu. Kapıdan göründüğü sırada kulübün her tarafından “yaşa” “var ol” ve alkış sesleri yükseldi. Bu alkış bütün idmancıların kalbinden gelen samimi bir sesti. Refet Paşa, karşılıklı olarak sıra olmuş Altınordu – Fenerbahçe gençleri arasından binaya giriş yaptı. Her iki takım paşanın geçişi sırasında üç defa “çok yaşa” diye bağırarak istikbal eylediler. Balkonda hususi hazırlanmış yere oturduğunda sahaya toplanan binlerce idmancılar paşaya bakmakla meşguldüler. Paşa Hazretleri alkışlar arasında ayağa kalkarak bir konuşma yaptılar.

    “Gençler! Burada, Türk Milletinin, kuvvetli Türk Milletinin en sağlam gençlerini selamlamakla bahtiyarım. Bugün sizin aranızda kuvvetli Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür. Fakat bu iş efendiler, düne kadar tam değildi. Büyük Millet Meclisi dün verdiği kararla bu muazzam işi tamamladı. Bu sabah gazeteleri eline alanlar öğrendiler ki Türkiye’de ancak bir saltanat vardır. Ve o saltanat da sizindir. O saltanat milletindir. Vay ona dokunmak isteyen baykuşlara, yarasalara, gece kuşlarına! Vay ona dokunmak isteyecek şaha, padişaha, vezire, paşaya! Bu padişahlık ey ulu milletim, yalnız ve yalnız size aittir. Ve gençler! Saltanat sizindir.”

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Fenerbahçe Kulübü’nde

    Paşa’nın Saltanatın kardırılmasının verdiği coşkuyla yaptığı bu konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu futbol takımları arasında bir maç oynandı. Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 0-0 biten maçın ardından. Refet Paşa, 1932 yangınında yok olan Kuşdili binamızı ziyaret etti. Paşa’nın Fenerbahçe Kulüp merkezinde yaşadıklarını, kulübün o dönem bir orkestrası olduğu gibi detaylarla beraber Spor Âlemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu müsabakası başladı. Ve Paşa Hazretleri bu heyecanlı müsabakayı merakla takip buyurdular. Maç sonunda verilen çay ziyafetinden sonra Paşa Hazretleri binlerce halk arasında Fenerbahçe Kulübü’ne geliyordu. Meraklı kalabalık ve kulüp üyeleri bahçeden kapıya kadar iki sıra dizilmişlerdi. Paşa büyük tezahürat arasında binaya ayak bastığı sırada kulüp orkestrası tarafından istiklal marşı çalınmaya başlanmıştı. Marşın beraberce söylenmesinden sonra eskrim yapıldı ve paşaya kulüp gezdirilerek üst kata çay içmeye çıkıldı. Burada kulübün idare heyeti ve idmancıları ayrı ayrı paşaya taksim edildiler. Nihayet tekrar salona geçildi. Orkestra burada bazı parçalar çaldıktan sonra üyelerin “yaşa”ları arasında Paşa, kulüpten ayrıldı.

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi

    Refet Paşa’dan “En Büyük Günü Beraber Geçirdiği” Fenerbahçe’ye

    Bu çalışmada Fenerbahçe Tarihi’ne kazandırdığımız bir diğer belge de Refet Paşa’nın, kulübü ziyareti sırasında kendisine sunulan Kulüp Hatıra Defteri’ne yazdıkları. Refet Paşa İlk kez transkripte edilen satırlarında şunları demekteydi:

    “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçe’ye… 3 Kasım 1922 Refet Paşa”


    Ali Sami Yen’in Anısına Saygıyla

    Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinden iki gün sonra kendisi ile görüşen TİCİ Heyetinin Başkanı, Galatasaray’ın kurucusu, Ali Sami Bey’in hatırasını saygıyla anmak istedik. Ali Sami Bey’in, Spor Alemi Dergisi’nde yer verilen ifadelerini içeren metin, şüphesiz erken dönem futbol araştırmaları yapan tarih meraklıları için önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu önemli metnin hem transkripte edilmiş halini hem de orijinalini yayınlamadaki amacımız, yazarını saygıyla anmanın yanı sıra, tarihi istedikleri tarafa eğip bükme işinde mazhar olanlara da bir ders vermektir.

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir)  tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Ali Sami Bey, Refet Paşa’ya yaptığı konuşmada şöyle diyor:

    “İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları,  milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın (Ali Sami Bey’in kendisine yaptığı açıklamadan bir hafta sonra o günün İttihat Spor, günümüzün Fenerbahçe Stadı’nda) sporcularla buluştuğu gün yaptığı konuşmada yer alan  “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnunum” ve “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” ifadeleri şüphesiz Ali Sami Bey’in sözlerini daha da anlamlı kılıyor. Kendisini tekrar saygıyla anarken; verdiğimiz tarih dersini pekiştirecek birkaç soruyla yazımızı sonlandırıyoruz.

    Sorular

    Soru 1 – “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısı hangi tarihi kaynaklara dayanmaktadır? Dönemin spor örgütünün lideri ile ülkeyi kurtaran iradenin temsilcisinin ifadeleri yukarıda görüleceği üzere gayet açık iken lütfen tarihi kanıtlarınızı yayınlayınız. Yok eğer bu yargı size ait ise,  yapılan maçların skorunu bile bilmeden yaptığınız yayınlarınız da ortadayken bu yargınıza nasıl güveneceğiz?

    Soru  2 – Tez statüsünde olan Akademik bir çalışmaya danışman olan ya da onay veren öğretim görevlilerinin altına imza attıkları metnin içerisindeki bariz hataları (maç skoru gibi) görmemeleri çalışmanın konusuna ilişkin bilgisizliklerinden mi yoksa dikkatsizliklerinden mi kaynaklanmaktadır?

    Soru 3 – Bir kurumun tarihi, bir araştırmacıya yazdırılırken, o araştırmacının o kurumun tarihi hakkındaki görüşleri dikkate alınmalı mıdır? Mesela “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısına sahip bir araştırmacıya Fenerbahçe Tarihi yazdırılabilir mi?

    Soru 4 – İstanbul’un işgal yıllarında  yabancılarla yapılan maçların istatistiklerinin yer aldığı tabloda “Fenerbahçe” ve Galatasaray” isimlerini yer değiştirdiğini varsayalım. Ali Sami Bey yukarıda yer alan konuşmasından farklı bir konuşma yapar mıydı?

    Soru 5 – Fotoğraf üzerinden tarihçilik yaparken daha doğrusu yapmaya çalışılırken, fotoğrafın yer aldığı sayfaların devamında neler yazdığının günün birinde ortaya çıkacak olması akıllara gelmemekte midir? 

    Soru 6 – Refet Paşa, Saltanatın kaldırıldığını Padişaha bildirmesinin ertesi günü, onun tabiriyle “EN BÜYÜK GÜNÜ” beraber geçirdiği Fenerbahçe Kulübü’nün fahri başkanının kim olduğunu bilmeyecek bilgi düzeyinde bir komutan mıdır? Eğer öyleyse onu bu göreve atayan Mustafa Kemal Paşa’nın bilgi düzeyi hakkında neler düşünülmektedir?

  • Bir Varmış, Bir Yokmuş, Futbol Türkiye’ye 1959’da Gelmiş! Ondan Öncekiler Hep Nazi imiş! Yerseniz…

    Bir Varmış, Bir Yokmuş, Futbol Türkiye’ye 1959’da Gelmiş! Ondan Öncekiler Hep Nazi imiş! Yerseniz…

    Hatırlarsınız, başkanımız sayın Ali Koç, Ekim 2019 tarihinde 1959 öncesi şampiyonluklar için şöyle bir beyanat vermişti :

    “Bizim argümanımız çok basit. TFF nezdinde oynatılan tüm şampiyonluklar sayılmalı diyoruz. İşin boyutunu çok mantıklı bir boyutta incelediğiniz zaman, tarafsız bakan herkesin hakkımızı vereceğini düşünüyorum.”

    Hemen arkasından, “bu konuda hiç söylenmemiş şeyler söylüyormuş gibi yapıp, aslında bin kere tekrar edilenleri biraz süsleyerek yazan” bir beyefendi ise şöyle buyurmuştu :

    “Futbol Birinciliği’ni  Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı düzenliyor. TİCİ’nin yerini 1936’da doğrudan dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na bağlı olan Türk Spor Kurumu alıyor. Milli Küme’yi işte bu spor kurumu düzenliyor. İki yıl sonra da yerini, Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila örnekleri dikkate alınarak kurulan Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü’ne bırakıyor. Bu kurum dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için, “Milli Küme” adı 1940’lı yıllarda ilk olarak “Maarif Mükâfatı”, sonra da “Milli Eğitim Kupası” oluyor. Dolayısıyla her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi”

    Ali Sami Yen’in meşruiyetinde en ufak bir sorun görmediği (hatta bizzat içinde yer aldığı) ve Abidin Daver’in Galatasaray’a stadyum hediye edecekleri için öve öve bitiremediği teşkilatı Hitlerjugend’e benzetme garabeti bir yana, acaba gerçekler beyefendinin yazdığı gibi miydi? Elbette hayır! Şimdi yukarıdaki yazılara bir yenisini ekleyelim ve “1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda Galatasaraylıların yarattığı sunî sis bulutunu biraz daha ortadan kaldıralım. Bu kez başrollerden biri, Galatasaray’ın 17 Mayıs’ta 40. ölüm yıldönümünde andığı sembol oyuncularından biri; Gündüz Kılıç.


    25 Mayıs 1947 Pazar günü Ulus gazetesinin birinci sayfasında şöyle bir haber vardı:

    Milli Eğitim Bakanı Dün Sporculara Bir Ziyafet Verdi

    1946-1947 mevsimi futbol birinciliği müsabakalarına katılan futbolcular şerefine Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer tarafından dün saat 21’de Mutlu salonunda bir akşam yemeği verilmiştir. Bu yemekte C.H.P. Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, Çalışma Bakanı Sadi Irmak, Başbakanlık Müsteşarı Cemal Yeşil, Vali ve Belediye Başkanı İzzettin Çağpar, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Vildan Savaşır, spor federasyonları erkânı ve sporcular hazır bulunmuşlardır.

    Aynı gazetenin on birinci sayfasında ise tek devreli lig usulü oynanacak olan 1947 Türkiye Futbol Şampiyonluğu maçlarından ilkinin haberi görülüyordu.

    24 Mayıs 1947 tarihinde oynanan maçta, Hüsnü Teoman, Murat Alyüz, Necati Köksal, Selahattin Torkal, Samim Var, Müzdat Yetkiner, “Küçük” Fikret Kırcan, Erol Keskin, “Lawton” Suphi Ural, Halil Özyazıcı ve Halit Deringör ilk on biriyle sahaya çıkan Fenerbahçe, Ferit, Kemal, Oğuz, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Mahmut, Bedri ve Rıza’dan oluşan Adana Demirspor’u “Lawton” Suphi Ural (2), Halil Özyazıcı (2), “Küçük” Fikret Kırcan ve Halit Deringör’ün golleriyle 6-0 yendi.

    25 Mayıs 1947’de oynanan ikinci maçta bizim için işler pek de iyi gitmedi. Ulus gazetesi karşılaşmayı şöyle anlatıyordu :

    Türkiye Futbol Birinciliği için dün yapılan karşılaşmada Ankara Demirspor takımı Fenerbahçe takımını 3-0 yenmeye muvaffak olmuştur. Bu müsabaka, kalabalık bir seyirci kütlesi tarafından takip edilmiştir. Türkiye Futbol Birinciliği’in son karşılaşması bugün şehrimizde Ankara ve Adana Demirspor takımları arasında yapılacaktır.

    Demirsporlular dün bu mevsim içinde çıkardıkları en başarılı oyunlarından birini Fenerbahçe’ye karşı oynayarak haklı bir galibiyete ulaştılar.

    Takımlar aşağıdaki kadroları ile sahada yer aldılar.

    Demirspor : Nevzat, İskender, Şevket, Mehmet, Naci, Mustafa, K.İsmail, Kadri, Gündüz, Rıdvan, Hamdi.

    Fenerbahçe : Hüsnü, Murat, Necati, Selahattin, Samim, Ömer, “Küçük” Fikret, Erol, Suphi, Melih, Halit

    Oyuna İzmirli ile hakem Fethi Turgay’ın idaresinde başlandı, iki tarafta seri bir oyun tutturdular, yerden ve kısa paslarla, birbirlerinin zayıf taraflarını yokladılar, Gündüz’ün dördüncü dakikada Fener kalecisine yaptığı hafif bir şarjdan sonra oyunun temposu bir parça daha hızlandı, fakat iki taraf da kendi aralarında anlaşamadıkları için bir müddet sallapati bir oyun izledik.

    On dokuzuncu dakikaya kadar devam eden bu hesapsız ve ahenksiz oyun arasında, Halit’in yaptığı münferit bir hücumdan sonra topu kapan Demirsporlular soldan yaptıkları bir hücumda, Gündüz’ün şimşek gibi bir şutuyla ilk sayılarını çıkardılar : 1-0. Bu gol Demirsporluları da Fenerlileri de canlandırdı. Demirspor sağ açığı İsmail güzel bir sürüşten sonra kaleci ile başbaşa kaldığı halde attığı şut boşa gitti.

    Fenerbahçe en seri oyuncuları olan Fikret’le, Suphi’yi besleyemiyor, buna inzimamen Demirspor müdafaası da yerinde müdahalelerle bu iki tehlikeli oyuncuya adım attırmıyorlardı.

    Otuz beşinci dakikaya kadar devam eden karşılıklı bir çekişme arasında zaman zaman iki taraf kalesi de sıkıştı, fakat ele geçen fırsatlardan iki taraf da istifade edemedikleri gibi, Demirsporlular sık sık ofsayta düştükleri için oyun hakem tarafından durduruldu.

    Devre sonlarına doğru Fener kalesine tekrar yüklenen Demirsporlular topu sağa geçirdiler, sağ açık İsmail son müdafi Necati’yi de atlatarak topu Gündüz’e verdi ve Gündüz kısa mesafeden bu pası Fener kalesine soktu, bu suretle Demirsporlular birinci devreyi 2-0 galip bitirdiler.

    İkinci devre başında Fenerlilerin yaptığı ilk akın boşa gittikten sonra, Demirsporlular da üst üste iki hücum yaptılarsa da, Fenerliler bunları kornere atarak durdurdular ve atılan kornerden Demirsporlular faydalanamadılar. Birinci devrede sakatlandığı için sol tarafı büsbütün muattal kalan Fenerbahçeliler, Fikret’i de işletemediklerinden topu ortadan söküp götürmek gibi güç bir usulü tatbik etmek zorunda kaldıklarından çok zorluk çekiyorlardı. Fenerbahçeliler bir ara kısa paslarla Demirspor kalesine abandılarsa da, Şevket’le İskender emsalsiz bir müdafaa yaparak Naci’nin de yardımıyla Fenerbahçe’nin bu hızını durdurduktan sonra yirmi altıncı dakikada topu birdenbire sağa geçirdiler, İsmail Fener’in hemen hemen bütün müdafaasını teker teker atlatıp topu Rıdvan’a geçirdi. Rıdvan da sağ ayağı ile vuracakmış gibi yaparak, topa sol vurarak kaleci şaşırtıp, Demirspor’un üçüncü golünü de çıkarınca Fener’in durumu bütün çıkmaza girdi : 3-0.

    Fenerliler buna rağmen topu ayaklarında çok tutup, fazla paslaştıkları yetişmiyormuş gibi, uzaktan şut çektikleri için Demirspor kalesine yaptıkları tesir de zayıf oluyordu

    Otuzuncu dakikadan sonra sertleşmeye yüz tutmasına rağmen iki tarafın oyunu tavsadı, bu arada bir müddet çelmeler, takışmalar da oldu ise de hakem kesin kararlarla bunları önledi, devrenin geri kalan dakikalarında Fenerliler bütün oyuncuları ile Demirspor yarı sahasına yerleştilerse de Demirsporlular da bütün oyuncularını geri çekerek sıkışık bir müdafaaya koyulduklarından bu vaziyet de Fenerbahçe’nin büsbütün aleyhine oldu.

    Demirsporlular da 3-0’lık galibiyeti kafi görerek dakikaları öldürdüklerinden Fenerbahçe sahadan mağlup çıktı.

    Dünkü oyunda Fenerbahçe şöhretine layık bir oyun çıkaramadığı gibi Demirsporlular da çok enerjik hareketlerle Fener’in oyununu bozduklarından bu netice hasıl oldu. Demirspor’dan Gündüz, küçük İsmail, İskender, Şevket, Naci, Fenerbahçe’den Samim, Selahattin, Boncuk Ömer çok güzel bir oyun çıkardılar. Hakemin idaresi iyiydi

    Bugün saat 17.30’da Adana Demirspor ile Ankara Demirspor takımları karşılaşacak ve Türkiye futbol birincisi bundan sonra belli olacaktır.

    Türkiye Futbol Birinciliği maçında Fenerbahçe’ye iki gol atan Ankara Demirsporlu Gündüz, Galatasaray’ın meşhur futbolcusu Gündüz Kılıç idi.

    Bu arada konumuzla biraz uzak, sevimli bir parantez açalım. Maç haberiyle aynı sayfada 1914 yılında Fenerbahçe’nin meşhur Kuşdili Lokali açılırken henüz 9 yaşında olan (ve kim bilir, belki de dedesi Ahmet Rasim Bey ile beraber orada bulunan) Osman Nihat Akın da maça dair bir makale yazıyor ve şunları söylüyordu:

    Fenerbahçe hiç şüphe yoktur ki memleketin her tarafında sevilmiş, milyonları bulan taraftar kazanmış bir kulüptür. Şimdiye kadar yaptığı maçlardan başka bilhassa yabancı karşılaşmalarda yalnız kendi mazisine değil, Türk Milletinin de spor tarihine şerefli yapraklar eklemiş bulunan bu kulüp, son zamanlarda nedense bir türlü istikrar tesis edemiyor. Bu kararsızlığın sebep ve âmillerini kurcalamak bizden ziyade Fener idarecilerini ilgilendiren bir konudur. Ancak futbol kalitesinin ibresi haline gelmiş bulunan bir kulübün her seferinde başka bir manzara arz etmesi, Fenerbahçe’yi sevenlerin kalplerini üzdüğü kadar, Fenerbahçe’ye rakip olanlara dahi azap vermektedir.

    27 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesi birinci sayfada ve spor haberlerinde aynı büyük başlıkla çıktı:

    “Ankara Demirspor Türkiye Birincisi”

    Yine İzmirli Fethi Turgay’ın yönettiği maçta takımlar aşağıdaki şekilde dizilmiş; Demirsporlardan Ankara, Adana’yı Fenerbahçe maçındaki akıbete yeniden uğratarak 6-0 yenmiş ve Türkiye Şampiyonu olmuştu.

    Ankara Demirspor : Nevzat, İskender, Şevket, Ç.İsmail, Naci, Mustafa, K.İsmail, Kadri, Celal, Hakkı, Rıdvan

    Adana Demirspor : Ferit, Kemal, Ali, Mecit, Muharrem, Lütfi, İhsan, Halil, Akif, Bedri, Rıza

    Ulus gazetesi haberi şöyle bitiriyordu :

    Türkiye Birinciliğini Kazanan Ankara Demirspor takımı kendini yormadan rahat bir oyunla bu galibiyeti elde etti. Buna mukabil Adanalılar ellerinden geldiği kadar çalıştılar ve arada yaptıkları kombineli hücumlarla şut atabilselerdi belki bir iki sayı çıkartabilirlerdi. Hakem maçı güzel idare etti.

    Türkiye Futbol Birinciliğini kazanan Ankara Demirspor Kulübü ve idarecilerini tebrik eder. Başbakanlık Kupası’nda başarılar dileriz.

    28 Mayıs 1947 tarihli Ulus gazetesinin beşinci sayfasında “Bu organizasyonların Türkiye Futbol Federasyonu ile ilgisi yok” diyenleri utandıracak iki tebliğ alt alta yayınlandı. “Beden Terbiyesi Futbol Federasyonu Başkanlığı’ndan”

    Birincisinde “Beşiktaş Millî Eğitim Mükafatı Birincisi Oldu” diyor.

    İkincide ise “26 Mayıs 1947’de sona eren Türkiye Futbol Müsabakaları Birinciliği’ni Ankara’dan Demirspor takımı 946-947 yılı Türkiye Futbol Birinciliği’ni kazanmıştır” yazıyordu.

    1959 Öncesi Şampiyonluklar’a canla başla karşı çıkanlara yönelteceğimiz sorulara geçmeden evvel, son olarak şu haberi de verelim. Milli Küme şampiyonu Beşiktaş ile Türkiye Futbol Birinciliği Şampiyonu Ankara Demirspor, 31 Mayıs 1947’de “Başbakanlık Kupası” için karşı karşıya geldiler. Beşiktaş maçı 4-0 kazandı ve kupayı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Peker’in elinden aldı. Ulus’un haberine göre törende, yaptığı konuşmaya “Yiğit Beşiktaşlılar…” diye başlayan Başbakan Recep Peker’den başka, C.H.P. Genel Başkan Vekili Şükrü Saracoğlu, generaller ve birçok zatlar da hazır bulunmuşlardı.

    Şimdi gelelim, 1959 öncesinin Türk futboluna adeta düşman olanlara sorularak sorulara…

    Senede bir gün yere göye koyamadığınız rahmetli Gündüz Kılıç’ı yılın geri kalan 364 gününde nasıl unuttuğunuzu sormayacağız. Onun cevabı herkesin malûmu…

    1. Sayın Ali Koç’un bu konuda söyledikleri belgelerle kanıtlanmışken, siz “Her iki turnuvanın düzenlenmesinde Türkiye Futbol Federasyonu hiçbir şekilde devrede değildi” diyerek neden gerçekleri saptırıyorsunuz?
    2. Hiç sıkılmadan “Nazi Almanya’sındaki Hitlerjugend (Hitler Gençliği) ve faşist İtalya’daki Opera Nazionale Ballila gibi” dediğiniz teşkilatın “Başbakanlık Kupası” organizasyonu kulübünüzün resmî sitesinde (gayet doğal olarak) yer alırken, siz nasıl oluyor da Milli Küme ve Türkiye Futbol Birinciliği’ne böyle bir iftira atıyorsunuz?

    Her zamanki gibi bitirelim…

    1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

  • Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Galatasaray kurucusu Ali Sami Yen’in 1959 öncesi şampiyonluklar konusunda Fenerbahçe’nin tezlerini destekleyen yazısını hatırlarsınız. O belge Şehir Üniversitesi arşivinden çıkmıştı. Yine aynı yerde, bu defa Türk futbolunun meşhur ekibi “Black Stockings” yani Siyah Çoraplılar’a dair bir gazete kupürü bulduk. Fenerbahçe’nin kuruluşunu bu takıma dayandırıp 1899’a çekmeye çalışan bakış açısının ne kadar yanlış olduğunu, burada verilen isimlerden çıkartmak mümkün… Fenerbahçe’nin kuruluş tarihi 1907’dir ve kurucuları da bellidir. Fenerbahçe tarihinin mübalağa ve mugalataya ihtiyacı yok. Posterlerimizden kimseyi çıkartmadığımız gibi, kimseyi eklemiyoruz da… İşte Siyah Çoraplıların hikayesi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Eski futbolcularımızın hepsi bu sporun merakına teşvik edilmeden aşılanmışlardır. Memleketimizde ilk önce futbol Rugby oynanmıştır. Bu spor evvela İzmir’de sonra İstanbul’da mahdut bir zaman için tatbik edilmiştir. Türk müntesipleri pek azdır, hatırlarda kalanı İçerenköylü Osman Pehlivandır (Tamburacı olan değil). Rugby’yi hemen Football Association, yani bugünkü futbol takip etmiştir. Bize ilk defa maç seyretmek fırsatını vermiş olan, oyunlarını gıpta ve hayranlıklarla seyretmiş olduğumuz eski üstatları hatırlamak kadirşinaslığını göstermek zamanı gelmiştir. Futbolcu çağlarının üzerinden yarım asır geçmiş olan bu sporcularımızdan ancak on-on beş kadar mümessil kalmıştır.

    Kendilerinin Sunderland müsabakası münasebetiyle, sporsever halkımıza tanıtılmalarını düşünerek, hissettiğim bu lüzumdan birkaç arkadaşa bahsettim. Bu fikre sarılmaları beni teşvik etti.

    Arkadaşlarımızdan Şevket Davran onlar nezdlerinde bir röportaj yaparak futbolu nerede gördüklerini ve bu spora nasıl başladıklarını tespit etti. Bu suretle futbolumuzun tarihini en salahiyetli ağızlardan öğrenmiş oluyoruz. Diğer bir arkadaşımız, Adnan Fuat Aral bu hatıraları toplayarak bir broşür halinde neşretmek hizmetini üzerine aldı.

