Etiket: Bombacı Bekir Rafet Teker

  • Kadri

    Kadri

    Tuncay Yavuz‘un aktardığı Bedri Gürsoy portrelerinde sıra Kadri Göktulga’da… Bedri Bey sayesinde yepyeni bir şey daha öğreniyoruz. Meğer Kadri Göktulga, Fenerbahçe’nin ünlü yöneticilerinden Hayri Celal Atamer’in kardeşi imiş… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yıldız Yetiştiren Mektepler

    Dün ve bugün bizde yetişen değerli futbol yıldızlarımızın bir çoğunun adeta ilk futbolculuk aşılamasını yapan iki meşhur mektebimiz vardır. Biri Galatasaray Sultanisi (Galatasaray Lisesi), diğeri de Kadıköy’de, Kadıköy numune mektebi ve daha sonra Kadıköy Sultanisi (Haydarpaşa Lisesi).

    Hasnun Galipler, Emin Bülentler, Yusuf Ziyalar, Necib Şahinler, Ulviler, Muslihler, Lebibler, Vahiler, Nihatlar, Rebiiler, Faruklar nasıl Galatasaray Sultanisinden ve Lisesinden yetişmişler ise…

    Bekirler, Alaeddinler, Zekiler, Cemiller, Suphiler, Ragıp Ziyalar, Caferler, Haydarlar, Kadriler de Kadıköy Numune mektebi (Kadıköy Sultanisi)nde futbola başlamışlardır.

    Ben Galatasaray Sultanisinin bilemem. Oradan yetişen bir futbolcu arkadaşım mektebin hatıralarını ve futbolcularını anlatır ise çok iyi eder. Ben bugün okuyucularıma Kadıköy Numune mektebinin,- ben de orada yetiştiğim için – pek meşhur olan hatıralarını anlatmaya çalışacağım. Aynı zamanda da bilhassa, bu ocaktan yetişen en kıymetli müdafi oyuncularımızdan biri olan Kadri’nin de portresini çizeceğim:

    Ahmet Robenson

    Kadıköy Numune mektebi spora ve jimnastiğe son derece ehemmiyet verirdi. Uzun seneler İstanbul’da maarif müdürlüğü yapan Haydar bey o zaman mektebimizin pek kıymetli müdürü idi. Müdürümüz beden terbiyesine ve spora esaslı bir surette kıymet verirdi.

    O zamanlar Galatasaray birinci futbol takımının kalecisi olan Ahmet Robenson ise mektebimizin idman hocası idi. Bu yüzden mektepte futbol merakı almış yürümüştü. Ahmet Robenson’un muntazam çalışmaları sayesinde mektepte çok iyi futbolcular göze çarpmaya başlamıştı. Bilhassa bunların başında “14” Bekir gelmekte idi.

    Ahmet Robenson çok centilmen bir hoca idi. Talebeleri kendi kulübü olan Galatasaray lehine katiyen aşılamazdı. Onların diğer kulüpler ile olan rabıtalarına karışmazdı. Mektepte yetişen oyunculardan bir çoğu da kendi muhitlerinin kulübü olan Fenerbahçe’ye yazılırlardı. Ahmet Robenson’un yetiştirdiği mektebimizin takımı bazan muallimimizin kendi kulübü olan Galatasaray’ı da mağlup ederdi. Vakıa bunlar Galatasaray’ın ikinci ve üçüncü takımları idi ama, bir zaman sonra Numune mektebinde yetişen ve Fenerbahçe birinci takımında oynamaya başlayan futbolcular sivrilince, Ahmet Robenson ihtimamla, kendi eli ile  yetiştirdiği talebelerinin de gollerini yemeye başladı. Ahmet Robenson’un bu golleri, – okuttuğu evladının mürüvvetini gören bir baba zevkiyle – kale ağlarından toplaması görülecek bir manzara idi.

    Meşin Top Bayramı

    İyi bir futbolcu mektebimizde çekirdekten nasıl yetişirdi ve ne şekilde maçlar yapardık? Evvela bunu anlatayım.

    Mektebin taşlık avlusunbun karşılıklı iki duvarı kale olurdu. Yan duvarlar da taç çizgisi. Bir taraf Galatasaray, bir taraf Fenerbahçe olmak üzere talebeler muhtelif sınıflardan irili ufaklı sürü ile ikiye ayrılırdı. Ortadaki futbol topumuzun ise ne olduğunu tahmin edemezsiniz. Bir taş parçası, kömür parçası, limon kabuğu veya bezden bir yumak! Ve nihayet en fazla, içi saman dolu meşin küçük top. Meşin topu bulduğumuz gün adeta mektepte bayram yapardık. Bizim için bu en mükemmel bir futbol topu kadar kıymet kesbederdi.

    Aman Allahım bizim bu maçlarımızı bir görmeli idi. Birbirimize gol atacağız diye ne tehlikeli şekilde işe girişirdik. Çarpmalar, kamburalar, çelmeler, tekmeler, perendeler ve tabii olarak arkasından da ne kafa patlamalar, ne yüz göz kanamalar, ne bacak burkulmaları, ne ayak çıkmaları. (Bir gün bir arkadaşın ensesine sıçrayayım derken benim başım da hızla sivri taç duvarına balıklama çarpmasın mı, elimi başıma götürdüğümü ve elimin kan içinde kaldığını hatırlıyorum. Ondan sonra bayılmışım. Kendimi evimde yatağımda buldum. Bir hafta evden dışarı çıkamadım. Gözüm o kadar yılmış idi ki bir daha top oynamamaya ahdettim. Fakat bu tatlı meraktan nasıl vazgeçilir? İyileşince biraz sonra haydi gene başladım.)

    Bütün bu maçlarımızdan en ziyade zarar gören mektep binasının camları ve zavallı ana babalarımızın keseleri idi. Günde dört beş camın şangır şungur yere inmesi tabii ahvaldendi.

    Bu şekilde birbirini yiyen ve taşların üzerinde perende atan talebelerinin kunduralarının ne derece dayanabileceğini de hesaba katın, o zaman zavallı velilerin içinde haftada bir kundura alanlar olduğuna hayret etmezsiniz. (Daha ilk o gün giydiğim bir ayakkabının, bir taş parçası ile penaltı çekerken tabanını söktüğümü ve eve dil gibi sarkan köselesini ipe bağlayarak yollandığımı ve korkudan ayakkabılarımı kapının dibinde hemen çıkartıp çantama koyduğumu ben pek iyi hatırlarım.)

    Çayırlarda!

    Tatil günleri ise Kuşdili çayırına, Haydarpaşa çayırına gider, ceketlerimizden kaleler yapar, sabahtan akşama kadar bir bez top peşinde koşar dururduk.

    Zaman geçti. Bir gün mektepte bu şekilde futbol maçları yasak edildi. Müdürün ve Ahmet Robenson’un sayesinde mektepte muntazam timler yapıldı. Formalar ısmarlandı ve hakiki futbol topuna kavuştuk. Sonra Yeldeğirmeni’nde Kadıköy Sultanisine geçince de iş daha büyüdü. Mektep dahilinde muntazam kulüpler kuruldu. Küçük Ocak ve Hilal namındaki bu mektep kulüplerine talebeler yazıldı. Muntazam maçlar yapmaya bağladık ve bu suretle de mütemadiyen futbolcu yetişti durdu.

    İşte hepinizin tanıdığı meşhur Kadri bizim mektep takımımızın geçilmez kıymetli ve acar bir beki idi. Böyle mükemmel bir futbolcuyu Fenerbahçe kulübü hiç kaçırır mı? Zaten ağabeyi Hayri Celal de kulübün müessislerinden idi. Bir gün Alaeddin Kadri’nin oyununu gördü. Pek takdir etti ve derhal Fenerbahçe’ye kaydettirdi.

    Kadri’nin futbola hakikaten istidadı vardı. Kısa bir zamanda işi süratle ilerletti. O kadar ki üçüncü, ikinci takımda derken bir gün hem ikinci hem de birinci takımda oyun oynadı ve ondan sonra da öyle muvaffak oldu ki, Fenerbahçe birinci takımında mıhlandı kaldı. Hem de demir gibi rakipsiz bir oyuncu olarak. Nihayet biliyorsunuz, muhtelit ve milli takımlarımızın namdar bir oyuncusu olarak tanındı, parladı, şöhret saldı.

    Kadri’nin futbolda bu süratli ilerleyişinin bence en birinci sebebi futbola ve kulübüne aşık olmasıdır. Kadri mütemadiyen bu manevi rabıta ve sevgi ile çalıştı durdu. (Profesyonellik profesyonellik deyip duruyoruz. Bir profesyonel oyuncu da bu şekilde içten gelen bir kulüp sevgisi ve dolayısiyle oyun oynayış var mıdır? İmkanı yok olamaz. Kadri’ye sorunuz. Kendisine o zamanlar bin lira verselerdi kulübüne karşı, bu şekilde candan bir oyun oynar ve muvaffak olabilir mi idi? O zamanlar oyuncular kulübünün rengini her şeyin üstünde tutarlardı. Bu para kuvveti ile suni bir gösteriş değil içten kopup gelen manevi bir kuvvetti.)

    Kadri

    Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü, uzunca yüzlü, siyah parlak saçlı, geniş omuzlu, mütenasip ve kuvvetli bir vücuda malik demir gibi bir futbolcu.

