Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVIII” : 1914 yılından geliyor.
Futbol İzmirli İngilizlerden sonra, İstanbullu İngilizler tarafından da oynanmağa ve müteakiben Türk kulüpleri de birer birer doğmağa başlayınca bu kulüpler yedekleriyle tam kadrolu takımlar kurmakta zorluğa uğradılar. Meselâ; Fenerbahçe kulübünün lig maçlarında takımını tamamlayabilmek için, ilk seneler İngiliz Elçilik gemisi (Imogene)den ödünç futbolcular almak mecburiyetiyle karşılaştığı malumdur.
Bir spor kulübünün bu şekilde devşirme takımlarla netice alma, yaşama ve ilerlemesinin mümkün olamayacağı tabiidir. İşte, Fenerbahçe kulübü şiddetle hissettiği bu zaaf dolayısile harekete geçti ve Elkâtipzade Mustafa beyin gayretleri neticesi genç takımlar teşkil etti.
Fenerbahçe kulübünde 1910/1911 senelerinde müşahede olunmuş bu genç takımlar teşkili seferberliği Türk futbol tarihinde ilktir ve çok hayırlı neticeler vermiştir.
Evvelâ ikinci, sonra üçüncü ve nihayet 4 üncü futbol takımlarını kuran Fenerbahçe’nin bu gençlik dâvasını Galatasaray ve diğer kulüpler takip ettiler ve İstanbul’da 1913’ten itibaren bir genç takımlar hareket ve rekabeti doğmuş oldu.
Nitekim futbol tarihimizde ilk üçüncü ve ikinci takımlar maçları 12 Mayıs 1913 Pazar günü Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanmış, üçüncü takımlarda 1-0, ikincilerde de 2-0 Fenerbahçeliler kazanmışlardır.
Genç takımlara karşı uyanan alâka ve rağbetin neticesi olarak 1914 senesi ilkbaharında Türkiye’de ilk defa olarak (İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğu) organize edilmiştir. Bu şampiyonanın galibine gayet kıymettar bir gümüş kupa konmuştu. Kars fâtihi Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu ve Osmanlı Ayanından Ahmet Muhtar Paşa tarafından turnuvanın şampiyonu için konan bu kupanın üzerinde (Yarının kıymetli futbolcularına) cümlesi yazılı idi. 6 kulüp arasında organize edilen bu şampiyonayı Fenerbahçe üçüncü takımı hiç yenilmeden kazanmış ve kupayı almıştır.
İşte; yukarıdaki fotoğraf 42 sene evvel ilk defa tertiplenen gençler şampiyonasını kazanan Fenerbahçe üçüncü takımını gösteren tarihi bir hâtıradır. 42 yıl öncelerin bu şampiyon afacanlarını şimdi sizler tanıtalım:
Yerde oturanlardan sağ baştaki Alâeddin’dir. Yâni, sonraları Milli Takımın eşsiz sağiçi Alâeddin Baydar.
Onun yanında (Necip)i görüyorsunuz. Necip Şahin merhum Fenerbahçe’de yetiştikten sonra Galatasaray birinci takımında yıllarca santrfor oynamıştır.
Ortada Zeki görülüyor. Milli Takımın uzun seneler kaptanlığını yapan ve bugün dahi gol krallığını elinde tutan Zeki Sporel.
Sonra (Bekir) i görüyorsunuz. Namdar milli futbolcumuz ve Almanya muhtelitlerinde yer almış meşhur Bekir…
Nihayet; solaçık mevkiinde görülen de Fahri’dir. Hâlen Musevi Lisesi Müdür Muavini ve spor âleminde (Yedibelâ) namiyle maruf elan ve senelerce kule ve tramplen atlama şampiyonu Fahri Ayad.
İskemlede oturanlar ise şampiyon takımın haf hattıdır. Haydar, Burhan ve Bahaeddin…
Ayaktakilere gelince; sağdan itibaren Necmi, Ezel, Mahmut ve nihayet (şiir) Refik Osman’dır.
Fesli zat ise bu takımı kuran, çalıştıran ve şampiyon eden kıymettar idareci Elkâtipzade Mustafa Bey’dir.
Fenerbahçe’nin ve memleketin 42 yıl önceki bu şampiyon genç takımında yer almış iki genç daha vardır ki maalesef onlar bu fotoğrafta hazır değiller. Bu iki genç de iki milli ve meşhur futbolcumuz olan Cafer Çağatay ve merhum Baron Feyzi’dir.
İşte; şampiyon bir genç takım ki başlı başına bir tarih demektir. 10 yıl sonra kurulacak ilk Milli Takımlarımıza 6 futbolcu vermiştir. Yarım asırlık Türk futbol tarihinde bir eşi daha gelmemiş ve yaşanmamış bir genç takım ve bir levha ki, sahibi Fenerbahçe ile beraber kurucusu Mustafa Katipoğlu’nun namlarını ebedileştirmeğe değer ve yeter.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVII” : 1923 yılından geliyor.
1923’de bir istihaleden sonra, adını (Beyoğluspor)a çeviren Pera Club İstanbul’un eski sporcularınca büyük şöhreti malûm eski bir Rum kulübüdür.
Tatavla, Strugglers ve Elpis’ten sonra 1914’de kurulan İstanbul’un bu dördüncü Rum kulübü, kendisinden önce ve sonra kurulan emsali arasında cidden temayüz etmiş ve pek parlak bir tarihe sahip olmuştur.
(Pera Club) Beyoğlu’nun Kalyoncukulluğu semtinde Simitçi sokağında kâin bir dükkânda Şarkı Karib Bankası Müdür Muavini Costas Vasilyondis tarafından 1914’de kuruldu. Sarı-Siyah formalı bu kulüp kuruluş yıllarında futbol ve jimnastikle meşgul olmuş fakat hüküm süren Birinci Dünya Savaşı bu faaliyeti tahdit etmiştir. Pera’nın bazı kıymetli elemanları ve bu arada santrfor meşhur Negroponti bu sıralarda Fenerbahçe takımında oynamışlardır.
Savaşın hitamı üzerine Peralılar, 1919’dan itibaren, tekrar renkleri altında toplanmışlar ve faaliyetlerini de arttırmışlardır.
İstanbul’un işgal altında bulunması ve yaşanmakta olan siyasi durum ve hâdiselerin de tesirleriyle kısa zamanda büyük inkişaflar kaydeden (Pera) kesif, kuvvetli ve zengin bir kitle tarafından himaye gören ve üzerine titrenen bir müessese haline geldi. Spor şubeleri daima artıyor ve lokali de o zamanlar geniş bir meydan olan Taksimdeki Talimhaneye naklolunuyordu.
Peralılar Talimhane meydanına kale direkleri dikip ve çizgiler çizip burasını futbol sahası haline getirdiler ve tam karşısına isabet eden Topçu Kışlası avlusunda bilahare vücuda getirilen Taksim Stadyumu henüz tesis olunmadan bu Talimhane meydanında mütemadi bir futbol faaliyeti yarattılar. İşte; bu faaliyetler arasında Pera futbolu büyük ilerlemeler kaydetti ve çok kıymetli elemanlara sahip oldu.
Pera Club 1920/21 senesi Pazar liginde İttihat Spor, Beşiktaş, Dork, Stella, Aris ve Enosis kulüpleri arasında yer aldı. İttihat Sporun Bekirli, Refik Osmanlı, Balıkçı Tevfikli, Fitil Nurili, Baron Feyzili ve Arap Hüseyinli meşhur kadrosu ile şampiyon çıktığı bu Pazar liginde kuvvetli bir takım meydana getiren Peralılar müteakip 1921/22 senesi Pazar liginde çok daha kuvvetli görünmeğe başladılar.
Filhakika, Nikas, Misivis, Yanaki, Jilber, Sava, Terezis, Omiros, Vitalis, Negropondi, Manoelidis ve Miçaki’den müteşekkil Pera takımı rakiplerine nefes aldırmaz bir kuvvet olarak büyük şöhretler sağlamakta idi. Her hafta daha da yükselen bu şöhret arasında Pera taraftarları, futbolcularını birer mâbut gibi görmeğe başlamışlar, birçok maçlarda da hâdiseler zuhur etmiştir. Pera’nın fazla mutaassıp bir kısım taraftarlarının taşkınlıkları sebebiyle yaşanan bu hâdiselere zaman zaman futbolcuların da karıştıkları görülmüştür.
Bu hâdiselerden biri Kadıköy’de vuku bulmuştu. Bir Fenerbahçe – Pera maçının sonuna doğru ve Fenerbahçe 3-1 galipken, Pera santrforu eski Fenerbahçeli Koço Negropondi ile santrhaf Tibbiyeli İsmet (Uluğ) çarpışmışlar ve Negropondi baygınlık geçirmişti. Bilâhare, uzun seneler Yunan Milli Takımı antrenörlüğünü yapan Negropondi’nin bu haline üzülen Pera santrhafı boksör Sava, İsmet’e sokulup bir yumruk sallamış, yine meşhur bir boksör olan İsmet de sol bir kroşe ile mukabele edip rakibini yere sermişti.
Zamanın iki meşhur boksör ve aynı derecede şöhretli santrhafları arasında futbol sahasında cereyan eden bu boks hâdisesinin o işgal seneleri için bambaşka manalar taşıyacağı aşikârdır. Nitekim seyirciler arasında ekseriyeti teşkil eden Pera taraftarlarından bir kısmı hemen Fenerbahçeli futbolculara saldırdılarsa da merhum Recep Pehlivan ile meçlerini çeken Askeri Tıbbiye talebeleri belki de futbol tarihimiz için pek acı hâtıra kalabilecek bir hâdiseyi önlemişlerdi. Bu ve daha sonraları Talimhane meydanında yine bir kısım taraftarlarca diğer kulüplere karşı tekerrür eden taşkınlıklar Anadolu’daki milli zaferin kazanılması üzerine Pera takımını ürküttü ve o meşhur kadro (Fransa’ya Turne) ismi altında 1922 Aralığında İstanbul’u terk etti.
Yol üzerinde Atina muhtelitini 3-0 ve 8-0, Marsilya muhtelitini 3-0 yenen Pera, Fransa’da zaferden zafere koşarken dostane mektuplarla Fenerbahçe’yi de Fransa’ya davet ediyor ve Fransa’nın en kuvvetli takımlarına karşı yapacağı maçlarda daima muzaffer olacağına dair Sarı – Lâcivertli kulübe teminat veriyordu.
Pera’nın Fransa’daki maçlarda (İstanbul şampiyonu) titrini kullanmağa başlaması yeni kurulmakta olan (Türkiye idman Cemiyetleri İttifakı)nı F.I.F.A. nezdinde protestoya sevk etti ve Fransız Futbol Federasyonu’nun aldığı boykot kararı üzerine Pera takımı 1923’te Fransa’da dağıldı.
İşte, yukarıdaki resim Pera’nın Fransa turnesi esnasında alınmıştır. İstanbul’un Peralı meşhur Rum gençlerini 1922 senesi Aralık ayında 3-0 galibiyetleriyle neticelenen Marsilya muhteliti maçına çıkmak üzere iken gösteren bu tarihi fotoğraf eski Peralıları coşturmağa değer bir hâtıradır.
Geri kalan elemanlarının kifayetsizliği sebebiyle İstanbul’daki faaliyeti duraklayan Pera 1923 senesinde David Yafa, Muzakis ve Kanakis gibi müteşebbislerin gayretleriyle yeniden teşkilâtlanmış ve bu sefer Sakızağacı semtinde (Beyoğluspor Kulübü) adı altında tekrar faaliyete atılmıştır.
Futbol ve jimnastiğe ilâveten boks, güreş, tenis, atletizm ve sportif oyunlarda da gayret gösteren Beyoğluspor bu branşlarda o zamandan bu yana büyük muvaffakiyetler gösterdi ve muhtelif sahalarda birçok İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazandı.
Futbolda 1940 senesinde birinci kümeye yükselen Beyoğluspor 1952’den itibaren profesyonel kümede de yer almış bulunmaktadır. Hâlen Parmakkapıda muntazam bir lokal ve salona sahip olan Beyoğluspor kulübü bir çok kulüplerimize örnek olacak bir teşkilât ve intizam içinde çalışan cidden olgun bir müessesedir.
(Gelecek resim ve yazı: Futbol tarihimizin ilk şampiyonu genç takımıdır: 42 yıl önceki meşhur Fenerbahçe üçüncü takımı…)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLI” : 1924 yılından geliyor.
Fenerbahçe futboldaki büyük şöhretini ocağında yetişmiş ve gelişmiş çocuklarına borçludur. Esasen, memleketimizde genç takımları ilk kuran kulüp Fenerbahçe ve bu lüzumu duyan ve onu tatbik mevkiine koyan ilk idareci de Elkâtip Zade Mustafa beydir. Bu ileri görüşlü zat bu işe 1911 senesinde girişti.
Elkâtip Zade ve takımları neden sonra diğer kulüplerimize örnek oldular…
Fenerbahçe’de, hiç bir kulüple ölçülemeyecek nispette, şöhretli genç takımlar yetişmiştir.
Bunların birincisi 1913 yılı genç takımıdır. Haydar, Ecvet, Fahri, Nuri, Necip Şahin, Necmi, Baron Feyzi, Zeki, Alâ, Bekir, Cafer ve Refik Osman’dan mürekkep olan bu kadro o yıl memleketimizde ilk defa olarak organize edilen İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğunu hiç yenilmeden almış ve Mahmut Muhtar Paşa merhumun, üzerinde: “Yarının kıymetli futbolcularına…” yazılı gümüş kupasını kazanmıştı.
İmparatorluk devrinin spor muhibbi bu meşhur Paşasının kupaya yazdırdığı “Yarının kıymetli futbolcularına” sözü onun isabetli görüş kudretinin de mükemmel bir ölçüsüdür. Çünkü tam 10 yıl sonra, 1923’de Türk millî takımı kurulurken bu arada yetişmiş ve gelişmiş yukarıdaki gençler, yani 10 yıl önceki Fenerbahçe üçüncü takımı ay-yıldızlı ilk kadrolara esas olmuştu.
Filhakika; ilk takımlarımızın meşhur Zeki, Alâ, Cafer, Bekir, Feyzi ve Refik Osman gibi 6 esas siması futbolu 1913’ün Fenerbahçe üçüncü takımında öğrenmiş gençlerdi.
Futbol tarihimizin bu canlı hakikati Fenerbahçe kulübünün genç takımlar mevzuunda vaktiyle başardığı alemdarlık ve harcadığı büyük emeklerin ölmez hâtıra ve hattâ mükâfatı olarak yaşayacaktır.
Filhakika; Sami Bey tarafından sol köşeye yazılmış şu bir kaç kelime yalnız bir şükran ifadesi değil; aynı zamanda, Fenerbahçeliler arasında cari sevgi, hürmet ve kadirşinaslık örneğidir de:
(Fenerbahçe küçüklerinin muhterem muallimleri Fuat Beyefendiye. Bir hâtırai şükran olmak üzere takdim…)
Bugün 30 yılını doldurmuş olan şu fotoğraftaki eski genç Fenerlileri birçok kimseler tanımayacaklar, fakat hüviyetleri sunuldukça içlerinde tanınacak ve hatırlanacaklar çok olacaktır.
Ön sırada oturanlar, sağdan:
Suat Belgin (Tekel levazım müdürü),
Solaçık Seyfi, İzmir Fuar müdürü Ferruh Örel,
Santrfor ve hâlen İstanbul futbol ajanı Sedat Taylan,
Sağiç Şahap,
Aynı zamanda milli atlet Haydar Aşan,
Balkan şampiyonu tenisçilerimizden ve hâlen İstanbul Belediyesi Reis muavini Sedat Erkoğlu,
Santrhaf ve hâlen İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret okulu müdürü Doktor Nihat Sayar.
Ayaktakiler;
Sağ baştaki kısaca boylu genç Suat Belgin’in ağabeysi Mocuk Hikmet merhumdur. Hikmet; milli takımımıza Fikret, Muzaffer, Niyazi ve Mehmet Reşat’ı veren Fenerbahçe’nin 1927 yılı genç takımının fedakâr antrenörü olup bu uğurda evvelâ sıhhatini, bir yıl sonra da hayatını feda etti.
Merhum Hikmetin sağındaki beyaz saçlı zat Fenerbahçe’nin emektar uzvu ve eski reislerinden Doktor Hamit Hüsnü Kayacan merhumdur.
Beyaz gömlekli genç de milli sağaçık ve eski Fenerbahçe genç takımlarının amatör antrenörlerinden Paşabahçe Cam fabrikası muhasebe müdürü Sabih Arca’dır.
Sabih’in sağında solhaf Şevki, onun da sağında merhum bek Ziya görülüyor.
Fenerbahçe kulübü, bugün, “genç takım” davasını ele almış bulunuyor. Gerçi şartlar düne nazaran çok değişmiştir. Fakat hâdisat ve hakikatler gösteriyor ki, randıman nispeti düne nazaran az da olsa, bu yola dönmeğe lüzum vardır. Bu bakımdan, Fenerbahçe kulübünde genç takım dâvasını feragat ve fedakârlıkla güden, vaktiyle o takımlardan yetişmiş, Sayın Siyami Arda’yı tebrik etmek ve ona müzahir olmak vazifedir.
Fenerbahçe’nin 1913’ten sonraki ikinci meşhur genç takımı yukarıda resmini gördüğünüz 1924 yılı genç kadrosudur. Bu takım, 1924 yazında iki ay ilk milli takım antrenörü Hanter tarafından çalıştırılmış; sonra da, ilk Türk futbolcusu Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Kayacan ve nihayet Sami Coşar elinde tekâmül etmiştir.
Bu takım, o yılın genç takımları arasında tertiplenen meşhur (Fen kupası) galibidir. Ayrıca, futbol tarihimizde yurt içinde turneye çıkan ilk genç takımdır. Hatırlayacaklar çok olsa gerek; Fenerbahçe’nin 1924 genç takımı, yukardaki fotoğrafın alındığı tarihlerde, 16 eylül 1924 günü merhum doktor Håmit Hüsnü Kayacan’ın riyaseti altında İzmir’e hareket etmiş ve orada 4 muhtelif kulübün birinci – ikinci takımlar muhtelitleriyle maç yapmıştır.
Altay’ı 8 – 0, Altınordu’yu 6 – 0, Hilâli 4 – 0 ve Karşıyaka’yı da (11 – 0) yenen Fenerbahçe küçükleri 4 galibiyet almak ve hiç gol yemeden 29 gol atmak gibi fevkalade bir başarı sağlamış ve İzmir’de umumi hayranlık uyandırmışlardı.
İşte, yukardaki fotoğraf Türk futbolunun baktıkça insana fevkalâdelikler okuyan 1924 senesi Fenerbahçe üçüncü takımının canlı bir hâtırasıdır. 1924 sonbaharında çekilmiş ve 20 Aralık’ta Sami Coşar tarafından Fuat Hüsnü Kayacan’a hâtıra olarak sunulmuştur.
Arkadaki takımın yedek haflarından Hikmet’tir.
Sonra, sol müdafi Füruzan Şansal ve müteakiben de iki kaleciyi görüyorsunuz.
Beyaz fanilalı İhsan’dır. Geçen seneler Ankara futbol ajanı idi.
Başında kep olan da merhum Hüsnü’dür.
Hüsnü’nün sağında (Bloke) namiyle maruf müdafi İhsan, sonra muavinlerden Ulvi Örel, gene muavinlerden hâlâ veteriner albay Hakkı Gürtay ve nihayet gene haf hattından, hâlen Devlet Demiryollarında, Hayri Başol’u görüyorsunuz.
İki sivilden sağdaki devrin birinci takım futbolcularından ziraat mühendisi Ragıp Mağden, soldaki de Fenerbahçe’nin ilk kadrolarının teknik ve zekasıyla maruf forveti, o tarihlerde yeni kurulmuş İş bankası müfettişlerinden ve bu meşhur takımın püramatör antrenörü ve geçen yılların da Urfa mebusu Hüseyin Sami Coşardır.
(Gelecek resim ve yazı; 32 sene evvel ilk milli takım antrenman maçında milli takımının Türk futbolunda pek meşhur 5 muhacimini, yağmurlu bir havada Kadıköy sahasında göstermektedir.)
Fenerbahçe ile Altınordu, bir zamanların iki ezeli rakibi, 12 Aralık 1919 Cuma günü karşı karşıya gelmişler. Spor Âlemi dergisinde maçı yazan (muhtemelen Çelebizade Sait Tevfik Bey) topun aldığı hali “çamurlu yuvarlak bir şey” olarak anlatmış. Keyifli okumalar…
Bu oyun lig maçlarının en galeyanlısı ve en meraklısıdır. Çünkü birçok seneden beri bu iki rakip kulüp arasındaki oyunlar ya kavga ile neticeleniyor veyahut berabere kalıyorlardı, bugünkü maçta ise Altınordulular lig maçında oynatılmamasına karar verilmiş olan Hasan Bey’i bulundurduklarından bilmem acaba bu oyun da makbul addolunacak mıdır?
Mahaza maçın tarz-ı cereyanını izah edelim: Hakem Sedat Bey idi. Muvaffakiyeti şayan-ı takdirdir.
Takımlar hemen her iki kulübün en iyi oyuncularından terekküb ediyorsa da hepsi bir seviyede bulunmuyordu. Bu oyunda Altınordu’nun sağ ve Fenerlilerin de sol tarafı iyi ilerliyordu.
(Oyun) başlangıcında gevşek olmakla beraber meraklı cereyan etti. Gerek Fenerliler ve gerek Altınordulular birbirlerini epeyce kurcalamaya başladılar. Fakat Altınordu müdafaası topu gayet iyi vurduklarından muhacimlere hemen muavinlerin yardımına ihtiyaç hissettirmeden yolluyorlardı. Tabii buna muavinler de inzimam ederek daha ziyade takviye ediyordu.
Fenerlilerin müdafaa hattı kuvvetsiz idi. Muavinler çok gayret ediyor, yalnız İsmet Bey pek iyi oyuncu olmakla beraber asabiyeti dolayısıyla ziyade çalım yapıyor ve bundan dolayı bazı mühim sıralarda topu hasmına veriyordu.
Fenerliler ilk partide sol tarafta verilen iyi bir pas ile kaptan Zeki Bey tarafından ilk sayı yapıldı, fakat Altınordulular da pek az sonra kale önünde karışıklık esnasında Hasan Bey’in kafasıyla topun rüzgar tesiriyle bir kısmı kaleye dâhil olması hakem tarafından gol addedilerek bir sayı mukabil taraf da yaptı. Ve birinci kısım hitam buldu.
İkinci partide Fenerliler hücuma başladılar ve epeyce oyun şiddetini tezyid etmişti. Bu sırada uzun havaleli bir top ufak bir çalımla müdafileri geçilerek Fenerlilerden Alaaddin Bey tarafından gayet mühim ikinci sayı dahi yapıldı.
Bundan sonra Altınordulular ziyade gayret etmesine mukabil Fenerliler de müdafaasını kuvvetlendirmek lazım gelirken bilakis daha açarak fazla sayı yapmak hevesine düştü ve zaten uzun vurulamayan top çamurlar arasında sürünmeye başlandı.
Korner hattından çekilen toplar hep bu karışıklık esnasında içeriye atıldı. Ve şu suretle galibiyet Fener’de iken ikinci ve üçüncü sayıların yapılmasıyla diğer tarafa teveccüh etti.
Artık hava kararmaya başlamıştı ve her iki taraf da yorgun bacaklarını çamurlu yuvarlak bir şeyin üzerinde hareket ettirmeye çabalıyorlardı.
Neticede ikiye karşı üç ile oyun neticelendi.
Bu maçta en iyi oynayan Fener’den Feyzi Bey’le her iki kulüpten Refik Bey’lerdir.
Spor Âlemi – Numara:4
Fotoğraflar: Spor Âlemi dergisinde Fenerbahçe’den Refik Kuntol, Altınordu’dan Refik Osman Top, Fenerbahçe’den Baron Feyzi ve Fenerbahçe’den İsmet Uluğ.
“Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.
Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…
“Büyük” Fikret Arıcan Albümü
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evine gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada…1929-1930 sezonunda şampiyon on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan… Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer…Fenerbahçe’deki ilk maçlarım… Sene 1927… Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri Göktulga, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Bekir Refet Teker, Hüsnü Teoman, Cafer Çağatay, Füruzan Şansal, Nevzat Alpagut, Rıza. Oturanlar: Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim Kaleci…Fenerbahçe, hep Ankara – İzmir arasında mekik dokurdu… İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü Boyer, ben ve Mehmet Reşat Nayır görülüyor…Üstte… 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol millı takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap Özaltay, Burhan, Beykoz’lu Şekip, Sadi, Sabih Arca, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Fevzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin…Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti… Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, amigo Behiç’in babası Selahattin… Oturanlar: Mehmet, Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat…Fikret ArıcanRahmetli Zeki Rıza’nın kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti… Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor…Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii Erkal, Saim, Ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin Böke, Fahri, Celal Şefik, Reşat…Fenenbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, Ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret… Oturan: Natık…Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiyakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler… Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardreşler de yer almıştı…1930’da Balkan Oyunları’na katılan Millî Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi…Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…1937-1940 Türkiye şampiyonlukları kupasını alırken…Bükreş’te Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte sahada çektirdiğimiz hatıra resmi…Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, A. Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri… Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan…1937’de Maarif Kupası da bizim oldu… Fotoğrafta, Niyazi, Ben, Esat birlikte görülüyoruz…1934’te Ukrayna muhteliti ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz…1934’te Leningrad’da Sovyet millî Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz…Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov’la teknik direktör olarak karşı karşıya geldik… Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik…Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi… Ve kaleci Bedii ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedii…Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için şimdi neler vermez.Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’du… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…Fenerbahçe 1937’de Maarif Kupası’nı ilk kez Fenerbahçe 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanınca takım, Marmara’da İpar kotrası ile gezintiye götürüldü… Fotoğrafta, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular kotrada görülüyor…Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim…Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası… Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Ben, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik…Yabancı takımlardan biri ile yapığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı…Zeki’nin veda maçında Avusturya takımının kaptanı Sesta ve ben maç öncesinde…İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta ben takımıma bir gol kazandırırken…1936’deki Yugoslav Milli Takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık, ben ve Niyazi… Bu karşılaşmada üçüncü golü ben atmıştım…1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta millî on birimiz karşılaşmadan evvel…1936 Berlin Olimpiyat kampında ayaktakiler soldan: Şeref Yaşar, Ben, hakem Şazi Tezcan, Hüsnü ve oturan masörümüz…Yine Berlin Olimpiyat kampı… Ayaktakiler: Bir bisikletçimiz, Fuat, Niyazi, Ben, Cihat… Oturanlar: Şeref ve Gündüz…Fenerbahçe – Beşiktaş maçı öncesi… Hakem merhum Kemal Halim… Ben ve Hakkı birbirimize başarılar diliyoruz…Bir devirde Türk Milli Takımı hakikaten iyi futbol oynadı… Güzel sonuçlar elde etti… Fotoğrafta, Yugoslavya ile 3-3 berabere kaldığımız maçta Yugoslav kaleci benim bir atağımı önlüyor…Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevinde bulunduğum sırada kulübümüzün maçından önce, rakip takımın teknik direktörü ile birbirimize çiçek verirken…Fenerbahçe ile Sovyetler Birliği’ne gittiğimiz sırada Moskova Havaalanı’nda rakip takımın yöneticileri bizleri karşıladılar… Fotoğrafta, rakip kulübün yöneticisi yakama rozet takarken…Yıllar ne çabuk akıp gidiyor… İşte, 52 yıl öncesinin Fenerbahçe on biri… Kimi sağ kaldı, kimi göçüp gitti… Ama her zaman anılıyorlar…Eskiden kulüpler gençlere pek önem verirlerdi… Fenerbahçe’de tüm as futbolcular genç takımdan çıkmıştır… Yöneticiler adeta gençlerin üstüne titrerlerdi… Sağ baştan ikinci ben, genç takım arkadaşlarımla…Taksim Stadı’nda yaptığımız bir maçta rakip kalede gol ararken…Galatasaray’la oynadığımız bir maçtan önce… Solda hakem Sami… Yanında Galatasaray kaptanı Nihat ve ben…Rahmetli Kemal Halim devrin en iyi hakemlerinden biriydi… Çok maçımızı yönetti… Fotoğrafta, Kemal Halim, Avusturya ekiplerinden biri ile yaptığımız maç öncesinde ben ve rakip takımın kaptanı ile birlikte…Ankara’da oynadığımız bir maç öncesinde Başkanımız Şükrü Saraçoğlu ile birlikte böyle bir hatıra fotoğrafı çektirdik…İzmir’de oynanan bir maç sonrasında yapılan ben ve diğer Fenerbahçeliler toplu halde…Bir Galatasaray maçı öncesinde ben, Fenerbahçe takım kaptanı, Galatasaray kaptanı kaleci Avni ile el sıkışıyoruz… Ortada hakem Şazi Tezcan…Güneş – Fenerbahçe karşılaşmasından bir görünüm… Ortalanan bir topa koştum, fakat Güneş kalecisi Cihat atak davranarak topu kaptı…Fenerbahçe’nin sezon açılışları eskiden pek görkemli olurdu… İşte, bu sezon açılışlarından biri… Ön sırada, Zeki, Esat, Alaaddin ve ben… Tribündeki seyircilerin alkışları arasında yürüyoruz…Yönetim Kurulu soldan sağa, Naci Barlas, Emin Cankurtaran, Turgut Soydaner, Oramiral Hilmi Fırat, Orhan Ergüder, Güven Sazak, Yavuz Bayraktar ve Osman Karatop…Yönetim kurulu üyeleri bir Ankara seyahatinde zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı da ziyaret etmişti… Fotoğrafta. Akıncı ve Sarı-Lacivertli yöneticiler toplu halde Kara Kuvvetleri binası önünde…Kulüp müdürlüğü kolay iş değildir… Tüm personelden başka futbolcuların dertleri, lisans muameleleri, ihtilafların halli… Organizasyonların düzenlenmesi… Günlük işler… Muhasebenin denetimi… Kısacası akla hayale gelmeyecek şeyler kulüp müdüründen sorulur… Hele hele müdür futboldan da gelmiş olursa vay geldi başına… “Ağabey sen de vaktiyle bizim gibiydin” diyen yanına yaklaşır… Ama ne yalan söyleyelim zevkli iştir…Ben, Osman Kavrakoğlu ve bir devrin maliye bakanı Hasan Polatkan… Fenerbahçe’nin bir maçından sonra verilen kokteylde…Futbol Federasyonu azası iken Hakkı Yeten ve Hasan Polat ile beraber…Szekelly’nin Türkiye’ye gelişinde takımı ona teslim etmiştim… Dr. Reşat ve Szekelly…Futbol Federasyonu azası iken de futbolculukta olduğu gibi dış ülkelere gittik… Fotoğrafta, Yugoslavya’daki toplantıdan bir görünüm…Yugoslavlar bize çok büyük ilgi gösterdiler. Toplantılardan sonraki boş saatlerde bizleri şehrin tarihi ve turistik yerlerine götürdüler.Futbol Federasyonu toplantısından bir görünüm… Hasan Polat, Hakkı Yeten… En sağda da merhum Hasan Ekin… Mihailoviç’i millî takımın başına getirmiştik o günkü görüşmede…Şimdi Milliyet’in Spor Servisi Sorumlu Müdürü olan Namık Sevik sağımda, solumda ise gene aynı gazetenin yazarı, spiker Halit Kıvanç’la bir futbol söyleşisinde görülüyoruz…Sovyetler Birliği’ne yaptığımız seyahatte, Hürriyet’in o zamanki spor muhabiri Demir Feyzioğlu ve ben Moskova’da gezerken görülüyoruz…Devrin Devlet Başkanı masasında…Bulgarlarla yaptığımız maçtan önce soldan sağa bizim takım… Antrenör Schvenk, Hasan Ekin, Aslan Nihat, Ben, Leblebi Mehmet, Hüsamettin, İhsan, Eşref, Selahattin, Vahap, Kemal, Hüsnü, Sait ve Necdet…İstanbul’da oynadığımız bir Milli maçta Zeki, Ben ve Selahattin devre arasında istirahat ederken… Arkamızda Fikret Yüzatlı (Masör), Hamdi, Emin Çap (Federasyon Başkanı), Antrenör Pegnam ve Foto Ali…Fenerbahçe’nin bir maçında Mehmet Reşat, Şaban, Şükrü Saraçoğlu, Naci, Lebib, Melih, Ben, Rebii, A. Rıza, Cihat, Nedim Kaleci…Hakkı Yeten (solda), Fikret Arıcan (sağda), futbol oynadıkları yıllarda bir maçtan önce…Fenerbahçe Yönetim Kurulu olarak zamanın İstanbul Belediye Reisi olan Fahri Atabey’i ziyaret ettiğimiz gün…K. Fikret ile Fenerbahçe Stadı’nda bir maçı izlerken…Fenerbahçe Stadı’nda Esat’la beraber…Bir milli maç öncesi çektirdiğimiz bir resim Niyazi (Güneşli), Niyazi Sel, Ben, Mehmet Reşat, Rebii, Sait, Selim, Rıza, Faruk, Rasih, Hasan Polat, Hüsnü, Hüsamettin Cihat…Çınar Otel’in Kulüp Başkanı Agâh Erozan’la bir sohbet toplantısı…Mevsim başlarında mutlaka bir yabancı takımla maç yapardık… Soldan, itibaren Alaaddin, Firuzan, Şekip, Muzaffer, Sadi, Zeki, Niyazi, Kadri, ben, Saban. Oturanlar: Ziya, Mehmet, Reşat, Rıza…Şimdiki futbolcular gibi otomobille değil, tramvayla antrenmana ve maça giderdik… İşte Kadıköy durağı… Halil ve Suat isimli arkadaşlarımla birlikte görülüyorum…İzmir’den Bir Hatıra – Soldan sağa: Reşat, Muzaffer, Ben ve Hikmet Üstündağ, İzmir seyahatinde bir gezinti sırasında bu hatıra fotoğrafını çektirmiştik…Esat ve Niyazi ile – Bir maç öncesinde Esat ve Niyazi ile birlikte Fenerbahçe forması ile görülüyoruz… Esat da Niyazi de kusursuz futbolculardı…İstanbul Muhteliti – İstanbul muhteliti ile İzmir’e yaptığımız seyahatte vapurda… Ayaktakiler, soldan sağa: Selahattin (Kolera), Avni, Hasan Ekin, Ben, Rebii, Fahri, Orhan Şeref, Saim… Oturanlar: Kemal, Eşref, Mutlu, Yavuz, Celal, Şefik…At Gezintisi – Hayatımda bir tek kez ata bindim… Fotoğrafta, Hereke fabrikasının o zamanki müdürü Kemal Sıdal ve Ben at üstünde görülüyoruz… Hiç unutmama o gün bir, iki saat atla gezmiştik… Ondan sonra da atı sadece sokakta gördüm…1941-45 Ankara – 1941 ve 1945 yıllarında Ankara’da yaptığım çalışmalarda arkadaşlarla birlikte toplu halde görülüyoruz… Başkentte o zaman futbola karşı herkes büyük ilgi duyuyordu… 19 Mayıs Stadı her büyük maçta tıklım tıklım dolardı… Ankara, Türk futbolunda çok büyük isimler yetiştirmiştir…Balıkesir’de Havacılarla – İzmir seyahati dönüşünde Balıkesir Hava Üssü’nde havacıların da konuğu olduk. Bize çok büyük ilgi gösterdiler. Üssü gezdirdiler. Fotoğrafta, havacılardan bir grup, takımın bazı elemanları ile birlikte…Vapurun Güvertesinde – İzmir’de bir maç sonrası vapurun güvertesinde. Bu maçların çoğunu biz kazanırdık…K. Orhan’ı yerime hazırlamak istedim olmadı – Soldan sağa: Lebib, Con Kemal, Ben, Nevzat, K. Orhan… K. Orhan’ı kendi yerime yetiştirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak, tam olgun hale geldiği zaman futboldan koptu. Eğer oynasaydı, hakikaten çok daha büyük futbolcu olurdu…1941-1945’de Ankara’da bulunduğum sırada Demirspor’u çalıştırdım. Fotoğrafta, bir maç öncesinde çekilmiştir.Demirspor-Ankaragücü dostluk maçı – Ankaragücü ile çalıştırdığım Demirspor’un maçını Güreş Federasyonu Başkanlarından Sadullah Çifçi ile beraber…Vefa ile Fenerbahçe’nin yaptığı bir lig maçından sonra iki takımın futbolcuları birlikte… Soldan sağa ayaktakiler: Hayri, Ragıp, Mehmet Reşat, Zeki, Şevket, Kadri, Alaaddin, Niyazi, Muzaffer, Ben, Ziya, Hüsnü… Oturanlardan tanıyabildiklerim: Muhteşem, İskender, Osman, Avni, Saim… Yeşil-Beyazlılar ile hayli iddialı maçlarımız olmuştur. Ancak hepsi de dostane geçmiştir. Bizlerde sahada olan sahada kalırdı, dışarda herkes çok iyi arkadaştı…Beşiktaş’ın büyük futbolcusu Şeref’in vefatından bir gün sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya geldiler… Acımız büyüktü. Çünkü Türk futbolu büyük bir evladını kaybetmişti… O gün hepimiz göğüslerimizde siyah bantlarla sahaya çıktık… İşte Fenerbahçe takımı soldan sağa: Niyazi, Muzaffer, Zeki, Ben, Esat, Cevat, Şaban, Mehmet, Reşat, Yaşar, Fazıl, Hüsamettin…Takım arkadaşım Mehmet Reşat Nayır ile çok iyi anlaşırdık. Saha dışında da daima beraber olurdu. Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan Mehmet Reşat, futbolcu bıraktıktan sonra bir süre de umumi kaptanlık görevini de üstlenmişti…Mahmut Göknel ile – Sümerbank’ta çalıştığım sürede çok arkadaşım oldu… Hepsi de iyi insanlardı… İşte, yakın arkadaşlarımdan Mahmut Göknel… Göknel maalesef bugün hayatta değil…Fenerbahçe’de tüm arkadaşlar kıyafetimize dikkat ederdik… Kravat, gömlek, takım elbise, sırtımızdan hiç çıkmazdı… Her gün de muntazam tıraş olmaya dikkat ederdik. Programlı bir yaşamımız vardı…Fenerbahçe’de bulunduğu süre içinde sayılamayacak kadar çok yabancı antrenör tanıdım, arkadaş oldum… İşte Yugoslav Mihailoviç… Fenerbahçe’ye geldiği gün havalimanında kendisini ben karşıladım…Yıl 1927… Fenerbahçe’nin Slavia ile maçı vardı. O gün beni de kadroya aldılar… Ancak, yedek olarak kenarda bekledim… Yaşım daha ufaktı… Yedek olarak sahaya çıkmak bile çok büyük bir şerefti benim için…Takım arkadaşım Muzaffer Çizer ile birlikte bir maç öncesinde görülüyoruz. Çizer ile yıllarca birlikte top peşinde koştuk. Üstün yetenekleri olan iyi bir futbolcu idi…Eşekle ada turu… O gün tüm arkadaşlar pek eğlenmiştik… Besteci Osman Nihat Akın da bu gezimizde vardı… Ve ilk kez orada bize yeni bestelediği “Körfezdeki dalgın suya bak” şarkısını söyledi… Bizlere de tekrarlattı…Nice’de yenildikten sonra Başkan Agâh Erozan, Müslim Bağcılar, kaptan Naci, Ben ve Avni yemek masasında… O gün hep futbolda konuşuldu… Niye yenildiğimizin tahlilini yaptık… Herkes çok üzgündü… Hele farklı yenilgiyi kimse hazmedemiyordu… Çünkü Fenerbahçe’de o devirde Türkiye’nin en kuvvetli ekibine sahipti…Yıllarca top peşinde koştum… Hayatımın en güzel günlerini futbolcu iken yaşadım… Öyle zamanlar oldu ki geceleri rüyamda bile futbola beraberdim… Futbolu bıraktıktan sonra da, antrenörlük yaptım… Çalışmalarda bazen eski günlerimi anımsar, çift kalelere katılırdım… Fenerbahçe’de futbolu bıraktıktan sonra şöyle bir madde vardı kontratımda… Antrenörsüz kalındığı anda takımı Fikret çalıştıracak… Bu nedenle de ben sık sık görev başı yapmak zorunda kaldım…İstanbul’da doğup büyümeme rağmen, Ankara’yı da görevli bulunduğum süre içinde hiç de yadırgamadım… Orada da İstanbul’daki kadar büyük ilgi ve sevgi gördüm… İşte yeğenim ve ben… Bir gezinti sırasında görülüyoruz…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, İzmir Bölge Müdürlüğü’nde bir toplantı öncesi… Bu toplantıya kulüp temsilcileri ve devrin ünlü hakemleri de katılmışlardı…Fenerbahçe’de dostlarımla birlikte… Sağdan, Ahmet Erol, Nimet Arpacı, Talat Ataman, İbrahim Yener, Muhittin Bulgurlu ve Milliyet Gazetesi Spor Sorumlu Müdürü Namık Sevik ile…Sümerbank mensupları ile toplu halde… Sümerbank’taki günlerim pek renkli geçti… Karşılıklı saygı ve sevgi üzerine bir arkadaşlığımız vardı…Sümerbank’ta müdürlerim beni pek sevelerdi… Her derdimle meşgul olurlardı… Sık sık eski futbol anılarımı bana anlattırırlardı… Fotoğrafta, müdürlerimizle birlikte görülüyorum…Gezintiye bayılırım… Sık sık yürüyüşler yaparım… Bu beni dinlendirir… Hala da fırsat buldukça yürürüm…Kulüp müdürlüğüm zamanında görev başında… İnanın bana, kulüp işleri ile uğraşmak futboldan çok çok zordu… Saatlerce masa başında oturmak herhalde hoş bir iş olmasa gerek. Tabii bizim gibi daima hareket halinde olan insanlar için…Rahmetli Gündüz Kılıç’ı görünce ikimiz de basardık kahkahayı… Neden mi? Anlatayım: Gündüz Kılıç, Milli Takıma yeni girmişti… Bir gece O’nu dolaşırken gördüm… Hiç sesimi çıkarmadım… Ertesi sabah karşılıklı konuşuyorduk… “Gündüz” dedim, “Seni gece dolaşırken gördüm. Uykun yoktu galiba.” “Uyurgezerim bazen” demez mi… Evde ne yapardın diye sordum… Yanıtı şöyle oldu: Annemle, babam benimle ilgilenirdi… O zaman ben de kendisine aynen şunları söyledim: “Aslanım o zaman anneni de babanı da kampa getirseydin ya…” Bu olayı hatırladıkça, herkese anlatırdı… İşte gene o olaydan bahsediyoruz… Fethi Dinçer de bizi gülerek dinliyor…Galatasaray’ın futboldaki simgesi Gündüz Kılıç hakikaten büyü futbolcu idi… Teknik direktörlüğü sırasında da kendisi ile sık sık beraber olduk… Fotoğrafta, bir maç öncesinde karşılıklı konuşurken…Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasimi – Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasiminden bir görünüş: Arkada Muzaffer, Niyazi… Önde Zeki, Esat, Alaaddin ve Ben…İlk Maarif Kupası’nı kazanan ekip – 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanan ekip… Soldan sağa: Esat, Reşat, antrenör Ellyot, Ben… Cevat, Naci… Oturanlar: Ali, Rıza…İstanbul Muhteliti Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki İstanbul muhteliti vapurun kurtarma sanlında birlikte görülüyor… O zamanlar, İstanbul’da takımlardan seçilen futbolcular, sık sık Anadolu’ya İstanbul muhteliti adında gider ve maçlar yaparlardı…Kulübümüzün azası Sadun Erdemir, yıllarca yöneticilik, divan heyeti başkanlığı yaptı… Kongrelerin renkli simasıdır Erdemir… Avukatlığı yanı sıra, futbol ve futbolcularından da iyi anlar…Naci benim yöneticilik zamanımda bir vakitler yaptığım görevi üstlenenlerden biri… Karagümrük’te yıldızı parlayan Naci Erdem, Fenerbahçe’de de parlak bir futbol dönemi yaşadı ve futbolcu Galatasaray’da son buldu…Hacı Bekir’in başkanlığında – Ankara’da Milli lig şampiyonu olan futbol takımımız Hacı Bekir’in başkanlığı döneminde, Ankara’ya kupa maçı için gitmişti… Fotoğrafta, futbolcular, yöneticiler ve Başkan Hacı Bekir toplu halde…Kürek çekerken – Deniz sporlarını pek severim… Sık sık yüzerim… Bu arada futbol oynadığım devrelerde bizim kürekçilere özenip üç çiftede kürek bile çektim… Soldan ikinci kürek çekerken görülüyorum…Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce – Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce çok sevdiğim arkadaşlarımla tribün basamaklarında bir arada… Üst sıra, soldan: Samih Duransoy, Ben… Oturanlar: Saip Aydoslu, Hadi, Suat Belgin ve Semih…Yeşilköy Bize Uğurlu Gelirdi – Ne zaman Çınar Oteli’nde kamp yapılsa, Fenerbahçe hep sahadan galip ayrılırdı… Soldan itibaren Kulüp Başkanımız Agah Erozan, Müslim Bağcılar, Çınar Oteli sahibi, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan, Niyazi Sel ve Ben…İsmet Uluğ ve Müslim Bağcılar şu anda hayatta değiller… İkisini de bu kulübe çok büyük hizmeti geçmiştir… Uluğ sertliği, prensipleri ve futbolculuğu yanı sıra kendi devrinin iyi boksörlerinden biri de idi… Bağçılar ise, özellikle transfer ayında, aldığı futbolcularla büyük ün kazanmıştı…Çınar Oteli’nde Yapılan Kamptan Bir Köşe – Soldan itibaren: Firuzan Tekil, Faruk Ilgaz, Müslim Bağcılar, K. Fikret ve Ben…50. Yıl Töreni – Fenerbahçe’nin 50. yıl törenlerinden bir an… Sahanın içinde yöneticiler, tribünde seyirciler bu büyük günü kutlamaya hazırlanıyorlar…Hazırlık Maçı Devre Arası – Tahta tribünlerin olduğu devirlerde Fenerbahçe hazırlık maçlarını hep kendi sahasında yapardı. İşte o maçlardan birinde devre arasında görülüyorum…Yeten’le Futbolcuları Konuşuyoruz – Milli takım aday kadrosunun Fenerbahçe Stadı’nda yaptığı hazırlık maçında devre arasında Hakkı Yeten’le, futbolcuların durumunu konuşuyoruz. Milli takım seçimi büyük bir titizlikle yapılırdı… İsim bizim için önemli değildi. Kim iyiyse, o takıma girerdi. Bu yüzden pek çok şöhretin kadro dışı kaldığı da görülürdü…Bir Kongre Sonrası – Bir kongre sonrasında Fenerbahçe’de yeni göreve gelen heyet… Soldan itibaren: Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar, Dr. Reşat Dermanver, Osman Kavrakoğlu, Hüsamettin Böke, Zeki Rıza Sporel, Muhter Sencer, Raif Dinçkök, Ertuğrul Akça, Muhittin Bulgurlu, Talat Ataman, Rıza Işıldar ve Ben…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, bir maç arası şampiyon olan Altay, gene takım Kaptanı’nı tebrik ederken…Uzun yıllar Sümerbank’da çalıştım… Buradaki arkadaşlarımı hiç unutamam… Zaman zaman toplanır eski hatıraları tazeleriz… Fotoğrafta, arkadaşlarımdan bir grupla, yemekli bir toplantı öncesinde görülüyoruz…Sağdan sola, Şazi Tezcan, ben ve Hakkı Yeten… Milli Takım aday kadrosunun yaptığı bir karşılaşmayı izliyoruz…İzmir Bölgesi Mensupları ile – Futbol Federasyonu üyeliği sırasında hayli problemli olayların içinde yaşadım… Zaman zaman toplantılara İzmir’e, Ankara’ya uçtum… İşte İzmir’deki toplantıdan bir görünüm… Kulüp yöneticileri ve bölge mensupları konuşma öncesinde…Ece – Erimtan ve Usuoğlu Üçlüsü – Bir zamanların ünlü üç yöneticisi soldan sağa, Turgan Ece, Nejat Erimtan ve Sadri Usuoğlu… Bu üçlü Ece ve Erimtan yıllarca Galatasaray’da yöneticilik yaptılar… “Arap Sadri” diye tanınan Sadri Usuoğlu, Beşiktaş’ın her şeyi idi… Ben de o zaman, federasyon üyeliği görevini sürdürüyordum… İşte o meşhur üçlü ve ben, bir konuyu tartışırken görülüyoruz…İlk Antrenörlük Günlerim – Fenerbahçe’deki futbolculuk dönemimden sonra antrenörlük günlerim de hayli hareketli geçti… Sağdan sola, ben, Yüksel, Selim, Ogün, Ali ve Güray çalışma öncesinde görülüyoruz…Sık Sık Yabancılarla Birlikte Olurduk – Yabancı spor adamları sık sık yurdumuza gelirlerdi… Ayrıca, futbolculuk devrimizde Avrupa’nın ünlü ekipleri ile sayılmayacak kadar çok maç yaptık… Bir zamanlar karşı karşıya oynadığımız şimdi adını hatırlayamadığım bir Macar yurdumuza geldiğinde kendisi ile konuşurken…Kazanamadığımız maçlar beni feci şekilde sinirlendirirdi… Bu nedenle de yanıma hemen hemen kimse yanaşmazdı… Resim bile çektirmezdim ama nasılsa bir foto muhabiri arkadaş beni bu halde yakalamış…
Fenerbahçe’de Yemekli Bir Toplantı – Bugün olduğu gibi Fenerbahçe’de sık sık yemekli toplantılar tertiplenir, eski arkadaşlar bir araya gelip sağdan soldan konuşurduk. Konu tabii ki, futbol olurdu… İşte, bu yemekli toplantılardaN biri…
Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’nin Kızılcahamam kampı… Teknik Direktörümüz Didi de Kızılcahamam’ı pek severdi… Çoğu zaman yeni sezona hep Kızılcahamam’da hazırlanırdık… İşte, yemekten bir köşe, sol başta oturan yöneticilerden Bülent Yüksel… Yanında gazeteci Yavuz Bayraktar… Didi ve kızı… Tam karşılarında da ben…Futbol şürası veriyorlar… – Ankara’da yapılan futbol şurasından bir görünüm… Sağdan ben, Sabahattin Erman ve Doğan Andaç… İkisi de Türk futboluna büyük hizmetler verdiler…Gegiç’in Fenerbahçe’ye Geldiği İlk Gün – Gegiç Fenerbahçe’ye ilk geldiği gün maçımız vardı… Futbolcuları İnönü Stadı’nda yanımda izledi ve o gün kararını verdi… “Bu takım çok iş yapar” diye… Fotoğrafta Gegiç’le birlikte görülüyoruz…Soldan ikinci Ogün… Yanında Cemil ve önde Ogün’ün çocukları… Yıllarca kulüpte yöneticilik yapan Osman Karatop… Gazeteci Yavuz Bayraktar ve Ben…Abdullah Gegiç – Abdullah Gegiç, Fenerbahçe’de uzun sürelerle antrenörlük yaptı… Otoriterdi, disiplini severdi… Fenerbahçeli futbolculara çok da emeği geçmiştir… Soldan itibaren, Abdullah Gegiç, ben, tercüman Erman ve masör Hayri İnönü Stadı’nda galip geldiğimiz bir maçı izlerken görülüyoruz…42 Yıllıklar – Türk futbol tarihinde çok büyük renkli isimler vardır… Hepsi de dillerden düşmeyen anılara sahiptir bu şöhretlerin… İnsan zaman zaman maçları izlerken doğrusu bu ya eskileri arıyor… Onların stillerinde bugün pek az futbolcu var… Belki bana öyle geliyor ama topa vuruşlar bile o zamanlar bir başka idi… İşte 42 yılın sporcuları bir arada… Ayaktakiler soldan sağa: Leblebi Mehmet, Hakkı Yeten, Zeki Rıza Sporel, Lefter Küçükandonyadis ve ben… Ortadakiler: Selahattin Torkal, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin… Oturanlar: Galatasaraylı Faruk, Cihat Arman ve Basri Dirimlili…Federasyon-kulüp ihtilafı – Kulüplerle, federasyon arasında bir zamanlar ihtilaf hiç eksilmezdi… Ama çabuk tatlıya bağlanırdı… Önce sohbet eder, sonra toplantıya başlardık… Soldan itibaren Rahmi Magat, Ben, Hayri Yorgancıoğlu ve avukat Tekin görülüyor…Kaptan Cemil – Cemil’in yıldızı İstanbulspor’da parladı… Fenerbahçe’de doruk noktasına ulaştı… O da Fenerbahçe’ye renk verdi, Fenerbahçe de O’na… Kaptan Cemil’in bir büyük özelliği de zaman zaman tek başına bir takım gibi kuvvetli olması idi… Formda olduğu zaman kalecilerin korkulu rüyası oldu… Klas bir futbolcu idi…Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’de yıllarca futbolcu olarak hizmet verdim… Daha sonra umumi kaptanlık, teknik direktörlük, çalıştırıcılık yaptım… Her zaman disiplini ön planda tuttum… Allah’ı var futbolculardan ve yöneticilerden her zaman saygı ve sevgi gördüm… İşte Kızılcahamam kampı… Ben ve arkadaşım birlikte…Didi’li Şampiyon Fenerbahçe – Didi, Türkiye’ye geldiği zaman Fenerbahçe de renklendi… Dünyanın sayılı şöhretleri arasında gösterilen Brezilya’nın unutulmaz eski futbolcusu Didi, Fenerbahçe’ye hayat verdi… Onun zamanında taraftarlarımızın yüzü güldü… Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe, Avrupa’da dünyada da tanınır hale geldi… Didi, iyi çalıştırıcılığı yanı sıra, sempatik ve de iyi kalpli idi… Taraftarlarımız da kendisini pek sevmişti… Fotoğrafta, Didi ve şampiyon Fenerbahçe takımı benimle birlikte görülüyor…Faruk Ilgaz ve Ben – Faruk Bey (Ilgaz) kulüpte çeşitli kademelerde yıllarca görev yaptıktan sonra defalarca da başkan oldu… Kendisi ile çalışma imkânı da buldum… Hakiki bir Fenerbahçelidir Faruk Ilgaz… Kulübü için çok çalışmıştır. Bunun yanı sıra sosyal tesislerimizin yapımında çok büyük rolü olmuş ve Fenerbahçe’ye iyi bir lokal kazandırmıştır…Mehmet Reşat Nayır ile Beraber – Mehmet Reşat Nayır ile yıllarca birlikte top koşturduk… Ne yalan söylemeli… Klas bir futbolcu idi… Birlikte çok tatlı anılarımız oldu… Fenerbahçe kazandığı zaman sevindik… Kaybettiği zaman üzüldük… Reşat Nayır futbolu bıraktıktan sonra gene Fenerbahçe’de görev aldı ve başarı ile yürüttü…Eralp’ın Gençlere Hizmeti Unutulamaz – Fenerbahçe genç takımından yetişen her futbolcuda İrfan Eralp’in katkısı büyüktür… İşten iyi anlar… Kimin nasıl futbolcu olacağını iyi kestirir… Bu işin üstadıdır… Gençler de İrfan ağabeylerini pek severler… Herkesin derdi ile meşgul olur, elinden gelen yardımı esirgemez… Kendisi ile birlikte çok seyahatlerimiz olmuştur… İşte Afyon… Büyük Atatürk’ün heykeli önünde ikimiz birden objektif karşısındayız…Oğlum ve torunumla görülüyorum.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVIII” : 1923 yılından geliyor.
Progres kulübü 1914’te Altınordu ismini aldıktan sonra palazlanmağa başladı. İki sene sonra, Fenerbahçe birinci takımından 7 oyuncunun iltihakıyla da yenilmez bir kuvvet oldu.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve futbolcu kıtlığı arasında yaşanan bu hâdise, Fenerbahçe’yi sarsar ve senelerce toparlanmağa imkân vermezken Altınordu en parlak devrini yaşamıştır.
Savaş bitince muvazene yeniden doğdu, fakat bu kısa sürdü. Çünkü Altınordu’da iç buhranlar başlamıştı. Fenerbahçe ise, genç elemanların yetişip gelişmeleriyle toparlanıp üstünlüğü tekrar ele aldı.
Altınordu kulübü, kudret ve kuvvetini muhafaza için 1920/23 yıllarında büyük gayretler göstermiştir.
Bilhassa, 1923 senesi bu hususta en büyük mücadele yılı oldu. Fakat mukadder akıbet, maalesef, önlenemedi ve çöküntü 1924 te emrivaki oldu.
İşte, yukardaki resim Lâcivert-Kırmızı takımın 1923 teki son kuvvetiyle devrinin bir hâtırasıdır. O yılın ilkbaharında, Taksim stadyumunda İngiliz bahriyelileriyle yaptığı bir maçtan önce alınmıştır.
Sağ baştaki sivil, senelerce Altınordu idare heyetinde vazifeli bulunan meşhur Otomobil Nuri’dir. Bu namdar sağ muhacimin Fenerbahçe genç takımlarından yetiştiği ve birinci takımın en nafiz unsuru iken 1916’da Altınordu’ya geçenlerin başında bulunduğu malumdur.
Merhum Nuri’nin sağındaki ufakça yapılı, kara ve kuru genç meşhur Baron Feyzi’dir. O da Fenerbahçe genç takımlarından yetişmiş ve senelerce birinci takımda oynadıktan sonra 12 Kasım 1920’de Fenerbahçe’nin Altınordu’yu 4-3 yendiği tarihi bir maçı müteakip yeni kurulan İttihat Spor Kulübü’ne girmiş, oradan da Altınordu’ya geçmişti.
Üçüncü yağız delikanlı Baltalimanlı meşhur Faik’tir. Bu şöhretli santrforun birçok gençler yetiştirdiği malumdur. Baltalimanlı Faik’in yanında muavin futbolculardan Mükerrem görülüyor. Onun yanında da Türk futbolunun eski maruf “Şiir”i Refik Osman Top’u görüyorsunuz. Refik de futbola Fenerbahçe genç takımlarında başlamış; senelerce Altınordu, Fenerbahçe ve İttihat Spor kulüplerinde oynadıktan sonra yine Altınordu’ya dönmüştü.
Refik’in sağında muhacimlerden Sami, onun yanında da uzun boyu ile Nedim Kaleci görülüyor. Nedim, Altınordu’nun en vefakâr unsurlarından olarak şöhret bulur. Kulübünün satvetli devrinde yıllarca kalesini koruduktan sonra, çöküntü devrinde de oynamakta devam etmiş ve nihayet 1925’de Fenerbahçe’ye girmiştir.
İlk milli kalecimiz Nedim’in sağındaki başı saçsız zatı yakından tanıyacaksınız: Beykozlu meşhur Kelle İbrahim’dir. O sıralarda Altınordu’nun santrhafı idi ve 26 Ekim 1923 teki ilk beynelmilel maçımızda, Bedri Gürsoy’un sakatlanması üzerine, takıma girmiş ve milli olmak şerefini kazanmıştır.
Kellenin sağındaki dolgunca vücutlu genç Kara Cemil’dir. Altınordu’da yıllarca sol muhacim oynamıştır. Bu da futbolu Fenerbahçe’nin genç takımlarında öğrenip 1916 sonbaharında Altınordu’ya geçenlerdendir.
Kara Cemil’in sağında meşhur (Balıkçı Tevfik) görülüyor. Altınordu’nun bu yaman müdafii daha sonra Beşiktaş’a girdi.
Nihayet, son sporcu merhum Emin’dir. Sert ve şahsi oyunu ile maruf Emin’in ilk milli maçımızda sağaçık oynadığını ve Kelle İbrahim’le merhum Baron Feyzi bir defa milli olduğunu hatırlarız.
Kalpaklı zata gelince bu da Nedim Kaleci’nin ağabeysi Hüseyin Serter’dir. O sıralarda Altınordu idare heyetinde bulunuyordu.
Resimde, o günkü takımdan yalnız soliç Mutena yoktur. Resme yetişememiştir.
Gelecek resim ve yazı: 1928 Olimpiyatları futbol kadromuzu Amsterdam’daki otellerinde canlandırıyor.
Rüştü Dağlaroğlu – 24 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XV” : 1923 yılından geliyor.
Bilindiği veçhile (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) teessüs eder etmez 1921 yazında Beynelmilel Futbol Federasyonu’na müracaatla üyeliğe kabulünü istemişti.
FİFA, Birinci Dünya Savaşından sonraki ilk toplantısında, yani 1923 Mayısında bu talebimizi ittifakla kabul etti. Cenevre’deki bu içtimada memleketimizi (Serveti Fünun) sahibi merhum Ahmet İhsan Bey’in temsil ettiği de malumdur. Böylece, Türkiye için beynelmilel temaslar imkânı artık sağlanmış oluyordu.
(Mayıs 1923)ü biraz tahlil edersek hatırlarız ki; Anadolu tahripkâr bir harbden yeni çıkmış, İstanbul da işgal altındadır. Bir husumet cihanına karşı Lozan’da tek başımızayız. Milli haklarımız katra katra kurtarılabilinmektedir. Böyle bir durumda bünyesini henüz tamamlayamamış Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın derhal milli temaslara girişebilmesine bittabi imkân görülemez. Bununla beraber (Milli takım) sözü bir yıldan fazladır artık duyulmağa, yazılmağa ve hatta şiddetle de sevilmeğe başlanmıştır.
(Milli takım) sözünün bu derece içten sevilmesinde milletin o yıllarda içinde bulunduğu durum ve çektiği kahrın rolü şüphesiz ki çok büyük ve birinci derecededir. Parçalanmış, istilâ ve tahkir olunmuş harap bir yurtta asırların efendi bir milleti, artık büyüğü küçüğü; kadını erkeği el ele vermiş, namus ve istiklâli kurtarma uğrunda yıllardır türlü fedakârlıklarla savaşıyordu. Milletin kanla yazdığı ve çizdiği hedef (misakı milli), bunun tahakkuku uğrunda girişilen savaş (Milli Mücadele), savaşın önderleri (milli kahraman), onu yapan kuvvetler de (milli ordu) isimleriyle anılıyorlardı.
İşte, vatanın harimi ismetine tecavüz eden düşmanlarla bir ölüm dirim mücadelesine atıldığımız 1920-23 senelerindeki milli misak, millî mücadele, milli kahraman ve milli ordu ad ve mefhumları yanında (milli takım) sözü de pek tabiidir ki çok müessir bir tabir olarak milli duyguları alevlenmiş yaralı milletçe kalpten benimseyecek ve sevilecekti.
Bu tabir gazete sütunlarında ilk defa 1922 Martında okundu. (Akşam) gazetesi (Türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?) diye bir anket açmıştı. Görülen büyük alâka üzerine, 15 Haziran 1922’den itibaren, stat idareleri İstanbul’un en iyi futbolcularından, gayri resmi olarak milli takımlar kurmağa ve maçlar organize etmeğe başladılar. 15, 19, 22 Haziran ve 8 Temmuz 1922 günlerinde bu gayri resmi (milli takım)lar, göğsü kırmızı bantlı formalarla, işgal kuvvetlerine karşı 4 maç yaptılar ve bu maçları sırasıyla 3 -1, 9-1, 5-0, 40 kazandılar.
FİFA’ya müracaatımızın henüz cevaplanmadığı bu sıralarda (milli takım) mevzuunun gördüğü büyük alâka, karşısında T. İ. C. İ. Merkez heyeti reisi Ali Sami (Yen) merhum, 1923 ilkbaharı için milli takım namına bir Fransız takımıyla angajmana girişti ve bu maksatla 17 futbolcu 18 Ocak 1923 günü için Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli) ne davet olundular. Türk futbol tarihinde teşkilât tarafından ilk defa ve resmen davet olunan bu milli kadro şudur:
Hilal’den Sadi (Çoban) merhum; Süleymaniye’den Hüsnü (Erceyiş); Altınordu’dan Nedim (Kaleci), Refik Osman (Top) ve Badi Şükrü merhum; Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü; Fenerbahçe’den Şekip (Kulaksızoğlu), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), İsmet (Uluğ), Kadri (Göktulga), Bedri (Gürsoy), Zeki (Sporel), Alâaddin (Baydar) ve Sabih (Arca).
Bu kadro 1923 Şubatından itibaren hazırlık maçlarına başladı. İlk giyilen forma beyaz pantolon ve yeşil fanilâdır.
İşte, bu sıralarda nisan ayında beklenen Fransız takımının gelemeyeceği öğrenilirken mayısta F.İ.F.A. ya kabulümüz haberi gelmiştir. Bu sevindirici haber üzerine, zemini de müsait görüp, harekete geçen Futbol Federasyonu bir kaç memleketle muhaberata girişti ve bunlardan Romanya ile mütekabil ziyaret esasına dayanan bir anlaşmaya vardı. İlk maç 26 Ekim 1923 Cuma günü İstanbul’da yapılacaktı.
24 Ekim 1923 Çarşamba akşamı Galata rıhtımına yanaşan İmparator Trayan adlı beyaz vapur ilk rakibimizle Karadeniz boğazı istikametinden memleketimize getirmiştir. Bu ne muazzam bir hâdise idi, Galata rıhtımı binlerce karşılayıcı ile dolmuş, istikbalcıların feslerini giyen Rumenlerin mütemadi fotoğrafları çekiliyor; beri yanda eski tarihi topçu kışlası meydanı Taksim stadında da hummalı bir faaliyettir gidiyordu. İki bin kişilik kapalı ahşap bir tribün ve bir balkon inşa edilmiş, duhuliye tarafına tahta parmaklıklar yapılmıştı. 26 Ekim 1923 cuma günü bu stat, o devirler için en büyük rakam olan, 8 bin kişi ile dolmuş taşıyordu… Buruşuk çehresi değişmiş ve taravet kazanmış tarihi stadyumda, tam 20 gün önce sona eren, o 5 senelik meş’um işgal felâketinden sonra İstanbul’un 8 bin futbol âşığı, ilk defa olarak, hürriyet havası teneffüs ederek bir maç seyredecekti. Hem de, yine ilk defa olarak, bir milli maç!
Heyecan eşsizdi. Halk sabırsızlanıyor, haftalardır yapılan neşriyat, münakaşalar, takımın tertip şekli ve maçın neticesi hakkındaki tahminlerle gerilmiş sinirler yaylarından fırlayacak oklara benziyorlardı.
İşte, nihayet hakem Kratky sahaya çıktı. Onu alkışlar arasında Rumenler takip ettiler. Siyah pantolon ve göğüsleri milli armalı beyaz fanila giymişlerdi.
Halkın yüzde 99’u ilk defa gördükleri bir yabancı milli takımını merak ve tecessüsle seyrederlerken yeni balkonun altındaki kapıdan görünen bir çiçek demeti halindeki grup stadı yerinden oynatan heyecan ve tezahürata sebep oldu: Türk milli takımı çıkıyordu!
Hem futbolcular alkışlanıyorlardı, hem de o güzelim formaları… Beyaz pantolon ve beyaz fanilâ giymiş 11 Türk gencinin göğüslerini çevreleyen ay yıldızlı kırmızı bant, bu güzelim Türk sancağı bu bahtiyar delikanlılara ne güzel de yakışmıştı. Bu sevimli formayı, bu güzelim tabloyu ilk defa olarak görmenin mesut heyecanını halk bir türlü yenemiyor, (Yaşa; milli takım!) sesleri Taksim ufuklarını inletiyordu.
Uzun süren merasimden sonra, yıllardır özlenen hâdise nihayet yaşanmış ve Türk milli futbol takımı ilk defa rakip bir milli takım karşısında mevki almıştı. Bu tarihi şerefe ulaşan 11 Türk genci şunlar olmuştur:
Bu ilk maçımız, malûm olduğu üzere 2-2 beraberlikle neticelendi ve Türk milli takımının bu ilk iki golünü atmak tarihi ve ebedi şerefi de Fenerbahçeli Zeki (Sporel) e nasip oldu.
İşte, yukarıdaki resim Türk ve Rumen milli takımlarını maçtan önce bir arada gösteriyor.
Sağ baştaki şapkalı Rumen milli takımının meşhur kalecisi Pavlini’dir Onun sağında bizim kaleci Nedim, sonda Alâaddin, Emin, İsmet, Nihat, Sabih, Hasan Kâmil, Baron Feyzi merhum, Cafer, Zeki ve ortada çömelmiş olan da o gün ağır sakatlanmış olan Bedri’dir ki, yerine Kelle İbrahim girmişti.
(Gelecek resim ve yazı: Türk sporunun ilk defa olarak olimpiyatlarda temsili ve 1924’de Paris’te Çekoslovakya’ya karşı çıkan futbol takımımız…)
Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – VII” : 1923 yılından geliyor.
İşgal ve mütareke seneleri öyle bir devirdir ki Fenerbahçe kulübünün şanlı mevcudiyetini başlı başına ebedileştirmeğe değer…
35 – 36 yıl öncelere ininiz…
Üç kıtanın o muhteşem Osmanlı İmparatorluğu artık çökmüştür. Yarım milyon şehit, bir o kadar sakat ve bir milyon da yaralı diyarı memleketimiz sefalet ve ıstıraplar içinde kıvranırken yurt da yer yer işgal edilmiştir. Böylece Türk milleti son ümitle ölüm kalım mücadelesi içindedir.
Yurdun ıstırap içinde kıvranan köşelerinden İstanbul’da, tarihin en büyük savaşından muzaffer çıkmış mağrur düşmanların her renk, din ve ırktan çeşit çeşit orduları toplanmış bulunuyorlar! Orada Türk’ü kıvrandıran her türlü hareket içinde spor ve bilhassa (futbol) da vardır. Türk’e haram kılınan hak ve hürriyet (spor) u da içine almıştır. Bir sahada iki Türk kulübü maç yaparken müsabakanın yarım kaldığını ve gençlerimizin sahayı tahliyeye mecbur olduklarını görürsünüz. Çünkü; düşman takımları gelmişler, antrenman veya maç yapacaklardır!
Eğer bu kahredici (tahliye), daha açık tabirle (kovulma)lardan Fenerbahçe takımı istisna edildi ise bunu ona karşı bir (lütuf) değil, fakat bir (hürmet) nişanesi olarak kabul etmek gerekir… Filhakika, o işgal senelerinin Fenerbahçe takımı kazanma azmi, teknik kudret ve golcülük kabiliyeti ve namağlup unvanıyla mağrur düşmanları kendisine karşı hürmetkâr davranmağa mecbur bırakmıştı.
Fenerbahçe, ananevi tevazu ve ağır başlılığını o devirlerde de gösteriyordu. Meydan okumuyor, fakat hasımdan davet bekliyordu… Bu davet, önce, 25 Kasım 1918 Pazar günü için Fransızlardan geldi.
Fenerbahçe, onlara gereken dersi vermekten geri kalmadı! Semasından güneş eksik olmayan muhteşem İmparatorluğun takımları da boylarını ölçmek istediler. Bu teşebbüsler fasılasız devam etti ve silsile halinde tepelendiler.
O kadar ki; millet coşuyor, 11 Fenerbahçeli, işgalin kahredici senelerinde, 11 kahraman olarak milletin yaralı sinesinde ebedi sevgi ve matemli vatan ufuklarında da ümit haleleri yaratıyorlardı.
İstanbul işgalinin ilk ayıdan son günlerine kadar muhtelif mahiyetler altında tam 5 senelik bir seyir takip etmiş Fenerbahçe – Düşman maçları türlü tesir ve hüviyetler arz etmiştir.
Evvelâ (tanışma) ve (spor) gayesiyle başlanmış karşılaşmaların yavaş yavaş büründükleri (milli) hüviyet, heyecan ve asabiyet içinde yaşanan (iddia) lar o devri yaşayanlarca unutulamaz. Fenerbahçe’yi millete sevdiren sebeplerin başında işgal ve mütareke senelerinin bu iddialı karşılaşmaları gelir kanaati ileri sürülürken bu heyecanlı maçların iktisap ettikleri milli hüviyet kendiliğinden tezahür etmiş olmaktadır.
Tanışma ve spor yapma mahiyetinde başlamış karşılaşmalardan İstanbul işgalinin ilk haftalarına rastlayan birini müteakip, Aralık 1918’de, düşman sansürü altındaki gündelik gazetelerimizden birinde neşrolunmuş şu yazı enteresandır:
(… Oyundan sonra Fenerbahçeliler İngilizlere bir çay ziyafeti keşide etmişler ve bu ziyafette İngilizlere karşı samimi ve dostane nutuklar irad eylemişlerdir. Bilmukabele İngilizler de, iki hafta evvel Fransızların yaptıkları gibi, kemali samimiyet ve teessürle cevap vermişler, Türklüğü ve Türkleri tamamıyla yanlış anlamış olduklarını itiraf ederek ötede beride Türklere karşı vuku bulan kusurlarının affını rica etmişlerdir… Bu cümleden olarak, 2 hafta evvel Fransızlara çekilen çay ziyafetinde Fransızlardan biri Pierre Loti’nin gazetemizde münderiç makalesini okumuş ve alkışlanmıştı. Fenerbahçe kulübü, bu müsabakalarla Türk gençliğini, Türk milletinin nezahet ve kibarlığını spor sahalarında İngiliz ve Fransızlara göstermek ve arada münasebet ve temaslar hasıl eylemek gibi meşkûr bir gaye takip eylemektedir ki bu, hakikaten şayanı takdirdir.)
Seneler ilerlemiş, Anadolu’da doğan milli istiklâl hareketi büyümüştür… Fenerbahçe zaferleri millete nihai istiklâl zaferi için ümitler saçmakta, maçlar artık (milli) hüviyetine bürünmüş bulunmaktadır… Yaşanan muazzam (iddia) düşmanı her taraftan; Mısır’dan, Irak’tan, Malta’dan, Cebelüttarık’tan seçme futbolcular getirmeğe mecbur bırakmakta, bütün bunlar da tesirsiz kalmaktadır.
Hatta muntazam ve sistemli çalışmalar, haftalarca süren kamp rejimleri, müstesna bir disiplin duygusu Fenerbahçelinin azmi önünde daima beyhude olmakta, o mağrur generallerin mevud muhteşem kupaları da milletin sevinç gözyaşları arasında kazanılıp Sarı – Lacivertin şanlı müzesini boylamaktadır.
2-0 ‘lık meşhur Grenadiers Guards maçından sonra işte bir yazı:
(… Temaşagiran arasında fesler uçurtan bu sayı gözler yaşartıncaya kadar Fenerbahçelileri alkışlattı. Bu İngiliz şampiyonu da kendilerine nazaran pek küçük oyuncular karşısında mağlup oldular. Müsabakanın nihayetinde Fenerbahçe ‘soyunma odasında hasımlarının vücutlarında yaptığı yaralar tedavi ile meşgul olunurken memnuniyetle sahayı terk eden binlerce Türk’ün etrafa çökmeğe başlamış karanlıkta beliremeyen simalarını yükseklere kaldırarak çıkardığı sadalar ve (Yaşşa Fener!) âvazeleri ufuklara Türk’ün yeni büyük bir zaferini aksettiriyordu.)
İşte, yukarıda gördüğünüz fotoğraf işgal yıllarındaki fasılasız Fenerbahçe zaferlerinden birinin çok kıymetli hâtırasıdır. 4 Şubat 1923 te oynanan Fenerbahçe – Eseks, Engineers muhteliti maçı başlamadan önce alınmıştır.
Bu tarihî maçı 3 – 0 Fenerbahçe kazandı. Solaçık Bedri’nin 2 inci dakikadaki ilk golüne santrfor Zeki 40ncı dakikada ikinciyi eklemiş, gene Bedri 88inci dakikada üçüncü bir şahane golle takımının büyük zaferini perçinlemişti.
Ananevi dilimli formalarıyla o devrin göz bebeği kahraman Fenerbahçelileri tanıyor ve seçebiliyor musunuz?…
Size yardım edelim: Sağdan itibaren oturanlar: Sağaçık Sabih (Arca), Solbek Cafer (Çağatay), sağhaf Kadri (Atamer), kaleci Feyzi ve sağiç Alâaddin (Baydar).
İngiliz muhtelitinden iki oyuncu resimde yokturlar. Hasan Kâmil’in sağındaki gülümseyen Cardiff City’nin o zamanki meşhur beynelmilel soliçi Ceyms Meys’tir.
(Gelecek resim ve yazı, Fenerbahçeden iltihaklardan sonra 1916 da çok kuvvetlenen ve şampiyon olan Altınordu’nun meşhur kadrosu ve futbol tarihimizde Fenerbahçe-Altınordu rekabeti…)
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm III
Fenerbahçe birinci takımı Bekir Bey ve Alman hanımının da katılmaları ile İzmir’e gidiyordu. Bu seyahate bende iştirak ettim. Bu benim Fenerbahçe’deki ilk seyahatimdi. Bekir Bey’in Alman hanımı ile dolaşmak kafilenin en az 10 yaş küçüğü olan bana verilmişti… Konya vapuru ile gidiyorduk… Yemek durumu da beni çok sıkıyordu… Hanım karşımda, yemek yemenin bütün inceliklerini gösterecek, ben ise ona uymaya gayret edecektim… İçimden “İnşallah tavuk olmaz yemekte…” diye dua ediyordum… Yemesi çok zordu tavuğu…
Fenerbahçe’nin o kadrosu devrinin en gözde ekiplerinden olduğu için Konya vapurunda mükellef bir sofra hazırlanmıştı… Daha yemek başlamadan karşımda listeyi gördüm… Ne yiyeceğimi kararlaştırmak üzere eğildim ve bakmaya başladım… Doğrulduğumda birden şaşkına döndüm… Garsonun elindeki çorba ensemden aşağı inmişti… Haşlanmıştım… Tabii herkes kahkaha ile güldü, bense rezil olduğumu düşündüm… Başka elbisem olmadığı için hemen makine dairesine indim… Biraz sıcak su, bez ve sabun rica ettim… Önüme istediklerim geldi… Bezi elime sararak suyun içine sokmamla beraber haykırmışım… Sanki parmaklarım ve derim suyun içinde kalmıştı… Meğer kaynar istim koymuşlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum… Aksiliklerle başlayan bu seyahatin nasıl biteceğini düşünüyordum… Bir de üstelik aç kalmıştım…
Ertesi günü İzmir rıhtımına yanaştık… Bizi davul ve zurnalarla karşıladılar, Bekir ve Zeki beylere büyük tezahürat yapıldı. İçimden, “Allah büyük bir gün bize de olur…” diye düşünüyordum…
O seyahate orta hafımız Sadi gelmediği için Beşiktaşlı Hüsnü’yü takviye almıştık. İzmir’de oynadığımız Altay, Altınordu ve İzmir muhteliti maçlarını 4-0, 3-0 ve 2-0 kazandık. Altınordu ile oynadığımız maçta bütün sporseverlerin Mamako Saim diye tanınan ağabeyimiz de yer almıştı… Bu maçların birinde İzmir kalecisinin uzun degajına kafa vurmalarıyla şöhretli Hüsnü’nün kafa vuruşuna, Zeki Bey’in durdurmadan attığı volenin gol oluşu unutulmaz.
İzmir’deki çilem henüz dolmamıştı. Birinci maçın sonunda Alsancak Stadı’nda giyinirken ayakkabılarımın yerinde olmadığını gördüm. Ne yapacağım şaşırdım. Bir köşede mahzun dururken kaptanımız Zeki Bey, “Ne var sende ne oluyor?”‘ diye sordu… Utanarak ayakkabılarımın yerinde olmadığını söyledim… Kafasını salladı, “Yarın alırız. Şimdi top ayakkabılarını giy’ dedi… Giydim tabii… Tam kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bir çocuğun elinde görmeyeyim mi? Fırladım ve ellerine yapıştım… Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Ben bunları boyatmak için aldım” diyordu… Fakat çabuk davrandı ve elimden kaçtı…
Maçlarımız iyi sonuçlarla bitmişti. Tam döneceğimiz zaman kafilede bir telaş başladı… Doktorlar gidip geliyorlardı. Küçük olduğum için kalabalığa yaklaşamıyordum… Sonunda öğrendim ki, o zaman takımda yedek bulunan Nihat Sayar (Tonton Nihat – Yüksek Ticaret Rektörü) sarılık olmuş. Yatacak. Zeki Kaptan yanıma geldi, “Sen gençsin kal. Ağabayine bakarsın” dedi. Hiçbir itirazda bulunamadım. Emir emirdi. Derhal yerine getirdim… İşte birinci seyahatimden arda kalanlar…
Takımda Yer Değişikliği
Bekir Bey ve ailesi bir yıl kadar Türkiye’de kalmışlardı. Fakat Bekir’in hanımı Türkiye’de kalmaktan hiç memnun değildi. Eşini yanına alarak Almanya’ya döndü. Ben genç takımımızın birkaç maçında soliç oynadığımdan ondan açılan yere beni getirdiler. Bedri Bey de solaçık oynuyordu. Sabih, Aladdin, Zeki, ben ve Bedri forvet oynuyorduk… Sabih Bey takımın yerinde oynardı… Onun için, “Ona yer gösterilmez. İstediği yerde oynar” denirdi.
Ulvi Yenal’a Attığım İlk Gol
İstanbul’da Galatasaray ile Gazi Büstü için karşılaşacaktık. Maçın başlarında lehimize penaltı oldu. Genç takımlarda penaltıları ben attığım için kaptana, “Ben atayım…” dedim. O da penaltı atmasını sevmezdi. Bıraktı. Bu atış Ulvi Yenal’a ilk golümdü sanırım…
Oyunun sonlarına doğru durum lehimize gidiyor fakat Galatasaray bizi çok sıkıştırıyordu. Kaptana, “Benim esas yerim hafbektir. Bırakın ben dördüncü haf gibi oynayayım. Böylece Leblebi Mehmed’i, Muslih Hoca’yı, Kemal Faruki’yi hiç bırakmam’ dedim… Kabul etti. Fakat son 10 dakika içinde iki gol yedik ve maç 3-3 berabere bitti. Ertesi hafta yaptığımız rövanş maçında Galatasaray’ın gençleştirdiği kadrosuna 4-0 yenilerek büstü maalesef kaybettik.
İlk maçta yaptığım uyarı kaptanı etkilemiş olacak ki, ileride sözünü edeceğim şekilde, bana takım içinde hatta kendisi bulunurken yetişmem için kaptanlığı verdi…
1928 Amsterdam Olimpiyatları’na Hazırlanışım
Gençler Şampiyonası olmuş ve bizim takım da kazanmıştı. Ben o maçlarda soliç oynuyordum. O zamanki Federasyonda Muvaffak Menemencioğlu ile Beşiktaşlı Şeref Bey vardı. Prag’da yapılacak hazırlık maçları için beni kadroya davet etmişlerdi. Devrin vasıta olan konvansiyonel trenle Prag’a hareket ettik. Üç gün süren bir yolculuktan sonra Prag’a vardık ve orada otel Splandid Palas isimli otele yerleştik…
Kafileye Bekir ve Zeki beyler henüz iştirak etmediklerinden soliç mevkiinde ben oynardım. Zeki Bey’in yerinde de Çekoslovakya’nın bizimle çalışmasına izin verdiği Mislik adında bir santrfor vardı… Buranın meşhur takımlarından Brno’yu 4-2 yendik, Kladno’ya da 6-1 yenildik…
Sıra Çek Milli Takımı ile bir idman maçına gelmişti… Ben yine soliç oynuyordum… Karşımızda olimpiyatlara hazırlanan Çek’lerin meşhur Planiçka, Perner Hoyer, Hayni, Kada, Kolenati gibi Orta Avrupa çapındaki futbolcuları bulunuyordu… Stad kalabalıktı… Her milli takım antrenman maçında olduğu gibi Çek sporseverler kendi takımları başarılı olmadığında ıslıklıyorlardı… Benim karşımda Taksim Stadı’nın bataklığında oynadığı için “Kolenati Bataklığı” adını alan Kolenati oynuyordu. Acımasız ve sert bir futbolcuydu Kolenati. Ben ona alışmadığı çalımlarımdan birini attım ve topla yanından geçerken seyirciler güldü… Buna sinirlenen Kolenati bana tekme ile karışık bir çelme attı… Hiç ümit etmediğim için burnumun üstüne düştüm. Ses çıkarmadan yanımdan gitti. Seyircisi kendisini bir miktar yuhaladı. Fakat karakterim buna karşılık vermemi icap ettiriyordu. Bir müddet sonra topu solaçığa kaçırarak sürmeye başladım. O da yanıma geldi ve benimle koşmaya başladı. Bütün dikkatimle O’nun sağ ayağının yere basmasını bekliyordum. Böylece desteksiz kalacaktı. O an geldi ve ben O’na çarptım. Bu defa O sivri olan burnunun üzerine yere kapaklanmıştı. Yerden kalktı ve beni dövmek üzere üs tüme yürüdü. Meşhur Kada O’nu teskin etti fakat idareciler beni sahadan aldılar.
Bu idman maçının ertesi günü kaldığımız otele sefaretten bir tercümanle Çek idarecileri geldiler ve İstanbul’da ne iş yaptığımı sordular. Talebe olduğumu söyledim…
Bana bütün masrafları kendilerinden olmak üzere Prag’da okutacaklarını orada kalmamı söylediler. Halbuki benim yeni bir bisikletim, bir yelkenli kayığım, cennet gibi vatanım vardı. Düşünmeden reddettim.
Oradaki çalışmalarımız sona erdikten sonra Bekir ve Zeki beylerde geldiler. Onlar Amsterdam’a gittiler. Biz İstanbul’a döndük ve maalesef Olimpiyatlarda Mısır’a 7-1 gibi açık farkla yenildik… Bu Prag çalışmalarına kulübümüzün 11 kişilik kadro ile katılması kayda değerdir…
İstanbul’a döndüğümde takımımızda bazı yeniliklerin olması gerekiyordu. Muzaffer, Niyazi ve Reşat gibi kabiliyetli arkadaşlarımın da takıma alınması lazımdı. Muzaffer de Zeki gibi genç takımdan santrfor olarak yetiştiği için bir mevkide iki kişi bulunuyordu. Bedri de topu bıraktığı için solaçık yeri boştu. Öyle hissediyordum ki, Muzaffer soliçe, ben solaçığa kaydırılacaktık. Ben topla oynamayı çok sevdiğimden, solaçıktan ayrılmayı istemiyor, o mevkie sanki bir yardımcı yer olarak bakıyordum… Kendimi saha dışı sanarak bir türlü oynamak istemiyordum solaçık.
O zaman antrenörümüz Necmi ağabeydi… Yılanı deliğinden çıkaracak kadar siyasi ve güzel konuşurdu, fakat tekniği zayıftı. Bir akşam eve geldiğimde Sabih ağabeyle o zamanki Kulüp Müdürü Tevfik Bey’in bizde oturduklarını gördüm. Önce pek bir şey anlayamadım. Uzun süren sohbet sırasında babam bu akşamın iyi bir tesadüf olduğunu ve çocukluğumdan beri kaybettiğimiz amcazadem Tevfik Bey’i gördüğünden son derece memnun olduğunu söyledi. Sonra bana dönerek, “Bir de sen beni memnun edeceksin… Senin bir yerde oynamanı arzu eden büyüklerine karşı gelmeye hazırlanıyormuşsun, bu ne demek?” diye sordu ve onların arzusunu yerine getirmemi söyledi. Bu da bir emirdi ve çare yoktu. Babamın daha fazla sertleşmesini önlemek amacıyla, “Böyle şey olur mu? Nerede olsa oynarım. Bu benim için şeref olur…” dedim. Mesele kapanmış oldu… Böylece beni herkesin yıllarca tanıdığı solaçık yerine geçtim…
Bu olaydan sonraki ilk maçım Polonyalılara karşıydı. Tabii kaptan Zeki en müsait topları bana yağdırdı. Bol topla oynadım, hem kendimi yabancılara tanıttım hem de tam istediğim gibi bir futbol tutturarak yerime ısındım.
Cumhuriyet gazetesinde, “42 yılın her mevkide oynayan oyuncuları” anketinde sporseverler lütfetmişler beni de solaçığa seçmişlerdi. Kendilerine hocalık ettiğim sırada futbolcularla sohbet ediyorduk. O gün takımda solaçık oynayan Aydın Yelken ayağa kalkarak, “Fikret Ağabey… Ben milli maçlara baktım. Sen ancak iki defa solaçık oynamışsın. Bense bu mevkide 25 defa oynadım… Sen seçiliyorsun, bu nasıl iştir?” dedi. Bir bakıma yanlış da değildi… “Galiba hakkın var” dedim O’na…
(DEVAM EDECEK)
Fotoğraf-1) Fenerbahçe hep Ankara-İzmir arasında mekiki dokurdu. İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü, ben ve Mehmet Reşat görülüyor.
Fotoğraf-2) 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap, Burhan, Beykozlu Şekip, Sadi, Sabih, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Feyzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin.
Fotoğraf-3) Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti. Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, Amigo Behiç’in babası Sabahattin. Oturanlar: Mehmet Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat.
Fotoğraf-4) Rahmetli Zeki Rıza kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti. Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor.
Süleymaniye: Kaleci Nedim; Müdafi Orhan, Ahmet; Muavin Hikmet, Nuri, Arif; Muhacim Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kemal Beylerden müteşekkil idi. Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.
Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.
Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Buna fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mahaza muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu. Arif Bey Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hututu layığı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevci eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstadane bir tarzda iade ediliyordu.
İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesavün husule getirmek pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerbahçe ibraz-ı muzafferiyet eyledi.
Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli bir rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattında Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.
Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevali eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlarıyla kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hututunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mahaza yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.