Etiket: Ayten Salih

  • Doktor Ayten Salih

    Doktor Ayten Salih

    Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi“nin “Beden Eğitimi ve Spor” özel sayısında Barış Eymen ve Barış Kenaroğlu imzasıyla yayınlanan yazı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye’de Kadınların Spor Sahalarında Görünmesi ve Ayten Salih Berkalp

    Barış Eymen, Barış Kenaroğlu

    Modern Sporların Ülkemize Girişi

    Türk kadınının spor sahalarında görünmesi Osmanlı döneninden itibaren başlamış bir süreçtir. Özellikle modern sporların yapılmaya başlanmasından bir süre sonra kadınların da söz konusu sporların bazılarıyla ilgilenmeye başladıklarını görürüz. Ülkemize modern sporların girişi genellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve sonrasına rastlar. Modern sporlar denince, öncelikle jimnastik, futbol, atletizm, grekoromen güreş, boks, bisiklet, yüzme, tenis, hokey, kriket, basketbol, voleybol, kayık ve yelken yarışları vs. gibi branşlar gelir.

    Öncelikle modern olan nedir; ona bir bakmak lazım. 18. Yüzyıl sonları ve 19 yüzyıl başlarında Osmanlı Türkiye’sinde birçok müessesenin tıkandığını işlevini yitirdiğini görüyoruz. Artık birçok alanda Avrupa’dan geri kalınmıştır.  Bu durumda devlet adamları çözüm arayışına girmişlerdir. Neticede gelinen nokta şu olmuştur:

    “Avrupa ülkeleri ile rekabet edeceksek kendi insanımızı en donanımlı şekilde yetiştirmeliyiz. Bu da çağın gereği gibi eğitim veren okullar açmakla olur. O zaman model Avrupa olacaktır.”

    Bu anlamda bir örnek verelim. Mesela Fransız eğitim sistemini model alan ve müfredatı da Fransız okullarına uygun bir yöntem kullanacaksınız. Fen bilimleri ağırlıklı müfredatı birebir aldığınızda ülkenizde bir Fransız Okulu kurmuş olursunuz. Buna karşılık o müfredata Türkçe, Türk Tarihi, Arapça, Farsça, Din Dersi ilave ettiğinizde artık bu müfredat çerçevesinde bir Fransız okulu olmaktan çıkıyor. Yerli motifler işin içine giriyor. Böyle olduğunda gençler yerli kültürden de uzaklaşmamış oluyorlar. İşte model birebir alındığında buna batılılaşma diyoruz. Yerli motifler katıldığında ise modernleşme diyoruz.

    Modern sporlar açısından buradan çıkaracağımız sonuç şudur: Modern eğitim alarak yetişen gençler modern spor dallarıyla tanıştıklarında ilgi gösteriyorlar, kolayca benimsiyorlar ve uygulamada da başarılı olabiliyorlar. Modern sporların ilk yapıldığı şehirler olarak İstanbul, İzmir, Selanik’i gösterebiliriz.

    Öncelikle yabancıların durumuna bir bakalım. Kapitülasyonların sağladığı imtiyazlardan yararlanarak koloni halinde yaşayan aileler sık sık çayırlara ve mesire yerlerine giderek kendi aralarında çeşitli spor dallarını icra ediyorlar.  Bunlara ilave olarak Osmanlı limanlarını ziyaret eden İngiliz savaş gemileri personelinin şehirde bulundukları zaman diliminde spor müsabakalarına katılıyorlar. Özellikle takım oyunlarında yeterli sayıda sporcu bulamayan aileler gayrimüslimleri de oyunlarına ortak ediyorlar.

    Zamanla Türkler de bu spor dallarıyla ilgileniyor. Türk gençleri sporu bir eğlenceden öte sağlıklı bir vücuda sahip olmanın aracı olarak da görüyorlar. Nitekim idmancı ve idmancılık kavramı sık sık kullanılıyor ve giderek yaygınlaşıyor. II. Abdülhamid döneminden itibaren gençlerin hem zihin hem de beden sağlığı için spor yapmanın yararları gazete sütunlarında yer alıyor. Yapılan sporlar gençler arasında ilgi gördüğü gibi halk da seyir amaçlı olarak ilgi gösteriyor.

    İlk Kadın Sporcularımız

    II. Meşrutiyetle beraber idmancılık hem zihin hem de beden sağlığı yanında aynı zamanda savaşa her zaman hazırlıklı olmanın gereği olarak da önemsenecektir. Ayrıca spor etkinlikleri artacaktır. Spor bayramı adıyla düzenlenen organizasyonlarda her dalda sporcular birbirleriyle rekabet edecektir. Bu bağlamda 1911 yılı spor bayramında Türk kadın sporcuların da yer aldığını görüyoruz. Kadınlar arası sürat yarışlarına katılan Besime Hanım birinci, Macide Hanım ikinci olmuştur. Besime ve Macide Hanımları ilk Türk kadın atletler olarak tanımlayabiliriz.

    Türk spor tarihi yazımına büyük katkılar sunan İdman mecmuası, 3 Temmuz 1330 (1914) tarihli 35. sayısı ile yayın hayatına veda etti. Derginin 5 numaralı nüshasında “Anadolu Hisarı İnas Mektebi talebâtı İdman Yurdu koşu müsabakasında” altyazılı bir fotoğrafta kız öğrencilerin Union Club sahasındaki yarışı görülüyordu.

    Takip eden senelerde Birinci Dünya Savaşı kaybedildi. Millî Mücadele kazanıldı. Ve Osmanlı İmparatorluğu, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. Genellikle İstanbul merkezli olarak düzenlenen sportif faaliyetler olduğu gibi Cumhuriyet’e intikal etmiş ve kulüpler, diğerlerinin de katılımıyla Osmanlı döneminde başlayan rekabetlerini Cumhuriyet döneminde de sürdürmüşlerdir. Bu defa sporun ülke geneline yayılması da önemsenecektir.

    İdman’daki fotoğrafın yayınlanmasından 13 sene sonra, Türk futbolunun “Şiir” lakaplı, kulüp gezgini, meşhur siması Refik Osman (Top) Bey’in “Heyet-i Tahririye Müdürü” olduğu “Gol” dergisinin 19-20 numaralı nüshasındaki bir fotoğrafın altyazısında ise şu cümle göze çarpıyordu:

    “Genç kızlarımız spor âlemine atılırken; ilk şayan-ı takdir adım”

    Bu adım 12 Şubat 1926 günü, 1913 yarışı ile aynı yerde, Kadıköy’deki (bugünkü Fenerbahçe Stadyumu) İttihat Spor Kulübü Sahası’nda yapılan “Cumhuriyetin ilk kadın atletizm koşuları” idi. Dönem gazeteleri derlendiğinde günün öyküsü okuyanların gözünde şöyle canlanıyordu:

    O gün saat on buçuktan itibaren seyirciler gelmeye başlamışlardı. Genç hanımların koştuklarını görmek hususi bir zevk uyandıracağı için olacak ki şimdiye kadar hiçbir atletizm müsabakasında görülmeyen bir kalabalık vardı.

    Saat on bire doğru, sporcu hanımlar yanlarında Ömer Besim (Koşalay) Bey bulunduğu halde göründüler. Ömer Besim Bey, daha önce bu tip yarışlarda emsaline rastlanmamış kalabalığı görünce, yarı şaka, yarı ciddi ‘Anlaşıldı’ dedi, ‘Bir daha atletizm müsabakaları tertip edildiği zaman mutlaka hanımların da teşrik edilmesi lazım!’

    Müsabaka kalabalığın gösterdiği alaka ve heyecanı tamamıyla tatmin edecek bir cereyan almakta gecikmedi. Zira birkaç günden beri koşuya iştirak edeceklerinden bahsedilen yirmi kadar hanımın soyunma odalarına girip de hazırlanmaları lazım geldiği zaman hanımlar arasında bir telaş, bir heyecan hâsıl oldu. Oraya buraya dağıldıkları, ötede, beride heyecanlı heyecanlı koşuştukları görüldü. Anlaşılan hanımlardan bazıları spor eşyalarını evde unutmuşlardı.

    Bu arada Ömer Besim Bey de İttihat Kulübü’nün bir ucundan diğerine koşuyor, hanımları toplamaya ve müsabakaya sokmaya çalışıyordu. Bütün bu faaliyete rağmen, koşuya iştirak etmeleri lazım gelen yirmi hanımdan ancak yedisi meydana çıkabilmişti.

    İttihat Spor Kulübü’nün küçük binasının kapısından çıkan hanımlar fotoğrafçıların hücumuna maruz kaldılar. İkdam gazetesi muhabiri saha içinde ve hanımların etrafında gerek amatör, gerekse profesyonel on dört objektif saymıştı. Tribündekilerle beraber bu sayı yirmiyi geçiyordu. Besim Ömer Bey’in ‘Haydi!’si sporcuları fotoğrafçılardan kurtardı. Hanımlar, meydana çıktılar, sıralandılar, herkes dikkatle bekliyordu.

    İki koşu yapılacaktı. Biri 60 metrelik sürat, diğeriyse 300 metrelik mukavemet koşusu… Sürat koşusuna üç atlet katıldı: Nermin Hanım, Emine Hanım ve Safiye Hanım.

    Unvan Bey’in el çırpmak suretiyle verdiği işareti müteakip üç hanım fırladılar. Başlangıçta birinciliği temin eden Nermin Tahsin Hanım altmış metre müsabakayı 11.10’da koşarak birinciliği muhafaza etti. Bir metre farkla Emine Hanım ikinciliği ve Safiye Hanım da üçüncülüğü kazandılar. Nermin Hanım’a niçin birinci geldiği sorulduğu zaman : ‘Çalıştım, bir haftadan beri antrenman yapıyordum’ dedi.

    Biraz sonra 300 metrelik mukavemet koşusu yapıldı. Bu koşuya beş atlet katıldı: Mübeccel Hanım, Yeliz Hanım, Nermin Hanım, Minnoş Hanım ve Mürüvvet Hanım.

    Bu müsabakada birinciliği Mübeccel (Argun) Hanım iyi bir koşudan sonra kazandı. İkinciliği yine Nermin Tahsin Hanım aldı. Mübeccel Hanım hakiki bir sporcu idi. Ne gibi sporlarla meşgul olduğu sorulduğunda ‘Çok eskiden koşardım, şimdi British School spor asistanıyım. Her spordan bir parça yaparım. Hokey oynarım. En ziyade istidadım hokey oynamaktadır’ dedi.

    Atletizm Federasyonu Başkanı Unvan Bey’in verdiği madalyalardan başka ‘bütün idmancıların kalbinde hürmetle yaşayan idmancılar şeyhi Faik (Üstünidman) Hoca tarafından birinci gelenlere verilmek üzere gönderilen’ ödüller de sporculara takdim edildi. Gazeteler “Büyük bir haz ile kaydedeceğimiz nokta, 12 Şubat 926’nın Türk sporculuğu tarihinde sayılı ve kıymetli bir tarih olduğudur” derken, Türk atletizm sahasının yeni sporcularına takılmayı da ihmal etmemişlerdi: “Herhalde hanımlarımız arasında böyle müsabakalar yapılması hiç de fena değildir. Ancak hanımlarımız da gelecek koşularda spor pantolonlarını veyahut ayakkabılarını evde unutmamayı şimdiden hatırlatmayı da faydasız bulmuyoruz.”

    Üç sene sonra, gazete sütunlarında “belki de dünya spor tarihinde bir ilk”in haberi yayınlandı. İstanbul voleybol şampiyonasını konu alan metinde, Fenerbahçe erkek voleybol takımının kadın sporcusu Sabiha Rıfat (Ecebilge Gürayman) Hanım’dan da bahsediliyordu:“(…) Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya ‘Ateş’ namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir. Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.”

    Bu fevkalade önemli olayı kayda geçiren bir resim, Milliyet gazetesinde yayınlandı. O gün erkek takım arkadaşlarının kollarına girerek fotoğraf çektiren Sabiha Hanım, yaklaşık yarım asır sonra, 1973 yılında aynı gazetede Güngör Gönültaş’a uzun bir röportaj verecek ve o günleri şöyle anlatacaktı: “Okulda 350 erkek öğrencinin arasında iki kız talebe idik. Melek ve ben. Önceleri merakla izleniyorduk. Ama giderek her şey değişti. Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. Birinci yılın sonunda okulun voleybol takımına seçildim. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedildim. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağız diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandım. Sonra birçok resmî maçta oynadım.”

    1945 yılı Aralık ayında Anıtkabir Kontrol Şefliği görevine getirilen Gürayman, Bayındırlık Bakanı Sırrı Day’ın kendisine söylediği “Biliyor musunuz Sabiha Hanım? Atatürk başını kaldırıp da baksa idi. Türk kadınına açtığı yoldan yürüyerek buraya kadar gelmiş olan sizi görerek kim bilir ne kadar memnun olacaktı.” sözünü hiç unutmadı.

    Kıbrıslı Türk Kadın Sporcumuz: Ayten Salih Berkalp

    Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakledildikten tam bir sene sonra, Türk kadın sporları tarihi, yine Fenerbahçe Spor Kulübü sayesinde bir inkılaba daha sahne oldu. Bu defa başrolde Kıbrıslı Türk Dr. Ayten Salih Berkalp vardı.

    Ayten Salih Berkalp, polis komutanı Salih Karamehmet ile ev hanımı Melek Hacı Hasan’ın dördüncü kızı olarak 1934 yılında Gazimağusa’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra İstanbul’a gelerek Çamlıca Kız Lisesi’ne devam etti. 1954 Haziran ayında okulunu birincilikle bitirerek girdiği İstanbul Tıp Fakültesi’nden de başarıyla mezun olan Ayten Salih, 6 Aralık 1960 tarihinde mesleğini icra etmek üzere, memleketi Kıbrıs’a geri döndü.

    Dr. Ayten Salih, 21 Aralık 1963 hadiseleri başladığında EOKA’cılar tarafından işgal edilen hastanede, Türk hastaları korumaya çalıştıysa da bazı hastabakıcı ve hastaların kurşunlanarak öldürülmesinden sonra, personeliyle birlikte hemşire lojmanına hapsedildi. O ve çalışma arkadaşları, yapılan yoğun baskılar sonrasında, beşinci günün gecesinde Makarios tarafından önce Piskoposhane’ye, oradan İngiliz elçiliğine ve en sonunda Türk bölgesine gönderildiler. 1967 Eylül ayında İngiltere’de anestezi ihtisasını tamamladıktan sonra Kıbrıs’a dönünce, bu defa Limasol’daki Türk Hastanesine atandı. Dr. Ayten Salih, burada önce anestezi uzmanı, 1970’de ise başhekim olarak görev yaptı. 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı esnasında, Limasol Türk bölgesinin düştüğü haberi gelince, Dr. Ayten Salih bir yıl süre ile hastanedeki çalışma odasında yaşadı ve işgal altındaki şehirde doktor, yönetici ve mücahit komutanı olarak görev yaptı. Eylül 1975’den itibaren Sağlık Bakanlığı bünyesinde çeşitli vazifeler alan Dr. Ayten Salih, 1991’de kendi isteği ile müsteşarlıktan emekliye ayrıldı ve 1995-2004 yılları arasında 9 yıl süre ile kamu hizmeti komisyonunda üye olarak görev yapmaya devam etti.

    Bugün 90 yaşında olan Dr. Ayten Salih Berkalp, Kıbrıs’ın Türk millî mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte, bundan tam 70 sene önce “Türk sporunun ilk kadın basketbol/voleybol kulüp takımları”nın kuruluşuna da öncülük etti.

    Belge, bilgi, fotoğraf ve hatıralarını Spor Tarihçisi Barış Kenaroğlu ile Barış Eymen’e emanet eden Dr. Ayten Salih’e dair çalışmalarda Çamlıca Kız Lisesi Tarih Öğretmeni Murat Mutluer’in de kıymetli katkıları oldu.

    Aşağıdaki metin Dr. Ayten Salih Berkalp’in spor hayatına odaklanırken, Kıbrıs’ta geçen çocukluğu, ailesi, Çamlıca Kız Lisesi ve Fenerbahçe yıllarına dair “birinci ağızdan” enstantaneler içeriyor. Onlarcasını muhafaza etmeyi başardığı belge ve fotoğraflardan da bir “seçki” sunmaya çalıştık.

    Ayten Salih Berkalp Sporculuk Hayatını Anlatıyor

    Türkiye’de “kulüpler bazında” kadın takım sporlarının kuruluşunu sağlayan ve 1954-1960 yılları arasında yapılan resmî turnuvaların neredeyse tamamını kazanan Dr. Ayten Salih Berkalp anlatıyor:

    “Benim gibi esmer olan babam Salih Karamehmet’in kökleri Afrika’ya dayanıyordu. Babaannemi hiç görmedim ama yaşamının son yılını bizim evde geçiren dedemi çok iyi hatırlıyorum.

    Annem Anadolu kökenliydi. Babası bir Hac dönüşünde yolda vefat ettikten sonra ninem Havva Hanım üç kız çocukla (Cemiye, Huriye ve annem Melek) Lefkoşe’de kalakalmış… Havva Hanım’ı, Rauf Denktaş Bey’in dedesi Rauf Efendi nikâhına almış. Tam o zamanlar babam da Lefkoşe’ye gelip Rauf Efendi’nin evinde misafirken anneme gönlünü kaptırınca, ilk fırsatta evlenmişler.

    Ben doğduğumda, polis komutanı olan babamın rütbesi ‘Teğmen’ imiş. Kardeşim Ayhan doğduğu zaman üsteğmen oldu. En küçüğümüz Üner dünyaya geldiğinde ise yüzbaşılığa terfi etti ve ‘Kriminal Şube’nin başına geçti. EOKA terörünün başladığı ve adeta bir yangın gibi adaya yayıldığı yıllarda çok zorluklar yaşadı. Son İngiliz amiri, yıllar sonra İngiliz Askeri Üsler Bölgesi Komutanı olarak göreve başlayınca, kendisini arayıp buldu ve babam (emekli olduktan 5 sene sonra) 60 yaşında tekrar müfettiş olarak göreve geri döndü. Fakat ne yazık ki hemen ardından kansere yakalanıp dokuz ay içinde vefat etti. Ondan tam on yıl sonra da 1971 yılında da annemi kaybettik.

    İlkokul yıllarım İkinci Dünya Savaşı’na denk gelir… Mesela 1942 – 1943 ders yılını Magosa sur içinde yeni inşa edilmiş bir okulda geçirdik. Sıra arkadaşlarımdan biri Vural Türkmen’di. İlerleyen yıllarda elektrik mühendisi olan Türkmen’i, 1963 çarpışmalarında Severis Un Fabrikası baskını sırasında yaralanıp Türkiye’ye gönderilmeden önce, Adiloğlu Kliniği’nde gördüm. Kıbrıs Türk halkının direnişinden ilk fotoğraflar, onun bedenindeki sargı bezlerinin arasına saklanarak Türk basınına ulaştırıldı. Bu fikrin babası, ünlü gazeteci Ömer Sami Coşar’dı. Rumların kontrolündeki havaalanında yapılan çok sıkı aramalardan saklanabilen fotoğraflar arasında, dünya çapında yankı uyandıran ‘Kumsal Katliamı’ görüntüleri de vardı.

    Orta üçe geçtiğimde beni bir yol ayrımı bekliyordu. Üniversiteye gidebilmek için ya Erkek Lisesi’ni bitirecektim ya da liseyi okumak için Türkiye’ye gidecektim. Hocam Seniha Hanım, kendi okulu Çamlıca Kız Lisesi’nde okumamı önerdi: “Orası Marmara Denizi ile Adaları görür” demişti.

    Kıbrıs’tan Çamlıca Kız Lisesi’ne yolculuğum duygu yüklü bir döneme denk geldi… Zira o sıralarda, Rumlar tekrar ‘Enosis’ çığırtkanlığına başlamıştı. T.B.M.M. Milletvekili Hasene Ilgaz’ın da katıldığı bir toplantıda Limasol Türk Spor Kulübü Başkanı, eniştem Ziya Rızkı Bey bir konuşma yapmış ve adanın eski sahibi Türkiye’ye verilmesi için sonuna kadar savaşacaklarını vurgulamıştı. Sözlerini “Ya istiklal, ya ölüm” diye tamamladığında hepimiz ağlıyorduk. Hayatımın en heyecanlı günüydü.

    1949 Haziran ayı sonunda Limasol’dan kalkan ‘Güneysu’ vapuruna bindik. Yolun sonlarına doğru sol tarafta, sisler arasında önce iki, sonra dört, sonra on Türk bayrağı göründü. Sonra ince, uzun minareler… Muhteşem iki cami: Ayasofya ve Sultan Ahmet… Sağda beyaz yalılar, karşılıklı yemyeşil iki sahil… Sabahın sisleri dağılırken Boğaziçi… Gidip gelen yolcu gemileri ile liman civarında tüm motorlu gemilerin ve sandalların arka taraflarında yüzlerce bayrak dalgalanıyor. Türk bayrağına hasretle büyüyen biz Kıbrıslılar için bu manzara harikulâde idi. Ablamla ben o kadar heyecanlandık ki nerdeyse secdeye varacaktık.

    Çamlıca’da bütün sporları yapmaya başladım… Basketbol, voleybol, atletizm… O yıllarda sporcu kızlar, müsabakalarda paçaları lastikli uzun şortlar giyerdi. Çoğu kez dizin üstünde olan şort boyunu, lastikleri yukarı çekerek kısaltmaya çalışırdık. Bir gün İstanbul Lisesi orta son takımı ile oynuyorduk. İlk devre bayağı yorulmuş, devre arası yerlere serilmiştik. Benim bacaklarıma Deniz (Aydıncı Gürfırat) başını koymuş, onun dizlerine de Ayla (Keskin) uzanmıştı. Ertesi gün gazeteler ‘Maçı kazanan Çamlıcalı kızlar sere serpe yere uzanmış yatıyorlar’ alt yazısı ile fotoğraflarımızı yayınlanmışlar. Şehime Hoca tedbirsizliğimizden dolayı bizi bir güzel azarlamıştı. Ama sonra şampiyon olunca bizi yine bozacıya götürüp ikramda bulunmuştu. Bu bir gelenekti; voleybol ve basketbol şampiyonluklarımızı Vefa’da bir bardak leblebili boza ile kutluyorduk. Kupalar ise Fenerbahçe Stadı’ndaki 19 Mayıs törenleri esnasında, Vali ya da eğitim müdürleri tarafından veriliyordu.

    Erenköy Kız Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Fahamet (Humbaracı) Hanım bir gün İnönü Stadyumu’ndaki bir kupa töreni esnasında yanımıza gelip “Sana birincilikle gireceğin bir üniversite ve çok parlak bir tahsil hayatı diliyorum kızım” dedi. Ben hocalarımla beraber şaşkın bir halde bakarken şu gülümseten espriyi yaptı: “Eh, senden başka türlü kurtulma olanağı yok. Dört yıldır bütün müsabakalarda canımıza okudun”

    1954 yılında Çamlıca Kız Lisesi’nden mezun oldum. Bizler için harikulade bir diploma töreni tertip edilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da katıldığı törende, kürsüden yılsonu konuşmasını ben yaptım. Müdire Hanım beni Sayın Cumhurbaşkanı’na “Okulumuzun en iyi öğrencisi, Kıbrıslı Ayten” diyerek takdim etti. Merhum Celal Bayar da içten tebessümüyle “Lütfen Kıbrıslı soydaşlarımıza selam ve sevgilerimi iletin” dedi.

    Üniversitede düzenli spor imkânı olarak, sadece 5-6 hafta süren bir “Fakülteler Arası Voleybol Turnuvası” olduğunu duydum. İyi de ben bir yılı, bilemediniz dokuz ayı spor yapmadan nasıl geçireceğim, diye düşündüm. Bütün ailem Fenerbahçeliydi. Ben de birden Fenerbahçe kulübüne başvurmaya karar verdim! Peki, ama Fenerbahçe kulübüne kiminle nasıl gidecektim?

    Arkadaşım İnci’de (Önen Bayburtluoğlu) kaldığım bir akşam, Kadıköy Halk Eğitim Spor Salonu’nda Fenerbahçe – Moda basketbol maçını izlemeye gitmiştik. Fenerbahçe maçı kazandıktan sonra yanlarına yaklaştık ve antrenör Samim Göreç’e Fenerbahçe’de bir kız basketbol takımını kurmak istediğimizi söyleyerek, bizi çalıştırmasını istedik.

    Samim Bey “Ben aynı zamanda Milli Takım’ın da antrenörüyüm. Ne yazık ki hiç vaktim yok” diyerek bizi nazikçe reddetti.

    Üzüldüğümüzü gören Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer “Benim vaktim bol! Bir hafta sonra antrenmanlara başlayabiliriz” deyince, keyfimiz yerine geldi. Fakat ben yaz tatilinde Kıbrıs’a  gideceğimi söyleyince “Öyleyse 1 Eylül 1954 günü arkadaşlarınla beraber Kadıköy Spor Salonu’nda hazır olursanız antrenmanlara başlayabiliriz” dedi.

    Ertesi gün ilk iş, Çamlıcalı sporcu kardeşler Güneş Çapa ve Oya Çapa’nın evinde, babaları Dr. Selim Çapa ile görüştüm… Selim Bey, Fenerbahçe’nin en muteber simalarından birisiydi. Kendisine “Siz lütfen gerekli başvuruyu yapıp, Fenerbahçe’nin bizi kabul etmesini sağlayın; ben de Çamlıca’nın şampiyon basketbol ve voleybol kız takımını tümüyle Fenerbahçe Kız Takımı’na aktarayım. Erenköy Lisesi’nden de koyu Fenerbahçeli Seta ve diğer isteklileri takviye alabiliriz” dedim.

    Bir parantez açarak Güneş Çapa isminin üzerinde bilhassa durmak istiyorum. Ben Kıbrıs’a döndükten sonra Fenerbahçe takımlarının kaptanlığını sevgili Güneş devraldı… Sporculuğu yanına aynı derecede başarılı yöneticiliği de eklenince, sadece Fenerbahçe’nin değil, Türk kadın voleybol tarihinin kuruluş ve büyüme dönemindeki en önemli ismi Güneş Çapa olmuştur, diyebiliriz.

    Biz o günlere dönelim… Dr. Selim Çapa sadece iki ayda bütün kulüp içi prosedürleri yerine getirdi ve 1 Eylül 1954 günü Çamlıca’dan ben, Güneş Çapa – Oya Çapa kardeşler, İnci (Önen Bayburtluoğlu), Deniz (Aydıncı Gürfırat) ve Ayla (Keskin); Erenköy’den de Seta (Yağcıoğlu), Mahiru (Akdağ) ve İlgi (Yener) ile çoğunun anne – babaları beraber, Kadıköy Halkevi Spor Salonu’nda hazırdık. Böylece Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin ilk kız basketbol kulüp takımı kurulmuş oldu. Ertesi sabah da Beyoğlu’ndaki İstanbul Bölge Spor Müdürlüğü’ne kuruluşumuzu resmileştirdik.

    O yıl, 1 Kasım’da başlayacak üniversite için Ağustos’un son haftalarında Türkiye’ye dönmeye babamı zor ikna etmiştim. Ama Fenerbahçe işini duyunca hemen biletimi alıp beni İstanbul’a gönderdi.

    İkinci önemli konu ise hâlâ lise talebesi olan, Güneş, Oya, Bercis (Türkoğlu) gibi diğer sporculara müdire hanımdan izin almaktı. Kendisine Fenerbahçe Spor Kulübü’nden resmi bir talep yazısı ile başvurdum. O yıl yardımcı öğretmen olarak Çamlıca’da kalıp, eğitim ve spor işlerine katkıda bulunmam şartıyla izni verdi. Kuruluşumuzdan sonra, yaptığı hizmetlerden ötürü Fenerbahçe Spor Kulübü, müdire hanım Nuriye Hekimoğlu’nu kıymetli bir plaketle ödüllendirmişti. Sevgili hocamız daha sonra Ankara Kız Teknik Sanat Okulu müdürlüğüne atandı. Maçlar için her Ankara’ya gittiğimizde bizi kendi okulunda misafir ederdi. Her gece elimize birer bardak süt vererek, saat 9’da bizleri yatmaya gönderiyordu. Şampiyonluk ödülümüz ise tiyatro, opera, ya da bale olurdu.

    Bir süre sonra İstanbul Bölgesi Spor Teşkilatı, kız takımları için bir “Voleybol Teşvik Turnuvası” ilan etti. Fakat biz basketbol takımı olarak kurulmuş ve bu sporun idmanlarına başlamıştık. Antrenörümüz Altan Dinçer’i bu maçlara çıkmak için ikna ettik. Dr. Selim Çapa da kulüp yöneticilerini ikna etti. Ve biz tekrar topluca Taksim civarındaki Spor Dairesi’ne giderek voleybol kaydımızı yaptırdık.

    Voleybol sayesinde yurtdışı yolculuklarına da çıktık. Almanya seyahatimizin son gününde Alman yöneticiler bana bir öneri yaptılar. Tıp Fakültesi’ne Almanya’da devam etmemi ve takımlarında antrenör/oyuncu olarak kalmamı istediler. Hatta bunun gerçekleşmesi için babamı bile aradılar. Ama ben önerilerini reddettim.

    Atletizm branşına dair en ilginç hatıram ise bir Atatürk Kır Koşusu’na aittir… Bir gün gazetede Şişli’de, Atatürk’ün müze olarak kullanılan evi önünden başlayan yarışın ilanını gördüm. Haberde Şişli ve Kurtuluş kulüplerinin çok iyi hazırlandığı ve Marika ve Mariya Hamlacı kardeşlerin bir yıl önceki gibi favori olduğu yazılıydı. Hemen voleybol takımındaki koşucu kızlara haber saldım ve ertesi gün beş kişilik bir ekip olarak yarışa kaydolduk.

    Günlerden 27 Aralık… Haliyle çok soğuk bir gün… Basketbol antrenörümüz Önder Dai ve bir diğer çalıştırıcımız Muammer Bey ile Şişli’ye gittik. Erimeye yüz tutsa da hâlâ yerlerde kar vardı. Mehmetçikler araçlarını kenara çekmiş, yolları temizliyordu.

    Koşu başladıktan bir süre sonra, tam askeri araçların önünde geçerken bir Mehmetçik “Abla sen nasılsa sondan birincisin. Koşmak için zahmet etme” demesin mi? Koşu antrenmanım yoktu ama haftada en az iki voleybol, iki de basketbol antrenmanı yapıyor, üstüne iki de maç oynuyordum. Hırslandım ve hızlandım!

    Şimdi hangisi olduğunu anımsamıyorum; önümdeki Maria veya Marika Şişli Camii’nden dönüş esnasında biraz duraklar gibi olunca birinciliğe geçtim. Sağımdaki apartmanların pencerelerinden kadınlar ve çocuklar sarkarak “Koş, koş!” diye beni teşvik ediyor, alkışlıyordu. Fakat yorulmaya başladığımı da hissediyordum. Bir yandan da “24 yaşına geldin, akranların çoluk çocuğa karıştı, sen hâlâ sokaklarda koşuyorsun” diye kendimi azarlıyordum.

    İpi göğüslememe 100 – 150 metre kalmıştı. Daha önce bana seslenen Mehmetçiğin sesini tekrar duydum: “Yaşa be abla! Ben sondan birincisin demiştim ama sen önden birinci olmuşsun” deyince beni bir gülme tuttu ve tüm gücümü kaybettim. Adeta yürüyüşe geçmiştim. Kendimi toplayıp son bir gayretle hızlandım ve ipi göğüsledim.

    Meğer arkamda, Hamlacı kardeşlerden birisi, ikincilik için bizim Çiğdem’le çekişiyormuş. Kollarımı açarak “Haydi Çiğdem!” diye bağırdım. Çiğdem son bir hamle ile fırlayıp ikinciliği kazanarak kucağıma düştü. Seta da dereceye girince, biz hem ferdi, hem de takım birinciliğini kazanmış olduk. Civardaki evlerin birinden bir şişe viski ile bir kutu çikolata göndermişlerdi. Viskiyi iki antrenörümüz paylaşırken, biz sporcular da çikolataları yiyorduk.

    Bir de kürek maceramız var. Orada da şampiyonluk yaşadık. Hikâyesi bir hayli enteresandır:

    İstanbul ve Türkiye voleybol ve basketbol birinci ligleri erken bittiği için, Haziran ayındaki sınavlara kadar boş oturmaktan, spor yapamamaktan sıkılıyordum. Yılın bahar aylarını nasıl değerlendireceğimi düşünürken, kürek çekmeye karar verdim. Arkadaşlarım İnci ve Canel’i (Konvur) alarak, Fenerbahçe kürek şubesinin bulunduğu İstinye’ye gittim. Fenerbahçeli yönetici ve sporcular, bizi çok iyi karşıladılar. Hemen anlaşıp antrenmanlara başladık.

    Boğaz’da kürek çekmek muhteşem bir duyguydu. Akşamları deniz trafiği azalıyordu. Bu sakin saatlerde sular menekşelenirdi. Yakamozlar büyülü gözükürdü. Sahildeki şirin yalıların pencereleri alev alev olurdu. Gökyüzü gurubun kızıllığına bürünürken, kıyıdan müzik sesleri gelirdi. Bütün bu güzellikler bizim antrenmanın son 20-30 dakikasına rastlardı fakat biz yine de saatlerce denizde üzerinde kalmak, hiç karaya ayak basmamak isterdik.

    Yarışmalar 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda, karşı sahil Beykoz’da başladı. Bizim takımı izlemeye çok az kişi gelmişti. Ailelerimizden başka, yönetici olarak bir tek Sedat (Bayur) Bey ile İstinyede’ki kulüp sorumlumuz ve birkaç kürekçi arkadaşımız vardı.

    Galatasaray ise tüm yönetici ve sporcuları ile orada idi. Tek çiftte, yıllarca başarılı olan Lale Oraloğlu’nun çevresi ise dolu idi. İki kameraman devamlı onu izleyip, film çekiyorlardı. Dönemin ünlü sinema/tiyatro sanatçılarından biri olduğu için, Lale Hanım tam bir ilgi odağıydı.

    Derken bir mucize oldu: Biz dört tekte yarışın başlamasını beklerken, sağ tarafta, Beykoz yamaçlarındaki hastanede, iki hastanın ellerindeki sarı – lacivert battaniyeler bayrak gibi dalgalanmaya başladı… O coşkuyla yarışın başında ileri atıldık. Yolun yarısından fazla bir bölümünü henüz bitirmiştik ki futamız sallanmaya başladı. Hemen önümde oturan İnci’nin oturduğu yuvarlak tahta yerinden çıkmıştı. O tahtayı tuttuğu gibi denize fırlattı; kendini toparladı ve raylar üzerinde pozisyon alarak yeniden kürek çekmeye başladı. Fakat işte o birkaç saniye içinde Galatasaraylılar yanımızdan geçerek, yarım futa farkı ile birinci olmuşlardı.

    İnci’nin metal raylardan şortu yırtılmış, bacakları yara, bere ve kanlar içinde kalmıştı. Üzüntüden ağlamaya başlayınca önce boynuna sarılıp onu teselli ettim, sonra da yaralarını temizleyip ilaçladım. Tüm bu olaylar bizi kazanmak hırsı ile kamçıladı. Sekiz tekte rakibimiz Galatasaray’ı 2 – 3 futa boyu farkla geçerek, daha ilk yılımızda şampiyonluğu kazandık.

    Aynı sene voleybol, basketbol, atletizm ve kürek yarışlarında gösterdiğimiz başarılardan dolayı “Cumhuriyet” gazetesi tarafından “Yılın kız sporcusu” seçilmiştim. Hâlbuki başarı hepimizindi.

    Ayten Salih Berkalp Spora Veda Ediyor

    Dr. Ayten Salih Berkalp, Türk spor tarihine silinmez bir iz bıraktıktan sonra, 6 Aralık 1960 tarihinde, Kadeş vapuruna bindi ve Kıbrıs’a döndü. O gün onu uğurlamaya gelenlerin bu ayrılıktan duyduğu üzüntü, fotoğraflara bakınca bile anlaşılıyor

    İstanbul’a veda etmeden birkaç ay önce İzmit’te düzenlenen Türkiye Voleybol Şampiyonası’nda, maç 2-2 iken final seti için Galatasaray karşısına çıkan takım arkadaşlarına son kez şöyle seslenmişti, Ayten Salih:

    “Bu akşam Fenerbahçe’deki son maçım. Eylül’de kalan sınavlarımı da verip, Kıbrıs’a dönüyorum. Ablanıza son bir ödül vermek istemez misiniz? Şimdi sahaya çıkıp fırtına gibi eselim, bu son seti hep beraber alalım ve kupaya sahip olalım. Hadi kızlarım, göreyim sizi!”

    Sahaya çıktılar. Rüzgâr gibi estiler. Maçı ve kupayı kazandılar. Bugün başarıdan başarıya koşan Türk kadın millî voleybol takımı, doğuşunu Dr. Ayten Salih Berkalp ve takım arkadaşları nezdinde Fenerbahçe Spor Kulübü’ne borçludur.

    KAYNAKÇA

    Tanin – 18 Nisan 1911

    İdman – 1 Ağustos 1913

    Gol – 25 Şubat 1926

    İkdam – 30 Ocak 1929

    Milliyet – 22 Şubat 1929

    Milliyet – 20 Aralık 1973

    Dr. Ayten’in Romanı – 2015 (Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Yayını)


  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XV

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir de Kız Takımı Ortaya Çıkıyor

    Yine bu yıllarda ortaya çıkan Fenerbahçe Kız Basketbol Takımı bu şubeye ayrı bir renk kattı. Çamlıca Kız Lisesi Ekibi tüm kadrosuyla Fenerbahçe’ye gelmiş, hem basketbolda hem voleybolda Sarı-Lacivertli ekibi oluşturmuştu. 1954’ten 1959’a kadar yenilgi yüzü görmeyen bu takım İstanbul ve Türkiye Şampiyonluklarını da elinden bırakmamıştı. Bu takımla da Önder Dai meşgul olmuştu. Fenerbahçe basketbolunun bu büyük gönüllüsü gençler ve yıldızlarda olduğu gibi kızlarda da büyük başarılara imzasını atmıştı.

    Halen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı bulunan Dr. Ayten Salih’in kaptanlığını yaptığı bu takımda, kulüp üyelerinden Dr. Selim Çapa’nın kızları Güneş Çapa ile Oya Çapa, eski futbolcularımızdan Püsant’ın kızı Seta Yağcı, İnci, Süeda, Mahiru ve Seçkin gibi yetenekli kızlar vardı bu şampiyon takımda. Yaman kızlardı onlar. Böylesine yetenekli kızların bir araya gelmeleri, itiraf etmeliyim ki gerçekten büyük bir şanstı. Bu kızlar yalnız basketbolda ve voleybolda değil, atletizm ve kürek dallarında da Fenerbahçe’ye şampiyonluklar kazandırmışlardı. Onları da burada takdirle anmak isterim.

    1954-1959 arasının şampiyon kızları bugün Fenerbahçe Kulübü’nün kongre, hatta Yüksek Divan Kurulu üyeleri. Onlarla Yüksek Divan Kurulu toplantılarında karşılaşmak da ayrıca gurur veriyor insana.

    Bu şampiyon kızlarınızdan Seçkin’in Fenerbahçe basketbolunun unutulmaz isimlerinden biri olan eşi Altan’dan dünyaya getirdiği oğlu Kemal Dinçer ise uzun yıllar şerefle ve başarıyla sırtında formasını taşıdığı Fenerbahçe basketbol takımının başında menajerlik yapıyor bugün.

    Güzel, hem de ne kadar güzel şeyler bunlar.

    Altın Yıllar

    Fenerbahçe, basketbol potaları altında en şanslı dönemini yaşıyordu kuşkusuz. Birinci takım, Genç Takım, Yıldız Takım, Kız Takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonluklarını kazanırken kulübün müzesi basketboldan gelen kupalarla doluyordu. Ve artık kulüpte kimsecikler basketbol şubesine toz kondurmuyordu.

    Biraz himmetle Fenerbahçe, basketbol potaları altında en büyük patlamayı yapmıştı. Ve doruk noktaya ulaşmıştı. Bizler, tam 10 yıl süreyle bin bir zorluklar içinde mücadele ederken “Biraz ilgi” diye yakınmıştık hep. Ve ancak 10 yıl sonra uyandırabilmiştik ilgi beklediklerimizi. İşte bu “biraz ilgi” ile Fenerbahçe, basketbolda iki yıl içinde doruk noktasına ulaşmıştı.

    Demek ki rahmetli Muhtar Sencer ile inancımızda da, güvencemizde de, ısrarlarımızda da ve isteklerimizde de haksız değildik asla. Bunu anlamış olmak dahi gururların ve hazzın en yücesini veriyordu bizlere. Ve tabii ki boşa giden koskoca 10 yıla da büsbütün yanıyorduk. O boşa giden yıllara rağmen Fenerbahçe kulübünde basketbol şubesini kurmak, yaşatmak ve mutlu sona ulaşmanın hazzını ve gururunu ömrüm olduğum müddetçe yaşayacağım. Unutulmuş olmak veya olmamak ayrı bir konudur. Takdir edilip edilmemek de ayrı bir konu. Gönüller, yaptıkları bir işi, ona inandıkları ve gönül verdikleri için yaparlar. Karşılığında hiçbir şey, hatta bir teşekkür bile beklemeden. Bunu yaşayabilmek ve duyabilmek onlar için armağanların en yücesidir.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Nazmiye Kor

    Nazmiye Kor

    Fenerbahçe basketbol/voleybol tarihinin en önemli sporcularından biri olan Nazmiye Kor ile 1956 yılında yapılan röportajı bulunca, yayınlayalım istedik. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şampiyon Kızlarımızı Tanıyalım

    Nazmiye Kor

    “Erkeklerin milli futbol ve voleybol maçlarında şampiyon veya şampiyon namzedi olan Galatasaray esas olarak ele alındığı halde İstanbul kızlar voleybol muhteliti için takımımız niçin tercih edilmiyor da ancak 2 oyuncu alınıyor?”

    Renklerimize bu sene iltihak eden ve bilhassa İstanbul birinciliklerindeki Moda maçı galibiyetinde büyük payı bulunan bu genç arkadaş hâlen Çamlıca Kız Lisesinin voleybol kaptanlığını yapmaktadır.

    Hem okulda hem de antrenmanda bulamayınca telefona sarıldık. (Telefon numarasını vermeye lüzum görmüyorum. Çünkü her zaman dersleriyle o kadar meşgulmüş ki telefona daima annesi bakarmış!)

    İlk olarak gaybubet sebeplerini öğrenmek istedik. Derslerden veya antrenmandan kaçıyor zannederek günahına girmişiz. Meğer 3 günden beri hasta imiş. Geç oldu ama geçmiş olsun…

    Şimdi telefon muhaveremizin nakline geliyorum. Lâf aramızda Nazmiye’nin sesi hiç de fena değil hani!

    Oyunda hiç konuşmayan ve umumiyetle gayet soğukkanlı gözüken Nazmiye’ye ilk olarak heyecanlanıp heyecanlanmadığını sordum.

    Kandilli ve Moda maçlarinda, bilhassa servis atarken çok heyecanlanırım.

    Maça girerken, oynarken ve çıkarken ne düşünürsün?

    Girerken yeneceğimizi düşünür, bazen de korkarım. Maç esnasında gözüm bir şey görmez!

    (Aman Nazmiyeciğim. Ben korktum senden. Ya gözün bir kere görmeye başlarsa karşı takımın hali nice olur!)

    Maçtan sonra, galip gelmişsek çok sevinirim. Aksi halde ağzımı bıçak açmaz.

    (Bu ne büyük lâflar yavrucuğum. Anlaşıldı her zaman kapalı olan ağzını telefon iyi açtı galiba…)

    Uğura inanır mısın?

    Hayır. Ve bilhassa 13’ü uğursuz saymam.

    İstanbul Üniversitesine yenil…

    (Bitirmeme müsaade etmeden) Yenilmemiz pek feci, keşki aklıma getirmeseydiniz. Sebepleri oldukça çok. Karşımızdaki takımı küçümsemek (Hâlbuki ben de büyültmekten şikâyetçiyim) işi ciddiye alarak iyi çalışmamak, kafasız oynamak!

    (Hepsine evet ama vallahi kafalarımız yerindeydi!)

    Boş vakitlerini nasıl geçirirsin?

    Kedi ve köpeklerle oynamakla…

    Beğendiğin yemek ve tatlılar?

    Kuzu pirzolası, pilâv ve tulumba tatlısı.

    (Nasıl da belli öğle yemeklerini mektepte yediği…)

    Sinemaya sık sık giden ve “Caniler Avcısı” filmini pek beğenen Nazmiye artistlerden de şunları sayıyor:

    Rossana Brazzi, Victorio Gassman, Stewart Granger, Marlon Brando, Ingrid Bergman, Prenses Kelly!

    Beğendiğin sporcular?

    Basketbolculardan Altan, Yalçın, Can, Turan ve Partener’i; futbolculardan da: Şükrü, Turgay, Lefter, Naci ve Mustafa’yı beğenirim. Fakat derslerim dolayısıyla maçlara her zaman gidemiyorum.

    Modayı takip eder misin?

    İhtiyaç hissetmiyorum. Çünkü umumiyetle spor giyinirim.

    Tekrar spor bahislerine döndük:

    Spora ne kadar zaman devam etmek niyetindesin?

    Yapabildiğim müddetçe.

    Tabii sen de arkadaşlar gibi milli maçların yapılmasını vs. yi isteyeceksin…

    Bu şekilde yapılacaksa yapılmaması daha iyidir. İşittiğime göre Galatasaray’dan 4, Moda’dan 2-4, İstanbul Üniversitesi’nden 3 namzet seçiliyor da İstanbul ve Türkiye’nin şampiyonu olan takımdan İstanbul muhtelitine ancak 2 kişi çağrılıyor. Milli futbol ve voleybol takımları seçilirken en formda olan Galatasaray takımı esas olarak alınıyor da kızlarda niçin Fenerbahçe tercih edilmiyor anlamıyorum.

    Bu hususu ben de anlayamadım. İnşallah ilgililer pek yakında hepimizi aydınlatırlar…

    16 Nisan 1956 – Fenerbahçe Spor Gazetesi | Röportaj: Ayten Salih

  • Ayten Salih Röportajı

    Ayten Salih Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Ayten Salih röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kahraman Sporcu! Kahraman Doktor!

    Önce bu Fenerbahçe sevginiz nasıl var oldu?

    Çamlıca Kız Lisesi’nde okudum. 1951 yılında lise birdeydim. İki erkek kardeşim vardı. Onları da ailem Haydarpaşa Erkek Lisesi’ne göndermişti. İki kardeşim de Fenerbahçeliydi. Özellikle bir tanesi tam bir tutkundu. Her gün futbol oynar. Maçlara gider Lefter ne söylemiş, Mehmet Ali ne söylemiş gelir duyduklarını anlatırdı. Zaten Anadolu yakasında olup da Fenerbahçe’yi tutmamak mümkün değil, değil mi?

    Lisede spor yapıyorduk. Spora önem verilen bir dönemdi, “Üniversitede spor yapacak mıyız?” diye çok düşündük, eksiklik hissettik. Fenerbahçe kız takımı diye bir şey yoktu, “Acaba tekrar açılabilir mi, bir ilki başlatabilir miyiz?” diye düşündük.

    Bir gece maçı sonrası Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yanaştık. “Kız basket takımında olursak voleybol da arkasından gelir” dedik. Ne yol parası, ne şort, ne eşofman hiçbir şey istemedik. Antrenör zaman problemi yüzünden biraz sorun çıkardı. Fakat Fenerbahçe kongre üyelerinden Altan Dinçer, “Ben yardım edebilirim, sizi çalıştırabilirim, hemen konuşalım.” dedi. Kararlaştırdık. 1 Eylül 1954’de halk eğitimde buluşmak üzere sözleştik.

    İnci Önen ve ben öncülük ettik. Yine Çapa Kardeşler vardı. Onların babaları Selim Çapa da hem Fenerbahçe’de üye hem de Reşat Dermanver’den sonraki doktordu. O da “İki kızım da aranıza katılabilir” dedi.

    Genelde Çamlıca Kız Lisesi’nden topladık. Çünkü son 4 yıl hep şampiyonduk. Erenköy Kız Lisesi’nden de Seta’yı aldık.

    O sene Kıbrıs’a tatile geldiğimde 1 Eylül’de döneceğimi öğrenen babam “Üniversite 1 Ekim’de açılmayacak mı niye erken gidiyorsun?” diye sordu. Ben de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne başlayacağımı söyledim.

    1 Eylül’de kızlar babalarıyla geldi. İlk basketbol antrenmanını yaptık. Lisans falan çıkarılacaktı. Yönetime gittik. Ertesi gün bir baktık gazetede bir ilan “Galatasaray Kız Voleybol Takımını Kurdu” ve ardından Voleybol Teşvik Turnuvası ilan edildi. İnci geldi, Ayla geldi ilk basket antrenmanını yapmıştık. Hemen Çamlıca Kız Lisesi’nden voleybolcuları alıp, biz de hazırlandık. Hatta Kulübümüz jest yapıp Çamlıca’nın müdüre hanımına kupa hediye etti.

    Apar topar çalışmaya başladık. Antrenörümüz bize “Niye yalan söyleyeyim, siz daha iyi biliyorsunuz” dedi. İlk maç mağlup olduk, sonra Teşvik Turnuvası’nda bütün maçları kazanarak galip olduk. Bunu gören Kulübümüz Bulgaristan’dan antrenör getirdi. Sonra Darüşşafaka’dan Alaattin Hoca geldi. Sonra bu şekilde 1960 yılına kadar şampiyon olduk.

    Sayın Cem Atabeyoğlu sizin takım için yazılarında “Fırtına Kızlar” derdi…

    Evet, kendisini çok severdim. Ben de basketbol ve voleybolla ilgili o zamanlardaki Fenerbahçe mecmuasına yazıyordum.

    Sonra yine Ankara’da şampiyonluğumuz oldu. 1960’da lig şampiyonluğunu kaybetmiştik. Türkiye şampiyonluğunu kazanmak için hazırlandık. Bu arada Beşiktaş PTT ve Kadıköy Spor, Voleybol Kız Takımlarını kurmuştu. Rakipler çoğalmaya başladı.

    Bu arada 27 Mayıs ihtilali öncesi, 27 Nisan hadiseleri başladı. İhtilal dönemi Türkiye şampiyonluğu için izin çıkmadı, çok üzüldüm. En son yönetim maçın Ankara olması yerine İzmit olmasına karar verdi.

    Bu arada Galatasaray da iyi hazırlanmıştı. İzmit’te Seka Tesisleri’nde kaldılar. Bizim takıma orda yer kalmadı. O devirde kızlar olarak da otelde kalmak istemedik. Kızlarla birlikte hep birlikte valiye gittik. Bizim için kimsesizler yurdunu buldular. Aramızda “Burada da kimsesiz kaldık” dedik.

    Bizi orda 5-10 tane Fenerbahçeli çocuk destekledi. Maça onlar da gelmişti. Turnuvada PTT ile maç yapıyorduk. Çok zayıf bir takım olmalarına rağmen bir set verdik ve çok bozulduk. Galatasaray da maçı kazanmıştı.

    Final maçından bir gün önce Fenerbahçe Spor Kulübü’ne telgraf çekerek bizi burada kimsesiz bırakmamalarını, gelip desteklemelerini rica ettim. Onlara “Yarın Türkiye Şampiyonluğu maçına çıkıyoruz. Başımızda bir yönetici Sedat Bayur ve antrenörümüz var. Kimsesiz çocuk yurdunda kalıyor ve kendimizi kimsesiz hissediyoruz. Eğer maçımıza birkaç yönetici gelmeyi lütfederse çok mutlu olup, kendimiz yalnız hissetmeyeceğiz.” cümlelerini yazdığım bir telgraftı.

    Kimseye de söylemedim. Söylesem ve kimse de gelmezse herkesin morali bozulacaktı. Son dakikaya kadar yurttan çıkmadık, bir arkası açık araba geldi. Giydik formalarımızı bindik, gidiyoruz. Uzaktan yöneticilerimizi getiren 3 tane Mercedes gördüm, şimdi bile anlatırken heyecanlanıyorum. Seta, formasını çıkardı ve başladı “Ya ya ya şa şa şa! Fenerbahçe çok yaşa” diye… Hepimiz ağlıyorduk. Şu an yine ağlıyorum ve o heyecanı yaşıyorum.

    Alaattin Hocam bana “Koş, ısın” diyordu. Ben de “Hocam yorgunum, antrenmansızım. Eğer ısınırsam maçta yorulacağım” diyordum. Kondisyon da yok. Sonra fırtına gibi girdik. Ben yoruldum, ayaklarım titriyor. Ben “Dinleneyim” diyorum. Hoca “Hayır seti verdik” diyor. 2-2 olduk. Ve sonunda biz kazandık.

    Bu arada basketbol nasıl gidiyordu? Bir de kürek ve atletizm var…

    Basketbol çok iyi gitmedi. 1958’de bir futbol maçına gitmiştik. “Aaa şampiyon kızlar geldi.” diye bizi karşıladılar. Sonra o gün orda düşündük “Yazın boş mu oturacağız? Deniz sporu yapalım” dedik ve İstinye’ye gittik. Küreğe başladık. O yıl “Yılın sporcusu” seçildim. 4 dalda spor yapıyordum. Eylül ayında da atletizm yapmıştım. Hatta Muzaffer Selvi şampiyonluğumu kutlamak için şampanya göndermişti.

    Bir de yurt dışı şampiyonluklarınız vardı…

    Almanya’da maçımız vardı. Trenle gittik. Orada evlerde misafir kaldık. Üç maçı da kazandık.

    Demir perde ülkeleriyle maçlar yaptık, “Pas yoksa gol yok. Pas verin Ayten’e” derlerdi.

    Milli takıma çağrıldığım da öğrendim ki; din İslam, milliyet Türk, uyruk İngiliz olunca milli takım yerine İstanbul Karması ve formada ay olmayan Türkiye karmasına çıkılıyormuş. Maçı kazandığımızda da Anıtkabir’e gittik.

    Almanya’da kalmam için teklifte bulunmuşlardı. Çeşitli olanaklar sağladılar. Üniversiteyi de orda bitirmemi istediler. Fakat doktorluk için orada biraz daha fazla okumam gerektiğinden zaman kaybı diye düşündüm.

    Sonra Tahran’a gittik. Orada da maçları kazandık.

    Üç yıl sonra Almanlar, Türkiye’ye geldiler fakat burada da bizi yenemediler.

    Son yıl devrettim. Antrenörlük kursuna gittim. Fenerbahçe de İstanbul’da kalıp Zeynep Kamil’de ihtisas yapmamı istedi. Fakat babam Kıbrıs’a dönmemi istiyordu. Döndükten sonra da babamı kaybettim.

    Mesleğinize Kıbrıs’ta soğuk savaş döneminde başladınız. Bize biraz o yıllardan söz edebilir misiniz?

    1960 yılında Lefkoşe Genel Hastanesi’nde doktorluk görevimi yapıyordum. Daha uzman değildim. 1962’de Limasol’a tayin oldum. 1963 yılı Ocak ayında Lefkoşa’ya geldim. Anestezi asistanıydım. Ve çatışmaların başladığı 21 Aralık’ta Lefkoşa’daki hastanede Türk hemşire hastabakıcı ve hastalarla birlikte esir oldum.

    EOKA’cılar hastaneyi ele geçirmişti. Hatta başhekimin damadı Nikos Sampson da hastanedeydi. Başhemşire Türkan Aziz ile birlikte hastaları hastabakıcı ve hemşireleri korumak için büyük uğraş verdik. İnanılmaz günlerdi. Çok çabaladık. Bazılarını kurtardık ama maalesef tümünü kurtarmayı başaramadık.

    EOKA’cılar Lefkoşa Güney Hastanesi’nde Veli Hüseyin ile Menteş Zorba’yı da kurşuna dizdiler. Hastanede yatan 82 Türk hastadan onunun cesetleri de daha sonra teslim edildi. 20 kişi de kayıptır. Kanlarını çektiler diye yaygın bir söylem var. Ben gözümle görmediğim için bunu söyleyemem ama emin olduğum bir gerçek var ki oradaki hastalardan ölümcül olan yoktu, örneğin kana ihtiyacı olan bir genç ve yanında refakatçi olan 79 yaşındaki babasının cesetleri verildi. O insanlar ölümcül değildi. İhmalden veya zamanında müdahale edilmemesinden öldüler. Tahminim gence kan vermedikleri için yaşlı adamdan da kan aldıkları için öldü. Çünkü 60 yaş üstü insanlardan kan alınmaz.

    Ama Rumlarla iyi anılar da var o günlerden. Şefika hemşireye silah çektiler, elinden tutup ameliyathaneye çektim hemşireyi, EOKA’cılar arkamızdan silahla geldi. Şefika hamileydi, bu arada genç bir Rum doktor girdi içeri elinden tutup “Kal” dedim. Ve o genç Rum doktor benim için “ Doktor hanımı öldürmek için önce beni öldürmeniz gerek” dedi ve kurtulduk.

    Lefkoşa’nın ardından bölge bölge çatışmalar başlamıştı. Ve arkadaşlarımızla birlikte gezici hekim olarak görev yaptık. Bu arada Ayvasil Şehitleri ve Erenköy’de şehit düşen pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in otopsilerinde bulunma şansızlığını da yaşadım.

    1974 savaşı başladığında başhekim olarak görev başındaydınız, savaşta esir düşen Limasol yanında Larnaka’dan, Baf’a kadar esaret yaşayan Kıbrıs Türkü kahramanı oldunuz. Sadece hekim olarak değil sosyal görevleriniz de vardı…

    Kaçamayan erkeklerin hemen hemen tamamı esir kampında tutuluyordu. Onlarla irtibat bölgedeki TC vatandaşlarıyla ilişkiler, Türk bölgesine kaçırılmaları ve güneyde kalan 10 bini aşkın Türk sağlık sorunları, parçalanmış aileler, katliamlar, kaçışları organize etmek gibi bugün film gibi gelen birçok görevimiz vardı.

    Bölgedeki diğer hekimler ve hastane personeli milletvekilleriyle birlikte izin alarak düzenli olarak Limasol esir kampına gittik. Yaklaşık 2000 esiri muayene ve tedavi ediyorduk. Yiyecek servisi kuruluyor. Hastane merkez oluyordu, ihtiyaçlılar buraya toplanmaya başlardı. İngiliz üslerine geçen milletvekili ve TMT’de görevli Ziya Rızkı burada Türklerin kaçışını, üstlere sığınan binlerce Türkün yaşamını organize ediyordu.

    Kıbrıs’ta bir futbol kulübünün başkanlığını yaptınız, bu dünyada bir ilkti…

    Benim kardeşim orda futbol oynuyordu; eniştem de kulüp başkanıydı. Eniştem vefat edince ve kardeşim hastalanınca kulübün başına ben geçtim. Sarı lacivert renkleri seçmiştik.

    Fenerbahçe’den forma istemişti eniştemler, ben de kulüp ilk açıldığında bu isteği iletmiştim. Ve Fenerbahçe de vermişti. Fenerbahçe’yi de davet etmişlerdi. 1955 yılında Türkler ve Rumlar aynı lig maçlarında oynuyor, maç yapıyorlardı. Çetinkaya takımı vardı.

    Bizim kulüp olan Limasol takımı 2.kümedeydi önce renkleri kırmızı beyazdı. 1955 de EOKA’cılar Rumların Türklerle maç yapmasını yasakladılar. Rum ligi kurdular bizde Türk ligini kurduk, federasyon kuruldu. İste o zaman bana İstanbul’a mektup yazarak forma istediler. 1958’de de Fenerbahçe’yi Kıbrıs’a davet ettik. Takımımızın adı da Doğantürk Birliği oldu. Rum Ligi kapandığından 2. Ligde olan bütün takımlarımız Birinci Lige çıktı. 1970-1971 yılları arasında da ben de başkanlık yaptım. En azından ligden düşmedik idare ettim.

    1974 Kıbrıs Çıkarması sonrası neler yaptınız?

    Temmuz 1974’ten Ağustos 1975’e kadar bir yıl güneydeki hastanede başhekim olmuştum. Sosyal Hizmetler, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay’ı kurduk. Kızılay Çıkarma olduğunda sabah bayram yaptık sonra diğer bölgelere çıkarma yapılmayacağını öğrenince zor günler yaşandı. Bir süre Güney Türkleri temsilciliği yaptım, kuzeye ilaç, yiyecek, para aldım. Silahlı adamlar vardı. 8 gün sonra sancaktarı unvanını aldım. Çok şey yaşadım. Ama konumuz şimdi spor olunca fazla anlatmak istemiyorum…

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Şampiyonluk Namzedi

    Şampiyonluk Namzedi

    Tarih 2 Mart 1958… Fenerbahçe ve Galatasaray kadın voleybol takımları karşı karşıya geliyor. O zamanların sürekli “Şampiyonluk Namzedi” ve sürekli şampiyonu Fenerbahçe’nin kazandığı maç haberini buraya almak istedik. Fenerbahçe’nin şampiyon kızlarının büyük başarılarını bilmekle beraber, bunlar maç maç listelenmediği için, bulduğumuz her bilgi kıymetli…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Kızlar Galatasaray’ı Yendi

    Fenerbahçe dün, son zamanlarda hasret kaldığı bir galibiyet elde etti. Ezeli rakibi Galatasaray’ı bir branşta yendi… Evet, dün saat 16’da Teknik Üniversite salonunda her iki takımın kız voleybolcuları birinci devre lig maçları liderliği için karşılaştılar. Fenerbahçeli kızlar hakim bir oyundan sonra Galatasaray2ı üç sette 15-12, 15-9 ve 15-4 mağlup ederek Sarı-Lacivertli kulübe futbol ve basketbol takımlarının kazandıramadığı bir galibiyet hediye ettiler.

    Takımlar

    Fenerbahçe: Ayten Salih (Kaptan), Seta Yağcıoğlu, Nazmiye Kor, Güngör Demirel, Güneş Çapa, Mahiru Akdağ.

    Galatasaray: Ünman (Kaptan), Oya Çapa, Seda, Taner, Ayda, Şeniz.

    Bu müsabakadan önce yapılan erkeklerarası birinci küme voleybol lig maçlarında Beyoğluspor Kurtuluş’u, Fenerbahçe Ayvansaray’ı, Bakırköy de İstanbul Teknik Üniversitesi’ni üçer sette (3-0) mağlup etmişlerdir.

    3 Mart 1958 – Milliyet Gazetesi


    Şampiyonluk Namzedi
  • Güneş Çapa

    Güneş Çapa

    1954-1960 yılları arasında yapılan 21 İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunun 19 tanesini kazanan Fenerbahçe kadın basketbol ve voleybol takımlarının kahraman sporcusuydu. Sonra bırakıp gitmedi; kaptanlık yaptı, yöneticilik yaptı, federasyonda, milli takımlarda görev aldı. Güneş Çapa! Fenerbahçe’de doğdu, orada büyüttü ve onu büyüttü. Bir başka büyük Fenerbahçeli, babası Dr. Selim Çapa ile birlikte kalbimizin en müstesna yerinde… Fotoğraf albümünü sizlere sunmakla gururluyuz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Güneş Çapa Albümü


    Fotoğraflarda Kimler Var?

    Alaettin Güneş, Altan Karpuzlu, Ayla Keskin, Ayten Salih, Bercis Türkoğlu, Canel Konvur, Çamlıca Kız Lisesi, Deniz Aydıncı, Deniz Esinduy, Eser Berktan, Fenerbahçe, Feyza Özarca, Galatasaray, Güneş Çapa, Güngör Demirel, İnci Önen, İsmet Uluğ, Mahiru Akdağ, Meliha Isıkan, Nazmiye Kor, Oya Çapa, Reşat Dermanver, Seçkin Töreli Dinçer, Selim Çapa, Seta Yağcıoğlu, Süheda Özçiçekçi

  • Seta Yağcıoğlu

    Seta Yağcıoğlu

    Bundan iki ay önce Kadıköy Life dergisine, Fenerbahçe’nin Şampiyon Kızlarından Seta Yağcıoğlu hakkında bir yazı kaleme aldık. Önce o yazıyla başlayalım. Sonrasında Seta abla’nın bizlere emanet ettiği müthiş fotoğraf albümüne hep birlikte keyifle göz atalım. Çok yaşa Seta abla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Erenköy Kız Lisesi’nden Fenerbahçe’ye Bir Spor Efsanesi

    Bundan yaklaşık 70 sene önce Fenerbahçe’nin kadın basketbol ve voleybol takımlarını kurmak için çalışmaya başlayan Dr. Selim Çapa ve Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, önce Püzant Usta’nın kapısını çaldılar. Kendisi de sarı-lacivertli forma ile futbol oynamış, koyu Fenerbahçeli bir babanın “ele avuca sığmayan” kızı olan Seta, ilerleyen yıllarda önce babasını, sonra tüm Fenerbahçe camiasını gururlandıracak; Türk kadın sporları tarihine adını altın harflerle yazdıracaktı.

    Takvim yaprakları 20. yüzyılın ikinci yarısını gösterirken, Türk kulüplerinde basketbol ve voleybol gibi branşlarda kadın takımlarının esamesi bile okunmuyordu. Çamlıca, Erenköy ve Kandilli başta olmak üzere kız liselerinde ise bu alandaki faaliyet en üst seviyeye ulaşmıştı. Okullar arası turnuvalar gazetelerde ve spor dergilerinde sütunlar dolusu habere konu oluyordu.

    1954 yazına girilirken, Çamlıca Kız Lisesi mezunu, çiçeği burnunda Tıp Fakültesi öğrencisi Ayten Salih Berkalp, arkadaşı İnci Önen Bayburtluoğlu ile birlikte, Fenerbahçe’de bir kız takımı kurmak için harekete geçti. Adanmış bir Fenerbahçeli olan Dr. Selim Çapa sayesinde kısa zaman zarfında semeresini veren bu çalışmanın en önemli unsurlarından biri de Erenköy Kız Lisesi’nin yıldız sporcusu Seta Erdurmuş (Yağcı) idi.

    Babası Püzant Usta’nın elinden tuttuğu gibi Kadıköy Halk Eğitim Merkezi spor salonuna götürdüğü Seta, meşhur Fenerbahçeli antrenör Önder Dai’nin dikkatini çekti ve takımın değişmez bir parçası oldu.

    Hemen akabinde bir başka önemli spor siması Alaattin Güneş’in kurduğu Fenerbahçe voleybol takımında da pasör olarak oynamaya başladı ve sporu bırakana kadar bu formayı da kimselere kaptırmadı.

    1956 yılında “Kürek takımı kuruyoruz” denildiğinde, yine akla gelen ilk sporculardan biriydi Seta… Beykoz yarışlarında 4 tek ve 8 tekte rakiplerini geçerek şampiyon oldular.

    Hangi spor dalında sahaya çıksalar birincilik kupasını kazanıyorlardı. İş zamanla öyle bir hal aldı ki “Atletizm takımı eksik” deyip gündüz eve gelerek Püzant Usta ile beraber Seta’yı müsabakaya götürüyorlar, akşam şampiyon olarak eve bırakıyorlardı.

    Kelimenin tam anlamıyla büyülü bir sporcu kadrosunun, rüya gibi yıllarıydı.

    Seneler hızla geçti… Bir yol ayrımı gelip çatmak üzereydi… 1960 yılında Fenerbahçe ve Galatasaray takımları, Türkiye Voleybol Şampiyonluğu için İzmit’te karşı karşıya geldiler.

    Fenerbahçe takımı, şehrin Kimsesizler Yurdu binasında kalıyor, oradaki çocukların neşe kaynağı oluyordu. Fakat takım kaptanı Ayten Salih bu turnuvadan sonra Kıbrıs’a gitmek için Türkiye’den ayrılacağı için zaten buruk olan oyuncular, Fenerbahçeli idarecilerin yokluğu yüzünden gitgide daha karamsar bir hale gelmişti.

    Arkadaşlarının bu ruh halini hisseden kaptan, acele bir telgrafla durumu kulübe bildirdi ve yönetim kurulundan “Lütfen maça gelmelerini” istedi.

    Takım final maçına çıkmak üzere salona doğru yol alırken, içinde Fenerbahçeli idarecileri taşıyan araçlar da İstanbul’dan gelmiş, aynı istikamete doğru ilerliyordu. Onları ilk gören ve otobüsün içinde heyecanla ayağa fırlayan, takımın pasörü Seta oldu. Ayten Salih’in “Bu benim son maçım, bana son bir şampiyonluk hediye etmek istemez misiniz?” sözleriyle kupayı kazanan Fenerbahçeli sporcuların yorgunluğu ve gururu maç sonunda çekilen fotoğrafa olanca gücüyle yansımıştı.

    1954-1960 yılları arasında düzenlenen toplam 21 İstanbul ve Türkiye şampiyonluğunun 19 tanesini Fenerbahçe Müzesi’ne kazandıran Fenerbahçe’nin kadın sporcuları, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” sözünün en müthiş yansımalarından biri olarak tarihe geçtiler.

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Ali Koç ve Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Simla Türker Bayazıt, 2019’dan beri yapılan etkinlik ve organizasyonlar ile ilk kadın takımlarının hatırasına büyük bir zarafet ve özenle sahip çıkıyorlar.

    Seta Yağcı hâlâ ele avuca sığmıyor… Ve takım arkadaşları ile birlikte Türk kadın sporları tarihinde bir öncü olmanın gururunu sonuna kadar hak eden sayılı isimler olarak zirvedeki yerlerinden bugünkü maçları izliyorlar. Sadece Fenerbahçe’nin değil, kadın takımlarının kazandığı bütün kupalarda kocaman bir payları var; çünkü bu yolu onlar açtı.

    FenerbahceTarihi.org


    Seta Yağcıoğlu Albümü


    Fotoğraflarda Kimler Var?

    Alaettin Güneş, Altan Dinçer, Altan Karpuzlu, Ayla Keskin, Ayten Salih, Atatürk Kız Lisesi, Bercis Türkoğlu, Canel Konvur, Çamlıca Kız Lisesi, Deniz Aydıncı, Erdoğan Karabelen, Erenköy Kız Lisesi, Eser Berktan, Fenerbahçe, Güneş Çapa, İnci Önen, Mahiru Akdağ, Nazmiye Kor, Oya Çapa, Önder Dai, Seçkin Dinçer, Seta Yağcıoğlu, Süheda Özçiçekçi, Püzant Yağcıoğlu, Valenten Erdurmuş.

  • Çamlıca Kız Lisesi

    Çamlıca Kız Lisesi

    Türk spor tarihinde kulüplere, kadın basketbol ve voleybol takımlarını armağan eden Ayten Salih ve arkadaşlarının okulu, Çamlıca Kız Lisesi! 14 Şubat 1948 tarihinde “Sarı-Lacivert” dergisinde Süha Girgin imzasıyla yayınlanan yazı, bize 6 sene sonra Türk spor tarihine silinmez bir şekilde imzasını atacak okulun o dönemki atmosferini anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çamlıca Kız Lisesi

    Memleketimizin varlığı ile iftihar edeceği kültür yuvalarından biri daha : Çamlıca Kız Lisesi…

    275’i leyli olmal üzere 432 öğrencinin feyiz aldığı bu ilim ve spor yuvası 1939-40 ders yılı başında, Küçük Çamlıca’nın Kadıköy’e doğru uzanan eteğine mine gibi ilişmiş zarif bir binada tekrar açılmıştı.

    Diğer kız liselerine nispeten az talebe mevcuduna rağmen bugüne kadar hep muvaffak olmuş ve tanınmış örnek sporcular da yetiştirmişlerdir.

    1941-42 ders yılında atletizm, 1946-47 ders yılında da voleybol şampiyonluklarını kazanmış olan yeşil-lacivertliler diğer spor kollarında da muhtelif ikincilikler ve üçüncülükler almışlardır.

    Spor yurdunun kurucusu ve aynı zamanda başkanı olan okulun müdürü, sabık Kütahya Milletvekili sayın Bay Cevdet Barlas bu hususta hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan değerli bir idarecidir.

    Beden eğitimi öğretmeni Bayan Şehime Özdemir ve Bayan Sabahat Açıkalp el ele vererek çalışmaktadırlar.

    Gerek cimnastikhanede, gerek bahçedeki voleybol ve basketbol sahalarında birçok sportif hareketlerine şahit olduğunu okulun spor çalışmalarını iki cepheden mütalaa etmek yerinde olur:

    A) Okul içi faaliyetler: Sınıflar arasında tertip edilen atletizm, voleybol, hentbol müsabakalarıyla, ritmik jimnastiklerden ibarettir.

    Bunların arasında genç kızlarımızın vücutlarının gelişmesi için pek müsait olan bedii dans ile ritmik cimnastiğe önemli yer ayrılmıştır. Öteden beri her sene sonunda, velilerin huzurunda yapılan gösterilerde, talebeler bu sahada öğrendiklerinin birer örneğini vermektedirler.

    B) Dış faaliyetler: Diğer okullarla yapılan voleybol grup maçlarını muvaffakiyetle başararak ön mevkii işgal etmelerine rağmen güzide oyuncuları Naime’nin okuldan ayrılmasıyla final maçını kaybetmiş böylelikle 1947-48 ders yılı ikincisi olmuşlardır.

    Voleybol ekibi final maçına kadar geçen yılki Kamuran (kaptan)-Zuhal-Emel-Gönül Dramalı-Türkan ve Naime kadrosunu muhafaza etmekte iken sonradan Nermin Ertüke ve Necla Durak ile takviye edilmiştir.

    Diğer taraftan Nermin Ertüke, Selçuk Özcan, Necla Durak, Hasibe Yesin, Özcan Ayer, Zuhal, Gönül Dramalı, Süheyla İnan ve Nurten Tulgar’dan mürekkep salon hentbolu ekibi çalışmalarını hızlandırmış vaziyette olup finale kadar yükselecek kuvvettedir.

    Atletizmde Necla Yücesoy, voleybolda Süheyla ve Güner gibi sporcuları yetiştirip mezun eden ve aynı klasta bir sporcusu olan Naime Yılmaz’ı bir idarecinin indî mütalaasından dolayı kaybeden Çamlıcalılar, birincilikler için, henüz çalışmaya başlamamışlardır.

    Yeşil-Lacivertli atletlerin yaptıkları dereceler bugün liseler arasında başta gelmektedir. 1947 atletizm sezonu sonunda Federasyonca Türkiye’nin en iyi 10 derecesini ihtiva ederek neşredilen listede Naime Yılmaz yüksekte 1.35 metre, uzun atlamadaki 4.52 metrelik dereceleriyle birinci sırayı işgal etmektedir. Ve yine Necla Yücesoy’un 1943’de 100 metredeki 13.6’lık, uzun atlamadaki 4.90 metrelik eski Türkiye rekorlarına son senelerde erişebilecek atlet parmakla gösterilecek kadar azdır.

    Kır koşularında, geçen sene Türkan Falay’ın ferdî birinciliğinden başka takım ikinciliğini de alan Çamlıcalılar bu sene yapılan tek koşuya T.Falay, Kamuran, Ayfer ve Rabia ekibiyle iştirak etmişler ve neticede T.Falay’ın ferdi ikinciliğini kazanmışlardır.

    Yeşil-Lacivertlilerin orta kısım sporcuları da bu yıl büyük başarılar elde etmişler; voleybolda Lütfiye Yılmaz (Kaptan), Birsen Toraman, Nejla Onar, Mualla, Süreyya Helvacıoğlu, Kumru Son, Nefise, Türkan Cin’den kurulu ekip kendi kümesindeki bütün rakiplerini kabir bir üstünlükle mağlup etmiş, finalde de Nişantaşı kız ortayı zorlu bir oyundan sonra yenerek 1947-48 ders yılı şampiyonluğunu kazanmışlardır.

    İzciliğe gelince: 93 tam teçhizatlı izci takımına malik Çamlıcalılar 1946’da, Çınarcık’taki kampa 25 kişilik bir ekiple katılmışlardır. Bu kamp canla başla çalışan kız izcilerimize şüphesiz ki birçok bilgiler, kabiliyetler, iyi itiyatlar kazandırmış, her zaman şevk ve heyecanla anacakları derin hatıralar bırakmıştır.

    Çamlıcalılara gelecek ders yılları içinde başarılar temenni ederiz.

    Süha GİRGİN / Sarı-Lacivert Dergisi – 14 Şubat 1948

  • Cengiz Topel

    Cengiz Topel

    Şehit Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel, 1964 yılı 8 Ağustos’unda işkenceyle katledildi. Bir hafta sonra 15 Ağustos 1964’de Milliyet gazetesinde yayınlanan cenaze haberinde büyük Fenerbahçeli kalem Halit Çapın şunları yazdı :

    “Bundan böyle bazı geceler Kıbrıs göklerinde rüzgar kanatlı bir uçak dolaşacak. Herkes göremeyecek o uçağı… Gülen gözlü bir savaş pilotu olacak içinde… İnanmış kişiler ‘Onun uçağı’ diyecekler… ‘112. Filo’dan Savaş pilotu Cengiz Topel’in uçağı..’ Ellerini kaldırıp selamlayacaklar… Sonra; Selam sana Selçuk kartallarının çocuğu…”

    Cengiz Topel’in naaşı, Kıbrıs’ta Türk doktorlarına teslim edildiğinde bir başka Fenerbahçe efsanesi, Dr. Ayten Salih de oradaydı. Kitabının ilgili bölümünü buraya almak istedik. Aziz şehidimize bir kez daha saygıyla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dillirga Alevler İçinde

    1964’ün yaz aylarında Erenköy (Dillirga) olayları patlak verir… 1 Ağustos 1958’de, “İş Bankası Müfettiği” kimliğiyle Kıbrıs’a gelerek Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) ada çapında örgütleyen ilk Bayraktar, Kore gazisi Rıza Vuruşkan, şimdi bu ok stratejik bölgenin Sancaktarıdır. TMT tarihine göz atanlar, ona dair şu bilgilerle yüzleşirler:

    “Kore savaşlarında büyük yararlılıklar göstermiş, askeri raporlarda ‘ciddi, ağırbaşlı, cesur, disiplini seven, mütevazı, gizli harekat tekniğini çok iyi bilen’ biri olarak tanımlanan Yarbay Rıza Vuruşkan 1958’in yaz aylarında TMT liderliğine atanır. Ankara’daki başkan yardımcısı İsmail Tansu’dur. ‘Doğan’ kod adlı Tansu, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Kıbrıs Türk Kültür Derneği’ni karargah olarak kullanırken, ‘Başkurt’ kod adını alan Rıza Vuruşkan, 1 Ağustos’ta tarihi görevine derhal başlatmak talimatıyla ve beş kişilik ekibiyle 31 Temmuz 1958 günü Kıbrıs’a gelir. Pasaportunda ‘Ali Conan’ yazan Vuruşkan’ın görünüşteki işi, “Türkiye İş Bankası Müfettişliği” idi. Uzun vadeli gerçek görevi ve hedefi ise 15 bin kişilik bir gizli direniş teşkilatı kurmaktır. Hemen görevine sarılan Rıza Vuruşkan, kısa sürede Kıbrıs Türk toplumunun o güne dek tanık olduğu en büyük gizli örgütlenmeyi başarır. Adanın her yanındaki Türk öğretmenler, memurlar, toplum seçkinleri ve spor kulüpleri, TMT’nin hızla kurulmasını ve yaygınlaşmasını sağlar”

    Vuruşkan’ın Erenköy’deki kurmayları arasında ünlü Kıbrıslılar olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde korgeneralliğe kadar yükselen ve Erenköy’deki görevinden sonra Lefkoşa’da “Cenk Taburu”na komuta edecek olan “Cenk Bey” kod adlı Üsteğmen Ali Atun ile o sıralar Türk ordusunda mecburi askerlik görevini “teğmen” rütbesiyle sürdüren eğitimci Ahmet Savalaş vardır. Artık oralarda sık sık şiddetli ve kanlı çatışmalar olmaktadır. Ağustos’ta savaş doruğa ulaşır.

    Dr. Ayten Salih oraya gitmeki için hemen gönüllü olur. Ne ki, çarpışmalar şiddetlendiğinden dolayı artık geç kalmıştır. Dillirga, yalımları gittikçe büyüyen bir alev çemberinin içindedir. Girişler ve çıkışlar durdurulmuştur. Dr. Burhan Nalbantoğlu’nu bu konuda kendisinden daha şanslı görmekte ve ona gıpta etmektedir!.. Nedeni ise Nalbantoğlu’nun huzursuzluğun gelişini o kendine özgü duyarlılığı ve dikkatiyle her zaman herkesten önce hissetmesi ve hemen oraya koşmasıdır. .. Dr. Ayten onu “gerçek bir askeri doktor” olarak görüyordu. İşte şimdi çarpışmaların ortasında, Nalbantoğlu yine Erenköy’deydi.. En kötü günlerde Mağusa’ya ulaşabilen, Mağusa hastanesini kuran ve Beşparmak Dağları’na ilk çıkan Boğaz’daki sahra hastanesini yaratan doktor da hep o olmuştu.

    Hava Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının isabet aldığı, kendisinin paraşütle atladığı, yere inince Rumlarca vurulup esir alındığı Lefke bölgesinden TMT komutanlığına gelen telsiz mesajlarından öğrenilmiş ve durum doktorların da bilgisine sunulmuştu. Dr. Ayten Salih 1964 Ağustos’undaki olaylarla ilgili olarak şunları şöylemektedir:

    “Ben de bir ara, Lefke’de dönem görevimi yaparken olayı bir göz tanığından dinledim… Uçağı isabet alan rahmetli Cengiz Topel, paraşütü ile yere varınca ayağa kalkmış ve Lefke yönünde Türk mevzilerine doğru koşmaya başlamış. Bölgedeki Rum mevzilerinden açılan ateşle vurulunca yere düşmüş ve teslim alınmış. Bir ara Lefkoşa Rum Hastanesi’nde olduğunu öğrendik. Dualarımızla hep onu kurtaracağımızı sandık ama… Bir gün Dr. Kaya ve Vedia Atalay hemşirenin onun aziz naaşını almaya gittiklerini duyduk. Lefkoşa Genel Hastanesi’ne getirildiği zaman, genç pilotun ölüm nedeni araştırılırken ben de orada idim. Gerçi naaşına Rumlarca da otopsi yapılmış, açılıp dikilmişti.. Ama yapılan işkence izlerini yok edememişlerdi. Çok feci durumdaydı. Bu konuda ‘Dr. Kaya’ kitabının ilgili bölümünde daha detaylı bilgi verilmektedir, ben tekrar etmeyeceğim.”

    Dr. Ayten’in Romanı (Ahmet Tolgay)

  • Agah Erozan

    Agah Erozan

    Fenerbahçe’de Başkanlığın Tarifini Literatüre Hediye Eden Adam

    Fenerbahçe’nin 23. Başkanı. Demokrat Parti’nin (DP) 27 Mayıs’ta tutuklanıp Yassıada’ya gönderilen milletvekili, aynı zamanda Meclis Başkanvekili. Fenerbahçe tarihinde ise sadece “Ülkede iktidara kim gelirse Fenerbahçe’de de o gelir” klişesi içerisinde anılan bir aktör. Tarihi dönemeçlerden geçmesine, Fenerbahçe’yi 1959’da düzenlemeye başlayan “Türkiye Profesyonel Futbol Ligi”nin ilk şampiyonu yapmasına rağmen hakkında yazılanlar paragraflarla sınırlıydı bugüne kadar. Okuyacaklarınız bu sınırları kaldırmak için kaleme alındı. Fenerbahçe ile kesişen yolu, siyasi hayatı, 27 Mayıs, Yassıada günleri ve sonrası. Bir döneme damgasını vuran isimlerden olan Agah Erozan ve hayat hikayesi…

    Agah Erozan

    Mudanya’dan Meclise

    Agah Erozan 1910 yılında Mudanya’da dünyaya geldi. Babası Ahmet Hamdi Bey, Kurtuluş savaşı yıllarında direnişe aktif olarak katılan ve Bursa’daki Kuvva-i Milliye’nin ileri gelenlerinden bir tüccardı. Bu sayede savaştan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş ve madalya aile miras olarak bugünlere gelmiştir. Erozan’ın özgeçmişini 1958 yılında yayınladığı bir makalede konu eden, dönemin DP muhalifi Akis dergisine göre Ahmet Hamdi Bey bir İttihatçıdır.

    Agah Bey’e Fenerbahçeliliğin İttihatçı genlerinden miras kalıp kalmadığı şimdilik bir muammadır. Aynı dergiye göre ailenin soyu edebiyatçı Aşık Paşazade’ye dayanmakta, aile bu bağlantı nedeniyle “Aşıkzade” ismini Türkçeleştirerek “Erozan” soyadını almaktaydı.

    İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra Bursa Lisesi’ni bitiren Agah Erozan, kendi söylemiyle iyi bir eğitim almıştır. Okul hayatındaki başarısını ilkokulda aldığı eğitime borçlu olduğunu söyleyen Erozan , 1930 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1933 yılında okulu bitirdikten sonra yedek subay olarak askerliğini tamamlar ve 1934 yılında Bursa’ya döner.

    Erozan’ın ilk işi, dönem bürokrasisinde özel kalem müdürlüğü olarak adlandırılabilecek maiyet memurluğudur. Bu memuriyet sırasında mezun olduğu Bursa Lisesi’nde yarı zamanlı öğretmenlik yapacak ; tarih, coğrafya ve Fransızca dersleri verecekti. Bu görevden sonra kaymakam olan Erozan, 1944 yılına kadar çeşitli ilçelerde bu görevi sürdürür. Bu tarihte ise merkeze atanır.

    1946 yılında Kartal kaymakamı olur.

    1949 yılında Tekirdağ Vali Yardımcılığına atanır. Dönemin İçişleri Bakanı Emin Erişirgil ile arası açılınca seçimler öncesinde DP’ye geçer ve Bursa milletvekili adayı olur. Erozan, vali yardımcısıyken İç İşleri Bakanı ile arasının açılmasının nedenini “kendisine verilen kanunsuz bir emri yerine getirmemesi” olarak açıklamıştır. Erozan bu sebeple polis kontrolüne tabi tutulduğunu, milletvekili olduktan sonra kürsüden söyleyecektir. Erozan’ın kendisi gibi milletvekili olan oğlu Ahmet Kamil Erozan’a göre babasının tek parti yönetimi ile çekişmesi 1946 yılı seçimleri ile başlamıştır. Agah Erozan, İstanbul’da Fatih Kaymakamı iken, “seçim sonuçlarının ne olursa olsun ‘Halk Partisi’ adayları lehine açıklanmasına yönelik emri” yerine getirmemiştir.

    “DP Horoz Partisidir”

    Türkiye, 1950 seçimlerine gelene kadar Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı yıllarında 2 kez çok partili hayata geçmeyi denemiş ama başaramamış, kurulan partiler kısa sürede kapatılmıştı. İkinci Dünya Savaşının 1945’te sonra ermesi ile bir diplomasi başarısı olarak ülkeyi savaşa sokmamayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin yönünü batıya çevirmişti. Avrupa’yı kana bulayan savaş ülkelerin demokrasi ile yönetilmesinin gerekliliğini ortaya koymuş ve tek parti, tek adam gibi diktatöryel yönetimlerin tasfiye edilme gerekliliği doğmuştu.

    Dünyanın; Hitler, Mussolini gibi liderlerle bir kez daha karşılaşmamasının tek çaresi demokrasi ve çok partili yönetimlerdi. Savaştan karlı çıkan ve tarihsel yayılmacı emelleri ile Türkiye için her zaman bir tehdit olan Sovyet Rusya’ya karşı Türkiye’nin tarafı Amerika oldu. İnönü, batı bloğuna girmek için ülkede çok partili bir demokrasi kurulmasının zorunluluğunu biliyordu.

    İşte bu siyasi şartlar, toplumdaki artan memnuniyetsizlik ile birleşti ve 1946 yılında DP’nin kurulmasına etki etti. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki parti, 1946 seçimlerine katıldı. “Açık oy-gizli sayım” metoduyla yapılan ve bu yönüyle “şaibeli” olarak tarihe geçen seçim sonucunda 61 milletvekili kazanan parti varlığını ispat ediyordu. 1950 Seçimleri ise ülkenin kaderini değiştirdi. DP, kuruluşunun 4.yılında iktidarı devralıyor, Erozan memleketi Bursa’dan TBMM’ye giden 12 milletvekilinden biri oluyordu.

    Erozan’ın Meclis çalışmaları 2 döneme ayrılır. 1950’den 1954’e kadar geçen ilk dönem; Erozan’ın “DP horoz partisidir.” cümlesini kürsüden söylemesiyle başlar. Artık ülkede “horozlanacak” bir parti varsa o da DP’dir.

    Türkiye’nin dünya savaşından sonra başlayan batı blokuna dahil olma çabalarının DP dönemindeki devamı olan Kore’deki savaşa asker göndermesi bu yılların en dikkat çekici gelişmesidir. Bu olay genel olarak siyasi nedenlerle gerçekleşmiş olsa da Erozan’a göre ekonomik sebepler de barındırıyordu. Gazeteci Çetin Altan; Erozan’ın, CHP’nin konu hakkındaki muhalefetine karşı “Asker yerine mercimek, bulgur gönderseydik diyenler; bilmiyorlar mı ki, asker yerine erzak gönderdiğimizde, dolar yerine de, sadece teşekkür gelecekti.” sözlerini yıllar sonra köşesinde aktaracaktı.

    Bu dönemde Erozan, İçişleri komisyonunda çalışıp, bu komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Mülki idareden meclise gelen bir milletvekili olduğu için bu dönemdeki çalışmaları emniyet teşkilatı ve iç işleri bakanlığı üzerinde yoğunlaştırmış, 1953 yılında Meclis İdare Amiri seçilmiştir.

    Devriye Sokak No:8 Moda

    Erozan’ın Meclisteki 2. dönemi 1954 seçimlerinden sonra başlar. Seçimlerde oyunu 3,5 puan arttırarak 58,5’e çıkaran DP, bu oy oranıyla henüz kırılamamış bir rekoru da elinde bulundurmaktadır. Erozan seçimlerin hemen ardından 27 Mayıs’a kadar aralıksız sürdüreceği Meclis Başkanvekilliği görevine seçilir.

    Artık partinin ileri gelenlerinden sayılmakta ve yıldızı günden güne parlamaktadır. Erozan’ın adı 1955 yılında toplanan DP’nin 5.Büyük kongresine katılan şeref üyelerinden biri olarak kayıtlara geçer. Erozan’ın bu kayıttaki adresi fazlasıyla dikkat çekicidir. “Devriye Sokak, No:8, Moda” adresi parti kayıtlarında Erozan’ın ev adresi olarak geçmekte, Fenerbahçe’nin kurulduğu semt, ileride başkanı olacak Agah Erozan’a ev sahipliği yapmaktaydı.

    Agah Erozan Meclis Başkan Vekili olarak oturuma başkanlık ediyor. (Ahmet Kamil Erozan Arşivinden)

    Hafızlar Derneği Başkanı

    DP, 1957 yılından itibaren siyasette gücünü yitirmeye başlamıştır. Bu yıl yapılan seçimlerde DP’nin oy oranı 11 puan düşerek %47,8’e inmiş. Muhalefetteki CHP ise aldığı %41 oyla güçlenmiştir. Partisi ile ters orantılı olarak Agah Erozan ise siyasette yükselmeye devam etmektedir. Akis’e göre bu durum kendisinin sıkı çalışması ile ilgilidir.

    Erozan erken yatıp erken kalkmakta, her sabah saat 6’da meclisteki odasında mesaisine başlamaktaydı. Meclis Başkanvekili olarak meclis iç tüzüğünü ezbere bilmesi başta milletvekillerinin olmak üzere, basının dikkatini çekecek, Aziz Nesin kendisinden “Hafızlar Derneği Başkanı” diye bahsedecekti. Üzerinde konuşulan hemen her konu hakkında gerekli tüzük maddelerini ve zabıtlara geçen konu üzerinde daha önceden yapılmış tartışmaları ezbere bilmesi milletvekillerinin gülmesine neden olacak, bu durum karşısında: “Bazı arkadaşlar da nizamnameyi ezberden okumamdan şikayet ediyorlar. Bu benim vazifem icabıdır. Hatta bendeniz TBMM dahili nizamnamesini (iç tüzüğü) değil Fransa, İtalya, İngiltere Meclislerinin nizamnamelerini de ezbere yakın biliyorum” diyerek karşılık verecektir.

    Agah Erozan’a yöneltilen eleştirilerin odak noktasında yönettiği oturumlarda iktidar-muhalefet arasında gözetmesi gereken tarafsızlık ilkesini dikkate almaması vardı. CHP lideri İnönü, Mecliste bir çok kez dile getirdiği bu tespitini; 1958 yılında Kırıkkale’de yaptığı konuşmasında da tekrar edecek, “Başkanlık divanı tarafsız değildir” diyecektir. Bu suçlama Erozan’ın karşısında Yassıada yargılamalarında çokça çıkacak, idam cezası ile cezalandırılmasının temel sebebi olacaktır.

    Erozan’ın 1955’ten sonra milletvekili kimliği ile üzerinde durduğu dikkat çekici konulardan bazıları; çocuk ölümlerinin araştırılması, kira artış oranlarının belirlenmesi, kolluk kuvvetlerinin ödeneklerinin arttırılması, trenlerde servis edilen yemeklerin fiyat ve kalite kontrolünün sağlanması gibi sosyal konulardır. Erozan’ın sözü geçen bu gibi konular hakkında bilgiye dayalı konuşmalar yaptığı dikkatlerden kaçmamıştır. Erozan’ın özellikle bütçe görüşmelerinde söz aldığı ve görüşmelerde aktif olduğunu görüyoruz. Erozan, Bütçe görüşmelerine neden önem verdiğini şu sözlerle açıklar: “Bütçenin meclisten geçişini sabır, dikkat ve aksatmadan izlediğiniz takdirde bir fakülte bitirmiş olursunuz”

    Erozan, sadece döneminin değil, parlamento tarihinin faal milletvekillerinden biridir. 1920-2018 yılları arasında TBMM’de 8104 milletvekili görev yapmıştır. Bu milletvekillerinin tutanaklarda yer alma sayıları toplamı 1519’dur. Bu verilerle TBMM’de milletvekili tutanak aktivite katsayısını 0,20 olarak belirleriz. Agah Erozan’da ise bu sayı 76’dır.

    “L” Tribünü

    Agah Erozan’ın Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi 1957 yılına rastlar.

    Tek parti döneminde Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında 16 yıl yönetilen Fenerbahçe’de iktidarın DP’ye geçmesi ile DP’li başkanlar dönemi başlamıştır. Fenerbahçe kongresinde kaynayan kazanlardan önce Osman Kavrakoğlu sonra Zeki Rıza Sporel ve en sonunda da Agah Erozan çıkacak; Erozan’ın yerine gelen Medeni Berk’in başkanlığı ise 27 Mayıs ile yarım kalacaktı.

    Kamuoyunda Fenerbahçe’nin iktidara paralel şekilde yönetilmesi konusunda genel bir yargı vardır. 1957-1960 yılları arasında İstanbul’un 3 büyük kulübünün başkanının siyasi kimliklerini göz önüne aldığımızda bu durumun Fenerbahçe’ye özel olmadığı; Fenerbahçe’nin yazılı basında daha fazla yer alan, toplum dinamiklerine daha fazla etki eden yapısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. DP’nin iktidardaki son 3 yılını; Beşiktaş DP Çanakkale Milletvekili Nuri Togay’ın, Galatasaray ise İzmir Milletvekili Sadık Giz’in başkanlığında tamamlayacak, her iki milletvekili de 27 Mayıs ile birlikte Yassıada’da yargılanacaktı.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 14 Temmuz 1957 yılında yapılan kongresinde kulüp üyeliğine kabul edildi. İstanbul’daki evi Moda’daydı. Kendi deyimiyle “çocuk yaşlardan beri” Fenerbahçeliydi. Kulübe üye olmadan önce maçları o zamanın şeref tribünü sayılabilecek “şeref locası”nın önündeki “L” tribününden, çoğu zaman o tribündeki tek milletvekili olarak takip ediyordu. Başkan olduktan sonra oğulları ile birlikte verdiği röportajda “ikisi de iyi top oynuyor. İleride Fenerbahçe’de oynayacak ve transfer ücreti istemeyecekler” diyen Erozan, kendisi için “Futboldan anlamaz” eleştirilerini de böylece karşılıksız bırakacaktı. Bu röportajda babası ile birlikte fotoğraflanan Erozan’ın oğullarından Mehmet’in, üzerine Fenerbahçe forması ile Zeki Rıza Sporel’den futbol dersi alması yıllar sonra haber olacaktı.

    Kaynayan Kazan : 1957

    Fenerbahçe’yi Erozan’ın kulübe üye olduğu 1957 yılı kongresine götüren gelişmeler, kulüp tarihinde “kongre” olgusunu yansıtması açısından önemlidir. 50.Yılına Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında; geçen sezonun İstanbul Profesyonel Ligi’nin ikincisi olarak başlayan Fenerbahçe, 1957 yılı boyunca çekiştiği Galatasaray’ı sezonun son maçında yenerek averajla şampiyonluğu kucaklamıştı. Şampiyonluğun son maça kalması, yıl boyunca kulüp içerisindeki kongre kulislerinin hareketlenmesinin en büyük nedeni olarak gösterilebilir.

    Basında muhalefetin kongre hazırlıklarına başladığı haberleri sezonun ikinci yarısının ikinci maçında Beykoz’a karşı alınan 1-0’lık yenilgi ile başlar. Bu dönemin Fenerbahçe kulislerinin başrolünde iki aktör vardır. Osman Kavrakoğlu ve İsmet Uluğ.

    DP Rize Milletvekili olan Osman Kavrakoğlu iki dönem önce kulübe başkanlık yapmış, mücadeleci kişiliği ile camiada etkisini sürdüren biridir. “Yavuz İsmet” lakabıyla Fenerbahçe’de top koşturmuş İsmet Uluğ ise kulübün yeniden yapılanmasının gerekliliğini ortaya koyan açıklamaları ile öne çıkmaktadır.

    İsmet Uluğ kendilerine “Fenerbahçeli İdealistler” adını veren bir grup üyenin liderliğini üstlenmekte ve “Kulübün esaslı prensip ve disiplin hataları yüzünden yıpranmış bir idare heyeti ve sarsılmış bir bünyesi vardır. Radikal ve esaslı tedbirler alıp bu istikamette kararlar vermenin önemli olduğu kanaatini taşıyoruz” sözleriyle amaçlarını ortaya koyup; Nisan ayında kongreye gidilmesini istemektedir.

    Kavrakoğlu ise DP’li arkadaşı Zeki Rıza Sporel’in yönetim kurulunda 2. Başkanlık görevini sürdürmektedir. Başkan ile uzun süren anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasıyla görevinden istifa eden Kavrakoğlu, kongre kazanını ateşleyen kişidir.

    Kulübün kongre havasına girmesi ile Başkan Sporel, önce Uluğ’a ikinci başkanlığı teklif etmiş ancak olumlu cevap alamayınca, idealistlerle ardı ardına toplantılar yaparak muhalefeti sakinleştirmeye çalışmıştı. Kavrakoğlu bu gelişmeler olurken sessizliğini korurken İdealistler yapısal değişikliklerin önemine dikkat çekmeye devam etmişlerdi. “Zengin bir idarecinin etrafa kendi kesesinden para dağıtarak kongreyi kazanmak yolunda sarfettiği gayret artık netice vermeyecektir. Çünkü işlenen hatalar onlara çoktan bu davayı kaybettirmiştir” diyerek kongrenin Nisan ayında toplanması için toplanan imzaların 200’ü bulduğunu beyan ettiler.

    Sporel yönetimi ise mevcut üye sayısının 800 civarı olduğunu göz önünde bulundurarak toplanan imza sayısının gerçek dışı olduğunu söylüyor, karşılığında Uluğ cephesi tarafından “kulübün 50.yılı kutlamaları bahane edilerek kongreyi ertelemeye çalışmakla” ile itham ediliyordu.

    İdealistlerin bu saldırıları sırasında bazı bağımsız üyeler, bir şahsın uzun seneler üst üste idareci seçilmesini engellemek için kulüp tüzüğünün değiştirilmesini isterken; kulüp Haysiyet Divanı kamuoyunda bile şaşkınlık yaratan bir karar alıyor, “defterler üzerinde tahrifat” yaptığı gerekçesiyle Rüştü Dağlaroğlu’nu kulüpten ihraç ediyordu.

    Sezonun finali olan Galatasaray maçı öncesi İstanbulspor ile 1-1 berabere kalan Fenerbahçe futbol takımı, kongre saflarının iyiden iyiye belirlenmesine neden oldu. Camiadaki tedirginlik sürdüğü sırada Kavrakoğlu sahne aldı ve Kadıköy grubuna dahil olduğunu açıkladı. İdealistler ise İstanbul Grubu ile beraber hareket etmeye karar verdiler. Şampiyonun belli olacağı 30 Nisan’daki Galatasaray maçını Fenerbahçe futbol takımı 3-0 kazandı. Fenerbahçe’yi şampiyon yapan maçın gollerini Lefter, Niyazi ve Ergun atıyordu. Böylece kulüp, 8 Haziran’daki 50.yıl kutlamalarına şampiyon ünvanı ile çıkıyordu.

    Şampiyonluk ve 50.yıl kutlamaları kongre çalışmalarını yavaşlatmadı. Kavrakoğlu, yaklaşan kongre öncesinde camiaya stadın inşası için 1,5 milyon kredi bulduğunun müjdesini verip ısınma turlarına başlıyor, Uluğ ise kongrenin Haziran’dan Temmuz’a ertelemesi üzerine yönetimi şikayet etmek için dernekler masasına başvuruyordu. Bir ara kongreye “hiçbir gruba angaje olmadan” gireceğini söyleyip Kadıköy grubundan ayrılan Kavrakoğlu, kongre öncesinde tekrar Kadıköy grubu saflarına katılıyordu. Kongre 14 Temmuz 1957’de yapıldı. Kadıköy Grubu’nun listesinin başında Zeki Rıza Sporel ve Osman Kavrakoğlu isimleri, İstanbul Grubu’nun listesinde ise İsmet Uluğ ve Tevfik Taşçı vardı. Kongrede; Kadıköy Grubu’nun listesi firesiz seçiliyor, Dağlaroğlu affediliyor, Agah Erozan üyeliğe kabul ediliyordu.

    Baş döndüren kulis faaliyetleri esnasında kongreden iki gün sonra verilen bir beyanat belki de Agah Erozan’a Fenerbahçe başkanlığına giden yolu açmıştır. İstanbul Grubu’nun “kazanırsak Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan’ı fahri başkan yapacağız” vaadi onlara seçimi kazandırmasa da bir sonraki kongre için Erozan’a başkanlık yolunu açan stratejiyi belirlemiştir.

    1958 Kongresi’ne giderken, Muhalefet Kavrakoğlu için “De Gaulle” diyor.

    Karma Liste

    Fenerbahçe kongresi açısından; Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında geçen 1958 yılı, 1957 senesi ile neredeyse aynı olayların, aynı tartışmaların, aynı vaatlerin yaşandığı bir yıl oldu. Tek fark; İstanbulspor’a iki maçta da yenilip Galatasaray’dan ise sadece bir beraberlik alabilen futbol takımının İstanbul Liginde şampiyon olamamasıydı.

    Geçen sezon şampiyonluğun son maça kalması dolayısıyla sürekli kaynayan kazanların altı, bahar mevsimi ile birlikte tekrar ateşlendi. Aktörler yine aynıydı. Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ. Verilen demeçlerin, gruplardaki bölünmelerin, istifaların, görev kabul etmemelerin bile geçen sene ile aynı olduğu bu süreç; 1957 Kongresinde yönetime giren Kavrakoğlu’nun, Başkan Zeki Rıza Sporel ile tekrar anlaşmazlığa düşüp istifa etmesiyle başladı. Sporel, ondan boşalan koltuğu Uluğ’a önerdi ancak teklif reddedildi. İsmet Uluğ’un sahneden çekilmesi böylece kısa sürmüş oluyordu. Artık Sporel ve Kavrakoğlu resmen rakiptiler. Kavrakoğlu, takımı içine düştüğü bu kötü durumdan ancak kendisinin kurtaracağını söylüyor ve değişmeyen vaadini tekrarlıyordu: “Stadın inşaatını tamamlayacağım”

    Erozan’ın adaylık süreci kongreye 20 gün kala Haziran ayı içinde başladı. Zeki Rıza Sporel’i 2 dönemdir destekleyen Kadıköy Grubu bu sefer Kavrakoğlu karşısında işinin zor olduğunu biliyordu. Eski başkanlardan Kavrakoğlu’nun Sporel ile gergin ilişkileri ve yaptığı muhalefetin, futbol takımının şampiyon olamadığı bir sezondan sonra yapılacak kongrede başkanlığı alması neredeyse kesindi. Kadıköy Grubu, Kavrakoğlu’nun karşısına ondan daha güçlü birini çıkarmalıydı. O isim çok geçmeden bulundu. Geçen sene gerçekleşen kongrede kulübe üye yapılan, DP Bursa Milletvekili ve Meclis Başkanvekili Agah Erozan.

    Erozan’ın başkan adayı olarak ortaya çıkış sürecinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki Erozan’ın, Kadıköy Grubunun liderliğini yürüten ve özünde CHP’li olan Semih Bayülken – Muhittin Bulgurlu ikilisine başkan olma isteğini söylemesi, diğeri ise ikilinin Erozan’ı başkanlık için uygun bulup teklif götürdüğü yönündedir. Her iki görüşü birlikte değerlendirdiğimizde spor-siyaset ilişkisinin “karşılıklı fayda” ekseninde ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Erozan ise başkan seçildikten verdiği röportajda “Kulübe hizmet edebilme düşüncesiyle arkadaşlarımızın davetini kabul ettim.” diyecek ve ikinci görüşün doğruluğunu destekler ifadeler kullanacaktı.

    Fenerbahçe 1958 yılındaki kongreye 3 adayla girdi. Kavrakoğlu muhalefetin, Erozan Kadıköy grubunun adayıyken, Sporel de başkan sıfatıyla yarışa katıldı. 6 Temmuz’da yapılan kongrede kazanan “karma liste” oluyor ; son iki senenin aktörleri Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ, Agah Erozan ile birlikte Fenerbahçe’yi yönetmek için seçiliyordu. Yönetim kurulu ilk toplantısını seçimden bir gün sonra yapacak ve Sporel ile Kavrakoğlu başkanlığa aday olmayacak, Erozan Fenerbahçe’nin 23.başkanı olarak seçilecekti.

    Kulübün o zamanki tüzüğüne göre listelerden en çok oyu alanlar yönetim kurulunu oluşturuyor, kurul kendi içerisinde görev dağılımı yaparken başkanını da seçiyordu. 1958 yılında seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında; 2 eski başkan (Sporel – Kavrakoğlu), 2 gelecekteki başkan (Uluğ – Ilgaz) ve Erozan’ın yer alması, kurulu bünyesinde 5 başkan barındıran yönetim kurulu olarak tarihe geçiriyordu.

    7 Temmuz 1958 – Fenerbahçe İdare Heyeti

    Çifte Kupalı Rekor

    Erozan başkan seçildikten sonra yapacaklarını sıralarken bilinenlerin dışına çıkmadı. “İkilik bitmeli” diyerek Fenerbahçe’deki gruplaşmaya dikkat çekti. Stad sorununu çözeceğini ve tüm şubelerle birlikte futbol şubesi kadrosunun da transferlerle güçlendirileceğini söyledi. “Fenerbahçe’nin şerefi için futbol oynayan, koşan, atlayan, güreşen, denizlerde mücadele eden, basketbol oynayanların, hem bugünkü hakları korunacak, hem de kadirşinaslık vazifesi olarak istikballerini hazırlayıcı tedbirler alınacaktır” demecini vererek sporculara güven vermek istedi.

    Fenerbahçe futbol takımı 1958-1959 sezonuna Yüksel Gündüz ve Mustafa “Mikro” Güven’in de aralarında bulunduğu 5 transferle kadrosunu güçlendirerek başladı. Özcan, Şükrü, Basri, Nedim, Seracettin, Osman, Avni, Naci, Necdet, Akgün, Ergun, Yüksel, Mustafa, Şeref, Can, Lefter, Niyazi, Hüseyin; Macar Teknik Direktör Ignace Molnar yönetiminde Ağustos ayında İstanbul Futbol Liginde mücadeleye başladılar. Fenerbahçe son İstanbul Ligi’nde; yaptığı 18 maçın 14’ünü kazanıp yalnızca 4 beraberlik alarak sezon sonunda şampiyonluğunu ilan etti.

    Türk futbolunda değişen yeni sistem ile İstanbul Ligi’ni ilk 8 sırada bitiren takımlar Türkiye Ligi’ne katılmayı hak kazandılar. Günümüzde hala devam eden organizasyon, iki gruplu lig sistemi ile başladı. Fenerbahçe, oynadığı 14 maçta sadece 2 beraberlik alarak beyaz grup maçlarını lider bitirdi. Her iki lig organizasyonunu da yenilgisiz bitiren Fenerbahçe, kırmızı grubu lider bitiren Galatasaray ile final maçlarına çıktı. İlk Maç 10 Haziran 1959’da oynandı ve Metin Oktay’ın gölü ile Galatasaray’ın 1-0’lık galibiyeti ile sonuçlandı.

    Bu sonuç ile Fenerbahçe futbol takımının 10 Ağustos 1958’de başlayan yenilmezlik serisi sona ermiş olsa da Fenerbahçe tarihinin halen kırılamayan rekorlarından biri olarak tarihteki yerini korumaktadır. Sözü geçen 10 aylık süre zarfında Fenerbahçe resmi ve özel 54 maça çıkmış, sadece 8 kez berabere kalıp, hiç yenilmemişti.

    Rövanş maçı ilk maçtan 4 gün sonra yine Mithatpaşa Stadı’nda oynandı. Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref, Fenerbahçe’yi 4-0’lık galibiyete taşıyan golleri atıyorlardı. Yeni başkanı ile ligin yeni organizasyonunda uzun bir maratonu iki şampiyonluk ve rekor ile kapatan Fenerbahçe futbol takımı için artık Avrupa’ya açılma zamanı gelmişti.

    1958-1959 Türkiye Futbol Ligi Şampiyonluk Kupası (Alper Katmer Arşivinden)

    Nice Üçlemesi

    Fenerbahçe, 1959-1960 sezonunda Türkiye’nin şampiyonu olarak Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılma hakkını kazandı. Şampiyon Kulüpler Kupası organizasyonu ilk kez 1956 yılında başlamış, bu yıl İstanbul Şampiyonu Galatasaray, Dinamo Bükreş’e elenmiş; 1958-1959 sezonunda ise Federasyon Kupası Şampiyonu Beşiktaş, Real Madrid’e elenmekten kurtulamamıştı.

    Fenerbahçe’nin ilk kez çıktığı Avrupa arenasında ilk turdaki rakibi Macar Şampiyonu Csepel takımıydı. 13 Eylül 1959’daki ilk maçta alınan 1-1’lik skordan sonra kamuoyu Fenerbahçe’nin şampiyonaya veda edeceğini düşünmeye başlamıştı. Maçın rövanşı 23 Eylül’de oynandı ve alınan 2-3’lük galibiyet Fenerbahçe’ye, hem kendisi hem de ülkesi adına, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını verdi.

    Fenerbahçe’nin 2.turdaki rakibi Fransız Şampiyonu Nice takımıydı. Futbol tarihimizde bir Fransız takımı ile karşılaşan ilk takım bu eşleşme ile Fenerbahçe oluyordu.

    19 Kasım 1959’da İstanbul’daki eşleşmenin ilk maçı öncesi Basındaki genel kanı Nice maçlarının Csepel eşleşmesinden daha zorlu geçeceği yönündeydi. Ancak Fenerbahçe güzel bir oyunla maçı 2-1 kazanıyor, rövanş yolculuğu öncesinde umutlanıyordu. Eşleşmenin 3 Aralık’taki 2. Maçı öncesi UEFA Genel Sekreteri Pierre Delauney, Nice takımının 2-1 lik galibiyeti söz konusu olursa 3.bir maç ile turu atlayan takımın belirleneceğini deklare ederken, Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan, Fransız basınındaki “kesin galibiyet” havasına karşın “Dikkat etsinler bu gelen Fenerbahçe’dir” diyordu. Geçen sezon aynı organizasyonda Beşiktaş’ı eleyen Real Madrid’in Başkanı Santiago Bernabeu ise Fenerbahçe-Nice eşleşmesinde desteğinin “şöhretli Türk takımına” olduğunu beyan ediyordu.

    Maçtan iki gün önce Nice’e ulaşan Fenerbahçe kafilesine çocuklarının hastalığı sebebiyle eşlik edemeyen Erozan’ın yerine Faruk Ilgaz başkanlık ediyordu. Bu gelişmelerle çıkılan eşleşmenin ikinci maçından önce Nice şehride son yıllarda görülmemiş bir yağış başlıyor, hatta maçın ertelenmesi bile gündeme geliyordu. Maçın ilk yarısı 0-0 sona eriyor, ikinci yarıda üst üste 2 gol bulan Nice tur atlamaya yakınken; Fenerbahçe hücuma geçiyor, Şeref’e ceza sahasında yapılan faul sonucunda verilen penaltıyı Lefter 83.dakikada gole çevirip, son sözü 3.maça bırakıyordu.

    Üçüncü maç için iki kulübün arasında ortaya çıkan anlaşmazlığın konusu maçın oynanacağı yer üzerineydi. Nice takımı Barcelona üzerinde ısrar ediyor, Fenerbahçe ise iki ülke arasındaki uzaklıktan dolayı buna karşı çıkıyordu. UEFA kararını 10 Aralık’ta “Cenevre” olarak açıkladı. Karar öncesinde UEFA’yı etkilemek için Barcelona’yı ziyaret eden Nice kulübü üyelerinin çabaları boşa çıkıyor, UEFA nezdinde Fenerbahçe’nin Barcelona itirazı haklı görülüyordu. Agah Erozan, “Bu yolda giriştiğimiz mücadeleden galip çıkmaktan dolayı sevinçliyiz. Avrupa Futbol Birliği tarafsızlığını göstermiştir.” demeciyle kulübün diplomatik başarısını ilan ediyordu.

    19 Kasım 1959 / Nice maçında Fenerbahçe Kadrosu (Oğuz Topoğlu Arşivinden)

    Cenevre’deki maç öncesi Fenerbahçe camiası çok heyecanlıydı. Döviz bulundurmanın devlet iznine bağlı olduğu o yıllarda, Cenevre’ye seyahat etmek için 60.000 kişi Maliye Bakanlığına döviz talebiyle başvuruyor ; Bolu’dan 50 kişi iki otobüs ile İsviçre’ye yola çıkıyor, turizm acentaları gazetelere maç için ilanlar veriyordu. Bu heyecan Başkan Erozan’ın demeçlerine de yansıyordu. Maçın sonucu göz önüne alındığında başkanın açıklamalarının takımın tedbiri elden bırakmasına etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. “Fenerbahçe kurulduğu günden bu yana daima hücumda muvaffak olmuştur. Dikkat edilecek olursa müdafaa maksadiyle çıkmış olduğu maç adedinin pek az olduğu görülecektir. Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur.”

    Bolulu Fenerbahçeliler Cenevre yolunda – Aralık 1959 (Fenerbahçe Dergisi’nden)

    Fenerbahçe kafilesi Erozan başkanlığında 19 Aralık’ta Cenevre’ye ulaştı. Erozan, futbol takımı için Türk halkından dua isterken, futbolculara 500 bin liralık prim verdiğini ilan etti.

    Fenerbahçe 23 Aralık 1959’da, 45 gün içerisinde Nice takımıyla oynadığı 3.maçtan, 1-5 yenik ayrıldı. Kaleci Özcan’ın yaptığı hataların gazetelerde konu edildiği maçın, bu sonuçla bitmesinin en büyük nedeni ise yağan aşırı yağmur ile ağırlaşan saha zeminiydi. Son aylarda gerek yönetim gerekse teknik heyet içerisinde baş gösteren huzursuzluklar Nice maçları dolayısıyla buzdolabına kaldırılmıştı. Bu maçtan sonra buzdolabının kapısı açıldı. Bütün sorumluluğu üstüne almanın yürüttüğü görevin bir gerekliliği olduğunu dile getiren Erozan, Nice yönetiminin maçın ertelenmesi yönündeki önerisini prensipte kabul etmiş; ancak bu öneriyi teknik direktör Molnar’a ilettiğinde, kendisinden maçı oynamanın daha avantajlı olacağı karşılığı almıştır. Molnar’ın maçı oynama ısrarı Fenerbahçe’nin elenmesine neden oluyor, kapağı açılan buzdolabından ise “kongre pastası” çıkıyordu.

    Şampiyon Kadınlar

    Fenerbahçe Agah Erozan döneminde amatör branşlarda tıpkı futbolda olduğu gibi başarılı bir dönem geçirdi. Özellikle kadın branşlarına verilen önem dikkatlerden kaçmamaktadır. Erozan döneminde kadın voleybol takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonu olarak çifte kupa ile sezonu tamamlamıştır. Bu takımın efsane oyuncusu Ayten Salih, Erozan’ın kendileri ile yakından ilgilenen bir başkan olduğunu söyler. Kadın basketbol takımı ise İstanbul Şampiyonu olmuş olsa da, Türkiye Şampiyonasını ikinci sırada tamamlamıştır. Erozan döneminde İstanbul Ligi’ndeki 3.sezonunu yaşayan erkek voleybol takımı, İstanbul Şampiyonasını 5.sırada bitirmiştir.

    Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı (Nazmiye Kor arşivinden)

    1959 yılında Boks şubesi İstanbul şampiyonluğunu İETT’ye kaptırarak 2.olmuş, Türkiye şampiyonasında ise 54 kg’da mücadele eden Muammer Sevinti ile altın madalya kazanmıştır. Yelken branşı Erozan döneminde sporcu Zekai Tüker ile Fenerbahçe’ye gümüş madalya getirmiştir.
    Fenerbahçe Atletizm şubesi ise 1959 yılını İstanbul Kulüplerarası Şampiyonası’nda Beşiktaş’ın önünde birinci tamamlayarak üst üste beşinci şampiyonluğunu kazanıyor; aynı yıl genç erkekler, yıldız erkekler, ve Türkiye Kros Şampiyonu da olarak Erozan döneminin başarılı branşlarından biri oluyordu.

    Erkekler Basketbol şubesi İstanbul şampiyonasını 3.olarak tamamlamasına rağmen, Gençlerde ve büyüklerde Türkiye Şampiyonu oluyor, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılıyordu.

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı için Avrupa şampiyonası maceralı başladı. İlk tur kurasında İsrail’in Maccabi Tel Aviv takımı çıkmıştı. 5 Kasım 1959 tarihinde Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA); İsrail şampiyonunun Maccabi olmadığını belirterek, Fenerbahçe’ye devam etmekte olan İsrail Ligi’nin şampiyonuyla 1960 başında oynamayı isteyip istemediğini sordu. 8 Kasım’da Fenerbahçe, Maccabi’yi 1958-1959 İsrail Basketbol Şampiyonu olarak gördüğünü, başka bir rakibi kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonuçta FIBA, Fenerbahçe’nin Maccabi Tel Aviv ile oynaması gerektiğini onayladı. Türk Dışişleri, Fenerbahçe’ye Kudüs’te olmamak koşuluyla İsrail’de bir maç yapma izni verdi. Ancak bu defa Maccabi’nin maç tarihinde sahaya çıkamama sorunu ortaya çıktı. FIBA, 23 Kasım 1959 tarihinde Maccabi’ye 48 saat süre verdi. Bu süre içerisinde Maccabi’nin şampiyonadan çekildiğini açıklamasıyla 1 Aralık 1959 tarihinde FIBA, Fenerbahçe’nin ikinci tura yükseldiğini ilan etti. Fenerbahçe’nin ikinci turdaki rakibi son iki senenin güçlü ekibi Bulgaristan’ın Akademik takımıydı. İlk Maçı 61-69 kaybeden Fenerbahçe, 10 Şubat 1960 yılındaki rövanş maçından da 55-70 yenik ayrılarak kupadan elendi.

    30 Ocak 1960 Fenerbahçe:61-69:Akademik

    Lefter & Can

    Günümüzde “Fenerbahçe tarihinin efsane futbolcuları hangileridir?” sorusunun cevaplarının içinde en çok yer alan isimlerden ikisinin Lefter Küçükandonyadis ve Can Bartu olacağı kesindir. Fenerbahçe tarihinin ilerleyen yıllarda “efsane” olarak anılacak, cenaze törenleri Fenerbahçe Stadı’nda yapılacak bu iki futbolcusu, Erozan döneminde takımı sırtlayan oyunculardı. İki futbolcunun başkan için de özel olduğu, sadece bu iki futbolcu ile ilgili anılarının günümüze kadar gelmesinden kolaylıkla anlaşılabilir.

    Erozan’ın her iki oyuncu ile ilgili anıları Halit Deringör ve İslam Çupi’nin satırları aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Halit Deringör, Erozan’ın “ilk defa Fenerbahçe gibi bir takıma yönetici olmayı yadırgadığını”, bunun sonucundan da futbolcularla “senli benli olup” mesafeyi kapattığını yazar. Deringör’e göre bu durum, Erozan’ın “hoşsohbet ve nüktedan” biri olmasıyla yakından ilgilidir.

    İslam Çupi de Lefter’in Nice eşleşmesinin 2.maçında attığı mucizevi penaltıdan sonra Erozan’ın elindeki viski bardağını döndürerek“o penaltıyı ben bile atamazdım” ironisine köşesinde yer verir. Deringör’ün aktardığı Erozan-Lefter anısı Nice eşleşmesinin 3.maçı için ikilinin Cenevre’de olduğu sırada yaşanmıştır. Erozan; futbolcularla şakalaşan, onlarla arkadaş gibi zaman geçirmektedir. Maç öncesi iskambil kartlarıyla oyunlar yaptığı sırada Lefter’e dönerek: “Yarın gol atarsan seni bara götüreceğim, hem senin Rumcan var bize yardımcı olursun” diyecektir. Bu şaka Lefter’i hem şaşırtıp aynı zamanda da utandıracaktır.

    Erozan’ın Can Bartu ile olan anısı, Bartu’nun “araba sevdası”nın eseridir. 18 Mart 1959 yılında İnönü Stadı’ında oynanacak bir Beşiktaş için Fenerbahçe takımı arabalı vapur ile Kabataş’a geçmiştir. Takım Kabataş’ta sevgi gösterileri ile karşılanır. Can Bartu, Başkan Erozan’ın samimiyetine güvenip arabasını kullanma izni ister. Bartu, arabalara olan merakından başkanının arabasını kullanmak istemiş; isteğinin kabul edildikten sonra geçtiği şoför koltuğundan, önünde giden arabaya çarptıktan sonra inmek zorunda kalmıştır. Takım maça giderken gerçekleşen bu kaza, Erozan’ın müdahalesi ve konumunun etkisi ile tatlıya bağlanır. Devlet arşivlerinde karşımıza çıkan bir belge, Agah Erozan’ın Devlet Malzeme Ofisi’nce ithal edilen arabalardan birini, bu kurumdan satın almasına verilen iznin yer aldığı kararnamedir . Kararname 7 Şubat 1959 tarihlidir ve konu edinilen maç tarihi ile arasında bir ayı biraz aşan bir süre vardır. Her ne kadar marka ve modeli bilinmiyorsa da, Can Bartu’nun dikkatini çeken bu arabanın büyük olasılıkla Erozan’ın kararname ile satın aldığı araç olduğunu söyleyebiliriz.

    1959 yılı sonrası, futbolcuların popüler kültürün bir parçası olmaya başladığı dönemdir. 1960 yılında ligin popüler futbolcuları ile röportajlar yayınlayan Hayat Dergisine göre, röportajı yayınlanan 7 ünlü futbolcudan sadece Can ve Lefter’in otomobilinin olduğu bilinmektedir. Kim bilir belki de Can Bartu araba almaya, Erozan’ın arabasını kullandıktan sonra karar vermiştir.

    Can Bartu ve Lefter Küçükandonyadis

    Olağan Kongre – Fevkalade Kongre

    Agah Erozan, seçildiği kongre dışında, başkanlığı döneminde 2 kongre yaşadı. İlki, geçmişteki kongrelere oranla daha sakin geçen ve daha az tartışmanın yaşandığı 1959 kongresidir. Kongre öncesinde, gruplar birleşip özeleştiri yapacak kadar rahattılar. Birleştiklerini “her yıl gazetelere mevzu olmaktan başka bir işe yaramayan ve kulübümüz için yıpratıcı bir mahiyet taşıyan kongre faaliyetlerini bu sene kendi aramızda halletmek istiyoruz” sözleriyle açıklayıp bu satırların yazarının hislerine tercüman olan gruplar, her sene alışılagelen kongre faaliyetlerini nadasa bırakıyorlardı.

    Erozan ise, bütün branşlarda kulübe şampiyonluk yaşatmış bir başkan olarak Fikirtepe’de 100.000 kişilik bir stad projesi vaadi ve “Fenerbahçe bir bütündür ve bütün kuvvetini bu bütünden almaktadır” sloganıyla kongreye hazır olduğunu gösteriyordu.

    12 Temmuz’da yapılacak kongre öncesinde, kongrelerin önemli aktörlerinden Kavrakoğlu’nun “Fenerbahçe’de muhalefet yok, kongreye tek liste girilecek” beyanatını vermesi ile Fenerbahçe’nin yaklaşan kongresi üzerindeki ilgi neredeyse kaybolmuştu. Erozan’ın yeniden başkanlığına kesin gözüyle bakılıyordu. Tam bu esnada Molnar krizi patladı ve kongre havası tekrar camiaya hakim oldu.

    Faruk Ilgaz-Agah Erozan-Müslim Bağcılar (Vecdi Teker -Paşalı Birol- Arşivinden)

    Sezonun bitimiyle önceden bu kararı aldığı yönetim tarafından bilinen Teknik Direktör Molnar’ın görevine son verildi. Bu kararın alındığı toplantıda daha önce “tek liste” vurgusu yapan Kavrakoğlu, Erozan ile sert tartışmalara girdi. Tartışmaların temelinde Kavrakoğlu’nun yönetimin “aşırı masraf” yaptığı düşüncesi vardı. Ne de olsa Fenerbahçeli Fenerbahçeli’nin kurduydu ve şampiyonlukların geldiği bir sezondan sonra bile kavga edecek bir neden bulunabilir, bulunamadığında da yaratılabilirdi. Kavrakoğlu tartışma sonrasında, kongrede Erozan’ın listesinde yer almayacağını kesin bir dille beyan etmişti. Tartışma basında “kongre sath-ı mailine giriş” olarak tanımlandı ve birkaç gün sonra Erozan ve Kavrakoğlu’nun kongrede şanslarının eşit olduğu tahmini spor sayfalarında yerini buldu .

    Erozan nabız yoklamak için kongreden 10 gün önce başkanlıktan istifa ettiğine ilişkin mektubu yönetim kuruluna verdi. Böylece yönetim kurulundaki arkadaşlarının tepkisini ölçmek istiyor, kongreye gireceği şartları planlamayı amaçlıyordu. Erozan, basına ise “kongreyi rahatlatmak için” istifa ettiğini ve kongreye kadar sade bir yönetim kurulu üyesi olarak görev yapacağını dile getiriyordu. Başkanın bu hamlesi kendisi için olumlu sonuç veriyor; kurul istifayı kabul etmeyerek, Erozan’ın kongreye yönetici arkadaşlarının desteği ile girmesini sağlıyordu.

    Kongre bu şartlar altında başladı. Erozan’a yönetilen tek eleştiri kongre öncesindeki tartışmalardan da tahmin edileceği gibi, “israf” üzerineydi. Kimsenin sportif başarısızlık üzerine söyleyeceği söz yoktu. Erozan, kongre konuşmasında üyelere “başarı-para” denklemi kurarak, “İsraf da laf mı? Fenerbahçe altın bir devir yaşıyor. Tam 9 şampiyonluk. Fenerbahçe kulübü bir spor kulübüdür, yağ ticarethanesi değil” diye sesleniyor, böylece muhaliflerin gardını düşürüyordu.

    Erozan’ın ikinci hamlesi ise zaten elinde olan avantajı kesin zafere dönüştürdü. “İkiliğin kalkmasını temenni ediyorum” diyerek, yıllardan beridir kavgalı olan, aynı yönetim kurullarında yer alsalar bile aralarındaki küslüğün kulüpteki herkesin bildiği Sporel ve Kavrakoğlu’nu kürsüye çıkartıp, onları öpüştürüp barıştırdı. İktidar partisinin 2 üyesi, DP gücünü günden güne kaybederken küs kalmamalıydı. Onları barıştırma görevi de Meclis Başkanvekili Erozan’a düşmüştü. Kongre, sahnedeki üçlüyü çılgınca alkışladı. Erozan bu şartlarla kongreyi kazanıp başkanlığının ikinci dönemine başlayan isim oldu. Seçilen yönetim kurulunda; Kavrakoğlu, Uluğ, Ilgaz görev alan isimlerdendi. Yıllar sonra Kadıköy grubunun ve Fenerbahçe kongresinin önemli isimlerinden Semih Bayülken bu kongre ile ilgili şu demeci verecektir: “Bugüne kadar 27 kongre kazandım. Bir tek mağlubiyetim var, o da Agah Erozan’a”

    Fenerbahçe İdare Heyeti – Dönemin tüm aktörleri bir arada: Müslim Bağcılar, Kavrakoğlu, Erozan, Uluğ, Ilgaz

    Fenerbahçe’de Sona Doğru

    Fenerbahçe 1959-1960 sezonunun ilk 4 haftasında 2 galibiyet 2 beraberlik alarak başladı. Erozan kongreyi kazandıktan sonra Eylül ayına kadar böbrek ameliyatı olduğu Münih’te kalmış; döndükten sonra ligde alınan beraberliklere Csepel karşısında iç sahada alınan beraberlik de eklenince, camiadaki huzursuzluk artmıştı. Futbol takımının bu şartlara rağmen Csepel’i deplasmanda yenip tur atlanması da huzursuzluğun bitmesine yetmemişti. Nitekim kongrenin fitili, yapılan yönetim kurulu toplantısında “tasarruf tedbirleri” konu başlığı altında ateşlendi.

    Bu kez sahnede tekrar İsmet Uluğ vardı. Yönetim kurulunun tasarruf tedbirleri gereği Nice maçı öncesi kamp yapılmasına izin vermemesi ve futbol profesyonel kadrosunda kesintiye gitmesi üzerine Uluğ, Erozan ile tartışıp genel kaptanlık görevinden istifa ediyordu. Tartışmanın boyutları demeç savaşlarına yansıdığı kadarıyla büyüktü. Erozan, Uluğ’un istifasını “Fenerbahçe camiasından 40 umumi kaptan, 100 reis çıkar” diye sıradanlaştırırken, Uluğ ise “İstifama sebep kampa girilip girilmemesi değil, profesyonel kadronun 13’e indirilmesidir. Reis ‘40 umumi kaptan, 100 reis çıkar diyor’ Bu sözün eksik tarafı Agah Bey gibi umumi kaptanın 40 değil, 800 Fenerbahçe azası içerisinde 799 tane olduğudur.” demeciyle köprüleri atıyordu. Uluğ’dan sonra genel kaptanlık görevini Kavrakoğlu devralıyor ve Yönetim Kurulu, Karagümrük karşısında alınan 2-0’lık yenilgi sonrasında Nice maçlarının bitimiyle olağanüstü kongreye gitme kararı alıyordu.

    Nice eşleşmesinin 3.maça kalması üzerine ara verilen kongre tartışmaları; bu maçta alınan 1-5’lik yenilginin, ligde Beşiktaş ve Göztepe’ye karşı alınan yenilgilerle birleşmesiyle tekrar alevlendi. Fenerbahçe muhalefetinin, kongreyi kazanmak için, kulübü yönetenlerin siyasi ya da toplumsal kimliğini dikkate almaksızın, DP’ye mensup milletvekillerinden birinin başkan adayı olarak aramaya başlaması bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Nitekim son kongreden sonra uyum içerisinde çalışmaya başlayan Erozan-Kavrakoğlu ikilisine karşı bu defa DP Antalya Milletvekili Atilla Konuk başkanlık için muhalif grupların radarına girmiştir.

    1960 Ocak ayı kongre tartışmalarının yeniden başlayıp sonuçlandığı aydır. Uluğ’un sert muhalefeti, Kavrakoğlu’nun idareyi ele alması, Erozan’ın kongreye gitmeyi kabul edip aday olmayacağını açıklaması bu ay içerisinde gelişen olaylardır. Bu ay içerisinde muhalif gruplar Atilla Konuk’tan vazgeçerek yeni bir adayın adını ortaya atmışlardır: DP Ordu Milletvekili Atıf Topaloğlu. Bu ismin Menderes tarafından da kabul gördüğü gazete sayfalarına yansıyordu. Kısa süre içerisinde bu iki ismin de üzeri çizilecek, iktidar partisinden başkan adayı aramakta olan Fenerbahçe muhalif grupları, Menderes’in önerisini kabul edecek, böylece Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Medeni Berk’in adaylığı kesinlik kazanacaktı. Adaylığın açıklandığı 23 Ocak 1960 tarihinde kulübe üye bile olmayan Medeni Berk; 18 Şubat’ta üye olmak için kulübe başvuracak , 6 Mart’ta yapılan seçimi kazanıp başkanlık görevi Agah Erozan’dan devralacaktı. İki başkanın görev yaptığı bu sezonun sonunda şampiyonluk ipini ise Beşiktaş göğüsleyecekti.

    “Türkiye’de Tanınmak Neymiş…”

    Agah Erozan başkanlıktan ayrıldıktan sonra, Meclis’teki başkanvekilliği görevine geri döndü. 27 Mayıs askeri darbesine kadar da bu görevini sürdürdü. Erozan, 6 Temmuz 1958’den 6 Mart 1960’a kadar 609 gün Fenerbahçe başkanlığı yapmış; bu dönemde Fenerbahçe futbol takımı yaptığı 104 maçta 299 gol atıp, 76 golü kalesinde görmüştür. Erozan’ın Fenerbahçe’si, günümüzün lig organizasyonunun ilk şampiyonu olmuş, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını almıştır. 1959 Yılında, Türk spor tarihinde ilk kez bir spor kulübü üç ana branşta birden şampiyon olmuştur.

    OrganizasyonOGMBAY
    Özel Maç32261512226
    Özel Kupa7610224
    İstanbul Ligi181404477
    Türkiye Ligi42343510028
    Avrupa Ş.K.Kupası5221811

    Meclis Başkanvekili iken Fenerbahçe’ye başkan olan ve bu durumun dönemin muhalif mizah yazarı Aziz Nesin tarafından “Meclis başkanvekili desen kimse tanımaz. Fenerbahçe Başkanı desen memedeki çocuklar bilir.” şeklinde tarif ettiği durum için Agah Erozan’ın yaptığı tespit; hem spor kulüplerinin toplumsal hayata ve siyasete etkisini, hem de Fenerbahçe başkanlığı ünvanının ne kadar büyük bir sorumluluğu da bünyesinde barındırdığını göstermesi açısından önemlidir. Bir diğer deyişle geleceğe ışık tutacak niteliktedir.

    “Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Fatih Kaymakamı oldum. Milletvekili oldum. Parlamentoya girdim iç tüzüğü hafızladım. Bana ‘hafız’ dediler. Sonra parlamento başkanı oldum. Ama beni çok az kişi tanıdı. FB başkanı olunca adeta şaşırdım. Yüz numaraya girerken çıkarken bile manşetlere çıktım” , “Türkiye’de tanınmak neymiş ben Fenerbahçe’ye başkan olunca öğrendim.”

    Yassıada

    Agah Erozan’ın hayatı 27 Mayıs sabahı tüm DP’lilerinki gibi değişti. On yıl önce yine bir mayıs sabahı başlayan siyaset macerasının sıradaki durağı İstanbul’daki Davutpaşa kışlası, son durağı ise uzun yargılamaların gerçekleşeceği Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada olacaktı.

    Durum Agah Erozan özelinde böyleyken, 27 Mayıs darbesi Fenerbahçe’yi de etkiledi. Kulüp on yıldır DP’lilerce yönetiliyordu ve mevcut başkanı Medeni Berk tıpkı Beşiktaş ve Galatasaray’ın başkanları gibi DP milletvekiliydi. Fenerbahçe’nin Ankara’daki bürokratik işlerini yürüten ve kulübü başkentte temsil eden Naci Barlas, yayınlanmamış anılarında ihtilal havasının kulübe etkisinden şöyle bahseder: “Ankara’ya döndüğüm zaman bir de baktım ki 27 Mayıs ihtilali Demokrat Parti ile beraber Fenerbahçe kulübüne karşı yapılmış. Normal olarak bütün idareye el koymuş olan askeri idare spor teşkilatını baştan sonra değiştirdi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun başına birer albay getirilmiş. Bunlar normal gibi gözükse de Yassıada’ya giden milletvekillerinin yarısı Fenerbahçeli. Meclis Başkan Vekili Agah Erozan eski Fenerbahçe başkanı. Medeni Berk hali hazırda Fenerbahçe başkanı. Menderes Fenerbahçe sempatizanı. Osman Kavrakoğlu eski Fenerbahçe Başkanı. Şimdi burada söylediklerim benim intibaım veya tahminim değil. İhtilalin Jandarma Genel Komutanı yaptığı General Abdürrahim Doruk benim amcamdı. Ben Ankara temsilcisi olarak federasyon ile beden terbiyesi ile boğuşuyorum. Kendisine maruz kaldığımız haksızlıkları anlatınca bana: ‘Fenerbahçe, DP ağırlıklı ve sanki bu ihtilali tasvip etmiyormuş ve ihtilale karşıymış intibaı var askerlerde’ diye söylemişti.”

    Darbenin gerçekleştiği 1959-1960 sezonunda Beşiktaş’ın ardından ikinci olan Fenerbahçe’nin; 12 takımın katıldığı ve askerlerin, darbenin lideri adına kamuoyundan sempati kazanmak amacıyla düzenlediği “Cemal Gürsel Kupası” kupasına katılmasına ve finalinde Galatasaray’ı yenip şampiyon olmasına rağmen darbe yönetimi ile yıldızı barışmadı.

    Kulüp, 1960-1961 sezonunda Galatasaray ile çekişirken askerlerle ilişkileri geren bir dizi olay gerçekleşti. Önce, 1.Ordu Komutanı Cemal Tural’ın kulübü ziyaretinde duvarda asılı olan Menderes fotoğrafına verdiği tepki olay oldu. Sonra boşalan Fenerbahçe yönetimini seçmek için yapılan kongrede 2. başkanlığa Yassıada sanıklarından Dr.Fahri Atabey’in seçilmesi ile ilişkiler iyice gerildi. 5 Mart 1961’de İstanbul’da oynanan Gençlerbirliği maçından sonra ise kopma noktasına geldi. Hakem kararlarının “hatalı”dan “kasıtlı”ya evrilmesi sonucu çıkan olaylardan sonra askerler, “Fenerbahçe’yi sportif faaliyetlerden men etmeyi” gündeme getireceklerdi.

    Erozan Yassıada’daki hücresinde

    Fenerbahçe Başkanı Yatağını Yapmaz

    Fenerbahçe cephesinde 27 Mayıs gelişmeleri olarak bunlar yaşanırken Agah Erozan darbe sabahı diğer DP milletvekilleriyle beraber tutuklandı. Erozan ilk olarak Davutpaşa Kışlasına götürüldü. Buradaki günleri ile ilgili dönem basınında yer alan haberde, “Davutpaşa kışlasının en neşeli ismi Agah Erozan, koğuş arkadaşlarına bilhassa Fenerbahçe’nin istikbalinden bahsetmektedir” denilmekteydi. Agah Erozan Davutpaşa kışlasından sonra, askeri idarenin DP iktidarını yargılamak için seçtiği Yassıada’ya gönderildi. Onun için zor günler bundan sonra başladı. Tutukluların Yassıada’ya gönderildiği Yeşilyurt’ta askerler tarafından şiddet görenlerden biri de Erozan’dı. “Alçak Herif, İsmet Paşa’yı meclisten kovarsın, Fenerbahçe’yi bu hale sokarsın ha” sözleri eşliğinde saldırıya uğrayan Erozan’a, Yassıada vardıklarında uygulanan şiddet daha da artmıştır.

    Milletvekili arkadaşı Mithat Perin yaşadıklarını aktarırken Agah Erozan’ın başına gelenleri şöyle aktarır: “Agah bir dayak sağanağına tutulmuştu. ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye tekraren bağırarak kurtulmaya çalışıyordu. Geçirdiği kriz sonrasında bayılmış, baygınken ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye sayıklamaya devam ediyordu. Verilen ilaçlarla ancak sakinleşebilmişti.” Perin, yaşadıklarından sonra Agah Erozan’ın “Bunlar bizi asacaklar” dediğini ve “asılma” lafını ilk kez ondan duyduğunu not düşer.

    Erozan’ın Adnan Menderes ile ilgili öngörüsü de aynı yöndeydi . Bu iki öngörüden Erozan’ın ruh haline hakim olan karamsarlık açıkça farkedilebilmektedir. Erozan’ın Yassıada’ya gelişinde gördüğü kötü muamele adanın komutanı olan Yarbay Tarık Güryay’ın müdahale etmesini gerektirecek kadar şiddetlidir. Bu şiddet, Güryay’ın Erozan’a tekme atan yüzbaşıyı “tevkif ettirmek” zorunda bırakacak boyutlardadır. Erozan’ın Yassıada’da duygulandıran anlardan biri Fenerbahçe başkanlığı yaptığı için kendisine beklenmedik bir anda gösterilen saygı olmuştur: “Yassıada’da iken tutuklu milletvekilleri yataklarını kendileri yaparlardı. Bir gece bir gedikli yanıma geldi. ‘Merhaba Agah Bey’ dedi. Bu görevlinin beni Meclis’ten tanıdığını düşünerek ben de ‘Merhaba’ dedim. Ama hiç tanımıyordum. Gedikli, hemen arkasına döndü, onbaşıya seslendi. ‘Onbaşı bana bir er gönder, Fenerbahçe başkanı yatağını yapmaz’ İşte bu olay beni hayli mütehassıs etti dostlarım. Bunun için Fenerbahçe büyük bir kulüptür.”

    Erozan Yassıada’da duruşma salonuna yürürken.

    Mahkeme ve İdam Kararı

    Tutukluların bu şartlar altında tutuklu olduğu olduğu Yassıada’da “Yüksek Adalet Divanı” adıyla kurulan mahkemede 19 ayrı davaya bakıldı. Agah Erozan bu davaların en önemlisi olan 401 sanıklı “Anayasayı İhlal Davası”nda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı’ndan sonra 19 numaralı sanık olarak yargılandı. Savcılar kendisine yönelttikleri suçlamaların temelini “Meclis başkanvekili sıfatıyla başkanlık divanında ve yönettiği oturumlarda tarafsız olmaması” üzerine kurmuşlardı.

    Duruşmalarda, muhalefet tarafından verilen önergelerin gündeme alınmaması ile suçlanan “Riyaset (Başkanlık) Divanı”nın üyesi olarak sorgulamaya tabi tutuldu. Aldığı kararların ve yönetiminin “Partizanca” olduğu ve demokratik yönetime değil partisine hizmet ettiği, “yeterli çoğunluk olmadan oylamaları yaptırıp taraflı yönetim sergilediği iddia edildi. Mahkemenin Erozan’ın tarafsızlığını özellikle sorguladığı olay muhalefet partisi CHP için bir tahkikat komisyonu kurulmasına yönelik önergenin görüşüldüğü oturumdaki yönetimidir. DP tarafından verilen önergede CHP; iktidarı, Türk kadınlarını, dost ve müttefikleri kötülemekle, halkı hükümete karşı isyana teşvikle ve orduyu siyasete karıştırmakla suçlanarak, parti hakkında 15 milletvekilinden oluşan bir tahkikat (araştırma) komisyonu kurulması teklif ediliyordu. Mahkeme bu komisyonu muhalefeti fiilen ortadan kaldırmak olarak değerlendiriyordu.

    Erozan savunmasına bu komisyonun kurulmasına “muhalefet şerhi” koyduğunu dile getirerek başladı: “Bunun bir şiddet tedbiri olacağı, huzursuzluk yaratacağı hususu üzerinde mutabık kaldık. Riyasette olduğum için oy da vermedim. Grupta kabul edildiğinde de grupta değildim. Bunları Bir gün Yassıada’ya geleceğimi hesap ederek yapmadım. Nizamnameye hürmetimden ve vicdanımın sesine uyarak yaptım”


    Erozan’a göre Meclis içtüzüğünde yapısal sorunlar vardı ve bu yapısal sorunlar DP öncesi dönemlerin mirasıydı. Erozan bu durumun düzeltilmesi için hukuk fakültesinden hocası olan Anayasa Profesörü Sıddık Sami Onar’ı ziyarete gidişini, meclisin daha demokratik bir yapıya kavuşması için gösterdiği çabanın bir göstergesi olarak, savunmasında şu ifadelerle aktarır: “1959 yılında üniversiteden hocam Sıddık Sami Bey’e gittim. Bizzat makamında ziyaret ettim. Kendisine meclis içtüzüğünü verdim. ‘Bunda çok eksikler var, bilhassa genel görüşme konusunda. Genel görüşmelerde milletvekillerinin daha serbestçe konuşmasını sağlayacak bir zemin hazırlamak lazım’ dedim” Üniversiteler ile DP’nin kavgalı olduğu bu dönemde Erozan’ın bu girişimi sonuçsuz kalacak; Profesör Onar, darbeden sonra askeri yönetimin yeni anayasayı yapması için göreve çağırdığı üniversite hocalarının başında yer alacaktır.

    Agah Erozan ve diğer sanıkların 11 Mayıs 1961’de başlayan yargılamaları, 5 Eylül 1961 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme Erozan’ın savunmasını yeterli bulmadı. Duruşmalar sürerken Hakim Salim Başol’un kendisi hakkında yaptığı “İmrendiğiniz demokrasilerde bu makama (Meclis başkanvekilliği) geçecek kimseler partileri ile alakalarını kesiyorlar. Haydi bizden evvelkiler kesmedi, biz de kesmedik diyelim. Ama hiç değilse fiilen mümkün olduğu kadar tarafsızlığınızı muhafaza etmeniz gerekirdi.” yorumu karara da yansıdı ve Sanık Erozan; “1950’den beri anayasayı ihlal eden bütün kanunlara müspet oy vermiştir. Sanık meclis müzakerelerini reis vekili sıfatıyla idare ederken tarafsız hareket ettiği yolundaki müdafaası varid görülmemiştir. Sanığın fiil ve hareketi anayasayı ihlal suçuna asli iştirak mahiyetindedir.” denilerek idama mahkum edildi. Böylece Yassıada’nın ilk günlerinde “bunlar bizi asacak” kehaneti doğru çıkıyor; Erozan, 15 arkadaşı ile birlikte idama mahkum oluyordu.

    Erozan’ın Yassıada duruşmaları başlamadan soruşturma komisyonuna yaptığı savunmanın kapak sayfası (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinden)

    Fenerbahçe Vapuru

    Kararlar açıklandıktan sonra Erozan, idamlık koğuşlara doğru giderken; beraat eden az sayıda sanık ve yakınları acı bir rastlantı sonucu “Fenerbahçe” vapuru ile İstanbul’a yola çıkıyor, Erozan ise idam edilmeyi beklemeye başlıyordu.

    27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve daha sonra kendisine “Milli Birlik Komitesi” adını veren askerler, sadece 3 kişinin idam cezasını onayladılar. Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Eski Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Eski Bakanı Hasan Polatkan infaz edildi. Erozan ve 11 idam mahkumu arkadaşının ise korktukları başlarına gelmedi ve cezaları ömür boyu hapse çevrildi. DP politikalarının zaman zaman demokrasiye ve yurttaşlar arasındaki eşitlik ilkesine ters düştüğü, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduğu söylenebilir. Ancak Yassıada yargılamalarının “adalet” kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceği bugün kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu nadir konulardandır. Özellikle idamların ülkenin geleceğine negatif etkisi yadsınamaz bir gerçektir.

    Erozan’ın hayatının sonuna kadar tutuklu kalacağı yer olarak Kayseri Bölge Cezaevi seçilmişti. Erozan, 1961’den 1964’e kadar bu cezaevinin 4 numaralı hücresinde kaldı. Ancak birçok arkadaşı gibi zamanla onun da sağlık sorunları baş göstermiş, bu sebeple “sürekli hastalık raporu” almıştı. Yerel hastaneden aldığı bu raporun Adli Tıp Kurumu tarafından da onaylanmasıyla tahliye edilme ihtimali belirmişti. Bu ihtimal, hakkında verilen sağlık raporlarını inceleyen Cumhurbaşkanı Gürsel’in onayıyla gerçeğe dönüştü ve Erozan tahliye edildi.

    Erozan tahliye edildikten sonra Kadıköy’e yerleşti. Bir süreliğine çalışma hayatının ilk yıllarında yaptığı öğretmenlik mesleğine geri döndü. Çamlıca ve Kadıköy Kız liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Serbest avukatlık faaliyetlerinde bulundu.

    Fenerbahçe’den Kopmadı

    Erozan cezaevinden çıktıktan sonra da Fenerbahçe ile ilgisini hiç kesmedi. Maçları tribünden izlemeye devam etti. Hakemi kastederek “neden bu siyahlıya Fenerbahçe forması giydirmediniz?” gibi sorular sorduğu rivayet edilen Erozan’a, Fenerbahçe’nin aldığı kötü sonuçlardan sonra taraftar tarafından “yeniden başkan ol” çağrısı bile yapıldı. İnönü Stadında 19 Eylül 1965’te oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kaybettiği Vefa maçı sonrası yapılan bu çağrıya “bizden geçti, görevi devrettik” diye karşılık veren Erozan, Fenerbahçe mali ve genel kongrelerini hiç kaçırmadı. Kulübün akil insanlarından biri olarak kimi zaman anılarını anlattı, kimi zaman da tavsiyelerde bulundu.

    1973 yılı mali kongresinde ortaya koyduğu öneri kırk yıl sonra hayata geçecek ve her yıl yapılan kongrelerde enerji kaybeden Fenerbahçe; başkanını, Erozan’ın önerdiği gibi 3 yılda bir seçmeye başlayacaktı. Erozan, Fenerbahçe yönetimlerinin eski başkanları bir araya getirip fikirlerine başvurduğu toplantılara katılmayı da ihmal etmeyecekti.

    Erozan tahliye olduktan sonra aktif olarak politika ile ilgilenmedi. 1974’e kadar siyasi yasaklı olarak kaldı. Bu tarihte kendisiyle birlikte 295 eski DP’linin siyasi yasaklarının affedilmesine rağmen politikaya girmedi. Kendi deyimiyle, “başına gelenlerden sonra politikaya girmek hatta bu kararı almak bile kolay değildi”. Bir “merkez sağ parti” geleneği olarak, DP’nin devamı olan Adalet Partisi’ne (AP) eski arkadaşlarıyla beraber üye olmasına rağmen aktif siyasete hiç girmedi. Siyasette gençlerin önünü açan hareketleri destekledi.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 23.Başkanı, 2 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Mezarı, ölümünden 34 yıl önce, bugünkü Türkiye Süper Ligi’nin ilk şampiyonluk maçında Galatasaray ağlarına giden Fenerbahçe’nin 4.golünden sonra bacaklarına sarılan ve o günden sonra Fenerbahçeli olan “Vecdi” adlı bir çocuk tarafından her yıl ziyaret edilmektedir.

    Fenerbahçe Başkanları – 1966

    Son Söz

    Agah Erozan’ın “Fenerbahçe’nin başına, kulübün toplumdaki etkisi ve popülaritesinden faydalanmak için iktidar partisi DP tarafından atanmış bir politikacı” olduğu; dönem ile ilgili bilgi veren kaynaklarda sıkça yer alan bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeye karşı çıkmanın tarihi gerçekleri reddetmek olacağı açıktır.

    Sadece bu dönemde değil, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yöneten iradeler çoğunlukla ülkeyi yöneten irade ile paralellik göstermiştir. Ancak okuduğunuz satırlarda da yer bulduğu gibi bu durum sadece Fenerbahçe’ye özgü değildir. 27 Mayıs gerçekleştiğinde İstanbul’un 3 büyük kulübünün de başkanı milletvekilidir.

    Kulüp başkanlarının ülkeyi yöneten siyasi parti bünyesinden olması aslında sadece partilerin değil kulüplerin de yarar sağlamayı amaçladığı bir “karşılıklı fayda” yöntemidir. Son tahlilde Agah Erozan DP’li bir politikacı olduğu için Fenerbahçe Başkanı olmuştur. Bugün ise tarih Agah Erozan’ı, Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur” ve “Türkiye’de tanınmak neymiş, Fenerbahçe’ye başkan olunca anladım” diyen Fenerbahçe Başkanı olarak yazmaktadır.

    “Agah Erozan, hakemleri futbolcu zannedecek kadar futboldan anlamamaktadır”, “Yurtdışı deplasmanlarında ‘ekmek arası pastırma’ yiyecek kadar boğazına düşkündür”, “Agah Erozan, Fenerbahçe’ye başkan olmadan önce Galatasaray Lisesi’nde vekil öğretmenlik yaptığı için Galatasaraylıdır ” Agah Erozan ile ilgili dönem kaynaklarında yer alan ve bu satırların yazarınca hafif tabirle “haksız” olarak nitelendirilen değerlendirmelere rastlanmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Agah Erozan futboldan ve spordan anlamaktadır. Fenerbahçe başkanı olmadan çok önce maçlara gitmektedir. Hatta maçları izlediği tribün bile bilinmektedir. 1950’lerde, Fenerbahçe ile tarihi ve organik bağları olan semt, Moda’da oturmaktadır. Erozan, sadece futbolda değil amatör branşlarda da şampiyon bir başkandır.

    Günümüzde spor kulüplerine olan aidiyetin, bir siyasi partiye olanından çok öte bir üst kimlik tanımı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla Agah Erozan için yapılan bu “haksız” değerlendirmeler dönemin siyasi atmosferinden etkilenerek yapılmışlardır. O atmosfer içerisinde “Fenerbahçe’ye bir karış toprak kazandırmadılar” denilen başkanların kazandırdıkları kupalar ve şampiyonluklar; bugün spor endüstrisi içerisinde Fenerbahçe’yi büyük yapan, kulüp ekonomisine katkı sağlayan ve sağlamaya devam edecek olan unsurlardır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu