Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXIX” : 1916 yılından geliyor.
Altınordu kulübü 1916 yazında Fenerbahçe’den ayrılıp kendisine iltihak eden 7 futbolcu ile birdenbire çok kuvvetlenince Sarı Lâcivert ve Sarı Kırmızlı kulüpler için İstanbul şampiyonluğu artık pek zorlaşmıştı.
Durum böyle iken 1916-17 ligleri Müdafaa-i Milliye Cemiyeti himayesinde tertiplendi ve yine o senelerin şu 6 malûm ve muayyen kulübü arasında Ekim ayının ilk haftasında başladı:
Altınordu, Anadolu, Fenerbahçe, Galatasaray, Süleymaniye ve Anadoluhisarı İdman Yurdu.
Altınordu o çok kuvvetli kadrosuyla önüne geleni yenmekte idi. Yalnız bir maçta, ocağına incir dalı dikmek hedefini güttüğü ve içerden vurup çok zayıf düşürdüğü Fenerbahçe ile berabere kaldı, diğer 9 maçı kazandı.
Böylece 1917 senesi nisan bidayetlerinde sona eren ligde 29 puvanla ilk defa İstanbul şampiyonluğunu kazanan Lâcivert Kırmızılı takımı 24 puvanla Anadolu takip etmiş ,18 puvanla Galatasaray üçüncü, 17 puvanla Fenerbahçe dördüncü, 16 puvanla Süleymaniye beşinci ve ikinci devrede maçlardan çekilen İdman Yurdu da 6 puvanla 6ncı olmuştu.
O yıllarda umumiyetle Darülfünunlu gençlerden müteşekkil Anadolu’dan sonra, bilhassa Fenerbahçe ile Galatasaray’ın sahaya (11)er futbolcu çıkarmakta büyük müşkülâta uğradıkları bir hakikattir.
Yukarıdaki resim birinci dünya savaşının o pek buhranlı devirlerinde 1916-17 liginin birinci devre Galatasaray – Altınordu maçına aittir.
28 Ekim 1916 Cuma günü oynanan ve ligin 3üncü hafta maçını teşkil eden bu müsabaka İdman Yurdu’ndan Taip Servet’in hakemliğinde oynanmış ve sıfıra karşı 2 golle Altınordu’nun galibiyetiyle neticelenmiştir.
Maçtan bir kaç dakika önce çekilen bu tarihi fotoğrafta birçok şöhretli futbolcularımız vardır. Pek çoğumuza onların cisimleri değilse de isimleri hiç de yabancı gelmeyecektir. İşte, sayalım:
Sağ baştan itibaren, beyaz pantolonunu kalın meşin kemerle sıkmış olan zamanın meşhur solaçığı ve penaltı kıralı Fenerbahçeli Topuz Hikmet’tir. O sene Galatasaray’a geçmiş, fakat ertesi sene İsmet’i de beraberine alıp yine Fenerbahçe’ye dönmüştür.
Topuz Hikmet’in yanındaki çok genç delikanlının pabuçlarına bakıp da sakın yanlış hüküm vermeyin. “Bu süklüm püklüm çocuk da kim?” demeyin. Bu masum delikanlı bir zamanların meşhur Yavuz İsmet’idir. Milli takımımızın santrhaf mevkiinde birçok maçlar çıkarmış olan Doktor İsmet Uluğ o tarihlerde Galatasaray Mektebi Sultanisi talebelerindendi. Ertesi sene Galatasaray’dan ayrılıp Fenerbahçe’ye girmiş ve kısa zamanda büyük şöhret olmuştu.
İsmet’in yanında o sene Fenerbahçe’den ayrılıp Altınordu’ya geçen Haydar görülüyor.
Yanındaki ince delikanlı zamanımızın meşhur Refik Osman Top’udur. Beşiktaş’ın bugünkü göbekli antrenörü bu resmi görüp de Altınordu’daki o (Şiir) devrini hatırlarsa muhakkak ki derin bir “ah” çeker.
Refik Osman’ın sağındaki Altınordu’nun meşhur (Balıkçı Tevfik)idir. Balıkçı Tevfik’le yanındaki Sadi Karsan Galatasaray’ın merhum (Doktor Namık)ını resimden âdeta ekarte etmişler, merhumun yalnız başı görülüyor.
Sadi Karsan’ın esbak Futbol Federasyonu başkanı olduğunu ve Galatasaray’da futbol oynarken, kıvraklığı dolayısıyla (Sıçan Sadi) lakabıyla anıldığını eskiler bilirler…
Ortadaki uzun boylu fesli Taip Servettir. Pek az sonra başlayacak bu tarihi maçı idare için gidip soyunacak; kısa pantolon ve futbol ayakkabısı giyecek, sırtına da cicili bicili armalı hakem ceketini geçirecek sanıyorsanız aldandınız. Taip Servet bu mühim lig maçını, o zamanki âdete uyarak, resimde görülen kıyafetle idare edecektir.
Taip Servet’in sağında kollarını kavuşturmuş topaç gibi delikanlı bu maçtan bir kaç hafta önce Fenerbahçe’den Altınordu’ya geçen meşhur Bekir’dir.
Sırtını çevirdiği Galatasaraylıyı tanıyamadıksa da, yanında, duran, kendisi gibi, kolların bağlamış delikanlı Altınordu’nun meşhur Dalaklı Hüseyin’idir. Merhum Dalaklı da az kulüp değiştirmişlerden değildi hani…
Fenerbahçe’de yetişmiş, sonra Galatasaray’a geçmiş merhum Necib Şahin bir taraftan yarım sol etmişken, aynı zamanda da Dalaklı’nın abus çehresini tebessümle seyrediyor.
(Fitil Nuri) de bu abus ve mütebessim çehreler arasında tabii duruşuyla gözlerini objektife dikmiş. Bu üç baş mükemmel bir üçken teşkil etmiyorlar mı? Fenerbahçe’den o sıralarda Altınordu’ya geçen Fitil Nuri, Beykoz’un (eker biçer)ine taş çıkartan bir endama sahiptir.
Selami İzzet’i her halde tanıdınız! Galatasaray’ın bu namlı futbolcusu merhum Otomobil Nuri ile omuzlaşmışlar… O devirlerin ana sporu tulumbacılık antrenmanına mı heveslenmişler dersiniz?
Otomobil Nuri’nin bu fotoğrafın çekildiği günden bir ay kadar önce, 6 arkadaşını da alarak Fenerbahçe’den Altınordu’ya geçtiği malumdur.
Oturanlara gelince:
Sağ başta Fenerbahçe’den ayrılanlardan Altınordulu (Kara Cemil) görülüyor.
Beyaz fanilâlı Galatasaraylı Ahmet Ali’dir. Fanilasının rengine bakıp da onu kaleci sanmayın. Sağaçıktır.
Sonra, topu önünde tutan Galatasaray kalecisi Nüzhet’i görüyorsunuz.
Nüzhet Öniş’in sağında 3 Altınordulu görülmektedir: Doktor Selâhaddin merhum, Doktor Suphi ve eczacı Cafer Çağatay (halen Suadiye eczanesi sahibi.)
“38 sene evvel (Milli takım) sözünün henüz işitilmemiş olduğu bir devrin hâtırası olan bu gruptan acaba kaç genç tam 7 sene sonra teşkiline başlanan milli takımda yer aldı?” diye düşündünüz mü?
Sizi fazla üzmeden merakınızı giderelim:
Bu gruptan 4 genç bilâhare enternasyonal olmuşlardır. Bunlar Galatasaray’dan İsmet’le Altınordu’dan Bekir, Cafer ve Refik’tirler. Garip olan şudur ki; bu futbolcuların 4’ü de milli formayı başka kulüplerin mensupları iken giymişlerdir.
Kıyafetlerdeki mahrumiyet bir tarafa, fakat bu fotoğrafta kale direkleriyle ağlarının durumu hiç göze batmıyor mu? İğri büğrü ve yamalı direk, delik deşik ve salkım saçak bu ağlar vaktiyle Türk gençleri ve kulüplerinin en büyük mahrumiyetler içinde çırpınıp Türk sporuna hizmet ettiklerine ne canlı vesikalardır…
Bari şimdikilere ibret olsa!
(Gelecek resim ve yazı: meşhur Slavya’nın 32 sene evvelki ilk gelişinde muhtelit takımla maçına ait tarihi bir hâtıradır.)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVIII” : 1933 yılından geliyor.
Bilindiği üzere, bir kaç müteşebbisin uzun gayretleriyle 1921-23 senelerinde kurulan (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) kulüplerimizin müşterek faaliyetlerini tanzim ve yurtta spor ve spor aşkını tamim ve telkin maksatlarını taşıyordu.
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı maalesef bu iyi gayelerine ulaşamadı. Bunun muhtelif sebepleri arasında maddi imkânsızlık ve ittifak erkânının kulüpçülük hislerinden tecerrüt edemeyişleri ve dolayısile yaşanan devamlı anlaşmazlıklar da yer alır.
Tamamıyla müstakil bir hüviyete sahip Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın asli vazifelerinde başarıdan uzak kalması Türk sporuna, nihayet, devletin müdahalesini zaruri kılmış ve 1936’da (Türk Spor Kurumu) tesis edilmiştir. Devletin spor işlerine esasından ve tamamiyle el koyması halinde tecelli eden (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü)nden önceki bu yarı resmi organizasyon bu defa da milletimizin ruh ve bünyesine intibak etmemişti. Çünkü daha ziyade totaliter idari rejimlere yaraşır, kuvvetli disiplin esasına müstenid, bir gençlik teşkilâtı mahiyetinde idi ve dolayısile ömrü iki seneden fazla sürmemiştir.
Görülüyor ki, Türk sporu 30 yıldan beri idari bakımdan üç muhtelif devir geçirmiştir:
Müstakilen idare edildiği (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) devri,
Devletin müdahalesine maruz kaldığı (Türk Spor Kurumu) devri,
Ve nihayet 15 senedir devam ede gelmekte olan ve tamamiyle devletçi (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü) devri.
İşte, yukarıdaki resim 1933’te (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) zamanında çekilmiş tarihi bir vesikadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cağaloğlu’ndaki il merkezinde bir kaç oda işgal eden ve o zamanki İstanbul mıntıkasında bir toplantı anını tespit ediyor.
Oturanlar; sağ baştaki zat mıntıka reisi İbrahim Kemal Baybora’dır. Mumaileyh, mıntıka riyasetine seçildiği zaman, kalben Fenerbahçeli olmakla beraber, resmen hiç bir kulübe mensup değildi. Talimatnameye uyulmak için ve arzuyu umumi üzere başvurulan kurada Süleymaniyeyi çekmiş ve Süleymaniyeli olmuştu.
Baybora’nın yanındaki Halk Partisinin, İstanbul’u da içine alan, 13üncü mıntıka müfettişi ve Sinop mebusu merhum Cevdet Kerim İncedayı’dır. Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan beri spora kıymet verdiğinden mıntıka müfettişi de bu kabil toplantılara sık sık iştirak ederdi.
Ortada iki kupadan iki eliyle kura çekmekte olan zat ittifak ikinci reisi Halit Bayrak’tır. O zaman Bayezit mebusu idi.
Onun yanında Vakit gazetesi sahibi Hakkı Tarık Us ve nihayet Profesör Hamit görülüyor.
Ayaktakilere gelince;
Yine sağdan birinci zat Kerim Kanok’tur. O zamanlar Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Emin Çap’ın kâtip ve tercümanı idi.
Harb Okulu üniformasını lâbis genç Fenerbahçeli millî rekortmen atletlerden Ziya Atlet’tir.
Onun sağında millî futbolculardan Galatasaraylı ve o tarihte Güneşli Kemal Refet Kalpakçıoğlu görülüyor.
Kalpakçıoğlu’nun gözlerini diktiği zat ise zamanın Futbol Federasyonu Başkanı ve Devlet Matbaası Müdürü Hamdi Emin Çap’tır.
Onun sağında hâlen İstanbul Bölge Müdürü ve o tarihte Fenerbahçe idare heyetinden meşhur aslan avcısı Sait Selâhaddin Cihanoğlu bulunuyor.
Nihayet, sol başta Zeki Sporel’i görüyorsunuz. Bugünkü İstanbul milletvekili bu resmin alındığı günlerde memleketin en güzide futbolcusu ve Fenerbahçe kulübünün de umumi kaptanı idi.
(Gelecek resim, 38 sene önce, 28 Ekim 1916 da, oynanmış tarihi bir Galatasaray – Altınordu lig maçına ait kıymettar bir hâtıradır.)
20 Temmuz 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde İstanbul karmasının Slavya’ya karşı kaybettiği maç için “Şerefli Bir Mağlubiyet” denmiş. Haberde bir öncesinde Fenerbahçe’nin kaybettiği müsabaka da yazılmış. Mustafa Kemal Paşa haberi muhakkak okumuştur. Önce Fenerbahçe’nin sonra muhtelit takımın gollerine de bir tebessüm etmiştir ama skorları beğenmediği muhakkak… Keyifli okumalar…
Beş on günden beri İstanbul halkını olduğu kadar, Anadolu halkını da aynı suretle alakadar eden Çekoslovakya’nın Slavya namındaki futbol kulübü ile İstanbul’daki Türk futbol kulüpleri müsabakasına dün nihayet verilmiştir.
Slavya kulübü malum olduğu üzere ilk müsabakasını Galatasaray ve müteakiben Altınordu kulüplerimizle icra etmiş ve sıfıra karşı her ikisine de yedişer golle galebe etmişti. Salı günü Fenerle icra ettiği müsabakada ise Fener’in bir golüne mukabil on golle galip mevkiine geçmişti. İstanbul futbol kulüplerimiz arasında hiç olmazsa bir golle dünyanın en mahir ve yenilmez oyuncularına bir hatıra bırakan Fener’in bu muvaffakiyetini kaydederken, muhtelit takımımızın, velev ki mağlubiyetle neticelensin, üç gol atarak Türk futbolcularına lazım gelen şerefi kazandırması şayan-ı kayd ve tebriktir. Malum olduğu üzere Slavya takımı dünyanın müteaddit taraflarında icra ettiği maçlarda daima galip gelmiş ve galibiyetine karşı goller bir, nihayet iki arasında kalmıştır. Muhtelit takımımızın bu muvaffakiyeti ati için bize çok ümitbahş bir derecededir. Son müsabaka hakkında İstanbul muhabirimizden aldığımız telgraf bervechi ati derç ediyoruz.
İstanbul: 19 Temmuz (Hususi Muhabirimizden): Türk muhtelit takımıyla Slavya takımı arasındaki müsabaka en son ve en hararetli ve heyecanlı olmuştur. Taksim Stadyumu’nda icra edilen bu müsabakaya binlerce halk ve spor meraklıları iştirak etmiştir. Bu büyük maçta Slavya’nın yedi golüne mukabil muhtelit takımımız üç gol yaparak Türk futbolculuğunun şerefini kurtarmıştır. Futbolcularımız müsabakadan sonra kollar arasında gezdirilmiş, kendileri tebrik edilmiştir. Dünyanın en kuvvetli bir timine üç gol atmak beynelmilel spor mehafilinde büyük bir muvaffakiyet suretinde kaydedilecektir.
Refet | 20 Temmuz 1923 – Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…
12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.
Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.
Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.
Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?
Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.
13 Temmuz Cuma
Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.
Slavya 7 – 0 Galatasaray
Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.
Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.
Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.
İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.
Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim
Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.
Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır. Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.
Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.
Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.
Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.
Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.
14 Temmuz Cumartesi
Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.
Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.
Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.
Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.
Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.
Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat
Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.
8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.
Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler
Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.
15 Temmuz Pazar
Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.
Slavya 7 – 0 Altınordu
Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.
İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.
Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.
16 Temmuz Pazartesi
Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.
Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.
17 Temmuz Salı
Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.
Fenerbahçe 1 – 10 Slavya
Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.
Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.
Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.
Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.
İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.
Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.
18 Temmuz Çarşamba
Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.
Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya
Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.
Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.
Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.
Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.
Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.
Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”
Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.
Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar
Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”
19 Temmuz Perşembe
Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.
Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.
Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz
Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
Pek nazik…
Altınordu’yu?
Mukavim ve şiddetli…
Fenerbahçe’yi?
Çok mahir…
Muhtelit takımı?
Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.
Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı
“Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:
“Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.
Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:
“Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.
Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:
“İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”
Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.
“Ha, şöyle!” dedi.
Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!
Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:
“Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”
Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:
“Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
“Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
“Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
“Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
“Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”
Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.
Fenerbahçe ile Altınordu, bir zamanların iki ezeli rakibi, 12 Aralık 1919 Cuma günü karşı karşıya gelmişler. Spor Âlemi dergisinde maçı yazan (muhtemelen Çelebizade Sait Tevfik Bey) topun aldığı hali “çamurlu yuvarlak bir şey” olarak anlatmış. Keyifli okumalar…
Bu oyun lig maçlarının en galeyanlısı ve en meraklısıdır. Çünkü birçok seneden beri bu iki rakip kulüp arasındaki oyunlar ya kavga ile neticeleniyor veyahut berabere kalıyorlardı, bugünkü maçta ise Altınordulular lig maçında oynatılmamasına karar verilmiş olan Hasan Bey’i bulundurduklarından bilmem acaba bu oyun da makbul addolunacak mıdır?
Mahaza maçın tarz-ı cereyanını izah edelim: Hakem Sedat Bey idi. Muvaffakiyeti şayan-ı takdirdir.
Takımlar hemen her iki kulübün en iyi oyuncularından terekküb ediyorsa da hepsi bir seviyede bulunmuyordu. Bu oyunda Altınordu’nun sağ ve Fenerlilerin de sol tarafı iyi ilerliyordu.
(Oyun) başlangıcında gevşek olmakla beraber meraklı cereyan etti. Gerek Fenerliler ve gerek Altınordulular birbirlerini epeyce kurcalamaya başladılar. Fakat Altınordu müdafaası topu gayet iyi vurduklarından muhacimlere hemen muavinlerin yardımına ihtiyaç hissettirmeden yolluyorlardı. Tabii buna muavinler de inzimam ederek daha ziyade takviye ediyordu.
Fenerlilerin müdafaa hattı kuvvetsiz idi. Muavinler çok gayret ediyor, yalnız İsmet Bey pek iyi oyuncu olmakla beraber asabiyeti dolayısıyla ziyade çalım yapıyor ve bundan dolayı bazı mühim sıralarda topu hasmına veriyordu.
Fenerliler ilk partide sol tarafta verilen iyi bir pas ile kaptan Zeki Bey tarafından ilk sayı yapıldı, fakat Altınordulular da pek az sonra kale önünde karışıklık esnasında Hasan Bey’in kafasıyla topun rüzgar tesiriyle bir kısmı kaleye dâhil olması hakem tarafından gol addedilerek bir sayı mukabil taraf da yaptı. Ve birinci kısım hitam buldu.
İkinci partide Fenerliler hücuma başladılar ve epeyce oyun şiddetini tezyid etmişti. Bu sırada uzun havaleli bir top ufak bir çalımla müdafileri geçilerek Fenerlilerden Alaaddin Bey tarafından gayet mühim ikinci sayı dahi yapıldı.
Bundan sonra Altınordulular ziyade gayret etmesine mukabil Fenerliler de müdafaasını kuvvetlendirmek lazım gelirken bilakis daha açarak fazla sayı yapmak hevesine düştü ve zaten uzun vurulamayan top çamurlar arasında sürünmeye başlandı.
Korner hattından çekilen toplar hep bu karışıklık esnasında içeriye atıldı. Ve şu suretle galibiyet Fener’de iken ikinci ve üçüncü sayıların yapılmasıyla diğer tarafa teveccüh etti.
Artık hava kararmaya başlamıştı ve her iki taraf da yorgun bacaklarını çamurlu yuvarlak bir şeyin üzerinde hareket ettirmeye çabalıyorlardı.
Neticede ikiye karşı üç ile oyun neticelendi.
Bu maçta en iyi oynayan Fener’den Feyzi Bey’le her iki kulüpten Refik Bey’lerdir.
Spor Âlemi – Numara:4
Fotoğraflar: Spor Âlemi dergisinde Fenerbahçe’den Refik Kuntol, Altınordu’dan Refik Osman Top, Fenerbahçe’den Baron Feyzi ve Fenerbahçe’den İsmet Uluğ.
Mütareke-İşgal devrinin gazetelerinde spor tarihinin izlerini sürmeye devam ediyoruz. 1 Haziran 1920’de İleri gazetesinde yayınlanan “Türklerle Fransızlar” haberi dönem araştırmacıları için güzel bir kılavuz olmuş.
Taksim’de devam eden ecnebi maçlarının arasına evvelki gün Türkler de karıştı.
Saat altıya doğru kırmızı, beyaz formalarıyla sahayı işgale çalışan Türk oyuncularının etrafını halk doldurmuştu. Namık Bey hakem tayin edilmişti. Fransızlar İstanbul ve Makriköyü’ndeki idmancılarından muntazam bir takım çıkarmışlar, buna mukabil Türkler de kaleci Nedim, Altınordu’dan müdafi Nazmi, Nişantaşı’ndan Cafer, Altınordu’dan muavin Kamil, Fenerbahçe’den İsmet, Fenerbahçe’den Refik, Altınordu’dan muhacim Rüştü, Nişantaşı’ndan Münam, Altınordu’dan Mahmud, Darüşşafaka’dan İzzet, Nişantaşı’ndan Sabit Beylerden teşekkül etmişti.
Rüzgar ilk partide Fransızlara müsait değildi. Fakat bundan Türkler istifade edemedi. Müdafaanın gayretle sevk ettikleri topu muhacim hattı pek yanlış olarak istimal ediyordu. Yarım saat kadar aynı hal etrafında çarpışıldı. Bu sıralarda Münam Bey tarafından hasımlarına bir sayı yapıldı, bundan sonra Fransızlar daha ziyade müdafaaya çalıştılar. Muvaffak da oldular.
İkinci partinin başlangıcında rüzgar Türklere müsait bulunmuyordu. Müdafaanın ve bilhassa muavin hattının pek kuvvetli olması, hücumları pek kolaylıkla iade etmeye sebep oluyordu. Rüzgarın ziyade çarpıntıları oyuncuları topu muntazam sevk etmemelerini intaç etmişti. Oyunun nihayetlerine doğru Fransız müdafilerinin hatası yüzünden yapılan (penaltı) dolayısıyla Cafer Bey tarafından ikinci sayı da yapıldı. Bundan sonra oyun daha ziyade şiddetlendi ise de hakemin hitam düdüğü iki yabancı kulübü ayrı sedalarıyla Taksim meydanından uzaklaştırdı ve neticede de sıfıra karşı iki sayı ile Türkler kazandı.
Gençlerimizin böyle ecnebi kalmış bir mahalde faaliyet göstermelerini tebrik ederiz.
Şimdi oyuncuları tetkik edelim: Evvela Fransızlar gayet muntazam oynadı. Bilhassa kaleci, sol müdafi, orta muavin ve sağ açık gayet iyi oynadı, umumiyet itibariyle muntazamdı.
Türklerin muhacim hattı gayet fena oynadı. Yegan yegan iyi oyuncu olmakla beraber ortada bir (sentr)leri bulunmadığından topu istimal etmekte biraz acemilik ediyorlardı.
Orta muhacim Mahmud Bey topu arkadaşlarına fena vaziyetlerde terk ediyordu. Münam Bey biraz şahsi oynuyor birçok kere gelen topa vurmak için biraz bekliyordu. Rüştü Bey maçlara yeni dahil olmakla beraber iyi oynadı. İzzet Bey de çok çalıştı, sağ açık Sabit Bey topu gayet iyi ortalamakla beraber kendisini hiç yormuyordu. Muavin hattı fevkalade idi. En iyi oynayan Kamil Bey’di. Yaptığı hareketler ile Türklerden maada bütün ecnebi temaşakarları bile alkışlattırmaya mecbur etti.
İsmet Bey de ilk sıralarda iyi oynadı. Fakat ayağına tesadüf eden tekme dolayısıyla hasıl olan sakatlık biraz sonra müdafi durmaya mecbur etti. Mahaza Cafer Bey de çok güzel vazifesini ifa etti. Refik Bey de karşısındaki muhacimi müşkül mevkilerde bırakıyor ve daima muhacimleri besliyordu. Müdafilerden Nazmi Bey biraz acele ediyordu. Gerçi topu hasımdan almak için iyi bir kabiliyet gösteriyorsa da daima ortaya atamıyordu.
İhtimal ki bu havanın rüzgarlı bulunmasının tesiratındandır. Kaleci Nedim Bey bilhassa rüzgar altında bulunduğu zaman mühim akınları kurtararak takımının meftuniyetini yükseltti.
Oyun gayet sıkı cereyan etti; halk pek çoktu, yalnız saha biraz arızalı olmakla beraber, toz da pek çoktu.
Çelebi zade Said Tevfik – 1 Haziran 1336 (1920) – İleri Gazetesi
Bundan tam bir asır önce, Vatan gazetesinin spor köşesinde Slavia Prag karşısına çıkacak İstanbul karmasının nasıl kurulması gerektiği yazılmış. İlk “tarz-ı teşkil” gazetenin hoşuna gitmemiş olacak ki kendi önerilerini yapmışlar. Enteresan bir yazı. Keyifli okumalar…
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul Mıntıkası Futbol Heyeti dünkü nüshamızda intişar eden bir tebliğname ile İstanbul muhtelit futbol takımını, bugün, İngilizlerin kuvvetli bir muhtelit takımıyla müsabaka icra etmek üzere Kadıköyü’ndeki İttihat Spor Meydanı’na davet etti.
“Roska” kulübünün İstanbul’a geleceği şayi olduğu esnada birkaç talim ve müsabaka yapan İstanbul muhtelit takımının aradan geçen üç ay zarfında tamamen atıl durduktan sonra böyle birdenbire egzersize davet olunması, takımı “Slavya” maçlarına hazırlamak arzusuna müstenid olmak lazımdı. Esasen tebliğnamenin serlevhası İstanbul futbol heyetinin bu endişesine tercüman olmaktadır.
Binaenaleyh “Slavya”ya karşı hazırlandığı anlaşılan İstanbul muhtelit takımının tarz-ı teşkili hakkında futbol heyetinin nazar-ı dikkatini celb etmek isteriz.
Davet olunan futbolistler meyanında kaleci Nedim Bey vazifesinin eridir. Yalnız son Altınordu müsabakasında mümaileyhin eli incinmişti. Eski selabetini iktisap etmemiş olan bir el ile kalecilik etmek evvela Nedim Bey’in sıhhati, saniyen muhtelit takımın menfaati namına iyi bir şey olmasa gerektir. Her ihtimale karşı mumaileyhe halef olmak üzere irae edilen Nüzhet Bey’e gelince: Bu zattan daha mahir bir kalecimiz daha vardır ki onun ismini namzetler meyanında görmemekle mütehayyiriz. Şekip Bey her halde tecrübe edilmek lazımdır.
Müdafi Cafer Bey hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Fakat Şükrü Bey’in müdafi olmasını muvafık bulamadık. Zira mademki muhtelit takım Slavya’ya karşı ihzar edilmektedir, oyuncuların çok koşan ve hiç yorulmayan Slavya muhacimlerini tevkif edebilecek kadar seri ve çevik olması iktiza eder, hâlbuki Şükrü Bey’in sürati azdır. Bizce Şükrü Bey, Zeki ve Bedri Beylerin arasına, sol iç muhacim olarak takıma ithal edilmeli ve müdafi olarak da Hasan Kamil Bey alınmalı idi.
Muavinlerden Nihat ve İsmet Beyler diğerleriyle esasen kabil-i tebdil değillerdir. Lakin Feyzi Bey’e tercih edilecek birkaç futbolistimiz vardır. Mesela: İbrahim ve Sadi Beyler. Vakıa Feyzi Bey topa hâkimdir. Pas vermek hususunda oldukça melekesi vardır. Fakat Slavya’ya karşı ittihaz edeceğimiz tabiye mutlak tedafi olacağı için muavinler mümkün mertebe fazla koşanlardan ve vücutça kuvvetli olanlardan intihap edilmek muvafıktır. Bu sebeplere binaen biz Sadi ve İbrahim Beyleri namzetler meyanında görmek istedik.
Muhacim hattı (dediğimiz gibi) Şükrü Bey ilave olunduğu takdirde İstanbul’da teşkili mümkün olan “ideal” muhacim hattı olur.
Mamafih önümüzde fazla zaman olmadığı için bugün bittabi futbol heyetinin tertip ettiği takım sahaya çıkacaktır. Fakat Salı veya Çarşamba günü ikinci bir talim müsabakası daha tertip edilir ve müdafaaya Hasan Kamil Bey, muavinler hattına İbrahim veya Sadi Beylerden biri getirilir, muhacim hattına da Hasan Bey’in yerine Şükrü Bey geçirilirse, ümit ederiz ki, daha iyi bir netice hâsıl olur.
1919-1920 İstanbul futbol liglerine ait olan fikstür, Spor Alemi dergisinden çıktı. Aşağıdaki notlarla yayınlanan takvimin görselini yukarıda, organizasyonda yer alan takımları ise aşağıda görebilirsiniz.
Türk sporu tarihinde Altınordu ile birlikte müstesna bir yere sahipken arşivlerde kaybolup giden iki kulüpten biri olan Güneş Spor Kulübü, Akşam gazetesinin bir serisinde (tabii kulüp kapandıktan sonra Fenerbahçe’ye geçen kahraman sporcuları ile birlikte) tanıtılmış.
Bugün de okuyucularımıza bu sütunlarda Güneş on birini tanıtıyoruz.
Geçen seneki lige girerek bir senelik bir çalışma devresinden sonra ikinciliği elde etmeğe muvaffak olan Güneşliler arasında senelerce Milli formayı müdafaa etmiş kıymetli futbolcular vardır. Onların da tercümeihallerini şurada sıralayalım.
Safa: 1912 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Hasib’dir. Futbola Samsun’da başlamıştır. Orada Halkspor’da oynuyordu. İstanbul’a tahsil için gelerek Fenerbahçe kulübüne girdi. Fenerbahçe B takımlarında oynuyordu, Güneş’e geçti ve birinci takımda kaleci olarak yer aldı. Son zamanlarda sakatlığı dolayısile oynayamıyordu. Tıp tahsil etmektedir. Mıntıkanın 4139 numarasında kayıtlıdır.
Cihad: 1917 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Faik’tir. Ankara’da parladı ve senelerce Gençlerbirliği kalesini müdafaa etti. Ankara’dan İstanbul’a tahsile gelen Cihat Güneş kulübüne dâhil oldu. Geçen sene olimpiyatlara giderek milli takımda yer aldı. Bugün Boğaziçi Lisesi talebelerindendir, Mıntıkanın 6009 numarasında müsecceldir.
Faruk: 1916 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Nazif’tir. İlk kulübü Beşiktaş, fakat ancak bir iki oyun oynadı. Oradan Galatasaray Lisesi’nde talebe olmak dolayısile Galatasaray kulübüne dâhil oldu ve bilahare de Güneş kulübüne geçti. Sağ müdafi oynar. Banka memurudur ve mıntıkanın 2326 numarasında müsecceldir.
Reşad: 1914 senesinde İzmir’de doğmuştur. Babası Bay Mehmet’tir. Futbola İzmir’de başladı ve senelerce İzmirspor birinci takımında oynadı. İstanbul’a tahsil için gelmiş ve Güneş kulübüne dâhil olmuştur. Halen ticaret talebesidir. Sol müdafidir. Mıntıkanın 6001 numarasında müsecceldir.
Yusuf: 1914 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay İsmail’dir. İlk kulübü Beykoz’dur. Bu sene Güneş’e geçti. Ancak son maçlara iştirak edebildi. Müdafi ve muavin oynar. Memurdur. Mıntıkanın 5262 numarasında müsecceldir.
Rıza: 1913 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Mehmet Said’dir. Futbola Galatasaray Lisesi’nde başladı, İlk kuruluş gününden beri Güneşe mensuptur. Birinci takımda merkez muavindir. Mıntıkanın 1596 numarasında müsecceldir. Filim şirketinde memurdur.
Daniş: 1915 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Zeki’dir. Futbola İzmir’de başladı. Bayraklı ve Altay kulüplerinde oynadı İstanbul’a tahsile geldi ve Güneşe girdi. Bazen muavin hattında bazen muhacim hattında oynuyor. Mühendis mektebi talebesidir. Mıntıkanın 6501 numarasında müsecceldir.
İsmail: 1910 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Ali’dir. İlk kulübü Anadolu kulübüdür. Oradan Güneş’e dâhil olmuştur. Muavin hattında oynuyordu. Beşiktaş’a karşı sağ açık oynatılmıştır. Mıntıkanın 2202 numarasında kayıtlıdır.
Rebii: 1908 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Süleyman’dır. İlk kulübü Galatasaray; esasen lisede talebe idi. Üçüncü takımdan birinci takıma geçti. Senelerce sol açık oynadı. Milli takımda defaatle yer aldı. Kuruluş gününden beri Güneş’e mensuptur ve birinci takımın kaptanıdır. Sol açık, bazen sol iç oynar. Kahve şirketinde memurdur. Mıntıkanın 1908 numarasında kayıtlıdır.
İbrahim: 1914 senesinde İzmir’de doğmuştur. Babası Bay Süleyman’dır. Futbola İzmir’de başladı ve Karşıyaka birinci takımında oynadı. İstanbul’a tahsil için gelerek Galatasaray kulübüne girdi ve geçen sene de Güneş kulübüne geçti. Millî oyuncularımızdandır. Sol iç ve sol haf oynar. Halen ticaret talebesi bulunmaktadır. Mıntıkanın 4239 numarasında müsecceldir.
Rasih: 1913 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Ahmet Tevfik’tir. Futbola Galatasaray Lisesi’nde başladı ve küçük takımlardan birinci takıma geçti. Bilahare Güneş’e dahil oldu. Milli oyuncularımızdandır. Takımın merkez muhacimidir. Paris’te tahsilini yapmaktadır. Mıntıkanın 1594 numarasında kayıtlıdır.
Salahaddin: 1326 senesinde İstanbul’da doğmuştur. Babası Bay Mehmet Behçet’tir. Futbola pek küçükken başlamış, ilk defa Altınmızrak’ta oynamıştı. İstanbul Lisesi’nde talebe idi. İstanbulspor teşekkül edince oraya geçti. Senelerce orada oynadı, umumi ve takım kaptanlıklarında da bulundu. Bir noktai nazar ihtilâfı yüzünden Güneşe geçti. Milli oyuncularımızdandır. Merkez bankasında memur bulunmaktadır. Mıntıkanın 318 numarasında müsecceldir.
Melih: 1915 senesinde Bali kesirde doğmuştur. Babası Bay Yusuf’tur. Balıkesir’de futbol oynuyor ve atletizm yapıyordu. İstanbul’a gelerek Güneş’e futbolcu olarak intisab ettikten sonra atletizmde de kendisini gösterdi ve milli atletler arasına girerek Balkan oyunlarına iştirak etti. 400 metre İstanbul şampiyonudur. Futbola devam ettiği için Güneş’in birinci takımında sağ açık oynamaktadır, Merkez muhacim ve sol açık mevkilerinde de oynatılmıştır. Memurdur. Mıntıkanın 6418 numarasında müsecceldir.
18 Şubat 1937 – Akşam Gazetesi
Yukarıdan aşağıya, soldan sağa: Kaleci CihatArman, Sağ Müdafi Faruk Barlas, Sol Müdafi Reşad Aydınlı, Sağ Muavin İsmail Dinç, Merkez Muavin Rıza Köprülü, Sol Muavin Daniş Turanlı, Sağ Açık Melih Kotanca, Sağ İç Salahaddin Almay, Merkez Muhacim Rasih Minkari, Sol İç İbrahim Tusder, Sol Açık Rebii Erkal.
Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in koleksiyonundan yine müthiş fotoğraflar çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Almanlar ile yapılan son maç haberine Aralık 1918 tarihli gazetelerde rastlamıştık. Fotoğraflar ile bu haberleri bir araya getirdiğimizde, bugüne kadar kayda geçirilmemiş bir Fenerbahçe maçının hikayesi ortaya çıkıyor.
İşte Kadıköy’deki esir Alman askerleri ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçın haberi ve esirlerin hayatından fotoğraflar…
Bugün öğleden sonra saat ikide Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanında Almanlarla Fenerbahçe kulübü takımları arasında bir futbol müsabakası icra edileceği haber alınmıştır. Verilen malumata nazaran bu müsabaka için fevkalade istihzaratta bulunulmakta, meraklı ve heyecanlı bir şekilde icra olunacağı temin edilmektedir. Tahminimize nazaran bu müsabaka sulhün akdine kadar Almanlarla icra edilecek müsabakaların sonuncusu olacaktır.
18 Kanunievvel 1918 Çarşamba – Yeni Gün Gazetesi
Almanlarla Fenerbahçeliler Arasında
Yarınki Perşembe günü İttihat Spor Kulübü meydanlığında Almanlarla Fenerbahçeliler arasında fevkalade mühim bir futbol müsabakası icra edilecektir. Şehrimizdeki Almanların memleketlerine azîmetleri vesilesiyle vuku bulacak olan bu müsabaka şüphesiz son derece heyecanlı ve meraklı olacaktır. Spor mahfilinde Fenerbahçe’nin bu nokta-i nazardan müsabakanın tamamiyle milli bir şekil ve mahiyette olmasını arzu ettiği ve bunun için de bazı tedarikatta bulunduğu söyleniyor. Ezcümle kayd-ı ihtiyatla telakki ettiğimiz bir habere göre bu müsabakada Fenerbahçe takımı arasında Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey’le Galatasaray kaptanı Necip Bey de bulunacaktır.
Birkaç gün evvelki nüshamızda Altınordu-Fenerbahçe müsabakasından bahsederken Altınordu takımı kaptanı Bekir Arslan Bey’in ismini eser-i sehv olarak Bekir Sami Bey diye yazılmış olmakla tashih-i keyfiyet olunur.
20 Kanunievvel 1918 Cuma – Yeni Gün Gazetesi
Fenerbahçeliler ile Almanlar Arasında
Fenerbahçelilerle arasında mukarrer müsabaka dün öğleden sonra Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanlığında icra edilmiştir.
Müsabakada tarafeynin takımları fevkalade iyi tertip edilmişti. Almanlar şehrimizde bulunan efraddan en iyilerini seçerek pek kuvvetli bir takım teşkil etmişlerdi. Fenerbahçe kulübü ise evvelce yazdığımız veçhile Altınordu kulübü kaptanı Bekir Arslan Bey’i muhacim hattına dahil etmiş ve bu suretle timini takviye eylemiştir.
Dünkü müsabakada hakemlik vazifesi bir Alman tarafından ifa edilmiştir. Bu zat maalesef tarafgirlik yapıyordu.
Müsabakanın birinci haftaymında Fenerbahçeliler pek güzel oynamışlar ve Almanlara iki gol atmaya atmaya muvaffak olmuşlardır. Gollerin her ikisini de Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey mahirane bir tarzda atmıştır.
Buna mukabil Alman muhacimleri o anda asabi, fakat muntazam oynamışlar ve Fenerbahçe’ye bir gol atmışlardır.
Müsabakanın ikinci haftaymında Fenerbahçe kulübü kaptanı Zeki Bey gol yapacağı esnada Almanlar tarafından şiddetli bir tekme yemiş ve bu suretle oyundan harice çıkmaya mecbur olmuştur. Bu hal Fenerbahçe takımının zayıflamasına ve on bir kişilik takımdan on kişi kalmasına sebebiyet vermiştir. İkinci haftaymda her iki tarafın müdafaa hatları yorgun bulunuyordu. Almanlar bu sırada Türk timinin zaafiyetinden istifade ederek bir gol atmaya muvaffak oldular. Müteakiben Fenerbahçe üçüncü golü yuvarladı. Bu golü de Bekir Arslan Bey atmaya muvaffak olmuştu.
Miktarı beş altı bin tahmin olunan temaşakaran Bekir Arslan Bey’i şiddetle alkışladılar.
Nihayet Almanlar da üçüncü bir gol atmaya muvaffak oldular. Nihayete kadar tarafeynden başka gol atılmadı. Bu suretle üçe karşı üç gol ile Almanlarla Türkler berabere kaldılar. Halbuki hakikatte Türkler dört gol atmışlardı. Hakem vazifesini ifa eden Almanın tarafgirliği bu golü saymadı.