    Bu kıymetli müessis futbolcularımızın içinden bilhassa ikisi idari işlerde, çok hizmet etmişlerdir. İlk teşkilatı yapan “League”i (futbol birliğini) kuran, nizamnamesini yapan, İttihad Spor Kulübü’nü (Union Klub) bugünkü Fenerbahçe kulübünü tesis eden ve orada Türklerle İngilizler arasında bir spor bağlılığı vücuda getiren avukat Mister Henry Pears ile, bıkmadan çalışmış olan Mister James LaFontaine’in ve Fuat Bey’den sonra kaptanımız Horace Armitage’ın hatıralarını toplamak ve onları da halkımıza tanıtmak zevkli bir vazife olurdu. Ne yazık ki üçünü de kaybetmiş bulunduğumuzdan onları saygıyla yad etmekle iktifa edeceğiz. Bu kıdemli üstatlarımızın içinde ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü futbol mazimizin kıymetli bir hatırasıdır. Futboldan maada tenis, kriket, avcılık, golfda da temayüz etmiş ve bahriye zabiti olmak dolayısıyla, deniz sporlarıyla da uğraşmıştır.

    Fuat Hüsnü Kayacan ve Arkadaşları

    Fuat Hüsnü’yü takiben, 1901 senesinde başka Türk gençleri de futbol oynamak teşebbüsünde bulunmuştur. Teşkil ettikleri “Black Stocking” (Siyah Çorap) takımının fahrî reisliğine ediplerimizden Ali Ferruh Bey’i ve reisliğine de tanınmış sporcularımızdan Selman ve Melih Açba’nın babaları Dr. Rasim Paşa’yı getirmişlerdir.

    Kırmızı beyaz takımda Hasan Fuat, Şevki (eski bisikletçi ve fabrikatör), Kemani Nuri Duyguer (şimdi konservatuarda), Mehmet, Hanende Hafız Mustafa, Topçu Zabiti Cevdet (1914 Cihan Harbi’nde şehit olmuştur), Osman (Harbiye nezaretinde idi. Şimdi emeklidir. Moda’da oturur), Udi Ali, Muallim Mazhar (Galatasaray’ın ilk takımında müdafii)… İsimlerini saydıklarım takım halinde 08.11 1901’de bir resim çektirmişlerdir (Bu resim Galatasaray Spor müzesindedir)

    Takımın kurucusu, umumi katip ve umumi kaptan Robert Kolej lisan muallimlerinden Reşat Danyal Bey idi. Kendisi zamanının kürek şampiyonu idi. Kulübün katipliğini Hicaz Demiryolu İdaresi mensuplarından Neşet Bey, futbol kaptanlığını Fuat Hüsnü yapıyorlardı.

    Saydığım zevatta maada, takıma: Mehmet Ali, Neşet, Emcet, Filozof Rıza Tevfik, Ercüment, Thalis, Paçko, Marko ve Jan Popoviç de iltihak etmişlerdi.

    İlk ve Tek Maç

    Bu futbol takımı o zamanki bir Rum takımına karşı yaptığı tek maçta 5-1 mağlup oldu. Şeref sayısını Fuat Bey yapmıştı. Bu maç hakkında Fransızca Servet gazetesi takdir edici bir makale yazınca, mevzu üzerinde derhal duruldu. Zaptiye nazırı Şefik Paşa bu genç teşekkülü, ikinci bir maç yapmasına meydan vermeden, Kuşdili karakolu komiser muavini Azmi Efendi delaletiyle dağıttı. Reşat Danyal Bey İran’a gönderildi. Azadan Fuat Kadıköy ve Moda kulüplerinde (Bobi) ismi altında bir müddet oynadıktan sonra merhum Mazhar Hoca ve Nuri Bey ile birlikte 1905’te teşekkür eden Galatasaray’ın idmanlarına katıldılar. Fuat Hüsnü Galatasaray’da kaptanlık ettikten sonra futbolu bıraktı ve Fenerbahçe kurucuları arasında yer aldı.

    Görüyoruz ki bu ilk teşebbüsten sonra maçlara devam ederek kalburun üstünde kalabilen tek oyuncumuz Fuat Hüsnü’dür. Onun için kendisini ilk Türk futbolcusu olarak tanıyoruz.

    Kurulmasıyla dağılması bir olan Black Stockings’ten sonra aynı gayeye sarılan ve zamanının darbelerine dağılmadan dayanan ilk Türk kulübümüz de Galatasaray olmuştur.

    Ali Sami Yen / Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Siyah Çoraplıların Hikayesi

    Ali Sami Yen, yazısında 1904 yılındaki Kadıköyspor‘u da saymış.
    Üst Sıra, Soldan Sağa : Grigoriadis, Moiz, Vasilyadis, Daruci, Henry Pears, Yorgo
    Alt Sıra, Soldan Sağa : Todori, Horace Armitage, James LaFontaine, Fuat Hüsnü Kayacan, Toto, Kimon

  • İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    Okuduktan sonra sizleri “Her zaman olduğu gibi, işlerine gelince öyle gelmeyince böyle” diye düşündürüp, acı acı gülümsetecek yazımıza geçmeden önce, geride kalan bir ay zarfında King Santillana‘nın “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında yazdıklarını hatırlayalım.

    Milli Küme’yse Sayılmaz, Süper Lig’se Sayılır
    Tarih Disiplinini Keyfine Göre Çalıştırmak
    Tarihi Görmezden Gelebilirsiniz. Ama Değiştiremezsiniz

    Anlamak isteyene çok şey anlatan bu metinlerde, tarihi kafasına göre eğip bükenleri okumuştunuz. Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in bile “Evet, biz bir kere Türkiye Şampiyonu olduk, Fenerbahçe ise beş kez!” diyerek kabul ettiği organizasyonlar için “Çok az şehir katılıyordu bir kere! Türkiye çapında değildi!” diyenlerin yalanını nasıl ortaya çıkardığımızı da “1959 Öncesini İnkâr, Cumhuriyeti İnkârdır” yazısında görmüştünüz.

    Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a çıkışını kutladığımız bu mutlu günün geçmiş yıldönümlerinden biri, aynı zamanda Fenerbahçe’nin de 5. Türkiye şampiyonluğunun tarihi… 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 4-1 yendi ve Maarif Kupası’nı yani Millî Küme şampiyonluğunu kazandı. Yeni yazımızın konusu, işte tam da burada devreye giriyor… Bazı kimselerin “Maarif Kupası nedir ya? Milli Eğitim Kupası ne Allah aşkına? Öyle Türkiye Şampiyonluğu mu olur?” diyerek akıllarınca alaya aldıkları bu organizasyonun aslında ne olduğunu aşağıda göreceksiniz. En sonda da bugün bunu söyleyenlerden çok daha kıdemli bir kulüpçünün yazdıklarını bulacaksınız. Tekrarlıyoruz:

    1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    19 Mayıs 1942 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayınlandı.

    Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü Haziran’dan İtibaren Maarif Vekilliğine Bağlanıyor
    Haber aldığımıza göre, şimdiye kadar Başvekilliğe merbut bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Haziran’dan itibaren Maarif Vekilliğine bağlanacaktır. Bu değişiklik, Vekilliklerin masraf bütçeleri hazırlanırken kararlaştırılmış olduğundan umum müdürlüğün tahsisatı da ona göre konuşmuştur.

    4235 sayılı “Beden Terbiyesi Kanununa Ek Kanun”, 29 Mayıs 1942’de T.B.M.M.’de kabul edildi ve 3 Haziran 1942 tarihli Resmî Gazete’de yayınlandı. Kanunun maddeleri şu şekildeydi.

    1. 3530 sayılı kanunun birinci maddesi hükmüne göre Başvekâlete bağlı bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, kanununda Başvekâlete ait olan vazife ve salâhiyetlerle birlikte Maarif Vekilliği’ne bağlanmıştır.

    2. Bu Kanun 1 Haziran 1942 tarihinden itibaren mer’idir.

    3. Bu Kanunun hükümlerini icraya Maarif Vekili memurdur.

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    31 Mayıs 1942 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ise teşkilatı denetlemeye başlamıştı bile… Başta Genel Müdür olmak üzere, bütün memurlarla görüşmüş, işler hakkında ilgililerden bilgi almış, çalışma programlarını gözden geçirmişti. O güne kadar beden terbiyesi ve gençlik teşkilatı için yapılmış incelemelere ait bütün raporların yayınlanması da Bakanlık tarafından kararlaştırılmıştı. 1943 yılı, spor müsabakalarında Maarif Kupası olacaktı.

    Ulusal Türkiye Ligi’nin Adı Maarif Kupası Oluyor

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    15 Mart 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    1943 Millî Küme Şampiyonluğu maçları, 14 Mart 1943’de başladı. O gün Beşiktaş, üst üste beşinci kez kazandığı İstanbul Şampiyonluğu Kupası’nı alırken Vefa’yı 5-1 yendi. Turnuva sonunda “yalnızca bir puan farkla” birinci ve ikinci olarak sıralanacak olan, Fenerbahçe ve Galatasaray ise 0-0 berabere kaldılar. Beşiktaş 18’de 18 yaparak şampiyon bitirdiği İstanbul Ligi’nden sonra Millî Küme’de hayal kırıklığı yaşayacak ve 14 maçın 9’unu kazanıp, Fenerbahçe ve Galatasaray’a iki, Altınordu’ya da bir kez yenilerek üçüncü olacaktı.

    10 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Takvimler 9 Mayıs 1943’ü gösterdiğinde Maarif Kupası’nın final niteliğindeki maçı oynandı. Maça gidenlerin tramvayları tıka basa doldurup, neredeyse bunların tepesinde yolculuk ettiği karşılaşma, tıklım tıklım tribünler önünde oynandı. Fenerbahçe, Cihat Arman, Lebip Elmas, Murat Alyüz, Ömer Boncuk, Halil Köksalan, Esat Kaner, “Küçük” Fikret Kırcan, Naci Bastoncu, Melih Kotanca, Müzdat Yetkiner, Halit Deringör on biriyle çıktı ve Naci Bastoncu’nun attığı golle Galatasaray’ı 1-0 yendi.

    20 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    10 gün sonra, 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe Stadı’nda bayram gösterileri yapılıyordu. Günün ilerleyen saatlerindeyse, Fenerbahçe ve Beşiktaş Maarif Kupası’nın son maçı için sahaya çıktılar. Eğer Fenerbahçe yenilseydi, kupa Galatasaray’ın olacaktı. Tarık Özerengin’in yönettiği maça Fenerbahçe, Galatasaray maçının kadrosuyla çıktı ve Baba Hakkı’nın tek golüne Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, “Küçük” Fikret Kırcan ve Melih Kotanca ile cevap vererek 4-1 kazandı ve Maarif Kupası’nın sahibi oldu.

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    19 Temmuz 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Spor Organizasyonu

    Aslında “Maarif Kupası” yalnızca futbol şampiyonluğunun adı değildi. Spor idaresi A’dan Z’ye Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için diğer branşlarda da aynı adla şampiyonalar düzenleniyordu. Örneğin 18 Temmuz 1943 tarihli Atletizm müsabakasını Başbakan başta, neredeyse bütün bakanlar izlemeye gitmişlerdi.

    İşin bizim için “asıl eğlenceli” kısmı ise bundan sonra başlıyor…

    Galatasaray Spor Kulübü’nün 13 numaralı kurucusu, meşhur gazeteci Abidin Daver 10 Ekim 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Hem Nalına, Hem Mıhına” isimli köşesinde “Galatasaraylılar İşbaşına!” başlıklı bir yazı yayınlıyor ve şöyle diyor :

    Yıllar süren çetin gayretlerden sonra, Türkiye’nin en eski spor kulübü olan Galatasaray’ın, nihayet, Mecidiye köyünde bir stadyum yaptırmaya başladığını, bu sahanın ilkbaharda yapılan temel atma töreni münasebetiyle yazmıştım.

    Bu stadyumu, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’nün yardımıyla Galatasaraylılar vücuda getirecekler ve 20 yıl sonra, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’ne, yani devlete terk edeceklerdir.

    Yapılan keşiflere ve hazırlanan planlara göre, stadyuma 250 bin lira gidecektir. Türk sporuna yeni bir can vermek azmiyle Maarif Vekâleti’ne bağlanmış olan Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü kıymetli Maarif vekilimizin direktifine uyarak Galatasaray stadyumunun inşası için, bu sene 50.000 Lira tahsis etmiş ve bu paranın 25.000 Lirasını vermiştir.

    Maarif vekaleti, Galatasaray’a, Mecidiye köyündeki saha için yardımda bulunurken şöyle güzel bir şart koşmuştur. Galatasaraylılar, stadyumlarına, ne kadar para toplarlarsa, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü de o miktar yardımda bulunacaktır ki bu hakikaten çok yerinde bir teşviktir.

    Fenerbahçe’nin ve diğer takımların 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki mücadelesine kadim Galatasaraylıların destek vermesi, gerçekten çok anlamlı. Böylelikle safsata dolu bahanelerden birisi daha çürümüş oldu. Gerçi rahmetli Abidin Daver, gayet basit anlatmış ama olur da anlamak istemeyen olursa, özetleyelim:

    Maarif Kupası, bizzat devletin verdiği, “resmî” bir kupadır. Çünkü düzenleyen kurum yani Beden Terbiyesi, Milli Eğitim Bakanlığı’na, yani devlete bağlıdır. Senelerce oynadıkları stadyumu (kurucularının açık ve net yazdığı gibi) adı geçen devlet kurumuna borçlu olanlar, bu kurumun düzenlediği kupayı saymamazlık edemezler. Uzun lafın kısası, 1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

  • Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi

    Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi

    Başlıkta “Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi”ni okuyunca, merhumun kesin itiraz ettiğini düşüneceksiniz. Oysa bilakis, gayet açık bir şekilde bunların ulusal şampiyonluklar olduğunu kabul etmiş. Evraka ilk ulaştığımızda yazarın Ali Sami Yen olduğunu anlamamıştık. Sonra fark edince daha keyifli oldu…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir İstatistik Defteri

    Şehir Üniversitesi arşivinde tarihi 13.06.1948 olan (gerçi sitedeki yanlış, zira yazarı bir yerinde 28.6.941 demiş) ve “Galatasaray Spor Kulübü Kongre Başkanlığından” başlıklı beş sayfalık bir daktilo metni var. Yazının tamamına “şuradan” erişebilirsiniz.

    İsmini maalesef bilemediğimiz bir beyefendi, belli ki kongrede yapmayı planladığı bir konuşmayı metne dökmüş. Vesilesi başlangıç cümlelerinde yazılı :
    “Galatasaray’ın kuruluşundan bugüne kadar bütün idari ve sportif hareketlerini bir istatistik defterinin tevdii münasebetiyle arkadaşlarla bir hasbihal yapmamı kıymetli reisimiz Tevfik Ali münasip gördü”

    Kendi deyimiyle “idmancılık ve sporculuk mazimizde bir gezinti yaparak” başta Faik Üstünidman olmak üzere, ülkemizin birbirinden değerli spor insanlarını andıktan sonra, Türkiye’de futbolun nasıl başladığını, Black Stockings’in nasıl kurulduğunu, Kadıköyspor’un nasıl hayata geçtiğini anlatarak Galatasaray’ın kuruluşuna kadar geliyor.

    Burada ilk başta seçilen sarı-siyah formaların neden değiştiğini, “biri vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı” renklere sahip, “o zamanki para kıymetine nazaran muazzam bir yekûn tutan metrosu 32 kuruşluk” formanın nasıl diktirildiğini okuyoruz.

    Sonra beyefendi, “Kumaşları eve götürdüm, Hemşirem Samiye’ye diktirdim” dedikten sonra Fenerbahçe tarihi için de önemli olabilecek bir bilgi veriyor ve “Sarı kırmızıyı ilk defa olarak 6 İlk Kanun (Aralık) 1908 de (Barham) İngiliz harp gemisi takımına karşı yaptığımız bir müsabakada kullandık” diye ekliyor.

    Fenerbahçe’nin İlk Fotoğrafı

    Biliyorsunuz, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün “bilinen” ilk fotoğrafı (sitemizdeki şu yazıda da görebileceğiniz gibi) 31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit dergisinde, HMS Barham takımının da bulunduğu bir sayfada yayınlanmıştı. Eğer Fenerbahçe de Galatasaray’a yakın bir tarihte bu gemi takımıyla maç yaptıysa, kulüpten daha evvel ayrıldığını düşündüğümüz, ilk başkanımız Nurizade Ziya (Songülen) Bey’e dair bilgileri değiştirmemiz gerekecek, zira kendisi fotoğrafta mevcut… Neyse, biz konumuza, beyefendinin konuşmasına geri dönelim…

    Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi

    İlk Şampiyonluklar Kimin?

    Allah rahmet eylesin, ismi bize meçhul olan beyefendi, oldukça iyi bir Galatasaraylı. Zira Fenerbahçe-Galatasaray istatistikleri verirken İstanbul Şampiyonlukları hakkında “kamuoyunca kabul edilmiş” kanaatin bir güzel dışına çıkıyor.

    Evvela diyor ki;
    “1911-12 de de Futbol Birliği şampiyon olan Galatasaray’ı içine almamış ise de Galatasaray Şampiyon Fenerbahçe’yi davet ederek yenmiştir. Bu itibarla 1911-12 Şampiyonluğu daha ziyade Galatasaray’ın hakkıdır. Bunun da ilavesiyle Galatasaray 11 Şampiyonluk almış olur.”

    Gitti mi bizim (dönem gazete ve dergilerinde boy boy “Fenerbahçe şampiyon” yazılan) 1911-1912 sezonu?

    Bununla da yetinmeyip, ekliyor;
    “1914-15 Senesinde Fenerbahçe Kulübü futbol birliğine girmeyerek Darüşşafaka, Darülmuallimin, Şehremini ve Erenköy kulüpleriyle ayrı bir küme yapmış ve bunlar arasında birinciliği almıştır”

    Sonra konuşmasına devam ediyor;
    “Bu en kıdemli iki kulübümüzün müsabakaları hakkında istatistiklere istinaden yaptığım grafiği beraber tetkik edersek rekabet temevvücünün avamilinin bilhassa daha çok ihtiyat zabiti veren Galatasaray üzerindeki Balkan umumi harplerinin (Terakki) (Yıldırım) ve (Güneş) isimleri altında kurulan kulüplere güzide bazı oyuncularımızın bu rekabet esnasında ayrılmış olmalarından ileri geldiği vazıhan görülür”

    Yani diyor ki… Bu Fenerbahçe bizi yenip duruyor ama bizim futbolcular yedek subay olarak cephede olmasaydı ya da bizden bazı oyuncular içimizden çıkan kulüplere gitmeseydi, o iş öyle olmazdı.

    Şimdi gelelim, bizi en çok ilgilendiren yere…

    Türkiye Şampiyonlukları

    İlk alınan formaları hemşiresi Samiye Hanım’a diktirecek kadar kadim bir Galatasaraylı ve 1914-1915 ile birlikte toplam iki sezonu bizden alıp Galatasaray’a yazacak, hatta daha ötesinde cümleler kuracak kadar iyi bir “kulüpçü” olan (ismi bize meçhul) beyefendi konuşmasının sonlarında bir yerde, istatistik verirken şöyle diyor :

    Türkiye Şampiyonluğu : Galatasaray bu şampiyonluğu 38-39 da kazanmıştır. Fenerbahçe ise 33-34, 34-35, 35-36, 36-37 ve 39-40 da olmak üzere beş defa ihtaz etmiştir.

    Acaba bu cümleleri ettikten sonra kendisini kürsüden indirmeye kalkan oldu mu? “Türkiye Futbol Birinciliği çok amatördü” diyen? “Milli Küme yerel bir organizasyon! Sadece üç şehir katılıyor bir kere!” diyen?

    Kongre kayıtları illa ki bir yerlerde duruyordur. Belki Fenerbahçelilerin tezlerine şiddetle karşı çıkan Galatasaraylılar yayınlar da öğreniriz. Gerçi 2008 tarihli resmî bir kulüp yayınında 1939 Millî Küme şampiyonluğunu onlar da anlata anlata bitiremiyorlardı ama aynı insanları sosyal medyada 1959 öncesi şampiyonluklar için birbirinden tutarsız yazılar yazıp dururken görüyoruz. Demek bu yazıyı yazan, Galatasaray’ın belki de kurucularından biri olan beyefendiden daha iyi Galatasaraylılar!


    Not : Biz “yazarı meçhul” demiştik ama kıymetli büyüğümüz Alp Bacıoğlu arayıp “Yazıda ‘hemşirem Samiye’ şeklinde bahsettiğine göre, yazar rahmetli Ali Sami Yen olmalı” dedi. Çok haklı… Bu durumda Galatasaray’ın “1” numaralı kurucusu Fenerbahçe’nin 1959 öncesi Türkiye şampiyonluklarını kabul ediyor. O yüzden yazımızın başlığı, Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi…

    Ali Sami Yen ve 1959 Öncesi
  • Yavuz İsmet Uluğ Anlatıyor

    Çevirilere devam ediyoruz. Hatalarımız affola… Mayıs 1924 tarihli “Resimli Ay” dergisinde, Çelebizade Sait Tevfik, sözü Yavuz İsmet Uluğ’a bırakıyor. 1962-1966 yılları arasında Fenerbahçe’de başkanlık koltuğunda da görülecek olan bu meşhur sporcu, futbol hatıralarını şöyle anlatıyor:

    * * * * * *

    Geniş göğsü, cakalı yürüyüşü, fiyakalı selamlarıyla her hafta spor çayırlarında gördüğümüz bu sevimli sporcumuzun olimpiyada gideceği şu haftalarda hatıratını dinlemek herhalde karilerimizi fazla alakadar edecektir.

    İsmet Bey hatıratını şu suretle naklediyor :

    Çocukluk ve gençlik devirlerinde, bilerek bilmeyerek, spor namını verdiğimiz şeyler peşinde koşmak ve uğraşmakla dolu hayatımızı birkaç sahnede ihtisar şüphesiz benim için çok güç olacak.

    Şimdiye kadar sporlardan memleketimizde yapılması mümkün ve hatta müşkül olanların bile, hemen hepsiyle uğraştım. Bunlardan futbol, hokey, tenis, boks, güreş sporlarıyla ve nihayet denizcilik ile meşgul oldum. Fakat bugün benden yalnız futbol hatıratım isteniyor. Futbol ki sevdiğim sporların ikincisi sayılabilir.

    1326 (1910) senesinde henüz dokuz yaşında iken bu sporun ne olduğunu bilmeyerek başlamış, fakat bir sene sonra Osmanlı İttihat Mektepleri’nde bunun peşinde epeyce yürümüş idim. O vakit ben ne oynadığını bilmeyen bir zümrenin namdar kalecisi bulunuyordum.

    O zamanki oynadığımız futbolun kaidesi alîl, cılız, neşv ü neması ikmal etmemiş vücutlarımızı biraz daha hırpalamak, biraz daha ezmekten ibaretti. Ve buna futbol ismini vermek bir hata oluyordu. Nitekim bunu bir sene sonra Fenerbahçeli Mustafa Bey’in hakemliğiyle oynadığımız bir oyunda anlamıştık. Mustafa Bey mütemadiyen düdüğünü öttürüyor (Faul) (Ofsayt) gibi kelimelerle “Taç” ve “Aut”tan başka bir şey bilmeyen bizleri bizar ediyordu. İşte ben futbola on iki sene evvel böyle başlamıştım.

    Kadıköy Numune Mektebi’ne esna-i naklimde orada kıymetli futbolcu bulmuştum ve hemen mektebin ikinci timinde müdafii mevkiine ithal edildim. Bir kere de Fener’e karşı yaptığımız bir maçta -beğenildiğimden olacak- ağabeyimin arkadaşlarından Mustafa Bey’in delaletiyle Galatasaray’a kaydedilerek üçüncü ve dördüncü timlerinde oynamaya başladım. Şimdiye kadar oynadığımız oyunlarda futbolu spor olarak yapmadığımız tabii idi. Çünkü küçücük boyumuz, incecik boynumuz ile her gün güneşin en hararetli zamanlarından pek çok saatlerimizi top peşinde geçiriyorduk.

    Bu fena itiyad beni o hale koymuştu ki herkes teverrüm ederek vefat eden pederime benim de iltihak edeceğimde müttefik idiler. Mamafih bu esnada ben bu alîl vücudumla futbol sahasında mütemadiyen terakki ediyordum. O kadar ki meşhur Oberle, Celal’lerle aynı timde oynamaya başlamıştım. Bu vaziyet spor sahasında yegane küçük bir çocuk olan bana büyük bir zevk ve gurur veriyordu.

    Beni tanıyanlar pek ala bilirler ki 1331 (1915) senesinde birinci timlere dahil olduğum zaman ancak 14 yaşında bulunuyordum.

    (25) kiloluk sikletim, (66) santimlik göğsümle ilk oyuna girdiğim gün Oberle şaşırmış, timin kaptanını çağırarak “Bu küçücük çocuğun ne maksatla time ithal edildiğini” sormuştu. Fakat maçın akabinde hayretle yanıma sokularak daima benim için kullandığı (le petit) ünvanıyla sırtımı okşamış, bana her zaman neşv ü nema için verdiği nasihatlerine başlamıştı.

    O sene ben bu küçücük vücudumla çok terakki etmiştim. Sene sonunda şampiyon çıkan Altınordu’ya karşı ben kulübün yaptığı muhtelit time bizden de Oberle ve timin kaptanıyla ben dahil oluyordum. Hatta küçüklere itiraz eden Anadolu kulübü time oyuncu vermemişti. O zaman maça girerken, eski oyuncu olan bir rakibin kenardan (Ben İsmet’in topa vurduğu kadar maça girdim) dediğini ben işitmiştim. Hiç şüphe yok ki bu benim yerini zaptettiğim bir muavindi, belki hakkı da vardı. Fakat kuvvetli bir genç olan o zamanki Altınordu’nun sol açığı karşısında zayıf vücudumla oynadığım oyun herkesin nazar-ı takdirini celp etmişti. Halbuki bu kadar yorgunluğa vücudumun zaafiyeti de tahammül edemiyordu. Nitekim ertesi sene adım atamayacak bir hale geldim. O zaman böyle olmakla beraber bu çıkmaz yoldan dönemiyordum. Bu esnada Kadıköy Sultanisi’nde zaafım dolayısıyla futboldan men edilmiş ve müdüriyetce de beni kontrol için tenbihat-ı lazımada bulunmuştu.

    Filvaki müdürün bunda hakkı vardı. Çünkü ben deri ve kemikten mürekkep bir ucube kalmıştım. O esnadaki ebadımı şuraya kaydedeyim :

    Sene 332 – yaş 15 – siklet 42 kilo. Boy 148, boyun 30, göğüs 66, kol 19, pazu 21, bel 56, baldır 32 santimdi.

    Her sene kaydettiğim ebat cetvelinin 332 Teşrinievvelindeki sahnesi işte bu suretle kapanmıştı. Üç sene her gün böyle biraz daha azalarak kaybederek geçti. Bu esnada Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye kabul edilmiştim. Muayene-i Sıhhiyede azamın tamamen mükemmel olduğu sabit oldu. Bununla beraber 49 kilo sikletli, 76 santim göğüslü, 23 santim kollu, zayıf, kavruk bir  çocuktum. Bazı kimselere olduğu gibi, asker ocağı bana da yaradı. Ananeye fevkalade riayetkar olan bu mektepte bilhassa o zamanlarda hak daima sınıf arkadaşları arasında kuvvette görülüyordu. Tabiatın bana verdiği asabi, hadîd ve haşin etvârım neticesi bu mektepte çok belalara maruz kalıyor ve eziliyordum. Artık çocukluktan çıkmış, Darülfünun talebesi olmuştum. Spor hakkında bir fikir edinmeye başladığımdan çalışmanın tarzını değiştirerek muntazam bir şekle soktum. 46 kiloluk sikletimle jimnastik yaptığım gün herkes (karga kadar vücutla jimnastik yapıyor) diye benimle istihza ediyordu. Çünkü orada jimnastik yapmaya hakkı olanlar kuvvetli, iri vücutlulardı. Buna rağmen ben azimkarane tam iki sene çalıştım.

    İki sene sonra etrafında alaylar, istihzalar yerine hayretler, takdirler görünmeye başladı. Bu zamana kadar ağabeyimin o kulüpte bulunması dolayısıyla Galatasaray’da oynuyordum. Bu kulübü cidden severdim. Harp senelerinde Galatasaray’ın şayan-ı hürmet azaları vatanı müdafaaya koştuğundan kulüp bir takım spor ruhu taşımayan şahsiyetlerin elinde kalmıştı. Ve nihayet sporculuğun kıymettar bir uzvu olan muhterem reisi Ali Sami Bey bile gücendirilerek istifa ettirildiğinden kulüp bütün bütün çığrından çıkmıştı.

    Bu hal karşısında biraderim istifa ettiği gibi ben de kulüple olan alakamı kıta ederek ilk defa ve resmen Fenerbahçe kulübüne dahil oldum. Bu esnalarda sporu daha iyi anlamaya ve daha esaslı çalışmaya başladım. Oyunlardan sonra suistimallerden kaçındım. Gıdanın derece-i ehemmiyetini idrak ettiğimden terli terli dört bardak su ve iki lokma ekmeğin o zamana kadar bendeki tesir-i tahripkarisini hissediyordum. Ne çare ki pek geçti.

    Vücudum kuvvetlendikçe futbola da lazım olan malumat ve sürat hassalarını kazanmaya başlıyordum. Fakat bu esnada boks daha ziyade inhimakımı mucip oldu ve futbolda benim için bir devre-i tevakkuf başladı. Birkaç sene evvel Galatasaray’ın Avrupa turnesine iştirakım futbolun terakki ettiği bu memleketlerde ne suretle çalıştığını daha yakından görmeye sebep olduğundan futbolu daha iyi anlamaya başladım. O zaman fikrim şu noktada toplanmıştı : Futbola esaslı olarak çalışılırsa iyi, samimi ve güzel bir spor… Yoksa vücudu bilhassa gençleri tahrip etmek için pek fena bir yol ve en müthiş bir vasıta.

    O zamandan beri İstanbul’da bir çok ecnebi takımlar ile çarpıştık. Ve bunlar bize çok istifadeler bahşetti. Şimdi artık muktedir bir muallimin idaresinde milletimizi temsil etmek üzere Paris Olimpiyatı’na hazırlanıyoruz.

    Ümit ederiz ki Türkler Paris’teki Kolomb Stadı’nda dünyanın şampiyonluğuna namzet Çekoslovaklara karşşı mağlup olsa bile büyük bir muvafakıyyet temin edecektir. Ve bütün gayem orada milletim için iyi bir oyun oynamaktır.

  • Yavuz İsmet Anlatıyor

    Yavuz İsmet Anlatıyor

    Mayıs 1924 tarihli “Resimli Ay” dergisinde, Çelebizade Sait Tevfik, serisine devam ediyor. 1962-1966 yılları arasında Fenerbahçe’de başkanlık koltuğunda da görülecek olan meşhur sporcu, Yavuz İsmet anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çelebizade’nin Peşrevi

    Geniş göğsü, cakalı yürüyüşü, fiyakalı selamlarıyla her hafta spor çayırlarında gördüğümüz bu sevimli sporcumuzun olimpiyada gideceği şu haftalarda hatıratını dinlemek herhalde karilerimizi fazla alakadar edecektir.

    İsmet Bey hatıratını şu suretle naklediyor :

    Yavuz İsmet Anlatıyor

    Çocukluk ve gençlik devirlerinde, bilerek bilmeyerek, spor namını verdiğimiz şeyler peşinde koşmak ve uğraşmakla dolu hayatımızı birkaç sahnede ihtisar şüphesiz benim için çok güç olacak.

    Şimdiye kadar sporlardan memleketimizde yapılması mümkün ve hatta müşkül olanların bile, hemen hepsiyle uğraştım. Bunlardan futbol, hokey, tenis, boks, güreş sporlarıyla ve nihayet denizcilik ile meşgul oldum. Fakat bugün benden yalnız futbol hatıratım isteniyor. Futbol ki sevdiğim sporların ikincisi sayılabilir.

    9 Yaşında…

    1326 (1910) senesinde henüz dokuz yaşında iken bu sporun ne olduğunu bilmeyerek başlamış, fakat bir sene sonra Osmanlı İttihat Mektepleri’nde bunun peşinde epeyce yürümüş idim. O vakit ben ne oynadığını bilmeyen bir zümrenin namdar kalecisi bulunuyordum.

    O zamanki oynadığımız futbolun kaidesi alîl, cılız, neşv ü neması ikmal etmemiş vücutlarımızı biraz daha hırpalamak, biraz daha ezmekten ibaretti. Ve buna futbol ismini vermek bir hata oluyordu. Nitekim bunu bir sene sonra Fenerbahçeli Mustafa Bey’in hakemliğiyle oynadığımız bir oyunda anlamıştık. Mustafa Bey mütemadiyen düdüğünü öttürüyor (Faul) (Ofsayt) gibi kelimelerle “Taç” ve “Aut”tan başka bir şey bilmeyen bizleri bizar ediyordu. İşte ben futbola on iki sene evvel böyle başlamıştım.

    Kadıköy Numune Mektebi’ne esna-i naklimde orada kıymetli futbolcu bulmuştum ve hemen mektebin ikinci timinde müdafii mevkiine ithal edildim. Bir kere de Fener’e karşı yaptığımız bir maçta -beğenildiğimden olacak- ağabeyimin arkadaşlarından Mustafa Bey’in delaletiyle Galatasaray’a kaydedilerek üçüncü ve dördüncü timlerinde oynamaya başladım. Şimdiye kadar oynadığımız oyunlarda futbolu spor olarak yapmadığımız tabii idi. Çünkü küçücük boyumuz, incecik boynumuz ile her gün güneşin en hararetli zamanlarından pek çok saatlerimizi top peşinde geçiriyorduk.

    Bu fena itiyad beni o hale koymuştu ki herkes teverrüm ederek vefat eden pederime benim de iltihak edeceğimde müttefik idiler. Mamafih bu esnada ben bu alîl vücudumla futbol sahasında mütemadiyen terakki ediyordum. O kadar ki meşhur Oberle, Celal’lerle aynı timde oynamaya başlamıştım. Bu vaziyet spor sahasında yegane küçük bir çocuk olan bana büyük bir zevk ve gurur veriyordu.

    14 Yaşımda Birinci Takımda

    Beni tanıyanlar pek ala bilirler ki 1331 (1915) senesinde birinci timlere dahil olduğum zaman ancak 14 yaşında bulunuyordum.

    (25) kiloluk sikletim, (66) santimlik göğsümle ilk oyuna girdiğim gün Oberle şaşırmış, timin kaptanını çağırarak “Bu küçücük çocuğun ne maksatla time ithal edildiğini” sormuştu. Fakat maçın akabinde hayretle yanıma sokularak daima benim için kullandığı (le petit) ünvanıyla sırtımı okşamış, bana her zaman neşv ü nema için verdiği nasihatlerine başlamıştı.

    O sene ben bu küçücük vücudumla çok terakki etmiştim. Sene sonunda şampiyon çıkan Altınordu’ya karşı ben kulübün yaptığı muhtelit time bizden de Oberle ve timin kaptanıyla ben dahil oluyordum. Hatta küçüklere itiraz eden Anadolu kulübü time oyuncu vermemişti. O zaman maça girerken, eski oyuncu olan bir rakibin kenardan (Ben İsmet’in topa vurduğu kadar maça girdim) dediğini ben işitmiştim. Hiç şüphe yok ki bu benim yerini zaptettiğim bir muavindi, belki hakkı da vardı. Fakat kuvvetli bir genç olan o zamanki Altınordu’nun sol açığı karşısında zayıf vücudumla oynadığım oyun herkesin nazar-ı takdirini celp etmişti. Halbuki bu kadar yorgunluğa vücudumun zaafiyeti de tahammül edemiyordu. Nitekim ertesi sene adım atamayacak bir hale geldim. O zaman böyle olmakla beraber bu çıkmaz yoldan dönemiyordum. Bu esnada Kadıköy Sultanisi’nde zaafım dolayısıyla futboldan men edilmiş ve müdüriyetce de beni kontrol için tenbihat-ı lazımada bulunmuştu.

    Filvaki müdürün bunda hakkı vardı. Çünkü ben deri ve kemikten mürekkep bir ucube kalmıştım. O esnadaki ebadımı şuraya kaydedeyim :

    Sene 332 – yaş 15 – siklet 42 kilo. Boy 148, boyun 30, göğüs 66, kol 19, pazu 21, bel 56, baldır 32 santimdi.

    Cetvel

    Her sene kaydettiğim ebat cetvelinin 332 Teşrinievvelindeki sahnesi işte bu suretle kapanmıştı. Üç sene her gün böyle biraz daha azalarak kaybederek geçti. Bu esnada Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’ye kabul edilmiştim. Muayene-i Sıhhiyede azamın tamamen mükemmel olduğu sabit oldu. Bununla beraber 49 kilo sikletli, 76 santim göğüslü, 23 santim kollu, zayıf, kavruk bir  çocuktum. Bazı kimselere olduğu gibi, asker ocağı bana da yaradı. Ananeye fevkalade riayetkar olan bu mektepte bilhassa o zamanlarda hak daima sınıf arkadaşları arasında kuvvette görülüyordu. Tabiatın bana verdiği asabi, hadîd ve haşin etvârım neticesi bu mektepte çok belalara maruz kalıyor ve eziliyordum.

    Artık çocukluktan çıkmış, Darülfünun talebesi olmuştum. Spor hakkında bir fikir edinmeye başladığımdan çalışmanın tarzını değiştirerek muntazam bir şekle soktum. 46 kiloluk sikletimle jimnastik yaptığım gün herkes (karga kadar vücutla jimnastik yapıyor) diye benimle istihza ediyordu. Çünkü orada jimnastik yapmaya hakkı olanlar kuvvetli, iri vücutlulardı. Buna rağmen ben azimkarane tam iki sene çalıştım.

    İki sene sonra etrafında alaylar, istihzalar yerine hayretler, takdirler görünmeye başladı. Bu zamana kadar ağabeyimin o kulüpte bulunması dolayısıyla Galatasaray’da oynuyordum. Bu kulübü cidden severdim. Harp senelerinde Galatasaray’ın şayan-ı hürmet azaları vatanı müdafaaya koştuğundan kulüp bir takım spor ruhu taşımayan şahsiyetlerin elinde kalmıştı. Ve nihayet sporculuğun kıymettar bir uzvu olan muhterem reisi Ali Sami Bey bile gücendirilerek istifa ettirildiğinden kulüp bütün bütün çığrından çıkmıştı.

    Fenerbahçe’ye Geliyorum

    Bu hal karşısında biraderim istifa ettiği gibi ben de kulüple olan alakamı kıta ederek ilk defa ve resmen Fenerbahçe kulübüne dahil oldum. Bu esnalarda sporu daha iyi anlamaya ve daha esaslı çalışmaya başladım. Oyunlardan sonra suistimallerden kaçındım. Gıdanın derece-i ehemmiyetini idrak ettiğimden terli terli dört bardak su ve iki lokma ekmeğin o zamana kadar bendeki tesir-i tahripkarisini hissediyordum. Ne çare ki pek geçti.

    Vücudum kuvvetlendikçe futbola da lazım olan malumat ve sürat hassalarını kazanmaya başlıyordum. Fakat bu esnada boks daha ziyade inhimakımı mucip oldu ve futbolda benim için bir devre-i tevakkuf başladı. Birkaç sene evvel Galatasaray’ın Avrupa turnesine iştirakım futbolun terakki ettiği bu memleketlerde ne suretle çalıştığını daha yakından görmeye sebep olduğundan futbolu daha iyi anlamaya başladım. O zaman fikrim şu noktada toplanmıştı : Futbola esaslı olarak çalışılırsa iyi, samimi ve güzel bir spor… Yoksa vücudu bilhassa gençleri tahrip etmek için pek fena bir yol ve en müthiş bir vasıta.

    O zamandan beri İstanbul’da bir çok ecnebi takımlar ile çarpıştık. Ve bunlar bize çok istifadeler bahşetti. Şimdi artık muktedir bir muallimin idaresinde milletimizi temsil etmek üzere Paris Olimpiyatı’na hazırlanıyoruz.

    Ümit ederiz ki Türkler Paris’teki Kolomb Stadı’nda dünyanın şampiyonluğuna namzet Çekoslovaklara karşşı mağlup olsa bile büyük bir muvafakıyyet temin edecektir. Ve bütün gayem orada milletim için iyi bir oyun oynamaktır.

    Yavuz İsmet Anlatıyor


    Not : Bu yazının yayınlanmasından yaklaşık bir buçuk sene sonra, 46. ölüm yıl dönümü olan 26 Ağustos 2021 tarihinde İsmet Bey merhumun torunu Mete Uluğ beyefendi ile temasa geçtik. Kendisi, sağ olsun, hem İsmet Bey’in “Ahmet” olan ön ismi ile beraber, 1 Temmuz 1901 olan doğum tarihini bildirdi, hem de aşağıdaki birbirinden güzel fotoğrafları Fenerbahçe tarihine armağan etti. Sonsuz teşekkürlerimizle…