Etiket: Beşiktaş

  • Erkek Basketbol Şampiyonlukları

    Erkek Basketbol Şampiyonlukları

    İstatistikleri derlemeye devam ediyoruz… Sırada erkek basketbol şampiyonlukları var…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Voleybolda olduğu gibi basketbolda da eskiden düzenlenen Türkiye şampiyonlukları yok sayılıyor. Bunların da çalışıldığı ve listeye alındığı günleri göreceğiz.


    Türkiye Şampiyonlukları

    • 15 – Efes Pilsen
    • 10 – Fenerbahçe
    • 8 – Eczacıbaşı
    • 5 – İ.T.Ü.
    • 5 – Galatasaray
    • 4 – Ülker
    • 2 – Beşiktaş
    • 2 – Karşıyaka
    • 2 – Tofaş
    • 1 – Altınordu
    • 1 – Muhafızgücü

    Türkiye Kupası

    • 12 – Efes Pilsen
    • 7 – Fenerbahçe
    • 3 – Galatasaray
    • 3 – Tofaş
    • 3 – Ülker
    • 2 – İ.T.Ü.
    • 1 – Altınordu
    • 1 – Kolej
    • 1 – Paşabahçe
    • 1 – Türk Telekom
    • 1 – Beşiktaş
    • 1 – Karşıyaka
    • 1 – Banvit

    Cumhurbaşkanlığı Kupası

    • 13 – Efes Pilsen
    • 7 – Fenerbahçe
    • 6 – Ülker
    • 2 – Galatasaray
    • 2 – Karşıyaka
    • 2 – Türk Telekom
    • 1 – Eczacıbaşı
    • 1 – Çukurova
    • 1 – Tofaş
    • 1 – Beşiktaş

    Toplam Kupa Sayısı

    40 – Efes Pilsen
    24 – Fenerbahçe
    13 – Ülker
    10 – Galatasaray
    9 – Eczacıbaşı
    7 – İ.T.Ü.
    6 – Tofaş
    5 – Karşıyaka
    4 – Beşiktaş
    3 – Türk Telekom
    2 – Altınordu
    1 – Muhafızgücü
    1 – Kolej
    1 – Paşabahçe
    1 – Banvit
    1 – Çukurova


    Türkiye Ligi Şampiyonlukları

    Türkiye Ligi SezonuŞampiyon
    1966-1967Altınordu
    1967-1968İ.T.Ü.
    1968-1969Galatasaray
    1969-1970İ.T.Ü.
    1970-1971İ.T.Ü.
    1971-1972İ.T.Ü.
    1972-1973İ.T.Ü.
    1973-1974Muhafızgücü
    1974-1975Beşiktaş
    1975-1976Eczacıbaşı
    1976-1977Eczacıbaşı
    1977-1978Eczacıbaşı
    1978-1979Efes Pilsen
    1979-1980Eczacıbaşı
    1980-1981Eczacıbaşı
    1981-1982Eczacıbaşı
    1982-1983Efes Pilsen
    1983-1984Efes Pilsen
    1984-1985Galatasaray
    1985-1986Galatasaray
    1986-1987Karşıyaka
    1987-1988Eczacıbaşı
    1988-1989Eczacıbaşı
    1989-1990Galatasaray
    1990-1991Fenerbahçe
    1991-1992Efes Pilsen
    1992-1993Efes Pilsen
    1993-1994Efes Pilsen
    1994-1995Ülker
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Efes Pilsen
    1997-1998Ülker
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Tofaş
    2000-2001Ülker
    2001-2002Efes Pilsen
    2002-2003Efes Pilsen
    2003-2004Efes Pilsen
    2004-2005Efes Pilsen
    2005-2006Ülker
    2006-2007Fenerbahçe
    2007-2008Fenerbahçe
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Fenerbahçe
    2010-2011Fenerbahçe
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Galatasaray
    2013-2014Fenerbahçe
    2014-2015Karşıyaka
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Fenerbahçe
    2017-2018Fenerbahçe
    2018-2019Efes Pilsen
    2019-2020Yapılmadı
    2020-2021Efes Pilsen
    2021-2022Fenerbahçe

    Türkiye Kupası Şampiyonlukları

    Türkiye KupasıŞampiyon
    1966-1967Fenerbahçe
    1967-1968Altınordu
    1968-1969İ.T.Ü.
    1969-1970Galatasaray
    1970-1971İ.T.Ü.
    1971-1972Galatasaray
    1972-1973Kolej
    1991-1992*Paşabahçe
    1992-1993Tofaş
    1993-1994Efes Pilsen
    1994-1995Galatasaray
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Efes Pilsen
    1997-1998Efes Pilsen
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Tofaş
    2000-2001Efes Pilsen
    2001-2002Efes Pilsen
    2002-2003Ülker
    2003-2004Ülker
    2004-2005Ülker
    2005-2006Efes Pilsen
    2006-2007Efes Pilsen
    2007-2008Türk Telekom
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Fenerbahçe
    2010-2011Fenerbahçe
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Fenerbahçe
    2013-2014Karşıyaka
    2014-2015Efes Pilsen
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Banvit
    2017-2018Efes Pilsen
    2018-2019Fenerbahçe
    2019-2020Fenerbahçe
    2020-2021Yapılmadı
    2021-2022Efes Pilsen

    Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonlukları

    Cumhurbaşkanlığı KupasıŞampiyon
    1986-1987Karşıyaka
    1987-1988Eczacıbaşı
    1988-1989Çukurova
    1989-1990Fenerbahçe
    1990-1991Fenerbahçe
    1991-1992Efes Pilsen
    1992-1993Efes Pilsen
    1993-1994Fenerbahçe
    1994-1995Ülker
    1995-1996Efes Pilsen
    1996-1997Türk Telekom
    1997-1998Efes Pilsen
    1998-1999Tofaş
    1999-2000Efes Pilsen
    2000-2001Ülker
    2001-2002Ülker
    2002-2003Ülker
    2003-2004Ülker
    2004-2005Ülker
    2005-2006Efes Pilsen
    2006-2007Fenerbahçe
    2007-2008Türk Telekom
    2008-2009Efes Pilsen
    2009-2010Efes Pilsen
    2010-2011Galatasaray
    2011-2012Beşiktaş
    2012-2013Fenerbahçe
    2013-2014Karşıyaka
    2014-2015Efes Pilsen
    2015-2016Fenerbahçe
    2016-2017Fenerbahçe
    2017-2018Efes Pilsen
    2018-2019Efes Pilsen
    2019-2020Yapılmadı
    2020-2021Yapılmadı
    2021-2022Efes Pilsen
  • İlk ve Tek Kayıp

    İlk ve Tek Kayıp

    Fenerbahçe’nin efsanevi 1988-1989 sezonunda yaşadığı ilk ve tek kayıp, 16 Ekim 1988 tarihinde oynanan Beşiktaş maçındaydı. Basın karamsardı ama Fenerbahçe sonraki 27 maçta hiç yenilmeyip sadece 3 beraberlik aldı ve şampiyon oldu. İşte Milliyet gazetesi sütunlarında o günden kalanlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Perde Arkası

    Beşiktaş karşısında çok kötü bir oyun sergileyen Fenerbahçe 2-0’lik skorla ligdeki ilk yenilgisini aldı.

    Maç öncesi Sarı-Lacivertli futbolcuların hepsi kazanacakları inancındaydı. Galatasaray’ın Sarıyer önündeki yenilgisi de derbi maç öncesi moral dopingi olmuştu.

    Sakatlıkları nedeniyle takımlarında yer almayan Fenerbahçe’nin iki kozu Rıdvan ve Müjdat soyunma odasında arkadaşlarına sürekli moral yağdırırken “Bizim için oynayın ve mutlaka kazanın” şeklinde telkinlerde bulundular. Futbol şubesi sorumlusu Metin Aşık da tüm oyuncularla tek tek konuşarak rahat olmalarını ve kazanacaklarını söylüyordu.

    Karşılaşmadan mutlak üç puan bekleyen Veselinoviç ise 90 dakikanın bitiminde oldukça düşünceliydi. Maçı yorumlarken, “Rıdvan oynasaydı kesin kazanırdık” dedi. Yugoslav hoca şöyle konuştu: “Her iki takım için de zor maç oldu, Bana göre daha fazla sansı olan taraf kazandı. Beşiktaş ilk 20 dakika içinde baskılı futboluyla neticeye gitti. İkinci yarıda üstünlüğü almamıza rağmen gol atamadık. Ancak Rıdvan olsaydı maçın skoru çok değişik olurdu, Derbi maçta üzülen biz, sevinen Beşiktaş oldu. Bu futbolun cilvesi. Fenerbahçe bir maç kaybetti. Henüz önümüzde 27 hafta var. En kısa sürede liderliği yine alacağız.”

    Bu arada Veselinoviç “İlk golde elle oynama var mıydı?” sorusunu ise “Görmedim” şeklinde yanıtladı.

    Nezihi: “Ferdinand golü elle attı!”

    Sarı-Lacivertli futbolcuların tümü yedikleri ilk golde Ferdinand’ın elle oynadığını vurgularken pozisyona çok yakın olduğunu belirten Nezihi, “Ferdinand resmen elle golü attı. Hakemin görmemesine çok şaştım” dedi.

    Kaya: “Bir şey oynamadık”

    Fenerbahçe Kulübü Başkanı Tahsin Kaya, Fenerbahçe’nin kötü oynadığı ve 2-0 yenildiği karşılaşmayı 83 dakika seyredebildi. Maç sonrası görüşlerini aldığımız Kaya, “Fenerbahçe hiçbir varlık gösteremedi. Bu futbolla galibiyet beklemek hayal olurdu. Futbolculara ceza vermeyi düşünmüyoruz ama yine de yönetim kurulunda konuyu görüşeceğiz” şeklinde konuştu.

    Rıdvan İddiayı Kaybetti

    Sakatlığı nedeniyle takımda yer almayan Fenerbahçe’nin “Şeytan” Rıdvan’ı, Milne’nin ilk 16’da şans vermediği “Atom Karınca” Rıza ile girdiği iddiayı kaybetti. Maç öncesi koridorda her iki oyuncu da kazanacaklarını söylerken yemeğine iddiaya girdiler, Karşılaşmayı Beşiktaş 2-0 kazanınca Rıdvan yemeği kaybetti.

    Bu arada Fenerbahçeli futbolcular Beşiktaş mağlubiyeti nedeniyle 2’ser milyon liralık primden oldular.

    Oal: “Harika maç oldu”

    Karşılaşmanın hakemi Özcan Oal harika bir maç olduğunu belirtirken, “Golde Ferdinand kesinlikle elle oynamadı” dedi.

    Aykut üç milyonu aldı ama dün sustu

    Fenerbahçe’nin ligdeki gol kralı Aykut, Altay maçında attığı golle Derimod’un yarışmasında birinciliği kazanınca kupasını ve üç milyon liralık çekini Beşiktaş maçı öncesi aldı. Taraftarların ve yöneticilerin mutlaka gol beklediği bu oyuncu üç milyonu cebine koyduktan sonra dün sahada susunca hayal kırıklığı yarattı.


    Şeytansız Fenerbahçe Çarpıldı

    Ercan Aktuna

    Fenerbahçe’de, Rıdvan’ın olmayışı pek tabii ki çok büyük kayıp… Ama bir Rıdvan sakatlığı Fenerbahçe’yi, Beşiktaş karşısında bu kadar silik, futbolsuz bırakıyorsa, o zaman aklımıza, “Hani büyük transferler yapılmıştı?” sorusu gelmez mi?

    Dün de görüldü ki koskoca Fenerbahçe takımı bir tek atak yapamadan ve 20 dakika gibi çok kısa bir zamanda iki gol yiyerek devreyi güç bela tamamlayabildi… İkinci yarıda eğer Beşiktaş takımı 2-0’ı yeterli görmeseydi fark en azından iki katı olabilirdi…

    Fenerbahçe bana göre, bu maça iyi hazırlanmamış… Teknik Direktör Veselinoviç, ne taktik ne psikolojik açıdan futbolcuları konsantre edemediği gibi sahaya sürdüğü on bir ile de doğrusu beni şaşırttı… Zira bir tek Rıdvan’ın yer almadığı kadroda, Erdi ile Hakan’a aynı anda yer vermesi büyük hataydı… Daha önceki maçlarda yer almayan bu iki futbolcu, böylesine önemli bir derbide nasıl sahaya sürülüyor? Daha son maçta Ankaragücü’nü 5-1 yenen Fenerbahçe’de niye bir Serdar yok? Ki dünkü maçta görüldü, orta sahada Erdi ve Hakan, gereksiz driplingleri ile kaygan sahada birçok topu ezdiler…

    Maç öncesi Fenerbahçe’nin özellikle orta sahasını dörtlemesi gerektiğini yazmıştım… İşte Erdi ve Hakan’ın böylesine kötü futbolları da eklenince, Oğuz tek başına kaldı ve bu yükün altında ezildi…

    Orta sahayı tamamen ele geçiren Beşiktaş, oyunu istediği gibi yönlendirdi… Özellikle Metin’in sağ kulvarı bir otoban gibi kullanması, Feyyaz’ın sol kanatta çok akıllı oyun tutturması, Beşiktaş’ın farkı bulmasında etken oldu ve bu da Fenerbahçe’ye yetti…

    Bu arada kaptan Rıza’nın kadroda yer almamasına rağmen, Siyah-Beyazlıların oyun sisteminde ofansa dönük futbolcuların çoğunlukta olması, bir anlamda galibiyeti getirdi… Eğer Ali ve Ferdinand, elverişli pozisyonları değerlendirselerdi, Beşiktaş geçen sezon bulduğu farka yine rahatlıkla ulaşacaktı…

    Kısacası “Şeytansız” Fenerbahçe, Beşiktaş’a çarpıldı…


    Beşiktaş’ın Güzellikleri

    Metin Oktay

    Kaygan bir zeminde yapılan Beşiktaş-Fenerbahçe maçında zaman zaman futbolun güzelliklerini gördük. Bu güzellikler de, Beşiktaş’ın tarafında idi… Düz top oynayan, çalışan, koşan taraf Beşiktaş’tı… Bunun semeresini Beşiktaş iki golle gördü…

    Ferdinand, futbolcunun güzelliklerini sundu seyircilere. 90 dakika koşan, sağ kanatta, sol kanatta top arayan, orta sahaya, müdafaaya yardımcı olan Ferdinand, bir İsviçre saati düzenliliğinde sessiz çalıştı.

    Beşiktaş müdafaasında bir Recep vardı… Düştü, kalktı. Çabuktu. Çalıştı durdu…

    Feyyaz’ın attığı gol çok çok güzeldi…

    Metin’e değinmek istiyorum. Seyircilere eski günlere dönüşünü müjdeledi. Çalışma temposunu arttırırsa, oyunda devamlılığı sağlarsa, hem seyirciyi yanında bulacak, hem de moralman güçlenecek. Dünkü noksanlığı, oyun içinde devamlılığının olmayışı idi.

    Bu saydığım futbolcular dünkü Beşiktaş’ın en büyükleri olarak göze çarptılar…

    Fenerbahçe, çok kısa paslarla neticeye gitmek istedi. Saha kaygan olduğu için, top teknikleri oyunda kayboldu. Orta sahada top tutmaları Fenerbahçe’nin aleyhine oldu. Fenerbahçe orta sahası, ileri uç adamlarına topu çok geç çıkartıyor. Topun 30 saniyede orta alandan ileriye gönderilmesi lazımdır ki, rakip defans kapanma olanağını bulamasın. Dünkü oyunda Fenerbahçe orta sahası bir buçuk dakikada topu ileri uç adamlarına getirdi, bu zaman içinde de Beşiktaş defansı kolaylıkla kapandı ve Fenerbahçe’nin forvetlerine gol yollarını kapattı…

    Bir de kondisyon eksikliği görüldü Fenerbahçe’de. Maçin ilk devresinde tek bir gol pozisyonuna giremeyen Fenerbahçe, ikinci yarıda birkaç cılız atakla yetindi…


    Tek Adam

    Orhan Aldinç

    Geçen hafta Fener’i alkışladık, bu hafta seyircisini… Takım 2-0 yenik, tribünler “Aslan Fener” diye kıyameti kopardı. Asgari 10 bin kişi, Fener’i yürütemedi, oysa bir Rıdvan olsaydı, koştururdu…

    Ridvan, arkadaşlarına moral de, pas da, coşku da veriyor… Aykut ile Hakan, Rıdvan’sız yalnızlığı oynadılar, birbirlerine “İmdat” dercesine baktılar… Oğuz, koşturan paslarına adam bulamadı. İkinci yarıda Hakan’ın yerine alınan Orhan, “Ölsem, Rize’ye gitmem” demesini biliyor da, burnunun dibindeki kaleye gidemiyor… Fenerbahçe dün, bir adama mecbur olmanın felaketini gösterdi…

    Alalım Beşiktaş’ı, onlar da bir adam (Rıza) takımda olmadığı için mi yakışıklı oynadılar? Bu bir sorudur, isteyen istediğince yanıt verebilir. Rakiplerinin kötü orta alanlarından Metin’in, Ferdinand’ın, Feyyaz’ın üzerine çabuk toplar çıkardılar. Siz dikkat ettiniz mi, Ali azalırken, Metin çoğalmaya başladı…

    Ferdinand, bizim futbolcuların bilmediği, bilemedikleri için de yakalayamadıkları yerlerde oynadı. Umulmadık açılardan fırlayarak çıkardığı kafalar enfesti doğrusu… Kara İngiliz, Ali’ye koşacağı, vuracağı yerler bırakmadı. Böyle olunca da geçen yılın golcüsü, doksan dakika sinikti…

    İlk yarıda düştükleri yerlerde sağlık görevlisi bekleyen ne kadar da çok adam gördük… Bir ara iki takımın antrenörleri, futbolcularına “Topu yere indirin” talimatını verdi. Bunlar kalktılar, birbirlerini indirdiler yere…

  • Süper Lig Bitirişleri

    Süper Lig Bitirişleri

    2023 yılında; Milli Lig, Birinci Lig, Süper Lig, adına ne derseniz deyin, bu organizasyonun 65. yılı oynanıyor. 1924 senesinde başlayan Türkiye Ulusal Futbol Şampiyonluklarının en günceli olan bu müsabakalarda, “Geride kalan 64 yılda Fenerbahçe’nin Süper Lig bitirişleri nasılmış?” sorusunun yanıtı bir kenarda dursun istedik. İşte cevaplar ve daha aşağıda ise detaylar…

    • 19 Şampiyonluk
    • 23 İkincilik
    • 8 Üçüncülük
    • 5 Dördüncülük
    • 4 Beşincilik
    • 2 Altıncılık
    • 1 Yedincilik
    • 1 Sekizincilik
    • 1 Onunculuk

    İkinci bitirdiğimiz sezonların şampiyonları ise şöyle sıralanıyor:

    • 12 – Galatasaray
    • 5 – Beşiktaş
    • 5 – Trabzonspor
    • 1 – Bursaspor

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Şampiyonluk sezonlarında #Fenerbahçenin28Şampiyonluğu‘nun her birine linkler var.


    Şampiyonluk Sezonları

    SezonBitiriş OGBMP
     1959 SezonuŞampiyon14132126
    1960 – 1961 SezonuŞampiyon38269361
    1963 – 1964 SezonuŞampiyon342111253
    1964 – 1965 SezonuŞampiyon301811147
    1967 – 1968 SezonuŞampiyon321911249
    1969 – 1970 SezonuŞampiyon301710344
    1973 – 1974 SezonuŞampiyon301513243
    1974 – 1975 SezonuŞampiyon301513243
    1977 – 1978 SezonuŞampiyon30178542
    1982 – 1983 SezonuŞampiyon341813349
    1984 – 1985 SezonuŞampiyon341814250
    1988 – 1989 SezonuŞampiyon36296193
    1995 – 1996 SezonuŞampiyon34266284
    2000 – 2001 SezonuŞampiyon34244676
    2003 – 2004 SezonuŞampiyon34237476
    2004 – 2005 SezonuŞampiyon34262680
    2006 – 2007 SezonuŞampiyon342010470
    2010 – 2011 SezonuŞampiyon34264482
    2013 – 2014 SezonuŞampiyon34235674

    İkincilik Sezonları

    SezonBitiriş OGBMP
    1959 – 1960 Sezonu238276560
    1961 – 1962 Sezonu238237853
    1966 – 1967 Sezonu232179643
    1970 – 1971 Sezonu2301413341
    1972 – 1973 Sezonu2301610442
    1975 – 1976 Sezonu2301412440
    1976 – 1977 Sezonu2301215339
    1979 – 1980 Sezonu2301211735
    1983 – 1984 Sezonu2341711645
    1989 – 1990 Sezonu234224870
    1991 – 1992 Sezonu230232571
    1993 – 1994 Sezonu230216369
    1997 – 1998 Sezonu234218571
    2001 – 2002 Sezonu234243775
    2005 – 2006 Sezonu234256381
    2007 – 2008 Sezonu234227573
    2009 – 2010 Sezonu234235674
    2011 – 2012 Sezonu234208668
    2012 – 2013 Sezonu234187961
    2014 – 2015 Sezonu234228474
    2015 – 2016 Sezonu234228474
    2017 – 2018 Sezonu234219472
    2021 – 2022 Sezonu2382110773

    Üçüncülük Sezonları

    SezonBitirisOGBMP
    1962 – 1963 Sezonu322106626
    1971 – 1972 Sezonu3301411539
    1978 – 1979 Sezonu330158738
    1981 – 1982 Sezonu3321511641
    1996 – 1997 Sezonu334227573
    1998 – 1999 Sezonu334226672
    2016 – 2017 Sezonu3341810664
    2020 – 2021 Sezonu340257882

    İlk Üçe Girilemeyen Sezonlar

    SezonBitirişOGBMP
    1965 – 1966 Sezonu4301012832
    1968 – 1969 Sezonu430139835
    1994 – 1995 Sezonu434207767
    1999 – 2000 Sezonu4341710761
    2008 – 2009 Sezonu434187961
    1985 – 1986 Sezonu5361316742
    1986 – 1987 Sezonu53613131039
    1990 – 1991 Sezonu5301281044
    1992 – 1993 Sezonu530184858
    2002 – 2003 Sezonu6341312951
    2018 – 2019 Sezonu63411131046
    2019 – 2020 Sezonu7341581153
    1987 – 1988 Sezonu83815101355
    1980 – 1981 Sezonu10309111029
  • Derbi Karnesi

    Derbi Karnesi

    “Fenerbahçe en çok küme düşenlere karşı puan kaybediyor” tespitini burada araştırmıştık. Sırada şampiyon olamadığımız yılların derbi karnesi var. Vaziyet şöyle:

    Derbi Karnesi

    Küme düşen (çoğunlukla üç, son iki sezonda ise dört takıma) kaybettiğimiz puanların, toplam kayıp puana oranı son on sezonda %11 civarında iken bu rakam derbilerde iki takıma karşı %17’yi görmüş durumda. Bu da yine tek başına belirleyici olmayabilir ama yine de bir bakacak olursak özetle;

    2012: 7/34 (% 21)

    2013: 6/41 (% 15)

    2015: 3/28 (% 11)

    2016: 7/28 (% 25)

    2017: 4/38 (% 11)

    2018: 7/30 (% 23)

    2019: 8/56 (% 14)

    2020: 8/49 (% 16)

    2021: 10/38 (% 26)

    2022: 4/41 (% 10)


    2011-2012: Beşiktaş 2 – 2  Fenerbahçe

    2011-2012: Galatasaray 3 – 1  Fenerbahçe

    2011-2012: Fenerbahçe 2 – 0  Beşiktaş

    2011-2012: Fenerbahçe 2 – 2  Galatasaray

    12 muhtemel puandan 5’ini almışız.


    2012-2013: Fenerbahçe 3 – 0  Beşiktaş

    2012-2013: Galatasaray 2 – 1  Fenerbahçe

    2012-2013: Beşiktaş 3 – 2  Fenerbahçe

    2012-2013: Fenerbahçe 2 – 1  Galatasaray

    12 muhtemel puandan 6’sını almışız.


    2014-2015: Galatasaray 2 – 1  Fenerbahçe

    2014-2015: Beşiktaş 0 – 2  Fenerbahçe

    2014-2015: Fenerbahçe 1 – 0  Galatasaray

    2014-2015: Fenerbahçe 1 – 0  Beşiktaş

    12 muhtemel puandan 9’unu almışız.


    2015-2016: Beşiktaş 3 – 2  Fenerbahçe

    2015-2016: Fenerbahçe 1 – 1  Galatasaray

    2015-2016: Fenerbahçe 2 – 0  Beşiktaş

    2015-2016: Galatasaray 0 – 0  Fenerbahçe

    12 muhtemel puandan 5’ini almışız.


    2016-2017: Fenerbahçe 2 – 0  Galatasaray

    2016-2017: Fenerbahçe 0 – 0  Beşiktaş

    2016-2017: Galatasaray 0 – 1  Fenerbahçe

    2016-2017: Beşiktaş 1 – 1  Fenerbahçe

    12 muhtemel puandan 8’ini almışız.


    2017-2018: Fenerbahçe 2 – 1  Beşiktaş

    2017-2018: Galatasaray 0 – 0  Fenerbahçe

    2017-2018: Beşiktaş 3 – 1  Fenerbahçe

    2017-2018: Fenerbahçe 0 – 0  Galatasaray

    12 muhtemel puandan 5’ini almışız.


    2018-2019: Fenerbahçe 1 – 1  Beşiktaş

    2018-2019: Galatasaray 2 – 2  Fenerbahçe

    2018-2019: Beşiktaş 3 – 3  Fenerbahçe

    2018-2019: Fenerbahçe 1 – 1  Galatasaray

    12 muhtemel puandan 4’ünü almışız.


    2019-2020: Galatasaray 0 – 0  Fenerbahçe

    2019-2020: Fenerbahçe 3 – 1  Beşiktaş

    2019-2020: Fenerbahçe 1 – 3  Galatasaray

    2019-2020: Beşiktaş 2 – 0  Fenerbahçe

    12 muhtemel puandan 4’ünü almışız.


    2020-2021: Galatasaray 0 – 0  Fenerbahçe

    2020-2021: Fenerbahçe 3 – 4  Beşiktaş

    2020-2021: Fenerbahçe 0 – 1  Galatasaray

    2020-2021: Beşiktaş 1 – 1  Fenerbahçe

    12 muhtemel puandan 2’sini almışız.


    2021-2022: Galatasaray 1 – 2  Fenerbahçe

    2021-2022: Fenerbahçe 2 – 2  Beşiktaş

    2021-2022: Fenerbahçe 2 – 0  Galatasaray

    2021-2022: Beşiktaş 1 – 1  Fenerbahçe

    12 muhtemel puandan 8’ini almışız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Türk Futbolunun Bazı İlkleri

    Ali Sami Yen, Nasuhi Baydar ve Burhan Felek… Bu üçlü olmasa bizler için Türk futbolunun bazı ilkleri hep gölgeler arasında kalacaktı. Bu sefer mikrofonlarımız Burhan Felek’te. Milliyet gazetesindeki köşesinde, tanıdığı eski sporcuları anlatıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tanıdığım Eski Sporcular

    Bu tanımak sözünden iki türlü mana çıkaracaksınız. Birisi gördüğüm sporcular, ötekisi görüştüğüm, tanıştığım kimseler. Bunların birincisi azdır. İkinci kısmı hayli dolgundur. Şimdi bu eski amatörleri sayıp dökmeye başlamadan evvel bizdeki eski sporlar bahsini burada kapatmak isterim.

    Sanırım bundan evvelki yazımda bazı eski sporlardan bahsetmiştim. Bunlar arasında kayık yarışlarını yazdığımı hatırlamıyorum. Kayık yarışları programlı, tertipli olmakla beraber ara sıra yapılırdı. Bu ekseriya Donanma Cemiyeti menfaatine tertiplenen deniz bayramlarında yapılırdı. Bugün olimpik sporlar arasına girmiş ve beynelmilel nizamlara bağlanmış olan kürek yarışlarına benzemezdi. Mesela alamana kayıkları yarışı, piyade dediğimiz iki ucu sivri, şimdi tarihe karışmış kayık yarışları ve bildiğimiz sandal yarışları olduğu gibi yazın nadiren de futa denilen ince uzun sandal yarışları da olurdu. Bugünkü yarış teknelerinin hiçbirisi o zaman mevcut değildi.

    Yüzme sporu da pek başıbozuk olarak yapılırdı. Devirde denize girmek için deniz hamamlarına gidilirdi. Bu hamamlar sahilden 5-10 metre uzakta, denize çakılmış direkler üzerine inşa edilmiş tahta salaş deniz hamamlarıydı. Etrafı tahtadan bir dolanma yeri, üstü kısmen kapalı, etrafı kapalı, deniz kısmi da kısmen kapalı birer havuz gibiydiler. İstanbul’un birçok sahillerine kurulurdu Bugünkü plaj hayatı çok yenidir ve o devirde âdeta ayıp sayılacak bir şeydi. Evinin önünden denize girenler bile bir küçük kulübe yaptırırlardı.

    Şimdi mevcudu kalmamış sporlardan biri de çayır hokeyi idi. Hokey, bildiğiniz gibi buz üzerinde veya tekerlekli patenlerle skating dediğimiz kapalı salonlarda, bir de çayırda oynanan üç çeşittir. Bizde bunun ikisi yapılırdı. Çayırda[BE1]  hokey, bir de salonda hokey.

    Bilhassa İkinci Meşrutiyet’ten sonra Galatasaray, Anadoluhisarı, İdmanyurdu gibi Büyük kulüplerin hokey takımları vardı, Hokey, futbol sabasına yakın bir saha üzerinde ucu eğilmiş sopalarla oynanır ve oldukça sert bir Topa bu sopalarla vurarak futbol kalesinin yarısı kadar bir kaleye topu sokmaktan ibaret bir oyundu. Sopalar ve sert top bakımından oldukça tehlikeliydi. Bu sporun en meşhur simalarından birisi Galatasaraylı Rıza idi.

    Bu sporun oynandığı İstanbul’da birkaç salon vardı. Bunlara skating adı verilirdi. Birisi Taksim’de eski Taksim Kışlası’nın şimdi yeri meydana gitmiş olan köşesinde büyük ve zemini çimentodan yapılmış bir salondu.

    Hiç unutmam, biz o salonda Kazım Karabekir Paşa’nın himayesinde bir spor müsamere gecesi tertiplemiştik. Gecenin en mühim müsabakası, o devirde parlamış olan iki genç güreşçiyi karşılaştırmaktı. Bunlar birisi Haliç’ten veya Fatih Güreş Kulübü’nden Vehbi, diğeri Anadolu Kulübü’nden Enver ismindeki genç amatör pehlivanlardı. Hatırımda kaldığına göre Enver daha teknik, Vehbi daha kuvvetliydi. Güreş ne netice verdi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey, gecenin geç saatlerine kadar süren o müsamere sebebiyle Üsküdar’a geçemeyip Beyoğlu’nda bir otelde kaldık. Gece sabaha karşı top atışlarıyla uyandık. Ne olduğunu anlayamadık. Fakat sabah gazetelerde bunun Cumhuriyet ilanı için atılmış toplar olduğunu öğrendik. Günlerden 29 Ekim 1923’tü,

    Bu iki pehlivandan Enver bir bağırsak düğümlenmesi sonucu o müsabakadan biraz sonra hayatını kaybetti. Spor âlemini ve Anadolu Kulübü’nü mateme boğdu. Çünkü çok sevilen, nazik, terbiyeli, malumatlı ve aslan gibi güzel bir delikanlıydı. Rakibi Vehbi ise bildiğimiz arkadaşımız Vehbi Emre’dir. Uzun müddet, Türk güreşine ve beynelmilel federasyona hizmetten sonra sanırım şimdi emekli olmuştur. Allah uzun ömür versin.

    Gelelim tanıdığım eski sporculara…

    Bunların başında adını işittiğiniz ve Kadıköylü futbolcuların tanıdığı “Tahtaperde Aleko” gelir. Tahtaperde Aleko, sanırım Kadıköy Futbol Kulübü’nün sağbekiydi. Ben onu bir kere Kuşdili’nde Galatasaray’a karşı oynarken görmüştüm. O devirde futbol müsabakaları herkese açık çayırlarda oynanır, yalnız etrafına çelik tel halattan bir korkuluk gerilirdi. Biz de, oyunu bu telin dışından seyrederdik. Bir Galatasaray-Kadıköy maçında Galatasaray’da solaçık oynayan meşhur Emin Bülent Bey’di. (Merhumun Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın torunu olduğu söylenirdi).

    O zaman da hücumlar kanatlardan yapılırdı. Bir gün Emin Bülent, topu sürüyor, sürüyor, tam ortalayacağı sırada Aleko ayak koyup topu alıyor yahut çeliyordu. Bu iki defa tekerrür etti. Üçüncüsünde Emin içerledi:

    “Herif! Seninle karakola gideceğiz galiba! Ne çelme takıyorsun?” diyecek oldu.

    Aleko şakacı, yumuşak, terbiyeli bir sporcu idi. Rum şivesiyle:

    “Neden karakola gidelim beyim? Birahaneye gideriz!” cevabını vermişti. Bunlar birbirinin arkadaşıydılar.

    O devirdeki Türk takımında oynamayan ve önde gelen Türk futbolcularını yazmıştım. Bir daha sempati ve rahmetle hatırlayalım: Hasan, Hüseyin ve Fuat Bey.

    Hasan ile Hüseyin Kadıköy takımında, Bahriyeli Fuat Bey Moda Kulübü’nde oynardı. Bunların içinde Hasan adındaki oyuncu bugün futbolun sihirbazı sayılan Pele ayarında bir oyuncuydu. Topa hâkimiyeti cambazlık derecesine varmıştı. İyi zamanında haf bek oynardı. Son zamanlarda bek oynamaya başlamıştı. Futbol hayatında Hasan’ın bizim Anadolu Kulübü de dâhil girmediği kulüp kalmamıştı. Maalesef, futboldaki büyük yeteneğine mukabil, hususi hayatı son derece intizamsız geçti ve genç yaşında hastanede öldü.

    Hüseyin’in adı Dalaklı idi. Çünkü Hüseyin şişman ve kuvvetli bir futbolcu idi. Attığı şutu tutacak kaleci nadir bulunurdu. Ama kondisyonu yoktu. Daha ilk yarıda şişerdi. Onu için adına “Dalaklı” demişlerdir.

    Fuat Bey de sağ veya solaçık oynardı. İyi İngilizce bilmesi sebebiyle futbolun bütün nazariyatına vâkıftı. Lakin oyuncu olarak orta halli bir açık forvetti.

    Dediğim gibi Türkiye’de ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fenerbahçe ondan sonra gelir

    Türk olmayan takımlara gelince…

    Bunların hemen hemen hepsi Kadıköy ve Moda’da kurulmuş Rum, İngiliz veya karma takımlarıydı. Başlıcaları Kadıköy, (Rum, İngiliz ve Türk), Moda (İngiliz ve Türk), Strugglers Rum, Helis Rum kulüpleriydi. Sonra Progre adıyla bir kulüp kuruldu. Bu kulüp sonradan Altınordu oldu. Anadolu, Süleymaniye, Şehremini, Türkgücü, Vefa, Nişantaşı, Hilal, Beşiktaş, Anadoluhisarı, İdmanyurdu, Beylerbeyi, Beykoz hep sonradan kurulan Türk kulüpleridir.

    Galatasaray takımı futbol sahasına girdiği zaman, belli başlı oyuncuları başta Emin Bülent ve Ali Sami gelir, Ali Sami az oynamıştır. Sonra Bekir gelir, Bekir, beş-on sene evveline kadar İngiliz Mektebi Türk müdürü idi. Ben Emin Bülent’i oynarken gördüm, Bekir’i ve Ali Sami’yi hatırlamıyorum.

    Ama Galatasaray’ın meşhur beki Adnan’ı herkes tanır. Adnan, kuvvetli bir bekti. Fakat her kuvvetli bek gibi bazen ıska geçerdi. Adnan, İttihatçıların Adliye Nâzırı merhum Müsahipzade Müsahip Molla’nın oğlu İbrahim Hakkı Bey’in oğlu idi. Bunu da yazıyorum ki, o zamanın sporcu neslinin hangi sınıftan geldiğini göresiniz diye!

    İngilizlerden tanıdıklarımı değil de, oyununu gördüklerimi de sayayım.

    Başta o zaman bizim Komber diye telaffuz ettiğimiz Cumber adındaki İngiliz ile onun soliçi Haytung dediğimiz arkadaşıydı. Bunlar, bize dripling, şut ve pasın ne olduğunu öğretmişlerdi. İngilizlerin bir de Jim Lafonten adında sonradan idareci olan birisi vardı. Daha sonra Novil ailesi katıldı. Bu İngilizler içinde uzun boylu, esmer, iriyarı bir bek vardı ki, Türkler adını Karamanlı koymuşlardı.

    Galatasaray’ın ilk takımında ün yapmış oyuncuların başında Kürt Celal dediğimiz genç gelirdi. Celâl, aslında Kürt mü idi, yoksa karayağız ve çetin bir çocuk olduğundan mı öyle denirdi, bilemem. Ama şimdiye kadar gördüğüm santrhafların en kuvvetli ve yorulmayanı idi. Bugünkü futbol, artık oyuncuları oyuna başlarken diziliş tertibine göre adlandırıyorlar. Bizim anlatmaya çalıştığımız o devirde santrhaf takımın en mühim mevkii ve haf hattı belkemiği idi.

    Kalecilere gelince… O devirde neden bilmem, iyi kaleci yok gibiydi, Bugün kalecilerin gösterdikleri tehlikeli ve fedakâr müdafaa oyunu hemen hemen yok gibiydi. Galatasaray’ın kalecisi Ahmet Robenson adında Güney Afrikalı bir mühtedi (sonradan Müslüman olmuş) İngiliz ailesinin çocuklarından en büyüğü idi sanırım. Hiçbir kuvvetli şutu tuttuğunu görmedim. Golü yedikten sonra topun nereden girdiğini, kendisinin nerede kaldığını uzun uzadı etüt ederdi. Ve bu hareketiyle şöhret bulmuştu. Bu Robenson ailesinin Abdurrahman Robenson adında pekiyi bir cimnastik hocası oğulları daha vardı. Bir de oldukça safdil Yakup Robenson vardı ki, herkesle dost, her yere girer çıkar, safsaf laflar ederdi. Birinci Cihan Harbi’nde casusluk suçuyla biçarenin kurşuna dizildiğini söylemişlerdi.

    Kadıköylülerin kalecileri biri lokumcu, bir diğeri demirciydi, hatırımda öyle kalmış. Bunların hiçbirisi bugünkü gibi bir kaleci şöhreti yapmamışlardı. Aslına bakarsanız kaleci, o devirde futbola meraklı, fakat iyi oynayamayan çocuklardan seçilirdi. Size Anadolu Kulübü’nün birisi topal, diğerinin bir gözü sakat iki kaleciyle senelerce lig maçlarına iştirak ettiğini söylersem şaşar mısınız? İlk şöhretli kaleci Fenerbahçe’nin Arslanyan adındaki Ermeni kalecisi olmuştur. Tıknaz bir çocuktu. Bütün meziyeti çevik ve refleksinin süratli oluşundan ibaretti.

    Burhan Felek (Geçmiş Zaman Olur ki – Tanıdığım Eski Sporcular)

  • Güvercin

    Güvercin

    17 Şubat 1964 tarihinde Fenerbahçe’nin 1-0 kazandığı Beşiktaş maçından önce Fenerbahçeliler bir güvercin uçurmuş. Halit Kıvanç da bu güvercini alıp yazısına kondurmuş… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Uçtu, Uçtu

    Bir kuş uçtu tribünden… Bacağında Sarı – Lacivert kurdeleli bir güvercin…

    Uçtu… Uçtu… Geldi, yeni tribünler tarafındaki kaleye kondu. Tam direğin üstüne… Hemen foto muhabirleri toplandılar. Kaçmıyordu güvercin… Sağa, sola salınıp poz veriyordu onlara…

    Basın toplantısında objektiflerin karsısına çıkmış Brigitte Bardot’dan ya da Sophia Loren’den farksızdı. Aslında masum kuşun maçla ilgisi de Brigitte’den yahut Loren’den farklı değildi. Fenerbahçe taraftarları, kendi renklerini taşıyan güvercini alkışlarken, Beşiktaşlılar “Uçamaz, uçamaz” diye bağırıyorlardı.

    Taraftarlar bahtsız sayılırdı dün… … Kırk yıllık yerlerinden uzaklaştırılmış, açık tribüne göçmek zorunda bırakılmışlardı. Ama orayı da paylaşmış, bayraklarını, dövizlerini asmışlardı, “Bornova Amigoları”nın flaması yanında “Tarihi Beşiktaş’tan zafer bekliyoruz. Bayramınız kutlu olsun” yazıları okunuyor, hemen karşısında “Fenerbahçelilerin çifte bayram beklediğini” belirten döviz göze çarpıyordu. İşte bu taraftarlar maçtan önce kuşla meşguldüler.

    Uçamadı, uçtu, uçamadı, uçtu, uçamadı derken… Kuş uçtu… Fakat kaleyi tılsımlamıştı sanki. İlk yarıda Şenol’un kafasında, ikincide Ahmet’in bombasında top direkten dönmüştü. Hızlıydı Beşiktaş… Fenerbahçe’yi kurdeleli güvercin de kurtaramayacak gibi görünüyordu. Ama Siyah – Beyazlı forvet de, yan hakem Baha Korel’in ofsayttan uzattığı pası bile gole çeviremeyecek kadar beceriksizdi, Oysa, Beşiktaş hâkim oyunuyla dağınık Fenerbahçe müdafaasını kurdeleli güvercinin rahatlığıyla asmalıydı Evet, ne olduysa o güvercinden oldu, Bir kaleye kondu, onu gollerden korudu, öteki kaleye dokunmadı, ona da Şenol’un golü kondu işte…

    Maçın başında Beşiktaşlılar, Fenerbahçelilere ellerindeki şekeri vermişlerdi;

    “Tribüne atın” diye…

    Maçın sonunda da, aynı Beşiktaşlılar, aynı Fenerbahçelilere ayaklarındaki topu verdiler;

    “Kaleye atın” diye…

    Kısacası, uçtu uçtu… Ve yalnız kuş değil, Beşiktaş’ın iki puanı da uçtu…

    Halit Kıvanç – 18 Şubat 1964 – Milliyet Gazetesi

  • Taraftarlar Bakırköy’e

    Taraftarlar Bakırköy’e

    Haluk Kılıç ağabeyimiz, 1990’lı yıllarda Nokta dergisinde yayınlanan bir yazı gönderdi. Bir ara Emniyet, fanatik diye değerlendiği taraftarlar için Bakırköy’e bir gezi (!) düzenlemiş. Her şeye rağmen yazı gerçekten çok keyifli…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbolkolikler Bakırköy’de

    “Fanatiğiz icabında…”

    Fanatizm bir akıl hastalığı mı?

    Fenerbahçe-Prag maçı öncesinde stat önünde toplanan taraftarlar derdest edilip akıl hastanesine yollandı

    Hostesin verdiği formu dolduran İtalyan yolcu, “‘cinsiyet” bölümüne gelince biraz duralar, ardından da şu yanıtı verir. “Erkek, ama fanatik değil.”

    İtalyanlar belki öyle ama bizim erkekliğimiz bir hayli fanatik. Spor basını bu özelliğimizin canlı ifadesi gibi. İşte birkaç örnek:

    “Adamlığından ödün verene nonoş derler. Biz Beşiktaş’a Rambo demiştik. Dün o takım Ramboş olup çıktı.”

    Yunan tanrıçası gibi düzgün hatlarıyla ‘Nielsen, kız ne dirsen?’ dedirten efemine bir görünüşü var.”

    “Danimarkalıymış, neye yarar, Sony markalı olsaydı bir kaset sokar dinlerdik bari ‘Sarışınsın, sarışın güzel’ diye…”

    Bu arada, TRT’nin de hakkını yememeli. Beşiktaş-Dortmund maçında “Recep’in düşürmesi lazım. Düşür Recep, düşür!”‘ diyebilen spikerler, yazılı basından pek de aşağı kalmıyor. Ne var ki, bu ”talihsiz ifadeler”, fanatizmin sınırlarını aşıp saldırganlığa yaklaşıyor gibi.

    Ama asıl irkiltici olan (spor yazarlarıyla spikerlerin kulakları çınlasın) stadyum önünde tezahürat yapan taraftarların “fanatik” ‘oldukları gerekçesiyle polis tarafından derdest edilip akıl hastanesine sevk edilmesi. “Garip ama gerçek” deyişinin hakkını veren bu olay, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yaşandı.

    “Toplaşmayın kardeşim!”

    Fenerbahçe-Prag maçı öncesindeki gece, 81 taraftar, akıl ve ruh sağlıklarının yerinde olup olmadığının saptanması için Asayiş Müdürlüğü tarafından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gönderildi. Yapılan muayene sonucunda, taraftarlar ”delil yetersizliği” nedeniyle “fanatiklikten” beraat ettiler.

    Hastanede muayene sıralarını beklerken, kimi “Biz taraftarız, tabii ki bağırırız, bunda ne acayiplik var? ‘diyordu, kimisi de “Bir daha televizyonda bile maç seyretmem”. Hepsi korkmuştu ama! Zaten amaç da buydu galiba…

    Olay gecesi, hastanede nöbetçi olan Başhekim Yardımcısı Dr. Latif Alpkan, Nokta’ya yaptığı açıklamada, “Bu insanları Bakırköy imajıyla korkutmak istiyorlar galiba. Ama biz bu imajı silmeye çalışırken, böyle bir uygulamaya gidilmesi hoş değil” diyordu.

    Dr. Alpkan’ın sözleri, ister istemez 1940’lardan nahoş bir anıyı getiriyordu akla. O yıllarda, ‘omuriliğinden su alma” caydırıcı bir yöntem olarak benimsenmişti.

    Amaç korkutmaktı yine, ama ‘hedef kitle” farklıydı. İçkili vatandaşlar, ”ne olur, ne olmaz” denerek sokaklardan toplanıp Bakırköy’e gönderiliyordu. “Potansiyel suçlu” olup olamadıkları omuriliklerinden alınan suyun incelenmesiyle saptanıyordu. En azından böyle deniyor ve gereken etki yaratılmış oluyordu. Şırınga tecrübesiyle içleri çekilen” akşamcılar, Aman tövbe” diyerek arkalarına bakmadan kaçıyor, öyküyü duyanlar “Evde bile içmem” diye yemin ediyordu. Böylece “vatandaş”ın hır çıkarması engelleniyor, “halk” da huzur ve güven içinde yaşıyordu.

    Neyse ki… Fenerbahçe-Prag maçı öncesinde, Bakırköy’e gönderilen ”fanatikler”in omuriliklerinden su alınmamış, psikolojik testlerle yetinilmişti. Sonuçta herkes “‘temiz” çıkmış, akıl hastalığına filan rastlanmamıştı. Ama zaten fanatikliğin akıl ya da ruh hastalığıyla ilgisi yoktu. Dr. Alpkan şöyle diyordu: “Fanatizm akıl hastalığı değil, bir kişilik özelliğidir. Avrupa’da fan kulüpler var. Bunlara ‘saldırganların kulüpleri’ denmiyor. Fanatizmi saldırganlıktan ayırmak lazım. Saldırganlık bir kişilik bozukluğudur, fanatiklik ise bir ruh hali, bir kişilik özelliğidir.”

    Peki, polisi bu tuhaf uygulamaya götüren neydi? Yeni bir taraftar kitlesi vardı ortada. Yüzlerini, tuttukları takımların renklerine boyayıp, bayrak-pelerinleriyle maça gelen yeni bir taraftar kitlesiydi bu. Ve görüntüleri “potansiyel suçlu” muamelesi görmelerine yetiyordu.

    Milliyet gazetesi spor yazarı İslam Çupi’ye göre, tarifi güçtü yeni taraftar tipinin. “Bizim ilk gençliğimizde olduğu gibi rahat değil insanlar. Deşarj olma olanakları yok. Mesela oyun oynayamıyorlar. Ne bileyim, çocuk doğadan nasibini alamıyor. Çitlembik ağacını tanımıyor. İstanbul’un denizinden yararlanamıyor. Çarpık kentleşmenin üzerine bir de ekonomik sorunları koyun. Bu koşullar tarif edilemez bir taraftar tipi yarattı.”

    “Fanatik Galatasaraylı” Spor yazarı Hıncal Uluç’a göre ise, üç tip seyirci söz konusuydu. “Sadece ‘spor olsun’ diye seyredenler, fanatikler ve militanlar. Yani hooliganlar… Fanatik tuttuğu takımla özdeşleşiyor, tezahürat yapıyor, bayrak sallıyor, yeri gelince de küfürü basıyor. Takımı kazanırsa sevinçten ayağı yere basmıyor, kaybederse üzülüyor, kahroluyor. Fanatiğin taraftarlığı kişiliğinin bir parçası.”

    Fanatikle saldırgan arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor Hıncal Uluç’a göre. “Taraftarlık militanın kişiliğinin ta kendisi. Fanatik, takımıyla özdeşleşirken, militan tuttuğu takımı kendisiyle özdeşleştiriyor. Dolayışıyla, kazanan da, kaybeden de takımı değil bizzat kendisi oluyor.”

    Hal böyle olunca, kaybetmeye tahammül etmek de güçleşiyor. Çünkü tuttuğu takım militanın bizzat kendisi ama çıkıp oynayan başkaları. Takımı yenilince “‘küçük düşüyor” militan taraftar, yenilgiden sorumlu olmadığı halde. Ve bir sorumlu, bir suçlu arıyor ister istemez. Bu da, kâh “ruhsuz” futbolcu oluyor, kâh “İ… hakem.”

    Uzun sözün kısası, fanatizm bir aşk, renk aşkı. Daha da önemlisi platonik’ bir aşk. Dolayısıyla, hayli ”masum” bir ilişki söz konusu. Ama bu aşk ”gerçek aşk”a dönüşünce, ipin ucu kaçıyor gibi. Seven kıskanır, ihanete uğramaktan korkar ne de olsa. Korktuğu başına gelirse, hele erkekliği kışkırtılırsa, intikam almak ister elbette.

    Özetle, hem erkeğiz, hem de fanatik. Ama sorun fanatiklikte değil de, “erkeklik”te galiba…

    Nokta Dergisi

  • Hırsız Deveye Karşı

    Hırsız Deveye Karşı

    Fenerbahçe tarihinin en ilginç simalarından biri olan Semai Şatıroğlu, Tekin Aral’ın Fırt dergisindeki bir yazısında karşımıza çıkıyor: Operasyonun adı; Hırsız Deveye Karşı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Transfer

    Transfer piyasası Özal Ekonomisi’ne uygun bir şekilde ve de gayetle serbest bir biçimde açıldı. 40 milyonlar, 50 milyonlar, 60 milyonlar, 80 milyonlar havalarda uçuyor… Kör tuttuğunu öpüyor.

    Asgari ücretin üç-beş bin lira artması, işçi ücretlerine memur maaşlarına üç otuz paralık zam yapılması için kıyametlerin koptuğu ülkemizde, ayağında topu üç defa sektirmesini beceren sözüm ona futbolcu paraya para demiyor. Spor kulüplerini kişisel çıkarları için kullanıp, yönetici koltuklarına popolarını yayan bir takım kişiler ise aslında sürekli kandırılan futbol seyircisinin cebinden çıkan bu parayı kendileri ödüyormuş gibi görünüp gazete sayfalarında caka satıyorlar.

    Bu arada futbol seyircisi kandırıldığı gibi devlet de kandırılıyor.

    Milyonlar alan futbolcular üç-beş yüz bin lira almış gibi gösterilerek futbolcunun ve kulübün vergi kaçırması sağlanıyor. Aradaki fark kulüplerin muhasebelerinde düzenlenen naylon faturalarla kapatılıyor.

    Bu ülkede spor işleri, 19 Mayıs’ta spor yapan gencin ayağına paçalı don giydirmesine kadar geldi de, yukarıda sözünü ettiğimiz çarpıklıkları düzeltmeye kimsenin eli varmadı. Ya da gücü yetmedi. Dileriz bir gün o da olur.

    Neyse şimdi bu pek keyifli olmayan sözleri bırakalım da, gelelim işin keyifli yanına.

    Biliyorsunuz bu transfer dalgasının ilginç bir yanı da, futbolcu kaçırma olaylarıdır. Futbolcu kaçırma işinin ülkemizdeki mucidi ise Fenerbahçeli ünlü Hırsız Semai’dir. Adının hırsıza çıkması da futbolcu çalmasındandır. Bu yazıyı yazmadan önce sevgili Hırsız Semai’yi bulup bana bir-iki adam kaçırma olayı anlatmasını istedim. O da anlattı.

    Ünlü milli santrahaf Ercan Aktuna’nın İstanbulspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olduğu yıl, Ercan’ı kaçırma işini tabi gene Semai yüklenmiş.

    Hırsız Semai Ercan’ı almış, Hereke’de bir arkadaşının çiftliğine götürmüş. Yalnız bu arada da gazetelere, ”Semai Ercan’ı Kilyos’a götürdü” diye bir haber uçurmuş, kendi deyimiyle ”Ters falso” vermiş. Amaç diğer kulüpleri yanıltmak, Ercan’ı bulup kandırmalarını önlemek.

    Ercan’ı çiftliğine hapsetmiş. Yiyorlar içiyorlar, günler böyle geçiyor. Ama zaman da bir türlü geçmiyor. Ercan’ı orada transferin son gününe kadar saklaması gerekiyor. Yani aşağı yukarı yirmi-yirmi beş gün. Derken bir gün Ercan’ın canına tak etmiş.

    -Baba, demiş Semai’ye. Burada afakanlar basmaya başladı. Gözünü seveyim şöyle bir yerlere gidelim.

    O gece Hereke’den kalkmışlar, İzmit’e bir lokantaya gitmişler.

    Tam yemeğe oturmuşlar birden masanın başında bir adam bitmiş.

    Semai bir bakmış… Deve Ziya.

    -Eyvah, demiş. Şimdi mahvolduk işte. Deve Ziya İzmit’in çok ünlü bir siması. Ve de hasta mı hasta Beşiktaşlı. Ercan’ı tanımamış… Fakat Semai’yi oralarda görünce de huylanmış.

    -Bu yanındaki delikanlı kim?…

    -Bir akrabam… Amerika’da jet pilotudur. Tatile geldi de onu gezdiriyorum.

    -Ha iyi demiş, Deve Ziya.

    Ve gitmiş. Bu arada Semai’lerin masasına bir şişe rakı ile bir de meyve göndermiş. Yemişler içmişler sonra Hereke’ye çiftliğe dönmüşler.

    Bu arada Deve Ziya Semai’nin yanındakinin Ercan olduğunu öğrenmiş. Derhal Beşiktaşlı yöneticilere telefon edip durumu bildirmiş. Ertesi sabah da yıldırım gibi soluğu Hereke’deki çiftlikte almış. Yanında da iki üç adam. Deve Ziya’yı karşısında gören Semai ne yapacağını şaşırmış. Ondan sonra da başlamış bir kovalamaca. Hırsız Ercan’ı arabaya attığı gibi düşmüş yola… Deve Ziya ve ekibi de peşinde. Kovalamaca epey sürmüş. Deve bir yandan arabanın camından başını çıkarıp bağırıyormuş.

    -Lan hırsız bunu senin yanına bırakırsam bana da Deve Ziya demesinler.

    Uzatmayalım bir punduna getirmişler. Deve Ziya’nın elinden kurtulup kapağı İstanbul’a atmışlar.

    Aradan bir hafta kadar geçmiş. Hırsız Semai yanında şöyle boylu, boslu karayağız bir genç gene tutmuş İzmit’in yolunu. Bir otele yerleşmişler. Akşam da kalkmışlar, gene evvelce Semai’nin Ercan’la gittiği o lokantaya gitmişler. Bir süre sonra kapı açılmış, içeri yanında birkaç arkadaşıyla Deve Ziya girmiş. Zaten lokantada Deve Ziya’nın her akşam geldiği İzmit’in en iyi lokantasıymış.

    Semai hiç bozmamış. Onları gören Deve Ziya ise hemen dikilmiş başlarına.

    -Oo hırsız, gene mi düştün buralara?…Yanındaki delikanlı kim bakalım?…

    -Bir akrabam, demiş Semai. Amerika’da jet pilotudur da tatile geldi.

    Deve pis pis sırıtmış.

    -Yaa demek akraban… Demek gene Amerika’da jet pilotu.

    -Evet, demiş Semai

    -Peki öyleyse… Hadi size afiyet olsun, sonra görüşürüz.

    Deve Ziya sırıtarak uzaklaşmış. Yemeklerini bitirmişler. Otele gidip odalarına çekilmişler.

    Sabah Semai kalkıp beraberindeki gencin kaldığı yandaki odaya bakmış. Odada kimse yok.

    -Tamam, demiş. Deve Ziya kaçırdı bizimkini.

    Bir taksiye atlayıp İstanbul’a dönmüş.

    Aradan bir hafta geçmiş. Karayağız delikanlı çıkıp gelmiş.

    Semai heyecan vede keyifli sormuş.

    -N’oldu, nasıl geçti?

    -Şahane geçti Semai abi. Beni otelden kaçırdıktan sonra Abant’a götürdüler. Oradaki o lüks otele yerleştirdiler. Başıma da bir adam diktiler. Bir hafta krallar gibi yedim içtim, yan gelip yattım. Deve Ziya’nın Beşiktaşlı yöneticileri otele getireceği gün de bir punduna getirip kaçtım.

    -Peki, Deve’ye ne dedin bu arada?

    -Senin dediğin gibi, ben ikinci lig gol kralı Yeşildirekli Salih’im dedim. Sağ ol Semai abi, sayende çok iyi bir tatil yaptım ama çok ta korktum bu arada.

    Bu defaki genç, gerçekten Amerika’da özel bir kuruluşta pilotluk yapan ve Türkiye’ye tatile gelen Semai’nin akrabası imiş.

    Fırtçakalın…

    Tekin Aral

  • O Zamanlar Tanrı Bile

    O Zamanlar Tanrı Bile

    İslam Çupi 1994 yılının Ocak ayında kaleme aldığı yazıda yine birbirinden harika cümlelerin altına imza atmış… Bunlardan biri de uzun zamandır aradığımız “O zamanlar, Tanrı bile gizli bir Fenerbahçeli idi, belki de…” cümlesiydi. Yazının tamamını büyük bir keyif ve özlemle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe ve Yeni Yıl

    Bundan 50 yıl öncesinin anılarında bir ölmüş güzellik olan o esatiri üçgen, üstüne yağan on binlerce takvim yaprağı yüzünden, sadece kartpostallara sığınan eski bir dükalık manzarası olarak kalmış ve günümüz İstanbul’u artık, ister çirkinlik deyin, ister mantıksız kocamanlaşma deyin, bir tarafı İzmit’e öteki tarafı Tekirdağ ve Karadeniz’e dayanan, şehirden öte bir ülke gibi şiştikçe şişmiştir.

    Manevi büyüklüğünü sayısal üstünlüğünü bir kenara bırakınız, ama gerçek şu ki Fenerbahçe İstanbul’un dinozorlaşan istilacılığı karşısında, hala Kadıköy’de bir evde, olanca kapalılığını ve tek başınalığını sürdürmektedir, ısrarla…

    * * * * * *

    Gerçek İstanbullu zenginler, Polonezköy’de Trakya’da Şile’de Podima’da, daha çok yeşil daha çok oksijen daha çok mekan gibi ekolojik dengeler ararken, Fenerbahçe 85 yıldır Kadıköy ısrarında yarattığı bir fil mezarlığı içinde, kendi ölümü için, bir 25 yıldır kazdığı lahidin müteahhitliğini yapmaktadır.

    50 yıl önce güzeldi Kadıköy…

    500’e yakın arsa ve semt sahalarında futbollarını Fenerbahçe için büyüten İstanbul çocukları, kendi top rönesanslarını sadece sarı – lacivert forma için imrenilir bir düzeye getirirler sonra büyüdüklerinde, Kadıköy’de stadın anlatamayacağı güzellikte bir futbol resitaline soyunurlardı.

    Cambazlar gelirdi, yıldızlar üşüşür, dripling şeytanları santrayı sarhoş eder büyük ustalar oyun zemininin her santimetre karesine sar – lacivertli renkli bir “TSE” damgası, basardı Fenerbahçe’de…

    Hoş bir akrobasi kitabı idi, Fenerbahçe o dönemde…

    Bir maçta jonglör Mehmet Ali Has önüne gelen rakibe çalımı basıp topu bir türlü “başka arkadaşına pas” olarak postalamayınca kaptan Küçük Fikret sinirlenir ve “Senden başka hiç kimse bu sahada top oynayamayacak mı? “diye sorunca, sempatik Tarzan’ın verdiği cevap, eskilerin hafızalarında aynı tazelikle yanar söner, şimdilerde bile…

    “Kaptan… Sahada Fenerbahçe ismini yazıyorum. Son iki harfi kaldı, sabret biraz…”

    * * * * * *

    O zamanlar Fenerbahçe’nin ne başkanı, ne yönetimi, ne antrenörü önemli idi. Önemli olan süper futbolcular idi.

    Bu süper futbolcuları da Fenerbahçe’ye ne bugün üç rakamlı milyara vurmuş transfer fiyatlar, ne teknik direktörlerin oyuncu bulma dikkati, ne ithal kotası getirirdi.

    Bunları İstanbul’un doğası, Ankara ve İzmir’in Fenerbahçe’ye duydukları uzak aşk yığardı, Kadıköy’e…

    O zamanlar, Tanrı bile gizli bir Fenerbahçeli idi, belki de…

    25 yıldır yaza yaza, tazminat fermanına benzer uzunlukta bir Fenerbahçe fermanını, İstanbul yakasından Kadıköy yakasını birleştiren bir yakınma boğaz köprüsü yaptım.

    İstanbul değişiyordu, İstanbul’un büyümesi, yayılması, nüfus kesafetinin ikamet istikametleri her gün değişen paraboller çiziyordu.

    Genç nüfus, fakir aile çocuğu nerede konaklıyordu. Nerelere konaklıyordu, futbola yatkın genç?

    Fenerbahçe yönetimleri, tüm bu ısrarlı uyarılara rağmen, ne değişen ve büyüyen İstanbul’u görebilme dürbününü taktı gözlerine, ne de İstanbul’un futbol oynama yaşına gelmiş çocuk oranının nerelere kümelendiğinin envanterini yapabildi.

    Büyüyen İstanbul’la birlikte, büyüyen futbol çocuk haraları ile birlikte, bilimsel bir açılmayı ve istasyonlar kurmayı beceremedi Fenerbahçe ve 25 yıl sonra İstanbul’un Kadıköy’ünde küçük bir nokta olarak kaldı.

    * * * * * *

    Fenerbahçe yönetimi hala, “zengin çocuğundan futbolcu olmaz” diyen bir sosyo-ekonomik gerçeğe sırtını dönerek Kadıköy’de futbol tesisi kumarını oynuyor, muhalefet Fenerbahçe üniversitesi ve hastanesi gibi maarif ve sağlık ütopyalarının peşinde koşuyor, ama hiç kimse İstanbul’un şehirleşme planını dikkate alarak ve politika büyüklerinin çok Fenerbahçeli göründüğü dönemde, devlet arazisi isteyip, bu şehir genç nüfusunun en fazla biriktiği yerlerde, gönderine sarı-lacivert bayrak dalgalanan 6 Fenerbahçe alt yapı tesisi ya da futbol okulu yapalım demiyor.

    Hayaller pahalıdır Türkiye’de, ama gerçekleştirilecek alt yapılar ve futbol okulları daha ucuz.

    Hayalleri satın almaktan vazgeçmeli, gerçek ucuza alınacak şeylere dönmelidir, Fenerbahçe…

    * * * * * *

    Fenerbahçe ligin ilk yarsında Galatasaray’ın 3 puan gerisinde ikinci sıraya oturmuştur.

    İşin futbol estetiği dışlanıp, görüntüyü bir matematik laboratuvara soktuğunuzda bu bir başarıdır.

    Fenerbahçe ikinci yarıda mutlaka adı şampiyonluk denen hedefe vuracak şekilde organize edilmelidir. Bu konuda beşinci yıl da bu takıma “sabır” diyenler, Fenerbahçe taraftarı değil, bu renklerin azrailidir.

    İkinci yanda takım disiplini ekip mantığı tamam ama bu oyunculara ferdi esneklik ve yaratıcılık aşılamak şarttır.

    Fenerbahçe stadı, hem uzaklık hem her türlü rüzgâr ve yel türbülanslarına açık, İstanbul’un en kötü futbol stadıdır.

    Beşiktaş’ın deplasmanda olduğu haftalar mutlaka İnönü stadı kiralanmalı ve İstanbul’un merkezi, daha çok taraftar ve sahada daha teşvik gören bir Fenerbahçe takımı ile bütünleştirilmelidir.

    “TV – gece – Fenerbahçe takımı – naklen yayın” gibi seyirciyi maçlardan kaçıran, taraftarlık kavramını soğutan ve ortadan kaldıran bir görüntü tuzağı mutlaka bitirilmelidir.

    Fenerbahçe takımının şahlanma ilacı, bir futbolcunun san – lacivertli forma ile oynadığını hissetmesi için mutlaka dolu tribünlere ihtiyacı vardır.

    Birinci devre boyunca görüldü ki, naklen TV yayınının rengi ve kalbi gerçek Fenerbahçeli değildir.

    Fenerbahçe 85 yıldır İstanbul’da kocaman kocaman kaldığı Kadıköy evinde, şimdilik bir nokta ailedir.

    Oraya 85 yılda her şeyi soktuk, bari ikinci devrede odadaki TV’yi kaldıralım.

    İslam Çupi – 4 Ocak 1994 – Milliyet Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – X

    Canlı Yapraklar – X

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – X” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – X

    Bugün İstanbul’un 4 kümeye bölünmüş 92 kulübü içinde öyleleri vardır ki, bunlar hangi kümede olurlarsa olsunlar, taşıdıkları adları ile birer (tarih)tirler. İkinci kümedeki Anadolu, Süleymaniye, Anadoluhisarı İdman Yurdu ve dördüncü kümedeki Altınordu kulüpleri gibi.

    Siyah-Beyaz formasıyla, uzun seneler İstanbul semtinin en kudretli kulübü olarak temayüz eden (Süleymaniye)nin bugün adını sık sık işitmemek onun yüce tarihinin silinmiş veya unutulmuş olması manasına gelmemelidir.

    Şöyle, 35 yıl öncelere gidelim. Ve futbolda İstanbul’un birinci kümesine göz atalım… Göreceğiz ki orada 6 kulüp vardır… Bunlar: Fenerbahçe, Galatasaray ve yukarıda adları geçen 4 kulüptür.

    40 yıl önceye gidelim… 1915 te de küme yine aynı 6 kulüpten müteşekkil olarak bütün bir hüviyet ve kudretiyle karşımıza çıkar. Hem de öyle bir küme ki şartlar, aşağı yukarı bugünkü gibi, müsavi olduğundan karşılaşmalarda hiç bir kulüp için önceden kati bir üstünlük iddiası varit olamaz. Her maç çetin, her karşılaşma şedit bir mücadeledir.

    Yıllarca birbirleriyle kaynaşmış ve sporumuzun bugünkü ileri durumunun, hemen her şube için ve uzun yıllar kahrını çekmiş bu emektar 6 kardeşin bugün, 40 sene sonra, çil yavrusu gibi dağılmış olmaları hakikaten hazindir. Fakat bu, onların şaşaalı tarihlerine bir nakisa teşkil etmeyeceği gibi bir gün yine bir arada ve en üst kümede toplanmalarının imkânsız olduğu manasını da taşımaz.

    1910’da kurulmuş olan (Süleymaniye Kulübü) nün gerçekten şaşaalı bir tarihi vardır. Kaleci Büyük Nedim’ler, solaçık Zeki’ler, Fikret’ler, Büyük Orhan’lar, Arif’ler, Hikmet’ler, Badi Şükrü’ler, Ahmet’ler, Arap Hüseyin’ler, Kemal Halim’ler, daha sonra Hamdi’ler ve Lütfi’ler… Ve daha nice kıymetler bu eski ve köklü yuvada yetiştiler.

    Futbolda Milli Takıma müteaddit elemanlar veren ve İstanbul ikinciliklerini alan Süleymaniye, atletizm ve bilhassa bisiklette de birçok Türkiye şampiyonluklarına erişmiştir.

    Bu eski ve kıymetli spor ocağımızın 15 yıl önceleri güttüğü Yenibahçe stadı dâvasını müspet bir neticeye bağlayamaması cidden talihsizlik olmuş ve onu lâyık olduğu büyük gelişmeden mahrum bırakmıştır.

    İstanbul semtinin, en az çeyrek asır için, en kuvvetli kulübü olan Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile olan münasebetleri 40 sene, fasılasız olarak, büyük bir kardeşlik havası içinde devam etmiştir.

    1913’de bir ihtilaf yüzünden cuma ligine giremeyen Süleymaniye’nin Büyük Orhan ve Zeki gibi en kıymetli futbolcularını, o sene pazar liginden mâda cuma ligine de ayrı bir takımla katılan Fenerbahçe’ye ödünç olarak vermesiyle başlayan bu samimiyet 1939’da Yenibahçe sahasında ilk ve son defa olarak tertiplediği 29uncu yıldönümü bayramını Fenerbahçe ile beraber kutlamasıyla en yüksek dereceye varmıştı.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile 40 yıl sürmüş kardeşçe münasebatı içinde dikkate şayan bir nokta vardır ki, o da, bu kulübümüzün talihinin Sarı-Lacivertliler önünde hiç de yâr olmayışıdır.

    Filhakika; İstanbul’da gelmiş, geçmiş ne kadar kulüp varsa bunların, istisnasız olarak hepsi Süleymaniye’den zaman zaman birçok silleler yemişlerken, yalnız Fenerbahçe bu iste muaf kalmıştır.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile karşılaşmalarının listesi önümde… 70 kadar maç yarmış. Fakat hiçbir galibiyeti yok. Yalnız, 30.11.917’de 2-2, 9.2.1947’de de 1-1’lik iki beraberliği var. Halbuki aynı Süleymaniye meşhur Altınordu’ya 6, Galatasaray’a 4’er golle bir kaç defa galip geldiği gibi, birincisi tarihlerinin ilk karşılaşmasında olmak üzere Beşiktaş’ı da birkaç defa yenmiştir.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe önündeki talihsizliği daha ilk karşılaşmalarında, hem de büyük bir belâgatle kendini göstermiştir. Biraz da Fenerliler fazla insafsız davranmışlardır.

    Ama kabahat da yine Süleymaniye’dedir. Şöyle ki; 40 yıl kadar maziye rücu edelim:

    11 Aralık 1915 cuma günü (Union Club) sahasındayız. Hava yağmurlu ve saha çamurlu.

    Maçı tehir edelim mi, etmeyelim mi? Düşünüyorlar. Fakat, Süleymaniyeli talihsizce bir celâdet gösteriyor: «- Buraya kadar geldik, oynayalım artık!» diyor.

    Fenerbahçe umumi kaptanı Galip merhum için verilecek cevap malumdur artık: «- Pekâlâ oynayalım!» mukabelesinde bulunuyor. Bulunuyor ama o da rakibinin celâdet ve bilhassa geçen haftalardaki oyunlarından ürkmemiş de değildir.

    Çünkü; Süleymaniye daha evvel yaptığı 3 lig maçında, sırasıyla Anadolu’ya 3-2, Anadoluhisarı İdman Yurdu’na 1-0 ve Altınordu’ya da 6-2 galip gelmiştir ve dördüncü kabak bu gidişle Fenerbahçe’nin başında patlayacaktır!

    Bu haleti ruhiye altında başlayan maç, bütün tahminleri altüst eden bir netice ile bitti: Birinci devrede 8, ikincide de 4 gol yapan Fenerbahçe, yılın namağlup rakibini tarihteki bu ilk karşılaşmada 12-0 gibi, yıllarda görülmemiş bir netice ile hayal kırıklığına uğrattı.

    İşte, Fenerbahçe ile Süleymaniye arasında 11 Aralık 1915 teki 12-0’lık maçla başlayan futbol karşılaşmaları 19 Şubat 1949’daki 5-2’lik maçla, şimdilik sona ermiş bulunuyor. İnşallah, profesyonel kümede yakinen yeniden başlayıp devam eder.

    Yukarıdaki resim, senede vasati olarak iki karşılaşma halinde 35 yıl devam etmiş olan Fenerbahçe-Süleymaniye maçlarından birini canlandırmaktadır. Bundan 32 sene evvel, 12 Ocak 1923 te Kadıköy’de yapılan bir lig maçından önce alınmıştır.

    Fenerbahçe ligde ilk devrenin 7nci ve sonuncu maçını oynamağa çıkmış bulunuyordu. Daha evvelki 6 maçta, sırasıyla Hilâli 4-0 yenmiş, Altınordu ile 0-0 berabere kalmış, Galatasaray’ı 3-0, Anadolu’yu 2-0, Darüşşafaka’yı 5-0 ve Vefa’yı da 5-0 yenmişti, 14 maçta (1) beraberlik ve (13) galibiyet ve sıfıra karşı (67) golle kazandığı emsalsiz 1922/23 İstanbul şampiyonluğuna doğru dolu dizgin gidiyordu.

    Yusuf Ziya Öniş’in hakemliğinde oynanan bu maç cidden çok heyecanlı olmuştur. Bilhassa Hikmet ile Cevat’ın cansiperane müdafaalarıyla Süleymaniye, gol atmakta çok mahir, o ele avuca sığmaz meşhur rakiplerine ilk 45 dakikayı haram etmiş ve gol yememiştir.

    Ancak 2nci haftaymın 25inci dakikasında sol müdafi Cafer’in uzaktan savurduğu şiddetli bir şut ağlara takıldıktan sonradır ki Sarı-Lacivertli muhacimler sinirden kurtulmuşlar ve neticeyi 5-0 lehlerine sona erdirmişlerdir.

    Resimde 11 Fenerli ve 9 Süleymaniyeli görüyorsunuz. O zamanın âdeti veçhile, o gün de iki Süleymaniyeli gecikmiştir. İçlerinde tanımadığınız var mı?

    Ben 2 Süleymaniyeliyi tanıyamadım. Diğerlerini beraber sayalım:

    Ayaktakiler, iki meşhur Süleymaniyeli hariç, Fenerlilerdir;

    Sağ baştan: Fahir (Yeniçay), Kadri (Göktulga), Sabih (Arca), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), Ömer (Tanyeri), Süleymaniyeli müdafi Cevat, Doktor İsmet (Uluğ), Diş tabibi Bedri (Gürsoy) Süleymaniye santrhafı meşhur Hikmet (Barlan), Şekip (Kulaksızoğlu), Alâeddin (Baydar), Zeki (Sporel).

    Yerdeki Süleymaniyeliler, yine sağdan: Abbas, Salâhaddin, Arab Hüsnü, kaleci, Safa ve sol baştaki de müdafi Saimdir.

    (Gelecek resim ve yazı, Taksim stadında 32 sene evvelki bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına ait enteresan hâtıralardır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 29 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi