Etiket: Avram Barokas

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu IV

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu IV

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu IV.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Merhaba 1. Lig

    Evet, artık 1. Lig’deydik. Ve işin asıl zor tarafı bundan sonra başlıyordu. 1.Lig’e çıkmaktan çok orada tutunmak ve kalabilmek önemliydi. Tutunamayıp düştüğümüz takdirde, tekrar 1.Lig’e yükselmek bizim için hayal olurdu. Hatta bu belki de Fenerbahçe Kulübü’nde basketbolun sonu dahi olabilirdi. İtiraf etmeliyim ki bu endişelerin rahatsızlığı içindeydim.

    1. Lig’de ne yapabilecektik? Bunu Muhtar Sencer ile oturup günlerce, saatlerce uzun uzun görüştük, tartıştık. 1. Lig’de kalabilmek için öncelikle iyi ve güçlü bir kadroya sahip olmamız gerekiyordu. Ülkede basketbolcu sayısı zaten çok azdı. Hele iyi basketbolcu, çok daha azdı. Ve onlar da birer takımın adeta tapulu malı olmuşlardı. O güzel amatörlüğün doğal tezahürüydü bunlar.

    Üç genç basketbolcumuz Silvio Guerson, David Filiba ve Izak Ventura’ya birinci takımda şans vermekten başka bir şey yapamadık. Zaten yapabilecek güce de sahip değildik maddi açıdan. Rahmetli Muhtar Sencer, Beyoğluspor’da oynamakta olan genç ve yetenekli Avram Barokas’tan Fenerbahçe’ye geleceğine dair yeni bir vaat almıştı. Oysa Barokas daha önce de aynı vaatte bulunmuş, hatta “Trakya Kupası” maçları için Edirne’ye giden kadroda da yer almış ve sonunda Beyoğluspor’dan ayrılmamıştı. Bu kez de aynı çalımı atabilirdi. Rahmetli Muhtar buna, ta ki yeni çalımı yiyene kadar ihtimal dahi vermek istememişti.

    Takımın en tecrübeli oyuncularından biri olan Mişel Gabay, mesleği icabı antrenmanlara doğru dürüst gelemiyor; işlerinin çokluğu, basketbol oynamasını bile engelliyordu. Mişel, zamanın ünlü terzisi İzzet’in makastarı idi. İşleri hakikaten yoğundu. Terzihanenin en zorlu işi onun sırtındaydı. Ve Mişel, artık yaşlandığını ve basketbolu oynarken zorlandığını söylüyordu. “Fenerbahçe’yi de, basketbolu da, sizleri de çok seviyorum. Fakat inanın başka çarem yok. İşim, basketbolumu engelliyor” diyordu. Mişel Gabay samimiydi. Kendisiyle vedalaşmaktan başka çaremiz yoktu.

    Elde kalan eskilerle gençleri bir araya getirip 1. Lig’e öyle girdik. Ve iyi de başladık. Ancak daha ligi ortalamadan bir darbe daha indi takımımıza. En iyi oyuncularımızdan biri olan ve Fenerbahçe’nin milli basketbol takımımıza verdiği ilk eleman bulunan Aron Habib’in askere gitmesiyle takımımız bir anda yarı gücünü yitiriverdi. Jak Habib’in kardeşi olan ve bu nedenle “Küçük Habib” adıyla anılan Aron Habib, uzaktan mükemmel şutları olan ve büyük bir basketbol zekasına sahip oyuncuydu. Sürati de, driplingleri de, asistleri de mükemmeldi. Takım için çok yararlı bir elemandı. Hele bizim takım için. Onun yokluğunu çok hissedecektik.

    Bütün bunlara rağmen Fenerbahçe basketbol takımı o sezon ligi, Galatasaray ve Beyoğluspor gibi en güçlü iki rakibin arkasından üçüncü sırada bitirmeyi başardı. Ve üçüncülüğü kazanmakla da “Federasyon Kupası” maçlarına katılma hakkını elde etti. Bu da önemli bir başarıydı bizim için.

    Terslikler Bitmiyor

    O sene Federasyon Kupası maçları İstanbul’da oynanacaktı. Bu bizim için bir şanstı. Ancak gelgelelim terslikler bir türlü yakamızı bırakmıyordu. Kadıköy Halkevi Spor Salonu’nda oynanan maçlarda Federasyon Kupası’nı kazanmamıza ramak kalmışken bunu elimizden kaçırdık.

    Kupayı elimizden alıp kaçıran da bir Fenerbahçeli oldu ne çare. Askere gönderdiğimiz Milli Basketbolcumuz Küçük Habip vatani görevini hava eri olarak Eskişehir’de yapıyordu. Ve final maçında karşımıza onun da yer aldığı Eskişehir Havagücü takımı çıkmıştı. Ve bizim Küçük Habip, gencecik bir teğmen olan Çelikcan ile birlikte bizi yakmışlardı. Daha sonra Hava Generali olarak tanıyacağımız rahmetli Çelikcan Şişmantürk de unutulmaz bir basketbolcuydu. Ve işin ilginç yanı o da Fenerbahçe’ye büyük sempatisiyle tanınıyordu.

    Maçtan sonra sevgili ve sevimli Küçük Habip, büyük bir mahçubiyet içinde bizden fellik fellik kaçmıştı. Aron Habib ne çare ki bir daha aramıza dönmedi, dönemedi. Askerden terhis olur olmaz İsrail’e gitti ve orada yerleşti. Böylece yalnız Fenerbahçe değil, milli takımımız da en iyi bir oyuncusunu kaybetmiş oldu. Sarı-Lacivert forma altında onun yerini ortanca ağabeyi Mordohay Habib aldı.

    Gedik Üstüne Gedik

    1948 yılında Fenerbahçe basketbol teknesi iki büyük yara daha aldı. Takım kaptanı Şükrü Mete ile antrenör oyuncumuz Jak Habib, kendilerini emekliye ayırdılar. Yerleri kolay dolmayacak iki oyuncumuzu daha kaybetmiştik. İlk kuruluş günlerinden itibaren Fenerbahçe basketboluna çok şeyler kazandıran ve Fenerbahçe basketbolunun temelinde alın terleri bulunan bu iki unutulmaz ismi burada sevgiye ve takdirle yâd etmeyi ödenmesi benim için şart olan bir borç bilirim.

    Şükrü Mete ile Jak Habib’in gidişleri takımımız için gerçekten büyük kayıptı. Rahmetli Muhtar Sencer ile paçaları sıvayıp teknemizde açılan bu imi büyük rahneyi kapatabilmek için yeni isimler aramaya koyulduk.

    Üzerinde durduğumuz filiz gibi bir delikanlı vardı: Vefa’da oynamakta olan Sacit Seldüz. Türk voleybolunda olduğu kadar Türk basketbolunda da büyük bir gelecek vadeden bir isimdi Sacit. Kendisiyle konuştuk. Tüm isteği, çalışacağı bir iş bulmamızdı kendisine. Bir iş bulduğumuz takdirde seve seve Fenerbahçe’ye geleceğini söylüyordu. Bu konuda da Raif Dinçkök imdadımıza Hızır gibi yetişmişti. Bu genç basketbolcuya Sultanhamam’daki mağazasında iş vermişti Dinçkök. Gönlü Fenerbahçe sevgisiyle dolu bu upuzun, dal gibi delikanlıyı Fenerbahçe’ye aldık. Bu büyük transferin gerçekleşmesinde Muhtar’ın gösterdiği büyük çaba asla unutulamaz.

    Bu arada Fenerbahçe Kulübü’nün kurucu üyelerinden olan rahmetli Dr. Ömer Seyfeddin Yalkın’ın oğlu Erdoğan Yalkın ile Reştan Aras ve Orhan Zeren gibi üç genç atletimize de Fenerbahçe basketbol takımında yer verdik. Bu çocuklar, atletizme iyi bir kış idmanı olacağı düşüncesiyle aramıza gelmişlerdi. Fakat sonunda atletizmi bırakıp basketbolda karar kılmışlardı.

    Genç, fakat iyi bir kadro oluşturduğumuza inanıyorduk. Artık potalar altında iddialı olabileceğimizi bile düşünmeye başlamıştık. Ancak daha ligler başlamadan tüm hevesimiz bir anda kursağımızda kalıvermişti. Vefa kulübü yöneticileri, transferine muğber oldukları Sacit Seldüz’ü asker kaçağı olarak ilgili makamlara ihbar etmişlerdi.

    Genç basketbolcu bir gece içinde evinden alınıp askeri makamlara teslim edilmiş ve kendisinin derhal Sivas’a sevkine karar alınmıştı. İş öylesine apar topar olmuştu ki; Sacit’i ancak Sirkeci’de sevkiyat yerinde bulup görüşmemiz mümkün olabilmişti. Son derece üzgün ve düşünceliydi o neşe dolu, espri dolu sevimli delikanlı. Kendisiyle ancak birkaç dakika görüşmemize izin vermişlerdi. Onu dilimiz döndüğünce teselli etmeye çalıştık. Sacit’in tek düşüncesi, evde yalnız ve zor bir durumda kalan yaşlı anasıydı. O konuda da yardımcı olacağımızı anlatmaya çalıştık. Ve büyük umutlar beslediğimiz Sacit Seldüz de böylece ve Fenerbahçe formasını sırtına giymeden adeta aramızdan uçup gidivermişti.

    Bu olaya Raif Dinçkök de en az bizler kadar üzülmüştü. Ve yanında topu topu birkaç gün çalışan bu genç basketbolcuya derhal sahip çıkmıştı. İki yıllık askerliği boyunca Sacit’e maaşını göndermiş, terhisinden sonra derhal yanına almış ve ona iyi bir istikbal temin etmek konusunda da yardımcı olmuştu. Raif Dinçkök, Fenerbahçe basketbolunun en zor günlerinde Hızır gibi imdada yetişen bir kişi olmuştu. Onun o büyük katkıları asla ve asla unutulamaz. Nur içinde yatsın.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu II

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu II

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu II.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Forma Alabilecek Paramız da Yoktu

    Fenerbahçe’nin şerefli adını basketbol potaları altında temsil edecek bir takımımız vardı artık. Ancak ne çare ki bu takımın forması bile yoktu. Daha doğrusu takıma forma alabilecek para yoktu.

    İşte bu alabildiğine sıkıntılı günlerde, Sultanhamamı’nda bir büyük rastlantı, iyi olacak hastanın doktorunu ayağına getirivermişti. Kulüp üyelerinden, büyük Fenerbahçeli, fabrikatör Raif Dinçkök karşımıza çıkıvermişti birden. İçimizin sıkıntısını yüzümüzden okumuş olmalıydı ki; “Hayrola, bu ne hal? Karadeniz’de gemileriniz mi battı?” diye bize takılmıştı.

    Boş bulunup, durumu kendisine anlatmıştık. Sıcacık gülümsemişti: “Üzülmenize, sıkılmanıza gerek yok çocuklar” demişti ve hemen arkasından eklemişti, “Siz formalarınızı Zeki Rıza Bey’in mağazasına ısmarlayın, faturasını bana göndersinler”

    Sultanhamam meydanında, o anda sevincimizden göbek atacaktık neredeyse. Ve böylece Fenerbahçe’nin ilk basketbol takımı, ilk formasına kavuşmuştu. Nur içinde yat sevgili Raif Dinçkök ağabeyimiz. Dünyalar bizim olmuştu artık. Fenerbahçe’nin artık formalı bir basketbol takımı vardı.

    Takımımız İstanbul 2. Ligi’ne alınmıştı. Fakat o tarihlerde, lig maçları öncesinde, “Teşvik Turnuvası” adı altında hazırlık maçları yapılırdı. Bu maçlara, küme farklı gözetilmeksizin İstanbul’un tüm basketbol takımları katılırdı. Şans daha ilk turda bizi bulmuştu. Daha doğrusu vurmuştu. Kurada karşımıza yılların şampiyonu ve yenilmez armada Galatasaray çıkmıştı. Ve 21 Ocak 1945 günü, Eminönü Halkevi Spor Salonu’nda, yılların şampiyonu Galatasaray’ın karşısında topu topu birkaç aylık bir geçmişe sahip Fenerbahçe’nin o cılız takımıyla potalar altında ezeli rekabetin ilk tohumunu atmıştık. Sonuç, 48-15 yenilgi olmuştu bizim için.

    İlk Başarılar, İlk Kupamız

    1946 yılı başında, İstanbul Bölge tarafından düzenlenen “Dörtlü Turnuva” bizim için ilk başarı oldu. İstanbul 2. Ligi’nin ilk dört takımı arasında eliminasyon usulüyle yapılan bu maçlarda kazandığımız iki galibiyet bize yalnız şampiyonluk hazzını ilk kez yaşatmakla kalmamış, aynı zamanda Spor Oyunları Federasyonu (o zamanlar basketbol; voleybol ve hentbol ile birlikte bu ad altında toplanan bir federasyona bağlı bulunuyordu) tarafından Edirne’de düzenlenen “Trakya Kupası” maçlarına katılma hakkını da bize bağışlamıştı. Bu, hepimiz için haklı bir sevinç ve hatta gurur kaynağı olmuştu.

    Hele Edirne’deki “Trakya Kupası” bizim için ne büyük heyecan vesilesi olmuştu yarabbi. Uykularımız kaçmıştı heyecandan.

    Birinci takımımızdaki oyuncularımızdan bazıları, işleri nedeniyle İstanbul’dan ayrılamadıklarından, bu seyahate genç bir kadro ile gitmek zorunda kalmıştık. Beyoğluspor’dan ayrılıp bize katılacağını vadeden Avram Barokas da bu seyahate iştirak etmişti. Barokas, büyük bir istikbali olan çok iyi bir genç oyuncuydu. Nitekim daha sonra uzun yıllar Milli Basketbol Takımımızda yer alarak büyük değerini kanıtlayacak, ancak Beyoğluspor’u bırakıp Fenerbahçe’ye gelemeyecekti.

    İkinci mevki tren, kafile tenzilatı da yapılınca çok hesaplı geliyordu. Üstelik yol parası Federasyon tarafından karşılanıyordu. Edirne’de yemek ve yatma masrafları da Edirne Bölgesi’ne ait bulunduğundan, Muhtar’ın Yönetim Kurulu kapısında nöbete girmesine de ihtiyaç göstermemişti çok şükür.

    İlk maçımızda Edirne Lisesi takımını 41-16, ikinci maçımızda da Edirne Karması’nı 32-20 yenerek “Trakya Kupası”nı kazanmıştık. İki güzel oyun ve iki güzel galibiyetle elde ettiğimiz ve Fenerbahçe’ye basketbol sahalarından gelen ilk kupaydı bu. Takım kaptanımız Şükrü Mete bu kupayı Edirne Valisi’nin elinden alırken Muhtar’cık gözyaşlarını tutamamıştı. Fenerbahçeli basketbolcuların kendilerine verilen madalyaları Edirne Karması basketbolcularına hatıra olarak armağan etmeleri de büyük sevgi gösterilerine yol açmıştı. Edirne Lisesi’nde ağırlanan Fenerbahçe basketbol takımı Edirne tren istasyonundan büyük bir kalabalığın sevgi gösterileri ve “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” tezahüratı arasında ayrılmıştı. Sevgili dostum Muhtar Sencer’in, basketbol takımıyla ilgili tüm maddi sorunların hallinde “Sihirli Değnek” olacağını umduğu bu ilk kupa ile kulübe gidişini hiç unutamam. Nur içinde yat koca Muhtar.

    Gelgelelim bu “ilk kupa” da Yönetim Kurulu’nun basketbol şubesine ilgisini ve teveccühünü çekmekten uzak kalmıştı. O günleri yaşayanlar için paha biçilmez bir değeri bulunan bu meşhur Trakya Kupası bugün nerededir acaba? Fenerbahçe Kulübü’nün sorun tüm dallarındaki bin bir şan ve şeref anılarıyla dolu o zengin müzesinin bir köşesinde boynu bükük duruyor mu, yoksa bir kenara atılıp gitti mi? O tarihten bu yana Fenerbahçe Müzesi’nin dört kez taşınıp yer değiştirdiğini düşünecek olursak, kaybolup gitmiş bulunması da bir ihtimaldir. Bu nedenle Fenerbahçe Müzesi’nde bu kupayı aramaktan korkmuşumdur hep. İtiraf etmek gerekir ki; hiç de güzel bir görünüşü yoktu bu teneke kupanın. Fakat hiç kuşkusuz ağırlığınca altından çok değerliydi bizler için.

    Trakya Kupası gerçi yönetim kurulunun ilgisini çekmemişti ama takımımıza bambaşka bir hava, bir azim, bir hırs ve bir güven vermişti. Fenerbahçe takımı bu kupayı kazanmakla, şampiyon bir takım olabileceğini kendine kanıtlamıştı hiç olmazsa. Bu başarı, içinde bulunduğumuz İstanbul 2. Ligi’nde de bal gibi tekrarlanabilirdi.

    “Ne dersin, şampiyon olabilir miyiz?”

    Muhtar Sencer’in ağzından düşürmediği meşhur piposunu dişleri arasında kemire kemir sorduğu bu soruya kim bilir kaç kereler muhatap olmuştum.

    “Neden olmasın? Elbette oluruz” diye karşılık verirdim her seferinde.

    “Allah Allah” diye o meşhur narasını atan sevgili dostum tarifsiz bir heyecan içinde ilave ederi “Seni Allah söyletiyor inşallah”

    Ne günler, ne heyecandı o.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)