Bu sabah çok erken saatlerde, belki de sabah karanlığında Dolmabahçe’ye İstanbul un her tarafından koşarak giden heyecanlı meraklılar göreceksiniz… Sabahlayanlar da caba… Onlara Tanrı yardım etsin…
Bir merkezden yönetiliyormuş gibi; Mithatpaşa’ya akan bu meraklılar, önce bilet, sonra da kısmet arayacaklar… Oysa o sabah o insanların evinde hayatın çeşitli zorluklarından ibaret dertler adeta çiçek açıyordu.
ZAM Gelecek Diyorlar Şekere Ete Süte,
BOŞVER ARKADAŞ BİR GÜNLÜK BUNLARA, KOŞ EZELİ REKABET DENEN İLLETE…
Spiker 50 yıldır mikrofona dil döküyor:
İsfendiyar, Torik Necmi’nin uzattığı topu kaptı, ortaladı… Metin geriden koştu, yükseldi, çaktı kafayı… Özcan’ın kalesinde koskoca bir delik var… Gooollll…
Basri Avni’ye, Avni Naci’ye… Ve Lefter bir helikopter gibi iniyor kaleye… Kimseye değmeden… Turgay’la karşı karşıya şimdi… Sanki kürsüde ders veriyor… Tutma oğlum bu topu… Hocanın dediğini yap. Ve Turgay laf dinliyor… Sarı-Kırmızılı filelerde bir Fener asılı şimdi…
NE SEÇİM MÜCADELESİ, NE EKMEK KAVGASI… MAÇA GELECEK, CEBİNDE ÜÇ KURUŞ NAFAKASI
Adam, altmış yıldır tribünlerde titriyor. Kalbi ne kadar sağlammış meğer… O’nun devri futbolcuların “Bey” diye çağırıldığı, yeni yetişmelerin “efendi” diye anıldığı bir devir…
“Merkez muhacim Zeki Bey tam santra noktasında merkez muavin Nihat Beyle kucaklaştı… Karşılıklı şanslar teati ediliyor.”
Böyle yazdı ustalarımız maçları… Şimdi “Koçum benim” diye bağırıyorlar birbirlerine… Spor sayfalarında “Bale resitali, kramponların balesi gibi” lâflar…
Dropsçu Halit, benim bildiğim kırk yıldır tribünlerde nane ve heyecan satıyor. “Neler oluyor bugün…” diyerek… Devirler değişti, lingo lingo şişeler girdi tribünlere… Ayva artık tarihten bir yapraktır. Şimdilerde taraftarlar birbirlerine ayva değil, lâf atıyorlar… Ve bazen birbirlerini acıtıyorlar.
DÜNYA İKİYE BÖLÜNÜR BÖYLE GÜNLERDE HEM AĞLANIR, HEM GÜLÜNÜR TRİBÜNLERDE.
Kin, hırs, intikam, gürültü, patırtı, komedi, dram, kaynana zırıltısı, şarkılar, türküler, sataşmalar, taşlamalar, haşlamalar ve dahi davul zurna refakatinde tribünden sesler… FENEEERR… CİM BOM BOM… 36 kısım tekmili birden…
En uzun rüya bu… Ülkemizin en çok seyredilen, en eski filmi bu… Aktörler değişiyor, konu değişmiyor…
BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER, HAKEM YUFKA YÜREKLİYSE EĞER MAÇ KARAKOLDA BİTER…
Fenerbahçe’nin 4 Türkiye Şampiyonluğu sahibi, büyük golcüsü Yüksel Gündüz’ün birbirinden güzel fotoğrafları ihtiva eden arşivi, kıymetli oğlu Mehmet Ali Gündüz Beyefendi sayesinde Fenerbahçe tarihi ile buluşuyor… Sonsuz teşekkürlerimizle…
Bundan iki sene kadar önce bir pazar günü idi. Fenerbahçe kulübünün müdüriyet odasında birinci takımda henüz oynamaya başlamış olan genç ve mahcup bir futbolcu, kulüp müdürünün karşısında ezile, büzüle konuşmaya başlamıştı:
Beni çağırmıştınız, Fikret ağbi…
Emektar futbolcu Büyük Fikret;
– Evet, demişti, seninle biraz konuşacağım.
Eski ve kurt futbolcu, 17 yaşındaki yeni ve istidatlı oyuncuya uzun, uzun nasihatte bulunduktan sonra, idare heyetinin kendisini beğenmekte olduğunu, tahsili ve sair ihtiyaçları için şimdilik mütevazi bir yardımın yapılacağını, fakat bazı futbolcular gibi, yarın, öbür gün gazetelerde birkaç defa resmi çıkınca, kat’iyen şımarmamasını söylemişti.
Bu genç futbolcu Can Bartu idi. Kulübünün hakkında gösterdiği alakayı unutamayacağını belirtiyor ve sık sık “Ağabeylerimin bana karşı gösterdikleri bu iyiliğe, minnettarım” diyordu.
Şu var ki genç oyuncu amatör kalmakta fayda görüyordu, Zira profesyonel olduğu takdirde basketbol oynaması da, imkânsızlaşacak ve Fenerbahçe basketbol takımı yıldız bir oyuncusundan mahrum kalacaktı.
Aradan çabucak iki sene geçti. Fenerbahçe futbol takımı, yine istikrarsız günler geçiriyordu.
Takım daha bir kaç hafta öncesine kadar Galatasaray’la puan, puana bulunurken, İstanbulspor’a mağlup olunca, şaşkın bir halde şampiyonluğu kaybetmişti. Fenerbahçe’ye bu akıbeti getiren futbol takımında bazı oyunculara yüz bin lirayı bulan mukavele yenileme ve transfer ücreti ödenmiş, kulüp bu yüzden mali kriz içine girmişti.
İşte bu sıralarda idareciler yeni mukavele ücreti talepleriyle karşılaşıyorlardı, İki sene önce ezile büzüle, en mütevazı yardıma bile minnettar kalacağını söyleyerek, emektar futbolcu ağabeysinden nasihat alan Can da, artık, profesyonel futbolculuğun tabii vasıfları içinde yirmi bine bile para demiyor, otuz bin lira talep ediyordu. Anlaşılıyordu ki, basketbola olan bağlılığı otuz binden daha değerli değildir.
Fenerbahçe idarecilerinin canlarını sıkan hâdise, yalnız Can meselesi değildi. Ondan daha mühim olan bir de Lefter hâdisesi vardı.
Büyük futbolcu Lefter belki de Fenerbahçe’de son senelerini idrak etmekte idi. Çünkü çok defa takım oyunundan ziyade, ferdi hüneriyle ün salmış olan bir virtüöz futbolcunun, eskiden kuvvetli Fenerbahçe on biri içinde şahsi oyun tarzı bugünkünden daha az yararlı olması yanında, bir de yüksek ferdi kabiliyetinin zaman zaman büyük teselliler halinde tecelli eden verimli neticeleri vardı. Oyun içindeki çalışması bugün maalesef eskisi gibi uzun süreli bir tempo ile devam etmiyordu. İşte bunu, kendisi de herkesten iyi bilen Lefter ne alırsa, bu son pazarlıkta alırdı.
Mukavelesi biten başka oyuncu yok muydu? İki kişi daha vardı: Niyazi ile Avni!
Niyazi de bir hayli eskimiş oyuncu idi. Onun da bir takım iddiaları vardı. O da en az ücret alan arkadaşları kadar hak sahibi idi. Asgari had 15.000 liradan başladığına göre, Niyazi de (kıdemi dikkate alınarak) idarecilerinden insaflı (!) olmalarını isteyecekti.
Avni de en azına katlanırdı amma, o az olan miktarda on, on beş bin lira civarı idi.
İşte Fenerbahçe idarecileri şimdi bu rakamlar karşısında şaşkın vaziyettedirler. Kaybolan şampiyonluğa mı acımalı, bir buçuk yıl evvel sarf ettikleri yüz bin ve belki de yeniden harcamak zorunda kalacakları bir yüz yirmi bine mi, yanmalıydılar? Şu anda ne yapacaklarını, ne edeceklerini kendileri de bilemez haldedirler. Çünkü artık Fenerbahçe’de durum öyle bir özellik gösteriyor ki; oyuncu idareciye değil, idareci oyuncuya tâbidir.
Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yüksel Gündüz röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçeli olmak için İstanbullu olmak gerekmiyordu. 1937’de Kütahya’nın Tavşanlı kazasında bir Fenerbahçeli olarak doğdum.
7- 8 yaşında babamın vazifesi dolayısıyla Ankara’ya taşındık. Babam laboranttı. 1950’li yılların başında Ankara’da Dışkapı takımında futbola başladım, aynı zamanda atletizm de yapıyordum. Disk atma ve güllede de iki birinciliğim vardı.
1954 yılında daha sonra Güneşspor’a transfer oldum. 6 Nisan 1955’te Yugoslavya’ya karşı Gençler Avrupa Şampiyonası Grup Elemeleri’nde ilk kez genç milli formayı giydim. 1957 yılına kadar Güneşspor’da devam ettim. O zaman birinci ligdeydik.
Fenerbahçe Spor Kulübü’ne transferiniz nasıl gerçekleşti?
Fenerbahçe idarecilerinden aynı zamanda eski kalecilerimizden Hüsamettin Böke beni Güneşspor’dan transfer etti.
Fenerbahçe’ye gelmem olaylı oldu. Çünkü o zamanlarda Güneşspor beni Galatasaray’a vermek istiyordu. Galatasaray’ın iki katı para teklifine karşın ben Galatasaray’a gitmek istemiyordum. Gönlüm Fenerbahçe’deydi. Onun için Hüsamettin Böke beni ailemle beraber Karamürsel’e getirdi. Orada bir nevi saklayarak misafir ettiler. Kaçırmışlardı beni.
Orada bir yaz sezonu geçirdik. İstanbul’a trenle geldim. Yol hiç bitmiyordu. Geçtiğimiz yolda ağaçlar villalar derken yolu bitirdim, heyecanım hiç geçmiyordu. Fenerbahçe’de oynayacaktım.
Birinci sezon geçtikten sonra Acıbadem’de Anadolu Lisesi’ne kaydımı yaptılar. Son sınıftaydım, mezun olduktan sonra prosedür sorunları yüzünden bir sene top oynayamadım. Bir sene boyunca sadece özel maçlarda oynattılar beni. Özel şartlara bağlı olarak futbol federasyonunun koyduğu şartlardı.
1958 yılında normal transferim yapıldı. Osman Göktan, Mikro Mustafa onlarla beraber oynadım. Böylece transferim gerçekleşmiş oldu, o sene şampiyon olduk. 1958 -59 sezonunda milli lig şampiyonu olduk. Futbola 1965 yılına kadar devam ettim.
Fenerbahçe’ye geldiğimde çok gençtim. O kadar değerli futbolcuların arasında oynama şansımın olacağını hiç düşünmemiştim. Lefter, Avni, Şeref, Can, Basri, Nedim, Naci, Akgün hepsi çok kıymetli futbolculardı. Ve onlarla aynı topun arkasında koşturmayı ne mutlu ki başardım. İlk on birin sol kanadında oynadım. Ve Fenerbahçe’de yıllarca tek santrfor olarak oynadım. Her iki ayağımı da iyi kullanabiliyordum. Çok da iyi sıçrar, kafa gollerinden de kaçmazdım.
Fenerbahçe’de kaç sene oynadınız?
8 sene oldu.115 gol atmışım, 268 maçta oynamışım.
Osman, Mikro Mustafa, kaleci Şükrü en yakın arkadaşlarımdandı ama hepsiyle çok iyi anlaşıyordum. O zamanlar herkesin birbirine sevgi ve saygısı vardı.
Takımın her iki açık mevkiinde de yer alıyordum. Hem liseyi bitirip, futbolun yanı sıra İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden de mezun oldum.
O zamanlara dair en hoşunuza giden bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
En büyük anılarımdan birisi 1958-59 yıllarında Galatasaray’la iki sefer karşılaşmamız oldu.
İlk maçı Galatasaray 1-0 kazanmıştı. Hani o meşhur Metin Oktay’ın ağları delen golü vardı.
3 gün sonra da rövanşta Galatasaray’ı 4-0 yenmiştik. Kupayı aldık. İlk golü ben atmıştım.
Lakin o ilk yenilgimiz tam bir kâbustu bizim için. Ne uyku uyuyabiliyorduk ne de herhangi bir şey yapabiliyorduk. Bir an önce o gün gelsin maçımızı oynayalım, bütün her şeyimizi ortaya koyalım istiyorduk. Ve hakikaten de öyle oldu. Oradaki heyecanımızı hiç unutamıyorum ve dört tane golle süsledik olayı.
Futboldan arta kalan zamanınızda neler yapardınız?
O zamanlar bir pul koleksiyonuna sahiptim. Boş zamanlarımda pulları ortaya çıkarır onları odanın her tarafına yayar, saatlerce onlarla vakit geçirirdim.
Müziğe de büyük merakım vardı. Halen de var.
Bir de antrenman sonrası Moda’daki kütüphaneye uğrar birkaç kitap alır onları okuyarak zamanımı değerlendirirdim.
O yıllarda sizin izleniminizle tribünler, takım içi dayanışma nasıldı?
O zamanlarda tribünlerde seyirciler hepsi yan yana otururlardı. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi ya da Beşiktaşlısı. Oradaki dostluklar saha dışında da devam ederdi. Şimdiki gibi kavgalar- yoktu tabii ki. Oyun içinde taraftarlar arasında güzel rekabetler olurdu.
Yine bir anımı anlatayım: Bir Galatasaray maçında bizim kaptan Naci ve Metin Oktay aynı anda topa kafa çıktılar ve Metin Oktay o topu aldı ve sonra bizim kaleye gol attı, durum 1-0 oldu.
Bu duruma çok üzülen Naci yere çömelip başını iki elinin arasına alıp öylesine kala kaldı. Bu durumu görünce ben koştum yanına gidip “Kaptan kalk sen üzülme şimdi ben bir gol atarım telafi ederiz.” dedim. Hakikaten 5 dakika sonra ben bir gol attım ve maçı 2 -1 kazandık.
Milli takımda da görev aldınız…
Tabii milli takımda da oynadım. Macaristan ve İspanya’da da oynadım, o zaman genç milli takımdaydım. A milli takımında Metin Oktay oynadığında, ben hep yedekte kalıyordum. Sadece Macaristan maçında oynadım.
Ayrıca askerlik nedeniyle ordudayken ordu milli takımında da oynadım. 1963 yılında ordu takımı için Atina’da oynadık ve dünya ikincisi olduk.
Ne zaman jübile yaptınız?
1964 yılında evlendim. Bir sene daha Fenerbahçe’de oynadıktan sonra 1965 yılında futbolu bırakmak zorunda kaldım.
Ömrümüz hep maçlarda ve kamplarda geçtiğinden dolayı ailemle doğru dürüst beraber olamıyordum.
O ara çok jübile vardı. Metin Oktay’ın falan… Kulübün teklif etmesine rağmen ben jübile yapmayı istemeden futbolu bıraktım. Çok sıkıntılar çekmemize rağmen para yönünü hiç düşünmemiştim.
Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız?
Sonra özel şirketlerde çalıştım, müdürlük yaptım. İlaç firması kurdum. İki oğlum var, onlar da ilaç sektöründe çalışıyorlar.
Fenerbahçe sevdalısı bir eski futbolcu olarak taraftarımıza mesajınız nedir?
Taraftarlarımız hem fedakâr hem de cefakârlar her zaman olduğu gibi. Kulüplerine oldukça bağlılar. Onları her zaman çok sevdim. Futbol hayatım bittiğinden beri de onların oturduğu koltuğa oturup maç seyrederek neler hissettiklerini çok iyi anlayabiliyorum.
Fenerbahçe’nin taraftarı her zaman çok farklıdır. Futbolcuları derseniz Fenerbahçe’nin kendilerine verdiği o şöhretten dolayı her yerde itibar kazanıyorlar. Ben 50 sene oldu bırakalı hala unutulmuyorum. Nereye gitsek yine tanıyan çıkıyor yani.
Fenerbahçe’nin kredisi bitmiyor. Fenerbahçe bir zirve ve bütün futbolcular oraya tırmanmak ister. Başka kulüplerde oynayan futbolcularımız bugün bile halen ziyaretimize geliyorlar. Bizden kopamıyorlar. Fenerbahçe’ye karşı hep bir özlemleri var.
Fenerbahçe’de oynarken en çok hangi futbolcuyu beğenip, örnek alırdınız?
En büyük Lefter’di tabii. Beraber aynı takımda yan yana oynamamıza rağmen maçta bile onun oyunu seyrederdim. Lefter’le aram çok iyiydi, birbirimizi çok iyi anladığımızdan hem paslaşıp gol atar ya da gol attırırdık, ayrıca ben kendisine çok şeker taşımışımdır.
Benim en büyük ve tek gayem Fenerbahçe’de oynamaktı. Yedeklerimiz bile çok kıymetliydi. Fenerbahçe’nin başarılı olması en büyük temennimizdi. Biz bu kadar mücadele ettik, şimdi de yine onların başarılarıyla öğünmek istiyoruz.
Lakabınız var mıydı?
Bana “Fırtına” lakabı takmışlardı.
Ya şimdi Fenerbahçe Spor Kulübü’ne baktığınızda gururlanıyor musunuz?
Fenerbahçe ruhu Başkanımızla çağ atladı. İlkel durumumuzdan şu günlere gelmemize inanamıyorum. Başarılarımız, güzel tesislerimiz oldu. Topuk Yaylası çok nefis ve güzel olmuş, havası da çok temiz. Lefter Dereağzı Tesisleri’ni çok beğeniyoruz ve sıkça gidiyoruz.
Bugün oynanan futbolu beğenmediğim oluyor. Belki de futbolun endüstriyelleşmesinden dolayı bizim futbola verdiğimiz o amatör sevgi kalmamış. Şehirler, takımlar birbirine küsmüşler, sporun üstü buzdağı altı para olmuş, bütün her şey bundan kaynaklanıyor.
Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yavuz Şimşek röportajı ile karşınızda…
Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yavuz Bey?
Bahçıvan bir ailenin en küçük çocuğuydum. İki kız, beş erkek kardeşiz. Babam Samsun’un Havza kazasında bahçıvanlık yapardı.
Yıl 1956-57 aklımın erdiği zamanlar. O zamanlar çikletlerden resimler çıkardı. Samsun’da Adalet, Karagümrük takımları vardı. O dönem Fenerbahçe’de Özcan Arkoçlar, Naci Erdemler, Akgünler, Avniler vardı. Havza’ya bir iki günlük gazeteler gelebiliyorsa, onların spor sayfasında ne okuyorsak aldığımız haberler oydu.
Mahalledeki çocuklar arasında Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar da vardı. Fakat ben ve ağabeylerim Fenerbahçeliydik.
Ben forvet oynardım. Aslında topumuz bile yoktu, kâğıttan top yapar, sabahtan akşama kadar mahalle çocukları tepişir dururduk. Bazen de benden iki yaş büyük ağabeyimle yine patates tarlasında kâğıttan topları fırlatır, kim önce kapacak diye oynarken orada bir atlama hevesi geldi ama hala kalecilikte gözüm yoktu. İyi topa vururdum, yaşıma göre santrafor oynamayı düşünmüştüm.
O 1957 yıllarında hayalimde yaşattığım Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yerlere, göklere sığdıramıyordum. Ne gariptir ki tesadüfler insanı öyle bir yerlere getiriyor ki Fenerbahçe Spor Kulübü’nde forma giymek nasip oldu bana…
Peki, Fenerbahçe’deki spor hayatınız nasıl başladı?
10 sene sonra geldim Fenerbahçe’ye yani 1967 yılı…
Önce ağabeyim öğretmen çıktı bizleri yanına Çanakkale’ye aldı, önce Çanakkale sonra bir sene de Kastamonu’da kaldık.
1960 yılında da Ankara’ya geldik. Toprakspor genç takımda lisanslı oldum. 13-15,5 yaşları arası ikinci buluğ dönemi başlar o dönem kemik boyunun en çok uzadığı dönemdir. Benim de o dönemde bacaklarımın boyu 66’dan 80 cm’ye vurunca bacaklar vücudu taşıyamaz oldu.
O sırada Ankara karmasının antrenörü Sabri Kiraz vardı. Sabri Kiraz Ankaragücü’nün kum havuzunda atlatarak beni kaleciliğe yönlendirdi. O senede beni Ankara genç karmasının kalesine koydu. Tuttuk Türkiye şampiyonu olduk. Tatlı gelmeye başladı.
Bir sene lisanssız okumak için Adıyaman’a gittim. Öbür sene ablam öğretmen olmuştu Rize’ye tayini çıktı. Onun peşinden gittim, tesadüf Rize karmasıyla oynadım şampiyon olduk. Rize’de Güneşspor Kulübü vardı. Beni hemen angaje etti. Bir takım elbise, bir gömlek, bir şemsiye, okul kitapları ve lokanta fişi karşılığında. Çok başarılı oldum.
Trabzon’la oynadığımız maçı milli hakem Ankara PTT’ de çalışan Necdet Hoyrat yönetmişti. Oradaki başarılı oyunumdan dolayı beni PTT’ye önerdi.
1965-1967’de ise milli ligde top oynadım. 1967’de lise son sınıf öğrencisiyken okul müdürümüze Faruk Ilgaz, Semih Bayülken, Fikret Arıcan, Ahmet Erol geldi. Müdür, “Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gitmezseniz bu okul bitmez.” dedi. Ondan önce de Coşkun Özarı Şekerspor’u çalıştırırdı, bizi Galatasaray’a önermişti. Seksen bin lira veriyordu. Ben Fenerbahçe Spor Kulübü’nün verdiği yetmiş bini kabul ettim, geldim. Hayalim gerçekleşmişti.
Fiilen 24 yıldır Fenerbahçe’ye 12 yıl da futbolculuğa antrenörlük, yöneticilik, genel koordinatörlük olmak üzere hizmet verdim.
Bugün 40-41 yaşına kadar oynayan kaleciler var. Siz neden erken bir yaşta bıraktınız?
1977 senesiydi, futbolu 11 yıldan sonra bıraktım.
Çim saha yok, kışın kum zımpara gibi yerlere yatarsın, koşullar çok zor geldi.
Başkanımız Faruk Ilgaz 1977-78 sezonu için Radomir Antiç ile birlikte Radmillo İvançeviç’i eski Yugoslavya’nın Partizan takımından Fenerbahçe’ye transfer etmek istiyordu.
Bana “Eğer bu transfer gerçekleşmezse bizde bir sene daha oynar mısın?” diye sordu. Ben üç defa boş mukavele imzalamıştım, kulüp bizim kulübümüz ben Fenerbahçeliyim. Fenerbahçeli olan Fenerbahçe’ye karşı forma giymez. Bana da her zaman cazip teklifler geldi ama gitmemiştim.
Sonra bu transfer gerçekleşince Faruk Başkanımız “Hizmetlerinden dolayı teşekkür ederiz.” diye yazan bir mektup gönderdi. Benim bir sene yaşamımı temin edip, jübilemi yaptı ve bana “Senin bunca yaptıklarından sonra Fenerbahçe hiçbir zaman bunun altında kalmaz, istediğin tarih senin jübilendir.” dedi.
Sezonun ilk hazırlık maçını bana jübile olarak verdiler. Bu da Kulübümün ve Faruk Başkanımın bana yaptığı bir jesttir. Kampa gittik 21 gün kampımız vardı, Antiç’in işi oldu ve ben eşofmanı ve eldiveni çıkardım.
Futbol kariyerinizden sonra Türk sporuna katkılarınız neler oldu?
Bir projeyi gerçekleştirmek için kaleci yetiştirmek adına hazırladığım projeyi Fenerbahçe’ye sundum.
Mert Günok, Volkan Babacan, Recep Güler, Melih Özçelik’i altyapıda yetiştirdim.
2000 senesinde federasyon istedi, U15, U16, U17, U18 hepsinin kalecisi Fenerbahçe’nin kalecisiydi, bunları da ben yetiştirdim, bundan da gurur duyuyorum. Bugün milli takım kalecisi benim kalecimse artık Türk futbolunda bir misyon sahibi oldum diye düşünüyorum.
Sporu bıraktıktan sonra sesinizin güzelliği keşfedilmiş ve Zeki Müren’in alt kadrosunda şarkı söylediniz, spordan sonra çok farklı bir iş dalı değil mi?
Antrenörlük dönemimde bir maç dönüşü Türk sınırına girerken Türkiye hasretiyle bir şarkı mırıldanmaya başladım. TRT’nin spor spikeri ile aynı arabadaydık.
Bana kulak vermiş “Bir spor programında şarkı okur musun?” diye sordu.
Ben de “Okurum.” dedim.
Ben gayri ciddiydim. İstanbul radyo evinde “Unutturamaz Seni Hiçbir Şey” şarkısını söyledim kasete aldılar. O zaman sadece TRT Televizyonu var. Jenerik geçiyor, “Yavuz Şimşek şarkı okuyacak” diye… Sesimi beğendiler.
O zamanın gazino patronlarından Osman Kavran, Fahrettin Aslan beni aradılar. O zaman Ateş Böceği Ercan komşumuzdu. Beni Osman Kavran’a götürdü. Zeki Müren’in alt kadrosunda çıkmaya başladım. İzmir’e Fuar’a gittik. Fakat çok farklı bir dünyaydı, ayak uydurmam zor oldu, eşimden ve çocuklarımdan uzak kalıyordum. Baktım bu iş bana göre değil, ticarete atıldım.
1986 senesinde Fenerbahçe Spor Kulübü Tahsin Kaya başkanlığındaki yönetime girdim. O dönemdeki kaleci Adem’i çalıştırdım.
Başkan Ali Şen zamanında haftada iki kez fahri olarak Nurettin’le, Yaşar’a antrenman yaptırdım.
Bu ara altyapıdayken Ogün Ağabeyle Marmara Üniversitesi Spor Tesisi’ni beş seneliğine kiraladık. Altyapıdan futbolcu yetiştirecektik. Emin Ağabey’den spor malzemelerini aldık. Hüsnü Ağabey’den Grundig marka video, televizyon aldık. Yılmaz Yücetürk’ü işin başında getirdik. Hasan Özaydınlı da sorumlu oldu.
Bugün U15 – 16 – 17 varsa tarihi o zamana bağlıdır. Sonra 1994’de Hasan Özaydınlı Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı olunca bana “Altyapı genel koordinatörlüğüne geleceksin” dedi.
O sırada TFF kaleci antrenörlüğü mecburiyeti getirdi. Benim hiçbir müracaatım yokken Başkan Hasan Özaydınlı beni TFF’nin açmış olduğu kursa yazdırmış, ben de devam ettim. Elliye yakın kursa katıldım.
Sonra “Fenerbahçe’de yine geniş çaplı bir altyapı oluşacak” dendi. Burada da 56 talebe oldu her sabah özel çalışma yapıldı. Bu çocuklar 2 yaş 3 yaş üstü tekniğe sahip oldular. A takım kadrosuna dâhil olunca bu sefer proje için Hollandalılar geldi. Ben bıraktım. 2005- 2006 arası Zico’ya dışarıdan gelen önerileri değerlendireceğimi söyledim ve Federasyona tamam dedim.
Televizyonda hiç kaleci yorumculuğu yapmanız için istek geldi mi?
Lig TV’den gelmişti teklif, sonra kaldı. Faydalı olabilir düşüncesindeyim.
Türkiye sizi 1967-68 yılındaki Manchester maçıyla tanıdı, bir kez de siz o günü anlatabilir misiniz?
1967- 68’ de tüm kupaları aldık. Hah bir de Balkan Kupası… Balkan Kupası deyip geçmeyin Avrupa düzeyinde bir kupa.
Biz Kınalı Ada’da kamp yapıyoruz. Hep baba oyuncular var, kuradan Manchester çıktı. Manchester da 1966 Dünya Kupası’nı almış, o takımdan da 6 oyuncusu var. Manchester City takımını toprak sahalardan çıkıp böyle kaliteli sahalarda nasıl yenersin zaten yeniliriz düşüncesiyle sahaya çıktık. Kaleciye ne kadar top gelirse kalecinin kendini o kadar gösterme şansı var.
Allah yardım etti, çok dikkatli ve iyi oynadım. Maç bitince kendimi Kıbrıslı bir Türk’ün omuzlarında buldum. Maç bitti 0-0. Bütün İngiliz seyircisi ayakta beni alkışladı.
Ertesi gün Samim Var spor sorumlusu “Gazeteleri aldın mı? Bundan daha güzel bir haber olur mu? Dünya sporundasın, herkes senden bahsediyor.” dedi.
Bir iki tanesini buldum. En çok üzüldüğüm de evde soba tutuşturayım derken hanım hepsini yakmış. Bir başlık şöyleydi:
“Dünya sporu için ne gece!”
Bir de dünya çapında üç yıldız dağıtmışlar. Biri Muhammet Ali Clay’e giderken… Bir yıldız da bana düşmüştü.
Tabii o maçın rövanşı buradaydı.
Mithatpaşa Stadı’nda rahat 50 bin kişi vardı. Taç çizgisine kadar seyirci doluydu.
Biz burada havaya girdik, ilk yarı bir gol yedik, 50 bin kişi bir sessizlik kibrit sesleri geliyor sadece…
İkinci yarı 1-1 oldu. Sonra 2-1 nasıl yendik bilemiyoruz. Eledik adamları. Bize prim sözü vermişlerdi ve de sözünü tuttu Kulüp. Hem de kendini sıkıntıya sokarak.
Kaç kez milli maça çıktınız, Fenerbahçe Spor Kulübü’nde aldığınız şampiyonluklar?
13 defa milli oldum o zamanlar zaten senede bir tane maç olurdu. İki tane Türkiye Kupası, 5 lig şampiyonluğu özel kupalar, Balkan Kupası, TSYD Kupası.
Taraftarlar için neler söyleyeceksiniz?
Taraftarla hiç sorunum olmadı, iyi bir Fenerbahçeliydim. Bu taraftar bizi bizden daha iyi tanıyor. Her zaman minnettarım onlara. Özellikle de bu sene yaşadığımız üzücü olaylarda Kulübümüze tam destek verdikleri için.
Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…
Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?
Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.
Spora Beyoğluspor’da başladınız…
Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.
Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?
Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…
Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…
1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.
Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…
48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.
Kırılamamış gol rekorunuz var…
Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış.
Kafa golleriniz de çok ünlü…
Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…
Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?
1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.
Derbi maçlarında neler yaşardınız?
Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.
En mutlu olduğunuz an?
Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.
Çok teknik direktörle çalıştınız.
Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.
Uğurlarınız var mıydı?
Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.
Örnek aldığınız oyuncular?
Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.
1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?
Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.
Ya tribünler…
Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.
Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…
Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.
“Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?
Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.
1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.
Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…
Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.
Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?
Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.
Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?
Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…
Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz?
Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.
Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?
Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.
Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?
Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.
Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…
Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.
Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?
Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.
“Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.
Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…
“Büyük” Fikret Arıcan Albümü
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evine gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada…1929-1930 sezonunda şampiyon on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan… Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer…Fenerbahçe’deki ilk maçlarım… Sene 1927… Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri Göktulga, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Bekir Refet Teker, Hüsnü Teoman, Cafer Çağatay, Füruzan Şansal, Nevzat Alpagut, Rıza. Oturanlar: Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim Kaleci…Fenerbahçe, hep Ankara – İzmir arasında mekik dokurdu… İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü Boyer, ben ve Mehmet Reşat Nayır görülüyor…Üstte… 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol millı takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap Özaltay, Burhan, Beykoz’lu Şekip, Sadi, Sabih Arca, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Fevzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin…Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti… Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, amigo Behiç’in babası Selahattin… Oturanlar: Mehmet, Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat…Fikret ArıcanRahmetli Zeki Rıza’nın kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti… Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor…Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii Erkal, Saim, Ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin Böke, Fahri, Celal Şefik, Reşat…Fenenbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, Ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret… Oturan: Natık…Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiyakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler… Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardreşler de yer almıştı…1930’da Balkan Oyunları’na katılan Millî Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi…Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…1937-1940 Türkiye şampiyonlukları kupasını alırken…Bükreş’te Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte sahada çektirdiğimiz hatıra resmi…Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, A. Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri… Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan…1937’de Maarif Kupası da bizim oldu… Fotoğrafta, Niyazi, Ben, Esat birlikte görülüyoruz…1934’te Ukrayna muhteliti ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz…1934’te Leningrad’da Sovyet millî Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz…Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov’la teknik direktör olarak karşı karşıya geldik… Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik…Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi… Ve kaleci Bedii ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedii…Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için şimdi neler vermez.Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’du… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…Fenerbahçe 1937’de Maarif Kupası’nı ilk kez Fenerbahçe 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanınca takım, Marmara’da İpar kotrası ile gezintiye götürüldü… Fotoğrafta, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular kotrada görülüyor…Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim…Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası… Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Ben, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik…Yabancı takımlardan biri ile yapığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı…Zeki’nin veda maçında Avusturya takımının kaptanı Sesta ve ben maç öncesinde…İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta ben takımıma bir gol kazandırırken…1936’deki Yugoslav Milli Takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık, ben ve Niyazi… Bu karşılaşmada üçüncü golü ben atmıştım…1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta millî on birimiz karşılaşmadan evvel…1936 Berlin Olimpiyat kampında ayaktakiler soldan: Şeref Yaşar, Ben, hakem Şazi Tezcan, Hüsnü ve oturan masörümüz…Yine Berlin Olimpiyat kampı… Ayaktakiler: Bir bisikletçimiz, Fuat, Niyazi, Ben, Cihat… Oturanlar: Şeref ve Gündüz…Fenerbahçe – Beşiktaş maçı öncesi… Hakem merhum Kemal Halim… Ben ve Hakkı birbirimize başarılar diliyoruz…Bir devirde Türk Milli Takımı hakikaten iyi futbol oynadı… Güzel sonuçlar elde etti… Fotoğrafta, Yugoslavya ile 3-3 berabere kaldığımız maçta Yugoslav kaleci benim bir atağımı önlüyor…Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevinde bulunduğum sırada kulübümüzün maçından önce, rakip takımın teknik direktörü ile birbirimize çiçek verirken…Fenerbahçe ile Sovyetler Birliği’ne gittiğimiz sırada Moskova Havaalanı’nda rakip takımın yöneticileri bizleri karşıladılar… Fotoğrafta, rakip kulübün yöneticisi yakama rozet takarken…Yıllar ne çabuk akıp gidiyor… İşte, 52 yıl öncesinin Fenerbahçe on biri… Kimi sağ kaldı, kimi göçüp gitti… Ama her zaman anılıyorlar…Eskiden kulüpler gençlere pek önem verirlerdi… Fenerbahçe’de tüm as futbolcular genç takımdan çıkmıştır… Yöneticiler adeta gençlerin üstüne titrerlerdi… Sağ baştan ikinci ben, genç takım arkadaşlarımla…Taksim Stadı’nda yaptığımız bir maçta rakip kalede gol ararken…Galatasaray’la oynadığımız bir maçtan önce… Solda hakem Sami… Yanında Galatasaray kaptanı Nihat ve ben…Rahmetli Kemal Halim devrin en iyi hakemlerinden biriydi… Çok maçımızı yönetti… Fotoğrafta, Kemal Halim, Avusturya ekiplerinden biri ile yaptığımız maç öncesinde ben ve rakip takımın kaptanı ile birlikte…Ankara’da oynadığımız bir maç öncesinde Başkanımız Şükrü Saraçoğlu ile birlikte böyle bir hatıra fotoğrafı çektirdik…İzmir’de oynanan bir maç sonrasında yapılan ben ve diğer Fenerbahçeliler toplu halde…Bir Galatasaray maçı öncesinde ben, Fenerbahçe takım kaptanı, Galatasaray kaptanı kaleci Avni ile el sıkışıyoruz… Ortada hakem Şazi Tezcan…Güneş – Fenerbahçe karşılaşmasından bir görünüm… Ortalanan bir topa koştum, fakat Güneş kalecisi Cihat atak davranarak topu kaptı…Fenerbahçe’nin sezon açılışları eskiden pek görkemli olurdu… İşte, bu sezon açılışlarından biri… Ön sırada, Zeki, Esat, Alaaddin ve ben… Tribündeki seyircilerin alkışları arasında yürüyoruz…Yönetim Kurulu soldan sağa, Naci Barlas, Emin Cankurtaran, Turgut Soydaner, Oramiral Hilmi Fırat, Orhan Ergüder, Güven Sazak, Yavuz Bayraktar ve Osman Karatop…Yönetim kurulu üyeleri bir Ankara seyahatinde zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı da ziyaret etmişti… Fotoğrafta. Akıncı ve Sarı-Lacivertli yöneticiler toplu halde Kara Kuvvetleri binası önünde…Kulüp müdürlüğü kolay iş değildir… Tüm personelden başka futbolcuların dertleri, lisans muameleleri, ihtilafların halli… Organizasyonların düzenlenmesi… Günlük işler… Muhasebenin denetimi… Kısacası akla hayale gelmeyecek şeyler kulüp müdüründen sorulur… Hele hele müdür futboldan da gelmiş olursa vay geldi başına… “Ağabey sen de vaktiyle bizim gibiydin” diyen yanına yaklaşır… Ama ne yalan söyleyelim zevkli iştir…Ben, Osman Kavrakoğlu ve bir devrin maliye bakanı Hasan Polatkan… Fenerbahçe’nin bir maçından sonra verilen kokteylde…Futbol Federasyonu azası iken Hakkı Yeten ve Hasan Polat ile beraber…Szekelly’nin Türkiye’ye gelişinde takımı ona teslim etmiştim… Dr. Reşat ve Szekelly…Futbol Federasyonu azası iken de futbolculukta olduğu gibi dış ülkelere gittik… Fotoğrafta, Yugoslavya’daki toplantıdan bir görünüm…Yugoslavlar bize çok büyük ilgi gösterdiler. Toplantılardan sonraki boş saatlerde bizleri şehrin tarihi ve turistik yerlerine götürdüler.Futbol Federasyonu toplantısından bir görünüm… Hasan Polat, Hakkı Yeten… En sağda da merhum Hasan Ekin… Mihailoviç’i millî takımın başına getirmiştik o günkü görüşmede…Şimdi Milliyet’in Spor Servisi Sorumlu Müdürü olan Namık Sevik sağımda, solumda ise gene aynı gazetenin yazarı, spiker Halit Kıvanç’la bir futbol söyleşisinde görülüyoruz…Sovyetler Birliği’ne yaptığımız seyahatte, Hürriyet’in o zamanki spor muhabiri Demir Feyzioğlu ve ben Moskova’da gezerken görülüyoruz…Devrin Devlet Başkanı masasında…Bulgarlarla yaptığımız maçtan önce soldan sağa bizim takım… Antrenör Schvenk, Hasan Ekin, Aslan Nihat, Ben, Leblebi Mehmet, Hüsamettin, İhsan, Eşref, Selahattin, Vahap, Kemal, Hüsnü, Sait ve Necdet…İstanbul’da oynadığımız bir Milli maçta Zeki, Ben ve Selahattin devre arasında istirahat ederken… Arkamızda Fikret Yüzatlı (Masör), Hamdi, Emin Çap (Federasyon Başkanı), Antrenör Pegnam ve Foto Ali…Fenerbahçe’nin bir maçında Mehmet Reşat, Şaban, Şükrü Saraçoğlu, Naci, Lebib, Melih, Ben, Rebii, A. Rıza, Cihat, Nedim Kaleci…Hakkı Yeten (solda), Fikret Arıcan (sağda), futbol oynadıkları yıllarda bir maçtan önce…Fenerbahçe Yönetim Kurulu olarak zamanın İstanbul Belediye Reisi olan Fahri Atabey’i ziyaret ettiğimiz gün…K. Fikret ile Fenerbahçe Stadı’nda bir maçı izlerken…Fenerbahçe Stadı’nda Esat’la beraber…Bir milli maç öncesi çektirdiğimiz bir resim Niyazi (Güneşli), Niyazi Sel, Ben, Mehmet Reşat, Rebii, Sait, Selim, Rıza, Faruk, Rasih, Hasan Polat, Hüsnü, Hüsamettin Cihat…Çınar Otel’in Kulüp Başkanı Agâh Erozan’la bir sohbet toplantısı…Mevsim başlarında mutlaka bir yabancı takımla maç yapardık… Soldan, itibaren Alaaddin, Firuzan, Şekip, Muzaffer, Sadi, Zeki, Niyazi, Kadri, ben, Saban. Oturanlar: Ziya, Mehmet, Reşat, Rıza…Şimdiki futbolcular gibi otomobille değil, tramvayla antrenmana ve maça giderdik… İşte Kadıköy durağı… Halil ve Suat isimli arkadaşlarımla birlikte görülüyorum…İzmir’den Bir Hatıra – Soldan sağa: Reşat, Muzaffer, Ben ve Hikmet Üstündağ, İzmir seyahatinde bir gezinti sırasında bu hatıra fotoğrafını çektirmiştik…Esat ve Niyazi ile – Bir maç öncesinde Esat ve Niyazi ile birlikte Fenerbahçe forması ile görülüyoruz… Esat da Niyazi de kusursuz futbolculardı…İstanbul Muhteliti – İstanbul muhteliti ile İzmir’e yaptığımız seyahatte vapurda… Ayaktakiler, soldan sağa: Selahattin (Kolera), Avni, Hasan Ekin, Ben, Rebii, Fahri, Orhan Şeref, Saim… Oturanlar: Kemal, Eşref, Mutlu, Yavuz, Celal, Şefik…At Gezintisi – Hayatımda bir tek kez ata bindim… Fotoğrafta, Hereke fabrikasının o zamanki müdürü Kemal Sıdal ve Ben at üstünde görülüyoruz… Hiç unutmama o gün bir, iki saat atla gezmiştik… Ondan sonra da atı sadece sokakta gördüm…1941-45 Ankara – 1941 ve 1945 yıllarında Ankara’da yaptığım çalışmalarda arkadaşlarla birlikte toplu halde görülüyoruz… Başkentte o zaman futbola karşı herkes büyük ilgi duyuyordu… 19 Mayıs Stadı her büyük maçta tıklım tıklım dolardı… Ankara, Türk futbolunda çok büyük isimler yetiştirmiştir…Balıkesir’de Havacılarla – İzmir seyahati dönüşünde Balıkesir Hava Üssü’nde havacıların da konuğu olduk. Bize çok büyük ilgi gösterdiler. Üssü gezdirdiler. Fotoğrafta, havacılardan bir grup, takımın bazı elemanları ile birlikte…Vapurun Güvertesinde – İzmir’de bir maç sonrası vapurun güvertesinde. Bu maçların çoğunu biz kazanırdık…K. Orhan’ı yerime hazırlamak istedim olmadı – Soldan sağa: Lebib, Con Kemal, Ben, Nevzat, K. Orhan… K. Orhan’ı kendi yerime yetiştirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak, tam olgun hale geldiği zaman futboldan koptu. Eğer oynasaydı, hakikaten çok daha büyük futbolcu olurdu…1941-1945’de Ankara’da bulunduğum sırada Demirspor’u çalıştırdım. Fotoğrafta, bir maç öncesinde çekilmiştir.Demirspor-Ankaragücü dostluk maçı – Ankaragücü ile çalıştırdığım Demirspor’un maçını Güreş Federasyonu Başkanlarından Sadullah Çifçi ile beraber…Vefa ile Fenerbahçe’nin yaptığı bir lig maçından sonra iki takımın futbolcuları birlikte… Soldan sağa ayaktakiler: Hayri, Ragıp, Mehmet Reşat, Zeki, Şevket, Kadri, Alaaddin, Niyazi, Muzaffer, Ben, Ziya, Hüsnü… Oturanlardan tanıyabildiklerim: Muhteşem, İskender, Osman, Avni, Saim… Yeşil-Beyazlılar ile hayli iddialı maçlarımız olmuştur. Ancak hepsi de dostane geçmiştir. Bizlerde sahada olan sahada kalırdı, dışarda herkes çok iyi arkadaştı…Beşiktaş’ın büyük futbolcusu Şeref’in vefatından bir gün sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya geldiler… Acımız büyüktü. Çünkü Türk futbolu büyük bir evladını kaybetmişti… O gün hepimiz göğüslerimizde siyah bantlarla sahaya çıktık… İşte Fenerbahçe takımı soldan sağa: Niyazi, Muzaffer, Zeki, Ben, Esat, Cevat, Şaban, Mehmet, Reşat, Yaşar, Fazıl, Hüsamettin…Takım arkadaşım Mehmet Reşat Nayır ile çok iyi anlaşırdık. Saha dışında da daima beraber olurdu. Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan Mehmet Reşat, futbolcu bıraktıktan sonra bir süre de umumi kaptanlık görevini de üstlenmişti…Mahmut Göknel ile – Sümerbank’ta çalıştığım sürede çok arkadaşım oldu… Hepsi de iyi insanlardı… İşte, yakın arkadaşlarımdan Mahmut Göknel… Göknel maalesef bugün hayatta değil…Fenerbahçe’de tüm arkadaşlar kıyafetimize dikkat ederdik… Kravat, gömlek, takım elbise, sırtımızdan hiç çıkmazdı… Her gün de muntazam tıraş olmaya dikkat ederdik. Programlı bir yaşamımız vardı…Fenerbahçe’de bulunduğu süre içinde sayılamayacak kadar çok yabancı antrenör tanıdım, arkadaş oldum… İşte Yugoslav Mihailoviç… Fenerbahçe’ye geldiği gün havalimanında kendisini ben karşıladım…Yıl 1927… Fenerbahçe’nin Slavia ile maçı vardı. O gün beni de kadroya aldılar… Ancak, yedek olarak kenarda bekledim… Yaşım daha ufaktı… Yedek olarak sahaya çıkmak bile çok büyük bir şerefti benim için…Takım arkadaşım Muzaffer Çizer ile birlikte bir maç öncesinde görülüyoruz. Çizer ile yıllarca birlikte top peşinde koştuk. Üstün yetenekleri olan iyi bir futbolcu idi…Eşekle ada turu… O gün tüm arkadaşlar pek eğlenmiştik… Besteci Osman Nihat Akın da bu gezimizde vardı… Ve ilk kez orada bize yeni bestelediği “Körfezdeki dalgın suya bak” şarkısını söyledi… Bizlere de tekrarlattı…Nice’de yenildikten sonra Başkan Agâh Erozan, Müslim Bağcılar, kaptan Naci, Ben ve Avni yemek masasında… O gün hep futbolda konuşuldu… Niye yenildiğimizin tahlilini yaptık… Herkes çok üzgündü… Hele farklı yenilgiyi kimse hazmedemiyordu… Çünkü Fenerbahçe’de o devirde Türkiye’nin en kuvvetli ekibine sahipti…Yıllarca top peşinde koştum… Hayatımın en güzel günlerini futbolcu iken yaşadım… Öyle zamanlar oldu ki geceleri rüyamda bile futbola beraberdim… Futbolu bıraktıktan sonra da, antrenörlük yaptım… Çalışmalarda bazen eski günlerimi anımsar, çift kalelere katılırdım… Fenerbahçe’de futbolu bıraktıktan sonra şöyle bir madde vardı kontratımda… Antrenörsüz kalındığı anda takımı Fikret çalıştıracak… Bu nedenle de ben sık sık görev başı yapmak zorunda kaldım…İstanbul’da doğup büyümeme rağmen, Ankara’yı da görevli bulunduğum süre içinde hiç de yadırgamadım… Orada da İstanbul’daki kadar büyük ilgi ve sevgi gördüm… İşte yeğenim ve ben… Bir gezinti sırasında görülüyoruz…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, İzmir Bölge Müdürlüğü’nde bir toplantı öncesi… Bu toplantıya kulüp temsilcileri ve devrin ünlü hakemleri de katılmışlardı…Fenerbahçe’de dostlarımla birlikte… Sağdan, Ahmet Erol, Nimet Arpacı, Talat Ataman, İbrahim Yener, Muhittin Bulgurlu ve Milliyet Gazetesi Spor Sorumlu Müdürü Namık Sevik ile…Sümerbank mensupları ile toplu halde… Sümerbank’taki günlerim pek renkli geçti… Karşılıklı saygı ve sevgi üzerine bir arkadaşlığımız vardı…Sümerbank’ta müdürlerim beni pek sevelerdi… Her derdimle meşgul olurlardı… Sık sık eski futbol anılarımı bana anlattırırlardı… Fotoğrafta, müdürlerimizle birlikte görülüyorum…Gezintiye bayılırım… Sık sık yürüyüşler yaparım… Bu beni dinlendirir… Hala da fırsat buldukça yürürüm…Kulüp müdürlüğüm zamanında görev başında… İnanın bana, kulüp işleri ile uğraşmak futboldan çok çok zordu… Saatlerce masa başında oturmak herhalde hoş bir iş olmasa gerek. Tabii bizim gibi daima hareket halinde olan insanlar için…Rahmetli Gündüz Kılıç’ı görünce ikimiz de basardık kahkahayı… Neden mi? Anlatayım: Gündüz Kılıç, Milli Takıma yeni girmişti… Bir gece O’nu dolaşırken gördüm… Hiç sesimi çıkarmadım… Ertesi sabah karşılıklı konuşuyorduk… “Gündüz” dedim, “Seni gece dolaşırken gördüm. Uykun yoktu galiba.” “Uyurgezerim bazen” demez mi… Evde ne yapardın diye sordum… Yanıtı şöyle oldu: Annemle, babam benimle ilgilenirdi… O zaman ben de kendisine aynen şunları söyledim: “Aslanım o zaman anneni de babanı da kampa getirseydin ya…” Bu olayı hatırladıkça, herkese anlatırdı… İşte gene o olaydan bahsediyoruz… Fethi Dinçer de bizi gülerek dinliyor…Galatasaray’ın futboldaki simgesi Gündüz Kılıç hakikaten büyü futbolcu idi… Teknik direktörlüğü sırasında da kendisi ile sık sık beraber olduk… Fotoğrafta, bir maç öncesinde karşılıklı konuşurken…Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasimi – Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasiminden bir görünüş: Arkada Muzaffer, Niyazi… Önde Zeki, Esat, Alaaddin ve Ben…İlk Maarif Kupası’nı kazanan ekip – 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanan ekip… Soldan sağa: Esat, Reşat, antrenör Ellyot, Ben… Cevat, Naci… Oturanlar: Ali, Rıza…İstanbul Muhteliti Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki İstanbul muhteliti vapurun kurtarma sanlında birlikte görülüyor… O zamanlar, İstanbul’da takımlardan seçilen futbolcular, sık sık Anadolu’ya İstanbul muhteliti adında gider ve maçlar yaparlardı…Kulübümüzün azası Sadun Erdemir, yıllarca yöneticilik, divan heyeti başkanlığı yaptı… Kongrelerin renkli simasıdır Erdemir… Avukatlığı yanı sıra, futbol ve futbolcularından da iyi anlar…Naci benim yöneticilik zamanımda bir vakitler yaptığım görevi üstlenenlerden biri… Karagümrük’te yıldızı parlayan Naci Erdem, Fenerbahçe’de de parlak bir futbol dönemi yaşadı ve futbolcu Galatasaray’da son buldu…Hacı Bekir’in başkanlığında – Ankara’da Milli lig şampiyonu olan futbol takımımız Hacı Bekir’in başkanlığı döneminde, Ankara’ya kupa maçı için gitmişti… Fotoğrafta, futbolcular, yöneticiler ve Başkan Hacı Bekir toplu halde…Kürek çekerken – Deniz sporlarını pek severim… Sık sık yüzerim… Bu arada futbol oynadığım devrelerde bizim kürekçilere özenip üç çiftede kürek bile çektim… Soldan ikinci kürek çekerken görülüyorum…Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce – Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce çok sevdiğim arkadaşlarımla tribün basamaklarında bir arada… Üst sıra, soldan: Samih Duransoy, Ben… Oturanlar: Saip Aydoslu, Hadi, Suat Belgin ve Semih…Yeşilköy Bize Uğurlu Gelirdi – Ne zaman Çınar Oteli’nde kamp yapılsa, Fenerbahçe hep sahadan galip ayrılırdı… Soldan itibaren Kulüp Başkanımız Agah Erozan, Müslim Bağcılar, Çınar Oteli sahibi, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan, Niyazi Sel ve Ben…İsmet Uluğ ve Müslim Bağcılar şu anda hayatta değiller… İkisini de bu kulübe çok büyük hizmeti geçmiştir… Uluğ sertliği, prensipleri ve futbolculuğu yanı sıra kendi devrinin iyi boksörlerinden biri de idi… Bağçılar ise, özellikle transfer ayında, aldığı futbolcularla büyük ün kazanmıştı…Çınar Oteli’nde Yapılan Kamptan Bir Köşe – Soldan itibaren: Firuzan Tekil, Faruk Ilgaz, Müslim Bağcılar, K. Fikret ve Ben…50. Yıl Töreni – Fenerbahçe’nin 50. yıl törenlerinden bir an… Sahanın içinde yöneticiler, tribünde seyirciler bu büyük günü kutlamaya hazırlanıyorlar…Hazırlık Maçı Devre Arası – Tahta tribünlerin olduğu devirlerde Fenerbahçe hazırlık maçlarını hep kendi sahasında yapardı. İşte o maçlardan birinde devre arasında görülüyorum…Yeten’le Futbolcuları Konuşuyoruz – Milli takım aday kadrosunun Fenerbahçe Stadı’nda yaptığı hazırlık maçında devre arasında Hakkı Yeten’le, futbolcuların durumunu konuşuyoruz. Milli takım seçimi büyük bir titizlikle yapılırdı… İsim bizim için önemli değildi. Kim iyiyse, o takıma girerdi. Bu yüzden pek çok şöhretin kadro dışı kaldığı da görülürdü…Bir Kongre Sonrası – Bir kongre sonrasında Fenerbahçe’de yeni göreve gelen heyet… Soldan itibaren: Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar, Dr. Reşat Dermanver, Osman Kavrakoğlu, Hüsamettin Böke, Zeki Rıza Sporel, Muhter Sencer, Raif Dinçkök, Ertuğrul Akça, Muhittin Bulgurlu, Talat Ataman, Rıza Işıldar ve Ben…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, bir maç arası şampiyon olan Altay, gene takım Kaptanı’nı tebrik ederken…Uzun yıllar Sümerbank’da çalıştım… Buradaki arkadaşlarımı hiç unutamam… Zaman zaman toplanır eski hatıraları tazeleriz… Fotoğrafta, arkadaşlarımdan bir grupla, yemekli bir toplantı öncesinde görülüyoruz…Sağdan sola, Şazi Tezcan, ben ve Hakkı Yeten… Milli Takım aday kadrosunun yaptığı bir karşılaşmayı izliyoruz…İzmir Bölgesi Mensupları ile – Futbol Federasyonu üyeliği sırasında hayli problemli olayların içinde yaşadım… Zaman zaman toplantılara İzmir’e, Ankara’ya uçtum… İşte İzmir’deki toplantıdan bir görünüm… Kulüp yöneticileri ve bölge mensupları konuşma öncesinde…Ece – Erimtan ve Usuoğlu Üçlüsü – Bir zamanların ünlü üç yöneticisi soldan sağa, Turgan Ece, Nejat Erimtan ve Sadri Usuoğlu… Bu üçlü Ece ve Erimtan yıllarca Galatasaray’da yöneticilik yaptılar… “Arap Sadri” diye tanınan Sadri Usuoğlu, Beşiktaş’ın her şeyi idi… Ben de o zaman, federasyon üyeliği görevini sürdürüyordum… İşte o meşhur üçlü ve ben, bir konuyu tartışırken görülüyoruz…İlk Antrenörlük Günlerim – Fenerbahçe’deki futbolculuk dönemimden sonra antrenörlük günlerim de hayli hareketli geçti… Sağdan sola, ben, Yüksel, Selim, Ogün, Ali ve Güray çalışma öncesinde görülüyoruz…Sık Sık Yabancılarla Birlikte Olurduk – Yabancı spor adamları sık sık yurdumuza gelirlerdi… Ayrıca, futbolculuk devrimizde Avrupa’nın ünlü ekipleri ile sayılmayacak kadar çok maç yaptık… Bir zamanlar karşı karşıya oynadığımız şimdi adını hatırlayamadığım bir Macar yurdumuza geldiğinde kendisi ile konuşurken…Kazanamadığımız maçlar beni feci şekilde sinirlendirirdi… Bu nedenle de yanıma hemen hemen kimse yanaşmazdı… Resim bile çektirmezdim ama nasılsa bir foto muhabiri arkadaş beni bu halde yakalamış…
Fenerbahçe’de Yemekli Bir Toplantı – Bugün olduğu gibi Fenerbahçe’de sık sık yemekli toplantılar tertiplenir, eski arkadaşlar bir araya gelip sağdan soldan konuşurduk. Konu tabii ki, futbol olurdu… İşte, bu yemekli toplantılardaN biri…
Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’nin Kızılcahamam kampı… Teknik Direktörümüz Didi de Kızılcahamam’ı pek severdi… Çoğu zaman yeni sezona hep Kızılcahamam’da hazırlanırdık… İşte, yemekten bir köşe, sol başta oturan yöneticilerden Bülent Yüksel… Yanında gazeteci Yavuz Bayraktar… Didi ve kızı… Tam karşılarında da ben…Futbol şürası veriyorlar… – Ankara’da yapılan futbol şurasından bir görünüm… Sağdan ben, Sabahattin Erman ve Doğan Andaç… İkisi de Türk futboluna büyük hizmetler verdiler…Gegiç’in Fenerbahçe’ye Geldiği İlk Gün – Gegiç Fenerbahçe’ye ilk geldiği gün maçımız vardı… Futbolcuları İnönü Stadı’nda yanımda izledi ve o gün kararını verdi… “Bu takım çok iş yapar” diye… Fotoğrafta Gegiç’le birlikte görülüyoruz…Soldan ikinci Ogün… Yanında Cemil ve önde Ogün’ün çocukları… Yıllarca kulüpte yöneticilik yapan Osman Karatop… Gazeteci Yavuz Bayraktar ve Ben…Abdullah Gegiç – Abdullah Gegiç, Fenerbahçe’de uzun sürelerle antrenörlük yaptı… Otoriterdi, disiplini severdi… Fenerbahçeli futbolculara çok da emeği geçmiştir… Soldan itibaren, Abdullah Gegiç, ben, tercüman Erman ve masör Hayri İnönü Stadı’nda galip geldiğimiz bir maçı izlerken görülüyoruz…42 Yıllıklar – Türk futbol tarihinde çok büyük renkli isimler vardır… Hepsi de dillerden düşmeyen anılara sahiptir bu şöhretlerin… İnsan zaman zaman maçları izlerken doğrusu bu ya eskileri arıyor… Onların stillerinde bugün pek az futbolcu var… Belki bana öyle geliyor ama topa vuruşlar bile o zamanlar bir başka idi… İşte 42 yılın sporcuları bir arada… Ayaktakiler soldan sağa: Leblebi Mehmet, Hakkı Yeten, Zeki Rıza Sporel, Lefter Küçükandonyadis ve ben… Ortadakiler: Selahattin Torkal, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin… Oturanlar: Galatasaraylı Faruk, Cihat Arman ve Basri Dirimlili…Federasyon-kulüp ihtilafı – Kulüplerle, federasyon arasında bir zamanlar ihtilaf hiç eksilmezdi… Ama çabuk tatlıya bağlanırdı… Önce sohbet eder, sonra toplantıya başlardık… Soldan itibaren Rahmi Magat, Ben, Hayri Yorgancıoğlu ve avukat Tekin görülüyor…Kaptan Cemil – Cemil’in yıldızı İstanbulspor’da parladı… Fenerbahçe’de doruk noktasına ulaştı… O da Fenerbahçe’ye renk verdi, Fenerbahçe de O’na… Kaptan Cemil’in bir büyük özelliği de zaman zaman tek başına bir takım gibi kuvvetli olması idi… Formda olduğu zaman kalecilerin korkulu rüyası oldu… Klas bir futbolcu idi…Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’de yıllarca futbolcu olarak hizmet verdim… Daha sonra umumi kaptanlık, teknik direktörlük, çalıştırıcılık yaptım… Her zaman disiplini ön planda tuttum… Allah’ı var futbolculardan ve yöneticilerden her zaman saygı ve sevgi gördüm… İşte Kızılcahamam kampı… Ben ve arkadaşım birlikte…Didi’li Şampiyon Fenerbahçe – Didi, Türkiye’ye geldiği zaman Fenerbahçe de renklendi… Dünyanın sayılı şöhretleri arasında gösterilen Brezilya’nın unutulmaz eski futbolcusu Didi, Fenerbahçe’ye hayat verdi… Onun zamanında taraftarlarımızın yüzü güldü… Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe, Avrupa’da dünyada da tanınır hale geldi… Didi, iyi çalıştırıcılığı yanı sıra, sempatik ve de iyi kalpli idi… Taraftarlarımız da kendisini pek sevmişti… Fotoğrafta, Didi ve şampiyon Fenerbahçe takımı benimle birlikte görülüyor…Faruk Ilgaz ve Ben – Faruk Bey (Ilgaz) kulüpte çeşitli kademelerde yıllarca görev yaptıktan sonra defalarca da başkan oldu… Kendisi ile çalışma imkânı da buldum… Hakiki bir Fenerbahçelidir Faruk Ilgaz… Kulübü için çok çalışmıştır. Bunun yanı sıra sosyal tesislerimizin yapımında çok büyük rolü olmuş ve Fenerbahçe’ye iyi bir lokal kazandırmıştır…Mehmet Reşat Nayır ile Beraber – Mehmet Reşat Nayır ile yıllarca birlikte top koşturduk… Ne yalan söylemeli… Klas bir futbolcu idi… Birlikte çok tatlı anılarımız oldu… Fenerbahçe kazandığı zaman sevindik… Kaybettiği zaman üzüldük… Reşat Nayır futbolu bıraktıktan sonra gene Fenerbahçe’de görev aldı ve başarı ile yürüttü…Eralp’ın Gençlere Hizmeti Unutulamaz – Fenerbahçe genç takımından yetişen her futbolcuda İrfan Eralp’in katkısı büyüktür… İşten iyi anlar… Kimin nasıl futbolcu olacağını iyi kestirir… Bu işin üstadıdır… Gençler de İrfan ağabeylerini pek severler… Herkesin derdi ile meşgul olur, elinden gelen yardımı esirgemez… Kendisi ile birlikte çok seyahatlerimiz olmuştur… İşte Afyon… Büyük Atatürk’ün heykeli önünde ikimiz birden objektif karşısındayız…Oğlum ve torunumla görülüyorum.
Yukarıdaki fotoğrafın arkasında yalnızca “Fenerbahçe Genç Takımı – 1948” yazılı. Bizim ilk bakışta tanıyabildiklerimiz, ayakta ortada antrenör Sabri Kiraz ve aynı sıranın en sağında Avni Kalkavan ile hemen onun önünde kaleci Şükrü Ersoy.
Aşağıdaki fotoğrafın arkasında ise daha çok detay var:
“1951 Fenerbahçe genç takımı Beşiktaş (genç) takımı maçı. 0-0 berabere bitmişti. Maçta (sol iç) oynadım. Maç Galatasaray’ın Mecidiyeköy’deki stadyumunda yapılmıştı.” yazıyor.
Maalesef imza okunmuyor.
Futbolcuların kim olduğu konusunda danışabileceğimiz en doğru iki adres, sevgili ağabeylerimiz Müzdat Dağlaroğlu‘na ve İzzet Benyakar‘a danıştık. Bununla beraber, hiçbir şey bilmesek de birbirinden muhteşem ve gerçekten de hiçbir yerde olmayan iki fotoğraf olduğunu söyleyebiliriz…
Bunları bugüne kadar muhafaza eden ve kayıtlara hediye eden Ahmet ağabeye tekrar sonsuz teşekkürlerimizle…
18 Mart 1959 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ı 1-0 yendiği maç resmen balçık sahada yapılmış. Fenerbahçe’nin 10. Türkiye şampiyonluğuna giden yolda önemli bir dönemeç olan bu maçı Milliyet gazetesinden kısa metinlerle hatırlayalım istedik. Keyifli okumalar…
Balçık sahada kötü hakemlerle oynanan maçta rakiplerini ağır baskı altında tutan Sarı-Lacivertliler galibiyet gollerini Avni’nin ayağı ile kazandılar. Galibiyet Fenerbahçe’ye Beyaz Grup’ta birincilik yolunu açtı.
Gündüz Kılıç: Futbolcular adeta ikişer rakiple mücadele zorundaydılar. Hem topa sahip olmak için çekiştikleri futbolcu ile hem de yürümeyi bile zorlaştıran çamurla…
Necmi Tanyolaç: Bu maçın topu, top değil, balçığın ağırlaştırdığı bir gülle idi.
Kahraman Bapçum: İmdat! Bu sahada (topun yarısına kadar gömülüp kaldığı, insanların aşık kemiklerine kadar battığı bu çamurda) futbol oynamaya davet edilen çocuklar hesabına bin kerre imdat!
Soyunma Odasında
Ezeli rakiplerin oynadıkları maçtan sonra galibiyet sevinci içerisinde bulunan Fenerbahçelilerin soyunma odasında;
Kulüp reisi Agâh Erozan “Beşiktaş ile beraber birçok şeyi de mağlup ettiğimizi zannediyorum” derken,
Umumi kaptan Fikret Kırcan şöyle konuşuyordu: “Bugün yalnız Beşiktaş’ı değil sahayı ve hakemi de yendik.”
Antrenör Molnar ise “Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir hakem böyle nizami bir golü iptal etmemiştir” diyerek Mustafa’nın attığı ilk golde hakemin verdiği kararın yanlış olduğunu ifadeye çalışıyordu.
Fenerbahçeli futbolcular, rakiplerinin centilmenliğine teşekkür ediyor, “Hakem attığımız ilk golü daha dikkatli takip etseydi iyi olurdu” diyorlardı.
Beşiktaşlılara gelince, maç hakkında herhangi bir fikir beyan etmemekle mağlubiyeti kabullenmiş görünüyorlardı.
Seyirci: 18.343
Hasılat: 93.809 TL
Hakemler: Faik Gökay, Hüseyin Maloğlu, Sabahattin Ladikli
Fenerbahçe: Özcan Arkoç, Osman Göktan, Avni Kalkavan, Akgün Kaçmaz, Basri Dirimlili, Necdet Çoruh, Mustafa Güven, Can Bartu, Şeref Has, Lefter Küçükandonyadis, Niyazi Tamakan (Hüseyin Yazıcı)
(Maçın yıldızları Gündüz Kılıç, Halit Kıvanç, Namık Sevik, Necmi Tanyolaç ve Kahraman Bapçum’dan müteşekkil ekip tarafından verilmiştir. Yıldızların çoğunu ittifaka yakın ekseriyetle verilen reyler meydana koymuştur. Bu arada Fenerbahçeli Osman ve Akgün’e birer kişi (****) verilmesini teklif etmiştir.)
Gol: 1-0 | Mustafa’nın sağ açıktan yaptığı orta, Beşiktaş kalesini karıştırdı. Top ayaktan ayağa gidiyordu. Bu karambolde Lefter topa hakim oldu ve geriden gelen Avni’nin önüne topu yuvarladı. Avni’nin hafif şutu evvela kaptan Recep’e çarptı sona da kaleci Necmi’nin elleri arasından filelere takıldı.
Sibel Kurt’un Fenerbahçe Spor Kulübü Resmî Dergisi’nde yayınlanan eşsiz röportajlarını, müsaadesiyle kendi web sitesinden (SibelKurt.org) aktarmaya devam ediyoruz… Sırada Fenerbahçe tarihinin en büyük isimlerinden biri. Kendi deyimiyle “Dama Taşı” bir futbolcu: Nedim Doğan var. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe’nin 100’ün üstünde gol atan 20 futbolcusunun arasına giriyor Büyük Kaptan Nedim Doğan. Özellikle de penaltı vuruşlarıyla…
Ayrıca eski Başkanımız Faruk Ilgaz’ın da göz bebeği… Her futbolcusunu sevdiği gibi Nedim Doğan’ı da ayrı bir seviyor. Tabii mertliğinin, düzgün kişiliğinin, mütevazılığının bunda payı çok büyük böyle söylüyor eski başkanımız.
Başarılarına gelince…
O, Fenerbahçe’de 1963-64, 1964-65, 1967-68 ve 1969-70 Türkiye Ligi,
1964 Atatürk Kupası,
1967-68 Türkiye Kupası,
1968 ve 1973 Cumhurbaşkanlığı Kupası,
1973 Başbakanlık Kupası,
1969 Türkiye Spor Yazarları Derneği Kupası,
1966-67 Spor-Toto Kupası,
1967-68’de ilk uluslararası kupa olan Balkan Kupası’nı kazanan takımda,
1963-64 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda da yarı finali kaçıran ve 1968-69’da da Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Manchester City FC’yi eleyen kadrolarda da yerini aldı.
O yüreği Fenerbahçe sevgisiyle dolu eski sporcumuz, kıymetlimiz Sayın Nedim Doğan…
Fenerbahçeli oluşunuz ve aktif spor hayatınız nasıl başladı?
İstanbul’da doğdum. Doğduğum yer, Haliç kıyısına yakın Küçük Mustafa Paşa semtiydi. Okula da orada başladım. Ortaokulu da Sultan-i Sanat Mektebi’nde bitirdim. O günkü şartlarda aile olarak bütçemiz kısıtlıydı. Sanat okuluna gitmemizin sebebi de doğal olarak sanat öğrenip hayata atılıp sanatkâr olarak birinin yanında çalışmak ya da iş kurmaktı.
Mahallede hep top oynardık. Kendi aramızda semtimizde maç yaparken Beşiktaşlılar bir tarafta, Galatasaraylılar bir tarafta. Ben de her zaman Fenerbahçeliydim. Fakat Allah’ın iyi kuluyum ki iyi top oynuyordum. Beni görmüşler, gören de o zamanlar şimdi altyapı diyorlar ya oyuncu arıyorlardı. Böyle de bir ağabeyimiz vardı: Ali Mortaş diye… Çok meşhurdu genç futbolcuları bulup çıkartmakta… O görmüş. Ben de o zamanlar amatör kümede mücadele eden bizim semtimizin takımında top oynuyordum, beni hemen transfer ettiler. Böylece ben de Cibalispor’dan İstanbulspor’a geçtim.
Yaşımı tahmin edin! Daha ortaokula gidiyordum.16 yaşındaydım. Beni İstanbulspor’a alır almaz hemen A takımında oynatmaya başladılar. Bilmiyorum herhalde iyi top oynuyordum ki tuttuğum ve sevdiğim takımım Fenerbahçe bana göz koymuş. Beni hemen transfer etmek istediler. Bu arada başka takımlar da istiyordu. O zamanlar Başkan Faruk Ilgaz’dı. Başka takımlar daha fazlasını verdiği halde ben çok sevdiğim ve hayal ettiğim takımım Fenerbahçe’de oynamaya karar verdim. 1960-61 senesiydi. Ben de Fenerbahçeli oldum.
Bu arada kulübüm benden huylanıyordu. Hem çocuğum hem de çok isteyen olduğu için amatör lisansı ile oynuyordum. Her an transfer yapma imkânım vardı. Beni başka takımların kandıracağını düşünüyorlardı. Beni Kadıköy Dereağzı’nda bir otele sakladılar. Sanırım Balin Otel’di. Beni orada bir ay tuttular. Taa transfer ayı bitene kadar. Ama çok güzel yaşattılar. Gerçek futbol hayatım Fenerbahçe’de başladı, Fenerbahçe’de bitti.
Takım arkadaşlarınız kimlerdi?
Takım arkadaşlarım mı? Hepsi benden büyük, hepsi birer efsaneydi. Bir babayla aynı yerde yaşamak gibiydi. Onların yanına giremezdik zaten, on yaş büyük olanlar vardı. Lefter Ağabeyler, Can Ağabeyler… Ben onların evladıydım. Çok ciddi insanlardı. Şaşırıp kalırsın. Özcan Arkoç, rahmetli Nedim Ağabey, Basri Ağabey, Avni Ağabey vardı. En çok elimden tutan bana yol gösteren Avni Ağabey oldu. Daha da sayayım mı? Niyazi Ağabey, Feridun Ağabey, Mikro Mustafa vardı, daha kimi sayayım. Onlarla beraber top oynadım.
Hangi mevkide oynadınız?
Beni Fenerbahçe takımında kaleci hariç her yerde oynattılar. En sonunda forvete karar verdiler. Forvetin de her tarafında oynattılar. Dama taşı gibiydim. Hayatımdan çok memnundum. Sevdiğim takımda top oynamak kadar dünya güzeli bir şey var mı? Sevdiğiniz işi yapıyorsunuz. Şikâyet etme imkânınız var mı?
Hiç ayrılmadım. Transfer zamanı gelen aykırı rakamlara hiç kafayı takmadım. O kadar güzel bir ortamımız vardı ki… Kaptanlık da yaptım. Şimdi de o yılları anlatabileceğim röportajımı yapıyorum. Daha ne isterim, iyi ki Fenerbahçeliyim.
Jübilenizde hangi takımla maç yaptınız?
En son Beşiktaş maçıyla jübile yaptım. Beşiktaş Başkanı da beni çok severdi. O jübileyle 1973’de bıraktım. Herkese jübile yapılmazdı. Çok memnun ayrıldım.
Sonra futbolla hiç ilginiz olmadı mı?
Futboldan tamamen uzaklaştım. Ben futbolu para kazanmak için oynadım. Aile olarak maddiyatımız kötüydü. Profesyonel olarak oynadım. En iyisini yapmaya çalıştım.
Biz üç erkek kardeştik. Ben top oynarken onlara iş kurdum. Sonra teneke fabrikası kurdum. İlaç firmalarının % 90 kutularını ben yapıyordum. 15-20 senedir, o işimi de bıraktım. İki evladım var. Bir kız, bir oğlan. Oğlum iş hayatına atıldı. Kızım Fransız mektebini bitirdi. Sonra Koç Üniversitesi’ni bitirdi.
1940 doğumluyum. Eşim de Türkiye güzeliydi. O vefat ettiğinden beri de yalnız yaşıyorum.
Renkli bir kariyer olan futbol hayatınızı bıraktıktan sonra sporla birebir ilginiz oldu mu?
Siz futbolu bıraksanız bile vücut spor yapmayı istiyor. Ben de arkadaşlarımla halı saha maçları yapardım. Fakat bir özelliğimiz vardı; aramıza kimseyi sokmazdık. Çok da iddialı maçlar oluyordu. Zamanla tabii sporu da bıraktım, şimdilerde bir diz operasyonu geçirdim.
Geçmiş olsun… Futbol oynadığınız 60 ve 70’li yılları kulübümüzün şu an sunduğu olanaklarla karşılaştırmanızı istesem neler söyleyeceksiniz?
Futbolun bu kadar ilerleyeceğini, Kulübümüzün de lokomotif olması çok onur verici. Biz bugünleri hayal bile edemezdik.
O zaman tahta tribünler vardı. Bir de açık tribün vardı. Antrenman yapardık. Özellikle kışın soyunduğumuz yer tahta tribünlerin altıydı. Bir de sobalı bir odamız vardı. Dışarısı kar, soğuk, fırtına. Bir de yağan yağmur tahtalardan içeri sızıyor, akıtıyordu aşağı. Büyüklerimiz sobalı odada keyif yapıyordu. Küçüktük şikayet edemezdik, hemen giyinir, çıkar giderdik.
Şimdiki formalarla yüzde bir milyon fark var. Düşünebiliyor musunuz antrenmanlarda düş, kalk, yağmuru ye 76 kiloluk adam 80 kiloya dönüşüyordum. Fakat o zamanlar bile “zengin kulüp” derlerdi.
Kendinizle ilgili dokümanları topladınız mı?
Formamı kaç kez giydiğimi bile bilmiyorum. Topu bıraktıktan sonra hiç alakadar olamadım. Oğlum benimle ilgili dokümanlar topladı ama hepsi onda duruyor.
Taraftarlarımızla ilgili neler söyleyeceksiniz?
Valla taraftarlar dünyanın en güzel taraftarlarıydı. Hepsi bir arada maç seyrederlerdi. Mesela Mithatpaşa Stadı’nda orta tribün Fenerbahçelilere ait, deniz tarafı Galatasaraylılara ait, Gazhane tarafı da Beşiktaşlılara aitti. Hepsi bir arada seyrederlerdi. Bir taraf bağırdığında, diğer taraf susardı. Çok güzel günler geçti. Maç kötü gittiği vakit, taraftar maçı döndürüyordu. Taraftar coşkuyu veriyordu. Koşacak halin kalmasa bile koşmaya çalışıyordunuz. Özellikle 67-68 sezonu çok güzeldi. O yıl tüm kupaları almıştık. Ankara Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne davet edildik. İlk defa köşkü gördüm. Topçu olmasaydım, ne köşkü ne Avrupa’yı nerde görecektim.
Biraz da derbi maçlar öncesi yaşadığınız duygularınızı bizimle paylaşır mısınız?
Fenerbahçe derbi maçları öncesi gece uyuma imkânı yoktu. Öyle oluyordu ki aslında bu ligdeki durumunuza bağlıydı. Zor durumdaysanız yani ligde sayı olarak birinci sırada değilseniz uyuma imkânı hiç olmuyordu.
Bir de maddi boyutuna bakarsanız bu zamanki gibi paralar yoktu. Galip gelirsen prim alırsın. Başlardık hayaller kurmaya…
Kazanmak için oynuyorduk. Maça çıkan herkes kendi görevinin dışında da işler yapıyordu. Kim daha başarılıysa o gün onun günüydü. Takıma maç kazandırmış. O güzel hareketleri yapıyor. Bütün herkes onunla oynamaya çalışırdı. Aile gibi oynardık. Paylaşım vardı. Sonraları yavaş yavaş ağabeylerimiz futbolu bıraktı. Takıma yeniler gelmeye başladı. Şenol, Birol, Ziya Şengüller…
Hatta o dönem bana da başka takımlardan geldiler, çok para da verdiler, Beşiktaş’a götürmek istediler ama gitmedim çünkü ben Fenerbahçe’yi çok seviyorum. Futbolu da istediğim gibi Fenerbahçe’de bıraktım.
Anılar, anılar, anılar… Tüm eski oyuncularımızın da bizlerle paylaştığı gibi sizin de bizlerle paylaşacak anılarınız olmalı…
Futbolcuların hepsi şeytandır. Leb demeden leblebiyi anlarlar. Bizim anılarımızın da çoğu fırlamalıklarla geçti. Allah herkese nasip etsin.
Eskiden bir ailenin çocuğu topçu olmak istese her aile frene basardı, olmasın okusun diye. % 90 fakir ailenin çocuğu top oynamak istiyordu. O çocuk 7-8 yaşında top oynuyor, nerde oynuyor sokakta, toprakta… Aile ona senede bir çift ayakkabı alıyor. O toprakta oynadığında altı açılıyor ikinciyi alma imkânı çok zor. “Olmasın” diyor okusun işte…
Benim ailem de top oynamamı istemiyordu. Babamın da futbolla hiç ilgisi olmamıştı. Ben top oynarken babam beş vakit namazındaydı, top sevmezdi. Fakat ben Fenerbahçe takımına geçince arkadaşları hep beni babama dolduruyorlarmış, “Senin oğlun çok iyi bir oyuncu oldu.” diye anlatırlarmış meğer ben top oynarken onun maçlara geldiğini bilmiyordum. “Camiye gidecek, topu sevmez, gelmez.” diyordum.
Bizim semtteki babamın arkadaşları babamı gaza getiriyorlar, stada maçı seyretmeye götürüyorlarmış. Devamlı bir iki üç beş böyle devam ediyorlarmış. Bir gün maçta çok kötü oynadık galiba en kötü oynayan da benim, orada bunların seyrettiği açık tribünden bir seyirci bana büyük küfürler ediyormuş. Benim babaya çok dokunmuş, babam o yaşta kalk yerinden iki, üç sıra atla, git yumruk atmaya başla. Bundan yine benim haberim yok maçtan geldim semtte oturduk, arkadaşlar başladı bana anlatmaya.
Ben tabii çıldırdım. “Gelmez” diyorum, şaşırıyorum. Eve geldim oturdum, o zamanlar babaya bir laf söylemek, ses çıkarmak mümkün değildi.
“Sana bir şey soracağım baba?” dedim.
“Sen maçlara geliyor musun?” diye sordum.
Sesini çıkartmayınca “Tamam, anlaşıldı.” dedim, sonra “Tek bir şey söyleyeceğim, sen benim babam değil misin, sana yakışıyor mu açık tribüne gelip maç seyretmek taşların üstünde, kafana yağmur geliyor.”
Rahmetli babam ses çıkartmadı.
“Tek bir şey söylüyorum, sezon sonuna kadar sana kulüpten numaralı tribün kartı alacağım, geleceksin ve seyredeceksin, ondan sonra da seni hacca göndereceğim, o farzı da yaptıktan sonra maç olayında bitecek.” dedim.
Sonra aynen öyle oldu, Allah rahmet eylesin.
Maçlara çıkarken uğurlarınız var mıydı?
En büyük uğurum babamın bana yaptırdığı muskaydı. Her maça çıkarken çorabımın içine onu koyardım.
Şimdi nasıl bir maç izleyicisi veya seyircisisiniz?
Şimdi seyrederken hiç kızmıyorum, çok sakin izliyorum.
Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Dergimizden çok memnunum, özellikle biz eski oyunculara da yer vermeniz bizleri çok mutlu ediyor. Eski oyuncu arkadaşlarımı dergide görmek çok güzel…
Okuyucularımız için son sözünüzü alabilir miyim?
Taraftarlarımızın takımlarını en iyi şekilde desteklemelerini istiyorum. Taraftar bir takımın şampiyonluk yaşamasındaki en itici güçtür. Bayanlarımızın desteğinden de çok memnunum.