“Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.
Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…
“Büyük” Fikret Arıcan Albümü
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evine gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada…1929-1930 sezonunda şampiyon on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan… Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer…Fenerbahçe’deki ilk maçlarım… Sene 1927… Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri Göktulga, Bedri Gürsoy, Zeki Rıza Sporel, Bekir Refet Teker, Hüsnü Teoman, Cafer Çağatay, Füruzan Şansal, Nevzat Alpagut, Rıza. Oturanlar: Cevat Sayit, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim Kaleci…Fenerbahçe, hep Ankara – İzmir arasında mekik dokurdu… İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü Boyer, ben ve Mehmet Reşat Nayır görülüyor…Üstte… 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol millı takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap Özaltay, Burhan, Beykoz’lu Şekip, Sadi, Sabih Arca, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Fevzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin…Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti… Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, amigo Behiç’in babası Selahattin… Oturanlar: Mehmet, Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat…Fikret ArıcanRahmetli Zeki Rıza’nın kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti… Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor…Bir İstanbulspor maçı öncesi… İstanbulspor kaptanı Samih Duransoy ve ben…Bir zamanların ünlü Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak ile Muhtar Uygur’un kafile başkanlığında İzmir muhteliti ile yaptığımız maç öncesi… Ayaktakiler soldan sağa: Orhan Şeref Apak, Sadi, Muhtar Uygur, Halil, Hasan Ekin, Muzaffer, Hüsnü, Rebii Erkal, Saim, Ben, Burhan. Oturanlar: Mehmet Leblebi, Avni, Hüsamettin Böke, Fahri, Celal Şefik, Reşat…Fenenbahçe, yabancı takımlardan biri ile yaptığı maç öncesinde toplu halde… Soldan sağayaktakiler: Ziya, Hüsnü, Muzaffer, Zeki, Cevat, Şaban, Halis, Alaaddin, Nedim, Ben, Niyazi, Reşat ve masör Fikret… Oturan: Natık…Sene 1930… Fenerbahçe’nin Olimpiyakos ile yaptığı ve 1-0 yendiği maçta iki takım futbolcuları objektife böyle poz verdiler… Bu maçta Yunan takımında Andreyapulos kardreşler de yer almıştı…1930’da Balkan Oyunları’na katılan Millî Takımımız… Ayaktakiler soldan sağa: Sadun ve Hasnun Galip kardeşler, Fethi Tahsin, Hüsnü, Burhan, Mithat, Sami, Eşref, Niyazi, Selahattin, Hüsamettin, Ben, Nihat, antrenör Pegnam… Oturanlar: Rebii, Abdullah (yan hakem) Miltiadi… Bu maçta Rebii, Eşref, Ben, Selahattin, Niyazi beş açık forvet oynadığı ve Yugoslava’yı Rebii ve benim gollerimle 2-0 yendik…Yunanistan’a yaptığımız seyahatte, Reşat, ben ve Niyazi…Bükreş’te bir gezinti esnasında topluca çektirdiğimiz bir resim…1937-1940 Türkiye şampiyonlukları kupasını alırken…Bükreş’te Hamdullah Suphi Tanrıöver ile birlikte sahada çektirdiğimiz hatıra resmi…Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, A. Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri… Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan…1937’de Maarif Kupası da bizim oldu… Fotoğrafta, Niyazi, Ben, Esat birlikte görülüyoruz…1934’te Ukrayna muhteliti ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçta Famin ve Ben maç öncesinde birbirimize başarılar diliyoruz…1934’te Leningrad’da Sovyet millî Takımı ile yaptığımız maçta iki takım kaptanları Ben ve Botosov seremoni sırasında hakemlerle birlikte görülüyoruz…Sovyet takımı kaptanı Botosov o zaman Rusya’nın en iyi futbolcusu idi… Yıllar sonra 1946’da Botosov’la teknik direktör olarak karşı karşıya geldik… Ve uzun süre eski hatıraları yad ettik…Bir Galatasaray maçında çıkan kavgada her iki takımdan da 9’ar kişi cezalandırılınca gençlerden yeni bir ekip teşkil edildi… Ve kaleci Bedii ilk kez o maçtan sonra adını duyurmuştu. Soldan sağa: Antrenör Şvenk, Ziya, Semih, Necdet, Niyazi, Zeki, Şaban, Şevki, Fazıl, Ekrem, Ziya, Bedii…Bir maç öncesi Taksim Stadı harabelerinde Reşat’la birlikte bu fotoğrafı çektirmiştik. O zaman ikimiz de 17 yaşındaydık. İnsan o yaşa dönmek için şimdi neler vermez.Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’du… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…Fenerbahçe 1937’de Maarif Kupası’nı ilk kez Fenerbahçe 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanınca takım, Marmara’da İpar kotrası ile gezintiye götürüldü… Fotoğrafta, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular kotrada görülüyor…Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim…Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası… Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Ben, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik…Yabancı takımlardan biri ile yapığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı…Zeki’nin veda maçında Avusturya takımının kaptanı Sesta ve ben maç öncesinde…İstanbul muhtelitinin Eintracht Frankfurt ile yaptığı ve 3-1 kazandığı maçta ben takımıma bir gol kazandırırken…1936’deki Yugoslav Milli Takımı ile 3-3 berabere kaldığımız maç öncesinde iki açık, ben ve Niyazi… Bu karşılaşmada üçüncü golü ben atmıştım…1932’de Bulgaristan ile yaptığımız ve 3-2 yenildiğimiz maçta millî on birimiz karşılaşmadan evvel…1936 Berlin Olimpiyat kampında ayaktakiler soldan: Şeref Yaşar, Ben, hakem Şazi Tezcan, Hüsnü ve oturan masörümüz…Yine Berlin Olimpiyat kampı… Ayaktakiler: Bir bisikletçimiz, Fuat, Niyazi, Ben, Cihat… Oturanlar: Şeref ve Gündüz…Fenerbahçe – Beşiktaş maçı öncesi… Hakem merhum Kemal Halim… Ben ve Hakkı birbirimize başarılar diliyoruz…Bir devirde Türk Milli Takımı hakikaten iyi futbol oynadı… Güzel sonuçlar elde etti… Fotoğrafta, Yugoslavya ile 3-3 berabere kaldığımız maçta Yugoslav kaleci benim bir atağımı önlüyor…Fenerbahçe’de teknik direktörlük görevinde bulunduğum sırada kulübümüzün maçından önce, rakip takımın teknik direktörü ile birbirimize çiçek verirken…Fenerbahçe ile Sovyetler Birliği’ne gittiğimiz sırada Moskova Havaalanı’nda rakip takımın yöneticileri bizleri karşıladılar… Fotoğrafta, rakip kulübün yöneticisi yakama rozet takarken…Yıllar ne çabuk akıp gidiyor… İşte, 52 yıl öncesinin Fenerbahçe on biri… Kimi sağ kaldı, kimi göçüp gitti… Ama her zaman anılıyorlar…Eskiden kulüpler gençlere pek önem verirlerdi… Fenerbahçe’de tüm as futbolcular genç takımdan çıkmıştır… Yöneticiler adeta gençlerin üstüne titrerlerdi… Sağ baştan ikinci ben, genç takım arkadaşlarımla…Taksim Stadı’nda yaptığımız bir maçta rakip kalede gol ararken…Galatasaray’la oynadığımız bir maçtan önce… Solda hakem Sami… Yanında Galatasaray kaptanı Nihat ve ben…Rahmetli Kemal Halim devrin en iyi hakemlerinden biriydi… Çok maçımızı yönetti… Fotoğrafta, Kemal Halim, Avusturya ekiplerinden biri ile yaptığımız maç öncesinde ben ve rakip takımın kaptanı ile birlikte…Ankara’da oynadığımız bir maç öncesinde Başkanımız Şükrü Saraçoğlu ile birlikte böyle bir hatıra fotoğrafı çektirdik…İzmir’de oynanan bir maç sonrasında yapılan ben ve diğer Fenerbahçeliler toplu halde…Bir Galatasaray maçı öncesinde ben, Fenerbahçe takım kaptanı, Galatasaray kaptanı kaleci Avni ile el sıkışıyoruz… Ortada hakem Şazi Tezcan…Güneş – Fenerbahçe karşılaşmasından bir görünüm… Ortalanan bir topa koştum, fakat Güneş kalecisi Cihat atak davranarak topu kaptı…Fenerbahçe’nin sezon açılışları eskiden pek görkemli olurdu… İşte, bu sezon açılışlarından biri… Ön sırada, Zeki, Esat, Alaaddin ve ben… Tribündeki seyircilerin alkışları arasında yürüyoruz…Yönetim Kurulu soldan sağa, Naci Barlas, Emin Cankurtaran, Turgut Soydaner, Oramiral Hilmi Fırat, Orhan Ergüder, Güven Sazak, Yavuz Bayraktar ve Osman Karatop…Yönetim kurulu üyeleri bir Ankara seyahatinde zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı’yı da ziyaret etmişti… Fotoğrafta. Akıncı ve Sarı-Lacivertli yöneticiler toplu halde Kara Kuvvetleri binası önünde…Kulüp müdürlüğü kolay iş değildir… Tüm personelden başka futbolcuların dertleri, lisans muameleleri, ihtilafların halli… Organizasyonların düzenlenmesi… Günlük işler… Muhasebenin denetimi… Kısacası akla hayale gelmeyecek şeyler kulüp müdüründen sorulur… Hele hele müdür futboldan da gelmiş olursa vay geldi başına… “Ağabey sen de vaktiyle bizim gibiydin” diyen yanına yaklaşır… Ama ne yalan söyleyelim zevkli iştir…Ben, Osman Kavrakoğlu ve bir devrin maliye bakanı Hasan Polatkan… Fenerbahçe’nin bir maçından sonra verilen kokteylde…Futbol Federasyonu azası iken Hakkı Yeten ve Hasan Polat ile beraber…Szekelly’nin Türkiye’ye gelişinde takımı ona teslim etmiştim… Dr. Reşat ve Szekelly…Futbol Federasyonu azası iken de futbolculukta olduğu gibi dış ülkelere gittik… Fotoğrafta, Yugoslavya’daki toplantıdan bir görünüm…Yugoslavlar bize çok büyük ilgi gösterdiler. Toplantılardan sonraki boş saatlerde bizleri şehrin tarihi ve turistik yerlerine götürdüler.Futbol Federasyonu toplantısından bir görünüm… Hasan Polat, Hakkı Yeten… En sağda da merhum Hasan Ekin… Mihailoviç’i millî takımın başına getirmiştik o günkü görüşmede…Şimdi Milliyet’in Spor Servisi Sorumlu Müdürü olan Namık Sevik sağımda, solumda ise gene aynı gazetenin yazarı, spiker Halit Kıvanç’la bir futbol söyleşisinde görülüyoruz…Sovyetler Birliği’ne yaptığımız seyahatte, Hürriyet’in o zamanki spor muhabiri Demir Feyzioğlu ve ben Moskova’da gezerken görülüyoruz…Devrin Devlet Başkanı masasında…Bulgarlarla yaptığımız maçtan önce soldan sağa bizim takım… Antrenör Schvenk, Hasan Ekin, Aslan Nihat, Ben, Leblebi Mehmet, Hüsamettin, İhsan, Eşref, Selahattin, Vahap, Kemal, Hüsnü, Sait ve Necdet…İstanbul’da oynadığımız bir Milli maçta Zeki, Ben ve Selahattin devre arasında istirahat ederken… Arkamızda Fikret Yüzatlı (Masör), Hamdi, Emin Çap (Federasyon Başkanı), Antrenör Pegnam ve Foto Ali…Fenerbahçe’nin bir maçında Mehmet Reşat, Şaban, Şükrü Saraçoğlu, Naci, Lebib, Melih, Ben, Rebii, A. Rıza, Cihat, Nedim Kaleci…Hakkı Yeten (solda), Fikret Arıcan (sağda), futbol oynadıkları yıllarda bir maçtan önce…Fenerbahçe Yönetim Kurulu olarak zamanın İstanbul Belediye Reisi olan Fahri Atabey’i ziyaret ettiğimiz gün…K. Fikret ile Fenerbahçe Stadı’nda bir maçı izlerken…Fenerbahçe Stadı’nda Esat’la beraber…Bir milli maç öncesi çektirdiğimiz bir resim Niyazi (Güneşli), Niyazi Sel, Ben, Mehmet Reşat, Rebii, Sait, Selim, Rıza, Faruk, Rasih, Hasan Polat, Hüsnü, Hüsamettin Cihat…Çınar Otel’in Kulüp Başkanı Agâh Erozan’la bir sohbet toplantısı…Mevsim başlarında mutlaka bir yabancı takımla maç yapardık… Soldan, itibaren Alaaddin, Firuzan, Şekip, Muzaffer, Sadi, Zeki, Niyazi, Kadri, ben, Saban. Oturanlar: Ziya, Mehmet, Reşat, Rıza…Şimdiki futbolcular gibi otomobille değil, tramvayla antrenmana ve maça giderdik… İşte Kadıköy durağı… Halil ve Suat isimli arkadaşlarımla birlikte görülüyorum…İzmir’den Bir Hatıra – Soldan sağa: Reşat, Muzaffer, Ben ve Hikmet Üstündağ, İzmir seyahatinde bir gezinti sırasında bu hatıra fotoğrafını çektirmiştik…Esat ve Niyazi ile – Bir maç öncesinde Esat ve Niyazi ile birlikte Fenerbahçe forması ile görülüyoruz… Esat da Niyazi de kusursuz futbolculardı…İstanbul Muhteliti – İstanbul muhteliti ile İzmir’e yaptığımız seyahatte vapurda… Ayaktakiler, soldan sağa: Selahattin (Kolera), Avni, Hasan Ekin, Ben, Rebii, Fahri, Orhan Şeref, Saim… Oturanlar: Kemal, Eşref, Mutlu, Yavuz, Celal, Şefik…At Gezintisi – Hayatımda bir tek kez ata bindim… Fotoğrafta, Hereke fabrikasının o zamanki müdürü Kemal Sıdal ve Ben at üstünde görülüyoruz… Hiç unutmama o gün bir, iki saat atla gezmiştik… Ondan sonra da atı sadece sokakta gördüm…1941-45 Ankara – 1941 ve 1945 yıllarında Ankara’da yaptığım çalışmalarda arkadaşlarla birlikte toplu halde görülüyoruz… Başkentte o zaman futbola karşı herkes büyük ilgi duyuyordu… 19 Mayıs Stadı her büyük maçta tıklım tıklım dolardı… Ankara, Türk futbolunda çok büyük isimler yetiştirmiştir…Balıkesir’de Havacılarla – İzmir seyahati dönüşünde Balıkesir Hava Üssü’nde havacıların da konuğu olduk. Bize çok büyük ilgi gösterdiler. Üssü gezdirdiler. Fotoğrafta, havacılardan bir grup, takımın bazı elemanları ile birlikte…Vapurun Güvertesinde – İzmir’de bir maç sonrası vapurun güvertesinde. Bu maçların çoğunu biz kazanırdık…K. Orhan’ı yerime hazırlamak istedim olmadı – Soldan sağa: Lebib, Con Kemal, Ben, Nevzat, K. Orhan… K. Orhan’ı kendi yerime yetiştirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak, tam olgun hale geldiği zaman futboldan koptu. Eğer oynasaydı, hakikaten çok daha büyük futbolcu olurdu…1941-1945’de Ankara’da bulunduğum sırada Demirspor’u çalıştırdım. Fotoğrafta, bir maç öncesinde çekilmiştir.Demirspor-Ankaragücü dostluk maçı – Ankaragücü ile çalıştırdığım Demirspor’un maçını Güreş Federasyonu Başkanlarından Sadullah Çifçi ile beraber…Vefa ile Fenerbahçe’nin yaptığı bir lig maçından sonra iki takımın futbolcuları birlikte… Soldan sağa ayaktakiler: Hayri, Ragıp, Mehmet Reşat, Zeki, Şevket, Kadri, Alaaddin, Niyazi, Muzaffer, Ben, Ziya, Hüsnü… Oturanlardan tanıyabildiklerim: Muhteşem, İskender, Osman, Avni, Saim… Yeşil-Beyazlılar ile hayli iddialı maçlarımız olmuştur. Ancak hepsi de dostane geçmiştir. Bizlerde sahada olan sahada kalırdı, dışarda herkes çok iyi arkadaştı…Beşiktaş’ın büyük futbolcusu Şeref’in vefatından bir gün sonra Beşiktaş ve Fenerbahçe karşı karşıya geldiler… Acımız büyüktü. Çünkü Türk futbolu büyük bir evladını kaybetmişti… O gün hepimiz göğüslerimizde siyah bantlarla sahaya çıktık… İşte Fenerbahçe takımı soldan sağa: Niyazi, Muzaffer, Zeki, Ben, Esat, Cevat, Şaban, Mehmet, Reşat, Yaşar, Fazıl, Hüsamettin…Takım arkadaşım Mehmet Reşat Nayır ile çok iyi anlaşırdık. Saha dışında da daima beraber olurdu. Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan Mehmet Reşat, futbolcu bıraktıktan sonra bir süre de umumi kaptanlık görevini de üstlenmişti…Mahmut Göknel ile – Sümerbank’ta çalıştığım sürede çok arkadaşım oldu… Hepsi de iyi insanlardı… İşte, yakın arkadaşlarımdan Mahmut Göknel… Göknel maalesef bugün hayatta değil…Fenerbahçe’de tüm arkadaşlar kıyafetimize dikkat ederdik… Kravat, gömlek, takım elbise, sırtımızdan hiç çıkmazdı… Her gün de muntazam tıraş olmaya dikkat ederdik. Programlı bir yaşamımız vardı…Fenerbahçe’de bulunduğu süre içinde sayılamayacak kadar çok yabancı antrenör tanıdım, arkadaş oldum… İşte Yugoslav Mihailoviç… Fenerbahçe’ye geldiği gün havalimanında kendisini ben karşıladım…Yıl 1927… Fenerbahçe’nin Slavia ile maçı vardı. O gün beni de kadroya aldılar… Ancak, yedek olarak kenarda bekledim… Yaşım daha ufaktı… Yedek olarak sahaya çıkmak bile çok büyük bir şerefti benim için…Takım arkadaşım Muzaffer Çizer ile birlikte bir maç öncesinde görülüyoruz. Çizer ile yıllarca birlikte top peşinde koştuk. Üstün yetenekleri olan iyi bir futbolcu idi…Eşekle ada turu… O gün tüm arkadaşlar pek eğlenmiştik… Besteci Osman Nihat Akın da bu gezimizde vardı… Ve ilk kez orada bize yeni bestelediği “Körfezdeki dalgın suya bak” şarkısını söyledi… Bizlere de tekrarlattı…Nice’de yenildikten sonra Başkan Agâh Erozan, Müslim Bağcılar, kaptan Naci, Ben ve Avni yemek masasında… O gün hep futbolda konuşuldu… Niye yenildiğimizin tahlilini yaptık… Herkes çok üzgündü… Hele farklı yenilgiyi kimse hazmedemiyordu… Çünkü Fenerbahçe’de o devirde Türkiye’nin en kuvvetli ekibine sahipti…Yıllarca top peşinde koştum… Hayatımın en güzel günlerini futbolcu iken yaşadım… Öyle zamanlar oldu ki geceleri rüyamda bile futbola beraberdim… Futbolu bıraktıktan sonra da, antrenörlük yaptım… Çalışmalarda bazen eski günlerimi anımsar, çift kalelere katılırdım… Fenerbahçe’de futbolu bıraktıktan sonra şöyle bir madde vardı kontratımda… Antrenörsüz kalındığı anda takımı Fikret çalıştıracak… Bu nedenle de ben sık sık görev başı yapmak zorunda kaldım…İstanbul’da doğup büyümeme rağmen, Ankara’yı da görevli bulunduğum süre içinde hiç de yadırgamadım… Orada da İstanbul’daki kadar büyük ilgi ve sevgi gördüm… İşte yeğenim ve ben… Bir gezinti sırasında görülüyoruz…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, İzmir Bölge Müdürlüğü’nde bir toplantı öncesi… Bu toplantıya kulüp temsilcileri ve devrin ünlü hakemleri de katılmışlardı…Fenerbahçe’de dostlarımla birlikte… Sağdan, Ahmet Erol, Nimet Arpacı, Talat Ataman, İbrahim Yener, Muhittin Bulgurlu ve Milliyet Gazetesi Spor Sorumlu Müdürü Namık Sevik ile…Sümerbank mensupları ile toplu halde… Sümerbank’taki günlerim pek renkli geçti… Karşılıklı saygı ve sevgi üzerine bir arkadaşlığımız vardı…Sümerbank’ta müdürlerim beni pek sevelerdi… Her derdimle meşgul olurlardı… Sık sık eski futbol anılarımı bana anlattırırlardı… Fotoğrafta, müdürlerimizle birlikte görülüyorum…Gezintiye bayılırım… Sık sık yürüyüşler yaparım… Bu beni dinlendirir… Hala da fırsat buldukça yürürüm…Kulüp müdürlüğüm zamanında görev başında… İnanın bana, kulüp işleri ile uğraşmak futboldan çok çok zordu… Saatlerce masa başında oturmak herhalde hoş bir iş olmasa gerek. Tabii bizim gibi daima hareket halinde olan insanlar için…Rahmetli Gündüz Kılıç’ı görünce ikimiz de basardık kahkahayı… Neden mi? Anlatayım: Gündüz Kılıç, Milli Takıma yeni girmişti… Bir gece O’nu dolaşırken gördüm… Hiç sesimi çıkarmadım… Ertesi sabah karşılıklı konuşuyorduk… “Gündüz” dedim, “Seni gece dolaşırken gördüm. Uykun yoktu galiba.” “Uyurgezerim bazen” demez mi… Evde ne yapardın diye sordum… Yanıtı şöyle oldu: Annemle, babam benimle ilgilenirdi… O zaman ben de kendisine aynen şunları söyledim: “Aslanım o zaman anneni de babanı da kampa getirseydin ya…” Bu olayı hatırladıkça, herkese anlatırdı… İşte gene o olaydan bahsediyoruz… Fethi Dinçer de bizi gülerek dinliyor…Galatasaray’ın futboldaki simgesi Gündüz Kılıç hakikaten büyü futbolcu idi… Teknik direktörlüğü sırasında da kendisi ile sık sık beraber olduk… Fotoğrafta, bir maç öncesinde karşılıklı konuşurken…Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasimi – Fenerbahçe Stadı’nın temel atma merasiminden bir görünüş: Arkada Muzaffer, Niyazi… Önde Zeki, Esat, Alaaddin ve Ben…İlk Maarif Kupası’nı kazanan ekip – 1937’de ilk Maarif Kupası’nı kazanan ekip… Soldan sağa: Esat, Reşat, antrenör Ellyot, Ben… Cevat, Naci… Oturanlar: Ali, Rıza…İstanbul Muhteliti Orhan Şeref Apak’ın başkanlığındaki İstanbul muhteliti vapurun kurtarma sanlında birlikte görülüyor… O zamanlar, İstanbul’da takımlardan seçilen futbolcular, sık sık Anadolu’ya İstanbul muhteliti adında gider ve maçlar yaparlardı…Kulübümüzün azası Sadun Erdemir, yıllarca yöneticilik, divan heyeti başkanlığı yaptı… Kongrelerin renkli simasıdır Erdemir… Avukatlığı yanı sıra, futbol ve futbolcularından da iyi anlar…Naci benim yöneticilik zamanımda bir vakitler yaptığım görevi üstlenenlerden biri… Karagümrük’te yıldızı parlayan Naci Erdem, Fenerbahçe’de de parlak bir futbol dönemi yaşadı ve futbolcu Galatasaray’da son buldu…Hacı Bekir’in başkanlığında – Ankara’da Milli lig şampiyonu olan futbol takımımız Hacı Bekir’in başkanlığı döneminde, Ankara’ya kupa maçı için gitmişti… Fotoğrafta, futbolcular, yöneticiler ve Başkan Hacı Bekir toplu halde…Kürek çekerken – Deniz sporlarını pek severim… Sık sık yüzerim… Bu arada futbol oynadığım devrelerde bizim kürekçilere özenip üç çiftede kürek bile çektim… Soldan ikinci kürek çekerken görülüyorum…Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce – Fenerbahçe Stadı’nın yapılmasından önce çok sevdiğim arkadaşlarımla tribün basamaklarında bir arada… Üst sıra, soldan: Samih Duransoy, Ben… Oturanlar: Saip Aydoslu, Hadi, Suat Belgin ve Semih…Yeşilköy Bize Uğurlu Gelirdi – Ne zaman Çınar Oteli’nde kamp yapılsa, Fenerbahçe hep sahadan galip ayrılırdı… Soldan itibaren Kulüp Başkanımız Agah Erozan, Müslim Bağcılar, Çınar Oteli sahibi, Faruk Ilgaz, Fikret Arıcan, Niyazi Sel ve Ben…İsmet Uluğ ve Müslim Bağcılar şu anda hayatta değiller… İkisini de bu kulübe çok büyük hizmeti geçmiştir… Uluğ sertliği, prensipleri ve futbolculuğu yanı sıra kendi devrinin iyi boksörlerinden biri de idi… Bağçılar ise, özellikle transfer ayında, aldığı futbolcularla büyük ün kazanmıştı…Çınar Oteli’nde Yapılan Kamptan Bir Köşe – Soldan itibaren: Firuzan Tekil, Faruk Ilgaz, Müslim Bağcılar, K. Fikret ve Ben…50. Yıl Töreni – Fenerbahçe’nin 50. yıl törenlerinden bir an… Sahanın içinde yöneticiler, tribünde seyirciler bu büyük günü kutlamaya hazırlanıyorlar…Hazırlık Maçı Devre Arası – Tahta tribünlerin olduğu devirlerde Fenerbahçe hazırlık maçlarını hep kendi sahasında yapardı. İşte o maçlardan birinde devre arasında görülüyorum…Yeten’le Futbolcuları Konuşuyoruz – Milli takım aday kadrosunun Fenerbahçe Stadı’nda yaptığı hazırlık maçında devre arasında Hakkı Yeten’le, futbolcuların durumunu konuşuyoruz. Milli takım seçimi büyük bir titizlikle yapılırdı… İsim bizim için önemli değildi. Kim iyiyse, o takıma girerdi. Bu yüzden pek çok şöhretin kadro dışı kaldığı da görülürdü…Bir Kongre Sonrası – Bir kongre sonrasında Fenerbahçe’de yeni göreve gelen heyet… Soldan itibaren: Rüştü Dağlaroğlu, Müslim Bağcılar, Dr. Reşat Dermanver, Osman Kavrakoğlu, Hüsamettin Böke, Zeki Rıza Sporel, Muhter Sencer, Raif Dinçkök, Ertuğrul Akça, Muhittin Bulgurlu, Talat Ataman, Rıza Işıldar ve Ben…Futbol Federasyonu’nda görevli olduğum sırada, bir maç arası şampiyon olan Altay, gene takım Kaptanı’nı tebrik ederken…Uzun yıllar Sümerbank’da çalıştım… Buradaki arkadaşlarımı hiç unutamam… Zaman zaman toplanır eski hatıraları tazeleriz… Fotoğrafta, arkadaşlarımdan bir grupla, yemekli bir toplantı öncesinde görülüyoruz…Sağdan sola, Şazi Tezcan, ben ve Hakkı Yeten… Milli Takım aday kadrosunun yaptığı bir karşılaşmayı izliyoruz…İzmir Bölgesi Mensupları ile – Futbol Federasyonu üyeliği sırasında hayli problemli olayların içinde yaşadım… Zaman zaman toplantılara İzmir’e, Ankara’ya uçtum… İşte İzmir’deki toplantıdan bir görünüm… Kulüp yöneticileri ve bölge mensupları konuşma öncesinde…Ece – Erimtan ve Usuoğlu Üçlüsü – Bir zamanların ünlü üç yöneticisi soldan sağa, Turgan Ece, Nejat Erimtan ve Sadri Usuoğlu… Bu üçlü Ece ve Erimtan yıllarca Galatasaray’da yöneticilik yaptılar… “Arap Sadri” diye tanınan Sadri Usuoğlu, Beşiktaş’ın her şeyi idi… Ben de o zaman, federasyon üyeliği görevini sürdürüyordum… İşte o meşhur üçlü ve ben, bir konuyu tartışırken görülüyoruz…İlk Antrenörlük Günlerim – Fenerbahçe’deki futbolculuk dönemimden sonra antrenörlük günlerim de hayli hareketli geçti… Sağdan sola, ben, Yüksel, Selim, Ogün, Ali ve Güray çalışma öncesinde görülüyoruz…Sık Sık Yabancılarla Birlikte Olurduk – Yabancı spor adamları sık sık yurdumuza gelirlerdi… Ayrıca, futbolculuk devrimizde Avrupa’nın ünlü ekipleri ile sayılmayacak kadar çok maç yaptık… Bir zamanlar karşı karşıya oynadığımız şimdi adını hatırlayamadığım bir Macar yurdumuza geldiğinde kendisi ile konuşurken…Kazanamadığımız maçlar beni feci şekilde sinirlendirirdi… Bu nedenle de yanıma hemen hemen kimse yanaşmazdı… Resim bile çektirmezdim ama nasılsa bir foto muhabiri arkadaş beni bu halde yakalamış…
Fenerbahçe’de Yemekli Bir Toplantı – Bugün olduğu gibi Fenerbahçe’de sık sık yemekli toplantılar tertiplenir, eski arkadaşlar bir araya gelip sağdan soldan konuşurduk. Konu tabii ki, futbol olurdu… İşte, bu yemekli toplantılardaN biri…
Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’nin Kızılcahamam kampı… Teknik Direktörümüz Didi de Kızılcahamam’ı pek severdi… Çoğu zaman yeni sezona hep Kızılcahamam’da hazırlanırdık… İşte, yemekten bir köşe, sol başta oturan yöneticilerden Bülent Yüksel… Yanında gazeteci Yavuz Bayraktar… Didi ve kızı… Tam karşılarında da ben…Futbol şürası veriyorlar… – Ankara’da yapılan futbol şurasından bir görünüm… Sağdan ben, Sabahattin Erman ve Doğan Andaç… İkisi de Türk futboluna büyük hizmetler verdiler…Gegiç’in Fenerbahçe’ye Geldiği İlk Gün – Gegiç Fenerbahçe’ye ilk geldiği gün maçımız vardı… Futbolcuları İnönü Stadı’nda yanımda izledi ve o gün kararını verdi… “Bu takım çok iş yapar” diye… Fotoğrafta Gegiç’le birlikte görülüyoruz…Soldan ikinci Ogün… Yanında Cemil ve önde Ogün’ün çocukları… Yıllarca kulüpte yöneticilik yapan Osman Karatop… Gazeteci Yavuz Bayraktar ve Ben…Abdullah Gegiç – Abdullah Gegiç, Fenerbahçe’de uzun sürelerle antrenörlük yaptı… Otoriterdi, disiplini severdi… Fenerbahçeli futbolculara çok da emeği geçmiştir… Soldan itibaren, Abdullah Gegiç, ben, tercüman Erman ve masör Hayri İnönü Stadı’nda galip geldiğimiz bir maçı izlerken görülüyoruz…42 Yıllıklar – Türk futbol tarihinde çok büyük renkli isimler vardır… Hepsi de dillerden düşmeyen anılara sahiptir bu şöhretlerin… İnsan zaman zaman maçları izlerken doğrusu bu ya eskileri arıyor… Onların stillerinde bugün pek az futbolcu var… Belki bana öyle geliyor ama topa vuruşlar bile o zamanlar bir başka idi… İşte 42 yılın sporcuları bir arada… Ayaktakiler soldan sağa: Leblebi Mehmet, Hakkı Yeten, Zeki Rıza Sporel, Lefter Küçükandonyadis ve ben… Ortadakiler: Selahattin Torkal, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin… Oturanlar: Galatasaraylı Faruk, Cihat Arman ve Basri Dirimlili…Federasyon-kulüp ihtilafı – Kulüplerle, federasyon arasında bir zamanlar ihtilaf hiç eksilmezdi… Ama çabuk tatlıya bağlanırdı… Önce sohbet eder, sonra toplantıya başlardık… Soldan itibaren Rahmi Magat, Ben, Hayri Yorgancıoğlu ve avukat Tekin görülüyor…Kaptan Cemil – Cemil’in yıldızı İstanbulspor’da parladı… Fenerbahçe’de doruk noktasına ulaştı… O da Fenerbahçe’ye renk verdi, Fenerbahçe de O’na… Kaptan Cemil’in bir büyük özelliği de zaman zaman tek başına bir takım gibi kuvvetli olması idi… Formda olduğu zaman kalecilerin korkulu rüyası oldu… Klas bir futbolcu idi…Kızılcahamam Kampı – Fenerbahçe’de yıllarca futbolcu olarak hizmet verdim… Daha sonra umumi kaptanlık, teknik direktörlük, çalıştırıcılık yaptım… Her zaman disiplini ön planda tuttum… Allah’ı var futbolculardan ve yöneticilerden her zaman saygı ve sevgi gördüm… İşte Kızılcahamam kampı… Ben ve arkadaşım birlikte…Didi’li Şampiyon Fenerbahçe – Didi, Türkiye’ye geldiği zaman Fenerbahçe de renklendi… Dünyanın sayılı şöhretleri arasında gösterilen Brezilya’nın unutulmaz eski futbolcusu Didi, Fenerbahçe’ye hayat verdi… Onun zamanında taraftarlarımızın yüzü güldü… Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe, Avrupa’da dünyada da tanınır hale geldi… Didi, iyi çalıştırıcılığı yanı sıra, sempatik ve de iyi kalpli idi… Taraftarlarımız da kendisini pek sevmişti… Fotoğrafta, Didi ve şampiyon Fenerbahçe takımı benimle birlikte görülüyor…Faruk Ilgaz ve Ben – Faruk Bey (Ilgaz) kulüpte çeşitli kademelerde yıllarca görev yaptıktan sonra defalarca da başkan oldu… Kendisi ile çalışma imkânı da buldum… Hakiki bir Fenerbahçelidir Faruk Ilgaz… Kulübü için çok çalışmıştır. Bunun yanı sıra sosyal tesislerimizin yapımında çok büyük rolü olmuş ve Fenerbahçe’ye iyi bir lokal kazandırmıştır…Mehmet Reşat Nayır ile Beraber – Mehmet Reşat Nayır ile yıllarca birlikte top koşturduk… Ne yalan söylemeli… Klas bir futbolcu idi… Birlikte çok tatlı anılarımız oldu… Fenerbahçe kazandığı zaman sevindik… Kaybettiği zaman üzüldük… Reşat Nayır futbolu bıraktıktan sonra gene Fenerbahçe’de görev aldı ve başarı ile yürüttü…Eralp’ın Gençlere Hizmeti Unutulamaz – Fenerbahçe genç takımından yetişen her futbolcuda İrfan Eralp’in katkısı büyüktür… İşten iyi anlar… Kimin nasıl futbolcu olacağını iyi kestirir… Bu işin üstadıdır… Gençler de İrfan ağabeylerini pek severler… Herkesin derdi ile meşgul olur, elinden gelen yardımı esirgemez… Kendisi ile birlikte çok seyahatlerimiz olmuştur… İşte Afyon… Büyük Atatürk’ün heykeli önünde ikimiz birden objektif karşısındayız…Oğlum ve torunumla görülüyorum.
Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet’in koleksiyonundan yine müthiş fotoğraflar çıktı. Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan Almanlar ile yapılan son maç haberine Aralık 1918 tarihli gazetelerde rastlamıştık. Fotoğraflar ile bu haberleri bir araya getirdiğimizde, bugüne kadar kayda geçirilmemiş bir Fenerbahçe maçının hikayesi ortaya çıkıyor.
İşte Kadıköy’deki esir Alman askerleri ile Fenerbahçe’nin yaptığı maçın haberi ve esirlerin hayatından fotoğraflar…
Bugün öğleden sonra saat ikide Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanında Almanlarla Fenerbahçe kulübü takımları arasında bir futbol müsabakası icra edileceği haber alınmıştır. Verilen malumata nazaran bu müsabaka için fevkalade istihzaratta bulunulmakta, meraklı ve heyecanlı bir şekilde icra olunacağı temin edilmektedir. Tahminimize nazaran bu müsabaka sulhün akdine kadar Almanlarla icra edilecek müsabakaların sonuncusu olacaktır.
18 Kanunievvel 1918 Çarşamba – Yeni Gün Gazetesi
Almanlarla Fenerbahçeliler Arasında
Yarınki Perşembe günü İttihat Spor Kulübü meydanlığında Almanlarla Fenerbahçeliler arasında fevkalade mühim bir futbol müsabakası icra edilecektir. Şehrimizdeki Almanların memleketlerine azîmetleri vesilesiyle vuku bulacak olan bu müsabaka şüphesiz son derece heyecanlı ve meraklı olacaktır. Spor mahfilinde Fenerbahçe’nin bu nokta-i nazardan müsabakanın tamamiyle milli bir şekil ve mahiyette olmasını arzu ettiği ve bunun için de bazı tedarikatta bulunduğu söyleniyor. Ezcümle kayd-ı ihtiyatla telakki ettiğimiz bir habere göre bu müsabakada Fenerbahçe takımı arasında Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey’le Galatasaray kaptanı Necip Bey de bulunacaktır.
Birkaç gün evvelki nüshamızda Altınordu-Fenerbahçe müsabakasından bahsederken Altınordu takımı kaptanı Bekir Arslan Bey’in ismini eser-i sehv olarak Bekir Sami Bey diye yazılmış olmakla tashih-i keyfiyet olunur.
20 Kanunievvel 1918 Cuma – Yeni Gün Gazetesi
Fenerbahçeliler ile Almanlar Arasında
Fenerbahçelilerle arasında mukarrer müsabaka dün öğleden sonra Kadıköyü’nde İttihat Spor Kulübü meydanlığında icra edilmiştir.
Müsabakada tarafeynin takımları fevkalade iyi tertip edilmişti. Almanlar şehrimizde bulunan efraddan en iyilerini seçerek pek kuvvetli bir takım teşkil etmişlerdi. Fenerbahçe kulübü ise evvelce yazdığımız veçhile Altınordu kulübü kaptanı Bekir Arslan Bey’i muhacim hattına dahil etmiş ve bu suretle timini takviye eylemiştir.
Dünkü müsabakada hakemlik vazifesi bir Alman tarafından ifa edilmiştir. Bu zat maalesef tarafgirlik yapıyordu.
Müsabakanın birinci haftaymında Fenerbahçeliler pek güzel oynamışlar ve Almanlara iki gol atmaya atmaya muvaffak olmuşlardır. Gollerin her ikisini de Altınordu kaptanı Bekir Arslan Bey mahirane bir tarzda atmıştır.
Buna mukabil Alman muhacimleri o anda asabi, fakat muntazam oynamışlar ve Fenerbahçe’ye bir gol atmışlardır.
Müsabakanın ikinci haftaymında Fenerbahçe kulübü kaptanı Zeki Bey gol yapacağı esnada Almanlar tarafından şiddetli bir tekme yemiş ve bu suretle oyundan harice çıkmaya mecbur olmuştur. Bu hal Fenerbahçe takımının zayıflamasına ve on bir kişilik takımdan on kişi kalmasına sebebiyet vermiştir. İkinci haftaymda her iki tarafın müdafaa hatları yorgun bulunuyordu. Almanlar bu sırada Türk timinin zaafiyetinden istifade ederek bir gol atmaya muvaffak oldular. Müteakiben Fenerbahçe üçüncü golü yuvarladı. Bu golü de Bekir Arslan Bey atmaya muvaffak olmuştu.
Miktarı beş altı bin tahmin olunan temaşakaran Bekir Arslan Bey’i şiddetle alkışladılar.
Nihayet Almanlar da üçüncü bir gol atmaya muvaffak oldular. Nihayete kadar tarafeynden başka gol atılmadı. Bu suretle üçe karşı üç gol ile Almanlarla Türkler berabere kaldılar. Halbuki hakikatte Türkler dört gol atmışlardı. Hakem vazifesini ifa eden Almanın tarafgirliği bu golü saymadı.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVI” : 1924 yılından geliyor.
26 Ekim 1923 Cuma günü oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen ilk milli karşılaşmamız Türkiye – Romanya maçı umumi efkârda yüksek maneviyat yarattı. Hatta o maçta muhakkak bir galibiyet fırsatının kaçırılmış olduğu kanaati de doğdu. Filhakika; milli maçtan 4 gün sonra, 30 Ekim 1923 Salı günü Fenerbahçe’nin Macarlarla takviyeli ve (Romanya muhteliti) adı altında oynayan daha kuvvetli kadro ile tek başına berabere kalması ve hatta çok hâkim oynaması bu kanaati takviye de etmişti.
İşte; umumi efkâr, büyük gelişme halindeki futbolumuzla övünürken 6 ay sonraki 8’inci dünya olimpiyatları günün mevzuunu teşkil etmeğe başladı. Mayıs ayında Paris’te yapılacak bu 1924 olimpiyatlarına iştirakimiz bütün spor umumi efkârınca yürekten arzulanıyordu.
Filhakika; Türkiye aleyhinde asırlardan beri bin bir kötü propagandalara sahne olmuş yeryüzünün her tarafından Paris’e gelecek sporcu, gazeteci ve seyirci yüz binlerce insana Türkü asil sporcu gençliği vasıtasıyla tanıtıp bu propagandaların yalan olduklarını ispat etmek imkânı böylece ele geçmiş olacaktı.
Milli propaganda için bundan daha mükemmel fırsat olamazdı. Ayrıca, beynelmilel olimpiyatlar cemiyetinin 1923’teki sorusuna da esasen müspet cevap verilmiş ve hatta katılacağımız branşların güreş, atletizm, atıcılık ve futbol olduğu da tasrih olunmuştu. Fakat o tarihten bu yana, yani bir senedir ileri atılmış bir adım yoktu. Acaba yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümeti İdman Cemiyetleri İttifakı’nı tanıyacak mı idi? Bu meçhul olduğu gibi, gereken masraf da nereden temin edilecekti?
İşte, alâkalılar için bu cidden endişeli günlerde Maarif Vekili merhum İsmail Safa Bey Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi’ne bir mektup yollayarak gençlerimizin Paris olimpiyatlarına iştirakleri için ne gibi yardıma ihtiyaç duyulduğunu sordu.
Bunu Aralık 1923’te Maarif Vekâleti Vekili Necati Bey’in İdman Cemiyetleri İttifakı’na yolladığı bir telgraf takip etti. Merhum, bu telgrafında “Gençlerimizin ecnebi takımlar karşısında ihraz ettikleri muvaffakıyetler mucibi iftiharımız olmaktadır” diyor ve bir heyetin derhal Ankara’ya gelip hükûmetle temas etmesini tavsiye ediyordu. Bu, cidden büyük bir müjde idi. Çünkü devlet, hem teşkilâtı tanımış, hem de sporu bir kültür dâvası saydığını bu iş için Maarif Vekâletini vazifelendirmekle göstermişti. Necati Bey merhumun telgrafının ilk kısmı o günleri yaşayanlarca kabul olunacaktır ki, Fenerbahçe kulübünün faaliyetiyle ilgilidir.
Fenerbahçe’nin 5 işgal ve mütareke senesinde inatçı düşman takımlarına karşı temin ettiği fasılasız zaferler milletimizin nihai zafer ve istiklâle olan inancını kuvvetlendirirken, bu mutlu keyfiyet Anadolu yaylalarında savaşan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğmağa azimli milli kahramanları da hoşnut etmekte idi. İşte, bu tarihi zafer silsilesinin yarattığı memnuniyet devlette spora karşı alâkayı arttırdı ve Cumhuriyet hükûmeti, teessüsünden bir kaç ay sonra, fakir bütçesinden 50 bin lira tahsisat ayırdı.
Bu para sayesindedir ki Türk sporu ilk defa olarak olimpiyatlara katılmak ve kendini tanıtmak imkânına kavuşmuştur. Kabul olunmalıdır ki talih bu ilk büyük imtihanında Türk futboluna yâr olmamış ve dişimize uygun bir yığın rakip dururken karşımıza Çekler gibi kuvvetli bir milleti çıkarmıştır. Çekoslovakya o tarihlerde futbolda en ileri memleketlerin başında idi. Buna rağmen, maneviyat bozulmadı ve kadromuz, tarihteki bu ikinci beynelmilel maçına metanetle hazır bulundu.
2,5 sene önce takviyeli Galatasaray’ın Avrupa turnesinde Almanya’da kalan Bekir de Paris’e getirildiğinden 25 Mayıs 1924’te Çekoslovakya’nın karşısına şu tertipte çıktık:
İsveçli Anderson idaresindeki bu maç, malûm olduğu üzere 5-2 kaybedilmiştir.
Nedim Kaleci’yi el üstünde taşıyanlar arasında o zamanlar dünyanın en meşhur kalecisi İspanyol Zamora da vardı. Zamora, Olimpiyat köyündeki antrenmanlarda Nedim’i yakından görmüş ve hayran olmuştu.
Çekoslovakya maçı akşamı Paté sinemasında müsabakanın filmi gösteriliyordu. Zeki (Sporel) ile beraber kapıda Ay-Yıldızlı resmini gören Nedim (Kaleci) hemen sinemaya girdiler. 10 dakika devam eden bu filmde Nedimin o günkü harikulâde kurtarışları gösterilirken Fransız spiker şöyle konuşmuştu:
“İşte Türk kalecisi ki bugün kalesini bir aslan gibi müdafaa etti.”
İşte, yukarıdaki resim milli takımımızı 25 Mayıs 1924 maçından bir saat kadar önce Colombe’deki Willage Olympique’de gösteriyor. Takımımız, buradan 20 dakika mesafedeki stada gidecek ve şöhretli rakiple karşılaşacaktır. Her halde bu ilk olimpiyatlar kadromuzu tanıyacaksınız.
Sağ baştaki koyu renk fanilalı o gün cidden fedakârane bir oyun çıkaran ve bu arada parmağı çıktığı halde kalesini terk etmeyen Nedim (Kaleci)dir ki, maçı müteakip Fransız seyirciler tarafından el üstün de taşınmıştı. Sonra Bedri, Cafer, Nihat, Zeki, Kadri ve antrenör Billi Hanter. Çömelenler de yine sağdan Leblebi Mehmet, Bekir, Âli, Alâeddin ve İsmet’tirler.
(Gelecek resim ve yazı, Milli Takımımızın meşhur Şimal turnesi ve futbolda ilk milli galibiyetimize dairdir.)
Rüştü Dağlaroğlu – 10 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – VIII” : 1916 yılından geliyor.
Spor rekabet elbette ki hayırlı ve ilerlemenin de birinci şartıdır. Kulüplerimiz arasında doğan ve yaşanan rekabetler yüzünden, her yerde olduğu gibi, Türk sporunun da sağladığı faydaların büyüklüğünde herkes ittifak eder. Bir Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinin memleketimiz sporunun inkişafında oynadığı birinci derecede rol için münakaşaya hiç lüzum var mıdır?
Bununla beraber, futbolumuzda bir müddet için yaşanmış bir Fenerbahçe – Altınordu rekabeti de vardır ki bunu faydalı saymağa hiçbir izan sahibi yanaşamaz. 40 yıl önceleri yaşanmış bu rekabetin yapıcı olmaktan ziyade yıkıcı mahiyet taşıdığını iddia etmek hakikati söylemek olur.
Ayni muhitin iki kulübü Fenerbahçe ve Progre 1911 den itibaren pazar liginde karşı karşıya gelmeğe başlamışlardır. Fenerbahçe, istibdadın müthiş tazyik ve sürgün tehditlerine göğüslerini siper eden bir kaç fedakâr Türk gencinin 4-5 yıl önce kurdukları bir teşekküldür. Progre ise, tatlı su frenkleriyle birkaç gayrimüslim ve Müslüman Türkün bir araya gelmelerinden meydana gelmiş melez fakat kuvvetli bir kulüptür.
1911/12 senesi liginde iki defa Fenerbahçe’nin karşısına çıkan ve efendice yenilen bu kulüp, Balkan harbi dolayısıyla vaki bir senelik tevakkuftan sonra 1913/14 şampiyonasının ilk maçında da 20 ekim 1913 te 3-1 netice ile yani akıbete uğradı ve bunu da sportmence kabul etti.
Fakat Progre gün geçtikçe daha da palazlanıyordu. O devrin meşhur Hasan ve Hüseyinli kadrosuyla Galatasaray’la berabere kalıyor, hatta meşhur Ramblez’i de 3-0 yeniyordu.
İlk devreyi Fenerbahçe’den sonra Galatasaray’la puan puana bitiren Progre, 1914 yılı başında bir kongre yapıp adını (Altınordu) ya çevirdi ve kadrosundaki tatlı su frenklerini de tasfiye edip yeni bir ruh haletiyle ikinci devreye girdi.
Galatasaray’ı bu ikinci devrede 1-0 yenip onu geride bırakan eski Progre, yeni adı ile Altınordu 2 Şubat 1914 günü komşusu lig lideri Fenerbahçe’nin karşısında bu defa bambaşka bir hüviyet ve maneviyatla yer almıştı.
İşte; aynı muhitte, Kurbağalıdere’nin kıyılarında ve birbirlerine 200 metre mesafedeki Fenerbahçe ve Altınordu’nun tarihteki bu ilk karşılaşmaları müessif bir soğukluk ve zıddiyetin doğmasını intaç etmiştir. Şöyle ki:
Maçın ilk devresinde Altınordu kalesine ilk golü atan Fenerbahçe sağaçığı meşhur Miço’ya, golü müteakip, karşısındaki sol müdafi Sedat Rıza bir şamar indirmiştir.
Bilâhare Galatasaray’a geçen ve hatta Futbol Federasyonu başkanlığında da bulunan merhum Sedat Rıza’nın müteveffa Miço’ya vâkı bu hareketine Fenerbahçeli takım arkadaşları müdahale etmişler ve ortalık karışmıştı.
Bu gürültülü maç Fenerbahçe’nin 2-0 galibiyetiyle bittikten sonra hâdise gazetelerde münakaşa mevzuu edildi. Gayrimüslim Miço’yu himaye etmeleri bazı kulüpçü gazetecilerin gayretkeşlikleriyle milliyet meselesi mevzuu yapılmış ve Fenerbahçe kulübüyle futbolcuları çok şiddetli tenkitlere hedef tutulmuşlardı.
Fenerbahçe o sene ikinci çıkan Altınordu’nun 12 puanına karşı 10 maçın 8 inde galip ve ikisinde de berabere kalarak 18 puanla İstanbul şampiyonu oldu, fakat komşusu Altınordu’yu da artık kendisini çekemez, çok tehlikeli bir rakip olarak karşısında buldu.
Ayni yıl içinde Birinci Cihan harbinin başlaması, o devrin Sadrazamı Talât Paşanın Altınordu’nun başına geçişi, böylece o ana baba günlerinde sağlanan avantaj Fenerbahçe’nin tehlikeli rakibini büsbütün korkunç bir hüviyete sokmuş oldu. Eli silâh tutabilenler üç kıtanın 7 cephesinde kanlı savaşlar verirlerken Altınordu’ya mensubiyet vazifeye İstanbul’da devamı kolaylaştırıyor ve sağdan soldan avantajdan faydalanmaya koşanlar bulunuyordu.
Altınordu şaşaalı bir devreye girmişti. Yeni yeni doğmuş yapıcı Fenerbahçe – Galatasaray rekabeti kısa zaman içinde yerini tahripkâr bir Fenerbahçe – Altınordu rekabetine bırakmağa mecbur kalmıştı. Karşılaşmalar gün geçtikçe şiddetini arttırırken bambaşka bir hâdise doğdu:
Gençliğinde müsamaha ve refah içinde büyümüş ve bugün maalesef çoktan ebediyete göçmüş pek kıymetli ve meşhur bir Fenerli futbolcunun bir Altınordulu ile fazlaca dostluğu hoş karşılanmadığından Fenerbahçeli idareciler kendisine ihtarda bulundular:
“Ya o kimse ile münasebatını kes, yahut bu kulübü terk et; sana 24 saat müsaade!” Dediler.
Futbolcu 24 saat sonra geldi ve kulübü terk edip Altınordu’ya geçeceği cevabını verdi ve hatta takım arkadaşlarından 6’sını beraber götüreceği rivayet ve havası da birdenbire şimşek gibi şayi oldu.
Yıllardır şampiyon birinci takımın çöküvermesi gibi çok vahim bir durum Fenerbahçe kulübünü prensibinden asla rücu ettirmemiş ve amansız hasım Altınordu, eleman sıkıntısı çekilen öyle bir devrin 7 meşhur Fenerlisinin iltihakıyla birdenbire kuvvetlenmiştir.
İşte, yukarıdaki resim, 38 yıl önce, Fenerbahçe’den ayrılanlardan 6sını aralarına almış olarak, yepyeni bir kadro ile 1916 sonbaharında ilk defa sahaya çıkan Altınordu’yu kulüp ileri gelenleriyle bir arada gösteriyor.
Sağdan itibaren ayaktakiler: Bekir, merhum Agâh, Balıkçı Tevfik, merhum Dalaklı Hüseyin, Fitil Nuri, Haydar, merhum Otomobil Nuri, merhum Mahmut Duransoy.
Oturanlar, yine sağdan: Doktor Salâhattin, doktor Cevdet, eczacı Cafer ve Kara Cemil’dir.
Kalpaklılardan sağ baştaki mühendis Mesut, Haydar’ın arkasındaki merhum Aydınoğlu Raşit, Mahmut Duransoy’un solundaki da Ziya Ateş’tir.
Feslilere gelince; sol baştakiler hariciye eski şifre müdürü merhum Suat ve o devrin en şık gençlerinden forvet oyuncusu Feridun, Fitil Nuri’nin arkasındaki futbolculardan ve hâlen Ses operetinde sanatkâr Celâl Sururi, sağ baştaki de doktor Cevdet’in kardeşi futbolcu Kemal’dir. Beyaz fanilalı küçüğe gelince; bu da merhum Otomobil Nuri’nin kardeşi Lebib’dir.
Artık yıkılmağa mahkûm sanılan ve sayılan Fenerbahçe, vefasız 7 evladının yerlerini 14-15 yaşlarındaki 3 üncü takım kadrosundan doldurdu.
Gerçi, zorluklar içinde çırpındı ve 4 yıl şampiyonluğa veda etti. Fakat prensibe sadakatin ve her ne pahasına olursa olsun ondan şaşmazlığın beliğ bir örneğini de vermiş oldu.
Bu iltihaklardan sonra resmen 2 sene üst üste şampiyon olan Altınordu, tarihine altın bir fasıl yazdıysa da devşirmeciliğin ve ah almanın cezasını da çekti. Harbin sona ermesiyle beraber içerden çöküntüye uğrayıp ikinci kümeye de düştü ve nihayet kader onu bir zamanlar sevgi, şöhret ve hatta mevcudiyetini kıskanıp yerine kaim olmak istediği Fenerbahçe’ye iltihaka mecbur etti ve böylece ismi de silindi.
Altınordu, Fenerbahçe içinde hamur olduktan 8 sene sonra, bir kaç yıl var ki Kadıköy’de yeniden doğmuştur. Fakat maalesef 4üncü kümede, ismi var, cismi yoktur.
(Gelecek resim ve yazı; Türk futbolunda ilk ecnebi antrenör 30 yıl önce milli takımımızı Paris olimpiyadlarina hazırlarken…)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – IV” : 1913 yılından geliyor.
Fenerbahçe, kurulduktan bir müddet sonra bir buhran devresi geçirmiş ve zayıf iradeliler kulüpten ayrılmışlardı. 11 futbolcu bulmak ve takım kurmakta uğranılan zorluk kulübü yabancı sefaret gemilerinden ödünç oyuncular almağa mecbur bırakıyordu.
Bir kulübün bu şekilde yaşayamayacağını ve böyle devşirme kadrolarla liglerde netice alınamayacağını kavrayan büyük idareci (Elkâtipzade Mustafa) futbol tarihimizde kendisine (Türkiye’de genç takım kuran ilk idareci) unvanını kazandıran yolu tuttu ve mahalle mahalle dolaşıp Fenerbahçe kulübünde memleketimizin ilk genç futbol takımını kurdu. Galatasaray, Fenerbahçe’nin yolunu takip eden ikinci Türk kulübüdür. O da, çatısı altında kurulduğu Mektebi Sultani’den bir genç takım teşkil etti.
Memleketin bu ilk iki genç takımı, bilâhare aynı yolu tutacak diğer kulüplerin üçüncü takımlarıyla beraber, ileride bir lig teşkil edecekler ve Türkiye’nin bu ilk üçüncü takımlar şampiyonasını 1913/14 sezonunda Fenerbahçe kazanacak ve Mahmut Muhtar Paşanın koyduğu kıymettar gümüş kupayı o alacaktır.
Fenerbahçe ve Galatasaray üçüncü takımları tarihte ilk karşılaşmalarını 12 Mayıs 1913 pazar günü Ünyon Kulüp sahasında yapmışlardır. O gün iki ezeli rakip, ilk defa olarak, bir arada muhteşem bir bayram tertiplemişlerdi. İşte, yukarıdaki resim ezeli rakiplerin ilk genç takımlarının ilk karşılaşmalarından birkaç dakika önce Ünyon Kulüp bahçesinde çekilmiştir. 41 sene evvel sırtlarındaki şipşirin Sarı-Lâcivert ve Sarı-Kırmızı formalarla taraftarlarını heyecanlara boğmuş olan 12 mayıs 1913 ün afacanlarını tanıdınız mı?
Resme iyi bakın… Bu grupta, o günün bu Kaygusuzlar topluluğunda neler, kimler yok! Bir grup ki, spor ile uzaktan, yakından ilgili herkesi derin düşüncelere sevk edecek ve bir anda mazinin o hayal olmuş günlerine götürüverecek! Götürecek ve şöyle düşündürecek:
Kim derdi ki bu minimini afacanlar grubundan, bir gün gelecek de, generaller, milletvekilleri, meşhur doktorlar ve daha neler ve neler çıkacak!
Onları seçebiliyor musunuz?
İsterseniz sağ baştan ve ayaktakilerden başlayarak, adlarını beraber okuyalım:
Baba Tahir (Galatasaray), Sabit (Galatasaray), Ahmet Ali (Galatasaray), Hayati (Galatasaray), Refik (Galatasaray), kaleci İzzet (Galatasaray), Siret (Galatasaray), Süreyya (Fenerbahçe), Muzaffer (Galatasaray, sırtını ağaca dayamış), Zeki (Fenerbahçe), Necip Şahin (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe), elbiseli), Bahaeddin (Fenerbahçe), Kara Cemil (Fenerbahçe), Baron Feyzi (Fenerbahçe), Necmi (Fenerbahçe).
Devam edelim (yerdekiler): Selâmi İzzet (Galatasaray), Burhan Belge (Fenerbahçe), Doktor Namık (Galatasaray), Mahmut (Fenerbahçe), Kurt Sadi (Fenerbahçe), Pertev Amir (Galatasaray), General Nuri (Fenerbahçe), Bekir (Fenerbahçe)
Galatasaray’ın İzzet, Orhan, Namık, Hayati, Sabit, Ali, Selâmi İzzet, Kurt Sadi, Muzaffer, Refik ve Pertev Âmir tertibindeki takımına karşı çıkan;
Mahmut, Necmi, Cemil, Bahaeddin, Nuri, Haydar, Necip Şahin, Bekir, Zeki, Baron Feyzi ve Burhan Belge’den kurulu Fenerbahçe takımı 12 Mayıs 1913’deki bu tarihî maçı sıfıra karşı bir golle kazanmağa muvaffak olmuştu.
Bu 22 gençten Fenerbahçe’nin üç orta muhacimi o günkü maçtan tam 10 sene sonra kurulmuş ilk milli takımlarımızda beynelmilel olacaklardır. Acaba onlar ve onları seyredenler o gün bunu hatırlarından hiç geçirmemişler miydiler derseniz?
(Gelecek resim ve yazı: 40 sene evvele ait kıymettar bir hâtıradır: Fenerbahçe ve Anadolu kulüpleri heybetli kadrolarıyla tarihte aralarındaki ilk lig maçına çıkıyorlar…)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – III” : 1915 yılından geliyor.
Bir fotoğraf ki, bir zamanlar çok rağbette iken, bugün yalnız ismi kalmış bir sporun unutulmaz hâtıralarından birini canlandırıyor.
Ne olsa gerek? Diyorsunuz her halde… Dikkatli bakın! Herkesin elinde birer sopa var. Uçları da iğri… Şu halde, bir hokey maçına çıkılmış olduğunu tabiatıyla anladınız… Şimdi de sporculara, güzel hokey oyunun Türkiye’de tam 40 yıl önceki levent yapılı önderlerine bakınız. Hem iyi bakın, sizlere, arada geçen bunca senelere rağmen, hiç de yabancı gelmeyecek ne sevimli, ne kıymetli ve ne meşhur simalarla karşı karşıyasınız!
Ruhları şad olsun; bir kısmı çoktan ebediyete göçmüş bu aslan yapılı Türk gençleri grubunda Sait Selâhaddin, Zeki ve Bekirleri; Doktor Suphi, Mahmut ağabey ve Fitil Nurileri; Fazıl ve Kasap Rızaları tanıdınız değil mi?
Şu halde, bu resim Fenerli, Altınordulu ve Galatasaraylı bir gruptur. Yâni, bir zamanların üç meşhur hokey takımının asları bir aradalar…
Acaba ne varmış; neden bir araya gelmişler?
Gün, 5 Haziran 1915 cuma… Birinci Dünya Savaşının kanlı günlerinden biri ve Kadıköy Ünyon Kulüpte Hilâliahmer Cemiyeti menfaatine zengin programlı bir spor bayramı organize edilmiş bulunuyor. Programda bir de hokey maçı vardır.
Hokey memleketimizde bir yıl evvelden, yâni 1914’den beri revaçtadır. Gördüğü büyük alâka dolayısile 1915 ilkbaharında, Türkiye’de ilk defa olarak, Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu, Beşiktaş, Bakırköy Gürbüzler ve Anadoluhisar İdman Yurdu Kulüpleri arasında iki devreli İstanbul şampiyonluğu organize edilmiş ve maçlara da 20 Nisan’dan itibaren başlanmıştır. Temmuz’da bitecek bu ilk hokey lig maçları Fenerbahçe’yi memleketimizin ilk hokey şampiyonu olarak spor tarihimize takdim edecektir.
Yapılmakta olan maçlar bu neticeyi ilk haftadan itibaren göstermiş olduğundan, kuvvetler arasında muvazene temini için, bu Hilâliahmer spor bayramındaki hokey maçı Fenerbahçe’ye karşı Galatasaray – Altınordu muhteliti olarak tertiplenmiştir.
Fenerbahçe bu maçı 1-0 kazandı ve mevcut tarihi (Hilâliahmer kupası)nı da almağa muvaffak oldu… Şimdi sizlere, 39 yıl önce oynanmış bu kupa maçının galibi Fenerbahçe hokey takımını takdim edelim:
Çömelenler: Bekir, Bahaeddin, Gagoş Hulki, Ali ve nihayet takım kaptanı Sait Selâhaddin (hâlen İstanbul Bölge Müdürü).
İki baştaki 4 sivil de 4 meşhur Fenerlidir:
Topuz Hikmet, Nüzhet Baba (başı açık), Elkâtipzade Mustafa ve avukat Saip Şevket.
Ayakta duran hokeycilere gelince, onlar da Galatasaray – Altınordu muhtelitidir.
(Gelecek resim ve yazı, Türk futbol tarihinin belki en kıymetli vesikasıdır: Memleketimizin ilk iki genç kadrosu, Fenerbahçe ve Galatasaray üçüncü takımları 41 sene önce yaptıkları ilk maçtan 5 dakika evvel bir aradalar…)
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm III
Fenerbahçe birinci takımı Bekir Bey ve Alman hanımının da katılmaları ile İzmir’e gidiyordu. Bu seyahate bende iştirak ettim. Bu benim Fenerbahçe’deki ilk seyahatimdi. Bekir Bey’in Alman hanımı ile dolaşmak kafilenin en az 10 yaş küçüğü olan bana verilmişti… Konya vapuru ile gidiyorduk… Yemek durumu da beni çok sıkıyordu… Hanım karşımda, yemek yemenin bütün inceliklerini gösterecek, ben ise ona uymaya gayret edecektim… İçimden “İnşallah tavuk olmaz yemekte…” diye dua ediyordum… Yemesi çok zordu tavuğu…
Fenerbahçe’nin o kadrosu devrinin en gözde ekiplerinden olduğu için Konya vapurunda mükellef bir sofra hazırlanmıştı… Daha yemek başlamadan karşımda listeyi gördüm… Ne yiyeceğimi kararlaştırmak üzere eğildim ve bakmaya başladım… Doğrulduğumda birden şaşkına döndüm… Garsonun elindeki çorba ensemden aşağı inmişti… Haşlanmıştım… Tabii herkes kahkaha ile güldü, bense rezil olduğumu düşündüm… Başka elbisem olmadığı için hemen makine dairesine indim… Biraz sıcak su, bez ve sabun rica ettim… Önüme istediklerim geldi… Bezi elime sararak suyun içine sokmamla beraber haykırmışım… Sanki parmaklarım ve derim suyun içinde kalmıştı… Meğer kaynar istim koymuşlar. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum… Aksiliklerle başlayan bu seyahatin nasıl biteceğini düşünüyordum… Bir de üstelik aç kalmıştım…
Ertesi günü İzmir rıhtımına yanaştık… Bizi davul ve zurnalarla karşıladılar, Bekir ve Zeki beylere büyük tezahürat yapıldı. İçimden, “Allah büyük bir gün bize de olur…” diye düşünüyordum…
O seyahate orta hafımız Sadi gelmediği için Beşiktaşlı Hüsnü’yü takviye almıştık. İzmir’de oynadığımız Altay, Altınordu ve İzmir muhteliti maçlarını 4-0, 3-0 ve 2-0 kazandık. Altınordu ile oynadığımız maçta bütün sporseverlerin Mamako Saim diye tanınan ağabeyimiz de yer almıştı… Bu maçların birinde İzmir kalecisinin uzun degajına kafa vurmalarıyla şöhretli Hüsnü’nün kafa vuruşuna, Zeki Bey’in durdurmadan attığı volenin gol oluşu unutulmaz.
İzmir’deki çilem henüz dolmamıştı. Birinci maçın sonunda Alsancak Stadı’nda giyinirken ayakkabılarımın yerinde olmadığını gördüm. Ne yapacağım şaşırdım. Bir köşede mahzun dururken kaptanımız Zeki Bey, “Ne var sende ne oluyor?”‘ diye sordu… Utanarak ayakkabılarımın yerinde olmadığını söyledim… Kafasını salladı, “Yarın alırız. Şimdi top ayakkabılarını giy’ dedi… Giydim tabii… Tam kapıdan çıkarken ayakkabılarımı bir çocuğun elinde görmeyeyim mi? Fırladım ve ellerine yapıştım… Çocuk ağlamaya başlamıştı. “Ben bunları boyatmak için aldım” diyordu… Fakat çabuk davrandı ve elimden kaçtı…
Maçlarımız iyi sonuçlarla bitmişti. Tam döneceğimiz zaman kafilede bir telaş başladı… Doktorlar gidip geliyorlardı. Küçük olduğum için kalabalığa yaklaşamıyordum… Sonunda öğrendim ki, o zaman takımda yedek bulunan Nihat Sayar (Tonton Nihat – Yüksek Ticaret Rektörü) sarılık olmuş. Yatacak. Zeki Kaptan yanıma geldi, “Sen gençsin kal. Ağabayine bakarsın” dedi. Hiçbir itirazda bulunamadım. Emir emirdi. Derhal yerine getirdim… İşte birinci seyahatimden arda kalanlar…
Takımda Yer Değişikliği
Bekir Bey ve ailesi bir yıl kadar Türkiye’de kalmışlardı. Fakat Bekir’in hanımı Türkiye’de kalmaktan hiç memnun değildi. Eşini yanına alarak Almanya’ya döndü. Ben genç takımımızın birkaç maçında soliç oynadığımdan ondan açılan yere beni getirdiler. Bedri Bey de solaçık oynuyordu. Sabih, Aladdin, Zeki, ben ve Bedri forvet oynuyorduk… Sabih Bey takımın yerinde oynardı… Onun için, “Ona yer gösterilmez. İstediği yerde oynar” denirdi.
Ulvi Yenal’a Attığım İlk Gol
İstanbul’da Galatasaray ile Gazi Büstü için karşılaşacaktık. Maçın başlarında lehimize penaltı oldu. Genç takımlarda penaltıları ben attığım için kaptana, “Ben atayım…” dedim. O da penaltı atmasını sevmezdi. Bıraktı. Bu atış Ulvi Yenal’a ilk golümdü sanırım…
Oyunun sonlarına doğru durum lehimize gidiyor fakat Galatasaray bizi çok sıkıştırıyordu. Kaptana, “Benim esas yerim hafbektir. Bırakın ben dördüncü haf gibi oynayayım. Böylece Leblebi Mehmed’i, Muslih Hoca’yı, Kemal Faruki’yi hiç bırakmam’ dedim… Kabul etti. Fakat son 10 dakika içinde iki gol yedik ve maç 3-3 berabere bitti. Ertesi hafta yaptığımız rövanş maçında Galatasaray’ın gençleştirdiği kadrosuna 4-0 yenilerek büstü maalesef kaybettik.
İlk maçta yaptığım uyarı kaptanı etkilemiş olacak ki, ileride sözünü edeceğim şekilde, bana takım içinde hatta kendisi bulunurken yetişmem için kaptanlığı verdi…
1928 Amsterdam Olimpiyatları’na Hazırlanışım
Gençler Şampiyonası olmuş ve bizim takım da kazanmıştı. Ben o maçlarda soliç oynuyordum. O zamanki Federasyonda Muvaffak Menemencioğlu ile Beşiktaşlı Şeref Bey vardı. Prag’da yapılacak hazırlık maçları için beni kadroya davet etmişlerdi. Devrin vasıta olan konvansiyonel trenle Prag’a hareket ettik. Üç gün süren bir yolculuktan sonra Prag’a vardık ve orada otel Splandid Palas isimli otele yerleştik…
Kafileye Bekir ve Zeki beyler henüz iştirak etmediklerinden soliç mevkiinde ben oynardım. Zeki Bey’in yerinde de Çekoslovakya’nın bizimle çalışmasına izin verdiği Mislik adında bir santrfor vardı… Buranın meşhur takımlarından Brno’yu 4-2 yendik, Kladno’ya da 6-1 yenildik…
Sıra Çek Milli Takımı ile bir idman maçına gelmişti… Ben yine soliç oynuyordum… Karşımızda olimpiyatlara hazırlanan Çek’lerin meşhur Planiçka, Perner Hoyer, Hayni, Kada, Kolenati gibi Orta Avrupa çapındaki futbolcuları bulunuyordu… Stad kalabalıktı… Her milli takım antrenman maçında olduğu gibi Çek sporseverler kendi takımları başarılı olmadığında ıslıklıyorlardı… Benim karşımda Taksim Stadı’nın bataklığında oynadığı için “Kolenati Bataklığı” adını alan Kolenati oynuyordu. Acımasız ve sert bir futbolcuydu Kolenati. Ben ona alışmadığı çalımlarımdan birini attım ve topla yanından geçerken seyirciler güldü… Buna sinirlenen Kolenati bana tekme ile karışık bir çelme attı… Hiç ümit etmediğim için burnumun üstüne düştüm. Ses çıkarmadan yanımdan gitti. Seyircisi kendisini bir miktar yuhaladı. Fakat karakterim buna karşılık vermemi icap ettiriyordu. Bir müddet sonra topu solaçığa kaçırarak sürmeye başladım. O da yanıma geldi ve benimle koşmaya başladı. Bütün dikkatimle O’nun sağ ayağının yere basmasını bekliyordum. Böylece desteksiz kalacaktı. O an geldi ve ben O’na çarptım. Bu defa O sivri olan burnunun üzerine yere kapaklanmıştı. Yerden kalktı ve beni dövmek üzere üs tüme yürüdü. Meşhur Kada O’nu teskin etti fakat idareciler beni sahadan aldılar.
Bu idman maçının ertesi günü kaldığımız otele sefaretten bir tercümanle Çek idarecileri geldiler ve İstanbul’da ne iş yaptığımı sordular. Talebe olduğumu söyledim…
Bana bütün masrafları kendilerinden olmak üzere Prag’da okutacaklarını orada kalmamı söylediler. Halbuki benim yeni bir bisikletim, bir yelkenli kayığım, cennet gibi vatanım vardı. Düşünmeden reddettim.
Oradaki çalışmalarımız sona erdikten sonra Bekir ve Zeki beylerde geldiler. Onlar Amsterdam’a gittiler. Biz İstanbul’a döndük ve maalesef Olimpiyatlarda Mısır’a 7-1 gibi açık farkla yenildik… Bu Prag çalışmalarına kulübümüzün 11 kişilik kadro ile katılması kayda değerdir…
İstanbul’a döndüğümde takımımızda bazı yeniliklerin olması gerekiyordu. Muzaffer, Niyazi ve Reşat gibi kabiliyetli arkadaşlarımın da takıma alınması lazımdı. Muzaffer de Zeki gibi genç takımdan santrfor olarak yetiştiği için bir mevkide iki kişi bulunuyordu. Bedri de topu bıraktığı için solaçık yeri boştu. Öyle hissediyordum ki, Muzaffer soliçe, ben solaçığa kaydırılacaktık. Ben topla oynamayı çok sevdiğimden, solaçıktan ayrılmayı istemiyor, o mevkie sanki bir yardımcı yer olarak bakıyordum… Kendimi saha dışı sanarak bir türlü oynamak istemiyordum solaçık.
O zaman antrenörümüz Necmi ağabeydi… Yılanı deliğinden çıkaracak kadar siyasi ve güzel konuşurdu, fakat tekniği zayıftı. Bir akşam eve geldiğimde Sabih ağabeyle o zamanki Kulüp Müdürü Tevfik Bey’in bizde oturduklarını gördüm. Önce pek bir şey anlayamadım. Uzun süren sohbet sırasında babam bu akşamın iyi bir tesadüf olduğunu ve çocukluğumdan beri kaybettiğimiz amcazadem Tevfik Bey’i gördüğünden son derece memnun olduğunu söyledi. Sonra bana dönerek, “Bir de sen beni memnun edeceksin… Senin bir yerde oynamanı arzu eden büyüklerine karşı gelmeye hazırlanıyormuşsun, bu ne demek?” diye sordu ve onların arzusunu yerine getirmemi söyledi. Bu da bir emirdi ve çare yoktu. Babamın daha fazla sertleşmesini önlemek amacıyla, “Böyle şey olur mu? Nerede olsa oynarım. Bu benim için şeref olur…” dedim. Mesele kapanmış oldu… Böylece beni herkesin yıllarca tanıdığı solaçık yerine geçtim…
Bu olaydan sonraki ilk maçım Polonyalılara karşıydı. Tabii kaptan Zeki en müsait topları bana yağdırdı. Bol topla oynadım, hem kendimi yabancılara tanıttım hem de tam istediğim gibi bir futbol tutturarak yerime ısındım.
Cumhuriyet gazetesinde, “42 yılın her mevkide oynayan oyuncuları” anketinde sporseverler lütfetmişler beni de solaçığa seçmişlerdi. Kendilerine hocalık ettiğim sırada futbolcularla sohbet ediyorduk. O gün takımda solaçık oynayan Aydın Yelken ayağa kalkarak, “Fikret Ağabey… Ben milli maçlara baktım. Sen ancak iki defa solaçık oynamışsın. Bense bu mevkide 25 defa oynadım… Sen seçiliyorsun, bu nasıl iştir?” dedi. Bir bakıma yanlış da değildi… “Galiba hakkın var” dedim O’na…
(DEVAM EDECEK)
Fotoğraf-1) Fenerbahçe hep Ankara-İzmir arasında mekiki dokurdu. İşte bu seyahatlerden birinde Lütfü, ben ve Mehmet Reşat görülüyor.
Fotoğraf-2) 1928 Olimpiyatlarına katılan futbol milli takımımız elemanları Peşte garında… Soldan sağa ayaktakiler: Vahap, Burhan, Beykozlu Şekip, Sadi, Sabih, Arap Hüsnü, İsmet Uluğ, merhum Şeref, Dr. Fodor (Macaristan Futbol Federasyonu Başkanı), Zıt Kemal, ben, Cevat, Burhan, Baron Feyzi, Refik Osman Top, Zeki Rıza Sporel, Hüsnü. Oturanlar: Şükrü, Selahattin, Suphi, Nevzat, Talat, Alaaddin.
Fotoğraf-3) Arkadaşlarımdan bir grup beni olimpiyatlara uğurlamak için Sirkeci Garı’na gelmişti. Soldan sağa: Hikmet Mocuk, Saip, İzzet, ben, Selman Yörük, Cemal, Amigo Behiç’in babası Sabahattin. Oturanlar: Mehmet Reşat, Suat, Cezmi ve Nevzat.
Fotoğraf-4) Rahmetli Zeki Rıza kendi oynadığı devirde takım kaptanlığını bana vermişti. Fotoğrafta, Fenerbahçe takımı Macar Boçkay ile yaptığı maça benim kaptanlığımda çıkarken görülüyor.
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm II
Fenerbahçe’nin temel direklerinden biri olan, disiplin sahibi, küçüklerine şefkatle bakan, onları düzenli bir şekle sokan bu ağabeyimize kulüp müdürü olarak rastladım. Onun nazarında en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün sporcular aynı muameleyi görürdü. Disiplinsiz bir hareket yapan bir sporcunun yanına sokulması bile meseleydi.
Bir gün dördüncü takımın idmanına geç kalmıştım. Galip Bey’de odamızın anahtarını cebine koyarak tenis oynamaya gitmişti. Yanına yaklaşarak özür diledim. Anahtarı vermesini rica ettim. “Küçük bana bak… Yeni olduğun için seni bu defalık affediyorum. Bir daha tekrarlanmasın…” dedi ve anahtarı verdi. Bunun benim için büyük iltifat olduğunu söylediler.
Ancak kim derdi ki bende yıllar sonra kulüp müdürü olacağım… Fakat bir Galip Bey’in yarısı kadar değil…
İlk Hocam
Ilk hocam 1924 Olimpiyatları için Türkiye’ye gelen ve daha sonra Galatasaray’ın antrenörlüğünü yapan Billy Hunter oldu.
Şimdi hiçbir genç futbolcunun çalışmasında görmediğim şekilde sahaya kayakçıların manialarına benzer direkler dikerdi… Biz gençlere bunların arasında sağa sola dönüşler yaptırarak ayak hakimiyetimizi artırırdı. Cevizlik Çayırı’nın özelliklerinden gelen alışkanlıkla bunları çok iyi yapardım. Bir seferinde topla kendi başıma oynuyordum. Beni karşısına aldı ve karşılıklı kafa oynadık. Top ikimizin arasında 568 defa gidip geldi. Etrafımız seyirci doluydu. Antrenörün takdiri beni çok etkilemişti.
Futbolda yavaş yavaş göze batmaya başladığımı hissediyor ve daha da merak sarıyordum.
İlk Müsabakalarımız
Haydarpaşa semtinde kurulan, bizlerle maç yapmaya elverişli bir İkbaliye takımı vardı. Onlarla sık sık oynardık. Bir defa da Beylerbeyi sahasına giderek onların ikinci takımı ile bir maç yaptık. Orda Şahap adındaki bir genç benim ön dişimi kırmıştı. Bu maçın rövanşını Kadıköy Fenerbahçe sahasında yapacaktık.
O devirde kulübümüzde Tod Bella adında bir Macar antrenör vardı. Bende onun büyük emeklerinin olduğunu açıklamayı borç bilirim.
Nedenini şimdi hatırlamıyorum. Maça geç gelmiştim… Takımımız ilk yarıyı 2-0 yenik kapatmıştı. Dişimi kıran oyuncuyu sahada görünce bir hırslandım ki sormayın gitsin… İkinci yarıya ben de girdim ve antrenörün isteğiyle soliç mevkiinde yer aldım. Bu mevkide yer almayı benim futbol hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Karşı taraf yorulup bozulmuştu. Büyük bir inatla çalışıp maçı 4-2 aldık.
Bu antrenör daha sonra beni gençler şampiyonasında Beşiktaş’a karşı da soliç oynattı. Gençler şampiyonası finalinde Beşiktaş’ı da yenip şampiyon olduk. Beşiktaş’ta o zaman Şeref, Eşref, Ekrem, Nazım ve Hayati gibi sonradan futbolda söz sahibi olmuş gençler vardı…
İlk İddia ve Kendi Büyüklerimizle Yaptığımız Maç
Kulübümüzün o devirdeki üçüncü takımı da kuvvetli ve şampiyondu… O takımda Fenerbahçe birinci takımında yer almış Hüsnü, İhsan, Ulvi, Hakkı, Şahap, Haydar, Sedat, Nihat ve Seyfi gibi ağabeylerimiz vardı. Bir gün dördüncü takım olarak onlarla yaptığımız idman maçında bize kızdılar. “Size bir maç olsa 10 tane atarız…” dediler. Ben, gençlerin takım kaptanıydım. “Yenip yenemeyeceğinizi bilmem ama 10 gol atamazsınız…” dedim. Tartışma kızıştı ve bir cuma günü maç yapmaya karar verdik.
Meşhur Bombacı Bekir de İstanbul’a gelmiş ve Fenerbahçe’de oynamaya başlamıştı. Bizi yakından izlerdi. Hatta küçüklerin çalışmalarıyla meşgul bile oluyordu. Üçüncü takımla maçımız Bekir’in hakemliğinde başladı. Bütün güvencim tatlı sert bir hat olan Şeref, Kadri, Reşat ve benden kurulu hafbek hattımızdı. Maç bayağı heyecanlı geçti. Durum 2-2 berabere olmuşken büyükleri küçük düşürmemek için verilen bir penaltı ile 2-3 kaybettik.
Bu müsabakada Bekir, Zeki gibi ağabeylerimin dikkatini çekmiştim. Beni büyüklerin idmanına çağırmaya başladılar. Onların arasında tekrar solhaf oynamaya başladım. Bütün gayem çalım yutmamak ve oyuna katılmaktı. Bir antrenmandan sonra Zeki Bey cuma günü oynanacak Slavya maçı için beni de soyunma odasına çağırdı… 16 yaşındaydım… Tereddüt ve heyecanım büyüktü…
İlk Maçlarımdaki Büyük Heyecanım
O günkü Slavya maçını Bekir’in bir kafa golüyle 1-0 kazanmıştık. Ben yedek oturmama rağmen Fenerbahçe’nin tarihindeki bu büyük galibiyetlerden birine şahit oldum. Büyük bir seyirci kitlesinin önüne çıkmak heyecanına da erişmiştim.
İşte o tarihten sonra o zamanlar sık sık İstanbul’a gelen Çek, Avusturya ve Macar takımlarına karşı oynayarak futbol tekniğimi artırdım. İlk maçın Avusturya’nın BAC takımıyla oldu. Bu maçtan önce Sabih ve Alaaddin ağabeylerimin muhakkak soyunma odasına gelmemi istemeleri üzerine meşhur Taksim Stadı’nın soyunma odasına gittim…
5-8-1927…
Herkes soyundu… Ben de evvelce olduğu gibi yedeklere mahsus formayı giydim. Fakat kaptan Zeki bana bakarak, “Sen formanı değiştir…” dedi. İçimden “Galiba eski forma giydim’ diyerek yedeklere mahsus bir başka forma çektim sırtıma… Bu şekilde tam sahaya çıkarken kaptan bir daha göz attı bana ve “Sana formanı değiştir demiştim, neden değiştirmedin?” diye sordu. Ben de heyecanlı “Değiştirdim kaptan…” cevabını verdim… Şöyle bir etrafına baktı… Fazıl adında bir solhafımız vardı… Ona dönerek, “Sen Fikret’le formanı değiştir…” diye emir verdi… Hem sevindim hem de heyecandan başım döndü…
Düşünün… Önümde en meşhur forvet… Sabih, Alaaddin, Zeki, Bekir, Bedri… Arkamda Cafer ve Kadri gibi büyüklerim vardı… Ben daha 16 yaşında bir çocuktum… Futbol klası bizden çok üstün bir Avusturya takımı ile oynayacaktık…
Solbek olarak oynayacak olan Cafer ağabeyim yanıma geldi, “Küçük hiç heyecanlanma… Göreceksin dördüncü takımda oynadığın maçlardan daha kolay oynayacaksın…” dedi ve ekledi, “Karşındaki adam seni geçtiği takdirde onun arkasına takılma. Onun üzerine artık ben çıkacağım. Sen de benden boşalan yere topsuz olarak gidip çok çabuk doldurursun… Yalnız, rakibinle beraber yetiştiğin topu sakın kaybetmemeye çalış. Başının üzerinden geçe topa yetişmeye çalışma. Orada ben varım. Boş bir yerde benden gelecek topu al. Derhal o sahadan uzaklaştır…” dedi.
İşte o devirde futbolda başarı kazanmak için verilen samimi öğütler. Bütün futbol hayatımca bunları benimsemişimdir. O zamanlar büyüklerin söyledikleri kitap yazısı kadar önemliydi. Böylece maça başladık.
Biraz sert oynayarak başarı kazanacağıma inanıyordum. Durum böyle giderken epey rahat bir tempoya girmiştim. Önümde oynayan Bekir ağabey birkaç defa benden top istedi… Hemen verdim… O da çalım yaparak topları kaptırdı. Ben Avusturyalılardan topu almak için peşine koşarken Cafer ağabeyle anlaşmamız elbette bozuldu ve Viyanalıların meşhur üçgenleri arasına düşerek yorulmaya başladım.
İçimden, “Fikret kendini topla. Önünde ceylan gibi koşan bir ağabeyin var. Solaçık Bedri ona veya toplamak için topu en uzağındakine gönder…” Bu tarz futbola rakiplerimiz alışık olmadıkları için rahatlamaya çalış. Esasen Bekir’in şöhretini bilen Avusturyalılar onu yalandan marke ediyorlar bu da Bekir Bey’in hiç hoşuna gitmiyordu. Birkaç defa topu kendisine atmadığım için bana terslendi. Fakat hiç aldırmadım. Sonunda bir güzel haşlandım. Tabii ki hiç ses çıkaramadım. Çok canım sıkılmıştı. Şimdiye kadar hiç kimseden böyle haşlama yememiştim. Moralim de bozulmuştu… Oyunun son on dakikasında kaptan Zeki Bey’e yorulduğumu söyledim ve beni oyundan aldı.
Bence o zamana kadar görevimde başarı kazanmıştım. Nitekim ertesi günkü Cumhuriyet gazetesi, “Fenerbahçe’de oynayan genç Fikret vazifesini şayan-ı takdir şekilde yaptı…” diye yazdı ve bir fotoğrafımı koydu. Bu futbol hayatımda gördüğüm ilk takdirdi. Fakat maçtaki haşlanmayı hiç unutamıyordum…
O zaman maçlar Cuma günü oynanır, pazar günleri de rövanşları yapılırdı. İkinci maçtan önce kaptan Zeki Bey’e giderek, “Benim oyun tarzım Bekir Bey’e uymuyor. Beni oynatmamanızı rica ederim…” dedim. Aldığım cevap çok ağırdı. “Dün takıma girdin. Bugün talepte bulunuyorsun. Ters yüzü geri döndüm… Yeni yetişen gençlere bu durum bir derstir…
Yine takıma girerek başarılı olmaya çalıştım. Fenerbahçe formasını birinci takımda giyişim böyle oldu. O tarihten sonra 1941 yılına kadar ne kulüpte yedek bekledim, sakatlıklar dışında ne de Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş muhtelitlerinde, İstanbul muhtelitinde ve millî maçlarda devamlı yer aldığım oldu…
Şunu da belirtmek isterim. Birinci takımda oynadığım halde, dördüncü takımın maçlarına da katıldım… Bir keresinde öğleden sonra Galatasaray’la olan maçımıza rağmen öğleden sonra oynanan genç takımlar müsabakasına katılırdım. Bu benim futbola olan hevesim, futbol topuna olan aşkımdan ileri gelmekteydi…
(DEVAM EDECEK)
Fotoğraf-1: 1929-1930 sezonunda şampiyon olan on biri soldan sağa ayaktakiler: Mehmet Reşat Nayır, Zeki Rıza Sporel, Kadri Göktulga, Alaaddin Baydar, Niyazi Sel, Muzaffer Çizer, Fikret Arıcan. Oturanlar: Şevket Soley, Hüsnü Teoman, Ziya Atamer.
Fotoğraf-2: Fenerbahçe’deki ilk maçları. Sene 1927. Bekirli takım İzmir yolunda… Soldan sağa ayaktakiler: Kadri, Bedri, Zeki, Bekir, Hüsnü, Cafer, Firuzan, Nevzat, Rıza. Oturanlar: Cevat, Fikret Arıcan, Nihat, Nedim.
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan’ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm I
Bu, sporda yaşanmış bir hikayedir. Özel sohbetlerimde, anılarımı dostlarıma anlatırken onlar bana “Gelmiş geçmiş Fikret’sin. Hep sözde kalır bu hatıralar. Bunları bir kitap halinde topla” dediler.
Fikir bana da uygun geldi. Dostlarımın arzusuna uyarak kalemi elime aldım ve bir şeyler karalamaya çalıştım. Bu kitabın çıkışında bazı yakınlarım da yardımcı oldular. Ben olaylara tamamen ışık tutmaya çalıştım. Profesyonel bir yazar değilim. Spor alanında evvela futbolcuyum. Sonra teknik adam ve daha sonra da yöneticiyim. Geriye baktığım zaman hafızamda 58 yılın hatıraları canlanıyor. Kimleri görmüş ve kimleri tanımamıştım. Onları kendilerine göre sınıflara ayırdım ve hatıralarımı dile getirmeye çalıştım… Sevabımı ve hatalarımı açıkça ortaya koydum. İşte gördüğünüz “Büyük Fikret” adlı bu kitap ortaya çıktı.
Dünü hatırlamak isteyen bugünkü gençlere ışık tutabilen iddiasız ve mütevazi bir kitap. Bunda başarılı olabildimse ne mutlu bana…
En derin saygılarımla…
Çocukluğum
1911 yılında Kızıltoprak’la Feneryolu arasında bir evde doğmuşum. Anne tarafım Kadıköylü, baba tarafım Rumelihisarlı. Benden üç yıl sonra da kardeşim Semih aynı evde dünyaya gelmiş. Her ikimiz de küçüklüğümüzü bu yerde geçirdik. Ancak Çanakkale Savaşları’nın kritik bir döneminde bir yıl için Ankara’ya giderek orada oturduk. Böylece Kadıköy’deki evimizi bırakmıştık. Dönüşte büyükbabamın Rumelihisarı’ndaki evinde 10 yaşına kadar kaldım. Ancak yazları dedemin Kadıköy’ünde ve Kızıltoprak’taki evinne gelir, kışları Rumelihisarı’na dönerdim. Çocukluğumun bu devresinde top nedir bilmezdim. Hatta hiç görmemiştim bile… Beşiktaş’ın başarılı yöneticisi Sadri Usuoğlu, Rumelihisarı’nda evimizin az aşağısında oturuyordu. Yıllar sonra karşılaştık. Birbirimizi ancak o zaman tanıdık. İstiklal Savaşı’nın sonlarında, artık ailemiz büyüklerinin ayrıldıkları bir sırada Kadıköy Bahariye’de Cevizlik denen yerde bir ev alarak oraya yerleştik.
Futbola Başlangıç
İşte futbol hayatım 12 yaşında burada başlar… Esasen yakın akrabam olan ve benim futbol hayatıma büyük katkılar yapan Alaaddin Baydar ağabeyimin çok yakınına taşınmıştık. Kendisi o zaman Fenerbahçe’nin ve Türkiye’nin büyük isim yapmış şöhretlerindendi. İçimde bulunan futbola yakınlık yavaş yavaş meşhur Cevizlik çayırında meydana çıkmaya başladı. Çünkü, Fenerbahçe’nin büyük isimleri burada toplanmışlardı. Cevizlik Çayırı çok engebeli ve yokuşlu olduğu için, burada top oynamak için muhakkak ayak hakimiyeti gerektiği gibi, topun gideceği yeri kestirmek bakımından dikkat ve ani hareketler gerekirdi. İşte burada yetişen Fenerbahçelilerin ve tüm futbolcuların ayak hakimiyetleri ve futbol teknikleri hemen hemen tamdı. Burada top koşturan büyük isimleri şöyle sıralayabilirim, Alaaddin Baydar, Sabih Arca, Kadri Göktulga, Fahir Yeniçay, Şahap ve meşhur tenis şampiyonumuz, futbolcumuz Suat Subay…
Aralarında dolaşan biz küçüklere gelince, Muzaffer Çizer, İhsan Gürsan, Agah, İhsan Tuna, Neylan, Fahri İşbay, Tarık Yenisey, Suat Belgin, Ziya Atamer, Tevfik Baban, Suat Tokay, daha sonra Yunanistan’a giderek Simionidis adıyla milli takımlarına kadar yükselen Tefeloi, kardeşim Semih ve ben…
Bizden de küçükler olarak Necdet Dolay, Bedii Yazıcı, Müşfik ve Eşfak Aykaç vardı… Yalnız Eşfak ve Müşfik Galatasaray Lisesi’ne gittikleri için Galatasaraylı olmuşlardı. Ancak Eşfak Aykaç Cevizli Çayırı’nda yetişmiştir…
Bizler büyükler arasına girerek yapılan çift kale maçlarında oynardık. Bu oyunlara elbette ben de girerdim. Bilhassa maç olmadığı cuma günleri karşılaşmalar yapılır ve bizleri Fenerbahçe Kulübü’nün iki büyük idarecisi Mustafa Elkatip ile Mocuk lakabı ile anılan Suat Belgin’in ağabeyi Hikmet Belgin izlerdi. İkisi de futboldan çok iyi anlayan ve kulübün temel direklerini yetiştiren kişilerdi. Bu itibarla gençlere büyük değerler vererek derhal kulübe alırlardı. Seçtikleri bu kişiler kulübün büyük futbolcuları olurlardı.
Bu arada bende futbol merakı ve istidadı olduğunu sezen Aladdin Baydar ağabeyim, elimden tutarak kendi oynadığı maçlara götürmeye başladı. Tabii ki, artık Fenerbahçeli olmuştum. Muhitimde oldukları için önce Zeki, Bekir, Sabih ve Kadri gibi oyuncuları görmüştüm. Onlara yetişmek hevesi uyandı içimde. Bir tutbol maçı olarak ilk defa stada girişim o zaman cuma ligi şampiyonu Fenerbahçe ile pazar günü şampiyonu Union Kulüp (İttihatspor) maçı olmuştur. Oyun Kadıköy’de şimdiki Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu yerde oynanıyordu. Bu müsabakada ilk defa bende uyanan kulüpçülük heyecanını hiç unutamam. Dört, beş kişi dışında oyuncuları iyi tanımıyordum. Ama Fenerbahçe 2-0 galipken İttihatspor’dan Bekir fırtına gibi bize arka arkaya iki gol attı ve durumu berabere yaptı. Müsabaka heyecanı son haddini bulmuştu. Son dakikalarda Sabih Arca kafa ile bir gol daha atarak durumu 3-2 yaptı ve kazanmayı başardık. Artık küçük bir Fenerbahçe taraftarıydım. Aladdin ağabeyimden beni her Fenerbahçe maçına götürmesini rica ettim, kabul etti…
Günler böyle geçerken Cevizlik’te ben de çift kaleler arasına girmiştim. Büyüklerin oynayışlarına dikkat ederek onlardan çalım yutmamaya gayret ederdim. Yaradılışım itibariyle korkak olmadığımdan süratimle onlarla mücadele ediyordum. İşte o sıralarda bizi seyreden Mocuk Hikmet çayırın küçüklerini bir araya toplayarak birkaç oyuncu eklemek suretiyle Fenerbahçe’nin dördüncü takımını kurdu. Yıl 1924… Hiç unutmam, ilk formalarımızı Ziya Atamer’in annesi hazırlayarak bize vermişti. Bu takımda şu arkadaşlarım vardı: Agah, İhsan Kaleci, Tevfik, Ziya Müdafaa, Şeref, Reşat ve ben, Suat, Şevket, Tarık, Fahri, Muzaffer, Suat, Neylan…
Yukarıda adları geçen futbolculardan sekizi bizim çayırdandı. Mocuk ve Mustafa Elkatip beylerin yardımıyla kendimize göre takımlar bulup maçlar yapmaya başladık. Böylece çayırdan sahaya geçen muntazam oyun şekli benim futbola karşı daha da yakınlaşmamı temin etti. İki yıl kadar geçmişti. Bu arada Galatasaray ve Beşiktaş da genç takımlarını kurmuşlardı. Devrin federasyonunu teşkil eden Muvaffak Menemencioğlu, Yusuf Ziya Öniş ve Şeref beyler genç takımlara büyük önem veriyorlardı.
(DEVAM EDECEK)
Sene 1929… İsmail Hakkı Tekçe’nin davetlisi olarak Ankara’ya gittik. O gün Muhafızgücü ile yaptığımız maçı 3-1 kazanmıştık. Ve bir golü de ben attım. Fotoğrafta, takım arkadaşlarım ve Muhafızgüçlü futbolcular bir arada.
İşgal yıllarında İstanbul’da yapılan maçları en iyi anlatan tabir bu olsa gerek: Yükseklere çıkan fesler!
Çelebizade Sait Tevfik, Spor Alemi dergisinin 15 Temmuz 1920 tarihli sayısında Türk karması ve Fransızlar arasında yapılan maçı anlatmış. İstanbul’un en gözde kulüpleri olan Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Altınordu, Nişantaşı ve Süleymaniye’nin birbirinden meşhur futbolcuları bir olup Taksim Stadı’nda Fransızları yeniyorlar.
27 Haziran Pazar günü Taksim’de yapılan büyük maç pek heyecanlı olarak cereyan etti.
Türkler takımı bazı yerlerinde çürük yapmışlardı. Halbuki böyle milli maçlarda çıkacak timler daima iyice tetkik edilmelidir. Çünkü bu oyunların neticesi daima müessir olur.
Birinci partide kemal-i sükunetle oyun devam ediyordu. Sol kornerden atılan top Bekir Bey’in kafasıyla kaleye ithal edildi. Bundan sonra oyun ziyade heyecanlandı. Türklerin pek ziyade emek sarf ederek getirdiği toplar Fransız müdafaasının gayreti önünde hep neticesiz olarak kalıyordu. Bu parti biraz karışıkça cereyan etti.
İkincide Fransızlar oyuna hakim bir vaziyette başladılar ve kale önünde verilen bir frikikten attıkları golü tozlar arasında kümelenmiş kitlenin aynı nakaratıyla ortalığı inletircesine ilan olundu. Bundan sonra Fransızların her vuruşuna etraftan yükselen sadaların teşyileri ilave ediliyordu. Beş yüzden fazla Türk bu halden çok müteessir olarak bir sayı da kendi taraflarından yapılmasını bekliyorlardı. Ve ilk sükunetli dakikalarını şimdi pek geride bırakarak asabiyet içinde kıvranıyorlardı. Bu asabiyet çok sürmedi. Bekir Bey tarafından ikinci sayı yapıldı, ortalık inledi. Yükseklere çıkan fesler tozlar arasına yuvarlandı. Fakat bu galeyanı yine Bekir Bey’in üçüncü ve Hüsnü Bey’in dördüncü hatta Rüştü Bey’in beşinci sayıları hasım taraftarlarını birdenbire susturmaya sebep oldu.
Oyunun ikinci partisi Kadıköyü’nde pek ehemmiyetli zannedilen maçlardan daha güzel cereyan etmişti.
15 Temmuz 1920 | Spor Alemi Dergisi (Çelebizade Said Tevfik)