Etiket: Barış Eymen

  • Doktor Ayten Salih

    Doktor Ayten Salih

    Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi“nin “Beden Eğitimi ve Spor” özel sayısında Barış Eymen ve Barış Kenaroğlu imzasıyla yayınlanan yazı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Türkiye’de Kadınların Spor Sahalarında Görünmesi ve Ayten Salih Berkalp

    Barış Eymen, Barış Kenaroğlu

    Modern Sporların Ülkemize Girişi

    Türk kadınının spor sahalarında görünmesi Osmanlı döneninden itibaren başlamış bir süreçtir. Özellikle modern sporların yapılmaya başlanmasından bir süre sonra kadınların da söz konusu sporların bazılarıyla ilgilenmeye başladıklarını görürüz. Ülkemize modern sporların girişi genellikle 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve sonrasına rastlar. Modern sporlar denince, öncelikle jimnastik, futbol, atletizm, grekoromen güreş, boks, bisiklet, yüzme, tenis, hokey, kriket, basketbol, voleybol, kayık ve yelken yarışları vs. gibi branşlar gelir.

    Öncelikle modern olan nedir; ona bir bakmak lazım. 18. Yüzyıl sonları ve 19 yüzyıl başlarında Osmanlı Türkiye’sinde birçok müessesenin tıkandığını işlevini yitirdiğini görüyoruz. Artık birçok alanda Avrupa’dan geri kalınmıştır.  Bu durumda devlet adamları çözüm arayışına girmişlerdir. Neticede gelinen nokta şu olmuştur:

    “Avrupa ülkeleri ile rekabet edeceksek kendi insanımızı en donanımlı şekilde yetiştirmeliyiz. Bu da çağın gereği gibi eğitim veren okullar açmakla olur. O zaman model Avrupa olacaktır.”

    Bu anlamda bir örnek verelim. Mesela Fransız eğitim sistemini model alan ve müfredatı da Fransız okullarına uygun bir yöntem kullanacaksınız. Fen bilimleri ağırlıklı müfredatı birebir aldığınızda ülkenizde bir Fransız Okulu kurmuş olursunuz. Buna karşılık o müfredata Türkçe, Türk Tarihi, Arapça, Farsça, Din Dersi ilave ettiğinizde artık bu müfredat çerçevesinde bir Fransız okulu olmaktan çıkıyor. Yerli motifler işin içine giriyor. Böyle olduğunda gençler yerli kültürden de uzaklaşmamış oluyorlar. İşte model birebir alındığında buna batılılaşma diyoruz. Yerli motifler katıldığında ise modernleşme diyoruz.

    Modern sporlar açısından buradan çıkaracağımız sonuç şudur: Modern eğitim alarak yetişen gençler modern spor dallarıyla tanıştıklarında ilgi gösteriyorlar, kolayca benimsiyorlar ve uygulamada da başarılı olabiliyorlar. Modern sporların ilk yapıldığı şehirler olarak İstanbul, İzmir, Selanik’i gösterebiliriz.

    Öncelikle yabancıların durumuna bir bakalım. Kapitülasyonların sağladığı imtiyazlardan yararlanarak koloni halinde yaşayan aileler sık sık çayırlara ve mesire yerlerine giderek kendi aralarında çeşitli spor dallarını icra ediyorlar.  Bunlara ilave olarak Osmanlı limanlarını ziyaret eden İngiliz savaş gemileri personelinin şehirde bulundukları zaman diliminde spor müsabakalarına katılıyorlar. Özellikle takım oyunlarında yeterli sayıda sporcu bulamayan aileler gayrimüslimleri de oyunlarına ortak ediyorlar.

    Zamanla Türkler de bu spor dallarıyla ilgileniyor. Türk gençleri sporu bir eğlenceden öte sağlıklı bir vücuda sahip olmanın aracı olarak da görüyorlar. Nitekim idmancı ve idmancılık kavramı sık sık kullanılıyor ve giderek yaygınlaşıyor. II. Abdülhamid döneminden itibaren gençlerin hem zihin hem de beden sağlığı için spor yapmanın yararları gazete sütunlarında yer alıyor. Yapılan sporlar gençler arasında ilgi gördüğü gibi halk da seyir amaçlı olarak ilgi gösteriyor.

    İlk Kadın Sporcularımız

    II. Meşrutiyetle beraber idmancılık hem zihin hem de beden sağlığı yanında aynı zamanda savaşa her zaman hazırlıklı olmanın gereği olarak da önemsenecektir. Ayrıca spor etkinlikleri artacaktır. Spor bayramı adıyla düzenlenen organizasyonlarda her dalda sporcular birbirleriyle rekabet edecektir. Bu bağlamda 1911 yılı spor bayramında Türk kadın sporcuların da yer aldığını görüyoruz. Kadınlar arası sürat yarışlarına katılan Besime Hanım birinci, Macide Hanım ikinci olmuştur. Besime ve Macide Hanımları ilk Türk kadın atletler olarak tanımlayabiliriz.

    Türk spor tarihi yazımına büyük katkılar sunan İdman mecmuası, 3 Temmuz 1330 (1914) tarihli 35. sayısı ile yayın hayatına veda etti. Derginin 5 numaralı nüshasında “Anadolu Hisarı İnas Mektebi talebâtı İdman Yurdu koşu müsabakasında” altyazılı bir fotoğrafta kız öğrencilerin Union Club sahasındaki yarışı görülüyordu.

    Takip eden senelerde Birinci Dünya Savaşı kaybedildi. Millî Mücadele kazanıldı. Ve Osmanlı İmparatorluğu, yerini Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı. Genellikle İstanbul merkezli olarak düzenlenen sportif faaliyetler olduğu gibi Cumhuriyet’e intikal etmiş ve kulüpler, diğerlerinin de katılımıyla Osmanlı döneminde başlayan rekabetlerini Cumhuriyet döneminde de sürdürmüşlerdir. Bu defa sporun ülke geneline yayılması da önemsenecektir.

    İdman’daki fotoğrafın yayınlanmasından 13 sene sonra, Türk futbolunun “Şiir” lakaplı, kulüp gezgini, meşhur siması Refik Osman (Top) Bey’in “Heyet-i Tahririye Müdürü” olduğu “Gol” dergisinin 19-20 numaralı nüshasındaki bir fotoğrafın altyazısında ise şu cümle göze çarpıyordu:

    “Genç kızlarımız spor âlemine atılırken; ilk şayan-ı takdir adım”

    Bu adım 12 Şubat 1926 günü, 1913 yarışı ile aynı yerde, Kadıköy’deki (bugünkü Fenerbahçe Stadyumu) İttihat Spor Kulübü Sahası’nda yapılan “Cumhuriyetin ilk kadın atletizm koşuları” idi. Dönem gazeteleri derlendiğinde günün öyküsü okuyanların gözünde şöyle canlanıyordu:

    O gün saat on buçuktan itibaren seyirciler gelmeye başlamışlardı. Genç hanımların koştuklarını görmek hususi bir zevk uyandıracağı için olacak ki şimdiye kadar hiçbir atletizm müsabakasında görülmeyen bir kalabalık vardı.

    Saat on bire doğru, sporcu hanımlar yanlarında Ömer Besim (Koşalay) Bey bulunduğu halde göründüler. Ömer Besim Bey, daha önce bu tip yarışlarda emsaline rastlanmamış kalabalığı görünce, yarı şaka, yarı ciddi ‘Anlaşıldı’ dedi, ‘Bir daha atletizm müsabakaları tertip edildiği zaman mutlaka hanımların da teşrik edilmesi lazım!’

    Müsabaka kalabalığın gösterdiği alaka ve heyecanı tamamıyla tatmin edecek bir cereyan almakta gecikmedi. Zira birkaç günden beri koşuya iştirak edeceklerinden bahsedilen yirmi kadar hanımın soyunma odalarına girip de hazırlanmaları lazım geldiği zaman hanımlar arasında bir telaş, bir heyecan hâsıl oldu. Oraya buraya dağıldıkları, ötede, beride heyecanlı heyecanlı koşuştukları görüldü. Anlaşılan hanımlardan bazıları spor eşyalarını evde unutmuşlardı.

    Bu arada Ömer Besim Bey de İttihat Kulübü’nün bir ucundan diğerine koşuyor, hanımları toplamaya ve müsabakaya sokmaya çalışıyordu. Bütün bu faaliyete rağmen, koşuya iştirak etmeleri lazım gelen yirmi hanımdan ancak yedisi meydana çıkabilmişti.

    İttihat Spor Kulübü’nün küçük binasının kapısından çıkan hanımlar fotoğrafçıların hücumuna maruz kaldılar. İkdam gazetesi muhabiri saha içinde ve hanımların etrafında gerek amatör, gerekse profesyonel on dört objektif saymıştı. Tribündekilerle beraber bu sayı yirmiyi geçiyordu. Besim Ömer Bey’in ‘Haydi!’si sporcuları fotoğrafçılardan kurtardı. Hanımlar, meydana çıktılar, sıralandılar, herkes dikkatle bekliyordu.

    İki koşu yapılacaktı. Biri 60 metrelik sürat, diğeriyse 300 metrelik mukavemet koşusu… Sürat koşusuna üç atlet katıldı: Nermin Hanım, Emine Hanım ve Safiye Hanım.

    Unvan Bey’in el çırpmak suretiyle verdiği işareti müteakip üç hanım fırladılar. Başlangıçta birinciliği temin eden Nermin Tahsin Hanım altmış metre müsabakayı 11.10’da koşarak birinciliği muhafaza etti. Bir metre farkla Emine Hanım ikinciliği ve Safiye Hanım da üçüncülüğü kazandılar. Nermin Hanım’a niçin birinci geldiği sorulduğu zaman : ‘Çalıştım, bir haftadan beri antrenman yapıyordum’ dedi.

    Biraz sonra 300 metrelik mukavemet koşusu yapıldı. Bu koşuya beş atlet katıldı: Mübeccel Hanım, Yeliz Hanım, Nermin Hanım, Minnoş Hanım ve Mürüvvet Hanım.

    Bu müsabakada birinciliği Mübeccel (Argun) Hanım iyi bir koşudan sonra kazandı. İkinciliği yine Nermin Tahsin Hanım aldı. Mübeccel Hanım hakiki bir sporcu idi. Ne gibi sporlarla meşgul olduğu sorulduğunda ‘Çok eskiden koşardım, şimdi British School spor asistanıyım. Her spordan bir parça yaparım. Hokey oynarım. En ziyade istidadım hokey oynamaktadır’ dedi.

    Atletizm Federasyonu Başkanı Unvan Bey’in verdiği madalyalardan başka ‘bütün idmancıların kalbinde hürmetle yaşayan idmancılar şeyhi Faik (Üstünidman) Hoca tarafından birinci gelenlere verilmek üzere gönderilen’ ödüller de sporculara takdim edildi. Gazeteler “Büyük bir haz ile kaydedeceğimiz nokta, 12 Şubat 926’nın Türk sporculuğu tarihinde sayılı ve kıymetli bir tarih olduğudur” derken, Türk atletizm sahasının yeni sporcularına takılmayı da ihmal etmemişlerdi: “Herhalde hanımlarımız arasında böyle müsabakalar yapılması hiç de fena değildir. Ancak hanımlarımız da gelecek koşularda spor pantolonlarını veyahut ayakkabılarını evde unutmamayı şimdiden hatırlatmayı da faydasız bulmuyoruz.”

    Üç sene sonra, gazete sütunlarında “belki de dünya spor tarihinde bir ilk”in haberi yayınlandı. İstanbul voleybol şampiyonasını konu alan metinde, Fenerbahçe erkek voleybol takımının kadın sporcusu Sabiha Rıfat (Ecebilge Gürayman) Hanım’dan da bahsediliyordu:“(…) Fenerbahçe takımı, geçen turnuvaya ‘Ateş’ namı altında iştirak ederek bütün rakiplerini büyük farklarla yenen oyunculardan müteşekkil olduğu için, birincilik maçlarında da şampiyonanın en kuvvetli namzetlerindendir. Fenerbahçe takımının hususiyetlerinden biri de oyuncuları arasında Sabiha Rıfat Hanım’ın bulunmasıdır. Sabiha Hanım, erkeklerle birlikte cemi ve resmi sporlara iştirak eden ilk hanım olduğu için, Fenerbahçe’nin bu yeniliği, spor tarihimizde başlı başına bir inkılap teşkil etmektedir. Sabiha Hanım, şampiyon arkadaşları arasında oynamaya layık olduğunu gösteren bir nüfuzu nazar göstermektedir.”

    Bu fevkalade önemli olayı kayda geçiren bir resim, Milliyet gazetesinde yayınlandı. O gün erkek takım arkadaşlarının kollarına girerek fotoğraf çektiren Sabiha Hanım, yaklaşık yarım asır sonra, 1973 yılında aynı gazetede Güngör Gönültaş’a uzun bir röportaj verecek ve o günleri şöyle anlatacaktı: “Okulda 350 erkek öğrencinin arasında iki kız talebe idik. Melek ve ben. Önceleri merakla izleniyorduk. Ama giderek her şey değişti. Artık erkek arkadaşlarımla spor yapabiliyordum. O yıllar Galatasaray ile Fenerbahçe takımları vardı. Birinci yılın sonunda okulun voleybol takımına seçildim. Sonra Fenerbahçe Kulübü’ne kaydedildim. İlk maçımızı Kabataş’la yapmıştık. Kaybedeceğiz ve sorumlu olacağız diye ödüm kopmuştu. Çok şükür kazandım. Sonra birçok resmî maçta oynadım.”

    1945 yılı Aralık ayında Anıtkabir Kontrol Şefliği görevine getirilen Gürayman, Bayındırlık Bakanı Sırrı Day’ın kendisine söylediği “Biliyor musunuz Sabiha Hanım? Atatürk başını kaldırıp da baksa idi. Türk kadınına açtığı yoldan yürüyerek buraya kadar gelmiş olan sizi görerek kim bilir ne kadar memnun olacaktı.” sözünü hiç unutmadı.

    Kıbrıslı Türk Kadın Sporcumuz: Ayten Salih Berkalp

    Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakledildikten tam bir sene sonra, Türk kadın sporları tarihi, yine Fenerbahçe Spor Kulübü sayesinde bir inkılaba daha sahne oldu. Bu defa başrolde Kıbrıslı Türk Dr. Ayten Salih Berkalp vardı.

    Ayten Salih Berkalp, polis komutanı Salih Karamehmet ile ev hanımı Melek Hacı Hasan’ın dördüncü kızı olarak 1934 yılında Gazimağusa’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra İstanbul’a gelerek Çamlıca Kız Lisesi’ne devam etti. 1954 Haziran ayında okulunu birincilikle bitirerek girdiği İstanbul Tıp Fakültesi’nden de başarıyla mezun olan Ayten Salih, 6 Aralık 1960 tarihinde mesleğini icra etmek üzere, memleketi Kıbrıs’a geri döndü.

    Dr. Ayten Salih, 21 Aralık 1963 hadiseleri başladığında EOKA’cılar tarafından işgal edilen hastanede, Türk hastaları korumaya çalıştıysa da bazı hastabakıcı ve hastaların kurşunlanarak öldürülmesinden sonra, personeliyle birlikte hemşire lojmanına hapsedildi. O ve çalışma arkadaşları, yapılan yoğun baskılar sonrasında, beşinci günün gecesinde Makarios tarafından önce Piskoposhane’ye, oradan İngiliz elçiliğine ve en sonunda Türk bölgesine gönderildiler. 1967 Eylül ayında İngiltere’de anestezi ihtisasını tamamladıktan sonra Kıbrıs’a dönünce, bu defa Limasol’daki Türk Hastanesine atandı. Dr. Ayten Salih, burada önce anestezi uzmanı, 1970’de ise başhekim olarak görev yaptı. 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı esnasında, Limasol Türk bölgesinin düştüğü haberi gelince, Dr. Ayten Salih bir yıl süre ile hastanedeki çalışma odasında yaşadı ve işgal altındaki şehirde doktor, yönetici ve mücahit komutanı olarak görev yaptı. Eylül 1975’den itibaren Sağlık Bakanlığı bünyesinde çeşitli vazifeler alan Dr. Ayten Salih, 1991’de kendi isteği ile müsteşarlıktan emekliye ayrıldı ve 1995-2004 yılları arasında 9 yıl süre ile kamu hizmeti komisyonunda üye olarak görev yapmaya devam etti.

    Bugün 90 yaşında olan Dr. Ayten Salih Berkalp, Kıbrıs’ın Türk millî mücadele tarihinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte, bundan tam 70 sene önce “Türk sporunun ilk kadın basketbol/voleybol kulüp takımları”nın kuruluşuna da öncülük etti.

    Belge, bilgi, fotoğraf ve hatıralarını Spor Tarihçisi Barış Kenaroğlu ile Barış Eymen’e emanet eden Dr. Ayten Salih’e dair çalışmalarda Çamlıca Kız Lisesi Tarih Öğretmeni Murat Mutluer’in de kıymetli katkıları oldu.

    Aşağıdaki metin Dr. Ayten Salih Berkalp’in spor hayatına odaklanırken, Kıbrıs’ta geçen çocukluğu, ailesi, Çamlıca Kız Lisesi ve Fenerbahçe yıllarına dair “birinci ağızdan” enstantaneler içeriyor. Onlarcasını muhafaza etmeyi başardığı belge ve fotoğraflardan da bir “seçki” sunmaya çalıştık.

    Ayten Salih Berkalp Sporculuk Hayatını Anlatıyor

    Türkiye’de “kulüpler bazında” kadın takım sporlarının kuruluşunu sağlayan ve 1954-1960 yılları arasında yapılan resmî turnuvaların neredeyse tamamını kazanan Dr. Ayten Salih Berkalp anlatıyor:

    “Benim gibi esmer olan babam Salih Karamehmet’in kökleri Afrika’ya dayanıyordu. Babaannemi hiç görmedim ama yaşamının son yılını bizim evde geçiren dedemi çok iyi hatırlıyorum.

    Annem Anadolu kökenliydi. Babası bir Hac dönüşünde yolda vefat ettikten sonra ninem Havva Hanım üç kız çocukla (Cemiye, Huriye ve annem Melek) Lefkoşe’de kalakalmış… Havva Hanım’ı, Rauf Denktaş Bey’in dedesi Rauf Efendi nikâhına almış. Tam o zamanlar babam da Lefkoşe’ye gelip Rauf Efendi’nin evinde misafirken anneme gönlünü kaptırınca, ilk fırsatta evlenmişler.

    Ben doğduğumda, polis komutanı olan babamın rütbesi ‘Teğmen’ imiş. Kardeşim Ayhan doğduğu zaman üsteğmen oldu. En küçüğümüz Üner dünyaya geldiğinde ise yüzbaşılığa terfi etti ve ‘Kriminal Şube’nin başına geçti. EOKA terörünün başladığı ve adeta bir yangın gibi adaya yayıldığı yıllarda çok zorluklar yaşadı. Son İngiliz amiri, yıllar sonra İngiliz Askeri Üsler Bölgesi Komutanı olarak göreve başlayınca, kendisini arayıp buldu ve babam (emekli olduktan 5 sene sonra) 60 yaşında tekrar müfettiş olarak göreve geri döndü. Fakat ne yazık ki hemen ardından kansere yakalanıp dokuz ay içinde vefat etti. Ondan tam on yıl sonra da 1971 yılında da annemi kaybettik.

    İlkokul yıllarım İkinci Dünya Savaşı’na denk gelir… Mesela 1942 – 1943 ders yılını Magosa sur içinde yeni inşa edilmiş bir okulda geçirdik. Sıra arkadaşlarımdan biri Vural Türkmen’di. İlerleyen yıllarda elektrik mühendisi olan Türkmen’i, 1963 çarpışmalarında Severis Un Fabrikası baskını sırasında yaralanıp Türkiye’ye gönderilmeden önce, Adiloğlu Kliniği’nde gördüm. Kıbrıs Türk halkının direnişinden ilk fotoğraflar, onun bedenindeki sargı bezlerinin arasına saklanarak Türk basınına ulaştırıldı. Bu fikrin babası, ünlü gazeteci Ömer Sami Coşar’dı. Rumların kontrolündeki havaalanında yapılan çok sıkı aramalardan saklanabilen fotoğraflar arasında, dünya çapında yankı uyandıran ‘Kumsal Katliamı’ görüntüleri de vardı.

    Orta üçe geçtiğimde beni bir yol ayrımı bekliyordu. Üniversiteye gidebilmek için ya Erkek Lisesi’ni bitirecektim ya da liseyi okumak için Türkiye’ye gidecektim. Hocam Seniha Hanım, kendi okulu Çamlıca Kız Lisesi’nde okumamı önerdi: “Orası Marmara Denizi ile Adaları görür” demişti.

    Kıbrıs’tan Çamlıca Kız Lisesi’ne yolculuğum duygu yüklü bir döneme denk geldi… Zira o sıralarda, Rumlar tekrar ‘Enosis’ çığırtkanlığına başlamıştı. T.B.M.M. Milletvekili Hasene Ilgaz’ın da katıldığı bir toplantıda Limasol Türk Spor Kulübü Başkanı, eniştem Ziya Rızkı Bey bir konuşma yapmış ve adanın eski sahibi Türkiye’ye verilmesi için sonuna kadar savaşacaklarını vurgulamıştı. Sözlerini “Ya istiklal, ya ölüm” diye tamamladığında hepimiz ağlıyorduk. Hayatımın en heyecanlı günüydü.

    1949 Haziran ayı sonunda Limasol’dan kalkan ‘Güneysu’ vapuruna bindik. Yolun sonlarına doğru sol tarafta, sisler arasında önce iki, sonra dört, sonra on Türk bayrağı göründü. Sonra ince, uzun minareler… Muhteşem iki cami: Ayasofya ve Sultan Ahmet… Sağda beyaz yalılar, karşılıklı yemyeşil iki sahil… Sabahın sisleri dağılırken Boğaziçi… Gidip gelen yolcu gemileri ile liman civarında tüm motorlu gemilerin ve sandalların arka taraflarında yüzlerce bayrak dalgalanıyor. Türk bayrağına hasretle büyüyen biz Kıbrıslılar için bu manzara harikulâde idi. Ablamla ben o kadar heyecanlandık ki nerdeyse secdeye varacaktık.

    Çamlıca’da bütün sporları yapmaya başladım… Basketbol, voleybol, atletizm… O yıllarda sporcu kızlar, müsabakalarda paçaları lastikli uzun şortlar giyerdi. Çoğu kez dizin üstünde olan şort boyunu, lastikleri yukarı çekerek kısaltmaya çalışırdık. Bir gün İstanbul Lisesi orta son takımı ile oynuyorduk. İlk devre bayağı yorulmuş, devre arası yerlere serilmiştik. Benim bacaklarıma Deniz (Aydıncı Gürfırat) başını koymuş, onun dizlerine de Ayla (Keskin) uzanmıştı. Ertesi gün gazeteler ‘Maçı kazanan Çamlıcalı kızlar sere serpe yere uzanmış yatıyorlar’ alt yazısı ile fotoğraflarımızı yayınlanmışlar. Şehime Hoca tedbirsizliğimizden dolayı bizi bir güzel azarlamıştı. Ama sonra şampiyon olunca bizi yine bozacıya götürüp ikramda bulunmuştu. Bu bir gelenekti; voleybol ve basketbol şampiyonluklarımızı Vefa’da bir bardak leblebili boza ile kutluyorduk. Kupalar ise Fenerbahçe Stadı’ndaki 19 Mayıs törenleri esnasında, Vali ya da eğitim müdürleri tarafından veriliyordu.

    Erenköy Kız Lisesi Beden Eğitimi Öğretmeni Fahamet (Humbaracı) Hanım bir gün İnönü Stadyumu’ndaki bir kupa töreni esnasında yanımıza gelip “Sana birincilikle gireceğin bir üniversite ve çok parlak bir tahsil hayatı diliyorum kızım” dedi. Ben hocalarımla beraber şaşkın bir halde bakarken şu gülümseten espriyi yaptı: “Eh, senden başka türlü kurtulma olanağı yok. Dört yıldır bütün müsabakalarda canımıza okudun”

    1954 yılında Çamlıca Kız Lisesi’nden mezun oldum. Bizler için harikulade bir diploma töreni tertip edilmişti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da katıldığı törende, kürsüden yılsonu konuşmasını ben yaptım. Müdire Hanım beni Sayın Cumhurbaşkanı’na “Okulumuzun en iyi öğrencisi, Kıbrıslı Ayten” diyerek takdim etti. Merhum Celal Bayar da içten tebessümüyle “Lütfen Kıbrıslı soydaşlarımıza selam ve sevgilerimi iletin” dedi.

    Üniversitede düzenli spor imkânı olarak, sadece 5-6 hafta süren bir “Fakülteler Arası Voleybol Turnuvası” olduğunu duydum. İyi de ben bir yılı, bilemediniz dokuz ayı spor yapmadan nasıl geçireceğim, diye düşündüm. Bütün ailem Fenerbahçeliydi. Ben de birden Fenerbahçe kulübüne başvurmaya karar verdim! Peki, ama Fenerbahçe kulübüne kiminle nasıl gidecektim?

    Arkadaşım İnci’de (Önen Bayburtluoğlu) kaldığım bir akşam, Kadıköy Halk Eğitim Spor Salonu’nda Fenerbahçe – Moda basketbol maçını izlemeye gitmiştik. Fenerbahçe maçı kazandıktan sonra yanlarına yaklaştık ve antrenör Samim Göreç’e Fenerbahçe’de bir kız basketbol takımını kurmak istediğimizi söyleyerek, bizi çalıştırmasını istedik.

    Samim Bey “Ben aynı zamanda Milli Takım’ın da antrenörüyüm. Ne yazık ki hiç vaktim yok” diyerek bizi nazikçe reddetti.

    Üzüldüğümüzü gören Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer “Benim vaktim bol! Bir hafta sonra antrenmanlara başlayabiliriz” deyince, keyfimiz yerine geldi. Fakat ben yaz tatilinde Kıbrıs’a  gideceğimi söyleyince “Öyleyse 1 Eylül 1954 günü arkadaşlarınla beraber Kadıköy Spor Salonu’nda hazır olursanız antrenmanlara başlayabiliriz” dedi.

    Ertesi gün ilk iş, Çamlıcalı sporcu kardeşler Güneş Çapa ve Oya Çapa’nın evinde, babaları Dr. Selim Çapa ile görüştüm… Selim Bey, Fenerbahçe’nin en muteber simalarından birisiydi. Kendisine “Siz lütfen gerekli başvuruyu yapıp, Fenerbahçe’nin bizi kabul etmesini sağlayın; ben de Çamlıca’nın şampiyon basketbol ve voleybol kız takımını tümüyle Fenerbahçe Kız Takımı’na aktarayım. Erenköy Lisesi’nden de koyu Fenerbahçeli Seta ve diğer isteklileri takviye alabiliriz” dedim.

    Bir parantez açarak Güneş Çapa isminin üzerinde bilhassa durmak istiyorum. Ben Kıbrıs’a döndükten sonra Fenerbahçe takımlarının kaptanlığını sevgili Güneş devraldı… Sporculuğu yanına aynı derecede başarılı yöneticiliği de eklenince, sadece Fenerbahçe’nin değil, Türk kadın voleybol tarihinin kuruluş ve büyüme dönemindeki en önemli ismi Güneş Çapa olmuştur, diyebiliriz.

    Biz o günlere dönelim… Dr. Selim Çapa sadece iki ayda bütün kulüp içi prosedürleri yerine getirdi ve 1 Eylül 1954 günü Çamlıca’dan ben, Güneş Çapa – Oya Çapa kardeşler, İnci (Önen Bayburtluoğlu), Deniz (Aydıncı Gürfırat) ve Ayla (Keskin); Erenköy’den de Seta (Yağcıoğlu), Mahiru (Akdağ) ve İlgi (Yener) ile çoğunun anne – babaları beraber, Kadıköy Halkevi Spor Salonu’nda hazırdık. Böylece Fenerbahçe ve Türk spor tarihinin ilk kız basketbol kulüp takımı kurulmuş oldu. Ertesi sabah da Beyoğlu’ndaki İstanbul Bölge Spor Müdürlüğü’ne kuruluşumuzu resmileştirdik.

    O yıl, 1 Kasım’da başlayacak üniversite için Ağustos’un son haftalarında Türkiye’ye dönmeye babamı zor ikna etmiştim. Ama Fenerbahçe işini duyunca hemen biletimi alıp beni İstanbul’a gönderdi.

    İkinci önemli konu ise hâlâ lise talebesi olan, Güneş, Oya, Bercis (Türkoğlu) gibi diğer sporculara müdire hanımdan izin almaktı. Kendisine Fenerbahçe Spor Kulübü’nden resmi bir talep yazısı ile başvurdum. O yıl yardımcı öğretmen olarak Çamlıca’da kalıp, eğitim ve spor işlerine katkıda bulunmam şartıyla izni verdi. Kuruluşumuzdan sonra, yaptığı hizmetlerden ötürü Fenerbahçe Spor Kulübü, müdire hanım Nuriye Hekimoğlu’nu kıymetli bir plaketle ödüllendirmişti. Sevgili hocamız daha sonra Ankara Kız Teknik Sanat Okulu müdürlüğüne atandı. Maçlar için her Ankara’ya gittiğimizde bizi kendi okulunda misafir ederdi. Her gece elimize birer bardak süt vererek, saat 9’da bizleri yatmaya gönderiyordu. Şampiyonluk ödülümüz ise tiyatro, opera, ya da bale olurdu.

    Bir süre sonra İstanbul Bölgesi Spor Teşkilatı, kız takımları için bir “Voleybol Teşvik Turnuvası” ilan etti. Fakat biz basketbol takımı olarak kurulmuş ve bu sporun idmanlarına başlamıştık. Antrenörümüz Altan Dinçer’i bu maçlara çıkmak için ikna ettik. Dr. Selim Çapa da kulüp yöneticilerini ikna etti. Ve biz tekrar topluca Taksim civarındaki Spor Dairesi’ne giderek voleybol kaydımızı yaptırdık.

    Voleybol sayesinde yurtdışı yolculuklarına da çıktık. Almanya seyahatimizin son gününde Alman yöneticiler bana bir öneri yaptılar. Tıp Fakültesi’ne Almanya’da devam etmemi ve takımlarında antrenör/oyuncu olarak kalmamı istediler. Hatta bunun gerçekleşmesi için babamı bile aradılar. Ama ben önerilerini reddettim.

    Atletizm branşına dair en ilginç hatıram ise bir Atatürk Kır Koşusu’na aittir… Bir gün gazetede Şişli’de, Atatürk’ün müze olarak kullanılan evi önünden başlayan yarışın ilanını gördüm. Haberde Şişli ve Kurtuluş kulüplerinin çok iyi hazırlandığı ve Marika ve Mariya Hamlacı kardeşlerin bir yıl önceki gibi favori olduğu yazılıydı. Hemen voleybol takımındaki koşucu kızlara haber saldım ve ertesi gün beş kişilik bir ekip olarak yarışa kaydolduk.

    Günlerden 27 Aralık… Haliyle çok soğuk bir gün… Basketbol antrenörümüz Önder Dai ve bir diğer çalıştırıcımız Muammer Bey ile Şişli’ye gittik. Erimeye yüz tutsa da hâlâ yerlerde kar vardı. Mehmetçikler araçlarını kenara çekmiş, yolları temizliyordu.

    Koşu başladıktan bir süre sonra, tam askeri araçların önünde geçerken bir Mehmetçik “Abla sen nasılsa sondan birincisin. Koşmak için zahmet etme” demesin mi? Koşu antrenmanım yoktu ama haftada en az iki voleybol, iki de basketbol antrenmanı yapıyor, üstüne iki de maç oynuyordum. Hırslandım ve hızlandım!

    Şimdi hangisi olduğunu anımsamıyorum; önümdeki Maria veya Marika Şişli Camii’nden dönüş esnasında biraz duraklar gibi olunca birinciliğe geçtim. Sağımdaki apartmanların pencerelerinden kadınlar ve çocuklar sarkarak “Koş, koş!” diye beni teşvik ediyor, alkışlıyordu. Fakat yorulmaya başladığımı da hissediyordum. Bir yandan da “24 yaşına geldin, akranların çoluk çocuğa karıştı, sen hâlâ sokaklarda koşuyorsun” diye kendimi azarlıyordum.

    İpi göğüslememe 100 – 150 metre kalmıştı. Daha önce bana seslenen Mehmetçiğin sesini tekrar duydum: “Yaşa be abla! Ben sondan birincisin demiştim ama sen önden birinci olmuşsun” deyince beni bir gülme tuttu ve tüm gücümü kaybettim. Adeta yürüyüşe geçmiştim. Kendimi toplayıp son bir gayretle hızlandım ve ipi göğüsledim.

    Meğer arkamda, Hamlacı kardeşlerden birisi, ikincilik için bizim Çiğdem’le çekişiyormuş. Kollarımı açarak “Haydi Çiğdem!” diye bağırdım. Çiğdem son bir hamle ile fırlayıp ikinciliği kazanarak kucağıma düştü. Seta da dereceye girince, biz hem ferdi, hem de takım birinciliğini kazanmış olduk. Civardaki evlerin birinden bir şişe viski ile bir kutu çikolata göndermişlerdi. Viskiyi iki antrenörümüz paylaşırken, biz sporcular da çikolataları yiyorduk.

    Bir de kürek maceramız var. Orada da şampiyonluk yaşadık. Hikâyesi bir hayli enteresandır:

    İstanbul ve Türkiye voleybol ve basketbol birinci ligleri erken bittiği için, Haziran ayındaki sınavlara kadar boş oturmaktan, spor yapamamaktan sıkılıyordum. Yılın bahar aylarını nasıl değerlendireceğimi düşünürken, kürek çekmeye karar verdim. Arkadaşlarım İnci ve Canel’i (Konvur) alarak, Fenerbahçe kürek şubesinin bulunduğu İstinye’ye gittim. Fenerbahçeli yönetici ve sporcular, bizi çok iyi karşıladılar. Hemen anlaşıp antrenmanlara başladık.

    Boğaz’da kürek çekmek muhteşem bir duyguydu. Akşamları deniz trafiği azalıyordu. Bu sakin saatlerde sular menekşelenirdi. Yakamozlar büyülü gözükürdü. Sahildeki şirin yalıların pencereleri alev alev olurdu. Gökyüzü gurubun kızıllığına bürünürken, kıyıdan müzik sesleri gelirdi. Bütün bu güzellikler bizim antrenmanın son 20-30 dakikasına rastlardı fakat biz yine de saatlerce denizde üzerinde kalmak, hiç karaya ayak basmamak isterdik.

    Yarışmalar 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda, karşı sahil Beykoz’da başladı. Bizim takımı izlemeye çok az kişi gelmişti. Ailelerimizden başka, yönetici olarak bir tek Sedat (Bayur) Bey ile İstinyede’ki kulüp sorumlumuz ve birkaç kürekçi arkadaşımız vardı.

    Galatasaray ise tüm yönetici ve sporcuları ile orada idi. Tek çiftte, yıllarca başarılı olan Lale Oraloğlu’nun çevresi ise dolu idi. İki kameraman devamlı onu izleyip, film çekiyorlardı. Dönemin ünlü sinema/tiyatro sanatçılarından biri olduğu için, Lale Hanım tam bir ilgi odağıydı.

    Derken bir mucize oldu: Biz dört tekte yarışın başlamasını beklerken, sağ tarafta, Beykoz yamaçlarındaki hastanede, iki hastanın ellerindeki sarı – lacivert battaniyeler bayrak gibi dalgalanmaya başladı… O coşkuyla yarışın başında ileri atıldık. Yolun yarısından fazla bir bölümünü henüz bitirmiştik ki futamız sallanmaya başladı. Hemen önümde oturan İnci’nin oturduğu yuvarlak tahta yerinden çıkmıştı. O tahtayı tuttuğu gibi denize fırlattı; kendini toparladı ve raylar üzerinde pozisyon alarak yeniden kürek çekmeye başladı. Fakat işte o birkaç saniye içinde Galatasaraylılar yanımızdan geçerek, yarım futa farkı ile birinci olmuşlardı.

    İnci’nin metal raylardan şortu yırtılmış, bacakları yara, bere ve kanlar içinde kalmıştı. Üzüntüden ağlamaya başlayınca önce boynuna sarılıp onu teselli ettim, sonra da yaralarını temizleyip ilaçladım. Tüm bu olaylar bizi kazanmak hırsı ile kamçıladı. Sekiz tekte rakibimiz Galatasaray’ı 2 – 3 futa boyu farkla geçerek, daha ilk yılımızda şampiyonluğu kazandık.

    Aynı sene voleybol, basketbol, atletizm ve kürek yarışlarında gösterdiğimiz başarılardan dolayı “Cumhuriyet” gazetesi tarafından “Yılın kız sporcusu” seçilmiştim. Hâlbuki başarı hepimizindi.

    Ayten Salih Berkalp Spora Veda Ediyor

    Dr. Ayten Salih Berkalp, Türk spor tarihine silinmez bir iz bıraktıktan sonra, 6 Aralık 1960 tarihinde, Kadeş vapuruna bindi ve Kıbrıs’a döndü. O gün onu uğurlamaya gelenlerin bu ayrılıktan duyduğu üzüntü, fotoğraflara bakınca bile anlaşılıyor

    İstanbul’a veda etmeden birkaç ay önce İzmit’te düzenlenen Türkiye Voleybol Şampiyonası’nda, maç 2-2 iken final seti için Galatasaray karşısına çıkan takım arkadaşlarına son kez şöyle seslenmişti, Ayten Salih:

    “Bu akşam Fenerbahçe’deki son maçım. Eylül’de kalan sınavlarımı da verip, Kıbrıs’a dönüyorum. Ablanıza son bir ödül vermek istemez misiniz? Şimdi sahaya çıkıp fırtına gibi eselim, bu son seti hep beraber alalım ve kupaya sahip olalım. Hadi kızlarım, göreyim sizi!”

    Sahaya çıktılar. Rüzgâr gibi estiler. Maçı ve kupayı kazandılar. Bugün başarıdan başarıya koşan Türk kadın millî voleybol takımı, doğuşunu Dr. Ayten Salih Berkalp ve takım arkadaşları nezdinde Fenerbahçe Spor Kulübü’ne borçludur.

    KAYNAKÇA

    Tanin – 18 Nisan 1911

    İdman – 1 Ağustos 1913

    Gol – 25 Şubat 1926

    İkdam – 30 Ocak 1929

    Milliyet – 22 Şubat 1929

    Milliyet – 20 Aralık 1973

    Dr. Ayten’in Romanı – 2015 (Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Yayını)


  • Amerika’da Bir Fenerbahçeli

    Amerika’da Bir Fenerbahçeli

    Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” ile “Atatürk ve Fenerbahçe | Bir Büyük Tartışma ve Gerçekler” kitaplarımızdan sonra, üçüncü eserimiz “Amerika’da Bir Fenerbahçeli | Hasan Kamil Sporel’in Hatıraları” kitabı da Barış Kenaroğlu ve Barış Eymen imzasıyla yayında… Önsözü sitemizde paylaşıyoruz…

    Kitabı ise “bu bağlantıdan” temin edebilirsiniz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önsöz

    “Spor, bilhassa futbol, bir insanı yabancı bir memlekette hayatın zorluklarından koruyabilir mi?”

    Cumhuriyetin ilk yıllarının önemli yayın organlarından olan Resimli Gazete’de yayımlanan bir yazı dizisi bu cümleyle başlıyordu.

    Gazetenin 24 Mart 1928 ile 7 Temmuz 1928 tarihleri arasındaki sayılarında 16 bölüm olarak yayınlanan bu yazı dizisi; Fenerbahçe ve Türk Milli futbol takımının ünlü oyuncusu, spor insanı, Hasan Kâmil Sporel’in imzasını taşıyordu.

    O dönemin tabiriyle bu tefrika, “Amerika’yı tanımak isteyen gençlere bir hizmet edebilmek için” okuyucu ile buluşmuştu. Spor tarihinin “kadim devri” olarak tanımladığımız harf inkılabı öncesine ait basın taramalarında karşımıza çıkan bu yazı dizisi üzerinde yaptığımız ilk inceleme sonrasında bir hayli heyecanlandık. Hasan Kâmil Bey genç yaşında atıldığı bu macerayı aktarırken; sadece sporcu kimliğiyle değil, aynı zamanda genç bir Osmanlı Türkü olarak 20.yüzyılın ilk çeyreği için önemli bilgiler veriyor, içinde yaşadığı dönemin ruhunu mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Bu özelliği dolayısıyla yazı dizisini yayınlamaya, yakın çağ tarihi meraklılarının hizmetine sunmaya karar verdik.

    Yazı dizisinin transkripsiyonu esnasında Hasan Kâmil Bey’in tesadüf ettiği kişi ve kurumları alt alta sıralayıp, yazım planına yerleştirdiğimizde bu tesadüflerin büyük sürprizleri de beraberinde getirdiğini gördük.

    Titanik faciasından, bir makarna çeşidi olan spaghetti’ye; Mekteb-i Sultani’den, ilk otomobil markalarından biri olan Olds Mobile’e; ünlü diplomat Celal Münif Bey’den, Türk tarihinin en şöhretli vapuru Gülcemal’e kadar uzanan bu sürprizler, hikâyeyi okuyucu ile buluşturmamızın en önemli nedeni oldu.

    Kitabın iki bölüme ayırdık.

    İlk bölümde Hasan Kâmil Bey’in bu macerada karşısına çıkan kişi ve kurumların hikâyesini, elde ettiğimiz arşiv belgeleri, dönem basınında yer alan haberler ve akademik yayınlarla destekleyerek sunduk. Bu bölümü Hasan Kâmil Bey’in macerasının âdeta bir rehberi olarak tasarladık.

    İkinci bölüm, Hasan Kâmil Bey’in satırlarının Latin alfabesine çevrilmesi ile oluşuyor. Yazarın, tefrikasının 16 bölümü için belirlediği başlıklar da dâhil olmak üzere, metnin orijinalliğini koruyarak sizlerle buluşturduk. Bununla beraber, günümüzde neredeyse hiç kullanılmayan kelime ve tabirlerin anlamlarını metin içerisine parantez içerisinde yerleştirdik.

    Bu kitabın yayımlanması için bizlerden desteklerini esirgemeyen Sporel Ailesi’nin değerli üyeleri Naz Sporel, Rıza Murat Sporel, Feyhan Sporel, Dilara Sporel, Emine Sporel Özakat Hanımefendilere ve Ahmet Münir Servet Beyefendiye teşekkür ederiz.

    Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Kıymetli Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin’in tavsiyeleri, bu kitabı yazarken rehberimiz oldu.

    Değerli büyüğümüz Seyhun Binzet’in desteği de bu çalışmayı hazırlarken her zaman bizimleydi.

    Fenerbahçe camiasının kıymetli değeri Belgin Beşe Aral Hanımefendi’ye maddi manevi desteklerini bizlerden esirgemediği için minnettarız.

    Kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu’na da sonsuz teşekkürlerimizi buraya kaydetmekten mutluluk duyuyoruz.

    Michigan State Üniversitesi Arşiv ve Tarihi Koleksiyonlar idaresinden Ed Busch’a verdiği destekler için sonsuz teşekkür ederiz.

    Barış Kenaroğlu – Barış Eymen

  • Zaferin Rengi Filmi

    Zaferin Rengi Filmi

    Fenerbahçe ve Millî Mücadele yıllarını konu alan Zaferin Rengi filmi ile dair bilgileri burada derleyeceğiz.

    Prof. Dr. Vahdettin Engin‘in yanında FenerbahceTarihi.org‘un tarihî ve Erhan Çavdaroğlu‘nun da askerî konularda danışmanlık yaptığı film ekibine, başta Sayın Abdullah Oğuz olmak üzere şükranlarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sultanahmet Mitingi Çekimleri

    Zaferin Rengi Filmi
    Gülper Özdemir, Nejat İşler, Abdullah Oğuz, Timuçin Esen, Kubilay Aka, Yılmaz Adam Bayraktar ve Birce Akalay.

    Abdullah Oğuz ve Oyuncularla Röportaj


    Kocaeli Çekimlerinde


    Teaser

    Yapım Şirketinin Teaser Metni

    Önümüzdeki Sezonun Merakla Beklenen Filmi:

    ZAFERİN RENGİ

    İlk Teaser’ını Yayınladı

    Unutmayın!

    Zafer, zafer benimdir diyebilenin, muvaffak olacağım diye başlayabilenindir!

    2024 Sinema Sezonu’nun merakla beklenen filmi ZAFERİN RENGİ çekimleri devam ederken ilk teaser’ını yayınladı!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Hem Havan Topuyla Hem Futbol Topuyla Savaş Kazanan Tek Ülke

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.

    ZAFERİN RENGİ Şubat’ta Sinemalarda!

    Teaser Hakkında:

    Attığınız her gol kurşun olacak! Tuttuğunuz her top vatan müdafaası!

    Cumhuriyetimizin 100. Yılında;

    Milli Mücadele’yi…

    İşgal altındaki İstanbul’u…

    Anadolu’da başlatılan direnişi…

    Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü ziyaretiyle ateşlenen,

    yorgun ve yoksul bir halkın spor müsabakaları ile zafere olan inancını gözler önüne seren,

    Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen

    General Harington Kupası’nı eşsiz bir hikaye örgüsü ile beyazperdeye taşıyacak olan #ZaferinRengi sinema filmi ilk teaser’ını yayınladı!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    Teaser Kısa Hikaye

    “Yıl 1918. İşgal altında bir İstanbul. Yorgun, yoksul, esir bir halk. Fenerbahçe’nin kurucularından ve ilk kaptanlarından Galip Kulaksızoğlu cepheden döndüğünde, geleceğe, futbola ve vatanın kurtuluşuna dair tüm umutlarını yitirmiş bir Türk gencidir. Galip’i dönüştüren kuvvet, Çanakkale Savaşı’nın kahraman kumandanı Mustafa Kemal Paşa olacaktır.

    Mustafa Kemal Paşa Fenerbahçe kulübünü ziyaretinde, gençlere Fenerbahçe’nin misyonunu gösterir. Bu misyon, futbolun insanlar üzerindeki kenetleyici etkisini kullanarak halka moral aşılamak ve milli şuur ve birliği güçlendirmektir. Fenerbahçe, düşman kuvvetlerinin takımlarıyla oynadığı başarılı müsabakalarla halkın zafere olan inancını pekiştirirken, milli hareketin İstanbul’daki istihbarat ve lojistik ağı olan Mim Mim Cemiyeti ile yaptığı operasyonlarla da Anadolu’daki mücadeleye büyük katkılarda bulunur. İngilizlerin son bir zafer ihtimali olarak gördükleri Harington kupa maçını da kazanarak, ülkemize futbol tarihimizin en büyük zaferlerinden biri olan Harington Kupasını armağan eder…”


    Teaserdan Görüntüler


    Tarih Danışmanı Prof. Dr. Vahdettin Engin

    Zaferin Rengi Filmi

    Sabri Toprak Rolünde Nejat İşler

    Zaferin Rengi Filmi

    Çekimlerin Son Gününden


    Pelin Uluksar’dan


    Fenerbahçe Kulübü’nün Seti Ziyareti

    Fenerbahçe Başkanı Ali Y. Koç

    “Zaferin Rengi” Film Setini Ziyaret Etti

    Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Ali Y.Koç ve Yönetim Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde 16 Şubat’ta vizyona çıkacak olan Zaferin Rengi filmin Kocaeli’ndeki setini ziyaret etti.

    Başkan Ali Y. Koç, Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, Yönetim Kurulu Üyeleri Simla Türker Bayazıt ve Selahattin Baki ile Yönetim Kurulu ve Başkan Başdanışmanı Mümtaz Karakaya’nın, yönetmen Abdullah Oğuz ve oyuncularla bir araya geldiği ziyarette film için özel olarak dokutulan ve dönemin Fenerbahçe formasını birebir yansıtan formalar kulüp yönetimine hediye edildi.

    Ziyaret sonrası; General Harington Kupası karşılaşması için tarih okuması yapılarak birebir gerçeğine uygun şekilde inşa edilen Fenerbahçe eski kulüp binası başkanlık ofisinde konuşan Ali Y. Koç:

    Biz bu filmin çok başarılı olacağına ve Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye…

    Ali Koç yaptığı konuşmada, “Biz çok etkilendik. İnşallah 16 Şubat’ta filmimiz vizyona girecek. Ondan önce galalarımız olacak; hem İstanbul’da hem Almanya’da. Biz tutacağına çok inanıyoruz. Çok mesai harcandı, çok emek harcandı, çok para harcandı. Sabırla ve metanetle bu noktaya gelindi. Biz bu filme çok inanıyoruz. Yıllardır General Harington Kupası filmini yapmak için kulübe çok başvurular oldu. Ben yöneticiyken de başkanken de bunu yaşadım. Ama o veya bu nedenle bir şekilde hiçbir zaman gerçekleşmedi. Dolayısıyla Abdullah Bey’i ve ekibini ilk defa bu filmin hikâyesini filme dönüştürdükleri için tebrik etmek istiyorum. Camiamız adına da teşekkür etmek istiyoruz. Biz bu filmin çok başarılı olacağına inanıyoruz. Fenerbahçe taraftarlarının da bu filme ciddi anlamda sahip çıkacağına inanıyoruz çünkü çok az camiaya nasip olur böyle bir hikâye. Hatırlatmak gerekirse, biz bu Cumhuriyetin, bu genç ülkenin önce kurtuluşunda sonra kuruluşunda çok önemli vazifeler icra etmiş bir camianın evlatlarıyız. Bizim hikâyemiz çok. Bu Cumhuriyet için de çok, bu ülke için de çok. Söz konusu Atamız ise orada da hem tarihte belge, bilgi ve olay olarak pek çok anekdot var. Biz Fenerbahçeliler hiçbir zaman ‘Atatürk Fenerbahçe’yi tutuyor.’ demiyoruz, buna inansak dahi. Ne diyoruz? ‘Atatürk’ün kimi tuttuğu değil, kimin Atatürk’ün yolundan yürüdüğü önemlidir.’ Bu camia kurulduğundan beri başında kim olursa olsun, yönetimde kim olursa olsun bir gram dahi bundan şaşmamıştır. O yüzden Harington Kupası’nın olayı, tarihi bizle özdeşleşmesi çok önemli. Zaten Atamız Fenerbahçe’ye duyduğu duygu ve düşünceleri bizzat kulübümüze gelerek kulübün anı defterine kendi elleriyle yazmıştır.” ifadelerini kullandı.

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan: Dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz…

    Genel Sekreter Burak Çağlan Kızılhan, “Ben de sizlerle tanıştığım için gurur duyuyorum. Abdullah Bey’le kulüpte konu hakkında ilk toplantıyı yaptığımızda onun hayal ettiği filmin bu kadar fazla insanla ve bu kadar gerçeğe yakın platformda olacağını tahmin etmiyordum. İki defa set ziyaretinde bulundum. Biz de dört gözle 16 Şubat’taki galayı bekliyoruz. Çok güzel bir film oluyor. Ellerinize sağlık.” dedi.

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki: İzleyenler çok duygulanacaklar, unutulmuşu hatırlayacaklar…

    Yönetim Kurulu Üyelerinden Selahattin Baki de ziyarette çok duygulandığını şu sözlerle belirtti: “Duygulanmamak elde değil. Zamanda yolculukta gibiyiz. Müthiş olmuş. İzleyenler de çok duygulanacaklar, unutulmuşları hatırlayacaklar. Başkanımıza, bütün camiamıza, Abdullah Bey’e bütün oyuncu kadrosuna teşekkür ediyorum. Var olsunlar. Buradaki ortamı görünce, tarihi gerçekleri bir kere daha hatırlayınca şunu görüyorsunuz; Fenerbahçeli Türkler söz konusu vatan olduğu zaman savaşacak kadar genç, ölecek kadar yaşlı yaşamayı bir hayat felsefesi haline getirmişler. Bu da bizi çok özel kılıyor. İyi ki Fenerbahçe var. Ne mutlu Türküm diyene.”

    Yönetmen Abdullah Oğuz: Çok epik, büyük bir hikâye çıkıyor. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev…

    Filmi beyaz perdeye aktaran yönetmen Abdullah Oğuz ise, “Ben de teşekkür ediyorum. İnandınız, geldiniz, bütün desteğini verdiniz. Bu destek olmasaydı zaten hayata geçiremezdik. Mahçup olmamak için elimizden geleni yapıyoruz. Bir sürü şeyi kendimiz yaptık. Taksim Stadı’nı yaptık. Çok zor. Yorgun hissediyorum ama çok güzel bir iş yaptık. Şampiyonlar Ligi gibi bir kadroyla çalıştık. Kamera arkası tüm ekip çok profesyonel. Bu filme gitmek her Fenerbahçeli için bir görev. Aynı zamanda bu bir direniş filmi. Bir de bu filmin bir birleştirici tarafı var, onu da seyrettiği zaman herkes görecek.” diye konuştu.

    Filmin oyuncuları ve set ekibi, Başkan Ali Y. Koç ve Yöneticilerimizi Fenerbahçe tezahüratlarıyla uğurladı.

    “Zaferin Rengi” 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı, tüm gerçekliği ile perdeye taşınacağının sinyallerini veriyor.

    Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918 – 1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Birlik, Spor ve Aşk’la Kazanılan Bir Zaferin Kahramanları

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.


    Enes Ulukır’dan


    Galip Kulaksızoğlu rolünde Kubilay Aka


    Fenerbahçe’nin Tarihine Tanıklık Etmiş Yapılar “ZAFERİN RENGİ” Filmi için Aslına Uygun Şekilde Yeniden İnşa Edildi.

    ZAFERİN RENGİ, PRODÜKSİYONU İLE TÜRK SİNEMA TARİHİNİN EN YÜKSEK BÜTÇELİ YAPIMLARI ARASINDA YER ALMAYA ADAY

    FILM İÇİN İNŞA EDİLEN KUŞDİLİ LOKALİ – PAPAZIN ÇAYIRI VE TAKSİM STADYUMU’NUN ESKİ VE YENİ HALLERİNDEN GÖRÜNTÜLER YAYINLANDI

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve sezonun en iddialı sinema filmleri arasında olmaya aday ZAFERİN RENGİ filmi için, geçmişin muazzam hatırasına bir saygı duruşu olarak Fenerbahçe’nin tarihine tanıklık etmiş mekanları film çekimleri için aslına uygun yeniden inşa edildi.

    Filmde ana hikayenin geçtiği ve bir dönemin tarihine tanıklık etmiş 3 özel mekanın fotoğrafları ile orijinaline uygun şekilde inşa edilen yeni mekanların görüntülerini yayınlayan filmin yapımcıları ANS Prodüksiyon ve Evrensel Productions; döneme uygun mobilya ve aksesuarların bulunması, satın alınması, kiralama işlemleri ile mekan inşası için beş ay boyunca elli kişilik bir sanat ekibi ve teknik ekibin çalıştığını belirtirken, İzmit Seka Platosu’nda 20.000 metrekarelik bir alana Papazın Çayırı, Topçu Kışlası/Taksim Stadı, Kuşdili Lokali/Fenerbahçe Kulüp Binası ve Gülistan Gazinosu’nun sıfırdan aslına uygun bir şekilde yeniden inşa edildiğinin altı çiziyor.


    Zaferin Rengi, sadece hikayesi, kadrosu ve oyunculukları ile değil; 1914-1932 yılları arasında Fenerbahçe’ye “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali – Fenerbahçe Kulüp Binası”, günümüzde Fenerbahçe Stadyumunun yer aldığı, 130 yıldır binlerce maça ev sahipliği yapan Papazın Çayırı ve son olarak 1922’de Fenerbahçe’nin zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için maça çıktığı tarihi boyunca pek çok unutulmaz ana tanıklık etmiş olan Taksim Stadı’nı film boyunca eşsiz bir gerçeklikle izleme şansını da sunacak.

    ESKİ ve YENİ HALLERİ YAYINLANAN BU ÜÇ MEKANIN TARİHİ HAKKINDA

    KUŞDİLİ LOKALİ-FENERBAHÇE KULÜP BİNASI:

    3 Mayıs 1918 Cuma günü, tarihin en müthiş mutluluğuna sahne oldu. Kulüpten ayrılırken “Fenerbahçe’ye ebedi muvaffakiyetler temenni ederim” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın sözünü emir telakki eden Fenerbahçeliler başarıdan başarıya koştular. Fenerbahçe’ye 1914-1932 yılları arasında “Kulüp Binası” olarak hizmet veren “Kuşdili Lokali”, 5-6 Haziran 1932 akşamı korkunç bir yangın felaketine kurban gitti… Fenerbahçe’ye 18 sene boyunca kulüp binası olarak hizmet veren Kuşdili Lokali’nin resmî açılışı, 1914 yılının Mart ayında kalabalık bir davetli kitlesi huzurunda yapıldı. Dönemin Fenerbahçe Başkanı, Bayındırlık Bakanı Mehmet Hulusi Bey’di. O gün orada bulunanlar arasında devlet erkânında isimlerin yanı sıra, Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Ahmet Rasim gibi dönemin meşhur simaları da vardı.

    PAPAZIN ÇAYIRI:

    Papazın Çayırı; daha sonraki adlarıyla Union Club, İttihat Spor Meydanı ve sonunda günümüzde Fenerbahçe Stadyumu’nun olduğu bölgedir.

    TAKSİM STADYUMU:

    Takvimler Ağustos 1922’yi gösteriyor… Fenerbahçe de zaferin rengini İstanbul’un bir yakasından diğerine taşımak için Taksim Stadyumu’na çıkar. 13 Ağustos 1922’de başlayan galibiyet serisi 29 Haziran 1923’e, Harington Kupası’na uzanacaktır… Milli Takım, tarihindeki ilk milli maçı Taksim Stadı’nda 26 Ekim 1923 günü Romanya’yla yapmıştı.

    **TAKSİM STADI’NIN UNUTULMAYAN ANLARI**

    *1921’de Taksim Stadı’nın avlusuna kurulan ringde ilk resmi boks müsabakaları gerçekleşti.

    *1921’de sekizer kişiden oluşan takımlar arasında ilk halat çekme müsabakaları yapıldı.

    *1925’te Taksim Stadı’ndaki atletizm pisti, Türkiye’nin ilk bisiklet pist yarışlarına sahne oldu.

    “ZAFERİN RENGİ” 16 ŞUBAT’TA SİNEMALARDA

    Abdullah Oğuz’un yönetmen koltuğunda oturduğu Zaferin Rengi, eşsiz dostluklar, benzersiz bir aşk ve tarihe damga vurmuş bir spor müsabakasının nefes kesen hikayesini; 1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda, düşman kuvvetlerine karşı örgütlenerek Anadolu’da başlatılan eşsiz bir direnişi, Cumhuriyet tarihinin en büyük spor başarılarından biri olarak kabul edilen General Harington Kupası efsanesinin etrafında kurgulayarak beyazperdeye taşıyacak.

    Filmin ana kahramanı, Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey’i canlandıracağı yeni neslin yetenekli oyuncularından Kubilay Aka ve Peyker rolünde yer alan Gülper Özdemir’in yanı sıra filmde; ekranların ve sinemanın güçlü oyuncularından Nejat İşler (Sabri Toprak), Timuçin Esen (Topkapılı Cambaz), Yiğit Özşener (Mustafa Kemal Paşa), Gonca Vuslateri (Vera) ve Birce Akalay (Halide Edib Adıvar) da dönemin sembol siyasetçilerine, aydınlarına, askeri figürlerine ve Türk futbol tarihinin kahraman sporcularına hayat veriyor.



    Kuşdili Lokali

    Union Club / İttihat Spor Sahası

    Taksim Stadyumu


    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    Kurtuluş Şavaşına giden yolda Anadolu’da başlatılan direnişin ana karakterlerinden Yüzbaşı John G. Bennett’e yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    1918-1923 döneminin işgal altındaki İstanbul’unda geçen hikayesi ve Anadolu’da başlatılan direnişin, her biri birbirinden ilginç hikâyeye sahip karakterlerinin yer aldığı ZAFERİN RENGİ filminde, Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize veren, işgal gücü askeri Yüzbaşı John G. Bennett karakterine yetenekli oyuncu Yılmaz Adam Bayraktar hayat verdi.

    Almanya’da doğup büyüyen ve oyunculuk eğitimini Almanya’da tamamlayıp kariyerine üç dilde Avrupa ve Türkiye’de devam eden Yılmaz Adam Bayraktar’ın canlandırdığı John G.Bennet; 1919 yılında İstanbul’da İngiliz kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalışmış, 16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a yolculuğu için vize vermesiyle tarihin akışında kilit bir rol oynamıştır. Bennet, çok iyi derecede Türkçe konuşabilen, Türkiye, Türkler ve tasavvuf üzerine büyük bir bilgi birikimine sahip İngiliz bilim adamı, yazar ve düşünür olarak tanınmaktadır.

    Bu rol için seçmelere katılan Yılmaz A. Bayraktar; ‘Canlandırdığım Bennet karakteri çok enteresan bir karakter, ben onunla şahsen tanışmak istemezdim. Kendisi aslında filozof, matematikçi, yazar. 1918 Fransa’da bir motor kazası geçiriyor ve bir süre komada kalıyor. Komadan çıktıktan sonra da ölümü yendiğini zanneden bir insan.

    Kazadan 1 ay sonra İngiltere’den Türkiye’ye gönderiliyor. Türkçe’ye çok da hâkim. Bennet’i tanımak için orijinal kayıtlarını dinlediğimde “gerçekten o kelimeyi nerden biliyor, nasıl bir kelime yani” dediğim çok anlar oldu. Filmin seçmeleri sürecinde önüme gelen karakter tanıtımı dosyasında fotoğrafını gördüğümde de benim gençlik yıllarıma çok benzediğini gördüm, bu rolü alacağım dedim ve aldım.’ yorumunda bulunuyor.

    Yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu ZAFERİN RENGİ, oyunculukları, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla bir dönem filmi olarak içinde geçen zamanı 16 Şubat’ta tüm gerçekliği ile perdeye taşımaya hazırlanıyor.

    ZAFERİN RENGİ 16 Şubat’ta Sinemalarda!

    #ZaferinRengiFilmi #ANSProduksiyon #EvrenselProductions #ZaferinRengi

    John G. Bennett Kısa Biyografi

    John Godolphin Bennett İngiliz bilim adamı, matematikçi ve düşünür. 8 Haziran 1897’de Londra’da doğdu. Asya dilleri ve dinleri üzerine incelemelerle bilimsel araştırmaları bütünleştiren çalışmalarıyla tanındı. 1919 yılında İstanbul’da İngiliz işgal kuvvetlerinde istihbarat subayı olarak çalıştığı sırada, 16 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal’e Samsun yolculuğu için vize vermesiyle birlikte Türkiye, Türkler ve tasavvufa ilgisi başladı. Ömrü boyunca Orta Asya’dan Güney Afrika’ya kadar pek çok bölge ve ülkede gezen Bennett, bu yolculuklarında, içlerinde Türk mutasavvıfların da yer aldığı, az tanınan ama önemli manevi önderlerle tanıştı. 1920’lerde tanıştığı Gürciyev ve Uspenski, Bennett’in ruhsal arayışında yol gösterici kişiler oldular. Büyük ölçüde Gürciyev’in etkisiyle Dördüncü Yol adını verdiği bir manevi gelişme öğretisi geliştiren Bennett, 13 Aralık 1974’te öldü. Bennett’in Gurdjiyeff: Büyük Bir Gizem, Ne İçin Yaşıyoruz? Yeni Çağ Toplumunun İhtiyaçları ve Kutsal Tesirler gibi birkaç kitabı Türkçeye çevrilmiştir.


    Fenerbahçe’nin Reisi Nejat İşler!

    İşgal Yılları İstanbul’unun Tarihe Yön Veren Karakterleri Zaferin Rengi Filminde

    İşgal altındaki İstanbul’da milli direnişin en büyük destekçilerinden, Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından ve dönemin önemli aydınlarından Mehmet Sabri Toprak’a usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi

    1918-1923 yılları arasında yaşanan gerçek olaylara dayanan ve Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğine büyüyen milli mücadeleye destek için İstanbul’da oluşan yapılanma ve mücadeleyi spor üzerinden farklı bir anlatımla izleyiciye sunacak olan ZAFERİN RENGİ filminde, Fenerbahçe’nin başkanı Mehmet Sabri Toprak karakterine usta oyuncu Nejat İşler hayat verdi.

    Nejat İşler’in canlandırdığı Mehmet Sabri Toprak; İttihat ve Terakki Partisi’nin önemli simaları arasındaydı. Bosna’daki doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle Turgutlu’ya göç eden Sabri Bey, her senesini sınıf birincisi olarak bitirdiği Darüşşafaka’dan Posta ve Telgraf Bakanlığı’na memur olarak atandı ve Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) hukuk eğitimine devam etti. “Telgraf Mektebi Müdürü” iken 1912 yılında, Saruhan milletvekili olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girdi. Fenerbahçe ile yolu, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce kesişen Sabri Toprak, 1915 yılından 1934’e kadar, tam 19 sene kulübün Genel Başkanlığı görevini yürüttü. İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesinin ardından, dönemin birçok vatanperver aydın, asker, bürokrat ve siyasetçisiyle birlikte, Malta Adası’na sürgüne gönderildi. Tutuklanmasına Kadıköy halkı “İşgal Kuvvetleri Karargâhına ve Damat Ferit’e kadar ulaşan” büyük bir tepki vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından, bir dönem Ziraat (Tarım) Bakanlığı yapmış, Türkiye’de tarımın gelişmesine de büyük katkılarda bulunmuş önemli bir isim olmuştur. Hayatı boyunca kazancının yarısını yetimlere bakmaya ayıran Sabri Toprak, Atatürk’ü Fenerbahçe Kulübü’ne getirmesinden 20 sene sonra, 16 Şubat 1938 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri, Ali Koç’un başkanlığı döneminde, 1907 Fenerbahçe Derneği tarafından restore edildi.

    16 Şubat’ta vizyona girecek olan ve yönetmen koltuğunda Abdullah Oğuz’un oturduğu, ZAFERİN RENGİ filmi, oyunculukları, dekor, makyaj ve kostüm tasarımlarıyla da izleyiciyi bir asır öncesinin İstanbul’una geri götürecek.


    Milletin Fenerbahçesi


    Film Ekibi

    Görevi / Rolüİsimler
    YönetmenAbdullah Oğuz
    Görüntü YönetmeniGhasem Ebrahimian
    İdari YapımcıSerdar Şen
    Tarih DanışmanıProf. Dr. Vahdettin Engin
    Askeri DanışmanErhan Çavdaroğlu
    Fenerbahçe Tarihi DanışmanıBarış Eymen
    Mustafa Kemal AtatürkYiğit Özşener
    Sabri ToprakNejat İşler
    Topkapılı Cambaz MehmetTimuçin Esen
    Galip KulaksızoğluKubilay Aka
    Peyker HanımGülper Özdemir
    Nasuhi Esat BaydarBora Cengiz
    Elkatipzade Mustafa BeyHasan Elmas
    Şekip KulaksızoğluBerke Gündem
    Hasan Kamil SporelSüleyman Yaşar Sucuoğlu
    Cafer ÇağatayMustafa Sarıtaş
    Kadri GöktulgaFurkan Ali Yetimoğlu
    İsmet UluğGürdal Tak
    Fahir YeniçayEray Erdem
    Ömer TanyeriYiğithan Uras
    Sabih ArcaTaylan Meydan
    Bedri GürsoyBatuhan Uygul
    Zeki Rıza SporelEnes Ulukır
    Alaaddin BaydarDoğan Can Sarıkaya
    İsmet İnönüBedir Bedir
    Rauf OrbayEngin Hepileri
    Halide Edip AdıvarBirce Akalay
    Şehzade Ömer Faruk Efendi
    Cevat Abbas Gürer
    VI. Mehmed (Vahdettin)Ruhi Sarı
    Emirzade Arif BeyLorin Merhart
    Karnik ArslanyanErkan Baylav
    Münir Nurettin Selçuk
    Hikmet Topuzer
    Ethem Bellisan
    Kenan Or
    Ali Naci KaracanSercan Gülbahar
    Ali Sami YenEmircan Kahyeri
    Galatalı HamdiCihan Demir
    Kulaksız zade Mustafa BeyArif Pişkin
    SalihBurak Can Aras
    YusufAyaz Çoban
    Charles HaringtonDavid Masterson
    John Godolphin BennettYılmaz Bayraktar
    AaronSoner Ciliv
    CoxMiro Gerede Erkaya
    Nesrin HemşireBüşra Şensoy
    EleniŞeyma Peçe
    MariPelin Uluksar
    VeraGonca Vuslateri
    Galatasaraylı FutbolcuBaturalp Kaya
    Galatasaraylı FutbolcuMelihcan Kabael
    Galatasaraylı FutbolcuSemih Kudun
    Galatasaraylı FutbolcuÖmer Çetinkaya
    Galatasaraylı FutbolcuAhmet Hasan Uydalı
    Galatasaraylı FutbolcuOğuzhan Kaagan
    Galatasaraylı FutbolcuArda Binici
    Galatasaraylı FutbolcuFurkan Berk Yalçın
    Galatasaraylı Futbolcuİbrahim Temel
    Galatasaraylı FutbolcuKerem Yıldırır
    İngiliz FutbolcuYasin Telek
    İngiliz FutbolcuMurat Aldırmaz
    İngiliz FutbolcuEmirhan Subaşı
  • Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Atatürk ve Fenerbahçe Kitabı

    Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” kitabından sonra, ikinci eserimiz “Atatürk ve Fenerbahçe” kitabı Barış Kenaroğlu imzasıyla yayında… Önsözü sitemizde paylaşıyoruz…

    Kitabı ise “bu bağlantıdan” temin edebilirsiniz.

    Kitapyurdu linkini de “bu bağlantıda” belirtmiş olalım.

    Ve kitabımız Fenerium’da… Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu mağazalarında ve “Fenerium internet sitesinde”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önsöz

    Türkiye’de spor tarihi yazımı, spor ekonomisinde gerçekleşen büyümeye doğru orantılı olarak popülerlik kazanan spor tarihi araştırmalarının ülkemizde geldiği seviye sevindirici olmakla birlikte; spor tarihi yazımında geride bıraktığımız yüzyılın mirası olarak kabul edebileceğimiz yanlış yöntemlerin uygulandığı halen gözlemlenmektedir. Bu durumun tarih biliminin doğasından kaynaklanan sebepleri olmakla birlikte, sporun kendine has özelliklerinden de kaynaklandığı açıktır. Tarih, tıpkı diğer sosyal bilimler gibi, insan eliyle şekillenen, tarihçi olarak sıfatlandırılan kişilerce toplumu besleyen bir bilim dalıdır. Tarihin gözlemlediği de, tarihin kendisini yazan da insandır. Yukarıda “doğası gereği” olarak nitelendirdiğimiz bu özelliği ile tarihin, özellikle spor tarihinin, süregelen en büyük sorunu tarafsız olmaması/olamamasıdır. Tarihçinin elde ettiği bulguları değerlendirirken, kendisini ait hissettiği topluluk ile arasındaki duygusal bağ, yorumlarına etki etmekte, yaptığı çıkarımları sempatizanı olduğu camianın çıkarlarına uygun yapmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, yüzyıllardır süregelen tarih biliminin en büyük sorunu ile ilgili büyük düşünür İbn Haldun’un XIV. asrın sonunda kaleme aldığı Mukaddime adlı eserinde yer verdiği sözler günümüzde halen geçerliliğini korumaktadır:

    “Bir görüşe ve bir inanca bağlılık ve taraftarlık insanın ruhuna işledi mi, kendine uygun düşen haberleri işitir, işitmez hemen kabul eder. Bu temayül ve taraftarlık insanın basiret gözünü örter ve tetkikte bulunmasını engeller, yalan haberi kabul ve nakletme durumunda kalmasına sebep olur.”

    Spor tarihi araştırmalarında benimsenen yanlış yöntemlerin başında belgeye dayanmayan tarih yazımı gelmektedir. Günümüzde geçerliliğini sürdüren bu yöntem, sözü edildiği gibi geçmişin kötü bir mirasıdır. “Kalıtsal” olarak niteleyebileceğimiz bu yanlış yöntemin günümüzde kullanılmasının altında yatan sebepler vardır. Bu sebepleri spor tarihi yazımının sorunları olarak değerlendirmek mümkündür.

    Prof. Dr. Kurthan Fişek’e göre, “Türkiye spor tarihi konusunda yazılanların büyük kısmı, belgelere değil belleklere, yani anlatılara dayalıdır.” Fişek’e göre bu durum, spor tarihi alanındaki belge eksikliğinden kaynaklanmakta, spor tarihçileri anlatılanları kaynak olarak kabul etmek zorunda kalmaktadır. Fişek bu durumun zamanla bir kısır döngü halini aldığını, belgenin tükendiği yerde belleğin devreye girdiğini söylemiş ve “kalıtsal” olarak nitelendirdiğimiz yanlış yöntemi, “belleklerin şaşmazlığına aşırı ölçüde güvenen, belleğe dayanılarak yazılanları belge niteliğinde değerlendiren bir alışkanlık haline geldiği” şeklinde dile getirmiştir.

    Spor tarihçilerinin belge eksikliğini anlatılarla gidermek için gösterdikleri çabanın, tarih yazımı adına alışkanlığına dönüşmesi günümüz spor tarihçiliğinin en büyük sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlatılanlara dayanarak yazılan eserlerin “kaynak” olarak kabul edilip, birbirini tekrar eden amatör çalışmalar yapılması bu anlamda kolaycılık olarak da değerlendirilebilir. Spor kulüplerinin, spor kurumlarının tarihini ilk kez yazan tarihçilerin bulgularını, çoğu zaman ispata ihtiyaç duyulmadan, olduğu gibi kabul ederek yapılan bu amatör çalışmalar, kıymetli bir çabanın ürünü olan eserlerin akademik olarak değer bulmasının önüne geçmiştir.

    Bahsettiğimiz kalıtsal yöntem yanlışlığının evrildiği bu kolaycılık, zamanla sportif anlamda mücadele veren kulüplerin sempatizanı olan amatör tarihçilerin birbirleri ile mücadelesine dönüşmüş, sahadaki rekabet sayfalara taşınmış, bu durum faydacılık evresine geçilmesine neden olmuştur. Şüphesiz bu durumun oluşmasında sporun hitap ettiği kitlenin düşünsel yapısına ilişkin algı da etkilidir. Türk aydınının gerek dini gerek siyasi gerekse ekonomik sebeplerle Osmanlı’nın son yıllarında tanıştıkları “spor” ve “sporcu” kavramlarına küçümseyerek baktığı bir gerçektir. Kanımızca bu bakış açısı aynı zamanda Kurthan Fişek’ten aktardığımız “kısır döngü” tanımlamasının yapılmasına da sebep olmuştur. Spor tarihine ilişkin belgeler, resmi kurumlar nezdinde gereken ilgiyi görmemiş, kimi zaman tasnife değer bulunmamış, asırlık kulüplerin müze ve arşivleri kişisel çabalarla ayakta kalmıştır. Bu bakış açısı yakın zamana kadar hâkimiyetini sürdürmüş, dolayısıyla spor tarihi de akademik ilginin uzağında bir alan olarak kalmıştır. Yiğit Akın, erken Cumhuriyet dönemi spor tarihi üzerine yazdığı “Gürbüz ve Yavuz Evlatlar” isimle eserinde spor tarihinin akademik ilgiden uzak olmasının nedenini, akademisyenlerin spor konusunda problematize edilecek bir şeyler olmadığına inanmaları şeklinde açıklamıştır. Bu ilgisizliğin temel nedeninin belge eksikliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

    Sporun ekonomik değerinin fark edilmesi ve bu değerin zamanla hızla artması, Türk aydınının bu alana bakışının değişmesindeki en önemli sebeptir. Her ne kadar son yıllarda spor tarihi üzerine yapılan çalışmalar hatırı sayılır derecede artmış olsa da, bu çalışmaların çoğu amatör spor tarihçilerine aittir. Spor tarihi günümüzde halen amatör spor tarihçilerinin hâkimiyetindedir.

    Ne yazık ki bu hâkim grubun çalışmaları akademik değerin uzağında kalmıştır. Amatör spor tarihçilerinin “kolaycılık – faydacılık” ekseninde sürdürmeye çalıştıkları kısır tartışmalar, sportif tabir ile “savunma – hücum” şeklinde sürmektedir. Amatör spor tarihçileri, çoğu zaman belgeye dayanmayan bulgularını paylaştıkları takipçilerini yüzyıl öncesi aydınının spor ile meşgul olan kitleyi değerlendirdikleri seviye ile aynı seviyede değerlendirmektedirler. Bile isteye yaptıkları bu değerlendirme, sözünü ettiğimiz kolaycı – faydacı bakış açısının bir parçasıdır.

    Okuyacağınız çalışma yukarıda sıralanan spor tarihi yazımı sorunlarına çözüm üretme ve doğru yöntemlerin kullanılmasını teşvik amacı ile yazılmıştır. Çalışmanın yazarı Fenerbahçe camiasının mensubu olsa da, okuyucuya “tarafsız” değerlendirmeler sunma çabası göstermiştir. Çalışma, spor tarihi alanında son dönemde artan araştırmaların bir ürünü olarak, belgelere dayanmaktadır. Bu doğrultuda, anlatılara dayalı tarih yazımının belgelenmesine katkıda bulunduğu noktalar olduğu gibi, bu yöntemin benimsendiği eserlere eleştiriler de içermektedir.

    Çalışma iki bölümden oluşmaktadır.

    İlk bölümde Atatürk’ün Türk spor tarihi yazımında ne şekilde yer aldığına ilişkindir. Bu başlık altında konu bütünlüğü korunarak kaynaklar, ya da kaynak olarak kabul edilen anlatılar, değerlendirilmiş olup, 28 Temmuz 1922’de Akşehir’de oynanan maça geniş bir yer ayrılmıştır.

    İlk bölümün ikinci konu başlığı altında, Atatürk’ün spor kulüpleri nezdinde “paylaşılamaz” konumu açıklanmaya çalışılmış ve bu durumun ortaya çıkardığı tartışmalara yer verilmiştir.

    Çalışmanın ikinci bölümde, Atatürk’ün Fenerbahçe Spor Kulübü ile temasları anlatılmaktadır. Bu temasların yer bulduğu konu başlıkları; kitabın yazarı tarafından yapılan arşiv taramalarında elde edilen belgelere dayanarak yazıldığı gibi, önceden ortaya konulmuş belgelerin ve kaynakların yeniden yorumlandığı analizleri de içermektedir.

    Şüphesiz bu çalışma, Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan, Cumhuriyetin kurucusu, Millî Mücadele’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün “hangi takımı tuttuğu” sorusuna bir cevap bulmayı amaçlamamaktadır. Aksine çalışmanın esas yazılış amaçlarından biri de bu soruyu popüler kültürün bir parçası olmaktan çıkarmaktır.

    Çalışmada Gazi Mustafa Kemal Atatürk isminin kullanımı dönemsel olarak farklıdır. Genel analiz ve sonuçlarda Atatürk ismi kullanılmakla beraber;

    1911-1916 yılları arasında Mustafa Kemal Bey;

    1916-1923 yılları arasında Mustafa Kemal Paşa,

    1923-1934 yılları arasında Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal,

    1934-1938 yılları arasında ise Atatürk ismi tercih edilmiştir.

    Çalışmanın yazılma sürecinde desteğini esirgemeyen, rahle-i tedrisinde olmaktan her daim onur duyduğum Hocam Prof. Dr. Vahdetttin Engin’e; elde ettiğimiz belgeler hakkında beni aydınlatan, yol gösteren Doç.Dr. Mehmet Emin Elmacı hocama ve kıymetli büyüklerim Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı ile Müzdat Dağlaroğlu’na teşekkürü borç biliyorum.

    Kıymetli büyüğüm Dr. Seyhun Binzet’e verdiği destek için şükranlarımı sunuyorum.

    Karşıyaka Spor Kulübü’nün mensubu, spor tarihçisi kıymetli dostum Bedri Cumhur Doğu’ya yaptığı katkılar için minnettarım.

    Kader birliği yaptığım meslektaşım, kardeşim Barış Eymen olmasaydı bu satırların yazılamayacağını bilmenizi isterim.

    Bu çalışmayı yıllardır tükenmeyen bir sabırla benden merhametini esirgemeyen eşim Nihal Kenaroğlu’na ve yazdıkları, aktardıkları, arşivleri, anıları ile Türk tarih yazımında “Türk Spor Tarihi” faslını açan; Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Cem Atabeyoğlu, Vâlâ Somalı ve Haluk San’ın aziz hatıralarına adıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

    Barış Kenaroğlu

    İstanbul (2019-2022)

  • Fenerbahçe Hep Galip

    Fenerbahçe Hep Galip

    Yeditepe Yayınevi‘nden çıkan ve buradaki linkten satın alabileceğiniz “Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” kitabının önsözünü sitemizde yayınlıyoruz. Fenerbahçe Hep Galip!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Özsöz

    Bundan tam iki yıl önce on yedi kişi bir araya geldi. Bu kişilerden bazısı birbirini daha önceden tanıyorken bazısı da o gün tanışmıştı. Ortak paydaları Fenerbahçe, uzmanlık alanları ise Fenerbahçe tarihi olan bu kişiler; 1959 öncesi şampiyonlukları için kapsamlı çalışmalar yapılması, Fenerbahçe’nin tarihine, uydurdukları yalanlarla saldıranlara karşılık verilmesi için anlaştılar. Bu on yedi kişi arasında ifade gücü kuvvetli, kalemi keskin, hafızası mükemmel, organizasyon yeteneği takdire şayan, yüzyıl önce yazılan yazıları okumada mahir, yılların emeği ile oluşturdukları arşivi göz kamaştıran insanlar vardı. İkinci toplantıda iş bölümü yapıldı. Dönemler, konular, bu kitaba da adını veren meseleler üzerinde yoğunlaşacak kişiler belirlendi. Üçüncü toplantıda, masanın üzerinde yıllardır yapılan araştırmaların bir sonucu olarak meydana gelmiş onlarca sayfalık içerik duruyordu. Toplantı boyunca bu içerikler hakkında konuşuldu. Fenerbahçe tarihi ile ilgili bilinen birçok şeyin aslında klişeden ibaret olduğu, işin aslının farklı olduğu ortaya çıkmaya başlamıştı. Tarih yazımını; belgelere dayanarak, belgelerin de “kaynak” statüsünde olup olmadığını özenle değerlendirerek yaptıkları için bu müstesna topluluk ortaya çıkan gerçekleri paylaşmakta bir sakınca görmediler. Böylece FenerbahceTarihi.org doğmuş oldu.

    İtiraf etmek gerekirse hazırlanan içerikler yayımlanmaya başlamadan önce, tarihî meselelerin bu kadar ilgi çekeceği aramızdan kimsenin aklına gelmemişti. Bir süre sonra deyim yerindeyse “mızrak çuvala sığmamaya” başladı. Yazdıklarımıza değer veren, önemseyen kişiler, bu yazıları kitaplaştırmanın zamanı geldiğine bizi ikna ettiler. Bu doğrultuda yazılarımızı sınıflandırarak Fenerbahçe tarihini dönemlere ayırdık. Bu ayrımın sonucunda elinizde tuttuğunuz kitabın da zamansal sınırı belirlenmiş oldu.

    “Fenerbahçe’nin kuruluş hikâyesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu, farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip yeniden yazılması gereken tarihî meseleleri de içerisinde barındırır. Fenerbahçe tarihindeki birçok olayın bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının ‘resmî’ tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikâyeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri, ‘Fenerbahçe’nin kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Türk spor tarihinde, üzerinde belki de en az çalışma yapılan dönem olan Fenerbahçe’nin kuruluş yılları için araştırmalarımız sonuç vermeye başladıktan sonra önceki paragrafta okuduğunuz satırları kendimize yol haritası olarak belirledik. Haritadaki izleri takip ederek ilk kitabımız olan Fenerbahçe Tarihi Meseleleri-Kuruluş’u, internet sitemizde yayımladığımız içerikleri temel alarak yazdık.

    Dört bölümden oluşan kitabımızın ilk bölümü Fenerbahçe’nin kurucuları hakkındadır. Fenerbahçe’nin beş kurucusunun hayatını, bilinmeyenleri ortaya çıkaracak şekilde inceledik. Özellikle Enver Hoca (Yetiker) ve Nurizade Ziya Bey (Songülen) üzerinde yoğunlaşan çalışmalarımızın Fenerbahçe’nin bir kuruluş felsefesinin var olduğunu ortaya çıkardığını düşünüyoruz. İkinci bölümde ise kulübün basılı ilk tüzüğünü günümüz Türkçesiyle aktarıp tescil edilme tarihini belirlemeye çalıştık. Elde ettiğimiz belgelerin söyledikleri, dönemin bilinen siyasi şartlarıyla desteklenince karşımıza yepyeni bir hikaye çıkmış oldu. Üçüncü bölümde İstanbul’un kadim semti Kadıköy’ün Fenerbahçe tarihindeki yerini okuyacaksınız. İstanbul’da futbolun doğduğu topraklarda Fenerbahçe’nin büyüyüp geliştiği mekânların, ilk takımlarının top koşturduğu çayırların izlerini bulacaksınız. Kitabın son bölümünü portreler ve olaylara ayırdık. Bu bölümün iki özelliği var: İlki, Fenerbahçe’nin ilk yıllarının bilinmeyen karakterlerinin hikâyelerinin gün yüzüne çıkması. İkincisi ise, kitapta yer alan değerlendirmelerimizi oluştururken faydalandığımız kaynakları sizlerle paylaşmamız. Belirtmek isteriz ki bu kitap Fenerbahçe’nin kuruluş yıllarının olayları ve o dönemin kişileri için kesin yargılar içermiyor. Yazım dili olarak bunu iddia ettiği düşünülebilirse de kitabın önceliği, içinde yer alan belgelere dayalı tezlerle, Fenerbahçe’nin kuruluş dönemi üzerinde tartışmalar yapılmasını sağlamak.

    Tarih yazımı, şüphesiz devinim içerisinde. Her gün yeni belgeler, yeni kaynaklar tarihçilerin karşısına çıkabiliyor. Bu kaynaklar kimi zaman ortaya atılan tezleri destekliyor, kimi zaman da çürütüyor. Yapılacak olan bu tartışmaların bizleri yeni belge ve kaynaklara ulaştırmasını, yeni bilgilere ulaşarak tez-antitez-sentez formülüyle Fenerbahçe tarihinin bugüne kadar karanlık kalmış olan bu dönemini daha fazla aydınlatmayı amaçlıyoruz. Bu amaç spor tarihi üzerine çalışan ya da çalışmayı amaçlayan genç tarihçileri teşvik etmeyi de içerisinde barındırıyor.

    Kitap üzerinde çalışırken benimsediğimiz metot, yukarıda da belirttiğimiz gibi belge ve kaynaklara dayalı bir yazım yapmak oldu. Dönemin Osmanlıca gazeteleriyle devlet ve özel arşivlerde yapılan taramalar, daha önceden yazılmış tarihi kitapların ve anıların karşılaştırılması ve akademi etiği çerçevesinde eleştirilmesi, benimsediğimiz bu metodun temelini oluşturdular. Bu temeli oluştururken Türk spor tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyorduk. Döneme ilişkin yaptığımız kaynak taramaları ve okumaların bu eksikliği gidermesini amaçladık.

    Elinizde tuttuğunuz bu kitap, Fenerbahçe Tarihi Çalışma Grubu’nu oluşturan; Ziya Aktürer, Alp Bacıoğlu, Tapfereritter, Zafer Batık, İzzet İsrael Benyakar, Çağrı Çobanoğlu, Alp Eralp, Cem Ertuğrul, Barış Eymen, King Santillana, Barış Kenaroğlu, Haluk Kılıç, Adem Köz, Alican Küçükcan, Onur Tuncer, Okan Uzunkaya, Tuncay Yavuz, Bozkurt K. Yılmaz’ın çabalarıyla hazırlandı. Kitapta emeği geçenler olarak teşekkür etmemiz gereken kişilerin listesi hayli uzun.

    Her yazdığımız yazıyı titizlikle okuyan, bize yol gösteren, öğrencisi olmaktan gurur duyduğumuz Saygıdeğer Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin ve kıymetli eşleri Emel Engin Hanımefendi’ye; eşsiz koleksiyonundan faydalanmamıza izin veren, sohbetiyle yolumuzu aydınlatan değerli büyüğümüz Seyhun Binzet’e; spor tarihi üzerine çalışmalarıyla bize ilham veren Prof. Dr. Erhan Afyoncu Hocamıza, Murat Bardakçı’ya; bizi her fırsatta yüreklendiren Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı Hocamıza; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün tüm çalışanlarına; Yapı Kredi Bankası Arşivi’nin değerli yöneticileri Abdullah Gül ve Ayhan Uçar’a; İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Furkan Sevim’e; kataloglarını hizmetimize sunan İBB Atatürk Kitaplığı Müdürü İrfan Dağdelen’e; Malta Ulusal Arşivi görevlileri Charles Farrugia, Leonard Callus ve Melvin Caruana’ya; Dr. Sinan Genim’e; Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu mensubu Dr. Hüseyin Kıyak’a; Ayetullah Bey’in fotoğraflarının bu kitapta ilk kez yayımlanmasına izin veren, kurucumuzun değerli akrabaları Mehmet Auf ve eşi Ebru İpek Auf Hanımefendi’ye; Lale Atman Hanımefendi’ye; Enver Yetiker’in fotoğraflarını tarihe bu kitap vasıtasıyla kazandıran, kurucumuzun değerli torunları Ayşe Bertülin Kenter ve Rona Bandar Hanımefendilere; Fenerbahçe’nin erken dönemiyle ilgili arşiv belgelerini bizlerle paylaşan Melih Şabanoğlu’na; doğru bilgi ve belgeye ulaşmamızda yardımlarını esirgemeyen, her zaman yanımızda olan Fenerbahçe camiasının değerli üyeleri; Belgin Beşe Aral Hanımefendi, “Paşalı Birol” Vecdi Teker, Acar Yıldız, Aydın Temizer ve kıymetli eşi Nazan Aksoy Temizer Hanımefendi, Bülent Batu, Cahit Binici, Cem Argun, Cafer Çağatay’ın torunu Jale Çağatay Hanımefendi, Sporel ailesinin kıymetli mensupları Dilara Sporel, Emine Sporel Özakat ve Feyhan Sporel Hanımefendiler, Ali Muhiddin Hacıbekir’in torunu Nazlı İmre Hanımefendi, bizlere gösterdiği teveccühten her zaman onur duyacağımız Müzdat Dağlaroğlu’na teşekkür etmeyi borç biliyoruz.

    Bugün aramızda olmayan iki ismin; kitabımızı göremeden aramızdan ayrılan, “Kadıköy’ün BelleğiDemir Alp Serezli Ağabeyimizin ve Türk spor tarihçiliğinin sembol ismi Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun manevi şahsiyetleri önünde de saygıyla eğiliyoruz. Bu birbirinden değerli kişilerin Fenerbahçe tarihine yaptıkları katkıları, geleceğin tarihçilerine aktararak bu borcu bir nebze de olsa ödeyebildiğimizi düşünüyoruz.

    Ve Galip… Galip Kulaksızoğlu…

    Bu kitabın sayfaları arasında adına rastlayıp hakkında yazılanları okuduğunuzda kitabımızı ondan başka birine ithaf etmenin zaten mümkün olmadığını sizler de düşüneceksiniz. İyi okumalar…

    Fenerbahçe hep Galip…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Grubu