Etiket: Arif Sporel

  • Dalgakıran Hasan Kamil

    Dalgakıran Hasan Kamil

    Hasan Kamil Sporel; Amerika Birleşik Devletleri’nde aldığı lakabıyla “Dalgakıran Hasan Kamil”, 1959 yılında Necdet Erdem’e bir röportaj vermiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Amerika’da Bir Fenerbahçeli – Hasan Kamil Sporel’in Anıları” kitabımızı hatırlatmayı unutmayalım.


    Dalgakıran Hasan Kamil

    Ne hikmetse, futbolcularımız, umumiyetle futbola tenis topu ile başlamışlar. Bugünkü futbol seviyemizde de, bu küçük topla başlamanın çocuksu havası hâlâ hâkim! Şaka bertaraf, bir zamanların sahalarında, şimdi görülmedik alkış toplayan Fenerbahçeli meşhur Zeki’nin (Sporel) ağabeysi Dalgakıran lakabıyla anılan Hasan Kâmil’le karşı karşıyayız. O da, futbola, ilkin tenis topuna çektiği şutlarla başlamış.

    Hasan Kâmil Sporel, 1894’de Sütlüce’de doğmuş ama 69 yaşında diyemezsiniz. Öylesine genç ve diri kalmış. Şimdi Moda’da, denize çapraz düşen güzel bir apartmanda oturuyor. Futbola girişinin hikâyesini bize şöylece anlattı:

    “Galatasaray’da iken okulun bir futbol takımı vardı. Ali Sami (Yen), Asım Beyler, onlara nazaran çok küçük olmama rağmen, bendeki futbol istidadını görünce ilgilenmeye başladılar. Beni desteklediler. 4-5 yıl geçmeden de daha 15 yaşımda Fenerbahçe birinci takımında solaçık olarak yer aldım. Evcek Kadıköy’e nakledince, bu çevrenin takımı olduğu için tabiatıyla Fenerbahçe ile ilgim daha da arttı. O zamanlar saha çoktu ama ya Kuşdili’nde, ya Papazın Çayırı dediğimiz, bugünkü Fenerbahçe sahasında oynamayı tercih ederdik. Bizim Anadolu yakasındaki semtlerin bir özelliği de çayır bolluğu idi. Bu bakımdan birçok kabiliyetli gençlerin yetişmesine imkân sağlamıştı. Alaettin, İsmet, Bekir, Zeki bu çayır bolluğundan faydalanarak yetişmişlerdir.

    Kaç yıl bilfiil futbol oynadınız?

    15 yıl devamlı oynadım. Bu zaman zarfında Fenerbahçe’nin kaptanlığını da yapıyordum. 30 yaşında bunu bırakınca, kaptanlığı da Zeki’ye terke tim.

    1913-14 yıllarında, Fenerbahçe takımı 4 kardeş; Kâmil, Mesut, Zeki, Arif, dört Sporel kardeşler, aynı takımda oynuyorlardı. Sonraları meydanda sadece Zeki Sporel kaldı.

    Hasan Kâmil, fotoğraf arama ve sair sebeplerle salona girip çıktıkça, dikkat ediyoruz, o da tıpkı kardeşi Zeki gibi yürüyor. Başını hafif öne doğru eğip, kısa adımlarla, fakat hızlı bir yürüyüş. Yürürken de vücut, ayaklar üzerinde hafif hafif esniyor…

    Halen maçları takip edip, etmediği sorumuzu da, şöylece cevaplandırdı:

    “Yaşlandıkça, Fenerbahçe’nin katıldığı maçlara gidemez oldum. Çünkü heyecanım da o nispette arttı.”

    Spor hayatında kendisini çok sevindiren veya çok üzmüş olan bir hâtırasını rica ettik.

    “Spor hayatımda beni en çok üzen ezelî rakibimiz Galatasaray’a mağlup olduğumuz maçlardır” dedi. “Meselâ son 6 gollük yenilgi, itiraf edeyim ki, beni bir hayli üzdü. En fazla sevincim de kulübün bir yangın geçirip, binanın yanması oldu. Buna üzüldüm ama bir taraftan da sevindim. Evvela merhum Atatürk, yeni bir bina yapmamız için sembolik bir yardım yaptı. Gene yardım kampanyasının devam ettiği günlerden bir gün, postadan pek cüzi, hatırladığıma göre 25 kuruş kadar bir yardım aldık. Bunu gönderen bir talebe idi. Mektubunda da: “Çamsakızı, çoban armağanı olarak günlük harçlığımdan biriktirdiklerimi gönderiyorum. İstedim ki, çok sevdiğim Fenerbahçe’nin yeni binasında benim de bir çivim bulunsun!” diye yazıyordu.

    Hasan Kâmil Sporel’in yalnız futbolcu değil, idareci durumunu da dikkate alarak, kendisinden dünkü ve bugünkü futbolumuzla ilgili bir kıyaslama yapmasını istedik. Bize şunları anlattı:

    “Eskiye nazaran sayı bakımından memleketin her tarafında futbola karşı sevgi ve alâka artıyor. İyi oyuncular da yetişiyor. Fakat bunların içinde, bugünün futbol anlayışına göre yetişen pek az. Eskiden öğretici eleman pek azdı. Antrenör yoktu. Buna karşılık, memlekette yabancı futbolcu, bilhassa mütarekede, iyi İngiliz futbolcular vardı. Biz, onlardan ferdi oyundan ziyade, yerinde paslaşarak yapılan kolektif futbolu oldukça öğrenmiştik. Bugün, maalesef hâlâ ferdi şöhret peşinde koşanların çokluğu dikkati çekiyor. Bugünün futbolu için kötümser değilim. Onu kurtarmak diye bir problem de görmüyorum. Yalnız fazla para vermek suretiyle, sadece ferdi kıymetlerin korunması cihetine gidilmesine taraftar değilim. Bu yüzden bir bütün halinde yükselme olmuyor.

    Bugünün sahaları, düne nazaran daha iyi de değil. Gerçi biz, Kurbağalıdere’de, Papazın Çayırı’nda oynardık ama onlar yemyeşil çim içinde idi. Yumuşaktı. Şimdiki sahalar kerpiç gibi sert ve bakımsızdır. Bir futbolcu için bundan daha kötü ne olabilir? Seyirciye gelince, taraftar çoğalması da arttı. Onlar artınca, sık sık kötü bir heyecan gösterisine rastlıyoruz. Allah’tan, sportmence bir çoğunluk ruhu hâkim oluyor da, maçlarda müessif hâdiselere meydan verilmiyor. Biz Türklerde, futbola olan sevgiyi anlatmak için, size yalnız 1924 yılı içinde İstanbul’da kurulmuş futbol kulüpleriyle ilgili birkaç rakam vereyim:

    O tarihte, İstanbul’da 58 futbol kulübü vardı. Bunun 30’u yalnız Türk, 15’i Rum, 10’u Ermeni, 2’si Musevi idi. Görüyorsunuz ya, futbol sevgisi bize daha o tarihlerde bile nasıl kökleşmiş! Son araştırmalar göstermiştir ki, bizde kurulmuş ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fakat gene anlaşılmıştır ki, evvelce Londra Türk sefaretinde tercüman olarak bulunan Danyal adında bir Türk genci, memlekete avdette, Yoğurtçu’da “Siyah Çoraplar” adında, Türk çocuklarından bir takım çıkarmış ve bu takım, istibdat korkusundan, futbolu çayırlarda gizlice oynamışlar. Bilindiği gibi, istibdatta, gençlerin bir araya gelmesi, hele futbol gibi, bizim için henüz pek yeni ve bilinmeyen Frenk icadı bir oyunun oynanması, ileride bir “fesat ocağı”nın kurulmasına yol açabilir korkusu hâkimdi.

    “Daha, bazı şeyler söylemek ister misiniz?” diye sorduk.

    Bize, bu haziran sıcağında birer bardak Cinzano verdikten sonra, eliyle bir “Paydos” işareti yaptı ve “Benim dağarcıkta bu kadar var. Zeki’yi biraz sıkıştırın, onda çok şeyler bulursunuz” dedi.

    Röportaj: Necdet Erdem

    Fotoğraflar: Tamer Güvenç


    Dalgakıran Hasan Kamil
    Dalgakıran Hasan Kamil
  • 1980 Faaliyet Raporu

    1980 Faaliyet Raporu

    Büyüklerimiz sayesinde muhteşem bir seriye daha başlıyoruz. Kulübümüzün tarihî faaliyet raporları yayında. İkinci sırada 1980 Faaliyet Raporu var.

    Dönemin yönetim kurulu üyelerini, futbol altyapısı kadrolarını, o yıl vefat eden üyeleri ve yine aynı sene 40 yıllık üye sıfatını kazananları göstermesi açısından çok kıymetli bir belge.

    İleride bir gün Fenerbahçe Spor Kulübü’nün mâlî tarihini yazacaklar için de değerli bir kaynak olacak.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Sayfa görünümlerini aşağıda takdim ettiğimiz raporun PDF versiyonuna “BURADAN” ulaşabilirsiniz.


    1980 Faaliyet Raporu


    Vefat Eden Üyelerimiz

    Anastas Genlik
    Arif Sporel
    Alaaddin Bozlar
    Besim Özel
    Cevat Sayit
    Hulusi Büyükmete
    İhsan Tuna
    İzzet Mühürdaroğlu
    İsmail Aykün
    İbrahim Kaplancalı
    Mehmet Muhaddis
    Nejat Yutulmaz
    Rıdvan Altınoğlu
    Refik Şansal
    Seyfi Çakar
    Suat Fıtri Arpat
    Saffet Yücebaş
    Turhan Kapanlı
    Aziz Bağcılar
    Hamit Akbay
    Doğan Aka

    1980 Yılında 40 Yıllık Sıfatını Kazanan Üyeler

    Bedii Faik Akın
    Muzaffer Baloğlu
    Ahmet Çalıkoğlu
    Ercüment Esinduy
    Mehmet Ali Trak
    Salih Akkuş
    Recep Koşar
    Arif Güran
    Kevork Manukyan
    Vasıf Tezbora

    Sicil Heyeti

    Nejat Dalay
    İlker İmer
    M. Kemal Yandık

  • Kürekçilerin Kraliçesi

    Kürekçilerin Kraliçesi

    Daha önce burada kısa bir röportajını yayınladığımız, Fenerbahçe’nin efsanevi kadın sporcusu Vecihe Taşçı (Gökçen), 1994 yılının Şubat ayında Birleşik Grup Bülteni ile “Kürekçilerin Kraliçesi” başlıklı, daha tafsilatlı bir röportaj yapmış.

    Hep söylediğimiz bir şey var. Bunu rahmetli Vecihe Hanım de için tekrar etmek gerek :

    Başka bir memlekette yaşasalar, haklarında en az 3-4 kitap yazılacak insanlar, geride sadece birkaç fotoğraf bırakarak aramızdan ayrıldılar. En büyük hayallerimizden birisi onların Fenerbahçe tarihine kattığı muhteşem başarıların bir nebze de olsa hakkını verebilmek… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Vecihe Gökçen Kimdir?

    İstanbul’da doğdu. Erenköy Kız Lisesi’ni bitirdi ve felsefe eğitimi gördü. İlk kadın kürekçi unvanını kazanırken birçok başarılara imza attı. 36 yıl felsefe öğretmenliği yapan Vecihe Hanım halen Fenerbahçe kongre üyesi…

    Kürekçilerin Kraliçesi

    Bu sayımızda söyleşimizi çok değerli, gerçek bir İstanbul hanımefendisi, Fenerbahçe’nin ilk kürekçisi Vecihe Hanım ile yapıyoruz. Çok sıcacık, çok dost bir ortam. Vecihe Hanım yakın bir geçmişte, hareketli yapısından da kaynaklandığını düşündüğüm bir ufak kazayla kalça kemiğini kırmışlar.

