Kamuran Tekil‘in senelerce çıkardığı, sonrasında ise Neriman Tekil‘in devam ettirdiği Fenerbahçe Spor Dergisi’nin Mayıs-Haziran 1987 sayısında konuklardan birisi de futbolcu Şenol Çorlu idi.
1961 Ankara doğumlu, ilk, orta ve liseyi başkentte tamamladı. Futbola 1978’de Ankara Petrolofisi’nde başladı. Bir yıl sonra Orduspor’la mukavele imzaladı. 1981’de Sakaryaspor’a geçti. 3 yıl burada top koşturduktan sonra, 1984’de Fenerbahçe’ye transfer oldu. Bekar, annesi ile birlikte Erenköy’de kendi dairelerinde oturuyor.
Şenol, futbolu yaşantın içinde ne gibi bir etkisi oluyor?
Öncelikle şunu söylemeliyim. Futbolu çok seviyorum ve bu spor dalı tüm benliğimi sarmış durumda. Adeta futbolla yatıyor, futbolla kalkıyorum. Hayatımın her dakikası onunla kaim dersem, abartmış sayılmam. Futbolsuz bir yaşantının bana çok monoton geleceğini, onsuz yapamayacağımı kesinlikle söyleyebilirim.
Fenerbahçe bu yıl ligde de, kupada da havlu attı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yılki takımımız, kanımca önceki yılların gücünde değil. Teknik konulara değinmenin biz futbolcular için doğru olmadığına kesinlikle inanıyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim. Takımımızdan ayrılmak zorunda kalan klas futbolcuların yanında, kiraya verilmeleri arzu edilen tecrübeli asların takımı çaptan düşürdüğü şahsi görüşümdür. Bu yılki başarısızlıklarımızın bundan kaynaklandığını tahmin etmek zor değil sanırım.
Yani Selçuk Almanya’ya, İlyas Galatasaray’a, Erdoğan Diyarbakır’a, Cem Sarıyer’e, Yaşar Malatya’ya gittikleri için mi bu duruma düştük demeye getiriyorsunuz? Peki, gelenler bunlara tercih edilmiş olmalı ki, bunlar tasfiye edildi, öyle değil mi?
Valla abi, yukarıda da bahsettiğim gibi teknik konulara değinmem doğru olmaz. Bu konudaki düşüncelerim, genelde kamuoyunun düşüncelerine uyuyor. Bu konuda söylenecek başka bir şeyim olmaz.
Konuyu değiştirelim ve şunu soralım. Anılarında iz bırakan bir maçın oldu mu?
İstanbul’daki 8-0’lık yenilginin rövanşını milli takımla Londra’da yaptığımız ve bu kez de 5-0 yenildiğimiz ilginç maçı unutamam. İlginçlik şuradan geliyor: Futbolun beşiği İngiltere’de ilk kez bir maça çıkıyordum. İngiliz oyuncuların bile parmakla sayılacak kadar az maç yaptıkları ünlü Wembley Stadı’nda oynama olanağına kavuşmuştum Sahaya çıkarken ayaklarımın titrediğini hissediyordum. 90 dakikayı nasıl tamamlayabildiğimi bir ben, bir de Allah bilir. Tüm maç boyunca ezilmediğimizi, zaman zaman İngiliz seyirciden alkış aldığımızı söyleyebilirim. Bir de, önceki yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Bordo ile Fransa’da oynayıp 3-2 kazandığımız maçın anılarımda ayrı bir yeri vardır. Bu maçta iki şeyi unutamam. İlki, Selçuk’un attığı ilk golde İlyas’ın uzattığı şaheser pas. İkincisi, çok sıkışık bir pozisyonda ve çok zor bir durumda rahmetli Hüseyin’in attığı galibiyet golü. Bu nedenle, ebediyete göçen arkadaşımı, sevgili ağabeyimi bir kez daha rahmetle ve minnetle anarım.
En çok beğendiğin yerli ve yabancı futbolcular?
Bizden Sakaryaspor’dan eski arkadaşım B.Aykut, Metin (BJK), Uğur (GS), Yusuf (GS), Müjdat ve Abdülkerim. Yabancılardan, tek kelime ile hayranlık duyduğum iki kişi var : Liverpool’dan Ian Rush ve İspanyol Butragueno.
Avrupa’da hangi takımda oynamak isterdiniz?
Takım önemli değil. İngiliz takımlarının birinde oynamak isterdim.
Sinema ve tiyatro ile aran nasıl?
Her ikisini de severek izlerim. Ancak, her gün devamlı antrenman hafta sonu maçlar, deplasmanın devamlı yorgunluğu, bu iki sanat kolu ile ilgilenmemizi engelliyor. Bir de bunları izlemek konusunda televizyonun sağladığı kolaylık yabana atılmayacak bir olgu. Bu zevkimizi çoğu kez bu sihirli kutudan sağlıyoruz.
Kaç kez milli oldun?
3 genç, 9 ümit ve 14 A Milli takımında yer aldım. Hesap edersek 26 kez milli oldum.
Futbol hayatının devamı süresince o şerefli formayı giymeni temenni eder, başarılar dilerim.
Muhlis Algur / Fenerbahçe Spor Dergisi / Mayıs-Haziran 1987
Fenerbahçe, 12 Ağustos 1995 tarihinde başlayıp 19 Mayıs 1996’da biten Türkiye Ligi’nde, 34 maçta 26 galibiyet, 6 beraberlik ve 2 yenilgi alarak yirmi ikinci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Fenerbahçe adına sezonun gol kralı 31 maçta attığı 22 golle Elvir Boliç oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin yirmi ikinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Uzun yıllar sonra ve ilk kez dijital bir platformda düzenlenen Fenerbahçe Eşya Piyangosu’nun geçmişi 1933 yılına kadar uzanıyor. O tarihten bugüne bazı eşya piyangolarını konu edindiğim bu yazıda; 1987 yılında kulüpte yaşanan gelişmeler dolayısıyla çekilişi sürekli ertelenen piyangonun ilginç hikayesini de okuyacaksınız
1933 – Hediye Yekûnu 3.000
1932 Yılında gerçekleşen Kuşdili yangınının yaralarını sarmak için düzenlenen ilk eşya piyangosundan günümüze gururla anılacak hikayeler kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde bu hikayelerden birini sitemizde yayınlamıştık.
1933 Piyangosu o dönemin şartları göz önüne alındığında kamuoyunda hayli ses getirmiş ve büyük ilgi görmüştü. Bu piyango için 100.000 bilet basılmıştı. Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasında satılan biletlerin fiyatı 50 kuruştu. Seyahatler, otomobil, motosiklet, bisiklet, oda takımları, dikiş, fotoğraf ve daktilo makineleri, elbiseler, yüzükler ile hediyelerin toplamı 3000’e ulaşmaktaydı. Piyango için kayda değer bir reklam kampanyası düzenlenmiş ve gazetelere ardı sıra ilanlar verilmişti. Piyangonun hediyeleri dönemin ünlü piyango gişesi olan Parmakkapı’daki Milyon Gişesi’nin önünde 3 Haziran’dan itibaren sergilenmeye başladı.
Piyango 14 Temmuz Cuma günü Fenerbahçe Stadında yapılan atletizm yarışlarından önce çekilmeye başlandı. Basılan biletlerin yüzde 70’inin satıldığı açıklanan piyangonun ilk günü 1000 adet numara çekildi. Büyük ödül olan Chevrolet marka otomobili kazanan numara belirlendi. Geriye kalan 2000 adet talihlinin ertesi gün belirlenmesi ile Türk spor tarihini o güne kadar ki en büyük piyango organizasyonu tamamlanmış oldu.
1948 – 6 Odalı Villa
1948 yılının eşya piyangosu biletleri Başkan Şükrü Saracoğlu ve Umumi Katip Muvaffak Menemencioğlu imzasıyla 1 liradan satışa çıktı. Biletler Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasından satıldığı gibi, Nimet Abla gişesinde de temin edilebiliyordu. 1933 Piyangosundan farklı olarak bu çekilişte 6 odalı bir villa büyük ikramiye olarak ilan edilmişti. Bunun dışında Dodge marka 2 adet otomobil, Ford marka kamyonet, 1948 Londra Olimpiyatlarına seyahat, motosiklet de verilecek ödüller arasındaydı.
Halil Özyazıcı resimli piyango bileti
1970’lerde Dört Piyango
1970’lerde Fenerbahçe 4 piyango düzenledi.
1975 yılında 25 liradan satılan biletlerin üzerinde, Başkan Emin Cankurtaran ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in isimleri vardı. 14 Haziran’da çekilecek piyangonun hediyeleri arasında 1 apartman dairesi, 20 Otomobil, bisiklet, motosiklet, televizyon, buzdolabı, yurt içi – yurtdışı seyahatler bulunuyordu.
1976 yılı piyangosu, Fenerbahçe eşya piyangoları tarihinin fiyasko ile sonuçlanan tek piyangosu oldu. Yeteri kadar bilet satılmaması üzerine kulüp içerisinde bir “Eşya Piyangosu Tasfiye Komitesi” bile kuruldu. Bu komite, satılan biletlerin ücretlerini geri ödeme planını yapmakla görevliydi. Komite geri ödeme tarihlerini sürekli güncellemek zorunda kaldı. Tespit edebildiğimiz ilan edilen son geri ödeme tarihi 31 Ocak 1977’dir.
1976’da yaşanan fiyaskodan sonra 1977 yılında piyango düzenlenmedi. 1978 yılında düzenlenen piyangonun duyurusu ise 3 Kasım 1978’de yapıldı. Bu piyangonun özelliği Fenerbahçeli futbolcuların kampanyada aktif olarak yer alması ve bu kapsamda Pamukbank Şişli Şubesi’nde bilet satmalarıydı. 1979 yılı piyangosu ise 10 Ekim’de çekildi. 0964 numaralı biletin otomobil kazandığı piyangonun en unutulmaz olayı Amigo Birol’un 300 liralık bilet satarak yöneticilerden ödül almasıydı.
1975 Fenerbahçe Piyango Bileti Ön ve Arka Yüzü
Bilet ile Ödenen Transfer Taksidi
80’li yılların ilk piyangosu 22 Kasım 1981’de çekildi. Tofaş marka Murat 131 otomobil, 5’er adet çamaşır makinesi ve buzdolabı piyangonun öne çıkan ödüllerindendi. Dikkati çeken nokta bu piyangonun ödüllerinin geçmiş çekilişlerde verilenlere oranla daha az olmasıydı. Çekiliş sonucunda otomobili kazanan talihli Nahit Kartal, ödülünü Adbullah Acar’dan almıştı. 5 Aralık 1982’de çekilen piyangonun ödülleri bir önceki yılın ödülleri ile aynıydı.
1985 Piyangosu, Türk spor tarihinin en ilginç olaylarından birinin sebebi olarak tarihe geçmiştir. Başkan Fikret Arıcan imzasıyla satışa çıkan biletler 1000 Tl ile fiyatlandırılmıştı. Kampanya süresinde geçmişte olduğu gibi futbolcular aktif rol alarak, Şekerbank ve Garanti Bankası şubelerinde bilet satmışlardı. Piyangonun en ilginç olayı ise gazetelere “Böylesi Görülmedi” başlığı ile haber olan olaydı. Denizlispor’dan Mehmet ve Mahmut adlı 2 futbolcu transfer eden Fenerbahçe yönetimi, transferin son taksidi olan 1 milyon lirayı 1250 adet eşya piyangosu bileti göndererek ödemek istemişti.
1987 : Kaos
Fenerbahçe 1986-1987 sezonunda deyim yerindeyse kaosu yaşadı. Bir yıl ara verilen piyango bu sene yeniden düzenleniyordu. Dolayısıyla kaos, piyango organizasyonunu da etkiledi.
Piyangonun planlaması yılın ilk günlerinde yapılmıştı. Piyasaya 1.000.000 adet bilet sürülmesi ve karşılığında 2 milyar lira gelir elde edilmesi hesaplanıyordu. Bu planlama çerçevesince şubat ayında piyasaya sürülen biletlerin üzerinde Başkan Tahsin Kaya ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in imzaları vardı. 9 Nisan’da çekilecek olan piyango için gazetelere Mart ayında ilanlar verilmeye başlandı. Bu ilanlarda 30 adet Renault 9 otomobil, 5 adet Otoyol minibüs piyangonun ödülleri olarak sıralanıyordu.
Arbede
Fenerbahçe için 1987 yılının kaosa dönüşmesine 1 Nisan’da Samsunspor ile oynanan Türkiye Kupası maçı neden olmuştur. 0-0 Berabere biten maç sonunda Fenerbahçe kupadan elenmiş ve futbolcular arasında kavgaya varan arbedeler yaşanmıştı. Bu kavganın sonucunda TFF, 15 Nisan’da kararlarını açıklamış ve Fenerbahçe ilk 11’nin 6 oyuncusu; Abdülkerim, Hasan, Müjdat, İsmail, Sedat ve Zafer’i 3 ile 4 ay futboldan men etmişti. Fenerbahçe yönetiminin “katliam” olarak nitelediği bu cezalar sezonun geri kalanını kulüp için kabusa çevirecekti.
Samsunspor maçından sonra çekilmesi planlanan piyango ise, o güne kadar satılan bilet sayısının azlığı nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi. 6 As futbolcusunun cezalandırılmasının ardından genç futbolcuları ile mücadele vermeye başlayan Fenerbahçe futbol takımı, Mayıs ayının ilk günlerine kadar yaptığı üç maçta da sahadan başarısız sonuçlarla ayrıldı. 19 Nisan’da Boluspor deplasmanından 2-1’lik yenilgi ile dönüldü. 25 Nisan’da Kadıköy’de Zonguldakspor ile 0-0 berabere kalındı. 2 Mayıs’ta Sarıyer karşısında alınan 3-1’lik yenilgi ise adeta kazanın altını ateşledi.
Stankoviç Gitti, Ercan Aktuna Geldi
Kulüp içinde karışıklıkların başladığı günlerde Başkan Tahsin Kaya işleri dolayısıyla Ankara’daydı. Yüksel Günay’ın asbaşkan, Aziz Yılmaz’ın da yönetici olarak yer aldığı yönetim kurulu, Tahsin Kaya’yı futbol takımının sorunlarını görüşmek için İstanbul’a çağırdı. 6 Mayıs’ta gerçekleşen yönetim kurulu toplantısından sonra ilk somut karar teknik direktör Stankoviç’in görevine son verilmesi oldu.
Futbol takımını sezon sonuna kadar Yılmaz Yücetürk ve Ercan Aktuna’nın çalıştırılmasına karar verildi. Toplantının yankıları birkaç gün sürdü. Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte Aziz Yılmaz: “Takımı bu hale taraftar getirdi. Seyircimiz cezalı futbolcuların yerine sahaya çıkardığımız gençleri beğenmiyor. Aleyhte tezahürat yapıp, takımın moralmen çökmesine neden oluyor.” diyerek, taraftarı suçladı.
Muhalefetin önde gelen isimlerinden Ali Şen ve Cevher Özden ise yönetime suçlamalarda bulunuyorlar ve Tahsin Kaya’yı “Kulübün en büyük talihsizliği” olarak niteleyerek, istifa çağrısı yapıyorlardı. Tahsin Kaya da bu çağrıya görevi devraldığı zamanki kulübün kötü durumunu hatırlatarak “Fenerbahçe Haliç gibiydi” karşılığını veriyordu.
Yönetim Dağılıyor
9 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Ankaragücü maçında alınan 1-1’lik skor, yeni hocası ile yeni bir sayfa açmak isteyen Fenerbahçe’nin planlarını alt üst etti. Maçtan hemen sonra açıklama yapan Başkan Tahsin Kaya: “Taraftarlarımıza metanet (sabır) diliyorum, seneye şampiyonlukları yakalayacağız” diyerek ortamı sakinleştirmeye çalıştı. Bu açıklamaya rağmen kriz hafiflemiyor, yönetim kurulu üyesi Ali Ergenç “Bu yönetim Fenerbahçe’ye hizmet edemez” açıklamasını yaparak görevinden istifa ediyordu.
Başlayan yönetim krizi yeni kararların alınmasına yol açtı. Genel Sekreter Semih Bayülgen istifa etti ve görevini Aziz Yılmaz’a bıraktı. Krizin devam ettiği günlerden 12 Mayıs’ta açıklama yapan Asbaşkan ve Basın Sözcüsü Yüksel Günay: “Fenerbahçe kulübü 80 yıllık yaşamının en kritik ve ağır şartlarını yaşamaktadır. Yönetim kurulumuz bu nedenle bütün imkanlarını en iyi şekilde değerlendirip yeni sezonda Fenerbahçe’ye yakışır şekilde tüm branşlarda şampiyonluk iddiası ile yarışacaktır. Yönetim kurulumuz Başkan Tahsin Kaya’ya güvenerek ve inanarak çalışmalarını sürdürecektir” açıklaması ile adeta sorumluluğu Tahsin Kaya’ya bırakıyordu.
Aynı gün eşya piyangosunun 19 Mayıs’a ertelendiğine ilişkin ilan gazetelerde yayınlandı. Kulübün ve takımın içinde bulunduğu durum, piyango biletlerinin satışını doğrudan etkiliyordu. Satışların artması için büyük ikramiye olarak lanse edilen Renault 9 marka otomobil Eminönü Meydanı’nda sergilenmeye başlıyordu.
Gruplar Devrede
Fenerbahçe futbol takımı, 16 Mayıs’ta İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş maçında sahadan 4-0’lik yenilgiyle ayrıldı. Bu skorla Beşiktaş şampiyonluğa bir adım daha yaklaşmış oldu. Maçın ardından muhalif gruplardan olan Memduh Eren liderliğindeki “Fenerbahçeliler Grubu” mali kongrede usülsüzlük yapıldığını öne sürerek mahkemeye başvuruyordu. Piyango organizasyonu da bu kaos ortamından nasibini alıyor ve çekiliş 30 Ağustos tarihine erteleniyordu.
Beşiktaş yenilgisinden sonra yeni teknik direktör Yılmaz Yücetürk’e olan inancını yitiren yönetimin, Galatasaray’dan ayrılması gündeme olan Derwall ile ilgilenmeye başladığı gazetelere yansıyordu.
Fenerbahçe ligin son haftalarında artık kanıksanmaya başlanan kötü skolarla sahadan ayrılmaya devam etti. 24 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Altay maçı 2-2’lik beraberlikle sonuçlandı. Maçın ardından yükselen tansiyon yönetim tarafından peşi sıra açıklanan transferler düşürülmeye çalışılıyordu. Fenerbahçe yeni sezona Altay’dan Erdi, Ankaragücü’nden Durmuş, Rizespor’dan Hakan ile güçlendirdiği kadrosu ile başlayacaktı. Bu isimlerden Hakan’ın (Tecimer) transferi planlandığı gibi gelecek yıl gerçekleşmeyecek, Hakan 1988-1989 sezonunda takıma katılacaktır.
Aynı günlerde Rıdvan’ın (Dilmen) Galatasaray’a transfer olduğu haberleri çıkıyordu. Rıdvan, Galatasaray’a transferi bu kadar yakınken Fenerbahçe’ye katılacak ve sonraki yıllarda Fenerbahçe efsaneleri arasında yer alacaktı. 6 Haziran’da oynanan ligin son maçında Fenerbahçe Kocaelispor’u 2-1 yenerek, rakibini 2.Lig’e gönderiyor, maçın Kocaelispor’a bırakılacağına ilişkin çıkan söylentilere karşılık 2 ay sonra ilk kez galip geliniyordu.
Minibüs
Fenerbahçe için kaos olarak nitelenen bu sezon Galatasaray’ın 14 sene sonra şampiyon olduğu sezon olarak tarihe geçti. Sezonun sonuna yaklaşılırken şampiyonluk ipini göğüslemesine kesin gözüyle bakılan Beşiktaş, ligin bitimine üç hafta kala, Malatyaspor deplasmanında beklenmeyen bir yenilgi aldı ve Galatasaray ile puanlar eşitlendi. Sonraki hafta 31 Mayıs’ta Beşiktaş, kendi sahasında Denizlispor ile yaptığı maç 1-1 sona erdi ve Galatasaray’ın galibiyetiyle son haftaya Galatasaray bir puan önde girdi. Son hafta iki takım da maçlarını kazanınca Beşiktaş’ın, şampiyonluğu kaybediş öyküsü de yazılmış oldu.
1987 Piyangosu futbol takımının aldığı sonuçlarla kaosa dönüşen sezonun sonunda bir kez daha ertelendi. Son kez ertelenen tarih 1 Ekim’di. Bu tarih aynı zamanda çekilişin yapıldığı tarih oldu. Piyangoya ödül olarak konulan 5 minibüsten sadece biri satılan biletlere isabet etti. Minibüsü kazanan talihlinin ödülünü kulübe bağışlamasıyla birlikte piyangonun ödülü 5 minibüs kulüp tarafından satışa çıkarıldı.
1989 : Piyango Fenerbahçe’ye Vurdu
Hikayesini yukarıda anlattığımız 1986-1987 sezonu gibi 1987-1988 sezonu da Fenerbahçe için kötü sonuçlanmıştı. Takım sezonu 8. sırada bitirmiş ve camianın sabır eşiği kırılmıştı.
Yeni sezon öncesi Fenerbahçe yönetimi önemli transferler gerçekleştirdi. Başkan Tahsin Kaya ve futbol şube sorumlusu, geleceğin başkanı, Metin Aşık, Alman Milli Takımı kalecisi Toni Schumacher’in transferini bitiriyor, bu transferin yankıları ülke sınırlarını aşıyordu.
Aynı dönemde Sakaryaspor’dan Oğuz ve Aykut da transfer ediliyor, takımın başına da Todor Veselinoviç getiriliyordu. Fenerbahçe’nin fırtına gibi estiği bu sezonda eşya piyangosu biletleri 5.000 liradan satışa çıktı. Çekiliş tarihi olarak 19 Mayıs belirlense de, çekiliş 19 Ağustos’a erteleniyor, ödül olarak konulan 5 adet ev ve 10 adet otomobilin tamamının satılmayan biletlere çıkması, basında “Piyango Fenerbahçe’ye vurdu” başlığı ile haber oluyordu.
1996
Ali Şen’in başkan olmasıyla futbol takımının 6 yıl aradan sonra şampiyon olduğu 1995-1996 sezonunda piyango organizasyonunu yönetim kurulunun muhasip üyesi Mehmet Ali Aydınlar üstlenmişti. Daha önce yaşanan ertelemeler göz önüne alınarak çekiliş tarihinin 30 Ağustos olarak belirlendiği piyangonun biletleri 500.000 liradan satışa sunulmuştu. 150 Milyar lira gelir beklenen piyango için basılan 400.000 biletin 326.000 adedi piyasaya sürüldü ve çekilişin yapıldığı 30 Ağustos tarihinde yetkililer 142.000 biletin satıldığını açıkladılar. Elde edilen 71 Milyarlık gelir, kulübün hedeflediğinin yarısıydı.
Yüzüncü Yıl Eşya Piyangosu
2007 yılında 100. yaşını kutlayan Fenerbahçe’nin yaptığı bir çok değerli organizasyondan biri de eşya piyangosu düzenlemek oldu. 28 Nisan’da çekileceği açıklanan piyango biletleri 10 yeni lira fiyatla ve üzerinde Başkan Aziz Yıldırım ve Muhasip Üye Murat Özaydınlı imzasıyla satışa çıktı. Toplamda 3 daire ve 11 otomobilin ödül olarak yer aldığı piyango, 11 yıl aradan sonra kulübün düzenlediği ilk piyangoydu. Bu piyangoyu diğerlerinden ayıran en büyük özellik, yenilenen stadyumdan 326 adet kombine biletin de ödüller arasında yer almasıydı.
2021 : İlk Dijital Piyango
2007’den sonra yapılan ilk piyango organizasyonunu diğerlerinden ayıran özelliği, dijital biletlerin satışının www.nesine.com üzerinden yapılıyor olması. Linke tıklayarak satın alınabilecek piyango biletlerinin bedeli ise 5 tl olarak belirlenmiş durumda. Bugün itibariyle satışa sunulan biletlerin yarısının satıldığını, satışın yapıldığı web sitesinde yer alan sayaçtan anlıyoruz.
Fenerbahçe, 21 Ağustos 1988 tarihinde başlayıp 11 Haziran 1989’da biten Türkiye Ligi’nde, 36 maçta 29 galibiyet, 6 beraberlik ve 1 yenilgi alarak yirmi birinci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Fenerbahçe adına sezonun gol kralı 34 maçta attığı 28 golle Aykut Kocaman oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin yirmi birinci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
10 Aralık 1989 tarihinde, Fenerbahçe 0-2 geri düştüğü Sarıyer karşısında müthiş bir geri dönüş yaptı ve maçı 5-2 kazandı. Aşağıda okuyacağınız “Bu Seyirci Nerede Yaşar?” başlıklı yazı, İslam Çupi’nin kaleminden, tam bir destan yazısı…
Bu arada, “İslamÇupi.org adresini ziyaret etmeden geçmeyin” diyerek, keyifli okumalar dileyelim.
YAŞAYAN insanların yaşadıklarını sandıkları anda öldüklerini, sinir, et kemik ve kan taşıdıklarını bildikleri anda bir ceset haline geldiklerini hiç gördünüz mü?
Ben gördüm dün…
Fenerbahçe’nin Sarıyer karşısındaki ilk devresi, insanın, “canlı” olarak nesi varsa, teker teker bıçaklanmış bir sadist cinayetin tüyler ürpertici sonunu gösteren bir korku filminin finali gibi idi.
Hafta içinde haber muhabirlerinin kulağı delik bültenlerinde tertip olarak şekillenen Fenerbahçe, maç sabahı hangi sansür ağasının makası altında bilinmez bir budamaya uğramış ve maçın içine şimdiye kadar yapılmış en hatalı bir onbirle düşmüştü.
Maç planı ile, kazanma hevesi mücadelesi ve kişisel kavgası ile çok şeyler değil, bir şeyler yapmak istemenin ateşi bile yanmıyordu Fenerbahçe’de…
Fener, “Fener”ini söndürmüştü.
Sarıyer iki lider kafa ve ayakla, ismi Sercan ve Fikret olan iki virtüözle rakibinin üstüne gelirken, Fenerbahçe Nejat’ı, kaleci Can’ı, Erdi, Turan ve Şenol’un küçüğü ile bir telaş ve acemiler mangası olarak sahanın en kör yerlerine ateş ederek ve bu gözü bağlanmış düelloda daha kurşunların balistik raporunu almadan 2-0 yenik duruma düşecekti.
Tribündeki Müthiş Güç
Hezimete doğru yeni bir fal açıyordu Fenerbahçe…
Çünkü dünkü oyunda Fenerbahçe takımında bir Fenerbahçeli futbolcu gibi savaşan Nezihi ve B. Şenol’un örnek gayreti, suyun üstüne bir türlü çıkmayan tekniği ile Oğuz görüntüsü, sol ileri uçta bir bilinmez olarak kalan Aykut heykelciği, Fenerbahçe’ye sonuç Oscar’ını kazandıracak futboldaki “tek adam” lık öldürücülüğü değildi.
Hele müthiş hırsı, takım taşımadaki olağanüstü özverisi olan Müjdat’ın arena boğası korkunçluğundaki meziyetlerinin libero halatları ile dar alana kıskıvrak bağlandığım gördükten sonra…
Bu aralarda Fenerbahçe’nin “müthiş Fenerbahçe” diye nitelendirilecek gücü, sahada değil, tribünde idi.
2-0’ın saha içinde döneceğini, o anda kaç futbolcu yürek ve kafalarında hissediyordu bilemem ama, 13 bin Fenerbahçeli en susulacak dakikalarda, en susulmaz kıyametleri koparıyor ve Sarıyer’e, “Biz bu takımı sana yendirmeyiz” demekle yetinmiyor, ayrıca “0-2”nin altında kalmış kendi takımlarına yeni bir kazanma modeli aşılıyorlardı.
Hemen ikinci devrenin başında bir gezinen profesyonelden geçen seneki kral Aykut’u yaratan bu seyirci idi.
Aykut’un olağanüstü güzellikteki şandel golünden sonra Fenerbahçe’yi geçen yılki dörtlü beşli gollerle süslenmiş galibiyet hünerlerine taşıyan bu seyirci idi.
Rus’un liberoya yerleştirilmesi, K. Şenol’un tam çizgi futboluna yöneltilişi, Müjdat gibi bir mücadele ve inat anıtının orta sahaya sürülüşü bu muhteşem seyircinin kendilerini yırtarcasına kurdukları bir Fenerbahçe senfonisinin doğal sonucu idi.
İnanılmazlığın Mimarı
İlk yarıdaki ölüden ikinci yandaki beş gole koşmuş takımı yaratan inanılmazlığın mimarı Fenerbahçe taraftarı idi kısaca…
Aykut, yokluğu her dakika dayanılmaz bir yokluk olan Rıdvan’ın ta kendisi idi sanki. Oğuz, Sarıyer geri dörtlüsünün açık saçık yerlerine pas değil mayın fırlatıyordu.
K. Şenol çizgiye kadar rakip çağıran Fenerbahçe’nin geçen yıldan kalma en akıllı satrancını oynuyordu. Bilal yanlış Hakan’ı değil doğru Hakan’ı getirip dikmişti sahaya…
Müjdat ve B.Şenol ikinci yanda beş gollük ikmali geriden alıp Sarıyer ceza sahasına yığan bir komando birliğinin cesur ve tehlike tanımaz iki yürekli neferi idi.
Fenerbahçe tarihinde kazanılmış maçı kazandırmış yığınla kahraman vardır. Fenerbahçe tarihinde gitmiş maçları geri çevirmiş yığınla fenomen oyuncu vardır.
Ama dünkü maçla Fenerbahçe tarihine, Fenerbahçe taraftarının girmesi ilk defa oluyor galiba…
Fenerbahçe, 11 Haziran 1989 tarihinde Sarıyer ile Kadıköy’de karşı karşıya geldi ve mücadeleyi 4-3 kazandı. Bu maç aynı zamanda “1988-1989 Şampiyonluk Turu” maçıydı. 12 Haziran 1989 tarihli Cumhuriyet gazetesinden, olanca muhteşemliği ile… Keyifli okumalar!
Serdar Kızık’tan 1988-1989 Şampiyonluk Turu Haberi
Dün Fenerbahçe’nin günüydü. Fenerbahçe Stadı‘na akan Sarı-Lacivertli coşku seli, futbolcusu, yöneticisi, yaşlı, genç, kadın, çocuk taraftarıyla güldü, güldürdü, heyecanlandı, kısacası tarihi bir sevinç yaşadı.
Sabahın ilk saatlerinde stadı dolduran Fenerbahçe’nin saat 14:30’da başlayan kutlama programıyla iç içe yaşamak için sahanın içine giriyoruz. Ve bir de şov denizi içinde işte izlenimlerimiz…
Süslerle düğün evine benzemiş Fener Stadı. Önce liseliler, maratonda günlerdir hazırladıkları gösteriyi gerçekleştirmek için ellerinde sarı lacivert panolarla taraftarın arasında yer bulmaya çalışıyorlar. Ama zor biraz. Sunucu Mehmet Ali Erbil, öğrencilere yer bulmak için istediği kadar bağırıp dursun. Çaresi yok. Taraftarlar ellerindeki biletleri gösterip Erbil’i protesto ediyorlar. Neyse ki sahaya giysileriyle gelen futbolcular ortamı biraz değiştiriyorlar. İşte daha burada başladı şampiyonluk gününe damgasını vuracak Rıdvan ve Schumacher’in öncelikleri. Dört bir yana koşturdu taraftar bu iki oyuncuyu, alkışlar, alkışlar…
Basın Dışarı
Erbil’in “İşte geleceğin Rıdvanları, Aykutları” diye anons ettiği Fenerbahçe Lisesi kız öğrencilerinin gösterilerinden sonra onların daha serpilmiş ablaları sahaya girdiğinde foto muhabirlerine de dört bir yandan “basın dışarı” sloganları atılıyordu. Fener’in amigo kızları diye tanımlanan bu bayanların danslarını bugün gazetelerde görmekten çok o anda izlemek isteyen ancak foto muhabirlerinin dansçı kızları kuşatmasına bozulan taraftarlar, böylece hep bir ağızdan durumu protesto ediyordu. Tabii ki gazetecileri saha dışına çağıran Erbil’in anonslarından da destek alarak…
Bombalardan çıkan renkli dumanlar içinde paraşütçüler Fener Stadı’nın içine süzülürken az önce stadın üstündeki helikoptere “Helikopter kardeş beni lütfen duyar mısın?” diye bağırıp “Hadi lan çek git” uyarısıyla istediğini elde eden Erbil zafer kutluyordu.
Ve Tur
Öpmeye meraklıyız ya, “Kaya, Aşık el ele” deyip bu ikiliyi öpüştüren taraftar daha sonra gerçek şampiyonluk turu atmak için boyunlarında çelenklerle sahaya giren futbolcuları alkışlıyordu. Gök gürlemesini andırır bir ortamda bandonun mehter marşıyla değil ama kahramanlık marşlarıyla gelen Fenerli futbolcular dört bir yana dağılmıştı. Schumacher kale arkasındaki tribünlere yarı beline kadar sarkıp, artık bizden biri gibi sevgi gösterilerine teşekkür ederken omuzlarda taşınan diğer bir oyuncu Rıdvan’dı. Bu arada gösterilerin heyecanıyla tribünlerden kopup gelen bir slogan dört bir yanı inletiyordu : “Kıskananlar çatlasın..”. Bu arada yer yer tribünlerdeki ufak taşkınlıkları önlemeye çalışan polise, artık klasikleşmiş bir yanıtı duyuyorduk :
“Burası Türkiye, İsrail değil”
Önceden helikopterle sahaya ineceği duyurulan Başbakan Turgut Özal’ı yeryüzünde en ilginç şovu gerçekleştirecek Başbakan olarak görmeye hazırlandığımız bu anlarda stat anonsunu duyuyorduk, hem de arka arkaya üç kez; “Sayın Başbakanımız buradadır”. Ve az sonra gönlünde Fenerbahçe sevgisi, boynunda Sarı Lacivertli fularıyla Özal, şeref tribününde yerini alıyordu. Helikopteri değil, karayolunu seçmişti. Şöyle bir elini kaldırdı Özal, solundaki tribünlerden alkış alırken beklemediği bir anda sağdan gelen uğultulu protestolarla yerine oturdu. Sonra solundaki 100 binlik stat isteklerine yeniden ayağa kalkarak olumlu yanıt verdi.
Maçın başlamasıyla birlikte “şampiyon” sloganları gerçi yine gündemdeydi ama bu kez 100. gol her şeydi taraftar için. Ve daha 5. dakikada Fenerlinin bu beklentisi Turan’ın kafa golüyle gerçekleşiyordu. Bu tarihi ana imzasını atan Turan, sevincini arkadaşlarıyla paylaşırken biz, az sonra devre arasında futbolcuların kendi aralarında aldığı bir kararı öğrenecektik. 100. gol nedeniyle araba alan Turan’ın bu ödülü önceden alınan bir karar gereği Samsunspor’a vereceği, Erbil’in anonsundan duyuluyordu. Yani futbolcular karar birliğine varmışlardı. 100. golü kim atarsa atsın ödüller Samsun’a gidecekti.
Bu arada hükümet adına Bakan İsmet Özarslan, 100 milyonluk çeki Başkan Kaya’ya verirken Erbil’den yeni bir inci duyacaktık :
“100 milyonluk ödül Tahsin Şahinkaya’ya veriliyor”
Gol Kralı Aykut
Fenerbahçe için ulaşılması hedeflenen konulardan birisi de gol kralı çıkartmaktı. 10. dakikada kazanılan penaltı için taraftar bir anda “Toni Toni” diye bağırırken Schumacher orta alana doğru koşuyor ve taraftarlara Aykut’u gösterirken gol krallığı yarışını anımsatıyordu. Ve Schumacher’in başlattığı tezahüratla tribünler bu kez penaltı için topun başına gelen Aykut’a destek veriyordu. Aykut da doksan dakika sonunda Turan gibi çifte sevinç yaşayanların arasında kendisini saha içinde izleyen nişanlısına mutluluğunu dile getirecekti.
Oal’ın bitiş düdüğüyle futbolcular birden üstündeki formalarını çıkararak olası bir sıkışıklıktan kurtulmayı planlıyorlardı. Daha sonra Fener seyircisi yaklaşık yarım saat tribünleri terketmeyecekti. Ve Rıdvan’la Schumacher, arkadaşları soyunma odasında duşlarını alırken omuzlarda, sevinçlerini taraftarlarla paylaşıyorlardı.
Bu güzel yıldönümünün açılışı Tapfereritter‘in yazısıyla yapıyoruz. Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu ile sevince boğduğu 1989 yılının son maçını, sıkı bir taraftarın gözüyle okuyalım.
100… 101… 102 ve 103!
Rıdvan Dilmen sol kanatta topu aldığında, herkes onun bir anda birinci vitesten beşinci vitese takacağını ve kaleye yöneleceğini biliyordu ama akıl ve mantık beş kişinin içinden geçerek bunu yapacağına ikna olmuyordu. “Şeytan”lık buradaydı..
Bir başka gariplik, normalde orta sahada takımın üçüncü ciğeri olarak görev yapan Turhan Sofuoğlu’nun, Rıdvan Dilmen’in geçmeyi deneyeceği deliği kapatmaya çalışan Sarıyer savunmasının göbekte bıraktığı boşluğu burnu gol koklayan santrafor edasıyla farkedip, penaltı noktasına doğru yönelip elini kaldırarak gollük pas istemesiydi. “Rambo” olmak kolay değildi.
Oğuz Çetin’in, Rıdvan Dilmen’in geçebileceği tek deliği görüp, o deliği aydınlatan topuk pası da alelade bir hareket değildi. Bir mühendislik harikasıydı. “İmparator” lakabı oynadığın futbolla kazanılırdı. Franz Beckenbauer gibi..
Pozisyonun gelişimi, o sezon formunun zirvesine çıkmış Rıdvan Dilmen’in golü atacağına işaret ediyordu. Ama bir engel vardı: O dönemin refleksleri en müthiş ve karşı karşıya pozisyonlarda son derece başarılı kalecisi Yaşar Duran Sarıyer’deydi. “Şeytan”a “dur” dedi.
Ama o sezon Fenerbahçe karşısındaki rakip kaleciler, son viteste çalışan bir tenis topu atma makinesi karşısındaki tenisçiler gibiydi. Türk futbolunda görülmedik bir “bütün hatlarıyla hücum” performansı sergileyen Fenerbahçe’de dönen topu gol yapacak en az bir futbolcu illa ki vardı.
Çünkü takım zaten 2 yese 3 gol, 3 yese 4 gol atan bir takımdı. 100. gol Turhan Sofuoğlu’na nasip oldu. 100. golü atacak oyuncuya verilecek otomobil hediyesini de o sezon ölümcül kazaya uğramış Samsunspor’a hibe etmişti “Rambo”..
Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu
Fenerbahçe’nin 21. Türkiye şampiyonluğunu ilan ettiği 4-3’lük Sarıyer maçı iddiasız bir karşılaşma değildi. “Son hafta beraber seyircilere bol gol izletelim” türünden bir maç değildi. Sarıyer kazansa bir sonraki sezon Galatasaray yerine Boğaz’ın “Beyaz Martıları” gidecekti UEFA Kupası’na. Ama Sarı Kanaryalar “gelin gibi süslenmiş” stadyumunda taraftarına zehir etmemişti şampiyonluk gününü. Sarıyer maça asıldıkça asılmış ve “eski Fenerli” Selçuk Yula’nın 1, “müstakbel Fenerli” Sercan Görgülü’nün iki golüyle 3-3’ü bile yakalamıştı. Ama Fenerbahçe işine bakardı. Galibiyetine bakardı. Yendi ve ezeli rakibini yolladı Avrupa Kupalarına.
Zaten onun için Milliyet gazetesinin ertesi gün manşeti “Şikesiz.. Lekesiz.. Tertemiz” idi.
Sarı-Lacivert Bir Mutluluk Günü
Bu mutlu sonda “Şeytan” vardı.. “Rambo” vardı.. “İmparator” vardı.. Bir de “Kral” olmalıydı. Aykut Kocaman da bu lakabı o maçta aldı, tacını bu maçta taktı. O, Fenerbahçe’nin Zeki Rıza Sporel (1933), Ali Rıza Tansı ve Naci Bastoncu (1935), Melih Kotanca (1940, 1945 ve 1946), Lefter Küçükandoniadis (1950), Ogün Altıparmak (1970-71), Osman Arpacıoğlu (1972-73), Cemil Turan (1973-74, 1975-76 ve 1977-78) ve Selçuk Yula’dan (1981-82 ve 1982-83) sonra çıkardığı 10. “Türkiye Gol Kralı”ydı. Her şeyden öte, benzersiz bir şampiyonluktu bu. En fazla gol*, en yüksek gol ortalaması, en fazla galibiyet, en yüksek puan, en iyi averaj.. Bütün rekorlar Fenerbahçe’nindi. Kırılacağı da yoktu..
11 Haziran 1989.. Sarı-lacivertli ve mutlu bir gündü.
* Sonradan, bazı takımlarla dört maç yapılan ve iki etaplı ligde atılan golleri dikkate alıp yapay rekorlar icat edilmeye çalışılsa da, bu rekor da “şikesiz, lekesiz ve tertemiz” Fenerbahçe’nindi..
Vefatının 34. yıldönümünde, Melih Kotanca‘yı, Fenerbahçe’nin bu efsane sporcusunu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Tapfereritter yazıyor. Evet, Fenerbahçe’den bir Melih Kotanca geçti!
30 Haziran 1940
Kurbağalıdere köprüsünün yanıbaşına yanaşmış olan Moda Deniz Kulübü’ne ait “Rüzgar” adlı sürat teknesi misafirini karşı yakada Şeref Stadı’nda Fenerbahçe ile Vefa arasında oynanan “Milli Küme” maçına yetiştirmek üzere bekliyordu. Biraz sonra atlet formalı ve çivili koşu ayakkabılı bir sporcu kan-ter içinde çıkageldi. Bu sporcu, Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen “Gül Kupası” adlı kulüplerarası ve puanlı atletizm yarışmalarında 200 metre, 4×200 bayrak ve cirit atmada birinci olup Fenerbahçe’ye puanlar kazandırarak ikinci kez üst üste şampiyon olmasını sağlayan Melih Kotanca’ydı (Fenerbahçe 42, Galatasaray 21, Beşiktaş 20 puan almıştı).
Ayağının tozuyla stadyumdan rıhtıma koşup “Rüzgar” teknesine bindikten sonra, tekne denizi yara çıka Moda Burnu, Haydarpaşa ve Kızkulesi önünden geçerken, Kotanca da atlet kıyafetlerini çıkarıp futbolcu kıyafetlerini giymişti. Çırağan Sarayı’nın rıhtımına yanaştıklarında fırladı ve Şeref Stadı’nda “Nasıl olsa Melih gelecek” diye maça 10 kişi çıkmış Fenerbahçe’ye katıldı.
Fenerbahçe Vefa’yı 4-0 yenip ikinci kez Milli Küme şampiyonluğunu garantileyerek tarihinde dördüncü kez Türkiye şampiyonu olurken, 35. dakikada Fenerbahçe’nin üçüncü golü Melih Kotanca’nın ayağından gelmişti. Bu onun kendisini Milli Küme gol kralı yapan 23. golüydü. Galatasaraylı “Baba” Gündüz Kılıç 16, Beşiktaşlı “Baba” Hakkı Yeten 14 golle “Atom” Melih Kotanca’nın çok gerisinde kalmışlardı.
Ekim 1936
Güneş Kulübü’nün teknik yetkilisi Kemal Rıfat Bey’in (Kalpakçıoğlu) gözü Balıkesir’den eline bilet tutuşturulup gönderilen 21 yaşındaki bu genci tutmamıştı. “Sen git, biz sana haber veririz” deyip yollamıştı kulüpten. Cebindeki üç kuruş parayla iki gün etrafını dolaşan, iki gün sonra da “vedalaşmadan dönmek ayıp olur” diye son bir kez kulübe uğrayan bu genç Kotanca’ydı.
Kulüptekiler, Kemal Rıfat Bey’e “Abi ne yaptın? Büyük yetenekmiş bu çocuk” diye üstelemiş olacaklar, veda için gelen Kotanca bu defa “Neredesin sen?” diye azar işitti. Kulüpte oda verilip, lisansı çıkarıldı. Fenerbahçe’nin üçüncü kez üst üste şampiyonluğuyla bitecek 1936-37 sezonunun 25 Ekim’deki ilk maçında Hilal’e bir gol attı, ikinci hafta ise 6-0 biten Topkapı maçında ise dört gol kaydetti. İlk on birdeki yeri daha baştan kesindi artık. İstanbul Ligi’ni de ikinci tamamlayıp o sezon ilk kez düzenlenen Milli Küme’ye katılmaya da hak kazanmıştı Kotanca’lı Güneş. Ve daha da kuvvetli parlayacaktı.
20 Mart 1938
Taksim Stadı’ndaki Milli Küme maçında Melih Kotanca 87. dakikada kendisinin dördüncü golünü atarken takımını da Galatasaray karşısında 7-0’lık galibiyete taşıyordu. Galatasaraylı dostlarımızın bu dönemleri yok saymaya çalışmalarının çok sayıdaki nedenlerinden biriydi bu maç. 5 Haziran’daki rövanşa intikam için çıkan Galatasaraylılar bu defa 4-2’lik bir yenilgi almışlardı. Esasen 20 Mart’taki maç da (güya) intikam maçıydı. Zira, İstanbul Ligi’ndeki maçta da 6-0 yenilmişti Galatasaray Güneş’e (merak edenler için söyleyelim, Galatasaray bu yenilgiyi Fenerbahçe ve Real Madrid’e olduğu gibi 6 Kasım’da değil, bir 19 Aralık günü almıştı)..
Parlıyordu Güneş.. 1937-38 İstanbul Ligi şampiyonluğundan sonra, 1938 Milli Küme şampiyonluğu da Güneş’in olmuştu. Aynı sezon atletizmde de İstanbul şampiyonu yine aynı takımdı..
5 Ekim 1940
Melih Kotanca takım arkadaşı Turan Çelikbaş’tan stafeti aldığında Yunan atlet Mandikas’tan 10 ilâ 15 metre gerideydi. Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen 11. Balkan Atletizm Şampiyonası’nda Türk milli takımı 4×100 bayrak yarışında son 100 metreye oldukça dezavantajlı bir pozisyonda girmişti. İlk 100 metreci Fikret Taygun başarılı bir performans sergileyememiş, ikinci bayrakçı Muzaffer Baloğlu (bir önceki Şampiyona’nın birincisi) sakatlığı nedeniyle görevini yapmakla yetinmiş, ancak fark bir hayli açılmıştı. Turan Çelikbaş varını yoğunu ortaya koyup farkı kapatıp stafeti Melih Kotanca’ya verdiğinde ise pek umut yoktu.
Ancak öyle bir 100 metre koştu ki Kotanca… 5.000 seyircinin gözlerine inanamadığı bir sprintle 5 metre kala Yunan’ı geçti ve Türk milli takımını birinciliğe taşıdı.
Bununla da kalmamıştı Kotanca.. 200 ve 400 metrelerde altın, 400 metre engellide de gümüş madalya kazanarak Türkiye’yi Yunanistan’ın iki puan önünde 134 puanla tarihinde ilk kez Balkan şampiyonluğuna taşıyordu (İkinci Dünya Savaşı koşulları nedeniyle, aslında pek de iddialı olmayan Bulgaristan ve Romanya’nın katılamamaları nedeniyle gayriresmî olarak yapılan puan tasnifinde Yugoslavya da 114 puanla üçüncü olmuştu).
Bu, Kotanca’nın atletizm kariyerindeki zirveydi. 1937’de 400 metrede gümüş almış, ayrıca bronz kazanan 4×400 bayrak takımımızda yeralmıştı. 1939’da ise 4×100 ve Balkan Bayrak yarışlarında da bronz alan takımımızın üyesiydi.
Bu zaferler Kotanca için aynı zamanda bir teselliydi de.. İkinci Dünya Savaşı koşullarında A milli futbol takımımızın 1937-1948 arasında tam 11 yıl tek maç yapmadığı döneme gelmişti futbolculuğu.. Milli Küme’de 1940, 1945 ve 1946’da olmak üzere üç kez gol kralı olarak dönemin en büyük golcüsü olduğunu kanıtlayan “Atom” Melih futbolda bir kez bile ay-yıldızlı formayı sırtına geçirememişti.
11 Haziran 1939
1938-39 sezonunun başında sporseverler gazetelerde yeralan sarsıcı bir haberle şaşkınlığa uğradılar: Güneş Kulübü futbol, atletizm ve güreşte faaliyetlerine son veriyordu. Cihat Arman, Rasih Minkari ve Ömer Boncuk’un yanı sıra Melih Kotanca da Sarı Kanaryalarla anlaşmıştı. Ancak, dönemin mevzuatı gereği kulüp sporcuları o sezon hiçbir kulüpte oynayamayacaklardı.
Melih Kotanca’nın sarı lacivertli formayı giymesi de, Fenerbahçe’nin o dönem geleneksel olarak sezon sonlarında kutladığı kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde, İngiliz Middlesex Wanderers takımıyla 11 Haziran 1939 tarihli maçı buldu (Bu takımın adını profesyonel ya da amatör liglerde bulabilmek mümkün değildir. Zira, bu takım daha 19. yüzyılda profesyonelliğe geçmiş İngiliz futbolunun, amatörlüğün hala sürdüğü ülkelere temsil amaçlı gönderdiği bir amatör karma takımdı. Zaten “Wanderers” da “Gezginler” demekti).
Bu maçla Fenerbahçe kariyerine başlayan Kotanca sarı-lacivertli formayla ilk golünü 25 Haziran 1939’da Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanan Milli Küme maçında Ankaragücü’ne karşı attı.
15 Mayıs 1948
“İngiliz futbolunun yöntemlerini benimsemek istiyor ve daha fazla İngiliz takımıyla temas kurabilmeyi arzuluyoruz. (…) Bu gayretlerimizin ilk başarılı örneğini ise Queen’s Park Rangers’ın ülkemizi ziyareti teşkil etmiştir. Bu nedenle, davetimize icabet etmesinden ötürü Queen’s Park Rangers’a teşekkürlerimizi sunuyor, (..) 1948-49 sezonunda başarılar diliyoruz.” Genel Sekreter Zeki Rıza Sporel “Başkan” unvanıyla imzaladığı 19 Temmuz 1948 tarihli bu mektubuyla, bir taraftan İngiliz takımına teşekkür ederken, diğer taraftan kabuğunu kırmak isteyen Türk ve Fenerbahçe futbolundaki zihniyet değişimini de yansıtıyordu. Gerçekten de, A milli futbol takımı 11 yıl sonra ilk kez 23 Nisan 1948’de Atina’da Yunanistan’a karşı oynadığı dostluk maçıyla tekrar sahalara dönerken, Fenerbahçe de aynı yılın Aralık ayında tam 23 yıl sonra yurtdışına çıkarak Atina’da dört maç yapıyordu.
Yaş 33
Ancak, 33 yaşındaki Melih Kotanca için futbola veda zamanı gelmişti (atletizme 1941’de Vefa’ya karşı oynanan bir maçın ardından verilen 9 aylık haksız cezaya isyan ederek fiilen veda etmişti). Zeki Rıza Sporel’in nazik teşekkür mektubunun muhatabı Queens Park Rangers’la 15 Mayıs 1948’de oynanan karşılaşma Melih Kotanca’nın son maçıydı (bu, Fenerbahçe’nin de 1947’de açılan İnönü Stadı’ndaki ikinci maçıydı). 20. dakikada Ahmet Erol’un yerine girmiş ve yine de Fenerbahçe’ye hareket getirmişti.
Ancak 33 yaşın yanısıra, hayatın gerçekleri de vardı. Futbolumuzun amatörlük döneminde hayatını idame ettirmek ve kızını okutmak için çalışmak zorundaydı. Denizyollarında “Konya” vapurunun ambar memuru idi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarının dışa açılma döneminde bu vapurla sık sık Yunanistan’a gitmesi futbol düzenini de etkilemeye başlamıştı.
Halit Deringör anlatıyor:
“Bir gün Şeref Stadı’nda maç oynarken, Stadın önünden geçen bir gemi düdük çaldı. Melih, sahada düdüğü duyunca ambale oldu. Ne kadar engel olmaya çalışsak da başarmıyoruz, bizi bırakıp gidiyor. Meğerse o gün o gemi Yunanistan’a gidiyormuş. Kotanca’nın da gemide şahsi eşyası ve parası varmış. Vapura yetişmek için çok uğraşıyor ama yetişemiyor. Gemi uzaklaşıp gidiyor. Aynı akşam Zeki Rıza Sporel’in evinde yemekteyiz. Hepimize birer cüzdan hediye etti. [Melih’in cüzdanının içinde para da varmış]. Melih’in bu durumuna üzülen yöneticiler, onu takviye etmişlerdi.”
26 Nisan 1969
2 Mayıs 1969’da gazetelerin acı haberler sayfasına düşen bu ilan Melih Kotanca’nın hayata küsüşünü simgeliyordu:
“VEFAT: Fenerbahçeli milli atlet ve futbolcu Melih Kotanca’nın Bağlarbaşı Amerikan Kız Koleji 962-963 mezunu biricik kızı GÖNÜL KOTANCA 26/4/1969 tarihinde Amerika’da İndiana şehrinde geçirmiş olduğu trafik kazasında vefat etmiştir. Cenazesi 3/5/1969 Cumartesi Kadıköy Osmanağa Camisinde öğle namazını müteakip Küçükyalı mezarlığında defnedilecektir. BABASI MELİH KOTANCA”
Bir Yunanistan seferinde tanışıp evlendiği eşinden ayrılan Kotanca’nın yegane meşgalesi kızını okutmaktı. Ancak, ABD’den gelen haber bir babanın alabileceği en kötü haberdi. Hayata küsmüştü. İnzivaya çekildi. Kupalarını ve madalyalarını kulübe teslim etmek istedi. Alan olmadı.
İnzivaya çekilse de, arada hatırlanmak onun da hakkıydı. Hatırlayan olmadı. Ta ki sporsever Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk eski şampiyonları ödüllendirip onore etmeye karar verene kadar..
18 Haziran 1979
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nun Şeref tribününde Fenerbahçe ve Trabzonspor arasındaki Cumhurbaşkanlığı Kupası maçını izliyor. Yanında geçmişte ay-yıldızlı formaya çeşitli sporlarda başarılar, madalyalar ve nice gurular yaşatmış sporular var. İçlerinden biri de Melih Kotanca.
Sabah 11’de Çankaya Köşkü’ne kabul edilmişler. Ödüllerini aldıktan sonra Muhafız Alayı’nda öğle yemeği yemişler. Sonra da Cumhurbaşkanı’yla birlikte maça. Yine de gazetecilere şikayetlerini sıralayıp karınca kararınca yol göstermeye çalışıyordu. Yıllar sonra kapıların iyiden iyiye devşirme sporculara açılacağını görürcesine:
“O devirlerin ünlüsüydük. Beklentimiz yoktu. Koştuk, oynadık. Yaşlandık şimdi ve unutulduk. Forması altıda yıllarımı verdiğim Fenerbahçe’nin Başkanı’nı gördüm dün. “Beni tanıdın mı?” dedim. Yüzüme baktı ve hatırlamadı. İşte bu benim sadece kendi örneğim. Şimdiki gençler güvence istiyorlar. Bulamayınca spora sarılmıyorlar..”
Hatırladı sonra Faruk Ilgaz. Sonra da Emin Cankurtaran. Sahipsiz bırakmadılar Fenerbahçe efsanesini. Sağlığıyla ilgilendiler..
8 Haziran 1986
Bir vefat ilanı..
Tezatların vuruculuğunu seven Türk basını “bir dönemin rekortmen sprinterinin” felç olup “yatağa düştüğünü” yazıyor üç ay önce..
8 Haziran 1986’da ise vefatını.. Bir efsane daha kayıp gitmişti Türk sporundan.. Neler sığdırmamıştı ki Fenerbahçe’deki yıllarına? 1940’taki Milli Küme şampiyonluğunun ardından buhranlı geçen iki sezonun sonunda, Fenerbahçe’nin makus talihini döndüren ünlü Admira maçı öncesinde, 1941-42 İstanbul Ligi gol kralı olmuştu.
Müteakip sezon Fenerbahçe bir kez daha Milli Küme şampiyonu olurken, Melih Kotanca da artık Türkiye Gol Kralı idi. Fenerbahçe 1943-44 yılında İstanbul ve Türkiye Şampiyonu, 1944-45 sezonunda Milli Küme, Başbakanlık Kupası ve İstanbul Kupası şampiyonu, 1945-46 sezonunda ise Milli Küme ve Başbakanlık Kupası şampiyonu olurken en golcü futbolcusu hep Melih Kotanca idi. 1945 ve 1946 Milli Küme sezonlarında da Gol Kralı olurken, bu başarısını daha sonraki Fenerbahçelilerden Cemil Turan ve Aykut Kocaman egale edebileceklerdi. Fenerbahçe’nin dört sezon üst üste Türkiye şampiyonluğu kazandığı tek dönemdi bu. Ardından 1946-47 ve 1947-48 sezonlarında İstanbul Ligi şampiyonu olan Fenerbahçe bu kulvarda da açık ara liderdi (1947-48 itibarıyla Fenerbahçe 13, Galatasaray 10 ve Beşiktaş 9 kez İstanbul şampiyonu olmuştu).
1947-48 sezonunda şampiyon takımın oyuncusu olarak futbola veda ettiğinde, 185 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 205 gol atmış ve inanılmaz bir ortalama yakalamıştı. 25 Şubat 1940 tarihinde Topkapıspor’la oynanan ve Fenerbahçe’nin 14-0 galibiyetiyle biten İstanbul Ligi maçında 8 gol atarak Zeki Rıza Sporel’le birlikte “bir maçta en çok gol atan Fenerbahçeli futbolcu” unvanını halen koruyor Kotanca..
Fenerbahçe, hayatlarının her biri ayrı bir “destan” olan sembolleri sayısız olduğu için “efsane”dir. Kotanca da en parlaklarından biri. Fenerbahçe parladıkça, onlar da parlayacak. Türk sporu Kotanca’ları hiç unutmayacak.
Maçın başlamasına kısa bir süre kala elektrikler gidince, ilk yarı sadece hava kararıncaya kadar 16 dakika oynandı. Bu arada Atletico Madrid, Orejuela’nın ayağından bir gol buldu.
Aşağı yukarı bir saatlik bir gecikmeden sonra, ikinci yarı başladı.
Vokri’nin 65. dakikada, Aykut’un 77’de ve Müjdat’ın 82. dakikada attığı gollere, 84’de Koldo ve 88’de Sabas karşılık verince, maç 3-3 berabere bitti. Schumacher omuzlara alındı, tribünleri selamladı ve İstanbul’daki Fenerbahçe taraftarlarına veda etti. Yaklaşık iki ay kadar sonra bu kez İzmir’de, Bayern Münih maçında ikinci jübilesini yapacaktı.
Halit Deringör, Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bu jübile maçı için şunları yazdı :
Tanrılar da Ağlarmış
Schumacher, ülkemizde öğrenmesini bilenlere çok şeyler öğretti. Hatta Türk, Alman elçilerinin iki ülke arasında yıllarca kuramadığı sıcak ilişkiyi Schumacher kurdu. Büyük futbolculuğu ile beraber bu kişiliği yüzünden Türk spor tarihinde önemli bir köşeye sahip oldu.
Schumacher, isyankar, kavgacı, reaksiyoner, haksızlığa tahammül edemeyen, ruhsal yapısı ile duygusal, insancıl bir yapıya da sahip. Onu insan yapan da bu duyguları. Yağmurlu ve boş tribünler önünde oynanan Gaziantep maçından sonra Schumacher bir arkadaşımıza, “Tanrı, sevdiği insanların arkasından gözyaşı dökermiş. Beni de seviyor olmalı ki arkamdan yağmur yağdırıyor ve gözyaşı döküyor” demişti. Dün Schumacher’in jübile maçı yıllarca dillerden düşmeyecek bir sevgi gösterisi içinde cereyan etti. Schumacher, omuzlara alındı. Gözlerinden yaşlar ip gibi akıyordu. Tanrıların ağlayıp ağlamadıklarını bilmiyoruz ama bu defa stadyumu dolduran insanların çoğu gözyaşlarını tutamamıştı. Hem de karanlıkta için için ağlayarak.
Halit Deringör – 5 Haziran 1991 – Cumhuriyet Gazetesi
Tapfereritter bu kez Fenerbahçe’de kısa bir süre kalan fakat gönlümüzde taht kuran bir ismi yazıyor. Bu çizgiden çıkaran ayak, Türkiye’ye Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olan Vişnevski… Keyifli okumalar.
20 Ağustos 1989.. Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda Fenerbahçe ve Galatasaray Başbakanlık Kupası’nda kozlarını paylaşıyorlar.
Galatasaray’da eksik çok. Onun için maçın favorisi Fenerbahçe’ye karşı kontra-atak futbolu oynuyorlar. Başarılı da olmuşlar: Bülent Alkılıç ve (eski Fenerbahçeli) İlyas Tüfekçi’nin golleriyle henüz 22. dakikada öne geçmişler.
Ancak Fenerbahçeliler rahat: Daha üç buçuk ay önce 3-0’lık yenilgiden 4-3’lük galibiyete geçmenin anıları taze. Bu maç da çevrilebilir. İlk ateşi 27. dakikada Şenol Çorlu yakıyor. Ardından Aykut Kocaman’ın kaçırdığı penaltı olsa da ikinci yarı için umutlar taze.
Ancak 51. dakikada tüm Fenerbahçeliler bir anda buz kesiyor: Bir başka Galatasaray kontra-atağında İlyas Tüfekçi kaleci Toni Schumacher’le karşı karşıya kalıyor ve düzgün bir aşırtma vuruşla topu Fenerbahçe kalesine gönderiyor. Herkes “gol” diye bakarken ekranda bir ayak görünüyor. Ve top çizgideyken topu dikiyor havaya.. Fenerbahçelilerin “oh” dediği an.. Ardından da önce Şenol Çorlu, sonra da uzatmada Aykut Kocaman golleri üçlüyor ve Fenerbahçe Başbakanlık Kupası’nda bir kez daha şampiyon oluyor.
Ancak maçın “gizli” ama bir o kadar da “unutulmaz” kahramanı çizgiden topu çıkaran “ayağın” sahibi İvan Vişnevski.
11 Mayıs 1996’da 39 yaşında kaybettiğimiz İvan Vişnevski ülkemize bugün tarihe karışmış olan Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olmuştu 1989 yılında.
Yıkılan Demirperde’den Gelen Sovyet!
Gerçi ülkemize bir başka “Demir Perde” ülkesi olan Romanya’dan futbolcular gelmiş ve Fenerbahçe’mizde de iz bırakmışlardı (Ion Nunweiler, İlie Datcu ve Mircea Sasu gibi). Ancak “Varşova Paktı”nın başat ülkesi Sovyetler Birliği’nden futbolcu transferi söz konusu olmamıştı.
Bu transfer de 1989 yılında “Varşova Paktı”nın çatırdaması ve “Soğuk Savaş”ın fiilen bitişiyle mümkün olmuştu. O zaman Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna doğumlu Vişnevski, “Vişne” olarak adlandırılmıştı Fenerbahçe tribününde. Ve 1989-90 sezonunda göğsünde ay-yıldızlı arma bulunan Fenerbahçe formasını geçirmişti sırtına.
Ve bir anlamda da feda etmişti kendini. Çizgiden çıkardığı topla Fenerbahçe’ye kupayı kazandıranlardan biri olmuş, ama pozisyonun ardından sakatlanarak uzun süre çubuklu formadan uzak kalmıştı.
Fenerbahçe formasıyla kazandığı son başarı ise bu defa 30 Mayıs 1990’da Beşiktaş’a karşı alınan 3-2’lik galibiyetle kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası’ydı.
Ölüm haberi ise Fenerbahçe’nin İstanbulspor’u yenip 1995-96 sezonunda kazanacağı şampiyonluğa bir hafta kala gelmişti. (1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bağımsız olan) Ukrayna’da kanser tedavisi görmekteydi. 1986 yılındaki “Çernobil Faciası”nın binlerce mağduru gibi..
İvan Vişnevski de hem “kubbede hoş sadâ” hem de “hatıralarda iz” bırakanlardan.