Etiket: Altan Dinçer

  • Seta Yağcıoğlu

    Seta Yağcıoğlu

    Bundan iki ay önce Kadıköy Life dergisine, Fenerbahçe’nin Şampiyon Kızlarından Seta Yağcıoğlu hakkında bir yazı kaleme aldık. Önce o yazıyla başlayalım. Sonrasında Seta abla’nın bizlere emanet ettiği müthiş fotoğraf albümüne hep birlikte keyifle göz atalım. Çok yaşa Seta abla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Erenköy Kız Lisesi’nden Fenerbahçe’ye Bir Spor Efsanesi

    Bundan yaklaşık 70 sene önce Fenerbahçe’nin kadın basketbol ve voleybol takımlarını kurmak için çalışmaya başlayan Dr. Selim Çapa ve Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, önce Püzant Usta’nın kapısını çaldılar. Kendisi de sarı-lacivertli forma ile futbol oynamış, koyu Fenerbahçeli bir babanın “ele avuca sığmayan” kızı olan Seta, ilerleyen yıllarda önce babasını, sonra tüm Fenerbahçe camiasını gururlandıracak; Türk kadın sporları tarihine adını altın harflerle yazdıracaktı.

    Takvim yaprakları 20. yüzyılın ikinci yarısını gösterirken, Türk kulüplerinde basketbol ve voleybol gibi branşlarda kadın takımlarının esamesi bile okunmuyordu. Çamlıca, Erenköy ve Kandilli başta olmak üzere kız liselerinde ise bu alandaki faaliyet en üst seviyeye ulaşmıştı. Okullar arası turnuvalar gazetelerde ve spor dergilerinde sütunlar dolusu habere konu oluyordu.

    1954 yazına girilirken, Çamlıca Kız Lisesi mezunu, çiçeği burnunda Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, arkadaşı İnci Önen Bayburtluoğlu ile birlikte, Fenerbahçe’de bir kız takımı kurmak için harekete geçti. Adanmış bir Fenerbahçeli olan Dr. Selim Çapa sayesinde kısa zaman zarfında semeresini veren bu çalışmanın en önemli unsurlarından biri de Erenköy Kız Lisesi’nin yıldız sporcusu Seta Erdurmuş (Yağcı) idi.

    Babası Püzant Usta’nın elinden tuttuğu gibi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi spor salonuna götürdüğü Seta, meşhur Fenerbahçeli antrenör Önder Dai’nin dikkatini çekti ve takımın değişmez bir parçası oldu.

    Hemen akabinde bir başka önemli spor siması Alaattin Güneş’in kurduğu Fenerbahçe voleybol takımında da pasör olarak oynamaya başladı ve sporu bırakana kadar bu formayı da kimselere kaptırmadı.

    1956 yılında “Kürek takımı kuruyoruz” denildiğinde, yine akla gelen ilk sporculardan biriydi Seta… Beykoz yarışlarında 4 tek ve 8 tekte rakiplerini geçerek şampiyon oldular.

    Hangi spor dalında sahaya çıksalar birincilik kupasını kazanıyorlardı. İş zamanla öyle bir hal aldı ki “Atletizm takımı eksik” deyip gündüz eve gelerek Püzant Usta ile beraber Seta’yı müsabakaya götürüyorlar, akşam şampiyon olarak eve bırakıyorlardı.

    Kelimenin tam anlamıyla büyülü bir sporcu kadrosunun, rüya gibi yıllarıydı.

    Seneler hızla geçti… Bir yol ayrımı gelip çatmak üzereydi… 1960 yılında Fenerbahçe ve Galatasaray takımları, Türkiye Voleybol Şampiyonluğu için İzmit’te karşı karşıya geldiler.

    Fenerbahçe takımı, şehrin Kimsesizler Yurdu binasında kalıyor, oradaki çocukların neşe kaynağı oluyordu. Fakat takım kaptanı Ayten Salih bu turnuvadan sonra Kıbrıs’a gitmek için Türkiye’den ayrılacağı için zaten buruk olan oyuncular, Fenerbahçeli idarecilerin yokluğu yüzünden gitgide daha karamsar bir hale gelmişti.

    Arkadaşlarının bu ruh halini hisseden kaptan, acele bir telgrafla durumu kulübe bildirdi ve yönetim kurulundan “Lütfen maça gelmelerini” istedi.

    Takım final maçına çıkmak üzere salona doğru yol alırken, içinde Fenerbahçeli idarecileri taşıyan araçlar da İstanbul’dan gelmiş, aynı istikamete doğru ilerliyordu. Onları ilk gören ve otobüsün içinde heyecanla ayağa fırlayan, takımın pasörü Seta oldu. Ayten Salih’in “Bu benim son maçım, bana son bir şampiyonluk hediye etmek istemez misiniz?” sözleriyle kupayı kazanan Fenerbahçeli sporcuların yorgunluğu ve gururu maç sonunda çekilen fotoğrafa olanca gücüyle yansımıştı.

    1954-1960 yılları arasında düzenlenen toplam 21 İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunun 19 tanesini Fenerbahçe Müzesi’ne kazandıran Fenerbahçe’nin kadın sporcuları, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” sözünün en müthiş yansımalarından biri olarak tarihe geçtiler.

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Ali Koç ve Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Simla Türker Bayazıt, 2019’dan beri yapılan etkinlik ve organizasyonlar ile ilk kadın takımlarının hatırasına büyük bir zarafet ve özenle sahip çıkıyorlar.

    Seta Yağcı hâlâ ele avuca sığmıyor… Ve takım arkadaşları ile birlikte Türk kadın sporları tarihinde bir öncü olmanın gururunu sonuna kadar hak eden sayılı isimler olarak zirvedeki yerlerinden bugünkü maçları izliyorlar. Sadece Fenerbahçe’nin değil, kadın takımlarının kazandığı bütün kupalarda kocaman bir payları var; çünkü bu yolu onlar açtı.

    FenerbahceTarihi.org


    Seta Yağcıoğlu Albümü


    Fotoğraflarda Kimler Var?

    Alaettin Güneş, Altan Dinçer, Altan Karpuzlu, Ayla Keskin, Ayten Salih, Atatürk Kız Lisesi, Bercis Türkoğlu, Canel Konvur, Çamlıca Kız Lisesi, Deniz Aydıncı, Erdoğan Karabelen, Erenköy Kız Lisesi, Eser Berktan, Fenerbahçe, Güneş Çapa, İnci Önen, Mahiru Akdağ, Nazmiye Kor, Oya Çapa, Önder Dai, Seçkin Dinçer, Seta Yağcıoğlu, Süheda Özçiçekçi, Püzant Yağcıoğlu, Valenten Erdurmuş.

  • Erdoğan Karabelen Röportajı

    Erdoğan Karabelen Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdoğan Karabelen röportajı ile karşınızda… Erdoğan ağabeyi yakın bir zamanda kaybettik. Bir saniye durmak nedir, yorulmak nedir bilmeyen bir spor adamıydı. Nur içinde yatsın.

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Komple Sporcu

    Sporu seven bir aileden geldi. Kendisi başarılı bir basketbolcumuzdu. Sadece Türkiye’de değil, dünyada bile eşine zor rastlanan bir basketbol adamı… Hem oynadı hem öğretti.

    Hepimizin hayatında yol göstericiler vardır. Fakat Sayın Erdoğan Karabelen’e rastlayanlar çok şanslı… Bizim de şansımız, onunla röportaj yapabilmek oldu. Bir kez daha Fenerbahçe’mle gurur duyuyorum.

    Erdoğan Karabelen Röportajı

    – Spor hayatına nasıl başladınız?

    Sporcu bir aileden gelmekteyim.

    Babam Ankara’da İnönü’nün muhafız alay komutanıydı. Bu arada babam da sporcu sayılır. Birçok şubenin yanı sıra sırık atlamada Türkiye rekorunu kırmıştı.

    Annem de cumhuriyetin ilk kadın tenis şampiyonlarındandır.

    Bana dönersek 1936 doğumluyum. Çocukluk yıllarımdan beri dağ bayır demiyor koşuyordum. 1950’de Çankaya Köşkü’nün arkasında bir koru vardır. Onun da arkasında köyler var işte oralar benim koşma alanımdı.

    Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun köşkünde de oğulları Aydın ve Yılmaz köşkün bahçesinde futbol oynarlardı. Ben de gider onları seyrederdim. Bazen de kaleci bulamazlar kız kardeşi kaleye geçerdi. Köşk emniyet müdürünün oğlu da oynardı. Ben böyle dışarıdan seyrederken adam bulamadılar mı bana “Erdoğan sen gel, kalede dur” dediler. Ben ilkokuldayım ama muazzam reflekslerim var.

    Bu konu açılmışken bir anımı da sizlerle paylaşayım arada… Babam Atatürk’ün kendisine hediye ettiği kadehe bir çarptı; ben öyle bir havada uçup yakalamıştım ki… Neyse dönelim bizim hikâyeye…

    Yılmaz’la, Aydın ayrı bir takım kurmuşlar ama beni bir türlü almıyorlar. Fakat sonunda kaleci oldum, öyle kurtarışlar yaptım ki ertesi günü beni paylaşamadılar. Liseler arası yarışmalarda da en az gol yiyen kaleciydim.

    Başbakan Şükrü Saracoğlu çok ilginç bir insandı, burada da bütün maçlarımızı takip ederdi. Her gün Başbakanlıktan gelir o bizim tenis kortundaki maçımızı kahvesini içerek seyrederdi. Bir taraftan da tenkit ederdi. Meğer bana kızıyormuş, ben hangi takımda olursam maçlar on, on beş farkla bitiyordu. Bana penaltı bile atamıyorlardı. Bir gün 9 gol atmışız. Ben de kendime futbolcu Fecri Ebcioğlu’nu örnek almıştım. Her sefer çıkıyor, topu alıyordum. Bir seferinde kaçırdım, maç 9-1 oldu. Saracoğlu dedi ki “Bu dokuz gole bedel oldu. Sonradan da bana “ Oğlum sana kızıyordum ama seni tebrik ederim. Muazzam bir yeteneğin var. Maçların zevki kalmıyordu, sen hangi takımda olursan o takım galip geliyor. O nedenle söylüyordum.” demişti. Bir Başbakanın kahvesini alıp bizim maçları seyretmesi benim için çok onur vericiydi.

    – Hayatınızda 11 sayısının hep bir önemi oldu…

    11 Ağustos’ta doğdum.

    Nüfus kütüğünde no. 11; hane no. 11.

    Atletizme 11 yaşımda başladım, 11 yaşımda ilk rekorumu kırdım; 11 saniye ile 100 m. yaptım.

    İlk disk atmada 11 metre farkla birinci oldum.

    Fenerbahçe ve milli takımda 11 no’lu formayı giydim. İlk resmi maçımda 11 sayı attım.

    Kullandığım tüm telefonlarda 11 sayısı mutlaka var. Nişan tarihimde 11 var, evlendiğim ay ise yine 11. ay…

    – Kardeşleriniz de sporla ilgili mi?

    Babam Daniş Bey “Spor yapmayan avare olur” diyerek beni ve kardeşlerimi hep spora teşvik etmiştir.

    Ağabeyim Kayıhan boks ve kalecilik yaptı. Aynı zamanda Orta Anadolu kayak şampiyonu oldu.

    Kız kardeşim Özcan kızlar arası silah atışı ve 800 m. koşuda birincilikler aldı.

    Amerika’da yöneticilik yapan küçük kardeşim Altan voleybol ve dalış sporlarının yanı sıra maraton da dereceler aldı. Ailede tüm üyeler ve çocukları da hepsi sporla yakından ilgilendiler.

    – Anneniz ve babanız cumhuriyetimiz için de çok önemli insanlar. Bize biraz onları anlatabilir misiniz?

    Babam ve annem Osmanlı döneminde doğmuşlar fakat batı kültürünü benimseyen iki insandı. Türk müziğinin yanı sıra klasik batı müziğini de sever, kanun ve piyano çalarlardı. Evliliklerinin ilk yıllarında onlar daha yeni evliyken Anadolu’ya silah kaçırmışlardı.

    Babam Danış Bey teğmenken Filistin cephesinde savaşırken yaralanmış. Cephede Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’dan güvenilir, sağlam, emin bir görevli istediğinde şifre subayı olarak babam gönderilir. Sonra Atatürk cumhurbaşkanı olduğunda babamı yanına alır. Bu bizim ailemiz için de her zaman gurur verici oldu.

    Sonra babam Kars’a tayin oldu. Kars’ta da bir 720 basamak vardı. Orayı iner, çıkar antrenman yapardım. Fakat Kars’ta fazla kalamadım. Tahsil nedeniyle İstanbul’a geldim.

    – Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gelişiniz nasıl oldu?

    1952 yılında İstanbul’a geldim. Hem okuyup hem de çalışıyordum. Babam gönderdiği harçlıklarla geçinebildiğimi zannediyordu fakat ben sıkı bir şekilde çalışıyordum.

    Atletizm pisti uzak olmasın diye Fenerbahçe’nin yakınında bir ev tuttum. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün atletizm takımında yer aldım. Takımda şampiyonluklar kazanırken 110 m. engellide milli formaya kavuştum.

    Kış sezonu geldiğindeyse okul çıkışı akşamları çalışacak kapalı bir yer ararken basketbol takımının salonuna gittim. Tüm ribauntları alınca genç milli takım çalışmalarına çağrıldım.

    Daha doğrusu basketbola kandırılarak başladım. Aklımda basketbol yoktu. Kısa sürede iyi bir aşama kaydedince İstanbul bölgesel liginde altıncı, yedinci sırada olan ekibin üst sıralarına tırmanmasına ve 14 kez şampiyon olan bu yüzden de “Yenilmez Armada” diye anılan Galatasaray’ın ilk kez yenilmesinde ve basketbolda da Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin doğmasına neden olan takımda oynadım.

    Fenerbahçe basketbolda ilk şampiyonluğunu 1954-55 sezonunda aldı. Bu sezonda 14 maçın tamamını kazanmış, 5nŞubat 1955’deki ilk maçta 55-47 yendiğimiz Galatasaray ile rövanşı 2 Nisan günü oynamıştık. O güne göre rekor sayılacak 14 bin lira hasılat toplanmış ve bu 14. ve son maçı 57-46 kazanmış Fenerbahçe’nin ilk kez şampiyonluğunu yaşıyorduk.

    1951 yılından 1958 yılına kadar sarı lacivert formayı gururla taşıdım. 1954-55-56-57 İstanbul Ligi, 1957 Türkiye şampiyonası, 1954-1958 Federasyon Kupası şampiyonluklarını yaşadım. A milli oldum. 1955-1957-1959 Avrupa Basketbol şampiyonalarında ay yıldızlı formayı giydim.

    Fenerbahçe takımı ile Türkiye şampiyonaları kazandık. Hiç sayı atmasını bilmeyen ben, bir maçta 73 sayı attım.

    Sonra o dönem yöneticilerle anlaşmazlıklar olunca tekrar geri dönme düşüncesiyle 1958’de Darüşşafaka’ya gittim. Ancak o sene federasyon transferleri üç seneliğine dondurdu. Kaldığım üç sezon Darüşşafaka şampiyon oldu.

    Sonra tekrar Fenerbahçe Spor Kulübü’ne döndüm. İkamet ve tahsilimi garanti eden Belçika’nın Standart Sporting Liege takımına gittim. O sezon şampiyon olduk. Almanya’da da hem oynadım hem de antrenörlük yaptım.

    – Basketbol dışında da çok iyi işler yaptınız…

    Evet, bir süre çocuk pedagojisi üzerine çalıştım.

    Sonra ülkemizde küçüklerin spor alanında yalnız kaldığını gördüm ve büyüklerle ilgilenmeyi bıraktım. Hep küçüklerle ilgilendim.

    Hentbolde antrenör ve hakem, basketbolda milli antrenör lisanslarım var. Elektrik, elektronik, yüksek gazetecilik, basın ve halkla ilişkiler olmak üzere dört adet mesleki diplomam var. Radyolarda amatör sporla ilgili programlar yaptım, gazetelerde yazılarım var. Piyesler yazdım, bunlar da radyoda yayınlandı. İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşurum. Şiir, beste ve güftelerim de var. Boş zamanlarımda da resim yapıyorum. Tolga adında da bir evladımız var.

    – Sporculuğunun yanı sıra yönetici olarak da sporumuza büyük hizmetler verdiniz. Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yaptığınız en önemli hizmet ise basketbol okulunu kurmanızdı…

    İstanbul Üniversitesi’nde kurduğum kız takımı üst üste Türkiye şampiyonlukları aldı.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde kurduğum basketbol okullarında aralarında İbrahim Kutluay’ın da bulunduğu birçok basketbolcu çıktı. Altan Çetinkaya da vardı.

    Aslında altyapıdan seçim yapabilmem için Caddebostan’da “Sporium”u kurdum. Seçmeleri orda ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde yapıyor sonra Fenerbahçe Spor Kulübü basket okuluna alıyordum. Hepsi çocuktu. Zaman içinde çok çok iyi yerlere geldiler.

    Kondisyonerliğini yaptığım genç milliler Amerikalıların da katıldığı Albert Scweizer Kupası’nı, Ümit milliler ise Balkan şampiyonluğunu kazandı.

    Eczacıbaşı’nın deplasmanlı lige çıktığı yıllar kondisyoneriydim. Anadolu’dan bulduğum yetenekli gençleri kendim özel yetiştiriyordum. Bunların içinden milli takıma yükselenler oldu.

    Antrenörlüğüm sırasında İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü ve PTT’yi de çalıştırdım.

    Yüksek Denizcilik Okulu’nun spor bölümünde ünlü atlet Ruhi Sarıalp’in asistanlığını ve kulübün başkanlığını yaptım. Taç Spor ’da basketbol okulunu ve iki kez şampiyon olan hentbol takımını kurdum. Enka ve Darüşşafaka kulüplerinde Genel Müdür yardımcılığı görevlerinde bulundum.

    -Zamana geri gel demek mümkün olsaydı neler isterdiniz?

    Sacit Seldüz, Nejat Diyarbakırlı, Hikmet Vardar, Erol Demiroma, Mete Yalçın, Muammer Tezel, Yılmaz Gündüz, Altan Dinçer, Tuncer Kabaner, Turhan Tezol, Erol Pekelman, takım arkadaşlarımı tekrar sahada görmek isterdim…

    Çok güzel günlerimiz geçti.

    Salonda oturduğunuz yerden baktığınızda ne kadar kolay görünür her şey… Top küçük, çember büyük… Sayılar bir bir atılır, başarılar kazanılır… Çok mu geniş görünür basketbol çemberi, hâlbuki ne mücadeledir o… Aynen bir heyecan çemberi…

    Erdoğan Karabelen | Röportaj: Sibel Kurt

  • Başkan Metin Aşık

    Başkan Metin Aşık

    10 Eylül 1989 ile 23 Mayıs 1993 tarihleri arasında Fenerbahçe’de görev alan Başkan Metin Aşık, belki şampiyonluk yaşayamadı ama kulübün zor günlerde ayakta kalmasını sağladı.

    Aşağıdaki yazı ve resimler Ekim 1989 tarihli Fenerbahçe dergisinden kongre detayları… Bazen keyif, bazen de hüzünle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Başkan Metin Aşık

    Fenerbahçe’de Genel Kurul, Birleşik Grup’un Zaferiyle Sonuçlandı

    Altı ay için Başkanlığa seçilen Metin Aşık 438, Osman Kavrakoğlu 385 oy aldı.

    Metin Aşık, Fenerbahçe tarihine en genç başkan unvanı ile geçti. Şubat ayına kadar bu görevi yürütecek olan Aşık, kongre sonrasında yaptığı konuşmada “Kulübümüzün birçok sorunları var. Bunları bilerek görev aldım. Beni destekleyenlere teşekkür ederim” dedi.

    Fenerbahçe yönetimi seçim sonuçlarını sevinçle karşıladı. Yönetici Hasan Özaydın, “Eğer Kavrakoğlu kazansaydı kader arkadaşımız Metin Aşık ile birlikte toptan istifa ederdik. Allah’a şükür kulübümüz kaosa sürüklenmedi” şeklinde konuştu.

    İrfan Eralp’in toplantının başladığını anons etmesinden sonra mikrofona gelen Mesut Dizdar, Divan Başkanlığı için Firüzan Tekil ve Talat Ataman’ın önerildiğini açıkladı. Kadıköy grubunun desteklediği Firüzan Tekil ile Birleşik grubun desteklediği Talat Ataman’ın listeleri açıklandıktan sonra oylamaya geçildi. Ancak hınca hınç dolu salonda sağlıklı bir sayım yapılamayınca tartışmalar başladı.

    Kürsüye kadar yürüyen her iki grup üyeleri burada bağrışmaya başladılar. Kürsü başındaki pazarlıklar sonuç vermeyince ortalık iyice karıştı. Bunun üzerine Mesut Dizdar, “Bu durumda devam ederse güvenlik kuvvetlerini salona çağırmak zorunda kalacağım” diyerek üyeleri uyardı. Karmaşanın sürmesi üzerine bir uzlaşmaya varmak için toplantıya bir süre ara verildi.

    Verilen arada her iki grup üyeleri bir araya gelerek ortak liste çıkarmak için kolları sıvadılar. Yaklaşık yarım saat süren bu aradan sonra Divan Başkanlığı’na Firüzan Tekil, ikinci başkanlığa Adnan Alptekin ve Tuncer Erdoğan, katipliklere ise İlkin Oktan, Erciyes Sipahi, Yılmaz Yıldız ve İsmet Aybek getirildi.

    Tartışmalar sebebiyle 1 saat 20 dakika geç başlayan genel kurulda sıra başkan adaylarının konuşmalarına geldi.

    İlk olarak kürsüye gelen Osman Kavrakoğlu, yönetim kurulunu devirmek için bu göreve soyunmadığını birlik ve beraberliği sağlamak için aday olduğunu belirterek şöyle konuştu :

    “Bugüne kadar bazı kişiler yanlış dilde konuşarak kulübe iç savaş tohumlarını attılar. Bunun sonucunda da kulüp bugünkü duruma geldi. Ben ihtiraslı bir insan değilim. Hepimizin amacı ölünceye kadar Fenerbahçe’yi güzel bir ortamda götürmektir. Bu yaştan sonra benim tek isteğim öldükten sonra tabutumu Fenerbahçe bayrağının süslemesi olacaktır. Biz yönetimi alaşağı etmek içi bu işe soyunmadık. Sadece bu kötü günleri atlatmasına yardımcı olmak için buradayız.”

    Daha sonra kürsüye gelen Metin Aşık da tıpkı Kavrakoğlu gibi birlik ve beraberlik temennisinde bulunarak “Beni yönetici arkadaşlarım aday gösterdiler. Bu seçimin gruplar arası savaşı olmaması en büyük dileğim. Tekel kurmak amacında değilim. Çalıştığım iki yıl süresince yararlı olduğum kanaatindeyim. Fenerbahçe’ye zor günlerinde yardımcı olduk” dedi.

    Osman Kavrakoğlu ve Metin Aşık’ın birlik ve beraberliğe çağıran konuşmalarından sonra diğer başkan adayı Muhsin Divan’a söz gelmesiyle ortalık yeniden karıştı. Tüzük kongresinde çıkardığı olayla kendini gösteren Muhsin Divan’ın konuşması yine havayı gerginleştirdi. Üyelerin “kukla başkan” sataşmalarıyla kürsüye gelen Muhsin Divan “Benim için uyduruk başkan deniliyor. Bu sözler beni çok üzdü. Ne yani, Fenerbahçe’de birinci sınıf insanlar başkan olur da 2. sınıf insanlar başkan olamaz mı?” dedi.

    Bu sözleri sonrasında Divan Başkanı Firüzan Tekil araya girerek, “Sizi uyarıyorum. Fenerbahçe’de sınıf ayrımı yoktur. Herkes birinci sınıf insandır” dedi. Muhsin Divan konuşmasını, “Ben Osman ağabeyi çok severim Ama onu destekleyeceğim. Tek oyum var o da Metin Aşık’a. Başkanlıktan feragat ediyorum” şeklinde sürdürünce tartışmalar daha da arttı. Bazı üyeler kürsüye kadar yürüyerek Muhsin Divan’ın konuşmasını engellemek istediler. Bu arada Altan Dinçer kürsü önündeki mikrofon tesisatını kaldırdı. Tartışmalar hakaretlere, itişmelere yol açtı. Bunun üzerine güvenlik kuvvetleri salona girerek olaya müdahale etmek zorunda kaldılar. Muhsin Divan salonu terk ederken Melih Ilgaz’ın “Sen başkan olsan ne olur, olmasan ne olur” lafı üzerine bu defa kapı önünde tartışmalar başladı. Böylece bir kısım üye salon ortasında laf yarışına girerken, diğerleri de kapı önünde tartışıyordu.

    Son olarak söz alan başkan adayı Suat Müftüoğlu da üyeleri uyaran ılımlı bir konuşma yaptıktan sonra adaylıktan feragat ettiğini açıkladı ve toplantı kapanırken, tartışmalar da sona erdi.

    Ara Başkan Metin Aşık

    Fenerbahçe’de Birleşik Grup’un desteklediği Metin Aşık rakibi Kadıköy Grubu’nun desteklediği Osman Kavrakoğlu’na 53 oy fark yaparak başkan seçildi.

    Fenerbahçe’de Metin Aşık’ın 6 aylık başkanlık dönemi dün başlarken gruplar son ana kadar kesin konuşmaktan kaçındılar.

    Sabah saat 10:00’da başlayan oy verme işleminde 1768 üyeden 827 üye oy kullandı. Oy verme işlemi oldukça düzenli ve sakin geçerken, Birleşik Grup minibüs ve otomobillerde kurduğu seçim bürosuyla faaliyet gösterdi. Evlerden telefonla taraftar getiren gruplar bu kongreye hazırlıksız girdiklerini, güçlerinin % 60’ını ortaya koyabildiklerini belirttiler. Oy verme işlemini adaylardan Metin Aşık, Serkan Acar’ın odasında, Kavrakoğlu ise bahçede takip etti.

    Oy Adedi : 823 / Kavrakoğlu : 385 – Aşık : 438

    Kongrede günün tek olayı sonuçların belli olması üzerine çıktı. Bir gün önce olaylara sebebiyet veren Muhsin Divan’ın “kazandık” şeklindeki bağırışları Kadıköy Grubu tarafından tepkiyle karşılandı. Büyüyen tartışma kulüp dışına kadar taşarken yumruklaşmalara varan olay güvenlik kuvvetleri tarafından önlendi.

    Sayım sonunda Metin Aşık 438, Osman Kavrakoğlu ise 385 oy aldı. Rakibine 53 oy fark atan Metin Aşık geçici dönem için Fenerbahçe başkanlığına seçildi.

    Sonuçların açıklanması üzerine bir konuşma yapan Osman Kavrakoğlu, rakibine başarılar dileyerek kendisine yardımcı olacağını açıkladı.

    Osman Kavrakoğlu’nun Konuşması

    “Bugünkü başkanlık seçimi büyük bir olgunluk içinde geçti ve tecelli eden oylarla başkanlığa Metin Aşık’ı layık gördünüz. Vazifemiz seçim sonuna kadar bu anlayışı, bu kardeşliği, bu beraberliği devam ettirmek ve yönetimin önünde bulunan ağır yükleri rahatlıkla kaldırması ve bizi rahat bir kongreye götürmesi temennisinden ibarettir. Zahmetleriniz için hepinize teşekkürler ederim.”

    Metin Aşık’ın Konuşması

    “Benim başkanlığım için hepinize teşekkür ediyorum. Fenerbahçelilik ve Fenerbahçe hepimizindir. Fenerbahçe’yi bu zor günlerde burada grup düşünmeden hep bir arada el ele Mart ayına kadar hep beraber yürüteceğiz. Ben büyüklerimin önümüzdeki Çarşamba günü oynayacağı Avrupa kupası maçı öncesinde sessiz, sakin, sağduyulu bir kongreden sonra genel kurul uygun gördüğü için kendilerine teşekkür ediyorum.

    Bundan sonra hep beraber olacağız. İnşallah bizleri yalnız bırakmazsınız. Fenerbahçe’nin çok zor günleri var. Ama bunu hep beraber çözeceğimize inanıyorum.

    Burada lütfen grup düşünmeden karşıt grup düşünmeden Mart ayına kadar desteklerseniz, hepinize minnettar kalırım.

    Fenerbahçe’ye hayırlı, uğurlu olsun diyor, hepinize saygılar sunuyorum.

  • 1991 Basketbol Şampiyonluğu

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    22 Mart 1991 / Buz Kesenler

    Menajer Doğan Hakyemez maç başlarken elini Hüsnü Çakırgil’in sırtına koyduğunda, maç öncesinde ısınmış olması gereken oyuncusunun terinin buz gibi olduğunu fark etmişti. Yıllardır Fenerbahçeli taraftarların hâkimiyetindeki Spor ve Sergi Sarayı’nın tıklım tıklım ve sarı-lacivertli renklerle bezenmiş tribünleri, Türkiye Basketbol Ligi’nde 25 yıldır şampiyonluğa susamış seyircinin coşkulu tezahüratlarıyla inliyordu oysa. İyiye mi, kötüye mi yormak gerekirdi o “soğuk teri”?

    Maç başladığında, bir süreliğine bu endişenin yersiz olduğu görüldü: 2 gün önce Bursa’da oynanan maçta Tofaş SAS’ı evinde hem de 97 sayı atarak farklı mağlup edip final serisinde 1-0 öne geçen Fenerbahçe, evindeki maçta da 7-0 öne fırlamıştı ilk dakikalarda. Üçe ulaşanın şampiyon olacağı seride Fenerbahçe için hiçbir şey ne “güç” ne “geç” olacak gibiydi sanki. Üç gün sonra, ilkbaharın sarmalamaya başladığı Adana’da hasret kalınan kupayı kaldıracak gibiydi sarı-lacivertliler..

    Ama öyle olmadı.

    7-0 geri düştüğünde soğukkanlılığını bozmayan Tofaş antrenörü Mete Babaoğlu alan savunmasına döndü. Fenerbahçe’nin skorerleri tıkır tıkır işleyen çarka sanki demirden bir çomak girmiş gibi bir anda istop etti. Tofaş 11-9 öne geçivermişti. Sarı-lacivertliler yine de şoku atlatıp devreyi 37-30 önde bitirmeyi başardılar. Ancak, Tofaşlı basketbolcular Fenerbahçe’nin keskin şutörlerine karşı tanksavarlarını artık keşfetmişlerdi.

    İkinci yarı, Fenerbahçe’nin çarkı tamamen durdu: Sezonun açık ara en skorer takımı 20 dakikada 23 sayı bulabildi. Hüsnü Çakırgil üçlük denedikçe çemberi dövmüş, Levent Topsakal her içeri daldığında duvarlara çarpmış, Larry Richard ise pota altında Pete Williams karşısında etkisiz kalmıştı. Spor Sergi’nin sirene benzeyen düdüğü çaldığında skor tabelasında 61-60’lik Tofaş galibiyeti yazılıydı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil artık yalnız değildi: Şimdi binlerce seyirci buz kesmişti. Yakın tarihe gitti hafızalar. 83’te ve 85’te Calvin’li, Efe’li, Aliço’lu, Hakan’lı, Necdet’li, 88’de Williams’lı, Erman’lı, Ferhat’lı, Fatih’li, Şadi’li, 90’da  Richard’lı, Fatih’li, Serdar’lı, Can’lı kadrolar nasıl şampiyonlukları son nefeste kaybettilerse, bu kadro da mı aynı akıbete uğrayacaktı? Adeta rakipsiz geçirilen bu sezon da “Şampiyon Fenerbahçe” diye haykırılamayacaksa, ne zaman haykırılacaktı?

    26 Mayıs 1990 / Karar Günü

    Neredeyse bir yıl öncesi.. Fenerbahçe sezonun şampiyonu Galatasaray’ı Ankara’da 95-86 yenerek ezelî rakibini üçüncü kez bozguna uğratmış ve tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanmış.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    TRT spikerleri eskiden Cumhurbaşkanlığı Kupalarını “En büyük ve en anlamlı kupa”  diye tarif ederlerdi. Gerçekten de bu kupa Fenerbahçe için çok değerliydi. Türkiye Basketbol Federasyonu’nun neredeyse her sezon değişen garip statüleri 1989-90 sezonunda da Fenerbahçe’yi vurmuş, Sarı Kanaryalar son derece formda ve açık ara lider bitirdikleri normal sezonun bitiminden tam 38 gün sonra ve maç temposunu tamamen kaybetmiş bir şekilde (eleme grubundan maç temposunu kazanmış bir şekilde yarı finale yükselen) Paşabahçe’nin karşısına çıkarılmışlardı.

    Abdi İpekçi’de olaylı maç sonrası iki maçta elenen Fenerbahçe’de ağızları bıçak açmıyor, bir sezon sonra tekrar şampiyonluğa oynayacak takımın kurulup kurulmayacağını (başta Başantrenör Çetin Yılmaz ve Menajer Doğan Hakyemez olmak üzere) kimse bilmiyordu. Fikstürü hazırlayan ne düşünmüştü bilinmez ama Cumhurbaşkanlığı Kupası da 30 gün sonraydı.

    NBA efsanesi Karem Abdul-Jabbar’ın da izlediği Ankara’daki maçın ilk yarısı da NBA’e nazire yaparcasına 57-53 gibi yüksek bir skorla Galatasaray lehine bitmiş, maçın bitiminde ise son gülen Fenerbahçe olmuştu.

    “Devam” kararı bu maçtan sonra alındı. Fenerbahçe Başkanı Metin Aşık teknik ekibi görevde tuttu. Bu, son 8 sezonda 11 kez antrenör değiştirmiş Fenerbahçe için alışılmadık bir şeydi. Başkan Aşık bütçe konusunda da garanti verdi. Bu açık çek Yılmaz-Hakyemez ekibinin elini rahatlattı. Ligin en başarılı Amerikalısı “Aslan Yürekli” Richard, Kaptanlar Aliço ve Hakan, “Altobelli” Can ve Ferhat elde tutulacak, ayrıca play-offlarda “şut atarken elleri titremeyecek” oyuncular alınacaktı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Bu tanıma uygun iki “transfer bombası” yaz aylarında patladı. Türkiye Liginin en iyi üçlükçüsü Hüsnü Çakırgil (İzmit takımı) Nasaş’tan, en gözde oyun kurucusu Levent Topsakal da (bir sezon önce Avrupa Kupalarında çeyrek finale çıkan ilk Türk takımı) Efes Pilsen’den Fenerbahçe’ye geçmişlerdi. (Gaziantep takımı) Beslen’den Bülent Tacettin ve (Mersin takımı) Çukurova’dan alınan eski oyuncu Kemal Dinçer de (efsanevi Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer ile voleybolcu Seçkin’in oğulları) yedek bankını kuvvetlendireceklerdi.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil “elleri titremeyen şutör” olarak alınmıştı, gel gör ki yukarıda bahsettiğimiz Tofaş SAS maçında 9 sayıda kalarak finalin ikinci maçında ümitleri boşa çıkarmıştı. Çetin Yılmaz devreye girdi. “Atmaya devam et” dedi. “Girmezse yine at, işin bu”.

    Attı Hüsnü Çakırgil.. 25 Mart’ta Adana’da oynanan finalin üçüncü ayağında 9/12’lik üçlük atarak 33 sayıya ulaştı ve takımını 99-65 galip getirdi. Final serisi sonunda da en skorer oyuncuydu “Play-off’un süperi” olarak seçilmişti. Demek ki Fenerbahçe, 1990 yazının transfer döneminde “turnayı gözünden vurmuştu”

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Tıkanmış Düzen ve Bir Hesaplaşma

    1990 yılı geldiğinde Türk basketbolu bir tıkanıklık içindeydi. Efe’li, Erman’lı, Mehmet’li Melih’li kuşağın 1981’de kazandığı Balkan şampiyonluğu ve katıldıkları Avrupa Şampiyonası’ndan sonra kuşaklararası geçiş sağlanamamış ve Türk millî takımı tarihinde ilk kez 12 yıl (1993’e kadar) Avrupa Şampiyonalarından uzak kalmıştı. Aynı dönemde ise 1983’te İtalya, 1987’de komşu Yunanistan, 1989 ve 1991’de Yugoslavya Avrupa şampiyonu olmuş, Türkiye ise Akdeniz’deki bu büyük basketbol dalgasının uzağına savrulmuştu.

    Öyle ki, 1991 yılında Türkiye artık ana eleme turlarına (Challenge turu) bile giremiyor, o yaz Lüksemburg, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İskoçya gibi ülkelerle ön eleme oynamak zorunda kalıyordu. 1991 Kasım’ındaki Challenge turuna ise Paşabahçe, Beslen ve Kolej’le oynayarak hazırlanacaktı.

    Bu görüntünün tek sorumlusuymuş gibi, Levent Topsakal 1990-1992 arasında millî takıma alınmamıştı. 10 Ekim 1990’da karar açıklandığında Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. Hüsnü Çakırgil de millî takımdan affını istedi. Basketbol camiası da artık bu tıkanıklıkların aşılmasını ve yeni jenerasyonun önünün açılmasını arzuluyordu. Arzular gerçek de oldu. 1992 Nisan’ında 24 yıllık Solakoğlu Başkanlığı sonlandı. Milli Takım yeniden yapılandırıldı. Levent Topsakal dahil yeni kuşak bayrağı devraldı ve Türkiye’yi 12 yıl sonra Avrupa Şampiyonası’na taşıdı.

    Ve 1990-91 sezonu basketboluyla kendini kanıtlamış Levent Topsakal’ın Türk basketboluna ne kadar faydalı olacağını kanıtlamak istediği bir sezondu. Sezon sonunda takımı şampiyon olmuş, kendisi ise Reebok tarafından “Yılın Yıldız Basketbolcusu” seçilmişti..

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    17 Ocak 1991’den 30 Mart 1991’e

    Basra Körfezi’nde Yüksek Gerilim, Antalya Körfezi’nde Düşük Tansiyon

    Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri 17 Ocak 1991 sabahı Saddam Hüseyin idaresindeki Irak’a karşı “Çöl Fırtınası” harekâtını başlattı. Tarihî günler yaşanıyordu. 2 Ağustos 1990’da komşusu Kuveyt’i işgal ederek adeta yutan Irak’a BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1990 tarihli kararıyla 15 Ocak 1991’e kadar Kuveyt’ten çekilmesi “ültimatomu” verilmişti. Süre dolduğunda ise Irak ordusu hâlâ işgali sürdürüyordu.

    1990 yazında ilk kez özel televizyon kanalıyla tanışan Türk halkı CNN’in naklen yayınlarının ekranlarda gösterilmesiyle ilk kez bir savaşı evinden canlı takip etti. Takip edilen aynı zamanda dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı: 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolik olarak, 1990 yılında ise Almanya’nın yeniden birleşmesiyle fiilen sona eren Soğuk Savaşla birlikte dünya; Varşova Paktı’nın çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “iki kutuplu”luktan, ABD’nin tek “süper güç” olduğu “tek kutuplu”luğa evriliyordu. “Çöl Fırtınası” harekâtındaki başat rolüyle ABD kendi liderliğindeki yeni dönemin başladığını ilan ediyordu adeta.

    Ortadoğu’da ve dünyada meydana gelen bu tarihî gelişmelerin Türkiye’yi, Türk sporunu ve Fenerbahçe’yi etkilememesi mümkün değildi. Savaşı yanı başında hisseden Türkiye’yi Irak’ın elindeki uzun menzilli füzelerin ve (Saddam Hüseyin’in 1988 yılında Halepçe’de kullandığı) kimyasal silahların endişesi sardı.

    Irak’a karşı koalisyonun başını çeken ABD de endişeliydi. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu liglerde oynayan Amerikalı basketbolcuları topladı ve bir dizi önlem paketi sundu (takımların tek yabancı hakkı vardı ve ligdeki 12 takımın 11’inin yabancıları Amerikalıydı). Başkonsolosluk, oyuncuların İstanbul’u terketmelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını ifade etti, ancak terör saldırılarına karşı müteyakkız olmalarını tavsiye etti.

    Bu gelişme üzerine Basketbol Ligi’ndeki bazı takımlar da (27 Ocak’ta Beslen maçı için Gaziantep’e gidecek Fenerbahçe ve 18 Ocak’ta Çukurova’yla oynamak üzere Mersin’e gidecek olan Galatasaray dahil) güney ve güneydoğu illerindeki deplasman maçlarını düşünerek liglerin ertelenmesini talep ettiler. Bu arada Fenerbahçe’nin Amerikalı oyuncusu Larry Richard Gaziantep deplasmanına gitmek istemediğini Kulübe bildirdi.

    ABD Başkonsolosluğunun telkinine karşın, bazı Amerikalı oyuncular Türkiye’yi terketme eğilimine girdiler. Nihayetinde de Çukurova, Efes Pilsen, Galatasaray, İTÜ ve Paşabahçe’nin Amerikalıları ülkelerine kaçtılar (bunun üzerine Efes Pilsen, Galatasaray ve Paşabahçe apar topar yeni Amerikalılar transfer ettiler). Larry Richard ise Fenerbahçe’nin 18 Ocak’taki Nasaş maçına çıkmadı ve karşılaşmayı tribünden izledi.

    Ancak, tribünden izlerken de “Aslan Yürekli” olduğunu hatırladı belki de. Kalmaya karar veren az sayıdaki Amerikalıdan biri oldu. 27 Ocak’ta Gaziantep’teki Beslen maçına çıktı ve lakabının hakkını vererek 31 sayıyla galibiyeti takımına kazandırdı.

    Kalmaya karar veren bir diğer Amerikalı ise yine Fenerbahçe’nin 1987’de Yaz Ligi’nde keşfedip Türkiye’ye getirdiği “Örümcek” Pete Williams’tı. Ve bu iki müstesna Amerikalı sezon sonunda takımlarına final oynattılar. Bu iki oyuncu sahada birbirlerine rakip olsalar da ABD’den beri dost ve kader arkadaşıydılar. 1987 Yaz Ligi’nde kendini göstermek için sahaya çıkmaya parası olmayan Richard’a Williams arka çıkmıştı. O sezon Williams Fenerbahçe’nin yolunu tutup Calvin’den beri Fenerbahçe taraftarının özlediği “spektaküler Amerikalı” rolünü doldurdu. Eczacıbaşı’nın yolunu tutan Richard ise “Baturalp’in piliçleri”yle birlikte iki Türkiye Ligi şampiyonluğu kazandı.

    Bununla birlikte, 29 Mart 1991’de final serisinin Antalya’da oynanacak beşinci ayağının bir gün öncesinde sanki ibre tamamen Williams’a döner gibiydi. Fenerbahçe teknik kadrosu hayretler içinde Isparta’daki 4. maçta Richard’ın kolunu kaldırmaya bile mecalinin olmadığını görüyorlardı. Sağlık ekibi ise çaresizdi. Ligin ribaund kralı Richard da ne olduğunu bilmiyordu.

    Kader ağlarını mı örüyordu? 1984-85 sezonunun finalinde Fenerbahçe ezelî rakibini rahat bir tempoyla yenip şampiyonluk maçına çıkarken oyun kurucusu Ali Rıza Limoncuoğlu’nun (Aliço) 40 derecelik ateşi nedeniyle takım neredeyse maçı baştan kaybettiyse, bu sezon da mı bir benzeri olacaktı?

    Richard’a yapılan tedavide yorgunluktan dolayı kanındaki şeker oranının ziyadesiyle düştüğü anlaşıldı (bu ani düşüşlere Richard’ın 1992’den sonra giydiği Efes forması altında da tanık olunacaktı). İstanbul’da bu işin uzmanı Prof. Dr. Üstün Korugan arandı. Korugan, Richard’a iki serum bağlanmasını önerdi. Richard ayağa kalktı. Antalya’daki son maçta Tofaşlılar Richard’ın performansına inanamadılar. Oysaki Richard iki serumla ayağa kalkmıştı.

    27 Mart 1991 / Görkem Yaraşır Fenerbahçe Şampiyonluklarına

    Larry Richard’ın sağlık durumundaki bu keskin iniş-çıkış aslında Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bir nevi riske attığının göstergesiydi. Zira, uzayan serilerde nispeten kuvvetsiz takımın umutlanıp daha dirençli hale gelmesine basketbol tarihi defalarca tanık olmuştu. Olmaya da devam edecekti. Örneğin, Fenerbahçe 2010-11 sezonunda Galatasaray’ı final serisinde 4-2 mağlup edip ezeli rakibinin sahasında kupa kaldırırken, ilk iki maçtaki 20 farklı galibiyetlerin ardından son dört maçta zorlanmıştı.

    Kaldı ki, Fenerbahçe final serisinin 27 Mart’ta Isparta’da oynanan dördüncü ayağında şampiyon olmaya çok yaklaşmıştı. Normal sürenin son saniyesine Tofaş SAS 67-66 önde girerken, Fenerbahçe’nin hücumcuları yine tıkanmış, son topu kullanmak da savunmacı Ferhat Oktay’a kalmıştı. Faulle durdurulan Ferhat iki serbest atışı da baskete çevirse Fenerbahçe maçı 68-67 kazanacak ve maçın bitiş düdüğü de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edecekti.

    Olmadı öyle. Ferhat Oktay 1/2 attı, maç da uzatmaya gitti. Uzatmada da Tofaş maçı 76-74 alıp, seriyi 2-2’ye getirdi. Artık “galip kadar galipti” Tofaş. Futbol yorumcuları karıştı lafa.. “Fenerbahçe hasılat için seriyi uzattı” dediler. Halbuki, “Anadolu basketbolu sevsin” diye Federasyon’un tarafsız sahalarda oynattığı maçların hasılatı da Federasyon’a kaldığı yetmiyormuş gibi, takımların seyahat, iaşe ve konaklama masrafları da cabasıydı.

    O sezonun yazgısı da o şekilde yazılmıştı işte. Böyleydi Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolu. Meşakkatli, zahmetli ve alınteri dolu. Görkemli olur hep Fenerbahçe şampiyonlukları.. Son saniye serbest atışlarıyla şampiyonluğu yakıştırmamıştı tarih Fenerbahçe’ye..

    29 Mart 1991 / Beklenen Görkem ve Giderilen Özlem

    Rakip Tofaş’tı ama oyuncuları çok da yabancı değildi. İlk beşinde Fenerbahçe’nin 1982-90 arasındaki kadrolarında önemli yer tutmuş üç oyuncusu vardı: Efe Aydan, Fatih Özal ve Pete Williams. Zaten çok da centilmence geçti maçlar.

    Bununla birlikte, bu demek değildi ki Tofaş şampiyonluğa “aç” değildi. Kuruluşundan beri resmî kupa kazanamamış Bursa kulübü şampiyonluk kupasının bir kulbuna tutunmuştu.

    Ancak, Fenerbahçe hem “aç” hem “susuz”du. Hiddink’in futbol takımının teknik direktörlüğe getirildiği sezonun başındaki umutlar, ligin ilk maçındaki Aydınspor hezimetiyle başlamadan bitmiş, sarı-lacivertliler için neredeyse bütün sezon “bitse de kurtulsak” kabilinden geçmişti. Bu nedenle, Basketbol Ligi’ndeki şampiyonluk Fenerbahçelilerin o sezon tutunduğu son daldı. Koca bir camia bu şampiyonluğa kenetlenmişti (2017’deki Euroleague şampiyonluğu da farklı değildi aslında)..

    Antalya’daki maçta Fenerbahçe baştan itibaren hiç bocalamadı. Ama Tofaş da gardını düşürmedi: İlk yarının ortaları geçilirken skor 23-23’tü.
    Türk basını müessese kulüplerinin şirketlerinin faaliyet gösterdiği sektörler üzerinden manşet atmayı sever. “Efes sarhoş etti”, “Ülker tat verdi”, “Telekom hatları kesti” veya “Tofaş Renault’u solladı” gibi başlıklar defalarca kullanılmıştır. Ancak, bu seride başrol Fenerbahçe’deydi ve Sarı Kanaryalar 23-23’ten sonra “vitesi beşe taktı” ki, Tofaş bir daha yetişemedi. İlk yarı bitmeden fark bir anda 20’ye çıkarken ikinci yarının ortalarına doğru ise skor 64-37’ye ulaşmıştı ki, Fenerbahçe rakibini adeta ikiye katlamış gibiydi. Sekiz dakika kala fark hâlâ 27 idi: 68-41.

    Dedik ya, Fenerbahçe’ye görkemli şampiyonluklar yaraşır diye. Son sekiz dakika tek bir sayı bile atmadı Fenerbahçe. Bursa ekibi ise teslim olmuş ama daha “itibarlı” bir skor arayışına girmişti. Son sekiz dakikadaki 16-0’lık Tofaş SAS serisi sadece skoru belirledi: 68-57’lik galibiyetle şampiyondu Fenerbahçe.

    Türkiye Ligi öncesindeki Türkiye şampiyonluklarını İstanbul (1957 ve 1959) ve İzmir’de (1965) kucaklamıştı Fenerbahçe.. Şimdi Fenerbahçe basketbol takımını tarihte ilk kez misafir eden Antalyalılar sarı-lacivertlileri şampiyon gönderecekti İstanbul’a.

    İkinci yarı boyunca zafer şarkıları söyleyen Antalyalı Fenerbahçeliler bitime 17-18 saniye kala top artık top saklama ustası Aliço’nun elindeyken geri sayıma başladılar. 1982-83 sezonundan beri şampiyonluk kovalayan Aliço ne topu verdi, ne fileyi ne de formasını.. Kupayı kaldırışındaki heybet de 25 senelik özlemi yırtıp atan bir coşkuylaydı.

    Normaldi..
    “Şampiyon” kelimesi bir kez daha en çok yakıştığı isim olan Fenerbahçe’nin önüne gelmişti..

    Tapfereritter / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Altan Dinçer Fenerbahçe’de

    Altan Dinçer Fenerbahçe’de

    Yukarıdaki fotoğraf 1955 yılında, Ankara’da çekilmiş. Yılmaz Gündüz’ün ve İnci Yiğit’in düğünlerinden… Sayın Murat Gündüz sağ olsun, sayesinde biliyoruz. Bugünkü konumuz “Altan Dinçer Fenerbahçe’de” diyebilmek için kulübün başına gelenler. Muhtar Sencer ile beraber Fenerbahçe basketbol şubesinin kurucusu olan Cem Atabeyoğlu, doyumsuz kalemiyle, Altan Dinçer’in Fenerbahçe’ye transferini anlatıyor.

    Fotoğrafta ise kimler yok ki… Altan Dinçer, Cem Atabeyoğlu, Muhtar Sencer, Erdoğan Karabelen, Sacit Seldüz, Rüştü Dağlaroğlu, Reşat Dermanver, Selahattin Torkal, Basri Dirimlili… Hepsi nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mahvolduk!

    Bir sabah Cağaloğlu’ndaki evime gelen Muhtar Sencer o telaşlı haliyle,
    “Mahvolduk… Mahvolduk…” diye içeri dalmıştı. Ve kendini holdeki koltuğun üzerine külçe gibi bırakırken “Altan’ın lisansını alamıyoruz. Mahvolduk” diye inlemişti.

    Sevgili dostumun tarifsiz bir heyecan içinde anlattığına göre, Altan Dinçer, Teşvik Turnuvası’nın bir maçında Vefa takımında oynadığı için Beden Terbiyesi Bölgesi bu sporcunun transferine izin vermiyordu. Bir sporcunun, bir sezon içinde iki takımda yer alamayacağı yolundaki genel prensip, Altan Dinçer’in Vefa’dan Fenerbahçe’ye transferini engelliyordu.

    Ben de şok olmuştum. Kafamı toparlamaya çalıştım zorlukla. Sonra çalışma odama geçip, oradaki yönetmeliklere sarıldım. Bildiğime inandığım bir hususu bir kez de gözlerimle görüp kendi kendime kanıtlamaya çalıştım. İncelediğim yönetmelikler beni rahatlatmıştı. Salonda döndüğümde Muhtar bir yandan kahvesini içiyor, bir yandan da karşısına oturttuğu rahmetli anneme olup bitenleri anlatmaya çalışıyordu.

    “Kahveni iç, gidelim” diye konuştum.

    Muhtar’cık şaşırmıştı. Fakat yine de iki yudumda kahvesini içti:

    “Nereye gideceğiz?” diye sormaktan da kendini alamadı.

    “Nereye olacak?” dedim sakin bir sesle “Bölge’ye, Altan’ın lisansını almaya gideceğiz”

    Asla inanmamıştı, daha doğrusu inanamamıştı bir türlü. Nitekim yolda durmadan aynı konuyu tekrarlıyordu:

    “Vefalılar, Teşvik Turnuvası’nın maç kağıdını getirip Bölge’ye vermişler. Altan oynamış bu maçta. Nasıl faka bastık yahu?” diyordu durmadan.

    “Üzme kendiniii” diyordum ona “Bir de ben konuşayım bakalım”

    “Konuşmasına konuş ama, bitti bu iş artık” diye söyleniyordu arkadaşım.

    Ne Yapıp Edip O Lisansı Almalıydık

    Muhtarcığım alabildiğine büyük bir karamsarlığın içindeydi. Onu gayet iyi tanırdım. Ne söylesem onu feraha çıkaramazdım. Bu konuda onu bu büyük karamsarlıktan ancak Altan’ın lisansını kurtarabilirdi.

    O zamanlar Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürlüğü’nün Sicil ve Lisans Servisi Şefi, Sorbon Üniversitesi’nin Yüksek Matematik bölümünden mezun olmuş rahmetli Raşit Bey’di. Cin gibi zeki, yönetmelikleri ezbere bilen, son derece dürüst, fakat asık suratlı bir insandı rahmetli. Hayli de sertti. Muhtar’ı koridorda bıraktım, odasına tek başıma girdim. Reşit bey, beni karşısında görünce, gözlüklerinin üzerinden baktı her zamanki gibi donuk sesiyle;

    “Hoş geldin.” Dedi ve hemen arkasından sordu “Hayrola bir şey mi var?”

    “Altan’ın lisansını almaya geldim Reşit Bey” diyiverdim.

    Gözlüklerinin üzerinden attığı bakışları birden sertleşiverdi:

    “Muhtar’a söyledim.” Diye homurdandı. “Altan, Teşvik Turnuvası’nda Vefa’da oynamış. Resmi maçta oynamış bir oyuncunun aynı sene içinde başka bir kulübe transferi yapılamaz. Bilmiyor musun? Seneye alabilirsin ancak”

    Sakince sordum kendisine:

    “Teşvik Turnuvası resmi maç mıdır Raşit Bey?”

    Bakışları alabildiğine alevlenmişti o anda:

    “Bölge tarafından düzenlenen Teşvik Turnuvası’nın resmi maç olduğunu bilmiyor musun sen?” diye homurdandı.

    Kara Kaplı Kitap Ne Diyor?

    Yine masum bir tavır takınmaya çalıştım:

    “Kabul Reşit bey. Fakat hangi kitabın hangi maddesine göre?” diye konuştum. “Bunu bana gösterirseniz, bir daha böyle hataya düşmem”

    Rahmetli Reşit Bey, bana bir şey öğretmek hevesiyle işin üzerine eğildi. Çekmecesinden “Basketbol Müsabaka Yönetmeliği”ni çıkardı. Sayfalarını birkaç kez baştan sona karıştırdıktan sonra:

    “Buraya alınmamış ama resmi maçtır Teşvik Turnuvası” diye söylendi.

    Cüretimi birden arttırıverdim:

    “Fakat bu söylediğiniz, Basketbol Müsabaka Yönetmeliğinin son maddesine biraz ters düşmüyor mu Reşit Bey?” diyiverdim.

    Adamakıllı öfkelenmişti. Bu öfkeyle yönetmeliğin son sayfasını açtı ve son maddeye baktı. Bu son maddede “Bu yönetmelikte yer almayan hususlar için Futbol Müsabaka Yönetmeliği esas alınır” diyordu. O bu maddeyi okurken, cebimden çıkardığım Futbol Müsabaka Yönetmeliği’ni usulca masası üzerine bıraktım. Bu yönetmelikte “Resmi Müsabakalar”ın ne olduğu açıkça izah eden bir madde vardı. Onu gösterdim. Okudu. Bu maddede Teşvik Müsabakaları diye bir kayıt yoktu. Olamazdı da zaten Teşvik Turnuvaları yalnız basketbol ve voleybolda vardı. Ve takımları liglere hazırlamak amacıyla düzenlenirdi. Reşit Bey fena halde öfkelenmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Üst üste belki üç dört defa okudu maddeleri. Sonra yine gözlükleri üzerinden baktı bana yine:

    “Sen de biliyorsun ya Teşvik Turnuvaları’nın resmi maç olduğunu” diye homurdandı.

    Boynumu büküp öfkeli gözlerine baktım:
    “Kara kaplı kitabın söyledikleri yanında benim bildiklerimin ne değeri olabilir ki Raşit Bey?” diye konuştum.

    Durdu, uzun uzun düşündü. Kara kaplı kitap, onun pek büyük bir sadakatle bağlı olduğu şeydi. Birden çekmecesini çekti., bir lisans çıkardı. Bana uzatırken yüzünde ve bakışlarında hafif bir tebessümün bir an için belirip uçtuğunu fark ettim.

    “Maddelerdeki açıklardan faydalandın” diye söylendi.

    “Vazifemiz de bu Reşat Bey” diyiverdim gayriihtiyari.

    Bu kez yüzünde, bir an için de olsa açık ve seçik bir tebessüm belirmişti:

    “Hak ettin” diye söylendi “Al Altan’ın lisansını, git”

    Altan Dinçer Fenerbahçe’de

    Lisansı kapmamla teşekkürü basıp odasından fırlamam bir oldu. Kapının önünde tarifsiz heyecanlar içinde, piposunu kemire kemire volta atmakta olan Muhtar’a elimdeki lisansı uzattım.

    “Al bakalım Altan’ın lisansını” diye söylendim.

    Muhtarcık, elinde tuttuğu lisansa hayretler içinde bakıyor, gözlerine inanamıyordu sanki. Sonra birden boynuna sarılıp “Allah Allah” nidalarını atmaya başlamıştı.

    İşte koca Altan Dinçer, yönetmeliklerdeki küçücük bir madde açıklığı sayesinde resmen Fenerbahçeli oluvermişti böylece.

    Elbette ki Fenerbahçeli milli futbolcu Yaşar Alpaslan’ın özbeöz yeğeni olan Altan Dinçer de “Oğlan çocuk dayıya çeker” sözünü boşa çıkarmayıp Fenerbahçeli olacaktı. Seneler sonra Altan, yine Fenerbahçeli bir bayan voleybolcu olan Seçkin ile evlenecek ve yıllar sonra da bu Fenerbahçeli çiftin çocukları Kemal Dinçer, Sarı-Lacivert’li forma altında basketbol oynayacak, takım kaptanlığı yapacak ve sonunda takımın menajeri olarak başa geçecekti.

    Cem Atabeyoğlu / Altan Dinçer Fenerbahçe’de

  • Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri I

    Fenerbahçe’nin 50. Yıl Törenleri I

    1957 gibi özel bir yıl, Fenerbahçe tarihinin en büyük hayal kırıklıklarından birine sahne oldu. Büyük bir coşkuyla yapılması beklenen törenler idare heyetinin aldığı kararlar yüzünden çok az kişiyle gerçekleştirildi. Yine de birbirinden güzel enstantaneler yaşandı. Fenerbahçe’nin 50. yıl törenleri I, detayları ile dönemin Cumhuriyet gazetesinden karşınıza geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bayramın İlk Günü

    Daima iyiye yürüyerek 50 seneye kadar yükselmiş olan Fenerbahçe, dün Dolmabahçe Stadı’nda 50. yıl bayramının ilk gününü kutladı.

    Sertçe geçen rüzgara, kapalıca havaya, idare heyetinin yüksek fiyatla satışa çıkardığı biletler de eklenince merasim az bir seyirci topluluğu önünde yapılmak zorunda kaldı.

    Saat 14:30’da merasim başladı. Önce Deniz Eğitim Bandosu olduğu halde bayrağı taşıyan Altan, flamayı taşıyan Karabelen, 50. yıl bayrağını taşıyan Ayten’i müessisler, idare heyeti, eski şampiyonlar, denizciler, basketbol ve voleybol kız ekipleri, voleybol ekibi, basketbol yıldız, genç ve (A) takımları boks, ping-pong takımları, atletizmin üç ekibi ve yıldız, genç ve (A) futbol takımları takip ettiler. Az olmasına rağmen, seyirciler tarafından hararetle alkışlandılar.

    Konuşmalar ve Ödül Töreni

    İlk sözü kürsüye gelen Vali ve Belediye Reisi Fahrettin Kerim Gökay aldı. Veciz bir hitabede bulunarak “Fenerbahçe Türk milletinin malı olmuştur, var olsun” dedi. Fenerbahçe’ye Vali ve Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin yolladığı buketler sunuldu.

    Umumi Katip Ertuğrul Akça söz alarak Fenerbahçe’ye karşı gösterilen alakaya teşekkür etti. Merhum Ali Naci Karacan adına kulübe bir kupa hediye edildi. Galatasaray kulübü mümessili Semih Türkdoğan sarı-kırmızılıların bir buketini hediye etti. Hakkı Yeten de Beşiktaş adına tebrikatta bulundu.

    Müteakiben Fenerbahçe’ye emeği geçmiş zevata törenle madalyaları verildi.

    En enteresan tevzi en eski Fenerbahçeli Mustafa Elkatib‘e madalyası verilirken oldu. Emektar Fenerbahçeli ağlıyordu. İlk şampiyon takımın soliçi Sait Selahattin Cihanoğlu’na madalyasını Fenerbahçe’nin en genç futbolcusu Ergun Öztuna verdi.

    Kızılay teşkilatı ise Fenerbahçe flamasına en büyük nişanını taktı.

    Tekaütler Maçı

    Program mucibince tekaütler maçı Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynandı. Eskinin şöhretleri klaslarını kaybetmediklerini saha yabancılığı çekmelerine rağmen Dolmabahçe’de de gösterdiler.

    Hüsamettin, Lebip, Fazıl (Püzant), Necdet, Halil, Semih, Esat, Müzdat, Ahmet, Boncuk Ömer, Mehmet Reşat ve Bedri’nin yer aldığı Fenerbahçe takımı; Avni, Necmi, Reha, Celal, Eşfak, Musa, Cici Necdet, Selahattin, Fazıl, Danyal’ın oynadığı Galatasaray takımı ile Nurettin Otmar Savcı’nın idaresinde hakikaten çetin bir karşılaşma yaptılar. Bir penaltı kaçıran Galatasaraylılar sahadan 0-0 berabere ayrıldılar.

    Fenerbahçe'nin 50. Yıl Törenleri I
    Fenerbahçe’nin 50 Yıl törenleri I

  • Fenerbahçe’nin Basketbolda İlk Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin Basketbolda İlk Türkiye Şampiyonluğu

    Sadece futbolu değil, neredeyse Türk sporunun tarihini 1959’da başlatmaya çalışanların varlığı malûmunuz… Tapfereritter, bu kez Fenerbahçe’nin basketbolda ilk Türkiye şampiyonluğu hikayesi ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe-Vefa

    12 Mayıs 1957’de Spor Sergi Sarayı’nda Fenerbahçe ve Vefa Türkiye basketbol şampiyonluğu için karşı karşıya. Maçı alan şampiyon.. Nitekim Fenerbahçe galibiyetlerde üçte üç yapmış; Vefa’nın ise bir yenilgisi var. Vefa yenerse iki takım da aynı puanda buluşacak ve Vefa rakibini yendiği için şampiyon olacak.

    Bugün bir kişi “vefasızlıkla” itham edilmek istendiğinde, “Vefa, kimileri için bir semt adıymış” der geçilir. Kaldı ki, 1908 yılında kurulan Vefa Spor Kulübü, kuruluşunu 1940’lara kadar 1909 olarak kabul eden Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nden bile daha kıdemli bir kulübümüzdü. Öyle ki, 1960’lara kadar Vefa futbolda herkes için “Dördüncü Büyük”tü. Hatta, Fenerbahçe’nin 12. kez İstanbul Ligi şampiyonu olduğu 1946-47 sezonunda sarı-lacivertliler, şampiyonluğu Vefa’dan averajla koparabilmişlerdi.

    Ve hatta, Fenerbahçe 1959 yılında Galatasaray’ı 4-0 yenerek (şimdiki) Milli Lig’in ilk şampiyonu olduğunda, o sezon şimdilerdeki averaj kuralı uygulansaydı, aslında finalde karşısında Galatasaray’ı değil, Vefa’yı bulacaktı.

    Futbolda İstanbul Liginin ilk dördünün gediklisi Vefa, voleybolda da tarihe geçmiş ve 1947-48 sezonunda İstanbul şampiyonu olduktan sonra, tarihte ilk kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda da birinciliği kazanmıştı.

    Efsane Kadro

    Fenerbahçe’nin Altan Dinçer, Sacit Seldüz, Erdoğan Karabelen, Mehmet Baturalp, (futbol takımında da oynanan ve milli takıma yükselmiş) Can Bartu, (sinema dünyasından tanıdığımız) Yılmaz Gündüz, Metin Çabukel, Hikmet Vardar, Demir Şalt, Gündüz Erkan ve Fahrettin Gökmenoğlu’dan oluşan kadrosu ise aslında sezon boyu gösterdiği performansla Türkiye şampiyonluğunu haketmişti.

    Sarı-lacivertliler, sezon başında Zafer, Cihanoğlu ve Teşvik Turnuvalarında namağlup şampiyon olduktan sonra İstanbul Ligi’nde de 18’de 18 yaparak üçüncü kez üst üste şampiyonluğu kazanmışlardı. Galatasaray’ı sezon içinde dört kez yenmiş, Karagücü’nü ise 181-31 yenerek sayı rekoru kırmışlardı. Rakipsizlerdi ve son üç Türkiye Şampiyonasında yaşadıkları şanssızlıklarla karşılaşmaya niyetleri yoktu.

    Zaten Türkiye Şampiyonası’nı da şimdiye kadar rakipsiz götürmüşlerdi: İzmir şampiyonu Altınordu’yu 85-47, Ankara şampiyonu Ankaragücü’nü 85-58 ve Federasyon Kupası şampiyonu Mülkiye’yi 88-64 yenerken hiç zorlanmamışlardı.

    Şampiyonluk maçında Fenerbahçe, varını yoğunu ortaya koyan Vefa karşısında da ilk yarıyı 37-32 önde bitirdi. Yeşil beyazlılar Altan Dinçer’i iyi kilitlemişlerdi ama Can Bartu ve Yılmaz Gündüz sayı bulmakta zorlanmamıştı. İkinci yarıda ise Vefa’nın enerjisi tükenmiş ve toplam 16 sayı atabilmişti. Can Bartu’nun 18, Altan Dinçer’in 15, Yılmaz Gündüz’ün 10, Mehmet Baturalp’in 9, Erdoğan Karabelen’in 8 ve Gündüz Erkan’ın 2 sayısıyla maçı 62-48 kazanan Fenerbahçe üç sezondur çoktan hakkettiği Türkiye şampiyonluğunu nihayet kucaklıyordu.

    İki Sene Sonra Bir Kez Daha

    İki yıl sonra (1958-59 sezonu) Fenerbahçe (futbol, kadın basketbol, kadın voleybol ve atletizmin yanı sıra) basketbolda bir kez daha Türkiye şampiyonu olurken ise, bu defa o sezon Vefa’dan Fenerbahçe’ye transfer olmuş Tuncer Yavuzer, Yavuz Türkoğlu ve Güner Yalçıner baş rollerdeydi ve bu defa kazanan taraftaydı.

    1957’nin namağlup şampiyon kadrosu, 1997 yılında Yılmaz Gündüz’ün vefatıyla, yaprak dökümü sürecine girdi.. Son iki buçuk senede ise bu yaprak dökümü hızlandı ve Can Bartu’nun 11 Nisan 2019 tarihinde ebediyete intikal etmesiyle kubbede hoş bir sâda olarak kaldılar. Tüm unutulmaz hatıralarıyla birlikte.. Hepsini rahmetle anıyoruz.

    Tapfereritter

  • Fenerbahçe’nin Basketbolda İlk Türkiye Şampiyonluğu

    12 Mayıs 1957’de Spor Sergi Sarayı’nda Fenerbahçe ve Vefa Türkiye basketbol şampiyonluğu için karşı karşıya. Maçı alan şampiyon.. Nitekim Fenerbahçe galibiyetlerde üçte üç yapmış; Vefa’nın ise bir yenilgisi var. Vefa yenerse iki takım da aynı puanda buluşacak ve Vefa rakibini yendiği için şampiyon olacak.

    Bugün bir kişi “vefasızlıkla” itham edilmek istendiğinde, “Vefa, kimileri için bir semt adıymış” der geçilir. Kaldı ki, 1908 yılında kurulan Vefa Spor Kulübü, kuruluşunu 1940’lara kadar 1909 olarak kabul eden Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nden bile daha kıdemli bir kulübümüzdü. Öyle ki, 1960’lara kadar Vefa futbolda herkes için “Dördüncü Büyük”tü. Hatta, Fenerbahçe’nin 12. kez İstanbul Ligi şampiyonu olduğu 1946-47 sezonunda sarı-lacivertliler, şampiyonluğu Vefa’dan averajla koparabilmişlerdi.

    Ve hatta, Fenerbahçe 1959 yılında Galatasaray’ı 4-0 yenerek (şimdiki) Milli Lig’in ilk şampiyonu olduğunda, o sezon şimdilerdeki averaj kuralı uygulansaydı, aslında finalde karşısında Galatasaray’ı değil, Vefa’yı bulacaktı.

    Futbolda İstanbul Liginin ilk dördünün gediklisi Vefa, voleybolda da tarihe geçmiş ve 1947-48 sezonunda İstanbul şampiyonu olduktan sonra, tarihte ilk kez düzenlenen Türkiye Şampiyonası’nda da birinciliği kazanmıştı.

    Fenerbahçe’nin Altan Dinçer, Sacit Seldüz, Erdoğan Karabelen, Mehmet Baturalp, (futbol takımında da oynanan ve milli takıma yükselmiş) Can Bartu, (sinema dünyasından tanıdığımız) Yılmaz Gündüz, Metin Çabukel, Hikmet Vardar, Demir Şalt, Gündüz Erkan ve Fahrettin Gökmenoğlu’dan oluşan kadrosu ise aslında sezon boyu gösterdiği performansla Türkiye şampiyonluğunu haketmişti.

    Sarı-lacivertliler, sezon başında Zafer, Cihanoğlu ve Teşvik Turnuvalarında namağlup şampiyon olduktan sonra İstanbul Ligi’nde de 18’de 18 yaparak üçüncü kez üst üste şampiyonluğu kazanmışlardı. Galatasaray’ı sezon içinde dört kez yenmiş, Karagücü’nü ise 181-31 yenerek sayı rekoru kırmışlardı. Rakipsizlerdi ve son üç Türkiye Şampiyonasında yaşadıkları şanssızlıklarla karşılaşmaya niyetleri yoktu.

    Zaten Türkiye Şampiyonası’nı da şimdiye kadar rakipsiz götürmüşlerdi: İzmir şampiyonu Altınordu’yu 85-47, Ankara şampiyonu Ankaragücü’nü 85-58 ve Federasyon Kupası şampiyonu Mülkiye’yi 88-64 yenerken hiç zorlanmamışlardı.

    Şampiyonluk maçında Fenerbahçe, varını yoğunu ortaya koyan Vefa karşısında da ilk yarıyı 37-32 önde bitirdi. Yeşil beyazlılar Altan Dinçer’i iyi kilitlemişlerdi ama Can Bartu ve Yılmaz Gündüz sayı bulmakta zorlanmamıştı. İkinci yarıda ise Vefa’nın enerjisi tükenmiş ve toplam 16 sayı atabilmişti. Can Bartu’nun 18, Altan Dinçer’in 15, Yılmaz Gündüz’ün 10, Mehmet Baturalp’in 9, Erdoğan Karabelen’in 8 ve Gündüz Erkan’ın 2 sayısıyla maçı 62-48 kazanan Fenerbahçe üç sezondur çoktan hakkettiği Türkiye şampiyonluğunu nihayet kucaklıyordu.

    İki yıl sonra (1958-59 sezonu) Fenerbahçe (futbol, kadın basketbol, kadın voleybol ve atletizmin yanı sıra) basketbolda bir kez daha Türkiye şampiyonu olurken ise, bu defa o sezon Vefa’dan Fenerbahçe’ye transfer olmuş Tuncer Yavuzer, Yavuz Türkoğlu ve Güner Yalçıner başrollerdeydi ve bu defa kazanan taraftaydı.

    1957’nin namağlup şampiyon kadrosu, 1997 yılında Yılmaz Gündüz’ün vefatıyla, yaprak dökümü sürecine girdi.. Son iki buçuk senede ise bu yaprak dökümü hızlandı ve Can Bartu’nun 11 Nisan 2019 tarihinde ebediyete intikal etmesiyle kubbede hoş bir sâda olarak kaldılar. Tüm unutulmaz hatıralarıyla birlikte.. Hepsini rahmetle anıyoruz.

    Tapfereritter

  • 7 Mayıs 1955… Potanın Kraliçelerinin İlk Şampiyonluğu

    Deniz Aydıncı arşivinden…

    7 Mayıs 1955’te İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) spor salonunda Türk sporunun alışkın olduğu bir final var: Fenerbahçe ve Galatasaray.

    Türk sporunun iki büyüğü bu sefer kozlarını kadın basketbolunda paylaşıyorlar. Ortada ise bir final var, zira bir “lig”in kurulabilmesi mümkün olmamış. Okul müsabakalarındaki takım zenginliğine karşın, kulüpler düzeyinde dört takım bir araya gelememiş. Çünkü başlangıçta katılacaklarını bildiren Modaspor (erkeklerde son iki yılın Türkiye şampiyonu) ve İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü (1960’larda iddialı hale gelecek) takım çıkaramamışlar.

    Bu nedenle, şampiyonun iki ayaklı bir finalle belirlenmesine karar veriliyor. Maç tarihleri de 30 Nisan ve 7 Mayıs olarak belirlenmiş.

    Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde neredeyse bütün branşlarda gözlemlenen ilginç bir seyir vardır. İlk galibiyetleri genelde Galatasaray alır, ardından ise Fenerbahçe üstünlüğü devralıp sürdürür.

    Kadın basketbolunda da farklı olmadı ve 30 Nisan’da İTÜ spor salonunda oynanan ilk karşılaşmayı sarı-kırmızılılar (uzatmada) 20-19 kazandı.

    Aynı salondaki rövanşa da hızlı girip 5-1 öne geçen rakibelerine karşı Fenerbahçe’nin “altın kızları” toparlandı ve önce 7-7’lik beraberliği yakalayıp devreyi de 12-9 önde kapadılar. İkinci devrede ise hakim oyunlarını sürdürerek 22-17’lik galibiyete ulaştılar ve ilk şampiyonluklarını kazandılar.

    Fenerbahçeli efsane basketbolcu Altan Dinçer’in çalıştırdığı Fenerbahçe takımına şampiyonluğu kazandıran oyuncular ve attıkları sayılar şu şekildeydi: Deniz Aydıncı (8), Ayten Salih (7), Süeda Özçiçekçi (4), Seta Yağcıoğlu (2), İnci Önen (1) ve Güneş Çapa.

    12 Mart 1955’te voleybolda da ilk şampiyonluklarını kazanan bu altın ekip, aynı sezonda şampiyonluklarını ikilemişti (her iki sporda da kadınlar arası Türkiye Şampiyonaları bir sonraki yıl başlayacaktı). Bundan sonra da duracakları yoktu. 1961’e kadar düzenlenen 21 İstanbul ve Türkiye Şampiyonası’nın 19’unu kazanacaklardı.

    Fenerbahçe’nin “potalardaki ilk kraliçelerinin” bu şampiyonluğuyla, 1954-55 sezonunda Fenerbahçe basketbolu hem erkekler, hem kadınlar, hem de genç erkeklerde şampiyonlukları sarı-lacivertli formanın tekeline almıştı.

    Seta Yağcıoğlu arşivinden…
  • Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    1961 yılına kadar, basketbolda ve voleybolda şampiyonluklara damga vuracak Fenerbahçeli kadın sporcular bu seriye 1955 yılında başladılar. Huzurlarınızda Tapfereritter‘in kaleminden, kraliçelerin ilk şampiyonluğu…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Klasik Bir Final Ama…

    7 Mayıs 1955’te İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) spor salonunda Türk sporunun alışkın olduğu bir final var: Fenerbahçe ve Galatasaray.

    Türk sporunun iki büyüğü bu sefer kozlarını kadın basketbolunda paylaşıyorlar. Ortada ise bir final var, zira bir “lig”in kurulabilmesi mümkün olmamış. Okul müsabakalarındaki takım zenginliğine karşın, kulüpler düzeyinde dört takım bir araya gelememiş. Çünkü başlangıçta katılacaklarını bildiren Modaspor (erkeklerde son iki yılın Türkiye şampiyonu) ve İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü (1960’larda iddialı hale gelecek) takım çıkaramamışlar.

    Bu nedenle, şampiyonun iki ayaklı bir finalle belirlenmesine karar veriliyor. Maç tarihleri de 30 Nisan ve 7 Mayıs olarak belirlenmiş.

    Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinde neredeyse bütün branşlarda gözlemlenen ilginç bir seyir vardır. İlk galibiyetleri genelde Galatasaray alır, ardından ise Fenerbahçe üstünlüğü devralıp sürdürür.

    Kadın basketbolunda da farklı olmadı ve 30 Nisan’da İTÜ spor salonunda oynanan ilk karşılaşmayı sarı-kırmızılılar (uzatmada) 20-19 kazandı.

    Aynı salondaki rövanşa da hızlı girip 5-1 öne geçen rakibelerine karşı Fenerbahçe’nin “altın kızları” toparlandı ve önce 7-7’lik beraberliği yakalayıp devreyi de 12-9 önde kapadılar. İkinci devrede ise hakim oyunlarını sürdürerek 22-17’lik galibiyete ulaştılar ve ilk şampiyonluklarını kazandılar.

    Fenerbahçeli efsane basketbolcu Altan Dinçer’in çalıştırdığı Fenerbahçe takımına şampiyonluğu kazandıran oyuncular ve attıkları sayılar şu şekildeydi: Deniz Aydıncı (8), Ayten Salih (7), Süeda Özçiçekçi (4), Seta Yağcıoğlu (2), İnci Önen (1) ve Güneş Çapa.

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu

    12 Mart 1955’te voleybolda da ilk şampiyonluklarını kazanan bu altın ekip, aynı sezonda şampiyonluklarını ikilemişti (her iki sporda da kadınlar arası Türkiye Şampiyonaları bir sonraki yıl başlayacaktı). Bundan sonra da duracakları yoktu. 1961’e kadar düzenlenen 21 İstanbul ve Türkiye Şampiyonası’nın 19’unu kazanacaklardı.

    Fenerbahçe’nin “potalardaki ilk kraliçelerinin” bu şampiyonluğuyla, 1954-55 sezonunda Fenerbahçe basketbolu hem erkekler, hem kadınlar, hem de genç erkeklerde şampiyonlukları sarı-lacivertli formanın tekeline almıştı.

    Tapfereritter

    Kraliçelerin İlk Şampiyonluğu
    Deniz Aydıncı arşivinden…