    Geçmiş olsun, nazar değmiş. Yine de içindeki hareketli, canlı, yaşam dolu kişiliği pırıl pırıl gözlerine, şık kırmızı süveterine, bakımlı ve enerjik görüntüsüne yansımış. Eşi sayın Necati Gökçen beyefendi ile birlikte söyleşiyoruz.

    “Ağabeyim Fenerbahçe’nin kurucularındadır. Haccarzade Tevfik, Tevfik Taşçı’dır. Tevfik Taşçı, yakın dostları Zeki Rıza, Kamil Sporel, Galip Bey vardı. Kulübün şurasına şunu yapalım, şu duvarını örelim diye koşuştururdular. O kadar çok kendini Fenerbahçe’ye verenler arasında büyüdüm ki anlatamam. Aralarında para toplarlardı ki bir taş daha şurasına ilave edilsin.”

    Vecihe Hanım, eminiz siz bize çok şeyler anlatacaksınız. O yıllarda Türk ve Fenerbahçe sporunda bir hanımefendi. Bu yıllarda dahi sporda çok az hanım sporcu var. Küreğe nasıl geçtiniz? Niye yüzme değil de kürek?

    Kürek çekmeyi çok seviyordum. Yüzerim yüzmesine de o zaman yüzmek o kadar popüler değildi sanırım. Kim bilir o çıtaları görünce imrendim galiba. Tenis de oynardım. Bazı turnuvalara da katıldım ama hiç şansımız olmadı şampiyonlukta. O zamanlar yabancılar vardı.

    Mesela Zeki Rıza’nın karısı İngilizdi, müthiş oynardı. Ben onların yanında daha ufak falan kalırdım ama yine de turnuvalara girerdim. Yılmazdım. Kız erkek karışık oynardık. Ama derecem kürekte oldu. Girdiğim yarışı kaybetmem.

    Birleşik grupta pek çok kürekçi arkadaşımız var, sizinle söyleşimizi ilgi ve sevgi ile okuyacaklar eminim.

    Benden önce kadın kürekçi yoktu. İlk benim. Moda İlkokulu’nda tahsilime başladım, sonra Alman mektebine gidip ilk tahsilimi orada bitirdikten sonra Erenköy Lisesi’ne devam ettim. Daha sonra da felsefe okuyup, felsefe öğretmenliği yaptım 36 sene.

    Çocukken çok bisiklete binerdim, yakın arkadaşım Emel Korutürk ile birlikte. Onunla günde 2 kere buradan Bostancı’ya gidip gelirdik. Küreği bıraktıktan sonra da tenise devam ettim, 950’de araba kullanmaya başladım. Felsefe öğretmenliğini de çok severek yaptım. Çocukların ailelerini çağırıp onlarla çay sohbetleri yapardım. O zamanlar hiç böyle adetler yoktu. Velilerle çok temas eder, çocuklarla birlikte konuşur, tartışır eğlenirdik. Çünkü çocukların ruh yapılarında ailelerin çok önemi vardır. Çocukları çok severim. Hala bana gelip, ziyaret ederler.

    Şimdi artık bir şey yapamıyorum maalesef. Kulüp arkadaşlarım var, onlarla görüşüyorum, arada sırada da konken oynuyorum! Ama kumarhaneye asla gitmem! Kulübün altında bir kumarhane açıldı biliyor musunuz?

    Biliyorum ve bu konu ile ilgili görüşünüzü soracağım. Vecihe Hanım, tasvip ediyor musunuz?

    Ona hiç gitmem, hiç tasvip etmem. Felaket getirir, asabiyet getirir, sıkıntı getirir. Kısacası nahoş bir hadise. Hele Fenerbahçe Kulübü’nde hiç yakışık almaz. Duyduğum zaman tasavvur dahi edemedim, inanmak daha da zor. Devlette de bununla ilgili çalışmalar var, kaldırılacak. Sadece 5 yıldızlı turistik otellerde bu yapılabilir.

    Vecihe Hanım, kulübe nasıl girdiniz? Moda’da çok hoş, deniz kenarında modern bir aile ortamında yetişmiş bir genç hanım, nasıl Fenerbahçeli oldunuz?

    Ağabeyim Tevfik Taşçı o kadar sporcuydu ki, tenisi İstanbul’a o getirmiştir. Yanan binada asfalt kortu yaptık. Ağabeyim beni çok sever ve yanından hiç ayırmazdı. Küçükken kulübe götürürdü. Hiç unutmam sahanın kenarında otururdum ve bir gün futbolcunun ayakkabısı alnımı yarmıştı. Çember yarışında bir de yelpaze kazanmıştım, hala saklarım. Sporun içinde kavruldum.

    Ben erkek gibi büyüdüm. Hatta Şifa’da o zamanlar bir bakla tarlası vardı. Saint Joseph’den aşağı inerken. Orada futbol da oynardım. Hatta annem bana özel ızgaralı pabuç yaptırmıştı. Annem de desteklerdi. Bek dururdum! Eşim Necati Bey de bahriyeli. O da yelkenci ve hokey oynardı. Yani sporla her zaman iç içeydi.

    Necati Bey siz de Fenerbahçeli misiniz?

    Ben Fenerbahçe’ye kaydoldum, fakat o bina yanında kayıtlarımız yandı. Hokey’i Galatasaray’da oynadım, mütareke yıllarında. Efendim bu hokey dolayısıyla bekarken Galatasaray ile daha çok münasebetim vardı. Evlendikten sonra Galatasaray ile irtibatlarımız kesildi, daha ziyade Zeki ile Kamil ile birlikte olduk. Deniz kulübünde hizmet ettik ve 40 sene yönetimde vaziyet aldık. 6 sene başkanlık ettim efendim. Bu kulübün bu binaya sahip kılmada çalıştım ve sonra beni buraya komodor yaptılar. Artık sıhhatim dolayısıyla ilgilenemiyorum.

    İnsan tecrübesi arttıkça daha objektif olabiliyor hadiseler karşısında. Tecrübenin değerini dinamizmine aktarabilmek çok önemli. Dolayısıyla Fenerbahçe Birleşik Grup büyüklerinden çok şey öğreneceği idraki içinde… Vecihe Hanım tekrar küreğe dönelim mi?

    Ağabeyimin küçük bir botu vardı. Ayı Bacağı denilen bir de yelkeni vardı. O botla gide gele çok tecrübe kazandım. İlk kadın kürekçi benim. Benden sonra, isimlerini unuttum, iki kız kardeş vardı. Lily diye annesi İngiliz babası Türk bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte iki çifteye çok çalışırdık. Öyle bir çalışırdık ki, Ziya Kaptan diye bir hoca vardı, elinde saat bizi buralara getirir nefesimizi sayarak egzersiz yapardık. Daha sonra Melahat diye Erenköy Lisesi’nden bir arkadaş da aramıza katıldı, 3 çifte yaptık. Bedri Gürsoy’un ablası Sacide de, ikisi de rahmetli oldu, dümencimizdi. Galatasaraylılar benden çok korkarlardı. Mecmualarda yazarlardı. Hiç yenilmedik. Moda koyunda ve Beykoz’da yarışlar oldu. Şükrü Okan veriyordu hediyelerimizi. Necati ise donanma olmuştu sonra, o şekilde tanıştık. Annem bile sandalla denize gelirdi. Çok motive edici ne istesem yapan bir anneydi.

    Rahmetli Tevfik Bey zamanında bütün Fenerbahçeliler bu evde toplanırdı. Bu evin kuruluşunda bu var : Sait Selahattin, Arif, Zeki, Kamil, Galip Beyler, hepsi burada toplanırdı. Annem eğer ağabeyim yalnız gelse kulüpten git arkadaşlarını yemeğe getir derdi. Paylaşmak, birlik olmak, dostluk Fenerbahçe’nin nüvesinde vardı. Herkes kardeş gibiydi.

    Doktorlar “Çabuk iyileşiyorsunuz, bunu sporculuğunuza borçlusunuz” diyorlar. Sigara falan da içmedim. Ne şekerim, ne o, ne bu, hiç yok.

    Spor yapmanın faydaları bunlar!..

    Fenerbahçe’de 5 sene bekleme süresi için ne düşünüyorsunuz?

    Hiç güzel bir şey değil. Ne münasebet. Bir zamanlar grupların yaptığı hareketleri önlemek için alelacele alınan bir karardır. Hiç olacak şey değil. İnsan bıkar, bırakır.

    Fenerbahçeli sporcular, özellikle kürekçiler için ne diyorsunuz?

    Bol bol çalışsınlar, sigara içmesinler ve yarışları mutlaka kazansınlar!

    Vecihe Hanım, sizinle irtibatımız plaket töreni ile başladı. Size izah ettiğim gibi bu plaket töreni Fenerbahe Birleşik Grup’u “Fenerbahçe’de sevgi birliği” temasıyla başlattığı bir dizi aktivite içerisinde en değerlisi bence. Her şeyden önce Fenerbahçe’nin birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç olduğu bir dönemdeyiz. Rahatsızlığınız dolayısıyla gelemediniz törene. Bize duygularınızı aktarır mısınız lütfen?

    Evet, maalesef rahatsızlığım dolayısıyla düzenlediğiniz törene gelip, plaketimi alamadığım için fevkalade üzgünüm. Kıymetimizin bilinmesi dolayısıyla Fenerbahçe Birleşik Grup olarak yapmış olduğunuz bu girişimden çok mütehassıs oldum. Herhalde oraya gelseydim, ağlardım. Çok çok memnun oldum. Faruk Ilgaz Bey sağ olsun, adıma almış.

    Sayın Ilgaz sizin plaketinizi aldıktan sonra, şahsınız ve sporculuğunuz hakkında Fenerbahçe Sevgi Birliği gecemize katılanlara bilgi verdi. Bunu da burada kaydetmek isteriz hanımefendi.

    Teşekkür ederim efendim.

    Hüsnü kabulünüze Fenerbahçe Birleşik Grup ve şahsım adına bir kez daha teşekkürler. Hoşçakalınız.

    Fenerbahçe Birleşik Grup Aylık Bülteni / Şubat 1994

  • Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları-IV

    “Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları” serisinde dördüncü bölümdeyiz. Süreç 1938’e doğru ilerliyor. O sene Fenerbahçe, Türkiye Futbol Federasyonu ile büyük bir anlaşmazlığa düşüyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Naci Barlas’ın Hatıraları-I
    Naci Barlas’ın Hatıraları-II
    Naci Barlas’ın Hatıraları-III


    Kulübe Üye Oluyorum

    Nihayet Fenerbahçe’de top oynama çağına gelmiştim. Eminönü’nde bir mağazadan top ayakkabısı satın aldım ve aile dostumuz olan Arif Sporel’in yardımı ile Fenerbahçe yıldız takımına alındım. Antrenörümüz o tarihte Fenerbahçe takımında sağ iç oynayan Esat Kaner’di. Haftada bir de Herr Schveng gelir ve antrenmanı durdurur bize çift kale yaptırırdı.

    Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bir gün gene Herr Schveng’in gelip çift kale yaptırdığı bir antrenmanda maçı durdurdu beni yanına çağırarak “Yok çocuğum top oynamak. Var sen dans yapmak” dedi. Ve beni takımdan çıkarıp soyunma odasına gönderdi. O zaman malzemeci Cemil efendiyi bularak soyunma odasını açtırdım. O zamanlarda antrenmanlarda formaları kulüp verirdi. Ben o formayı Cemil efendiye vermeyip aldım, eve getirdim.

    Birkaç gün sonra mahalle arkadaşım olan Melih’le (Galatasaray Sultani’sinde okuyordu fakat Fenerbahçeli idi. Sonraları Fenerbahçe kulübünde tenis şampiyonu oldu) kulübe gittik. O tarihte kulüpte 2 adet tenis kortu vardı. Zaten Melih tenis meraklısı idi. Ben de bizim yıldızlar takımını seyretmedim. Tenis oynayanları seyrettim. O sırada Arif Sporel tenis oynuyordu. Beni gördü ve niçin burada olduğumu sordu. Ben de durumu söyledim. İsmi Lambo olan stad bakıcısına, şimdi ismini hatırlayamadığım, zannederim ismi Suat olan ağabeyimizi çağırdı ve kulübe kaydımın yapılmasını söyledi. Zaten yıldız takıma kaydolurken Resim ve Nüfus Kağıdı ve ikamet teskeresi vermiştik. Ben bu suretle 1938 senesinde Fenerbahçe Kulübü üyesi oldum.

    Bunları şunun için söylüyorum. Bu anıları anlatan kimsenin nasıl ve ne zaman Fenerbahçeli olduğunu bilmenizi istediğim içindir. Düşünün 17 yaşında kulüp üyesi oluyorum ve 18 yaşında kongreye girme hakkı kazanıyorum ve 18 yaşında ilk defa kulüp başkanı ile bir salonda (salon dediğimiz yer en çok 40 kişi alan kulübün altındaki yerdi) arkalarda bir yerde Abdülhamit Şinasi ve ağabeyi Haldunla oturuyorduk.

    Kongreler

    Kongredeki bütün dikkatimle ve hayranlığımla Fenerbahçelileri seyrediyordum. Evde “Kongrede ne oldu” diye soranlara çok büyük adamlar geldi. Hepsi çok şık ve gravatlı idi. Fenerbahçe’yi konuştular ama ben onları seyretmek ne konuştuklarını anlamadım. Yalnız bir defasında Haldun elini kaldır diye dürttü. Sonra da bir defa daha ellerimizi kaldırılmasını istediler ( o zaman bu oylamanın adı iş’ari rey idi) sonunda Atatürk Mustafa Kemal Paşamızın da adı geçti ve kongre bitti. Dışarıda (sonra adı Saatçi Melih olarak bilinen) Melih ne oldu dedi. Ben de Şükrü Saracoğlu başkan oldu dedim.

    1938 senesi Fenerbahçe için en enteresan hadiselerle geçen bir yıldır. Şöyle ki o yıl adı Milli Küme olan bir organizasyon kuruldu. Milli Küme kurulunca maçlar daha enteresan hale geldi. Çünkü Milli Küme Ankara ve İzmir takımlarının da iştirakiyle oynanıyordu. Fenerbahçe her hafta cumartesi ve Pazar gününe rastlayan Fenerbahçe maçlarını kendi sahasında oynamak istedi. Zira Kadıköy’de hiç maç oynanmıyor ve Fenerbahçe hep deplasmanda oynuyordu. Biz bir Pazar günü stada gittik. Takım sahada bekliyordu. Karşı takımdan hiç kimse gelmeyince maç tatil edildi zannettik. Meğerse maç Taksim’de imiş ve biz hükmen mağlup sayılmışız. Müteakip haftalarda da bu şekilde bir takım karışıklıklar oldu. Yani sizin anlayacağınız biz maç seyredemez olduk. Daha sonra daha fecisi oldu. Fenerbahçe milli kümeden ihraç edildi. Hatta Fenerbahçe’nin hiçbir kulüple özel maçlar yapması da yasaklanmıştı.

    Büyük Anlaşmazlık

    Bunun üzerine Fenerbahçe kulübü futbol şubesini kapattı. Komşunuz olan Bek Fazıl kulübe küstü. Bir gün Niyazi Sel ağabeyimiz gelip Fazıl’ı evden götürdü. Niyazi Sel’e itiraz edilemezdi çünkü hem takımın en yaşlısı hem de çok ciddi hali olan birisiydi. Meğerse Federasyon (o zamanki adını bilmiyorum) bizi tekrar kümeye almış ve maçların Fenerbahçe Stadı’nda oynanmasını kabul etmiş. Ancak yönetim kurulu futbol şubesini kaptığı için takımın lisanslarını vermiyormuş.

    Biz ilk maçımızın bizim sahada Vefa ile oynanacağını malzemecimiz Cemil Efendinden öğrenince hemen Altıyol ağzında meskenimiz olan Gülüm’ün Kahvesi’ne koştuk. Orada Kamalı Nazif, Şinasi, Bodur Ahmet, Kafa Kemal pişpirik oynuyorlardı. Maç bizim sahada Vefa ile oynanacak diyince o zaman Fenerbahçe Genç veya ikinci takımında oynayan Şinasi ve Kamalı Nazif itiraz ettiler. Lisanslar yok ve kulüp futbolu kaldırdı dediler. Aradan bir müddet geçti. Fatin Soydaner kahveye geldi “Ne oturuyorsunuz aptallar sahada maç var. Herkes maça gidiyor” dedi. Nazif hemen karşıdaki Eczacı Namık’a koştu ve öğrendi ki Necdet maçı oynuyoruz demiş ve maça gitmiş. İşin garibi bize bu haberi veren Fatin hariç hepimiz dünya sürat rekoru kırarak stada koştuk. Maça nasıl girdiğimizi bile hatırlamıyorum.

    Maça girdik fakat maç bir türlü başlamıyordu. Bir aralık Büyük Fikret gitti geldi. Vefalılar kendi aralarında antrenman yapıyorlardı. Bizim futbolular bir köşede toplu olarak oturmuşlar bekliyordu. Nihayet maç başladı ve yüreklerimiz ağzımızda zar zor güç bela maçı 1-0 kazandık. Akşam Naci Bostancı kahveye geldi. Meğerse maçı lisanssız oynamışız ve Ankara kabul etmiş. Ertesi gün daha feci bir durum oldu. Necdet abi Vefa maçına çıkan futbolcuların kulüpten ihraç edildiklerini söyledi. Kulüp dağılıyor zannettik. Zaten Pazartesi mektep başladı. Ben o zaman Haydarpaşa Lisesi 1. sınıfta idim. Küçük Fikret benden bir yaş büyüktü ve 11-C’de oynuyordu. Fikret aynı zamanda Haydarpaşa Lise Takımı’nda oynuyordu. O devrin futbol tarihine geçen bir Işık Lisesi maçını hatırlayan pek az insan kalmıştır.

    Naci Barlas’ın Fenerbahçe Hatıraları / Devam Edecek

  • En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor

    Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar… Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun en büyük iki golcüsü… 1924 tarihli Resimli Ay dergisinde Çelebizade Sait Tevfik Bey, başka sporcuları da tanıtacağı köşesine bu iki isimle başlıyor. Önce Zeki Rıza Sporel…

    * * * * * *

    Zeki Bey’i çok küçükten tanıdığım için idmancıların spor hayatını yazmaya kendisinden başladım. Daha ufak yaştan itibaren kuvvetli şutlarıyla, kıymetli, mahir çalışmalarıyla, seri kurtuluşlarıyla herkesin nazar-ı dikkatini celp eden bu pek ufak cüsse, kendisine mukabil iri rakipleri arasında daima iyi bir numara alır. Hatta gerek Fenerbahçe’nin ve gerek milli takımımızın yaptığı sayıları tetkik edersek hemen kısm-ı azamının bu küçük vücudun küçük ayağı tarafından yapıldığını görürüz. Son olaylarda sakatlanan bu kıymetli oyuncumuza afiyet temenni ederken kendisinin de pek meraklı menakıbını hususi kelamından dinlemek isteriz :

    “On dört on beş sene oluyor, Kadıköy’den Kuşdili çayırlarına henüz taşınmıştık. Bir akşam kısa pantolonlu, lisanlarını anlamadığım birkaç ecnebinin, o garip kıyafetleriyle, yuvarlak büyük bir top peşinde mütemadiyen koştuklarını, bazen kafalarıyla ve bazen ayaklarıyla topu birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem neden o günden itibaren topa karşı garip, meraklı bir heves duydum. Artık gezmeden ve eğlenmekten ibaret sade programıma bir de top oyunu temaşası karışmıştı. Akşam muayyen vaktinde gider, o ecnebileri adeta bir zevk-i taabbüdle seyrederdim.

    Öyle bir gün hulul etti ki yalnız seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin edememeye başladı. Ben de bir top tedarik ettim ve ağabeyim, küçük kardeşim Arif hep bir arada oynamaya başladık. O zaman Galatasaray’a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi anlamış olan ağabeyim Hasan Kamil tahsil günlerinde bizi karşısına alır ve topa nasıl vurulacağını, nasıl tutulacağını öğretirdi.

    Üç dört ay sonra Kurbağalıdere’ye taşınmıştık. Oranın vasi’ meydanları futbol için daha müsaitti. Esasen bunlarda bütün meydanlarda sabahtan akşama kadar çocuktan büyüğe kadar bir çok gruplar mütemadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. İki üç ay sonra güya ben de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyordum, futbolun ruhumdaki boşluğu imla eden bir hususiyeti bir mevcudiyeti var sanılırdı. İstidad ve hevese makrun olan her şey gibi, futbol da arzu ve hevesime ram olmuş gibiydi. Bu hal iki sene kadar devam etti.

    Futbolda kazandığımız meleke bizi muhitimiz hariciyle boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Kurbağalıdere Kulübü namıyla arkadaşlardan bir kulüp yaptık. Az zaman zarfında emellerimiz tahakkuk ve tetevvüc etti. Çünkü o zamanlar kulübümüzde ağabeyim, Arap Feyzi (merhum), Mazhar (merhum), Kamil gibi maruf ve iyi oyuncular da vardı. İşte bugün ismi silinen bu kulüple yaptığımız ilk müsabaka esasında şimdi beraber oynadığımız sağ iç muhacim Alaaddin ile tanıştık. O zamandan Alaaddin’in ani ve anlaşılamaz çalımlarını, hakim oyunlarını çok takdir eder ve severdik. Şimdiki Alaaddin için hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü Alaaddin’i herkes görüyor ve biliyor…

    Günün birinde talih bizi Bursa Mekteb-i askeriyesine sevk etti. Tabii burada futbol yoktu. Alıştığım, hemen hemen müptelası olduğum topu artık derin bir hasretle yad etmekten, akşamları efkarla gözlerimi dikerek yüksek şahikaların öbür tarafında, o dakikalarda topla uğraşan arkadaşlarımı hatırlamaktan başka bir zevk duyamıyordum. İstanbul’dan top getirtmek hususundaki birkaç teşebbüsüm maatteessüf  zabitlerimizin inat ve ısrarı önünde önünde fayda vermedi. Maahaza büsbütün nevmid olmadım. Arkadaşlarımızı bilhassa İstanbul’dan gelenleri tahrik ederek zabitlerimiz nezdinde umumi bir teşebbüste bulunduk, yalvardık, rica ettik. En nihayet bir  lütf-ü aliyül ala olmak üzere irade-i müdüriyetpenahi şerefsadr oldu; müsaade verildi. Artık sevince had ve payan yoktu. Nihayet çok sevdiğim topa kavuşmuştum.

    İki sene sonra İstanbul’a avdetimde diğer rüfeka kısmen tebdil-i mekan etmiş ancak pek azları kalmıştı. Bu sıralarda arkadaşlarımdan Cafer ve Haydar Bey ile beni Fenerbahçe Kulübü’ne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak Sarı-Lacivert formayı giymiştim. İhtimaldir ki Fenerbahçe’ye bizi büyük bir samimiyetle bağlayan minnettar hislerimi o günün gurûr muvaffakiyetinden topladım.

    Bizi çalıştırmaya memur edilen Mustafa  Bey’in tarz-ı mesaisindeki intizam ve vukuf dolayısıyla çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarıyla bugün spor aleminin  belli başlı futbolcularından olması Mustafa Bey’in bu husustaki ihtisasının en bariz bir delilidir.

    Sırasıyla dördüncü ve üçüncü takımlarda  oynadım. Kuvvet ve oyun nokta-i nazarından bize tekabül eden Galatasaray timleriyle başlayan  müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Bir gün Anadolu Hisarı’nda galiba İdman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştim ve takımın eksik olması küçük olmamıza rağmen Alaadin’le benim maça iştirakimize sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak  olmuştuk. Fakat yine muntazaman birinci takımın oyunlarına dahil olamıyorduk. Bilahare Nuri  Bey’lerin ve Hikmet Beylerin istifaları ile hasıl olan boşlukları Alaaddin ile beraber doldurmuştuk.

    Hiç unutmam ilk maçımızı Anadolu ile yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beylerin add-i mevcudiyetiyle açılan rahneyi Fenerbahçe’nin nasıl dolduracağını halk münakaşa ediyor ve etrafta müteaddit rivayetler dolaşıyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni şahsiyetler olarak biz gösterildik. Kabiliyet ve muvaffakıyet ihtimallerinden şüpheye düşen bir çok kimselerin dudak büktüğünü halen hatırlarım. O oyunda ezilmemekliğimiz için, Mustafa Bey’in rey ve tensibiyle ben sol  açık Alaaddin de sağ açık oynamıştı. O gün ben üç gol yapmıştım. Etraftaki  dudak bükenlerin istihfafı hayrete inkılap etmişti. Ve ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim hakkında bana güzel ümitler veriyordu.

    Hiçbir zaman hudperest değilim ve olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol iç ve nihayet asıl mevkiim olan merkez muhacim olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini kazandı. O zaman en kavmi rakibimiz bizden aldığı aza ile kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını da kaydedeyim ki aramızdaki müthiş rekabete rağmen maçlarımız daima büyük bir samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunda, maharetle kazanmak arzusu sinirlerimize tahakküm ederdi. Yoksa hiçbir taraftan galebede hasmı hakir görmek aklımızdan geçmezdi.

    Futbol hayatımda müteaddit defalar muhtelit takımda merkez muhacimi olarak oynadım. Ve en memnun olduğum maç da Slavya’ya karşı olmuştur. Son seneler tenis ile fazla meşgul oluyordum. Bu oyunda  futbol kadar meraklı ve uzun seneler çalışmakla elde edilen güç bir spordur. En ziyade sevdiğim spor denizciliktir”

    İşte hayatının kısa bir tarihine tarihçesini yaptığımız bu sevimli arkadaşımız Kuleli İdadisini ikmal  etmiş ve boyunun kısa bulunmasından dolayı askeri baytar mektebine nakledilmiştir. Harb-ı umumi  senelerini Haydarpaşa’daki Karacaahmet mezarlığına dayanan küçük binada geçirerek bilahare  baytar zabiti olarak mektepten neş’et etmiştir.

    Çelebizade Sait Tevfik Bey

  • En Büyük Futbolcumuz

    En Büyük Futbolcumuz

    Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar… Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun en büyük iki golcüsü… 1924 tarihli Resimli Ay dergisinde Çelebizade Sait Tevfik Bey, başka sporcuları da tanıtacağı köşesine bu iki isimle başlıyor. Önce Zeki Rıza Sporel… En büyük futbolcumuz!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor

    Zeki Bey’i çok küçükten tanıdığım için idmancıların spor hayatını yazmaya kendisinden başladım. Daha ufak yaştan itibaren kuvvetli şutlarıyla, kıymetli, mahir çalışmalarıyla, seri kurtuluşlarıyla herkesin nazar-ı dikkatini celp eden bu pek ufak cüsse, kendisine mukabil iri rakipleri arasında daima iyi bir numara alır. Hatta gerek Fenerbahçe’nin ve gerek milli takımımızın yaptığı sayıları tetkik edersek hemen kısm-ı azamının bu küçük vücudun küçük ayağı tarafından yapıldığını görürüz. Son olaylarda sakatlanan bu kıymetli oyuncumuza afiyet temenni ederken kendisinin de pek meraklı menakıbını hususi kelamından dinlemek isteriz :

    Söz Zeki Rıza Sporel’de

    “On dört on beş sene oluyor, Kadıköy’den Kuşdili çayırlarına henüz taşınmıştık. Bir akşam kısa pantolonlu, lisanlarını anlamadığım birkaç ecnebinin, o garip kıyafetleriyle, yuvarlak büyük bir top peşinde mütemadiyen koştuklarını, bazen kafalarıyla ve bazen ayaklarıyla topu birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem neden o günden itibaren topa karşı garip, meraklı bir heves duydum. Artık gezmeden ve eğlenmekten ibaret sade programıma bir de top oyunu temaşası karışmıştı. Akşam muayyen vaktinde gider, o ecnebileri adeta bir zevk-i taabbüdle seyrederdim.

    Öyle bir gün hulul etti ki yalnız seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin edememeye başladı. Ben de bir top tedarik ettim ve ağabeyim, küçük kardeşim Arif hep bir arada oynamaya başladık. O zaman Galatasaray’a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi anlamış olan ağabeyim Hasan Kamil tahsil günlerinde bizi karşısına alır ve topa nasıl vurulacağını, nasıl tutulacağını öğretirdi.

    Üç dört ay sonra Kurbağalıdere’ye taşınmıştık. Oranın vasi’ meydanları futbol için daha müsaitti. Esasen bunlarda bütün meydanlarda sabahtan akşama kadar çocuktan büyüğe kadar bir çok gruplar mütemadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. İki üç ay sonra güya ben de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyordum, futbolun ruhumdaki boşluğu imla eden bir hususiyeti bir mevcudiyeti var sanılırdı. İstidad ve hevese makrun olan her şey gibi, futbol da arzu ve hevesime ram olmuş gibiydi. Bu hal iki sene kadar devam etti.

    Futbolda kazandığımız meleke bizi muhitimiz hariciyle boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Kurbağalıdere Kulübü namıyla arkadaşlardan bir kulüp yaptık. Az zaman zarfında emellerimiz tahakkuk ve tetevvüc etti. Çünkü o zamanlar kulübümüzde ağabeyim, Arap Feyzi (merhum), Mazhar (merhum), Kamil gibi maruf ve iyi oyuncular da vardı. İşte bugün ismi silinen bu kulüple yaptığımız ilk müsabaka esasında şimdi beraber oynadığımız sağ iç muhacim Alaaddin ile tanıştık. O zamandan Alaaddin’in ani ve anlaşılamaz çalımlarını, hakim oyunlarını çok takdir eder ve severdik. Şimdiki Alaaddin için hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü Alaaddin’i herkes görüyor ve biliyor…

    Askerî Okulda

    Günün birinde talih bizi Bursa Mekteb-i askeriyesine sevk etti. Tabii burada futbol yoktu. Alıştığım, hemen hemen müptelası olduğum topu artık derin bir hasretle yad etmekten, akşamları efkarla gözlerimi dikerek yüksek şahikaların öbür tarafında, o dakikalarda topla uğraşan arkadaşlarımı hatırlamaktan başka bir zevk duyamıyordum. İstanbul’dan top getirtmek hususundaki birkaç teşebbüsüm maatteessüf  zabitlerimizin inat ve ısrarı önünde önünde fayda vermedi. Maahaza büsbütün nevmid olmadım. Arkadaşlarımızı bilhassa İstanbul’dan gelenleri tahrik ederek zabitlerimiz nezdinde umumi bir teşebbüste bulunduk, yalvardık, rica ettik. En nihayet bir  lütf-ü aliyül ala olmak üzere irade-i müdüriyetpenahi şerefsadr oldu; müsaade verildi. Artık sevince had ve payan yoktu. Nihayet çok sevdiğim topa kavuşmuştum.

    İki sene sonra İstanbul’a avdetimde diğer rüfeka kısmen tebdil-i mekan etmiş ancak pek azları kalmıştı. Bu sıralarda arkadaşlarımdan Cafer ve Haydar Bey ile beni Fenerbahçe Kulübü’ne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak Sarı-Lacivert formayı giymiştim. İhtimaldir ki Fenerbahçe’ye bizi büyük bir samimiyetle bağlayan minnettar hislerimi o günün gurûr muvaffakiyetinden topladım.

    Bizi çalıştırmaya memur edilen Mustafa  Bey’in tarz-ı mesaisindeki intizam ve vukuf dolayısıyla çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarıyla bugün spor aleminin  belli başlı futbolcularından olması Mustafa Bey’in bu husustaki ihtisasının en bariz bir delilidir.

    Sırasıyla dördüncü ve üçüncü takımlarda  oynadım. Kuvvet ve oyun nokta-i nazarından bize tekabül eden Galatasaray timleriyle başlayan  müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Bir gün Anadolu Hisarı’nda galiba İdman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştim ve takımın eksik olması küçük olmamıza rağmen Alaadin’le benim maça iştirakimize sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak  olmuştuk. Fakat yine muntazaman birinci takımın oyunlarına dahil olamıyorduk. Bilahare Nuri  Bey’lerin ve Hikmet Beylerin istifaları ile hasıl olan boşlukları Alaaddin ile beraber doldurmuştuk.

    A Takımda İlk Maç

    Hiç unutmam ilk maçımızı Anadolu ile yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beylerin add-i mevcudiyetiyle açılan rahneyi Fenerbahçe’nin nasıl dolduracağını halk münakaşa ediyor ve etrafta müteaddit rivayetler dolaşıyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni şahsiyetler olarak biz gösterildik. Kabiliyet ve muvaffakıyet ihtimallerinden şüpheye düşen bir çok kimselerin dudak büktüğünü halen hatırlarım. O oyunda ezilmemekliğimiz için, Mustafa Bey’in rey ve tensibiyle ben sol  açık Alaaddin de sağ açık oynamıştı. O gün ben üç gol yapmıştım. Etraftaki  dudak bükenlerin istihfafı hayrete inkılap etmişti. Ve ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim hakkında bana güzel ümitler veriyordu.

    Hiçbir zaman hudperest değilim ve olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol iç ve nihayet asıl mevkiim olan merkez muhacim olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini kazandı. O zaman en kavmi rakibimiz bizden aldığı aza ile kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını da kaydedeyim ki aramızdaki müthiş rekabete rağmen maçlarımız daima büyük bir samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunda, maharetle kazanmak arzusu sinirlerimize tahakküm ederdi. Yoksa hiçbir taraftan galebede hasmı hakir görmek aklımızdan geçmezdi.

    Futbol hayatımda müteaddit defalar muhtelit takımda merkez muhacimi olarak oynadım. Ve en memnun olduğum maç da Slavya’ya karşı olmuştur. Son seneler tenis ile fazla meşgul oluyordum. Bu oyunda  futbol kadar meraklı ve uzun seneler çalışmakla elde edilen güç bir spordur. En ziyade sevdiğim spor denizciliktir”

    İşte hayatının kısa bir tarihine tarihçesini yaptığımız bu sevimli arkadaşımız Kuleli İdadisini ikmal  etmiş ve boyunun kısa bulunmasından dolayı askeri baytar mektebine nakledilmiştir. Harb-ı umumi  senelerini Haydarpaşa’daki Karacaahmet mezarlığına dayanan küçük binada geçirerek bilahare  baytar zabiti olarak mektepten neş’et etmiştir.

    Çelebizade Sait Tevfik Bey / En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor