Etiket: Anadolu Kulübü

  • Cephede Futbol

    Cephede Futbol

    Spor Âlemi dergisinin 31 Ağustos 1922 tarihli nüshasında yer alan “Cephede Futbol” haberinde, iki çok güzel fotoğraf var. Keşke yüksek çözünürlüklü olanları bulabilsek de bir yerlere (en başta Fenerbahçe Stadyumu’na veya Kadıköy’e, sonra da diğer spor alanlarına) ebediyen nakşedebilsek.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Anadolu Haberleri

    Cephede Spor: Çolak Kemal Beyefendi’nin takımıyla Kazım Paşa’nın takımı arasında yapılan iki müsabakanın birincisinde bire karşı iki sayı ile Kemal Beyefendi’nin takımı galip, ikincisinde berabere kalmışlardır.

    Kemal Bey’in takımında Kadri, Kami, Fahri Beyler… Kazım Paşa’da İzzet, Adnan, Cevad, Refik, Hüsnü Beyler temayüz etmişlerdir.

    Son hafta cephe karargahında müteşekkil futbol takımıyla Kemal Beyefendi’nin takımı arasında icra edilen maça Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Fevzi, İsmet, Yakub Şevki, Nureddin, Fahreddin Paşalar hazeratı ile Kemal Beyefendi ve pek çok büyük rütbeli ümera ve zabitan gelmişler, müsabakaya da atlayıcı İzzet Bey hakem intihap edilmişti.

    İlk dakikadan itibaren Kemal Bey’in takımı daima topu cephenin kalesi önünde dolaştırmaya başladıysa da kalecinin mahareti sayı yapılmasına mani oluyordu.

    Cephe takımında Anadolu kulübünden Ferid, Tayyareci Zeki, Hüsnü ve Hacı Beyler çok fedakarane çalışmışlarsa da nihayette müsabaka berabere neticelenmiştir.

    Spor Âlemi Dergisi – 31 Ağustos 1922


    Cephede Futbol

    Fotoğraf-1) Anadolu’da Spor… Cephe futbol takımı ile Kemal Beyefendi futbol takımı. (Ayakta beyazlılar cephe-kırmızı beyaz oturanlar Kemal Beyefendi takımıdır)

    Fotoğraf-2) Kazım Paşa takımı ile Kemal Beyefendi takımının müsabakadan evvel aldırdıkları fotoğraf. (Beyazlılar Kazım Paşa takımıdır)

  • Canlı Yapraklar – V

    Canlı Yapraklar – V

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – V” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – V

    Bir resim ki o devri yaşayanları hiç şüphesiz vecde getirecektir. Tam 40 sene evvelki Fenerbahçe – Anadolu takımlarını 14 Şubat 1914’te, tarih boyunca aralarındaki ilk lig maçına başlamadan bir kaç dakika önce, bir arada gösteriyor.

    O çok sevimli, ananevi dilimli formalarıyla o yılların namdar şampiyonları Fenerbahçelileri acaba tanıdınız mı? Bakınız; o levent gibi vücut ve vakur tavırlarıyla şanlı ocaklarına liyakatlerini resimde nasıl haykırıyorlar!

    Yarım asırlık tarihinin bütün ömrü boyunca Türk sporuna şan üstüne şan katmış Asil Fenerbahçe yuvasının bu ilk fedakâr neslini her Türk sporseveri tanımalı ve bilmelidir, deriz… Fakat heyhat! Maalesef, biliyoruz ki, değil hepsini, fakat bir kaçını bile tanıyanımız bugün pek azdır! İşte, sağdan itibaren, isimleri:

    Santrhaf meşhur Çerkes Sabri (merhum), Anadolulu arkadaşiyle omuz omuza vermiş sol açık Doktor Refik (halen general), pala bıyıklı, aslan yapılı delikanlı muavin İzzi (merhum), boynunda beyaz atkısiyle yağız, sırım gibi genç meşhur müdafi mühendis Arif (şehit), Nasuhi Baydar, otomobil Nuri (merhum), Şamo Mehmet Reşat (Pekelman), devrin ikinci takım kaptanı meşhur Demir Ethem (Bellisan, halen mütekait albay) ve o gün kaleci oynıyan ikinci takım müdafilerinden K. Boris. Yerde oturan takım kaptanı ve müdafi meşhur Galip Kulaksızoğlu (merhum), diz çökmüş olan ise muavin Süreyya (merhum)dur.

    Evet; bugün (6) si, nur içinde yatsınlar, toprağa mevdu bir Fenerbahçe (11) i ki zamanlarında, yerli ve yabancı türlü rakipler karşısında 1911 den 1916 ya kadar, İstanbul şampiyonluklarını üst üste kazanmak başarısını göstermişti.

    Fesli zata gelince; biliyoruz ki onu da pek tanıyamadınız! Bu da o günleri takiben Amerika’ya giden ve Michigan’da yıllarca (Çanakkale fırtınası) adiyle nam salan o devrin Fenerbahçe hücum hattından Hasan Kâmil Sporel (halen Sokoni Vakum Ankara müdürü)dür ki 9 sene sonra, 1923 te Romanya’ya karşı çıkan ilk milli takımımızın sağ müdafi ve takım kaptanlığını yapmıştır.

    Ya o devrin çok çetin ve kuvvetli takımı ve bu maçın 51 mağlupları Anadoluluları tanıdınız mı? Eğer hiçbirini de tanıyamadınızsa ayıp ettiniz doğrusu! Biz, size, hepsine bedel ikisini, iki kardeşi tanıtmakla iktifa edelim:

    Sol başta, Ünyon Kulübün emektar kale direğinin dibinde kollarını arkaya salıvermiş, pala bıyıklı levent genç meşhur Burhan Felek’tir. Yaşını açıkladığımız için üstad affetsin! Oturanlardan sağdan ikinci genç ise üstadın biraderi diş tabibi Hüdai’dir ki, 1922 de pek genç yaşta, maalesef, hayata veda etmiştir…

    (Gelecek resim ve yazı Türk futbolündeki (ezeli rekabet)in müstesna bir hâtırasıdır: Fenerbahçe, 41 sene evvel Galatasarayı ilk defa yendiği maçtan bir kaç dakika önce (ezeli rakibi) ile bir arada…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 24 Nisan 1954 – Akşam Gazetesi

  • Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Burhan Felek’in Futbol Hatıraları

    Merhum Burhan Felek, Milliyet gazetesinde “Yaşadığımız Günler” başlığı altında anılarını yazmıştı. Bunlardan biri olan “Burhan Felek’in Futbol Hatıraları” sadece kendi kulübü Anadolu için değil, Fenerbahçe için de önemli detayları haiz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spora Nasıl Başladım?

    Üsküdar’da İhsaniye mahallesi doğduğum, büyüdüğüm bir mahalledir. Havalar İhsaniye yamacının derece derece yükselişine göre yumuşaktan serte kadar giden bir gam gösterir. Biz Sultaniye sokağında hem poyraza hem lodosa bakan sırttayız.

    İhsaniye mahallesi bir bakıma Üsküdar’ın bir sınır mahallesi idi. Gerçi daha doğusunda Selimiye vardı ama burası da Üçüncü Selim’in planını Fransız mühendislere yaptırdığı ve daha ziyade Selimiye kışlasındaki zabitlerin ailelerini barındırmak için tasarladığı bir lojman mahallesi idi.

    Kuzey tarafı ise Karacaahmet mezarlığı denilen büyük servi ormanıyla çevrilmiş olduğu için, İhsaniye mahallesi, Üsküdar’ın diğer mahallelerinden farklı ve oldukça tecrit edilmiş durumda idi. Ondan dolayı bu mahalle halkının diğerlerine göre gece veya tatil günü hayatı daha mahdut imkanlarla zor doldurulabilirdi.

    Aslına bakarsanız mahallenin bir tek kahvesi vardı: Çiçekçi kahvesi. Bir tek bakkalı vardı: Çiçekçi bakkalı…

    Birbirine ve denize paralel üç uzun ve genişçe sokağı vardı. Yukarıdan denize doğru da üç yokuş inerdi. Bunların üst sokağının adı Sultaniye, ikinci sokağının adı Aziziye, alt sokağındakini hatırlamıyorum, galiba alt sokak idi.

    Birim evin hemen karşısından alt sokağa inen yokuştan Selimiye caddesine çıkan daracık ve ancak 100 metre kadar uzun bir sokak vardı. Burada Mısır çarşılı Sadık Bey, Müftü Şamlı Ahmet Efendi (kendisinden hukuk imtihanına hazırlanmak için Arapça ve vakit geçirmek için satranç öğrenmiştim), daha ileride pek güzel bir kızı ve torunları olan Mabeynci Mahir Bey otururdu. Bu küçük sokağın adı “Çiçekçi Sokağı” idi. Yani mahalle bakkalı ve mahalle kahvesi adlarını bu sokaktan almışlardı.

    Bunun sebebini bir türlü anlayamamışımdır. Evvela bu “Çiçekçi” lafı nereden geliyordu. Çünkü, gerek bakkal, gerekse kahve zamanının isim yapmış dükkanlarından idi. O devirde bazı dükkanlar bilinmeyen sebeplerle ün salmış ve halkça yeri dahi bilinmeden ismi şöhret bulmuş yerlerdi. “Çiçekli Bakkal” da (Sinekli Bakkal gibi) bunlardan biriydi. Çiçekçi Kahvesi de öyle! Bunların ne büyüğünün ne küçüğünün sattığı mal bakımından hiçbir fevkaladeliği yoktu.

    Bütün bu tafsilatı verişimin sebebi İhsaniye mahallesinde 14-15 yaşında bir çocuğun vakit geçirmek için gidebileceği bir yer olmadığını anlatmaktır. Onun için babam beni Çiçekçi kahvesine götürürdü.

    Çiçekçi kahvesi bizim eve pek yakın da değildi. En azından 100-150 metre yürümek lazımdı. Ama kahvenin hemen civarındaki evlerde oturan mahalleli erkekler boş zamanlarını hemen hemen kahvede geçirirlerdi. Bunlardan biri de sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Serasker kapusu ketebesinden Ziya Bey’di. Bu Ziya Bey kısa boylu, çabuk konuşur bir adamdı. Ziya Bey kahveye başında kalıplı bir fes, sırtında entari ve üstünde hafif bir cübbe veya ince abamsı bir şey ve ayağında potin kundura ile gelirdi. Merhum şair Talat Bey ve arkadaşları Ziya Bey’e (arkasından) “Apitintoni” adını takmışlardı.

    Bütün bunları size zamanın mahalle hayatını gözünüzün önünde mümkün olduğu kadar iyi canlandırabilmek için yazıyorum.

    Evet, Ziya Bey bir gün kahve halkına daha doğrusu bize bir haber verdi:

    “Aman efendim, Kuşdili çayırında İngilizler bir top oyunu oynuyorlar, görülecek şey! Bir Pazar gidip görelim…”

    Bu Ziya Bey’in babası kimdi, bilmem. Yalnız annesi mahallece sesi kısık Şadiye Hanım ismiyle anılan, oldukça tanınmış bir hanımdı. Karşılarında Abdi Bey’ler otururdu. Bu Abdi Bey’ler de Serasker Kapusu “Harbiye Nezareti” memurlarından idi. Kahvenin hemen ensesine düşen bir de çiçek bahçesi olan ve çiçekçilikle para kazanan Esvapçıbaşı zade Behçet Bey vardı. Mahallenin Selimiye kıyısında ise Kağıtçıbaşıların Hacı Raşit Bey ile damadı Selahattin Bey otururdu.

    Bir de “Birdirbir” dediğimiz beli bükük birinin üstünden atlamak oyunu vardı. Bunların az çok sportif kıymeti olduğu inkar edilemez. Bu arada birkaç kişinin üstünden atlamadan ibaret “uzun eşek” ismindeki oyun zorluğu bakımından her zaman oynanmazdı. Ne kalıyordu? Kaydırak. Muayyen bir hedefe yassı bir taşla vurmak…

    E… Bunlar 15 yaşından sonraki gençliği pek tatmin edecek şeyler değildi. Onun için o devirlerdeki gençlik oyunsuzluk yüzünden karakter ve meyline, ailesinin kendine karşı olan kaydlanma derecesine göre kahve peykelerine, tulumbacı koğuşlarına veya meyhane köşelerine düşer, yahut eve kapanıp abdallaşırdı. Çiçekçi kahvesinde konuşan sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Apitintoni Ziya Bey beni bu akıbetten kurtardı.

    Haberi aldığımızın ertesi Pazarı babamla beraber Kuşdili’ne gittik ki bir kıyamet! Yani o zamana göre birkaç bin kişi var…

    Kuşdili çayırı (adı üstünde) açık bir çayırdı. Ne duhuliye var, ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiştir.

    İlk oyun Moda kulübü ile Kadıköy kulübü arasında imiş. Modalılar içinde sonradan Fenerbahçe kulübünde şöhret bulan Bahriyeli Fuat Bey vardı. Fuat Bey galiba sol açık oynardı. Sahanın dört bir tarafını halk sarmıştı. Daha iyi seyretmek için açık fayton arabası tutup üstünde oyun seyredenler de vardı. Bu futbolu ilk görüşümdür. Tarihi 1906’ya düşer. O günden bugüne futbol ve onun bahanesiyle spora ömrümün 66 yılını verdim.

    1907’de Üsküdar’da bir kısım gençler, Nafia Nezareti ketebesinden Şucauddin Bey adından oldukça müstebit birinin başkanlığı altında hala üçüncü kümede oynayan Anadolu kulübünü kurduk. Kurucular arasında Kaptan Paşa camii imamı huzur hocalarından ve sonradan Sinop sürgünlerinden meşhur Hafız Nazif Efendi’nin oğulları Hafız Nasuhi, Hafiz Macit, onların akrabalarından Telgrafçı Atıf, Rıza Suneri Sadullah, Selahattin, daha hatırlayamadığım kimseler vardı

    Ne var ki biz yani Türkler uzun müddet Pazar günleri oynayan Kadıköy, Moda, Barham, Strugglers (İngiliz sefareti gemisi mürettebatı) takımlarının kurdukları Pazar Ligi’ne giremedik. Ama Galatasaray ve Fenerbahçe ile Progre (daha sonraki Altınordu) takımı girdi. Zaten biz Pazarları oyun oynayamazdık. Memleketin resmi tatili Cuma günü idi.

    Oyunlarımızı ekseri tek kale halinde İbrahim Ağa çayırında yapardık. Bir gece bizim evdeki toplantıyı polis bastı. Durumumuzu anlattık. Hemen cemiyetler kanununa göre kendimizi “nizami”leştirmemizi emrettiler. 1907’de kurulmuş olan “Anadolu” kulübü resmi tescil tarihi olan 1908’de kurulmuş göründü.

    Bir müddet sonra bizim gibi semtlerdeki bazı Türk takımlarını bir araya getirip Cuma Ligi’ni kurduk. Bu ligde ilk önce sekiz takım vardı. Bazılarını hatırlarım: Anadolu, Süleymaniye, İdman Yurdu, Şehremini, Türkgücü, Vefa gibi.

    1914 Harbi’nden sonra Cuma Ligi ve Pazar Ligi birleşti ve birinci, ikinci futbol ligleri kuruldu. Bunların hepsi amatördü. Bu ligde de Fenerbahçe ve Galatasaray hep başta gitti.

    Kabul etmek lazımdır ki Pazar Ligi bizden kuvvetli idi. Anadolu kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşti. Sait Selahattin falan o sıralarda takıma yeni giriyorlardı. Sonra tekrar ayrıldım.

    Ben takımda yer almak suretiyle futbola 17 yaşında başladım. Sol haf oynadım. 29 yaşımda 12 sene oyundan sonra kestim. İyi bir oyuncu olamadım ama Anadolu kulübünün kuruluşundan itibaren idarecilikte vazife aldım.

    1918 yıllarında kulübün reisi idim. Sonradan işlerimizle kulübün işlerini telif etmek mümkün olamadı. 1923’de Ali Sami, Yusuf Ziya merhumlarla Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı kurduk. Bu Türkiye’nin ilk amatör ve esaslı spor kuruluşudur.

    1906 tarihlerinde Çiçekçi kahvesinde sesi kısık Şadiye Hanım’ın oğlu Ziya Bey’in teşvikiyle bende başlayan spor merakı bugün Türkiye Olimpiyat Komitesi Başkanlığını yüklenmeye ve ona gelinceye kadar ne tehlikeli ve pürüzlü işlere, mihnetlere katlanmaya yetti de arttı bile…

    Çünkü 66 yıllık spor hayatımızın süt limanlık geçmediğini söylemem lazım. Az kalsın unutuyordum. Gene bu merak saikasiyle 1908 tarihinde Üsküdar’da “Futbol” adında bir spor mecmuası çıkardıktı. Dört nüsha yayınlanabildi. Paramız bitti, kapadık. Bu Türkiye’de çıkan ilk spor mecmuasıdır.

    Burhan Felek

  • Üsküdar’a Gazel

    Üsküdar’a Gazel

    Twitter’da Fenerbahçe’nin 1900’lerin sonunda yaşadığı (ve Ayetullah Bey tarafından yok olmaktan kurtarıldığı) meşhur birleşme toplantısı hakkında sayın Mehmet Doğan ve sayın Ata Gülercan ile biraz hasbıhal edince Burhan Felek’in “Üsküdar’a Gazel” isimli yazı dizisi aklımıza geldi.

    Merhum Burhan Felek, her ne kadar Fenerbahçe’yi pek sevmese bile, kendisinin “gücü inkar edilemez” kaleminden faydalanmamak doğru olmaz. Bazı tarihsel yanlışları olduğunu gözden kaçırmadan… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üsküdar’a Gazel

    Anadolu Kulübü, Üsküdar’da kurulmuş bir kulüptü. Ne yeri vardı, ne yurdu. Oyuncuları ve kurucuları Üsküdar’ın iskele civarı olan Rumî Mehmet Paşa Mahallesi’nden Kaptan Paşa ve îhsaniye Mahallesine kadar dağılmış olduğundan maça giderken — tabii yaya olarak— birbirimizi toplayarak giderdik. Takımın formda ve kunduralarım güçlükle tedarik ettik. Kulüp, dediğim gibi 1907’de kuruldu. Kulübe ait işleri görüşmek için bizim îhsaniye’deki evimizin selâmlık kısmında toplanırdık. Kulübün Üsküdar’da idman yapacak sahası yoktu. Onun için Haydarpaşa Çayırının alt kısmında o devirde “Ayrılık Çeşmesi” denilen ve sefere giden orduların İstanbul’dan ayrıldığı yer olarak tanınan yerdeki çayırda idman yapardık. Burada bir Rum kahveci vardı. Bize soğuk havalarda çay hazırlardı.

    Anadolu Kulübü’nün Üsküdar’da o devirde büyük bir taraftar zümresi yoktu. Daha doğrusu, Üsküdar halkı o devirde futbol ve sporla ilgilenecek seviyede olmadığı gibi, saltanat devri de böyle kulüp ve toplantı hareketlerine karşı olduğundan bizim bazılarımızın aileleri değilse de, babalan bu işe karşı idiler. Meselâ takımın en faal oyuncularından olan merhum Hafız Nasuhi ve Hafız Macit adındaki oyuncular, isimleri de gösteriyor, hafız-ı Kur’an idiler. Babaları meşhur Huzur Hocalarından pek muhterem bir zat olan merhum Kaptan Paşa Camii imamı Hafız Nazif Efendi idi. Hafız Nazif Efendi bizim Üsküdar idadisinden hocamızdı. Tabiî böyle futbol falan gibi şeylere karşı idi.

    Bütün bunlara rağmen Üsküdarlı bu 10-15 genç kırdık, sardık, takıma Hereke fabrikasında ince yünden 12 adet yeşil fanila ördürdük ve göğüslerine evlerimizde annelerimize alâmet-i farikaları diktirdik. O devirde yerli futbol ayakkabısı yapılmazdı. İngiltere’den gelen 12 futbol ayakkabısını Beyker adındaki İngiliz mağazasından satın aldık ve bunları koymak için de bir bavul tedarik ettik. Bütün bu takımları o bavula koyardık ve arkadaşlardan daha ziyade kuvvetli olanlar nöbetleşe bu takımları bizim evden alıp sırtlarında maçların yapıldığı Papazın Çayırı veya Kuşdili Çayırına kadar götürürdük. Bu yolculuk ortalama bir buçuk saat sürerdi.

    “Hürriyet” adını verdiğimiz II. Meşrutiyetten [1908] bir yıl önce kurulmuş olan Anadolu Kulübü 1908’de kendini göstermeye ve maçlar yaparak adını duyurmaya muvaffak olmuştu. Ama hâlâ bir yeri yurdu yoktu. Meşrutiyetten hemen sonra, bir gece bizim evde toplanmıştık. Gece yarısından sonra dağılan arkadaşları civarda tertibat almış polisler birer birer yakalayıp karakola götürmüşler. Ben ertesi gün öğrendim. Toplantının mahiyetini sormuşlar. Onlar da Anadolu futbol kulübünün azası olduklarını ve kulüp işlerini görüştüklerini söylemişler. Onun üzerine bana polisten haber gönderdiler ve o âna kadar haberdar olmadığımız Cemiyetler Kanunu’na göre kulübün tescil edilmesini tavsiye ettiler. Biz de 1908 senesinde Anadolu Kulübü nizamnamesini hükümete verdik ve kulübü Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirdik. Bu sebeple kulübün hakikî kuruluş tarihi 1907 iken, bu tescil tarihinin resmî bir vesika olması sebebiyle 1908 senesi kurulmuş olması kabul edilmiştir.

    Anadolu Kulübü 1907’den 1914 tarihine kadar Türkiye’de bilhassa Kadıköy’de kurulmuş olan yabancı veya Galatasaray ve Fenerbahçe,sonradan adını“Altın- ordu” yapan Progre kulüpleri gibi Türk kulüplerinin oynadıkları ve futbolun asıl hareket sahası olan “Pazar Ligi”ne giremedik. Bütün bu kulüplerin büyük bir kısmı Moda ve Kadıköy, Ingilizlerin sefaret gemisi mürettebatının Bahran, Kadıköylü Rum ve Yunanlıların Helpus Stroglers gibi isimlerle kurdukları takımlar pazar günü oynarlardı. O devirde bütün bankalar ve İktisadî, ticarî teşekküller gayrimüslimlerin elinde olduğundan pazar günleri âdeta resmî tatil gibiydi. Biz ise maçlarımızı cuma günleri yapardık.

    1908 civarlarında Anadolu Kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldı idi. Bu işi ne suretle tanıdığımı hatırlamadığım Fenerbahçe ve Moda kulüpleri başkanlıklarında bulunmuş ve geçen sene bir göz ameliyatı için gittiği Ankara’da oranın basıncına dayanamayarak hayata gözlerini yummuş olan pek aziz dostum ve yaşıtım Tevfik Taşçı Bey’in delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü gencin cemiyet ve toplumdaki vazife ve telakkileri birbirinden ayrı idi. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık.

    Anadolu Kulübü bir mahalle takımından, hâlâ kullanılan deyimle federe bir kulüp oldu. Lâkin hâlâ resmî idare merkezi bizim ev olarak görünüyordu. Gerçekten de paramız olmadığı gibi, ailelerimiz arasında veya kulübü himaye edenler meyanında zengin kişiler de yoktu. Fakir bir kulüpçülüğün ne demek olduğunu siz bana sorun! Anadolu Kulübü II. Meşrutiyetten sonra tescilli bir kulüp olarak gelişirken, İstanbul’un başka semtlerinde de başka Türk kulüpleri teşekkül etti. Aklımda kaldığına göre bunların sayısı sekizdi. Adlarım yazmaya çalışacağım. Anadolu, Nişantaşı, Hilâl [İstanbul Göztepe’sinde], Şehremini, Karagümrük, Beşiktaş (?), Beykoz, Anadolu Hisarı… Bir tane fazla geldi. Hangisi hatırlamıyorum. Bu kulüpler o devirde “Cuma Ligi”ni kurdular ve muntazam bir fikstürle maç yapmaya başladılar. Maçlarımız cuma günleri yapıldığı için yabancıların pazar maçlarım yaptığı sahalardan muayyen şartlar altında biz de istifade etmeye başladık.

    Burhan Felek

  • 1915 Şilt Olayı I – Neden?

    1915 Şilt Olayı I – Neden?

    Tarih yazımında, anlatılan dönemin kaynaklarını aktarırken onları kırpmak ya da sansürlemek, anlaşılabilir bir şey değil. Tabii insanlık halidir, unutulur, gözden kaçırılır, yanlış okunur, bunlar başka şey… Mamafih “Neden?” diye sorduran örnekler de karşımıza çıkıyor.

    Mesela sayın Mehmet Yüce’nin “Osmanlı Melekleri” isimli kitabının ilk baskısında, 281. sayfada yer alan haberin (*) tam metninde “üç sene İstanbul şampiyonluğunu ihraz eden Fenerbahçe” denirken, kitapta yer alan çeviride neden sadece “Fenerbahçe” yazıldığını merak etmemek mümkün değil.

    Yukarıda ilgili gazete kupürünü, aşağıda ise önce bizim çevirimizi, daha sonra da Osmanlı Melekleri kitabındaki yazıyı göreceksiniz.

    Sitemizi açarken Fenerbahçe tarihi araştırmalarında yoğunlaşacağımız en önemli parçaları “Kuruluş/İşgal Seneleri” ve “1959 öncesi Şampiyonluklar” olarak belirlemiştik. Bu doğrultuda, tarihin (hatta sadece Fenerbahçe özelinde değil, genel olarak bütün bir geçmişin) yanlış veya eksilterek yazılmasına müsaade edemeyeceğimizi ve bu tip yanlışları bir “reddiye” kapsamında toplayacağımızı belirtmek istiyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Orijinal Gazete Metni

    Futbol Müsabakaları / 331-332 Senesi

    Futbol mevsimi hulul etmesine mebni Teşrinievvel’den itibaren birlik müsabakalarına başlanacaktır. İdman kulübü müntesibi gençlerden ekserisi asker olduğundan yerleri yeni yetişenlerle doldurulacaktır. Bu cihetle timler kısmen ve hemen ekserisi değişmiş olacağı için her bir kulübün yeni yetiştirdiği gençlerin idman hayatında göstereceği kabiliyet nokta-i nazarından, futbol müsabakaları bu sene başka bir kıymeti haiz olacaktır. Hal-i harpte olmamızla beraber yine mevsiminde müsabakalar tertibi ve şu suretle şehrimizde idman hayatına germi verilmesi hakikaten şayan-ı takdirdir. Mesmuatımıza nazaran bu sene İstanbul futbol birinci birliğinde üç sene İstanbul şampiyonluğunu ihraz eden Fenerbahçe kulübüyle Galatasaray, Anadolu, Altınordu, İdman Yurdu, Süleymaniye kulüpleri bulunacaktır.


    Osmanlı Melekleri – 1. Baskı – Sayfa 281

    Futbol Müsabakaları 331-332 Senesi

    Futbol mevsimi hulûl etmesine (gelip çatmasına) mebni (dayanan) Teşrin-i evvel’den itibaren birlik müsabakalarına başlanacaktır. İdman kulübü mensubu gençlerden ekserisi asker olduğundan yerleri yeni yetişenlerle doldurulacaktır. Bu cihetle timler kısmen ve hemen ekserisi değişmiş olacağı için her bir kulübün yeni yetiştirdiği gençlerin idman hayatına göstereceği faaliyet-i nokta-ı nazarından, futbol müsabakaları bu sene başka bir kıymeti haiz olacaktır. Hal-i harbde olmamızla beraber yine mevsiminde müsabakaların tertibi ve şu suretle şehrimizde idman hayatına germi verilmesi hakikaten şayan-ı takdirdir. Malumatımıza nazaran bu sene İstanbul futbol birinciliğinde Fenerbahçe, Galatasaray, Anadolu, Altınordu, İdman Yurdu, Süleymaniye kulüpleri bulunacaktır.


    (*) İkdam Gazetesi – 9 Ekim 1915

  • 1912 Yılında İstanbul Futbolu

    1912 Yılında İstanbul Futbolu

    Türk futbolunun ilk yıllarına dair kitaplar raflarda gözükmeye devam ederken, dönem gazetelerini kaynak olarak kullanan “özenli” yayınların hâlâ çok az olduğunu görüyoruz. Yazdığı kitabı anlatırken “… bütün külliyatı taradım. Futbolla ilgili Osmanlı’da ne çıktıysa okudum” diyerek, yüksekten uçan yazarlar var. Ama aynı yazarların kitaplara koyduğu gazete kupürlerinde -“İstanbul Şampiyonu Fenerbahçe” tabirini metinden atmak gibi- keyfi temizlikler (!) yaptığı veya önceki kitaplarda yapılan hataları (başka araştırmacılardan intihal yaparak) sonradan ortadan kaldırdıkları göze çarpıyor. Yakın gelecekte bunlarla ilgili detaylı raporlar hazırlanacaktır ümidini sürdürürken, biz Fenerbahçe’nin ilk şampiyonluk kupasını kazandığı 1912 yılında İstanbul futbolu gazetelerde nasıl yer almış, ona bakalım istedik.

    Gerçi fazla bir detay yok… Dönemin Tanin gazetesinde, sadece Cuma ve Pazar liglerinin sıralaması verilmiş ama yazının diğer bölümleri de oldukça ilginç. Türkiye’de futbolun yaygınlaşmasına nasıl bakıldığını okurken sık sık tebessüm edeceksiniz.

    Unutmadan… İki önemli husus var…

    Birincisi, 1912’de İstanbul’da bir Cuma Ligi düzenleniyor olması. Malumunuz, bütün külliyatı tarayanlar (!) her nasılsa bunu gözden kaçırmışlar ve tarihi bambaşka bir şekilde yazmışlardı.

    İkincisi de Korintiya isimli bir kulübün varlığı… Aşağıdaki ilk kupürde bahsi geçen Korintiya ismine, o tarihten bir buçuk sene sonra, yine aynı gazetede, bu defa başka bir kupürde rastlanıyor ve Rumblers’ı oluşturan takımlardan biri olduğu yazılıyordu. Umuyoruz ki ileride karşımıza daha fazla detay çıkar.

    Gazetelerin tarihlerini bilerek yazmadık. Yine malum, bu tip bilgilerin “yürüme” ihtimali var. Ne de olsa arşivler halka açık; “yürüten yazarlar” arayıp bularak yeni kitaplarında düzeltme olarak yayınlayabilirler. Bulamazlarsa bizim kitabı beklesinler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanin Gazetesinden

    Bütün şarka çökmüş olan bir hastalık vardır : Bataet

    Garp, bütün alem-i medeniyet baş döndürücü bir sürat, şayan-ı hayret bir intizam mihengi ile koşar ve çalışırken bizim vücutlarımız, sanki kımıldadıkça incinecekmiş gibi, hareketten korkar, kaçar. Bunun sebebi nedir? Şüphesiz ki “spor” denilen eğlencelere ehemmiyet vermemektir. At koşuları, velospit müsabakaları, otomobil yarışları bir milli hareket ve faaliyete, gayrete, saiye sevk eden avamilin en mühimlerinden birini teşkil eder. Avrupa’da spora ve bu meyanda “futbol” ve patinaj gibi meraklı ve nafi eğlencelere gayet büyük ehemmiyetler verilir. Bunlar için kulüpler, cemiyetler teşkil edilir, gayet mühim müsabakalar tertip olunur, gazeteler bunları pek büyük bir dikkatle takip ederler. Milletler arasında müsabakalar yapılır. Sporda ve bilhassa futbolda en ileri gidenler İngilizler, en geride kalanlar da Fransızlardır. Salim bir vücutta, salim bir fikir kaidesinin bilhassa asrımızda kesb-i ehemmiyet ettiği için hiçbir millet spora lakayd kalamaz; Fransa da son seneler zarfında bütün gayretini bu tarafa tevcih etmişti. Son spor mevsimi Fransa’da birçok mühim müsabakalarla geçti. Fransızlar İngilizler arasında futbol müsabakaları tertip edildi. Fransa’da spora karşı günden güne bir merak uyandı.

    Halbuki bizler entarimizi giyerek evlerde oturmayı pek seven şarklılar, yakın zamana kadar bu gibi pek nafi eğlencelere lakayd kalıyorduk. Şayan-ı memnuniyettir ki son birkaç sene zarfında bilhassa Türk gençleri spora ehemmiyet vermeye başlamışlardır. Yarın için zinde, kavi, faal bir gençlik yetiştirmekte ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu bilenler bundan pek ziyade memnun olacaklardır.

    Haber aldığımıza göre alelade Eylül ile Nisan arasını işgal eden futbol mevsiminde bu sene icra edilen müsabakalara iştirak etmiş olan muhtelif futbol kulüplerinden Cuma ve Pazar günleri oynamak üzere ayrılan iki heyetin müsabakalarının neticesi bervech-i atidir :

    Cuma Günleri Oynayanlar

    1. Anadolu Kulübü – 12 puan kazanmıştır.
    2. Üsküdar İdadisi – 10 puan kazanmıştır.
    3. Mercan İdadisi – 9 puan pazanmıştır.
    4. Şark Kulübü – 8 puan kazanmıştır.
    5. Şehremini Kulübü – 5 puan kazanmıştır.
    6. Vefa İdadisi Kulübü – 2 puan kazanmıştır.
    7. Kabataş Kulübü – 1 puan kazanmıştır.

    Bu Cuma günü oynayanlar meyanına dahil olan Ticaret-i Bahriye Kulübü muhalif nizam-ı hareket ettiğinden bu listeye dahil değildir. Görülüyor ki bu liste Cuma günü oynayanlardan mürekkep olduğu için hemen hemen münhasıran Türklerden mürekkeptir. En başta birinciliği ihraz eden Anadolu Kulübü ise kamilen Türklerden ibarettir. Binaenaleyh futbol müsabakalarının Türkler arasında da müzahir-i rağbet olduğunu görerek memnun olmak icap eder. Pazar günleri oynayanların ihraz ettikleri sıra ise bervech-i atidir :

    Pazar Günleri Oynayanlar

    (İstanbul Şampiyonu) Birinci : Fenerbahçe Kulübü

    İkinci : Strugglers Kulübü

    Üçüncü : Kadıköy Kulübü

    Dördüncü : Korintiya Kulübü

    Cuma günü oynayanlar arasında birinciliği ihraz eden Anadolu Kulübü “Union Kulübü” tarafından mev’ud “şampiyona”yı ahz eylemiştir.

    Geçen futbol mevsimine ait olan şu netayiç gösteriyor ki artık bizde de futbol gibi spor müsabakalarının kıymeti anlaşılmış, yavaş yavaş bu hususta çalışılmaya başlamıştır. Fakat koca İstanbul’da ve Memalik-i Osmaniye içinde müsabakaya girişmiş olduklarını gösterdiğimiz heveskaran miktarı o kadar azdır ki buna bakarak müsterih olamayız. Her tarafta sporun taammüm, müsabakaların tezyid ettiğini görmek en büyük emelimizdir. Bu memleketi kurtaracak şey bünyesi ve ruhu kavi bir gençlik kuvvetidir. Ruh okumakla, ta’biye de spor yapmakla kuvvetlenir. Bunları yapmadıkça istikbali taşımak hiçbir omuzun karı olmayacaktır.

    Tanin Gazetesi / 1912 / 1912 Yılında İstanbul Futbolu


    Tanin Gazetesinden

    Not : Dünkü Pazar günü Kadıköy’de (Union Club)da lig maçına ait (Rumblers) ve (Telefon) kulüpleri arasında bir müsabaka yapıldı. Oyun pek güzel oldu ve neticede herkesin ümidi hilafında, Rumblers bire mukabil iki gol ile Telefonculara galip geldi.

    Karilerimize başka bir nüshamızda (lig maçı) ait uzun malumat vereceğimizi vaat ile bu iki kulüp hakkında şimdi bazı şeyler söyleyelim.

    (Rumblers) : – Bu sene teşekkül etmiş bir kulüptür. Heyet esbak (Moda), sabık (Korintiya) ve (Kadıköy) azalarından mürekkeptir.

    (Telefon)un isminden dahi anlaşılacağı veçhile telefon hududunu tesis eylemek üzere şehrimizde bulunan zanaatkarlardan mürekkep bir İngiliz kulübüdür.

    Tanin Gazetesi / 1913 / 1912 Yılında İstanbul Futbolu

  • Fenerbahçe’nin Üçüncü Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin Üçüncü Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe, 25 Ekim 1936 tarihinde başlayıp 28 Şubat 1937’de biten İstanbul Ligi’ni 11 maçta 11 galibiyet ile sadece tek gol yiyerek şampiyon tamamladı. Böylelikle ilk defa düzenlenen Milli Küme maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, burada da 14 maçta 10 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet alarak üçüncü Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı ise 22 maçta attığı 19 gol ile Esat Kaner’di… Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin üçüncü Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul Ligi Maçları

    25.10.1936 / Fenerbahçe 8 – 0 Vefa

    08.11.1936 / Fenerbahçe 3 – 0 Eyüp

    15.11.1936 / Fenerbahçe 5 – 0 Beykoz

    22.11.1936 / Fenerbahçe 2 – 0 Beşiktaş

    29.11.1936 / Fenerbahçe 2 – 0 Süleymaniye

    20.12.1936 / Fenerbahçe 7 – 0 Hilal

    27.12.1936 / Fenerbahçe 2 – 0 İstanbulspor

    03.01.1937 / Fenerbahçe 1 – 0 Güneş

    07.02.1937 / Fenerbahçe 4 – 1 Galatasaray

    14.02.1937 / Fenerbahçe 10 – 0 Anadolu

    28.02.1937 / Fenerbahçe 3 – 0 Topkapı


    Milli Küme Maçları

    21.03.1937 / Fenerbahçe 1 – 2 Beşiktaş

    27.03.1937 / Ankaragücü 1 – 4 Fenerbahçe

    28.03.1937 / Gençlerbirliği 1 – 2 Fenerbahçe

    03.04.1937 / Fenerbahçe 1 – 0 Üçok

    18.04.1937 / Fenerbahçe 0 – 0 Galatasaray

    02.05.1937 / Fenerbahçe 2 – 1 Gençlerbirliği

    09.05.1937 / Fenerbahçe 6 – 0 Doğanspor

    15.05.1937 / Doğanspor 4 – 3 Fenerbahçe

    16.05.1937 / Üçok 3 – 3 Fenerbahçe

    30.05.1937 / Fenerbahçe 4 – 2 Güneş

    13.06.1937 / Fenerbahçe 2 – 0 Ankaragücü

    27.06.1937 / Fenerbahçe 2 – 1 Galatasaray

    04.07.1937 / Fenerbahçe 1 – 0 Beşiktaş

    11.07.1937 / Fenerbahçe 3 – 1 Güneş


    En Çok Forma Giyenler

    25 Maç : Mehmet Reşat Nayır, Yorgo Angelidis

    24 Maç : Fikret Arıcan, Naci Bastoncu

    22 Maç : Esat Kaner

    21 Maç : Hüsamettin Böke, Lebip Elmas

    19 Maç : Ali Rıza Tansı

    18 Maç : Niyazi Sel

    16 Maç : Yaşar Alpaslan

    11 Maç : Fazıl Arzık

    8 Maç : Şaban Topkanlı

    7 Maç : Bülent Büyükyüksel

    5 Maç : Orhan Canpolat

    4 Maç : Namık Erbay, Necdet Erdem

    1 Maç : Sedat Bayur


    En Çok Gol Atanlar

    19 Gol : Esat Kaner

    15 Gol : Ali Rıza Tansı

    14 Gol : Naci Bastoncu

    8 Gol : Bülent Büyükyüksel

    6 Gol : Niyazi Sel

    5 Gol : Fikret Arıcan, Namık Erbay

    3 Gol : Orhan Canpolat, Şaban Topkanlı

    1 Gol : Muzaffer Çizer, Yorgo Angelidis

    Fenerbahçe'nin Üçüncü Türkiye Şampiyonluğu
    Fenerbahçe’nin Üçüncü Türkiye Şampiyonluğu Kadrosu

    Fenerbahçe’nin 1. Türkiye Şampiyonluğu (1933)

    Fenerbahçe’nin 2. Türkiye Şampiyonluğu (1935)

  • Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Tam 86 yıl önce bugün, 1 Haziran 1934 tarihinde Kadıköy’de Fenerbahçe’nin 26. kuruluş yıldönümü törenleri yapıldı.

    Atatürk’ün kulübümüze bıraktığı ikinci güzel hatıra olan (bugün Fenerbahçe Müzesi’nin girişinde, hemen sağda duran) Gazi Büstü, stadımıza o gün konuldu.

    Yeni tribünlerin inşası bitmişti. Stadın kuzey yönündeki kalenin yanına 45 dakikalık büyük bir saat konmuş, onun da yanına skoru gösteren tabelalar yerleştirilmişti. Bunlardan başka sahaya radyo tesisatı da kurulmuştu.

    O gün Fenerbahçe Stadı’nda o güne kadar memlekette görülmeyen bir seyirci kitlesi toplanmıştı.

    Törenden önce Türk, Yunan ve Avusturyalı atletler arasında atletizm müsabakaları yapıldı. Asıl merasime ise saat 16:30’da başlandı. Önce Fenerbahçeli denizciler, atletler, tenisçiler, futbolcular ve voleybolcular bir geçit resmi yaptılar ve halkın alkışları arasında bütün tribünlerin önünden geçtikten sonra sahanın ortasında durdular.

    Bu sırada askeri bando İstiklal Marşı’nı çaldı ve Fenerbahçeli bir sporcu da Türk sancağını merasim direğine çekti. Marş bittikten sonra kapalı tribünleri önünde Gazi Hazretlerinin büstünün açılışı yapıldı. Kadıköy Kaymakamı kısa bir nutuk söyledikten sonra Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı eşliğinde ve halkın dakikalarca süren alkışıyla, büstün üzerindeki sarı-lacivert örtüyü açtı.

    Önce Fenerbahçe Kulübü adına bir konuşma yapıldı. Bunu Bolu Milletvekili (Atatürk’ün yaveri) Cevat Abbas Gürer’in nutku takip etti.

    Fenerbahçeli sporcular yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Türkün Ulu Gazisi,

    Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti kanımızla, canımızla koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu mertliğiyle senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz…”

    Bugünün başka bir önemi daha vardı… Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türkiye spor tarihinin en büyük golcüsü, futbolculuk yaşamına o gün noktayı koydu.

    Çocuk denecek yaşta, senelerce muhteşem bir ikili oluşturacağı Alaaddin Baydar ile birlikte Fenerbahçe’de oynamaya başlamış; Burhan Felek’in “Bunları buraya çelik çomak oynamaya mı getirdiniz?” diye aklınca alay ettiği maçta 7-0’lık Anadolu maçında tam 4 gol atarak gelecek yıllara vuracağı damgayı göstermişti.

    İşgal yıllarının muhteşem Fenerbahçesinin unutulmaz forvet hattı Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Sabih Arca ve Zeki Rıza Sporel’den oluşuyordu. Harington Kupası maçında İngiliz kalesine giren iki gol de onun eseriydi. Yıllar sonra başkanlığını da yapacağı Fenerbahçe’ye aktif futbol sahasında veda ettiği gün gazeteler onun için şunları yazıyordu.

    Dün, Türkiye’nin en kıymetli ve emektar bir futbolcusu, Zeki Rıza; son maçını yaptı ve faal futbol hayatına veda etti :

    Zeki, senelerce Fener takımında, kulübü’nün rengine şeref vermek için mânen, maddeten bütün varlığı ile çalışmış, takımının kaptanlığını ve baş kaptanlığını yapmış, memlekete yüzlerce kıymetli sporcu yetiştirmek de büyük âmil olmuştur.

    Milli takımın en eski oyuncusu ve kaptanı olan Zeki, Türk sporunun şerefi için senelerce uğraşmıştır. Yüzlerce gol atmıştır.

    Rubu asırlık spor hayatında Zeki’nin etrafındaki oyuncular belki yüzlerce defa değişmiş ve bizde en meşhur oyuncuların bile yıldızları hemen daima yedi sekiz seneden evvel söndüğü halde, Zeki’nin yıldızı rubu asırlık bir zamanda daima parlamıştır.

    Türkiye’nin en çok tanınmış bir sporcusu olan Zeki Rıza, en fazla sevilen sporcular arasına girmek bahtiyarlığını da kazanmıştır.

    Zeki, senelerce şereften şerefe koşturduğu takımında dün son oyununu oynarken, yalnız sarı-lacivertliler değil, bütün efkâr-ı umumiye, bu emektar Türk sporcusunun takdirle seyrediyor ve alkışlıyordu.

    Belki senelerce yeri doldurulamayacak olan Zeki’nin, faal spor hayatından uzaklaşmasından duyacağımız hüznü, ancak şimdiden sonra da kulübüne ve Türk sporuna manen yapacağı hizmetleri düşünerek hafifletmeye çalışmalıyız.

    Uzunluğu kadar da temiz bir spor hayatına malik bulunan Zeki Rıza, bütün Türk sporcularına numune olmaya bugün tam manası ile hak kazanmış bulunuyor.

    2 Haziran 1934 tarihli Haber gazetesinden

    Artık Fenerbahçe’de kaptanlık “Büyük” Fikret Arıcan’ındır…

    Fenerbahçe tarihinin en duygu dolu fotoğraflarından birini de sona bıraktık.

    Fenerbahçe’nin 1907’de kurulduğu ilk günlerden beri her şeyi olan Galip Kulaksızoğlu, kaptanlığı kendisinden devralan Zeki Rıza Sporel’in jübilesinde… İki büyük futbolcu, iki büyük başkan kucaklaşıyorlar. Arkada bekleyen diğer sporcuların yüzündeki saygı ifadesine bakar mısınız?

  • Fenerbahçe’nin Santrforu Yaşar Yalçınpınar

    Fenerbahçe’nin Santrforu Yaşar Yalçınpınar

    Bir tanesi de bizim sitemizde yayınlanan “Tarihte Bugün” sayfalarında, bazen sadece “Yaşar” olarak, bazen de soyadıyla “Yaşar Yalçınpınar” şeklinde rastlamışsınızdır ismine… O da hiç hak etmediği halde, unutulup gidenlerden biri… Daha doğrusu, Türk futbolunun 1959 öncesini silmek isteyenlerin unutmak istediklerinden biri… Fakat, hayır! Bizler onu ve arkadaşlarını unutturmayacağız.

    Yaşar Yalçınpınar’ın yeğeni, sayın Zafer Yalçınpınar, kendi sitesinde onun hakkında çok güzel bir metin kaleme almış. Biz müsaadesiyle yazıyı buraya da aldık. Fakat yazıya geçmeden önce bizim de birkaç katkımız olsun istedik.

    6 Haziran 1937 tarihinde Fenerbahçe Spor Kulübü, Kadıköy’de 29. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Sporcuların resmî geçidinden sonra, ilk olarak Fenerbahçe-Güneş tekaütleri maçı oynandı, sonra da Fenerbahçe birinci takımı Rapid Wien ile karşılaştı… Aynı saatlerde İstanbul’un Avrupa yakasında Taksim Stadı’nda ise Ankaragücü, Galatasaray ile maç yapıyordu. Yaşar Yalçınpınar’ın hat-trick yaptığı bu müsabaka için mikrofonlarımız Akşam gazetesinde…

    Bu hafta millî kümenin yegane maçı olan Galatasaray-Ankaragücü karşılaşması dün iki-üç bin seyirci önünde Taksim Stadı’nda oynandı.

    Galatasaray takımı şöyle idi:
    Sacid, Reşat, Lütfi, Ekrem, Hayrullah, Suavi, Necdet, Eşfak, Süleyman, Haşim, Bülent

    Ankaragücü de en kuvvetli şeklini muhafaza ediyordu.

    Dördüncü dakikada Ankaragücü sol açığı Hamdi’nin şandellediği topu karşılamak üzere çıkan Sacid, Galatasaray kalesini boş bıraktı ve top Güc’ün en tehlikeli muhacimi Yaşar’a geçince Lütfi de boş kaleye geçti. Yaşar topu kaleye gönderdi ve Lütfi eliyle tutmak mecburiyetinde kaldı. Bu suretle penaltıdan Ankaragücü ilk dakikalarda birinci golünü (Şükrü) yaptı.

    Bu devrede maç hemen hemen mütevazin oldu, fakat Galatasaray muhacimleri hayli beceriksizlikler yaparak mühim fırsatlar kaçırdılar. O kadar ki kırk dördüncü dakikada Ankaragücü aleyhine verilen penaltıyı bile gole çeviremediler. Devre 1-0 Ankaralılar lehine bitti.

    İkinci devre başında Güçlüler, Galatasaray’ın üstünlüğünü bertaraf etmeye muvaffak oldular. Galatasaray kalesinin üst üste tehlikeli ziyaretlerine maruz kaldığı görülüyordu. Nitekim Yaşar 17. ve 18. dakikalarda birbiri arkasına iki gol çıkararak takımını 3-0 galip vaziyete çıkardı.

    Galatasaraylıların artık muhakkak bir mağlubiyeti kabul edecekleri tahmin edilirken sarı kırmızılılar yeniden hücuma geçtiler ve 20. ve 21. dakikalarda iki gol çıkardılar.

    Maç en heyecanlı safhasına girmişti. Galatasaraylılar bir gol daha çıkararak beraberliği kurtarmak için çabalıyorlardı. Muhakkak bir galibiyeti tehlikeye düşüren Güçlüler de yeniden bir sayı çıkarmak için uğraşıyorlardı. Güçlüler bu mücadeleden galip çıktılar. Yaşar, 31. dakikada bir gol daha atarak kati şeklini verdi ve Güçlüler sahadan 4-2 Galip çıktılar.

    4 Nisan 1938 tarihli Haber gazetesinden

    Araştırmacı Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe formasını ilk kez 3 Nisan 1938 tarihinde oynanan İstanbul Şildi Çeyrek Final maçında giydi ve İstanbul’un sarı-lacivert formasıyla ilk golünü de yine bu maçta attı. Bu bilgiyi doğrulayan Eşref Şefik Bey, Tan gazetesindeki maç yazısına şöyle başlıyordu :

    İstanbul futbol ajanlığı tarafından tertip edilen şilt maçlarına, dün Fener Stadı’nda devam edildi ve hakem Adnan Akın’ın idaresinde Fenerbahçe ile Anadolu kulüpleri karşılaştılar.

    Fenerbahçe takımı Ankaragücü merkez muhacimi Yaşar’ı kadrosuna alarak şu şekilde çıkmıştı:

    Hüsamettin, Lebip, Fazıl, Reşat, Angelidis, Fikret, Naci, Ali Rıza, Yaşar, Bülent, Orhan

    1 Mayıs 1938 tarihli Ulus gazetesinden

    Fenerbahçe 1938’de Millî Küme’ye devam etmediği için bol bol özel maç yaptı.

    Bunlardan ikisi 30 Nisan ve 1 Mayıs tarihlerinde Ankara’da oynandı.

    İlkinde Fenerbahçe, Ankaragücü/Gençlerbirliği karmasını 3-2 yendi.

    İkincisi yine aynı iki takım arasında oynandı ve bu defa (Fenerbahçe ilk yarıyı 4-0 önde kapatmasına rağmen, herhalde biraz da rehavetle) 5-5 berabere bitti. Fenerbahçe’nin birinci ve üçüncü gollerini Yaşar Yalçınpınar attı. Ulus gazetesinin haberine bakılacak olursa, birinci gol Fikret Arıcan’ın pasıyla gelmiş; üçüncü gol ise 39. dakikada Yaşar’ın karışık bir vaziyetten istifade etmesiyle yapılmıştı.

    Tarihe not düşmek adına, bir parantez açıp bu iki maçta Fenerbahçe’de ve karma takımlarda oynayan futbolcuları yazalım…

    Fenerbahçe : Hüsamettin Böke, Necdet Erdem, Lebip Elmas, Yorgo Angelidis, Yaşar Alpaslan, Fazıl Arzık, Mehmet Reşat Nayır, Fikret Arıcan, Esat Kaner, Niyazi Sel, Ali Rıza Tansı, Yaşar Yalçınpınar, Naci Bostancı, Şaban Topkanlı, Orhan Canpolat

    Ankaragücü/Gençlerbirliği Karması : Rahim Kotan, Nuri Togay, Enver Erlat, Keşfi Tarlan, Nusret Göktuna, Semih Sözer, Abdül Küçüktaşkıner, Selim Baykurt, Ali Anul, Hasan Pulat, Fahri Akay, Ali Rıza Arda, Mustafa Yılmaz

    Yeni sezon geldi, çattı.

    Ve Fenerbahçe, 2 Ekim 1938’de 1938-1939 İstanbul Ligi’nin ilk maçına çıktı.

    Rakip Beşiktaş o sezon fırtına gibi esecek, 18 maçın sonunda hiç yenilmeden ve sadece üç kez berabere kalarak İstanbul Şampiyonu olacaktı.

    O Beşiktaş ilk yarıyı 2-0 önde kapattı ama Akşam gazetesinde maçı yazan Ulvi Yenal’a göre ikinci yarının 11. dakikasında Yaşar’ın yerden çektiği çok sıkı bir şut, güzel bir plonjon yapıp topa yetişen Beşiktaş kalecisi Mehmet Ali’yi geçip gol oldu. Üstüne bir gol de Fikret Arıcan atınca, maç 2-2 berabere sonuçlandı.

    30 Ocak 1939 tarihli İkdam gazetesinden

    Yaşar Yalçınpınar, bu tarihten sonra 25 Aralık 1938’e kadar oynamadı veya oynasa bile gol bulamadı.

    Fakat bundan sonra da üst üste tam altı İstanbul Ligi maçında bir oynadı, pir oynadı. 7 gün arayla, 6 maçta, tam 12 gol attı.

    25 Aralık 1938’de, 6-1 biten maçta Hilal’e 3 gol,
    1 Ocak 1939’da, 6-2 biten maçta Beykoz’a 2 gol,
    8 Ocak 1939’da 7-0 biten maçta Süleymaniye’ye 2 gol,
    15 Ocak 1939’da 8-1 biten maçta İstanbulspor’a 2 gol,
    22 Ocak 1939’da 8-0 biten maçta Topkapı’ya 2 gol,
    29 Ocak 1939’da 3-2 biten maçta Galatasaray’a 1 gol.

    Galatasaray maçındaki golü için sözü yine gazetelere bırakalım..

    Altıncı dakikada Ali Rıza topu uzaktan Galatasaray kalesine doğru ortaladı. Lütfi kale önüne düşen topu güzel bir degajmanla uzaklaştırdı. Top santraya doğru ilerlemiş olan Yaşar’ın önüne düştü. Yaşar’ın da Galatasaray kalesine kadar inen uzun bir şandelini görüyoruz. Osman kaleden çıkarak bu şandeli yumrukla uzaklaştırdı. Akını gayet iyi bir şekilde takip eden Mehmet Reşat topu havadan kalenin önüne doğru vurdu. Santrfor Yaşar yakaladığı topu yerden Galatasaray kalesine gönderdi. Lütfi ile Osman aynı zamanda plonjon yaptılar. Lütfi’nin hareketi kaleciyi şaşırttığı için Osman topu tutamadı. Yaşar’ın ikinci bir sol şutu yerden ağları buldu.

    Fenerbahçe, ligi Beşiktaş’ın arkasından ikinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonluğu maçları için Millî Küme’ye gitmeye hak kazandı.

    Evet, Fenerbahçe hak kazandı ve maçlara da (19 Mart’ta Vefa, 25 Mart’ta Ankaragücü ile karşılaşarak) başladı ama kulüpte ortalık karışıktı. Cumhuriyet gazetesinde durum şöyle özetleniyordu :

    1938 Millî Küme maçlarına katılmayan Fenerbahçe’de müessisler umumi heyeti bir toplantı yapmış ve Millî Küme talimatnamesinde kulüp idare heyetinin tadilini istediği noktalara hiçbir cevap verilmemiş olması dolayısıyla maçlara iştirak etmemeye karar vermişti. Fenerbahçe idare heyeti azasından bir zat da Müessesan heyetinin verdiği kararı Galatasaray kulübüne bildirmişti. Fakat Fenerbahçe’nin Müessesan ve idare heyetlerinin bu hususta vermiş oldukları kararı geç vakit protesto eden Fenerbahçe futbolcuları verilen bu kararı tanımayarak sahaya çıkmak arzusunu göstermişler ve soyunmuşlardır.

    Gazetelerde aynı anda Fenerbahçe Kulübü’nün ve futbolcuların tebliğleri yayınlandı.

    Kulüp idaresi, “Fenerbahçe Spor Kulübü’nün otuz bir sene gibi uzun bir spor hayatı devresinde tesadüf etmediği bir vaziyet karşısında kaldığı ve idare heyeti kararına muhalif olarak bazı oyuncuların isyankar hareketlerde bulunduklarını teessürle kaydetmekteyiz. Bu dakikada müşevvik ve muharrikler hakkında muktezi tahkikatın yapılmakta olduğu ve taayyün edecek vaziyete göre en şiddetli disiplin cezaları verilerek tatbikinin fevkalade olarak davet edilecek Müessisler heyetine bildirilmesi takarrür etmiştir” açıklamasını yaptı.

    Bazı futbolcular ise buna mukabil, “Biz sahada teşkilatın emrettiği oyunu oynamakla mükellefiz. Bu sene de geçen seferki gibi bir ihtilafa yol açmamak için bu fedakarlığı yaptık” diyorlardı.

    Neticede olan yine Fenerbahçe’ye oldu. Ligin ilk 7 maçında 6 galibiyet ve sadece 1 yenilgi alan Fenerbahçe, koskoca ikinci devrede tek bir maç bile kazanamadı ve 2 beraberlik, 5 yenilgi sonrası 1939 Millî Küme’sini 5. sırada bitirdi.

    Sezonun sonunda Galatasaray,1959 öncesindeki tek Türkiye şampiyonluğunu, oldukça tartışmalı (ve yarıda kaldığında geride oldukları) bir maçtan sonra Federasyon kararıyla kazanacaktı.

    Bu arada Yaşar Yalçınpınar da Mayıs ayından 1 Ekim 1939’daki İstanbul Ligi açılışına, Galatasaray maçına kadar forma giymedi.

    2 Ekim 1939 tarihli Akşam gazetesinden

    1939-1940 İstanbul Ligi’ni de Beşiktaş şampiyon, Fenerbahçe ikinci olarak bitirdiler.

    Yaşar Yalçınpınar ilk dört maçın üçünde, Topkapı’ya, Beşiktaş’a ve Süleymaniye’ye birer gol attı. Daha sonra Hilal ve Süleymaniye maçlarında bir kez daha fileleri havalandırırken gördüğümüz santrforumuz 14 Ocak 1940 – 25 Mayıs 1940 arasında iki özel maç haricinde suskunluğa büründü.

    Bu arada Yaşar Yalçınpınar, Fenerbahçe kariyeri boyunca Galatasaray’a attığı 4 golün ikisini 30 Ekim 1939 tarihli “Cumhuriyet Bayramı Kupası” maçında kaydetti ama maç pek de bayram havasında geçmediği gibi, üstüne bir de ikinci yarıda çıkan kavga yüzünden yarım kaldı.

    Cumhuriyet gazetesi maçtan sonra “Gençliğin spor yapmasını, seyircinin spor zevkini bu gibi müessif vak’alarla ihlale kimsenin hakkı yoktur. Otuz küsur seneden beri muhtelif vesilelerle namütenahi maçlar yapmış olan bu güzide iki kulübün maçı, iyi düşüncelerle tertip edilmiş, fakat tevil edilmez bir tatsızlık içinde yarım kalmıştır” yazdı.

    Aynı gün İstanbul Matbuat takımı da Fenerbahçe-Galatasaray tekaüt karmasıyla bir maç yapacaktı ama “iki eski kulübün on bir oyuncuyu toplayamamış olması sebebiyle” Matbuat takımı seremoni yaptı ve hükmen galip ilan edildi. Bunlar da böyle yıllardı işte…

    Nerede kalmıştık? 1940 Millî Küme… Evet…

    Türkiye Şampiyonluğu müsabakaları, 24 Mart 1940 tarihinde, Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 5-1 yendiği maçla sona eren İstanbul Ligi’nden sadece bir hafta sonra, 31 Mart 1940’da başladı.

    Takvimler 7 Temmuz 1940”ı gösterdiğindeyse, Fenerbahçe, Beşiktaş’ı yine 5 golle (bu sefer 2’ye karşı) yendi ve dördüncü kez Türkiye Şampiyonu oldu.

    Yaşar Yalçınpınar oynanan 14 maçın 9 tanesinde forma giyerken, rakip kalelere 4 gol bıraktı. Bunların ikisini Beşiktaş ile yapılan son maçta atarak şampiyonluğu perçinledi.

    21-22 Eylül 1940 tarihlerinde Fenerbahçe, Türkiye Futbol Şampiyonluğu finali için Ankara’ya gitti. Fakat aynı hafta sonu İstanbul’da da ligin açılış maçları oynanacak ve geçmiş yılların Türkiye Şampiyonluğu kupaları dağıtılacaktı.

    İstanbul Ligi’nin açılış maçını Beşiktaş ile yapacak olan Fenerbahçe “Ne yardan, ne serden” dedi ve (“Büyük” Fikret Arıcan, “Küçük” Fikret Kırcan ve Yaşar Yalçınpınar takviyeli kadrosuyla çıktığı maçta) Eskişehir Demirspor’la 0-0 berabere kaldı. Sonra adı geçen üç oyuncu İstanbul’a geri dönüp Beşiktaş maçına çıktılar.

    Fakat Fenerbahçe hem ikinci maçta Ankara’da Eskişehir’e 3-1 yenilip Türkiye Şampiyonluğu’ndan oldu, hem de İstanbul’da Beşiktaş’a yenilip lige dezavantajlı başladı.

    Eskişehir Demirspor, kaderin bir cilvesiyle şampiyonluk şildini Dışişleri Bakanı ve Fenerbahçe Başkanı Şükrü Saracoğlu’nun elinden alırken, Fenerbahçe de İstanbul’da 1937 ve 1940 Millî Küme şampiyonluklarının kupasını (İngiltere Kralı’nın Türkiye ziyaretinde Atatürk’e hediye edilen adeta sanat eseri gibi bir mükafatı) müzesine götürmek üzere törenle teslim alıyordu.

    Artık bu güzel hikayenin “bizim tarafımızdan” sonuna doğru geliyoruz…

    1940-1941 sezonu Fenerbahçe için şampiyonluklardan uzak geçti. İstanbul Ligi’ni yine Beşiktaş , bu sefer 18’de 18 yaparak kazanırken, hemen sonrasında Millî Küme’yi de birinci bitirdi ve Türkiye Şampiyonu oldu.

    Yaşar Yalçınpınar, İstanbul Ligi’nin ilk beş maçında forma giyip, sadece bir gol atabildi.

    Sonrasında 6 maç sahaya çıkmadı. Derken…

    Ligin ilk yarısında tek golü attığı Kasımpaşa karşısına bir çıktı, 1938’deki gibi pir çıktı.
    5 Ocak 1941’de, 4-0 biten maçta Kasımpaşa’ya 1 gol,
    12 Ocak 1941’de, 6-0 biten maçta Süleymaniye’ye 3 gol,
    26 Ocak 1941’de, 5-2 biten maçta Beyoğluspor’a 1 gol,
    2 Şubat 1941’de, 3-1 biten maçta Topkapı’ya 1 gol,
    9 Şubat 1941’de, 3-0 biten maçta Vefa’ya 1 gol,
    23 Şubat 1941’de, 4-1 biten maçta İstanbulspor’a 1 gol attı. Arada sadece Beşiktaş maçını boş geçmişti. 1940 İstanbul Ligi böylece bitti.

    Fakat Yaşar Yalçınpınar’ın Galatasaray’a atılacak bir golü daha vardı.

    9 Mart 1941 Pazar günü iki ezeli rakip Şeref Stadı’nda, Dörtler Kupası maçında karşı karşıya geldiler. Fenerbahçe, 80. dakikada “Küçük” Fikret Kıcan’ın ayağından bir gol bulup 1-0 öne geçti. Maç tam bitmek üzereyken, 90. dakikada Yaşar Yalçınpınar sol ayağıyla yerden sert bir şut çekti ve onun bu “son derbi golü” ile Fenerbahçe maçı 2-0 kazandı.

    1940-1941 Millî Küme Şampiyonası, Yaşar Yalçınpınar’ın Fenerbahçe’de forma giydiği son sezon oldu.

    18 maçın yalnızca 4 tanesinde oynayabildi.

    24 Mayıs 1941’de Fenerbahçe, bir sezon önce Türkiye Şampiyonluğu’nu kaybettiği Eskişehir Demirspor’u 3-1 yendi. O gün maçı stadyumda izleyenler Yaşar’ın Fenerbahçe için attığı son gole şahit olmuşlardı.

    7 Temmuz 1941 tarihinde gazetelerde Fenerbahçe’nin Maskespor’u 3-0 yendiği maçın kadrolarına bakanlar ise, Yaşar Yalçınpınar’ı son kez Fenerbahçe on birinde gördüler.

    1940 Türkiye Şampiyonluğumuzun mimarlarından Yaşar Yalçınpınar… Attığı gollerden sonra Fenerbahçe taraftarının yaptığı sevinç tezahüratları hâlâ evrenin bir yerlerinde yankılanıyor.

    Onu asla unutmayacağız. Umuyoruz ki kulübümüz de unutmaz.

    FenerbahceTarihi.org


    Söz Zafer Yalçınpınar Beyefendi’nin…

    Aslında, büyükamcam (babamın amcası) Yaşar Yalçınpınar’ın futbolculuk geçmişine ilişkin fazla bilgi sahibi değiliz. Büyükamcam, garip bir şekilde, 1933-1945 yılları arasında futbol oynadığı döneme ilişkin hiç konuşmazdı. Mizacı böyleydi. Televizyonda bir futbol maçı izlerken kendini kaybedip futbolcuların davranışları, skor ya da oyunun gidişatı üzerine bir şey söylediğini de hatırlamıyorum. Her zaman sessiz sessiz oturur, dikkatlice maçı izlerdi. Ben okuduğum lisenin basketbol takımı ile D.S.İ.’nin basketbol takımında oynarken, birkaç kez beni yanına çekerek “Antrenmanlar nasıl gidiyor?” diye sorması ve arada bir “İyi antrenman yapmalısın. Çünkü basketbol yorucu oyundur, futbol gibi değildir. Futbolda top sende değilken dinlenebilirsin ama basketbolda hiçbir zaman dinlenemezsin!” demesinin dışında spor ya da futbol hakkında bana bir şey söylediğini hatırlamıyorum. Bununla birlikte, 50’li yılların sonuna doğru futbolun endüstrileşerek değişmesini, büyükamcamın futbol geçmişini kayıt altına alacak (buna merak duyacak) bir evlâdının olmaması ile ailemin benden önceki kuşağının futbola ve tarihine yeterince ilgi duymamasını da büyükamcamın -özellikle futbol konusunda- takındığı içe dönük mizacın nedenleri olarak görebiliriz. Sonuçta, babamın büyükamcam hakkında aktardıkları dışında tutarlı bir bilgiye sahip değiliz.

    Büyükamcam 1914’te Kadıköy’ün Kuşdili semtinde doğuyor. Santrfor Yaşar Yalçınpınar, 30’lu yılların ortasında genç bir delikanlıyken Kuşdili semtindeki arkadaşlarıyla futbol oynamaya başlamış. Kuşdili’nde, sokakta, bir duvarın önünde sürekli olarak duvara topu göndererek sağ ayak sol ayak paslaşma çalışması yaparmış. Arkadaşlarının arasında çok azimli, hırslı, içine kapanık, ters ve inatçı biri olarak tanınırmış gençliğinde… 1936 öncesinde semt takımları arasında oynanan birçok özel maça katılmış. Büyükamcamın Moda, Üsküdar ve Kuşdili’nin yanı sıra Büyükada, Heybeliada, Kınalıada semti takımları için forma giydiğini ve birçok kez İstanbul Karması’nda yer aldığını da ancak eski fotoğraflardan öğrenebiliyoruz.

    Santrfor Yaşar, 1934-35’te büyükteyzem Meral ile tanışıyor ve evlenmeye karar veriyorlar. Büyükamcamın evlilikten önce askerlik ödevini tamamlaması gerekiyor. Askerliği Ankara’ya çıkıyor ve İmalat-ı Harbiye fabrikasında kasatura kalıp ustası olarak çalışıyor. Orada büyükamcamın futbola olan ilgisini, kabiliyetini farkediyorlar ve Ankaragücü takımına alıyorlar. Santrfor Yaşar, Ankaragücü’nde çok başarılı maçlar çıkarıyor; 1935-36 sezonunda Ankaragücü formasıyla Ankara Ligi şampiyonluğu yaşıyor. 3 Mayıs 1936’da Ankaragücü’nün Galatasaray’ı 3-2 mağlup ettiği maçta Ankaragücü’nün gollerinden birini büyükamcam atıyor.

    “Fenerbahçe Tarihi” adlı kapsamlı ve sıkı kitabın yazarı Dr. Rüştü Dağlaroğlu, büyükamcamın Fenerbahçe Spor Kulübü’ne Üsküdar’daki “Anadolu” kulübünden 1938 yılında transfer olduğunu not düşmüş. Ancak bizim bu konuda -ailece- bildiğimiz ise büyükamcamın Ankaragücü’nde oynarken, dönemin Fenerbahçe Başkanı Sn. Ali Muhittin Hacı Bekir tarafından kulübe transfer edildiğidir. Fenerbahçe’nin eski başkanlarından Sn. Faruk Ilgaz Bey ise büyükamcamın Kuşdili’nde tanınan ve kabiliyetli bir futbolcu olduğunu, Ankaragücü’nden önce de Fenerbahçe tarafından bilindiğini ve takip edildiğini ifade ediyor.

    Fenerbahçe Spor Kulübü müze müdürü Sn. Alp Bacıoğlu’yla birlikte kulübün kayıtlarına baktığımızda, büyükamcamın 1938-1941 yılları arasında toplamda 75 resmi ve özel maçta Fenerbahçe forması giydiği, toplamda da 60 golün sahibi olduğunu öğreniyoruz. 29 Ocak 1939 tarihinde Fenerbahçe Futbol Takımı, İstanbul Ligi maçında Fenerbahçe Stadı’nda Galatasaray’ı 3-2 mağlup ederken gollerin ikisini Yaşar Yalçınpınar ve birini de Esat Kaner atıyor. 30 Ekim 1939′da Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan Cumhuriyet Bayramı Kupası maçında, Fenerbahçe 1-0 gerideyken santrfor Yaşar Yalçınpınar üst üste iki gol atıyor ve skoru 2-1′e getiriyor. Bunun üzerine maçın 65. dakikasında olaylar ve arbede çıkıyor. Maç tatil ediliyor, Fenerbahçe kupayı hükmen kazanıyor!* 30 Ekim 1940’ta, Fenerbahçe Futbol takımı, Fenerbahçe Stadı’nda oynanan Vatan Kupası maçında Galatasaray ile 3-3 berabere kalırken Fenerbahçe’nin gollerini Esat Kaner, Melih Kotanca ve Yaşar Yalçınpınar atıyor. 1940 yılında Fenerbahçe formasıyla milli küme şampiyonluğu yaşıyor. Büyükamcam, en ünlü golünü Romanya’yla oynadığımız özel bir milli maçta atıyor: Milli takımımız 1-0 gerideyken 30-35 metreden çok sert bir şut, gol oluyor. Kaleci yerinden kıpırdayamıyor bile.

    Sn. Faruk Ilgaz Bey, 11 Şubat 2011 tarihli Fenerbahçe Gazetesi’nde dönemin futbolcularına ve futbol ruhuna ilişkin olarak şu satırları kaleme almış:

    “(…)Eski günlerde Fenerbahçe Stadı ilkel olduğu zamanda Kadıköy’deki futbola meraklı gençler mahalleler asındaki çeşitli arsalarda maçlar yapıyorlardı. O tarihlerde Kadıköy’ün muhtelif semtlerinden: Moda, Kuşdili, Bakla tarlası, Kızıltoprak, Erenköy, Bostancı, Hasanpaşa, İbrahimağa mahallelerindeki çayır ve arsalarda yetişen gençler çoğunlukla Fenerbahçe kulübüne giriyorlardı.
    Bu anlamda zaman içinde, Moda’dan; Esat Kaner, Kuşdili’nden; Yaşar Yalçınpınar, Bakla tarlası’ndan; Fikret ile Semih Arıcan ve Bülent Büyükyüksel, Erenköy’den; Fikret Kırcan, Erol Keskin ile Naim Şukal ve Hasanpaşa’dan; Halit Deringör, Müjdat Yetkiner, Sabri Kiraz ve Zeynel Üner temayüz ederek Fenerbahçe’ye gelmişler ve onun şampiyonluklarında emek vermişlerdi. (…)”

    Santrfor Yaşar Yalçınpınar’ın 1938’de ve sonrasındaki senelerde Fenerbahçe takımındaki en yakın arkadaşları şöyle: Esat Kaner, Taka Naci, Fikret Kırcan, (Çingene) Lebib Elmas, Zeynel Üner ve Müjdat Yetkiner… Esat Kaner’le, Zeynel Üner’le ve Lebib Elmas’la dostluğu çok daha derin, çok daha sıkı dostlar… Büyükamcam, Zeynel Üner’e “Zogo” diye hitap edermiş, arkadaşları arasında Zeynel Üner’in lakabı “Zogo”ymuş. Zogo Zeynel ava çıkmayı çok severmiş, birkaç kez amcamla birlikte ava çıkmışlar. Böylesi dostlukları ve yaşantıları incelediğimizde, günümüzdeki endüstrileşmiş futbol ile o dönemdeki semt futbolu ruhunun çok önemli bir karşıtlık oluşturduğunun farkına varmaktayız.

    1970’li yıllarda eşi Meral’in parkinson hastalığına yakalanmasının ardından büyükamcamın suskunluğunun arttığı ve yaşama sevincinin azaldığı da ailemiz arasında bilinmektedir. Büyükamcam santrfor Yaşar Yalçınpınar, hayatının son yıllarını Marmara Adası’ndaki yazlığımızda büyükteyzem Meral’le birlikte geçirdi. Büyükteyzem Meral 8 Aralık 1987’de, santrfor Yaşar ise 18 Ağustos 1998’de vefat etti. (Büyükamacam vefat ettiğinde Sn. Faruk Ilgaz Bey, Erenköy’deki evimize taziye ziyaretine gelmişti. 2009 yılında -Lefter heykelinin açılışında- Sn. Faruk Ilgaz Bey’le karşılaştık ve babamla birlikte elini öptük. Sn. Faruk Ilgaz Bey, bize, amcamı ve futbolculuğunu çok sevdiğini ifade etti.)

    Sonuçta, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1/1/1933 giriş tarihli ve 582 numaralı üyesi olan büyükamacam santrfor Yaşar Yalçınpınar hakkında bildiklerimiz -şimdilik- bu yazıda aktarmaya çalıştıklarımızdan ibarettir. Eminim ki Sn. Faruk Ilgaz ve Sn. Zeynel Üner, büyükamcamın futbol yaşantısı hakkında birçok şey biliyorlardır; çeşitli ayrıntılara, anılara, hikâyelere vâkıflardır.

    Bu yazıyı Sn. Zeynel Üner Bey’in Sn. Faruk Ilgaz Bey’e aktardığı ilginç bir anıyla bitirmek yerinde olacaktır:

    “Futbolcu arkadaşım Yaşar Yalçınpınar ve kız arkadaşlarımızla Belvü Gazinosu’nda oturuyorduk. Bir de baktık ki, o tarihte kulübümüz yönetim kurulunda vazife görmekte olan, sonradan Fenerbahçe Kulübü başkanı olacak Hacı Bekir Bey orada idi. Biz utanç ve şaşkınlık içinde iken, nur içinde yatsın, Hacı Bekir Bey bize bir garson ile zarf içinde 40 lira göndermişti.. Hesabı ödememiz için!..”

    Zafer Yalçınpınar

  • Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Bugün konuk bir yazarımız var. Türk sporunun hurafe, mugalata ve mübalağa dolu tarih yazımına “Belgeler konuşur” diyerek özgün ve tutarlı bir bakış açısı getiren Serhan Oytun Eroğlu, harf devriminden önceki kaynakları taramak suretiyle çok ciddi bir veritabanı oluşturdu. Bazı “işime geldiği kadar söylerim” tipi yazarların aksine, eksik gedik bırakmayan yorumuna daha çok mecrada rastlamak ve kitaplarda buluşmak temennisiyle diyelim. Ve “Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?” sorusunun yanıtı için sözü kendisine bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Giriş

    1921 yılının Nisan ayında düzenlenen ikinci Galatasaray Kupası, hatırlarda en çok da oynanamayan Beşiktaş-Fenerbahçe maçı ile kaldı. İki takımın eşleştiği ikinci tur maçlarından hemen önce turnuva nizamnamesinde değişiklik yapılınca, Beşiktaş maç günü turnuvadan çekilmek zorunda kaldı. Fakat konunun bilinmeyen yönleri var. Bunlardan biri de, kupadan sarf-ı nazar eden Beşiktaş’ın Sarı-Lacivertlilerle aynı saatte, -hususi bir maçta da olsa- yine de karşılaşmak istemesi ve bu yönde bir teklifte bulunması..

    İlki 1920 yılında, Galatasaray’ın kuruluşunun 15. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen Galatasaray Kupası’na, 1921’de İstanbul’un resmi mahiyetteki 3 liginden de kulüpler davet edildi. İstanbul Futbol Birliği Ligi’nden Galatasaray dışında Fenerbahçe ve Anadolu; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nden Vefa, Darüşşafaka, Beylerbeyi ve Hilal, Pazar Birliği’nden Stella, bu sezon hem İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nde hem de Pazar Ligi’nde mücadele eden Beşiktaş, ve son olarak bir Ermeni karma takımı olmak üzere toplam 10 takım kupada boy gösterdiler.

    14 Nisan günü Galatasaray Sultanisi’nde yapılan kur’a çekiminde Stella ile eşleşen Beşiktaş, bu İngiliz-İtalyan-Rum karması takımı 2-0 ile turnuva dışı bıraktı.

    İkinci Turda Fenerbahçe-Beşiktaş Eşleşiyor

    17 Nisan’da oynanan maçlardan sonra..“…Neticede Pazar gününün galipleri Vefa, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray kulüpleridir ki çekilen kurada önümüzdeki Cuma günü kimlerin karşılaşacağı tayin edilip ber vech-i ati tespit edildi: Beşiktaş-Fenerbahçe, Galatasaray-Vefa, Hilal-Ermeni muhtelit takımı karşılaşacaklardır. Fenerbahçe-Beşiktaş müsabakası her halde Cuma gününün en ehemmiyetli ve en heyecanlı bir oyunu olacaktır. Temaşaya pek layık ve hararetli bir suretde cereyan edeceği şimdiden tahmin edilmektedir.” (1)

    “Pek Gülünç Bir Hale Giren Turnuva…”

    İkinci tur kur’alarının çekilmesinin ardından, “..turnuva heyeti, nizamnamenin beşinci maddesinin kendisine bahşettiği salahiyete istinaden (yetkiye dayanarak)” (2), turnuvanın kalan maçlarında her kulübün sadece kendisine kayıtlı oyuncularla sahaya çıkabileceği yönündeki hükmü içeren bir ta’mim hazırlayarak kulüplere gönderdi. Tarih: 18 Nisan 1921

    Kur’aya göre Beşiktaş ve Fenerbahçe 22 Nisan günü karşılaşacaklardı. Ama…

    “Fenerbahçe-Beşiktaş——Çekilen kura mucibince ilk oyun Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında idi. Müsabakaların muntazam bir program tahtında icrası ve karışıklığa meydan vermemek için, Galatasaray Kulübü hafta içinde turnuva müsabakasına iştirak eden kulüplere birer tezkere yazarak her kulübün kendi oyuncularıyla isbat-ı vücud etmelerini bildirmişti. Fakat Beşiktaşlılar Union Kulüp’ten Bekir ve sabık Union Kulüp azasından Refik Beyler’i geçen hafta takımlarına ithal ettiklerinden bittabii Galatasaray Kulübü buna itiraz etmiş ve binnetice Beşiktaşlılar sahadan çekilerek Fenerbahçe galip addedilmiştir.” (3)

    İkdam gazetesinin, Galatasaray’ın tutumu için kullanılan “bittabii” kelimesinin de seçimi ile tamamen bir haber-yorum halini alan bu metnindeki içerik; Türk futbol tarihinin yaygın anlatımında, sanki o günün futbol kamuoyu konuyu ittifakla bu şekilde ele almış gibi bir kesinlik ile aktarılmıştır. Halbuki, tek yönlü olmayan bir beslenme ile, böyle bir fikir ve kanaat birliğinin o günlerde mevcut olmadığını tespit etmek hiç de zor değildir. Zira vakıalar bize meselenin, İkdam’ın aktardığı kadar basit olmadığını gösteriyor.

    Aynı gün yayınlanan Alemdar gazetesi, haberinin merkezine, ”tertip heyetinin bir takım keyfi değerlendirmelerle değiştirmek istediği kararları” koyuyordu:

    “İşte bu senenin turnuvası da garib bir suretde cereyan edip gidiyor. Heyet-i tertibiye ilk kabul ettiği müsabaka şerait ve talimatını ikinci hafta nakz (bir sözleşmeyi yok saymak) ediyor….Beşiktaş Fenerbahçe arasındaki müsabaka da heyet-i tertibiyenin bir takım mülahazat-ı keyfiye (keyfi düşünceler) ile tebdil etmek (başka şekle sokmak, değiştirmek) istediği kararlar üzerine yapılamadı. Beşiktaş da iştirak etmedi..” (4)

    Kural Sonradan mı Değişiyor?

    Hakikaten de, ilk tur maçlarına bakıldığında, takımların sadece kendilerine kayıtlı oyuncularla oynama zorunluluğunun bulunmadığını, bu zorunluluğun Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin eşleştiği ikinci tur kuralarının ardından getirildiğini görüyoruz. Bu noktada Beşiktaş’ın, adları geçen iki yıldız oyuncuyu -yine yaygın anlatımın aksine- oynatmakta ısrar etmediğini ve birazdan göreceğimiz gibi, turnuva tertip heyetinin kararını -bütün keyfiliğine rağmen- saygıyla karşılayarak kupadan “sarf-ı nazar” ettiğini de belirtmek gerekiyor.

    Alemdar, 2 gün sonra da, turnuvanın birden fazla nedenle artık “gülünç” hale geldiğini ve Fenerbahçe’nin, Beşiktaş karşısında “garip bir suretde galip addedildiğini” yazacaktı.

    “Fenerbahçe-Ermeni Takımı——Bundan sonra, mevsimsizliği, idaresindeki karışıklığı, keyfi hükümleriyle pek gülünç bir hale giren “turnuva”nın -garip bir suretde son galibler(in)den addedilen- Fenerbahçe ile Ermeni takımı sahaya çıktılar.” (5)

    Tertip heyetinin bu eleştirilere ilk cevabı “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih (Açıklama)” başlığıyla, bunun ardından olacaktır (6). Ben şimdi, Hamza Osman Bey’in “Tavzihi Tavzih” başlığı ile yine Alemdar’da yayınlanan makalesinde (7) problemli olarak gördüğü ve madde madde ele aldığı hususları, ve Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nün bunlara dair yaptığı son izahatı (8) birbirini takip eder şekilde aktarıyorum.

    Burada dikkati çeken bir nokta olarak şunu da söyleyeyim… Hamza Osman Bey’in ilk makalesine karşı taraftan verilen ilk cevaplar “Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi” diye başlarken, üçüncü ve aşağıda naklettiğim cevapların bulunduğu izahata “Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden” diye başlanmıştır.


    Üç Resmî Ligde Müsabakalar Yapılıyor. Turnuva Zamansızdır.

    Eleştiri:
    “Evvela, turnuva mevsimsiz tertib edilmiştir. Çünkü malum olduğu üzere İstanbul’un futbol ile meşgul olan kulüpleri üç ligde resmi müsabakalarını yapmaktadırlar. Bu maçlar henüz neticelenmemiştir….Kulüplerin muhtelit timlerle iştirak etmeleri esbabını da (sebeplerini de) kısmen bu mevsimsizlik doğurmuştur”

    Açıklama:
    ”Galatasaray Sultanisi’nde vuku bulan murahhaseyn içtimaında (temsilciler toplantısında) heyet-i tertibiye (düzenleme kurulu) turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak (katılmama) şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı. Binaenaleyh turnuvaya iştirake karar verdikten sonra, hiçbir kulüp için ‘turnuva mevsimsiz tertib edilmiş olduğundan bütün oyuncularımızı sahada isbat-ı vücud ettiremedik’’ gibi bir mazeret kabil değildir. Bununla beraber zannediyoruz ki hiçbir kimse veya cemiyet, her kulübün olduğu gibi Galatasaray’ın dahi istediği zaman müsabaka tertib edebileceğine dair olan hakkını teslim etmesin ve ümid ediyoruz ki zat-ı alileri dahi bu hakkı teslim etmek suretiyle itirazınızı bizzat ıskat edersiniz (hükümsüz bırakırsınız)”

    Kulübün bu açıklaması, (ve özellikle “heyet-i tertibiye turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı” ifadesi); samimiyetle ilgili, kamuoyunda mevcut olduğu anlaşılan soru işaretlerinin muhtemel kaynağının ipucunu da veriyor. Anlaşılan o ki; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi kulüplerinin, resmi liglerini tehir etmek (ve belki de bunların yarıda kalmalarına giden yolu açmak) mecburiyeti ile, davet edildikleri (ve 3 İstanbul Futbol Birliği kulübünün de katıldığı) bir turnuvaya katılmamanın yol açacağı (‘çekindiler’ vs. gibi) dedikodulara, ithamlara katlanmak arasında bırakıldıkları düşünülüyordu.

    Alemdar gazetesinin, iki farklı makalede öncelik vererek ve ısrarla bu konu üzerinde durması dikkat çekicidir. Doğrusunu söylemek gerekirse; bu turnuva nedeniyle birer hafta ara verilmesine rağmen, İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi maçlarının da, İstanbul Futbol Birliği Ligi maçları gibi, mayısın üçüncü haftası itibarıyle sona ereceği bir takvimde, turnuvanın neden mayısın ikinci yarısına planlanmadığı, sorulması tabii bir sorudur. Nitekim, “Pazar Birliği Turnuvası” da Pazar Ligi’nin sona ermesinin ardından düzenlenmiştir. Galatasaray Kupası da, en nihayetinde, 1 hafta içinde final turunun ilk karşılaşmasının da dahil olduğu 11 maçının başarıyla oynanabilmiş olduğu bir turnuvadır. (Final turu G.Saray, F.Bahçe ve Ermeni karma takımı arasında 24 Nisan, 29 Mayıs ve 2 Haziran tarihlerinde oynandı)

    Neyse ki, bir önceki paragrafta bahsettiğim durumlardan hiçbiri söz konusu olmamıştır. Hem takımlar turnuvaya iştirak etmiş, hem de ligler tamamlanmış ve şampiyonları tayin edilebilmiştir.


    “Heyet Samimi Olsaydı Önceki Seneye Atıfta Bulunmazdı”

    Eleştiri:
    “Saniyen (ikinci olarak), “kulüplerin turnuvaya iştirak etmek zahmetini ihtiyar etmeyen (tercih etmeyen) bazı takımların” oyuncularını almak suretiyle kendilerini takviye etmeleri geçen seneden verilen numuneye imtisal etmekten (numuneyi örnek olarak alıp ona ayak uydurmaktan) ibarettir. Eğer muhterem heyet-i tertibiye bu sene hakikaten “kulüpler arasında caygir (yerleşmiş) olması elzem bulunan revabıtı (bağları) takviye ve teyid etmek” gayesini samimi olarak takib etse idi, sene-i sabıkaya (geçmiş seneye) imtisal etmez ilave edeceği bir madde ile kulüplere ancak “kendilerine mensub anasırla (unsurlarla, oyuncularla)” turnuvaya iştirak edebileceklerini de tefhim ederdi (bildirirdi)…”

    Açıklama:
    “..bir ecnebi takımına karşı Türk sporcularını temsil etmesinden dolayı o zamanki heyet-i tertibiyenin, Altınordu’nun kendisine mensub olmayan anasırla kendi takımını takviye etmesini nazar-ı mümaşatla (yoldaşlık bakışıyla) hatta nazar-ı memnuniyetle görmesi icab ediyordu. Halbuki bu sene müsabakanın şekli büsbütün başkadır. Her kulübe ayrı ayrı gönderilmiş olan davetname, hiç olmazsa zımnen olsun, herkesin ancak kendi anasırıyle iştirak edebileceğini ifham ediyordu (anlatıyordu). “

    Burada doğal olarak akla gelen soru, davetnamede, herkesin turnuvaya ancak kendi oyuncuları ile katılması gerektiği gibi somut bir hükmün açıkça değil de “zımnen” nasıl anlatılabildiğidir. Bahsi geçen davetnamenin metni bu cevabi yazıda paylaşılmadığı için, bunun hangi kelimelerle ve nasıl bir cümle ile yapılabildiğini bilmiyorum.

    Ve tabii neden açıkça değil de, zımnen anlatılmış olduğu da ayrı bir merak konusu olacak türdendir.


    “Hatanın Neresinden Dönsek Kardır Dedik”

    Eleştiri:
    “Salisen :17 Nisan 337’de icra edilen ilk müsabakalara muhtelit takımların iştiraki madem ki kabul edildi, sonuna kadar da devamına çar naçar katlanmak lazım gelirdi. Bu yapılmadan, keşmekeş, keyfi harekatı teyid iden nekatdan (noktalardan) biri de budur.”

    Açıklama:
    “3-‘Hatanın neresinden dönülürse kârdır’. Biz dahi, bilhassa daha ziyade teşevvüşata ve her kulübün son oyunlarda kendisine yabancı anasırla (unsurlarla) isbat-ı vücud etmesine (sahaya çıkmasına) mani olmak için böyle hareket ettik.”

    Bu, yoruma ihtiyaç bırakmayacak derecede zayıf ve düşündürücü bir izahat olsa gerektir.


    Kupadan Çekilen Beşiktaş Fenerbahçe’yle Aynı Saatte Özel Maç Yapmak İstiyor

    Eleştiri:
    “Rabıtan (dördüncü olarak): Beşiktaş-Fenerbahçe müsabakasında Beşiktaş’ın aldığı vaziyet hakkında futbol kapudanı Şeref Bey’den tekrar izahat aldım. Diyorlar ki: Beşiktaş Kulübü müsabakayı yalnız kendi anasırıyle icrayı maalmemnuniye (memnuniyetle) kabul etmiş idi. Yalnız oyun günü iki mühim oyuncu pek meşru mazeretlere müsteniden isbat-ı vücud edemediler. Bittabii biz de “kupa” maçlarına devam etmemekte -maalesef- muztar (çaresiz, mecbur) kaldık. Ve sahanın boş kalmaması için noksanlarımızı Union’dan (İttihat’tan) temin ederek bir egzersiz maçı yapmak teklifinde bulunduk. Galatasaray kapudanı beyefendi “hacet yok!” cevabında bulundular”

    Açıklama:
    “4- …Acaba turnuvanın ilk günü dahi böyle bir mazeretleri olduğundan dolayı mıdır ki, yine İttihatspor Kulübü’nün aynı oyuncularına müracaat lüzumu tahassul etmiş (ortaya çıkmış)! Bir de, madem ki egzersiz yapmak isteniliyordu, natamam her kulübün yapacağı gibi, Beşiktaş Kulübü dahi o sıralarda İttihatspor Kulübü’nde (burada stad kastediliyor) bulunan, kendi ikinci takımının oyuncularını oynatmak istemeyip de İttihatspor Kulübü’nden oyuncu istemeye neden muztar kalmış? Bir de bir egzersiz için neden bir meclis-i alenide (‘herkesin içinde’) İttihatspor Kulübü müdiranından (yöneticilerinden) müsaade istihsali (üretme) külfetine katlanmış? Bunlar hep muhtac-ı tenvir keyfiyetlerdir (aydınlatılmaya muhtac durumlardır). Bununla beraber Galatasaray kapudanının yapmak istenilen egzersize muvafakat göstermemesi mahaza vaktin darlığından. Çünkü saat ikide oyuna başlanılıp üçde hitam (son) verileceği cihetle bu teklif kendisine ancak saat 2.40’da serd edilmiş (ileri sürülmüş) olduğundan beyhude yere iki takımın bir müddet-i kalile (az bir süre) için sahayı işgallerine müsaade edemezdi.”

    Evet; Beşiktaş, sürpriz bir hamle ile, aynı gün için bir özel maç teklifinde bulunmuş fakat bu maçın oynanmasına da fırsat verilmemişti. Bununla ilgili izahatın ilk kısmında, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü tarafından, Beşiktaş’a, Fenerbahçe ile yapacağı hususi bir maçta, kendisine kayıtlı olmayan iki oyuncuyu oynatmaya neden mecbur kaldığı soruluyor. Bunun, en mesafeli ve renksiz ifadeyle, “tuhaf” olmadığını söylemek mümkün mü?

    Diğer taraftan, hususi maç teklifinin 2.40’da yöneltilmiş olduğu doğru olsa bile (ki vakit azlığı o durumda nisbeten geçerli bir mazeret olarak kabul edilebilirdi. Çünkü biri Galatasaray-Vefa turnuva maçı diğeri de Süleymaniye-Altınordu lig maçı olmak üzere, onun ardından yapılması gereken 2 maç daha vardı). Galatasaray kaptanının cevabı meselenin aslında vakit darlığı değil de, başka bir şey olduğunu gösteriyor: “Hacet yok!”. Anlaşılan o ki, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü yönetimi; Şeref Bey’in yaptığı özel maç teklifine, kendi genel kaptanının verdiği “Hacet yok!” cevabını “Vakit yoktu” ile revize etmişti.


    “Bu Redden Sonra Kabahat Kime Aittir?”

    Eleştiri:
    “Hamisen (Beşinci olarak): Karışıklığın esbabı meydanda. Bilhassa daima spor aleminde müfid (faydalı) bir yurd olarak tanıdığım ve bunu on-on iki senelik hayatında pek kati bir suretde isbat eden Beşiktaş Kulübü’nü de muaheze etmiş (eleştirmiş) olduğumu zannediyorum…. Bahusus Beşiktaş kapudanının…..turnuva heyetini müşkil bir mevkide bırakmaması için vaki olan, kupadan sarf-ı nazar ederek (vazgeçerek) “egzersiz” maçı yapmak teklifinin reddinden sonraki kabahatin kime aid olduğunu acaba muhterem turnuva heyeti bir lahzacık hayalinden geçirmek tenezzülünde bulındu mu? Tavzihname aksini isbat ediyor.”


    “Kural Hakikaten Uygulanıyor mı?”

    Eleştiri:
    “Sadisen (Altıncı olarak): Hükümler keyfi idi….Bazılarına memnu olan şeyler diğerlerine mübah olduğunu teyid edecek…heyetin tamiminden sonraki Hilal-Ermeni Muhtelit Takımı oyununda Hilal kalesinde bulunan gencin Beşiktaş kalecisi Haki Bey oluşudur. Acaba muhterem heyet-i tertibiye bu zatı Hilal’in malı olarak kabul ediyorlar mı?! Bir de Ermeni muhtelit takımında sağ iç oynayan Noyar Efendi ilk maçda Ermeniler’in de oyunu olduğu halde Stella takımında Beşiktaş’a karşı oynamıştı. Bunun ne suretle tevil edileceğini (çarpıtılacağını) öğrenmek her halde pek merak edilecek bir şeydir.”

    Açıklama:
    ”5- Heyet-i Tertibiye Haki Bey’i tanımadığı cihetle, bu hususta Hilal Spor Kulübü’ne lazım gelen ihtaratı ifa edememiş, ……Noyar Efendi’ye gelince, Noyar Efendi’ye mukabil Hilal Spor Kulübü’nün dahi kimsenin haberi olmaksızın Haki Bey’i oynatmak suretiyle her iki rakib arasında -nizamnameyi ihlal keyfiyetinde- tevazün hasıl olmuş (denklik oluşmuş) oluyor.”

    “Nizamnameyi ihlalde denkliğin” geçerli bir mazeret olarak görülmesi, “nizamnameye riayet arzusunun” bütün bu olan biten içindeki hakiki yeri ile ilgili ilave fikir vermesi açısından kayda değerdir.

    Konuyu, Hamza Osman Bey’in, makalesinin sonunda yaptığı nihai değerlendirme ile kapatalım:

    “Hülasa: Bu ahval gösteriyor ki, ef’al ile akval hiçbir suretle birbirine uymamakta, sözlerin güzelliği işlerin çirkinliği yanında sönüp gitmektedir. Ve yine zannımız da hala sabittir ki, bu haller doğrudan doğruya Beşiktaş’ın kolayca hazmedilecek bir lokma olmadığını görmekten ileri gelmiştir.”


    Fenerbahçe’nin Bu Olayda Rolü Ne?

    Bu, akla gelen en tabii sorudur. Öncelikle, bu maçla ilgili yapılmış haber ve/veya yorumların hiçbirinde -maçın oynanması açısından müspet veya menfi herhangi bir şekilde müdahil sıfatıyla– Fenerbahçe’ye rastlamadım. Öte yandan, bu süreçte hiçbir gazetede Fenerbahçe bağlamında bir “hareketsizlikten” dahi bahsedildiğini de görmedim. Dolayısıyla; Fenerbahçe’nin maçın oynanması yönünde bir irade ortaya koyduğunu söyleyemediğim gibi, maçın oynanmaması konusunda Galatasaray’la -sessiz de olsa- bir ittifak halinde olduğunu da söyleyemem. Hasılı bu nokta, şu an itibarıyle benim için de karanlıkta kalmış olan bir nokta..

    Son olarak, belki birçok kişi için yeni olacak bir bilgi vereyim. 1924 yılının kasım ayında oynanan maç, iki takımın birinci takımları arasındaki ilk maçtı. Ama Siyah-Beyaz ve Sarı-Lacivert formalar ikinci takımlar seviyesinde ondan önce 2 defa karşı karşıya gelmişlerdi.

    Bu karşılaşmaların ilki 1921 yılının haziran ayında oldu. Maçın skorunu bilemesek de, Fenerbahçe ikinci takımının rakibini mağlup ettiğini biliyoruz. İkincisi ise, 1924 yılının Ağustos ayında oynandı ve Fenerbahçe ikinci takımı Beşiktaş ikinci takımını 2-1 yendi.

    Serhan Oytun Eroğlu

    KAYNAKÇA
    (1) “Turnuva Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 19 Nisan 1921
    (2) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (3) İkdam, 24 Nisan
    (4) “Turnuvanın İkinci Günü”, Hamza Osman, Alemdar, 24 Nisan
    (5) “Pazar Günkü Futbol Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 26 Nisan
    (6) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (7) “Tavzihi Tavzih”, Hamza Osman, Alemdar, 30 Nisan,
    (8) “Sonuncu İzah-Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden”, Alemdar, 7 Mayıs
    (9) İkdam, 28 Haziran 1921
    (10) Tevhid-i Efkar, 11 Ağustos 1924