    Bana kulüp ve futbolculuk arkadaşlığı ettiği zamanlarda ise ben Kadri’yi şu şekilde tanırım. Mert, samimi, uysal, iyi kalpli, iyiliği sever, zamanında çok ciddi. Bazan pek neşeli. Eşsiz bulunmaz bir arkadaş ve kardeş.

    Beynelmilel oyuncularımızdandır. Sert, çetin, sıkı enerjik bir oyun tarzı vardır. Bir buçuk saatlik maç esnasında elinden gelen bütün kudret ve kuvvetini esirgemeden sarfeder, nefesi, sürati, mukavemeti (atletik meziyetleri) fevkaladedir.

    Hücumları ani çıkışlar ile ve kendine mahsus ayak koyuşlar ile durdurması pek meşhurdur. Topa sıkı ve isabetli vurur. Ayağının dışı ile vuruşları demir gibidir. İki ayağına da hakimdir. Kafa vuruşları, vücut ve ayak çalımları, degajmanları, kornerden gelen topu karşılamaları, deplasmanı, pasları, driplingleri mükemmeldir.

    Bazan soğukkanlılığını kaybettiği vakidir. O zaman oyununu bozar, sert ve favullü bir oyun oynar. Asabileşir ve muvaffak da olamaz.

    Kadri Fenerbahçe’nin, muhtelit ve milli takımlarımızın memleketimizde olsun, ecnebi diyarlarda olsun birçok maçlarında çelik gibi bir kale parçası azameti ile bek durmuş, fevkalade oyunlar göstermiş, tam manasiyle maruf ve kıymetli futbol yıldızımızdır.

    Bedri Gürsoy

  • Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Ağabey

    Bugüne kadar Nasuhi Baydar‘ın hep başkası hakkında anlattıklarını dinledik. Bugün sıra kendisinde… Bedri Gürsoy, kendi deyişine bakarsak Nasuhi ağabey ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Tuncay Yavuz bize bu sohbeti aktarıyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Memleket Sporunun Otuz Senelik Kıymetli Emektarı B. Nasuhi Baydar diyor ki:

    “Uzun seneler geçen faal ve gayri faal spor hayatımda bir ‘spor telakkisi’ edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır…”

    (Spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden zavallı gençlere acırım…)

    Yazan: Bedri Gürsoy

    Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Baydar (mebus, edib ve gazeteci) bugüne kadar spor hayatının otuz seneye yaklaşan uzun yolu içinde Türk sporuna bin bir emek sarf ederek hakkiyle hizmet görmüş, ideal, münevver, amatör bir sporcu örneğidir. Faal olarak yaptığı sporlardan maada, çok mukteda bir idareci olarak tanınan, bugün dahi hala sporumuzun selameti yolunda durmadan için için çalışan bu çok değerli şahsiyetin bütün bunlardan maada öteden beri spora müteallik yazdığı yazılardan büyük bir alaka duymuş ve daima istifade etmişizdir.

    Nasuhi Baydar, beynelmilel mahur futbol yıldızlarımızdan Fenerbahçeli Alaeddin’in ağabeyidir. Alaeddin’in yetişmesinde çok emeği vardır. Fenerbahçe Kulübü’nün müessislerindendir. Kulübünü sOn derece sever. Fenerbahçe’nin en buhranlı zamanlarında büyük bir feragat ile canla başla çalışmış çabalamıştır. Onun kulübüne yapmış olduğu büyük hizmetleri hakiki Fenerbahçeliler hiçbir zaman unutamazlar, daima minnet ve şükranla yadederler.

    Kulüpte biz küçüklere o nazik ve kibar tavrı, güler yüzü ile öyle candan ve müşfik bir alaka gösterir idi ki, bundan dolayı ona Nasuhi ağabey derdik. Bugün de onun yanında küçük bir sporcu ve Fenerbahçeli kalan bizler kendisine hala iftihar ve hürmetle ağabey demekteyiz.

    Nasuhi Baydar sporun hakiki gaye ve manasını esasından bilerek bu yolda yürüyen bizde ender yetişen kıymetli spor mütehassıslarımızdandır. Spor nedir? Sporcu kime derler? Spor ve kulüp arkadaşlığı, samimiyeti, tesanüdü nasıl olur? Bütün bunları Nasuhi Baydar’dan sorup öğrenebiliriz. (Ben Nasuhi Baydar’ın ne derece içten bir sporcu ruhu ve karakteri taşıdığını, merhum büyük sporcu Galip’in cenazesini yağmurlu, çamurlu, fırtınalı o berbat havada hendeklerden bata çıka kulüpten ta kabristana kadar takip ettiği ve sık sık omuzunda taşıdığı zaman daha iyi ve tamamile anlamıştım. O gün yanımdaki arkadaşlarıma şöyle demiştim: “İşte, kadirşinas, arkadaş ve hakiki bir sporcu numunesi daha!…”)

    Spora müteallik sorduğum suallere Nasuhi Baydar bakınız, ne manalı, ne dikkate şayan ve ibret alınacak cevaplar veriyor:

    Sporculuk Hatıraları

    • Kaç sene, hangi kulüpte ve mevkide futbol oynadınız ?
    • 1908’den 1917’ye kadar Fenerbahçe Spor Kulübü ikinci ve birinci futbol takımlarında sağ iç ve sağ açık mevkilerinde zaman zaman oynadım.
    • En kuvvetli sporculuk hatıranızı anlatır mısınız ?
    • En kuvvetli sporculuk hatıram ! Lakin hangisini kaydedeyim? Anladığım manada “sporcu” için sporun heyeti umumiyetdi ve en kuvvetli hatıralardan örülmüş nefis bir kumaşa benzer. Şayet, bende sporculuğumdan kalan en kuvvetli intibaı soruyorsanız, tereddütsüz itiraf edeyim ki, büyük annemi ikna ederek satın aldırdığım futbol kunduralarını, çoraplarını, pantolonunu ve Fenerbahçe’nin sarı-beyaz yollu ilk formasını giyip takımdaki yerime geçtikten sonra müsabakaya başlanmak üzere hakemin düdüğünü öttürmesini beklediğim unutulmaz dakikadır.

    Sonra kulübümün zaferlerine iştirak ettim.

    Daha sonra, bisiklet yarışlarına girdim, atletizmin her şubesiyle uğraştım. Yüzdüm, tenis ve kriket oynadım. Voleybol, basketbol, hentbol, vaterpolo, hokey, patenli hokey, ski yaptım. Otomobil kullandım. Spor yazıları yazdım. Bizdeki acayip spor idareciliğinde ekseriya “ihtilafları izleye çalışan adam” vazifesi gördüm ve böylece kendime mahsus bir “spor telakkisi” edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır. Bu telakkinin de en doğrusu olduğuna şundan dolayı inandım ki kırk beşi geçmiş olmama rağmen – tahtaya vurunuz yahut maşallah deyiniz – kendimi her vakitki gibi zinde hissediyor ve “arkadaşlar” arasında bildiğim “arkadaşlık”ın cari olduğunu görüyorum. Bir diş hastalığından kalkmamak üzere yatağa düşmüşken beni ölümden kurtaranlar onlar olduğunu nasıl unutabilirim? Ve yine nasıl unutabilirim ki rahmetli Galip’i fırtına arasında edebi istirahatgahına kadar omuzları üstünde teşyi edenler bahsettiğim telakkiye sahip binden fazla arkadaştı?

    Bizde Spor

    • Bizde profesyonelliğe taraftar mısınız?
    • Spora amatörlük gibi profesyonelliğin de bir realite olduğunu kabul etmek lazımdır. Fakat bizde profesyonelliğe taraftar olmadığımı bundan evvelki suale verdiğim cevap kati derecede izah eder sanırım. Zira, bence spor gaye değil, vasıtadır; sıhhatli, neşeli, azimli kalmak vasıtası. Ancak, spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden gençlerden bazıları nihayet profesyonellikte karar kılarlarsa bu gibileri önünden kaçınılmaz bir kazaya uğramış addeder ve bu zavallılara acırım. Profesyonellerin tek özürü bundan başka bir şey olamayacağı gibi kendilerini terbiye için tek çare de profesyonel olduklarını ilandan ibaret değil midir? Bu itibarla diyebilirim ki, gizli profesyonelliğe apaçık profesyonelliği tercih ederim.
    • En kuvvetli futbol devrimiz sizce hangi tarihtedir ?
    • Futbolcularımızdan yenilerini pek tanımıyorum. Eskilerden beğendiğim işte birkaç isim : Galip, Arif, Emin, Bülend, Alaaddin, Said Salahaddin, Kamil Sporel, Hasnun, Bekir… Fakat, bunlar daha çok yukarıda bahsettiğim « telakki » ye göre seçilmiş isimlerdir.
    • Bizde futbolun en kuvvetli devri hangi tarihtedir ?
    • En kuvvetli futbol devrimiz « Slavya »nın İstanbul’a geldiği ve « Türk milli takımı »nın 1924 olimpiyatlarına iştirakten sonra Şimal memleketleri turnesi yaptığı birkaç senelik devirdir.

    Binbir işinin arasında, yine o eski mütevazı ağabey şefkatini göstererek suallerime cevaplar vermek lütfunda bulunduğundan dolayı bay Nasuhi’ye bütün kalbimle teşekkür ederim.

    Bedri Gürsoy / Nasuhi Ağabey

  • Bedri Gürsoy

    Bedri Gürsoy

    “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy, Fenerbahçe’nin işgal yıllarındaki müthiş takımında senelerce forma giymesi bir yana, tarihimize müthiş yazılar armağan etti. Bu defa onun portresini, Muvakkar Ekrem Talu kaleme almış. Tuncay Yavuz‘un aktardığı yazıyı keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milli Takımın İtila Devrine Kıvrak Bir Sol Açık

    Her milletin futbolünde bir yükselme devri – tabir caizse – bir Vundertim sıralayabilecekleri parlak günler vardır. Bizim bu zamanımız 1924 Paris olimpiyatları sonralarına raslar. Şimal milletlerini, Slavyaları, daha birçok ünlü rakipleri haki mağlubiyete serdiğimiz yaman silsile.

    Bu altın maçların üstad muzafferleri arasında, muvaffakiyetlerin biraz da esaslı amili sayılan hücum hattında, hepsi de ayrı ayrı birer “fevkalade” içinde L. Mehmet, Alaeddin, Zeki, Sabih, Bekir’den başka da bir yıldız vardı ki bu, sol açık Bedri idi.

    Birinci takıma girer girmez muvaffak olup tutunan pek az futbolcu vardır. Bunlardan biri de Bedri’dir.

    1922 senesinde Fenerbahçe birinci takımında oynamaya başlayan bu kıvrak futbolcu senelerce yerini muhafaza edebildi. Hem de şöyle aklıma gelebilen Nevzat, Seyfi gibi bugün mumla değil projektörle arayacağımız elemanlarına rekabetina rağmen… Ve nasıl bir Fenerbahçe kadrosu içinde.

    Fenerbahçe’nin mütemadiyen şampiyon çıkan takımlarında büyük bir muvaffakiyetle oynarken sırası ile Romanya, Çekoslovakya, Estonya, Litvanya, Polonya, Bulgaristan, Yugoslavya milli takımlarına karşı oynayarak 12 defa beynelmilel olmuştur.

    Meziyetler, Oyun Tarzı ve Hususiyetleri

    Bedri’de fizik karakterlerinin panoraması şöyledir: Zamanın modasına göre alabros taranmış kumral saçların çevrelediği yüz altın sarısıdır. Yakışıklıdan ileri bir güzelliktedir. Gök rengindeki gözlerinden her an müstesna zeka kıvılcımları taşımaktadır. Boy kısa, bünye zayıftır. Formayı o zamanın teamülü aksine pantolonun içine koyar. Kalın yün çorapların örttüğü ince bacaklarında tekmelik hiç yok, dizlik arada, bileklik daima mevcuttur.

    İlk maçlarında beyaz, sonraları sarı kunduraları meşhurdur.

    Bedri’nin o tarihin mizahına mevzu olan “limon yerken” çıkarttığı resim pek meşhur olduğu gibi asıl şöhretine sebep teşkil eden iki hususiyeti, süratli ve kendi icadı bir vuruştur. Bu öyle nev’i şahsına mahsus bir icattır ki satırlarda tarifi biraz güçtür.

    Sürer veya dururken topun önünde bacaklarını geride çaprazlayıp çengel halinde öyle bir vurur ki darbenin isabeti ve şiddetine şaşmamak mümkün değildir. Bugün biraz Küçük Fikret’te gördüğümüz müthiş bir eşapeli süratinden ötürü de halk kendisine “Ceylan” lakabını takmıştır.

    Bedri’nin çabukluğundan başka vücut ve bilek çalımı mükemmeldir. Sağının da solu kadar olduğu muhakkaktır. Bir tarihte gerek muhtelitte, gerek kendi takımında “sağ açık” olarak tecrübe edilmiştir. Sade Türkiye’ye gelenler arasında değil, dünyanın en iyi antrenörlerinden Billy Hunter, Bedri’yi pek beğenirdi. Zira bu müstesna futbolcu yüksek oyunu kadar disipline olan bağlılığı ile de idarecilerini memnun etmiştir.

    “Ceylan” Bedri Gürsoy

    Kendisiyle kulüp ve antrenman arkadaşlığı ettim. Bugün hiçbir futbolcumuzun çalışmak tenezzülünde (!) bulunmadığı bazı faydalı sistemler arasında bir direkler pasajı talimi vardı ki Bedri bunda pek usta idi. Zaten meşhur çalakisini biraz da buna medyundur sanırım.

    Bu derece yükselmiş, enternasyonel, birinci sınıf bir elemanda mutlaka kusur, kusur değil de zaaf aramak lazımsa işaret etmek isterim ki Bedri’de demirden şütler, çivi nevinden kafalar, tank gibi ezip biçmeler yoktu. Bir de – kendi bu tabiyeyi hala beğeniyor ama – daima çizgi imtidadınca sürüşler yapıp korner köşesinden ortalamaları doğru bulmasını ben doğru bulmam. Fakat onun zamanında bu bir meziyetti.

    Bedri’nin en beğendiğim tarafı da ahlak dürüstlüğü, centilmenliği, renklerini hayatı kadar sevdiği halde “kulüpçü” görünmemesidir. Bu son saydığım sporcu karakterindeki asaleti ne yazık ki bazı müfrit muhitlerde suizanla karşılanmış ve – burada tekrarından yüzüm kızarıyor – bütün bir gençliğini vakfettiği kulübünden, sarı laciverdinden uzaklaştırılmak istenmişti.

    Bugün mümtaz bir diş tabibi olan Bedri’nin içtimai olgunluğuna en bariz misal de “gavura kızıp oruç bozmamak”, yani muhatap tutulduğu menfi ve acaip mülahazaya rağmen “Fenerbahçeli” kalışıdır.

    Muvakkar Ekrem Talu / Bedri Gürsoy

  • Kadıköy Orta Mektebi

    Kadıköy Orta Mektebi

    Resimli Mecmua’nın 14 Mayıs 1925 tarihli sayısında Tahsin Demiray, bugün stadımızın yanında bulunan tarihî binanın Türk sporuna olan katkılarını anlatmış… O zamanki adıyla Kadıköy Orta Mektebi, Fenerbahçe’nin 1920’li yıllardaki meşhur mütareke/işgal dönemi futbolcularının önemli bir kısmını bünyesinden çıkardı. Yazıda okula ve geçmişin spor atmosferine dair gülümseten yerler var. Keyifli okumalar .

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihinde Kadıköy Orta Mektebi

    Bugün memleketimizde çok canlı, çok uyanık ve ati için çok ümitbahş olan spor hayatı on beş sene evvel hemen yok gibi idi… Meşrutiyetten sonra az çok serbesti bulan gençler arasında spor yavaş yavaş rağbet buluyor, fakat bir türlü umumîleşemiyordu… Tek tük teşkil edilen spor kulüplerinin isimlerini bilen, onların faaliyetlerinden haberdar olan yoktu…

    Halk gençlere şurada burada oyun oynarken tesadüf ettikçe “Eyvahlar olsun. Kıyametin kopması yaklaştı. Ne bu baldırı çıplak koca koca herifler… Utanmadan zıp zıp sıçrıyorlar… Elalemin evladına da örnek olacak, baştan çıkaracaklar..” diyor, futbola heveslenen evlatlarını men ediyorlardı.

    Zamanın en faal, belki de yegane kulübü Galatasaray’dı. Çünkü Galatasaray oyuncuları koskoca bir (Galatasaray Sultanisi)ne istinat ediyorlar ve evvelce orada hazırlanmış bulunuyorlardı… İçlerinde Türk olmayanlar da pek çoktu…

    Hayli müddet mahdut bir kısım münevver gence münhasır kalan spor, Balkan Harbi sıralarında (Keşşaflık) ile beraber taammüm etmeye başladı. Hükümetin emir ve iradesiyle (Genç) (Gürbüz) dernekleri teşkil ederken spor da meydan aldı.

    Memleketimizde (Keşşaf) (Genç) (Gürbüz) faaliyetlerinin temerküz ettiği mahall-i tabii İstanbul’du. İstanbul’da da (çok faal) (faal) (gayrifaal) mıntıkalar vardı. İşte Kadıköy bu (çok faal) mıntıkalardan biri ve belki de birincisi idi… Her Cuma, Pazar maçları Kadıköyü’nde şimdiki (İttihat Spor) sahasında yapılır, izci ve mektepler bayramları orada edilir, ecnebilerle orada boy ölçülürdü. Memlekette o zaman (kapitülasyon) denilen yedi başlı bir bela, bir ecnebi tahakkümü ve bundan yüz bulan şımarık bir ecnebi güruhu vardı. Bunların muntazam kulüpleriyle, takımlarıyla o zaman yegane boy ölçüşen, yüzümüzü ağartan (Galatasaray)dı. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi maalesef bu birinci kulübümüzün birinci takımında da ecnebi unsurlar vardı. Her kulüpte öyle idi ya…

    Türkiye’nin Spor Merkezi Kadıköy

    Spor sahasının Kadıköyü’nde olması, bütün maçların orada yapılması, çayırların, sahaların müsait bulunması Kadıköy gençlerini sporcu yetiştirmek için kafi idi. Nitekim de öyle oldu. Kadıköylü gençlerinden bir çok değerli sporcular yetişti. Bugün diğer milletlerin millî takımlarına karşı çıkardığımız gençlere dikkat edilirse ekserisinin Kadıköylü ve (Kadıköy Orta Mektebi) yetiştirmelerinden olduğu görülür.

    Harb-i umumînin bidayetinde (Aziziye Numunesi)nden (Sultani)ye kalb edilen bu mektep az zamanda birçok değerli oyuncu yetiştirmiştir. Ezcümle mektepte numarası 14 olduğundan (katorz) diye şöhret bulan Bekir (1) ve sonra İsmet (2), yeni yetişenlerden Kadri (3), Bedri (4) daha birçokları hep bu mektebin bahçelerinde ayva çöpü, taş parçaları ile oyuna başlayıp yükselmişlerdir. Bu nüshamızda mezkûr mektebin henüz tanınmayan sporcularından birinci takıma dahil bulunanların fotoğrafını derç ediyoruz.

    Spor tarihimizde (Galatasaray Lisesi) nasıl hürmet ve tebcil ile yad ediliyorsa (Kadıköy Lisesi) de o derece ve hatta daha fazla tebcil edilecektir ve o, buna layıktır.

    Demir Ay / Spor Tarihimizde Kadıköy Orta Mektebi


    (1) Fenerbahçeli Bekir Rafet Teker
    (2) Fenerbahçeli İsmet Uluğ
    (3) Fenerbahçeli Kadri Göktulga
    (4) Fenerbahçeli Bedri Gürsoy

  • Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    Rüştü Dağlaroğlu Röportajı

    1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Beş Senelik Bekleme Süresi

    Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?

    Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.

    Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.

    Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.

    Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.

    Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.

    Tarih Saptırılıyor

    Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.

    Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…

    Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.

    Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.

    Slavya Maçları

    Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.

    Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.

    Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!

    Nasıl Fenerbahçeli Oldum?

    Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?

    Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.

    Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.

    Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.

    Atatürk ve Fenerbahçe

    Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.

    Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…

    Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.

    Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:

    Program

    1. Gazi Büstü’nün açılış töreni.
    2. Bir ecnebi futbol maçı
    3. Zeki Sporel’in futbola vdası
    4. Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
    5. 120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni

    Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.

    “Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim”
    Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

    Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :

    “Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim”
    Başveki

    Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!

    Projeler, Gruplar ve Gelecek

    Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.

    Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.

    Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?

    Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.

    Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.

    Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.

    Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!

    Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.

    1907 Grubu

    Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.

    Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.

    Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.

    Amatör Şubeler

    Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?

    Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.

    Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.

    Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?

    Duydum ama detaylı bilmiyorum.

    Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

    Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.

    Takımdan umutlu musunuz?

    Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.

    Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?

    Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.

    En Unutamadığım Anı

    Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?

    Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.

    Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.

    Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”

  • Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla 35. yılında Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesi yer almış… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Huzurlarınızda, Bir Fenerbahçeliden kuruluş hikayesi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy’den Doğan Güneş

    1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.

    Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.

    Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.

    İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.

    Birinci Dünya Savaşı

    Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.

    Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.

    Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.

    Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak‘ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.

    Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.

    Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.

    Bütün Sporlarda Fenerbahçe

    Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.

    Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.

    Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:

    “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”

    Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.

    Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

  • Slavya Zaferi Manşetlerde

    Slavya Zaferi Manşetlerde

    Hatırladıkça gülümsemekten kendimizi alamıyoruz. Kimseye yakışmayacak bir biçimde tarihi tahrif etmek isteyen birileri, Fenerbahçe’nin Türk futbol tarihinin ilk yıllarını yazan gazete manşetlerinde neredeyse yalnız başına olduğunu itiraf etmemek için, araya Galatasaray’ı da katarak “İlk biz manşet olduk” demeye getirmişlerdi. Başka emsallerle de kendilerini çürüttük ama bugün yıldönümünü idrak ettiğimiz çok özel bir maçla, bu gerçeği bir kez daha vurguluyoruz. Gördüğünüz gibi Fenerbahçe’nin Slavya zaferi manşetlerde…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Gazetelerden

    Fenerbahçe’nin menendsiz arslanı “Bekir” yüzümüzü güldürdü, meşhur-u âlem Slavya takımı bire karşı sıfırla mağlup oldu.
    (Cumhuriyet Gazetesi)

    Bu neticeyi iftiharla alkışlayarak sporcularımızı bihakkın tebrik edebiliriz.
    Fenerbahçe : 1 – Slavya 0… Fenerbahçe harikulade bir oyunla yüzümüzü güldürdü.
    (Milliyet Gazetesi)

    Fener’i tebrik her Türk için bir vazifedir.
    (Son Saat Gazetesi)

    Yukarıdaki başlıklar dönemin günlük gazetelerinden.

    En alta da gazetelerin yüksek çözünürlüklü halini koyduk. Belki utanıp “Hata etmişiz” derler :)

    Yıllar Sonra Maçın Hatırası


    Sarı lacivertliler Türk futbol tarihinde altın yaldızlarla kaydedilen parlak bir sahife açtılar. O Avrupa’nın sayılı futbolcularını arasında bulunduran ve ilk İstanbul’a gelişinde karşısında bulunan Galatasaray’a yedi, Fenerbahçe’ye on, Altınordu’ya yedi gol atan Slavyalılar İstanbul’a ikinci gelişlerinde Fenerbahçe ile karşılaşacaklardı. Saha lebalep dolu, herkes bu meşhur takımın Fenerbahçe’yi tekrar büyük bir farkla yeneceğine kâni bulunuyor. Sarı lacivertliler Almanya’da bulunan meşhur futbolcusu Bekir’i İstanbul’a getirtmiş bulunuyordu.

    Herkeste bir sabırsızlık var. Evvela kırmızı-beyaz parçalı formalarıyla Slavyalılar sahaya çıktılar. Futbolda ilk hocamız olan bu üstatlar alkışlandı. Bunu Fenerbahçeliler takip etti. Bir alkış tufanıdır koptu. Oyunu Burhanettin Bey idare ediyordu. Takımlar karşı karşıya geldiği vakit Fenerbahçeliler şu şekilde idi.

    Fehmi, Füruzan, Kadri, İsmet, Sadi, Cevat, Nevzat, Bekir, Zeki, Alaaddin, Sabih

    Oyun başladı. Sarı lacivertliler canla başla oynuyorlardı. Karşılarındaki takımın üstatlığına rağmen kazanmak azmini taşıdıkları belli, herkeste bir ümit… Fener’in o meşhur muhacimleri hep Slavya kalesi önünde.. Slavyalılar da hasımlarının bu oyununa şaşırmış kalmışlardı.

    Gene bir hücumda idi. Slavya aleyhine bir korner oldu. Nevzat’ın çok güzel bir korner atışını Bekir şahane bir kafa darbesiyle gole tahvil etti. Top ağlara takılmıştı. Halk coşkun tezahürat yapıyor, sarı ve lacivertli gençleri candan alkışlıyordu. Seyirciler arasında bu golden sonra sevinç yaşı döken birçok kimseler de vardı. Bu gol Slavyalıları hayli şaşırtmıştı. Artık sarı lacivertliler bu sayının verdiği neş’e ile daha düzgün oynamaya başlamışlardı. Bu sırada, Bekir’in ikinci bir golünü daha alkışlayacaktık. Fakat direk buna mani oldu. Slavyalılar bu mağlubiyetten kurtulmak için çok çalıştılar. Fakat sarı lacivertlilerin ateşli gençleri karşısında bu mağlubiyete boyun eğmeye mecbur oldular. Hakemin düdüğü oyunun bittiğini haber verdiği zaman Türk futbol tarihinde de bu şerefli galibiyet unutulmaz bir gün olarak kaldı.

    M. Kemal


    Slavya Zaferi Manşetlerde

    6 Haziran 1923 tarihli Cumhuriyet Gazetesi

    6 Haziran 1923 tarihli Milliyet Gazetesi

    7 Haziran 1923 tarihli Son Saat Gazetesi

  • Nedim Kaleci

    Nedim Kaleci

    Arkadaşımız Tuncay Yavuz, Bedri Gürsoy‘un 1940’lı yıllarda yazdığı muazzam futbolcu portrelerini aktarmaya devam ediyor. Sırada Türk futbolunun muhteşem kalecisi Fenerbahçeli Nedim Kaleci var.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbol Merakı Bugün Bile Eksilmemiş Olan Nedim Kaleci

    924 Paris olimpiyadı. Muhtelif milletlerin seçme futbol takımları dünya birinciliği için üç stadda durmadan çarpışmaktadır.

    Malum ya, bizim takıma kurada Çekoslovakya çıkıyor. Bu takımın da salahiyet sahibi beynelmilel futbol mütehassıslarının tahminine göre olimpiyat şampiyonu olması pek mümkün.

    Türk milli takımı oyuncuları, Kolomb’da barakaların birinde toplanmış, kuranın neticesini öğrendikten sonra hararetli hararetli konuşuyorlar. Münakaşa ediyorlar. Her kafadan bir ses:
    – “Korkmayın çocuklar, bir de bakarsınız kazanırız. Biz adamakıllı çalıştık ve hazırlandık.”
    – “Öyle ya biz hazırlandık da adamlar armut devşirdi. Atma beyim atma, burası Taksim stadyumu değil. On taneden aşağı yersek yine şükredelim.”
    – “Bence tam bir müdafaa oyunu tatbik etmeliyiz.”
    – “Takımımız paniğe uğramasın da ne olursa olsun.”
    – “Lakin, hani bizde de şans varmış ha, ya kurayı çeken mübarek ele ne buyrulur?”

    Maç günü, stadyumun tribünleri tıklım tıklım dolmuş, Türklerin oyununu merak edip görmeye gelen her milletten binlerce kişi…

    Çek Maçı

    İşte Çek milli takımı, Türk milli takım oyuncuları sahaya çıkmaya başladılar. Tamam, milli marşlar çalındı. Oyuncular toplu bir halde resimlerini çıkartıyorlar.

    Aman Allahım! Zayfert, Ştapel, Çapek, Kolonati. Hepsi oynuyorlar. Allah bizim takıma imdad eyliye.

    Oyundan evvel Bekir’in bir iki bomba gibi patlattığı gösteriş şutu biraz olsun moralimizi okşadı.

    Maç başladı. Ne aksi, bizim kaleye doğru sıkı bir rüzgar esmekte. Çekler gibi en kuvvetli bir takıma düştüğümüz elvermiyormuş gibi, bir de semavi afetle de mi mücadele edeceğiz? Bu ne talihsizlik?

    Haydi! İşte sıkışmaya başlıyoruz. Çapek uzaktan kalemizin köşesine ilk tehlikeli ve sıkı şutunu gönderdi bile. Aman, topun gidişi fena. Girecek galiba Hayır, kalecimiz mükemmel bir sıçrama ile golü kurtarıp topu kornere savurdu:

    “- Yaşa Nedim!”

    Yerden sağ zaviyeden enfes bir şut daha, bunu da lastik top gibi bir çeviklikle fırlayarak, şayanı hayret derecede isabetli bir plonjonla kalecimiz yine kurtardı:

    “- Varol Nedim!”

    Arkasında biraz sonra, kalecimiz Çeklerin sağ içinin kaleye doğru seri bir driplingle dört adım sokulan bir hücumunu, ayaklarına yatarak kesiyor ve muhakkak bir golü daha kurtarmış oluyor:

    “- Dayan Nedim!”

    Bir buçuk saatlik maç esnasında, bizim kale uzaktan, yakından, sağdan soldan, havadan yerden, mitralyöz ateşi gibi şuta maruz kalıyor. Lakin dünyanın en yaman futbolcularının attıkları bu şutların birçoğunu kıymetli kalecimiz Nedim tam bir soğukkanlılıkla, muvaffak bir oyun göstererek gol olmaktan kurtarıyor ve haklı olarak da – Çekler dahil – herkes tarafından takdir edilip alkışlanıyor.

    Nedim ve Hamit

    Futbolda – geçende Hamit’in portresi yazısında da söylediğim gibi – bizim o devirde iki meşhur kalecimiz vardı. Nedim ve Hamit. Bu iki oyuncu rakip oldukları halde kardeş gibi candan sevişirlerdi. Katiyyen kıskançlık ve husumet nedir bilmezlerdi. Her muvaffakiyetli oyunlarından sonra birbirlerini kucaklayıp tebrik ederlerdi. Lakin bu arada Hamit Nedim’i, Nedim Hamit’i kızdırmak için ne latifeler, ne muziplikler bulurlardı.

    924 Paris olimpiyadına iştirak eden ve oradan da şimal turnesine çıkan milli futbol kafilemizin birbirinden kıymetli bu iki seçme elemanının biz futbolcular çok mükemmel oyunlarına şahit olmuşuzdur. Nedim Paris’te, yukarıda anlattığım gibi Çekler’e karşı cidden emsalsiz bir oyun çıkarmıştır. Hamit ise şimal turnemizin en esaslı karşılaşmalarında yüzümüzü güldürmüş, bir kahraman kesilmiştir.

    İşte Hamit ve Nedim’in bu şekilde birlikte geçen futbolculuk hayatlarında oyuncular arasında pek meşhur olan hatıraları vardır. O zamanki futbolcular arasındaki tam bir samimiyeti, tesanüdü, sporcu zihniyetini ve nasıl candan birbirlerini sevdiklerini göstermesi itibariyle enteresan bulduğum bu hatıralardan birkaçını yazayım:

    Hamit Nedim’i daima şu şekilde çağırırdı: “Yaşşşşaaaağ üstad Nadim, Malllli kaleci!”. Paris’te Çekler’le yaptığımız olimpiyat maçının ertesi günü bütün futbolcular bir arada istirahat ediyoruz. Kaleci Hamit’in sesi yükseliyor: “Yaşşa Nadim. Nedir o koltuğundaki bir yığın gazete? Yoksa İstanbul’dan falan mı geldi? Ne havadis var bakalım?”

    Hamit bu suali bermutad herkesin içinde bir muziplik olsun diye sormuştur. Zira bunlar maçtan sonra Paris’te çıkan ve Nedim’i baştan aşağı metheden gazetelerdir.

    Nedim’in cevabı: “Alayı bırak evladım. Beğenemedin mi? Al tercüme ettir de gözün kaleci görsün. Siz ne anlarsınız? Sen dursaydın da on beş gol yerdin!”

    Şimal turnemizde pek parlak oyunlar oynadığı için tercihen ekser defa Hamit kaleye konulurdu.

    Hamit’in anlattığına nazaran ne hikmetse bu esnalarda, Nedim’in sağ eli daima sargıyla sarılı bulunurmuş. Bunun sebebi de şuymuş. Nedim temasa geldiği ecnebi gazetecilere, mihmandarlara, maçtan evvel konuştuğu ecnebi takımı oyuncularına gösterip: “Ben asıl milli takım kalecisiyim. Lakin elim sakat, yarın benim ihtiyatım oynayacak!” diye izahat verirmiş.

    Hamit, artık hiç unutmam hepimizin içinde dayanamamış, bir gün Nedim’e haykırmıştı: “Allahaşkına, üstad, şu elini röntgene bir göster de içinde ne dert var anlayalım. İçim parçalanıyor vallahi.” demişti.

    Futbolu Hiç Bırakmadı Desek Yeridir

    Futbolu uzun müddet oynamıştır. Bizden evvelki devirlerden başlamış, bizimle devam ettirmiş ve bizlerle bırakmıştır. Beynelmilel oyuncularımızdandır. Birçok seyahatlerimize iştirak etmiştir. Her futbolcu, her tanıyan onu sever, iyi kalpli, iyiliği seven, kibirsiz, şakayı kaldıran bir arkadaştır.

    Seyahatlerimizde hepimizi peşine takarak en enteresan yerleri bize gösterir ve gezdirirdi! Sonra da “aman kendinizi sakın üşütmeyiniz çocuklar” diye tertibat alır, soğuk almak korkusuyla hastalığımızı önlerdi.

    Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, ipek gibi sarı saçlı sülün gibi mütenasip endamlıdır. Sahaya tertemiz bir kıyafetle çıkar. O uzun boyu, sevimli yüzüyle kalenin önünde bir heykel azametiyle durur. Ne yalan söyleyeyim, cakayı çok sever. Hatta kaleci Hamit bu yüzden Nedim’e “Mecmua oyuncusu” ismini taktığı meşhurdur. Yine Hamit’in söylediğine nazaran güya Nedim, kale civarında gazete fotoğrafçıları resim çıkartırlarken topa plonjon yaptığı zaman resmin tam alınması için nezaket icabı yerde fazla kalırmış.

    Nedim’in kalecilik hayaıtnda birçok muvaffakiyetli oyunları olmuştur. Paris’teki meşhur oyunu ise en başta gelir. Bunu antrenör Hunter de daima söylerdi.

    O gün Çekler’in karşısında panik olmamamıza ve olimpiyat futbol turnuvasında mağluplar arasında en iyi dereceyi almamızda Nedim’in büyük hissesi vardır.

    İlk kulübü Altınordu’dur. Sonra Fenerbahçe’ye girmiştir. Futbola, kaleciliğine aşıktır. Nitekim soyadını bile “Kaleci” koymuştur. Nedim’den bugün dahi futbol merakı bir parça olsun eksilmemiştir. Statların en ateşli, en meraklı müdavimlerindendir. Seyirciler arasında daima onun sert sesini duyarsınız. Genç futbolcu arkadaşlarını bir erkanı harp kumandan gibi tribünden bağırarak idare eder. Tenkit eder, kızar, bağırır, yükseltir, alkışlar:

    “- Haydi bakalım evlatlarım. Gösterin kendinizi”

    “- Şut… Şut diyorum sana!”

    “- Aferin çocuğum ha şöyle pas!”

    “- Ne yaptın? Berbat ettin, çalımın sırası mı şimdi?”

    ***

    Yaşa Nedim!

    Bedri GÜRSOY / Futbol Merakı Bugün Bile Eksilmemiş Olan Nedim Kaleci

  • Bombacı Bekir

    Bombacı Bekir

    Bedri Gürsoy‘un futbolcu portreleri serisinde sıra Fenerbahçe altyapısından çıkıp Avrupa futboluna damga vuran Bombacı Bekir Rafet Teker’de… Tuncay Yavuz aktarıyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bombacı

    Ben ona “Karabomba” adını koymuşumdur. Bekir ve Bekir’in şutu hasım kalesi içinde bomba gibi patlar.

    Bekir’in vuruşlarının top üzerinde kendine mahsus tek bir sedası vardır. Ben birçok vuruşlar arasında bakmadan Bekir’in şutlarını tanıyabilirim.

    Bekir, dünya üzerindeki futbolcuların en çetinlerinden biridir. Onda yaradılış itibariyle aklın alamayacağı bir kuvvet ve bünye dayanıklığı vardır.

    Her türlü fena bakımlara rağmen Bekir’in vücudu sarsılmaz. Bu futbolcu sabaha kadar uykusuz kalır; eğlenir, içer. Ertesi gün maça çıkar, en güzel oyunlarından birini oynar, yıldırım gibi koşar, aslan gibi çarpışır, goller atar. Bekir’in bünyesi çelik gibidir. Mesela Bekir hastadır. Ateşi 39. Doktorlar yataktan çıkarsa tehlike olduğunu söylerler. Bekir doktorlara güler, yataktan fırlar, soyunur, futbol sahasına koşar, harikalar gösterir. Üstüne de buz gibi bir duş…

    Bekir’in hastalığı geçmiştir artık. Demir gibidir.

    On Parmağında On Bir Marifet

    Çok seri koşar. Koşarken vücut çalımı yapar. Yüzlerce futbolcu gördüm, Bekir gibi vücut çalımı yapan birine daha rastlamadım. Bir buçuk saatlik oyunun her dakikasında Bekir’de gol ümidi kırılmaz. Bekir’in pasları ileri ve ölçülüdür. Yanındaki oyuncuyu ister istemez iyi onatır. Bu çocuğun yanında oynarken ben derdim ki: “İnsan bu yaman oyuncunun yanında gözü kapalı bile oynar…” Bekir çok iyi demarke olur, iyi yer tutar. Pası çeker. Bekir deplasmanlarda harikadır.

    Bekir en büyük maçlarda bile heyecan nedir bilmez. Birçok mühim maçlarda dikkat ederim, biz on oyuncu heyecandan sapsarı kesilmişizdir. Bekir’in kılı bile kıpırdamaz; dünya umurunda değildir, o oyununu bilir, golünü tıkar. Oyunun son dakikasına kadar soğukkanlılığını bozmaz. Bekir her vaziyette şut çeker. Koşarken, çalım yaparken… Bekir’in şutları çok sıkıdır. Bekir kaleye şut çekerken köşe hesaplamaz. Kaleciye, “Tutabilirsen tut” der gibi demir şutunu yollar. Top bir kere kaleyi buldu mu kafidir. Artık onu kaleci tutamaz, tutmak isterse kendi de kalesinin içerisine  yuvarlanır. Bekir’in pantolonunu çekerek attığı penaltılar yamandır.

    Maç Hatıraları

    Bekir’in zihnimde ve Türk futbol tarihinde yer bırakan birçok maç hatıraları vardır.

    Hangi birini anlatayım bilmem ki. İttihatspor – Fenerbahçe maçındaki tek başına kuvvetli Fener müdafilerini bir bir geçerek arka arkaya attığı 2 gol. Paris’te Çek kalesine soktuğu 2 gol. Burada Slavya’ya attığı ve bütün takımımıza maneviyat verdiği ilk gol.

    Sofya’da Bulgarlar’a attığı goller. Ne bileyim ben, daha dolu yararlıklar.

    Bekir’i daha nasıl anlatayım? O yalnız futbolcu değildir. Koşucu ve atlayıcı bir atlettir de aynı zamanda.

    Atletlerimiz aylarca çalışır, uzun atlama rekoru yapacaklar diye. Bekir futbol ayakkabısı ile bir atlar, yeni Türkiye rekoru yapar.

    Bekir dünyanın meşhur futbolcuları gibi yetişseydi kimbilir ne olurdu? Hiç şüphe yok ki bir oyununa binlerce lira alan dünyanın en meşhur oyuncuları onun yanında hiç kalırlardı. Zira Bekir’in mayası sağlamdır.

    Bekir mert bir arkadaş, uysal bir çocuktur.

    Ne yazık ki görüp göreceğimiz bu tek futbol kahramanımızın biz kıymetini bilmedik, Almanlar bildi. Almanlar 1928 Olimpiyat’ında, Amsterdam’da bu kıymetli oyuncuyu “Bekir, Bekir” diye kucaklayıp yanlarına oturttukları zaman gözlerim yaşarmıştı. Ona onlar kıymet veriyorlardı. Dediler ki “Bekir Türk olmasaydı milli takımımızın en yüksek oyuncusu o olacaktı!”

    Sözün kısası, Bekir gibi bir futbolcu Türkiye’de yetişmemiştir. Ne de yetişir artık bu gidişle.

    Bedri Gürsoy / Bombacı Bekir

  • Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?

    Bugün konuk bir yazarımız var. Türk sporunun hurafe, mugalata ve mübalağa dolu tarih yazımına “Belgeler konuşur” diyerek özgün ve tutarlı bir bakış açısı getiren Serhan Oytun Eroğlu, harf devriminden önceki kaynakları taramak suretiyle çok ciddi bir veritabanı oluşturdu. Bazı “işime geldiği kadar söylerim” tipi yazarların aksine, eksik gedik bırakmayan yorumuna daha çok mecrada rastlamak ve kitaplarda buluşmak temennisiyle diyelim. Ve “Tarihteki İlk Beşiktaş-Fenerbahçe Maçı Neden Oynanmadı?” sorusunun yanıtı için sözü kendisine bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Giriş

    1921 yılının Nisan ayında düzenlenen ikinci Galatasaray Kupası, hatırlarda en çok da oynanamayan Beşiktaş-Fenerbahçe maçı ile kaldı. İki takımın eşleştiği ikinci tur maçlarından hemen önce turnuva nizamnamesinde değişiklik yapılınca, Beşiktaş maç günü turnuvadan çekilmek zorunda kaldı. Fakat konunun bilinmeyen yönleri var. Bunlardan biri de, kupadan sarf-ı nazar eden Beşiktaş’ın Sarı-Lacivertlilerle aynı saatte, -hususi bir maçta da olsa- yine de karşılaşmak istemesi ve bu yönde bir teklifte bulunması..

    İlki 1920 yılında, Galatasaray’ın kuruluşunun 15. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen Galatasaray Kupası’na, 1921’de İstanbul’un resmi mahiyetteki 3 liginden de kulüpler davet edildi. İstanbul Futbol Birliği Ligi’nden Galatasaray dışında Fenerbahçe ve Anadolu; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nden Vefa, Darüşşafaka, Beylerbeyi ve Hilal, Pazar Birliği’nden Stella, bu sezon hem İstanbul Türk İdman Birliği Ligi’nde hem de Pazar Ligi’nde mücadele eden Beşiktaş, ve son olarak bir Ermeni karma takımı olmak üzere toplam 10 takım kupada boy gösterdiler.

    14 Nisan günü Galatasaray Sultanisi’nde yapılan kur’a çekiminde Stella ile eşleşen Beşiktaş, bu İngiliz-İtalyan-Rum karması takımı 2-0 ile turnuva dışı bıraktı.

    İkinci Turda Fenerbahçe-Beşiktaş Eşleşiyor

    17 Nisan’da oynanan maçlardan sonra..“…Neticede Pazar gününün galipleri Vefa, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray kulüpleridir ki çekilen kurada önümüzdeki Cuma günü kimlerin karşılaşacağı tayin edilip ber vech-i ati tespit edildi: Beşiktaş-Fenerbahçe, Galatasaray-Vefa, Hilal-Ermeni muhtelit takımı karşılaşacaklardır. Fenerbahçe-Beşiktaş müsabakası her halde Cuma gününün en ehemmiyetli ve en heyecanlı bir oyunu olacaktır. Temaşaya pek layık ve hararetli bir suretde cereyan edeceği şimdiden tahmin edilmektedir.” (1)

    “Pek Gülünç Bir Hale Giren Turnuva…”

    İkinci tur kur’alarının çekilmesinin ardından, “..turnuva heyeti, nizamnamenin beşinci maddesinin kendisine bahşettiği salahiyete istinaden (yetkiye dayanarak)” (2), turnuvanın kalan maçlarında her kulübün sadece kendisine kayıtlı oyuncularla sahaya çıkabileceği yönündeki hükmü içeren bir ta’mim hazırlayarak kulüplere gönderdi. Tarih: 18 Nisan 1921

    Kur’aya göre Beşiktaş ve Fenerbahçe 22 Nisan günü karşılaşacaklardı. Ama…

    “Fenerbahçe-Beşiktaş——Çekilen kura mucibince ilk oyun Beşiktaş ile Fenerbahçe arasında idi. Müsabakaların muntazam bir program tahtında icrası ve karışıklığa meydan vermemek için, Galatasaray Kulübü hafta içinde turnuva müsabakasına iştirak eden kulüplere birer tezkere yazarak her kulübün kendi oyuncularıyla isbat-ı vücud etmelerini bildirmişti. Fakat Beşiktaşlılar Union Kulüp’ten Bekir ve sabık Union Kulüp azasından Refik Beyler’i geçen hafta takımlarına ithal ettiklerinden bittabii Galatasaray Kulübü buna itiraz etmiş ve binnetice Beşiktaşlılar sahadan çekilerek Fenerbahçe galip addedilmiştir.” (3)

    İkdam gazetesinin, Galatasaray’ın tutumu için kullanılan “bittabii” kelimesinin de seçimi ile tamamen bir haber-yorum halini alan bu metnindeki içerik; Türk futbol tarihinin yaygın anlatımında, sanki o günün futbol kamuoyu konuyu ittifakla bu şekilde ele almış gibi bir kesinlik ile aktarılmıştır. Halbuki, tek yönlü olmayan bir beslenme ile, böyle bir fikir ve kanaat birliğinin o günlerde mevcut olmadığını tespit etmek hiç de zor değildir. Zira vakıalar bize meselenin, İkdam’ın aktardığı kadar basit olmadığını gösteriyor.

    Aynı gün yayınlanan Alemdar gazetesi, haberinin merkezine, ”tertip heyetinin bir takım keyfi değerlendirmelerle değiştirmek istediği kararları” koyuyordu:

    “İşte bu senenin turnuvası da garib bir suretde cereyan edip gidiyor. Heyet-i tertibiye ilk kabul ettiği müsabaka şerait ve talimatını ikinci hafta nakz (bir sözleşmeyi yok saymak) ediyor….Beşiktaş Fenerbahçe arasındaki müsabaka da heyet-i tertibiyenin bir takım mülahazat-ı keyfiye (keyfi düşünceler) ile tebdil etmek (başka şekle sokmak, değiştirmek) istediği kararlar üzerine yapılamadı. Beşiktaş da iştirak etmedi..” (4)

    Kural Sonradan mı Değişiyor?

    Hakikaten de, ilk tur maçlarına bakıldığında, takımların sadece kendilerine kayıtlı oyuncularla oynama zorunluluğunun bulunmadığını, bu zorunluluğun Beşiktaş ile Fenerbahçe’nin eşleştiği ikinci tur kuralarının ardından getirildiğini görüyoruz. Bu noktada Beşiktaş’ın, adları geçen iki yıldız oyuncuyu -yine yaygın anlatımın aksine- oynatmakta ısrar etmediğini ve birazdan göreceğimiz gibi, turnuva tertip heyetinin kararını -bütün keyfiliğine rağmen- saygıyla karşılayarak kupadan “sarf-ı nazar” ettiğini de belirtmek gerekiyor.

    Alemdar, 2 gün sonra da, turnuvanın birden fazla nedenle artık “gülünç” hale geldiğini ve Fenerbahçe’nin, Beşiktaş karşısında “garip bir suretde galip addedildiğini” yazacaktı.

    “Fenerbahçe-Ermeni Takımı——Bundan sonra, mevsimsizliği, idaresindeki karışıklığı, keyfi hükümleriyle pek gülünç bir hale giren “turnuva”nın -garip bir suretde son galibler(in)den addedilen- Fenerbahçe ile Ermeni takımı sahaya çıktılar.” (5)

    Tertip heyetinin bu eleştirilere ilk cevabı “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih (Açıklama)” başlığıyla, bunun ardından olacaktır (6). Ben şimdi, Hamza Osman Bey’in “Tavzihi Tavzih” başlığı ile yine Alemdar’da yayınlanan makalesinde (7) problemli olarak gördüğü ve madde madde ele aldığı hususları, ve Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nün bunlara dair yaptığı son izahatı (8) birbirini takip eder şekilde aktarıyorum.

    Burada dikkati çeken bir nokta olarak şunu da söyleyeyim… Hamza Osman Bey’in ilk makalesine karşı taraftan verilen ilk cevaplar “Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi” diye başlarken, üçüncü ve aşağıda naklettiğim cevapların bulunduğu izahata “Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden” diye başlanmıştır.


    Üç Resmî Ligde Müsabakalar Yapılıyor. Turnuva Zamansızdır.

    Eleştiri:
    “Evvela, turnuva mevsimsiz tertib edilmiştir. Çünkü malum olduğu üzere İstanbul’un futbol ile meşgul olan kulüpleri üç ligde resmi müsabakalarını yapmaktadırlar. Bu maçlar henüz neticelenmemiştir….Kulüplerin muhtelit timlerle iştirak etmeleri esbabını da (sebeplerini de) kısmen bu mevsimsizlik doğurmuştur”

    Açıklama:
    ”Galatasaray Sultanisi’nde vuku bulan murahhaseyn içtimaında (temsilciler toplantısında) heyet-i tertibiye (düzenleme kurulu) turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak (katılmama) şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı. Binaenaleyh turnuvaya iştirake karar verdikten sonra, hiçbir kulüp için ‘turnuva mevsimsiz tertib edilmiş olduğundan bütün oyuncularımızı sahada isbat-ı vücud ettiremedik’’ gibi bir mazeret kabil değildir. Bununla beraber zannediyoruz ki hiçbir kimse veya cemiyet, her kulübün olduğu gibi Galatasaray’ın dahi istediği zaman müsabaka tertib edebileceğine dair olan hakkını teslim etmesin ve ümid ediyoruz ki zat-ı alileri dahi bu hakkı teslim etmek suretiyle itirazınızı bizzat ıskat edersiniz (hükümsüz bırakırsınız)”

    Kulübün bu açıklaması, (ve özellikle “heyet-i tertibiye turnuva günlerine tesadüf edecek resmi müsabakaların tehiri veyahud turnuvaya adem-i iştirak şıklarından herhangi birisinin kabulünde bütün kulüpleri serbest bırakmıştı” ifadesi); samimiyetle ilgili, kamuoyunda mevcut olduğu anlaşılan soru işaretlerinin muhtemel kaynağının ipucunu da veriyor. Anlaşılan o ki; İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi kulüplerinin, resmi liglerini tehir etmek (ve belki de bunların yarıda kalmalarına giden yolu açmak) mecburiyeti ile, davet edildikleri (ve 3 İstanbul Futbol Birliği kulübünün de katıldığı) bir turnuvaya katılmamanın yol açacağı (‘çekindiler’ vs. gibi) dedikodulara, ithamlara katlanmak arasında bırakıldıkları düşünülüyordu.

    Alemdar gazetesinin, iki farklı makalede öncelik vererek ve ısrarla bu konu üzerinde durması dikkat çekicidir. Doğrusunu söylemek gerekirse; bu turnuva nedeniyle birer hafta ara verilmesine rağmen, İstanbul Türk İdman Birliği Ligi ve Pazar Ligi maçlarının da, İstanbul Futbol Birliği Ligi maçları gibi, mayısın üçüncü haftası itibarıyle sona ereceği bir takvimde, turnuvanın neden mayısın ikinci yarısına planlanmadığı, sorulması tabii bir sorudur. Nitekim, “Pazar Birliği Turnuvası” da Pazar Ligi’nin sona ermesinin ardından düzenlenmiştir. Galatasaray Kupası da, en nihayetinde, 1 hafta içinde final turunun ilk karşılaşmasının da dahil olduğu 11 maçının başarıyla oynanabilmiş olduğu bir turnuvadır. (Final turu G.Saray, F.Bahçe ve Ermeni karma takımı arasında 24 Nisan, 29 Mayıs ve 2 Haziran tarihlerinde oynandı)

    Neyse ki, bir önceki paragrafta bahsettiğim durumlardan hiçbiri söz konusu olmamıştır. Hem takımlar turnuvaya iştirak etmiş, hem de ligler tamamlanmış ve şampiyonları tayin edilebilmiştir.


    “Heyet Samimi Olsaydı Önceki Seneye Atıfta Bulunmazdı”

    Eleştiri:
    “Saniyen (ikinci olarak), “kulüplerin turnuvaya iştirak etmek zahmetini ihtiyar etmeyen (tercih etmeyen) bazı takımların” oyuncularını almak suretiyle kendilerini takviye etmeleri geçen seneden verilen numuneye imtisal etmekten (numuneyi örnek olarak alıp ona ayak uydurmaktan) ibarettir. Eğer muhterem heyet-i tertibiye bu sene hakikaten “kulüpler arasında caygir (yerleşmiş) olması elzem bulunan revabıtı (bağları) takviye ve teyid etmek” gayesini samimi olarak takib etse idi, sene-i sabıkaya (geçmiş seneye) imtisal etmez ilave edeceği bir madde ile kulüplere ancak “kendilerine mensub anasırla (unsurlarla, oyuncularla)” turnuvaya iştirak edebileceklerini de tefhim ederdi (bildirirdi)…”

    Açıklama:
    “..bir ecnebi takımına karşı Türk sporcularını temsil etmesinden dolayı o zamanki heyet-i tertibiyenin, Altınordu’nun kendisine mensub olmayan anasırla kendi takımını takviye etmesini nazar-ı mümaşatla (yoldaşlık bakışıyla) hatta nazar-ı memnuniyetle görmesi icab ediyordu. Halbuki bu sene müsabakanın şekli büsbütün başkadır. Her kulübe ayrı ayrı gönderilmiş olan davetname, hiç olmazsa zımnen olsun, herkesin ancak kendi anasırıyle iştirak edebileceğini ifham ediyordu (anlatıyordu). “

    Burada doğal olarak akla gelen soru, davetnamede, herkesin turnuvaya ancak kendi oyuncuları ile katılması gerektiği gibi somut bir hükmün açıkça değil de “zımnen” nasıl anlatılabildiğidir. Bahsi geçen davetnamenin metni bu cevabi yazıda paylaşılmadığı için, bunun hangi kelimelerle ve nasıl bir cümle ile yapılabildiğini bilmiyorum.

    Ve tabii neden açıkça değil de, zımnen anlatılmış olduğu da ayrı bir merak konusu olacak türdendir.


    “Hatanın Neresinden Dönsek Kardır Dedik”

    Eleştiri:
    “Salisen :17 Nisan 337’de icra edilen ilk müsabakalara muhtelit takımların iştiraki madem ki kabul edildi, sonuna kadar da devamına çar naçar katlanmak lazım gelirdi. Bu yapılmadan, keşmekeş, keyfi harekatı teyid iden nekatdan (noktalardan) biri de budur.”

    Açıklama:
    “3-‘Hatanın neresinden dönülürse kârdır’. Biz dahi, bilhassa daha ziyade teşevvüşata ve her kulübün son oyunlarda kendisine yabancı anasırla (unsurlarla) isbat-ı vücud etmesine (sahaya çıkmasına) mani olmak için böyle hareket ettik.”

    Bu, yoruma ihtiyaç bırakmayacak derecede zayıf ve düşündürücü bir izahat olsa gerektir.


    Kupadan Çekilen Beşiktaş Fenerbahçe’yle Aynı Saatte Özel Maç Yapmak İstiyor

    Eleştiri:
    “Rabıtan (dördüncü olarak): Beşiktaş-Fenerbahçe müsabakasında Beşiktaş’ın aldığı vaziyet hakkında futbol kapudanı Şeref Bey’den tekrar izahat aldım. Diyorlar ki: Beşiktaş Kulübü müsabakayı yalnız kendi anasırıyle icrayı maalmemnuniye (memnuniyetle) kabul etmiş idi. Yalnız oyun günü iki mühim oyuncu pek meşru mazeretlere müsteniden isbat-ı vücud edemediler. Bittabii biz de “kupa” maçlarına devam etmemekte -maalesef- muztar (çaresiz, mecbur) kaldık. Ve sahanın boş kalmaması için noksanlarımızı Union’dan (İttihat’tan) temin ederek bir egzersiz maçı yapmak teklifinde bulunduk. Galatasaray kapudanı beyefendi “hacet yok!” cevabında bulundular”

    Açıklama:
    “4- …Acaba turnuvanın ilk günü dahi böyle bir mazeretleri olduğundan dolayı mıdır ki, yine İttihatspor Kulübü’nün aynı oyuncularına müracaat lüzumu tahassul etmiş (ortaya çıkmış)! Bir de, madem ki egzersiz yapmak isteniliyordu, natamam her kulübün yapacağı gibi, Beşiktaş Kulübü dahi o sıralarda İttihatspor Kulübü’nde (burada stad kastediliyor) bulunan, kendi ikinci takımının oyuncularını oynatmak istemeyip de İttihatspor Kulübü’nden oyuncu istemeye neden muztar kalmış? Bir de bir egzersiz için neden bir meclis-i alenide (‘herkesin içinde’) İttihatspor Kulübü müdiranından (yöneticilerinden) müsaade istihsali (üretme) külfetine katlanmış? Bunlar hep muhtac-ı tenvir keyfiyetlerdir (aydınlatılmaya muhtac durumlardır). Bununla beraber Galatasaray kapudanının yapmak istenilen egzersize muvafakat göstermemesi mahaza vaktin darlığından. Çünkü saat ikide oyuna başlanılıp üçde hitam (son) verileceği cihetle bu teklif kendisine ancak saat 2.40’da serd edilmiş (ileri sürülmüş) olduğundan beyhude yere iki takımın bir müddet-i kalile (az bir süre) için sahayı işgallerine müsaade edemezdi.”

    Evet; Beşiktaş, sürpriz bir hamle ile, aynı gün için bir özel maç teklifinde bulunmuş fakat bu maçın oynanmasına da fırsat verilmemişti. Bununla ilgili izahatın ilk kısmında, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü tarafından, Beşiktaş’a, Fenerbahçe ile yapacağı hususi bir maçta, kendisine kayıtlı olmayan iki oyuncuyu oynatmaya neden mecbur kaldığı soruluyor. Bunun, en mesafeli ve renksiz ifadeyle, “tuhaf” olmadığını söylemek mümkün mü?

    Diğer taraftan, hususi maç teklifinin 2.40’da yöneltilmiş olduğu doğru olsa bile (ki vakit azlığı o durumda nisbeten geçerli bir mazeret olarak kabul edilebilirdi. Çünkü biri Galatasaray-Vefa turnuva maçı diğeri de Süleymaniye-Altınordu lig maçı olmak üzere, onun ardından yapılması gereken 2 maç daha vardı). Galatasaray kaptanının cevabı meselenin aslında vakit darlığı değil de, başka bir şey olduğunu gösteriyor: “Hacet yok!”. Anlaşılan o ki, Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü yönetimi; Şeref Bey’in yaptığı özel maç teklifine, kendi genel kaptanının verdiği “Hacet yok!” cevabını “Vakit yoktu” ile revize etmişti.


    “Bu Redden Sonra Kabahat Kime Aittir?”

    Eleştiri:
    “Hamisen (Beşinci olarak): Karışıklığın esbabı meydanda. Bilhassa daima spor aleminde müfid (faydalı) bir yurd olarak tanıdığım ve bunu on-on iki senelik hayatında pek kati bir suretde isbat eden Beşiktaş Kulübü’nü de muaheze etmiş (eleştirmiş) olduğumu zannediyorum…. Bahusus Beşiktaş kapudanının…..turnuva heyetini müşkil bir mevkide bırakmaması için vaki olan, kupadan sarf-ı nazar ederek (vazgeçerek) “egzersiz” maçı yapmak teklifinin reddinden sonraki kabahatin kime aid olduğunu acaba muhterem turnuva heyeti bir lahzacık hayalinden geçirmek tenezzülünde bulındu mu? Tavzihname aksini isbat ediyor.”


    “Kural Hakikaten Uygulanıyor mı?”

    Eleştiri:
    “Sadisen (Altıncı olarak): Hükümler keyfi idi….Bazılarına memnu olan şeyler diğerlerine mübah olduğunu teyid edecek…heyetin tamiminden sonraki Hilal-Ermeni Muhtelit Takımı oyununda Hilal kalesinde bulunan gencin Beşiktaş kalecisi Haki Bey oluşudur. Acaba muhterem heyet-i tertibiye bu zatı Hilal’in malı olarak kabul ediyorlar mı?! Bir de Ermeni muhtelit takımında sağ iç oynayan Noyar Efendi ilk maçda Ermeniler’in de oyunu olduğu halde Stella takımında Beşiktaş’a karşı oynamıştı. Bunun ne suretle tevil edileceğini (çarpıtılacağını) öğrenmek her halde pek merak edilecek bir şeydir.”

    Açıklama:
    ”5- Heyet-i Tertibiye Haki Bey’i tanımadığı cihetle, bu hususta Hilal Spor Kulübü’ne lazım gelen ihtaratı ifa edememiş, ……Noyar Efendi’ye gelince, Noyar Efendi’ye mukabil Hilal Spor Kulübü’nün dahi kimsenin haberi olmaksızın Haki Bey’i oynatmak suretiyle her iki rakib arasında -nizamnameyi ihlal keyfiyetinde- tevazün hasıl olmuş (denklik oluşmuş) oluyor.”

    “Nizamnameyi ihlalde denkliğin” geçerli bir mazeret olarak görülmesi, “nizamnameye riayet arzusunun” bütün bu olan biten içindeki hakiki yeri ile ilgili ilave fikir vermesi açısından kayda değerdir.

    Konuyu, Hamza Osman Bey’in, makalesinin sonunda yaptığı nihai değerlendirme ile kapatalım:

    “Hülasa: Bu ahval gösteriyor ki, ef’al ile akval hiçbir suretle birbirine uymamakta, sözlerin güzelliği işlerin çirkinliği yanında sönüp gitmektedir. Ve yine zannımız da hala sabittir ki, bu haller doğrudan doğruya Beşiktaş’ın kolayca hazmedilecek bir lokma olmadığını görmekten ileri gelmiştir.”


    Fenerbahçe’nin Bu Olayda Rolü Ne?

    Bu, akla gelen en tabii sorudur. Öncelikle, bu maçla ilgili yapılmış haber ve/veya yorumların hiçbirinde -maçın oynanması açısından müspet veya menfi herhangi bir şekilde müdahil sıfatıyla– Fenerbahçe’ye rastlamadım. Öte yandan, bu süreçte hiçbir gazetede Fenerbahçe bağlamında bir “hareketsizlikten” dahi bahsedildiğini de görmedim. Dolayısıyla; Fenerbahçe’nin maçın oynanması yönünde bir irade ortaya koyduğunu söyleyemediğim gibi, maçın oynanmaması konusunda Galatasaray’la -sessiz de olsa- bir ittifak halinde olduğunu da söyleyemem. Hasılı bu nokta, şu an itibarıyle benim için de karanlıkta kalmış olan bir nokta..

    Son olarak, belki birçok kişi için yeni olacak bir bilgi vereyim. 1924 yılının kasım ayında oynanan maç, iki takımın birinci takımları arasındaki ilk maçtı. Ama Siyah-Beyaz ve Sarı-Lacivert formalar ikinci takımlar seviyesinde ondan önce 2 defa karşı karşıya gelmişlerdi.

    Bu karşılaşmaların ilki 1921 yılının haziran ayında oldu. Maçın skorunu bilemesek de, Fenerbahçe ikinci takımının rakibini mağlup ettiğini biliyoruz. İkincisi ise, 1924 yılının Ağustos ayında oynandı ve Fenerbahçe ikinci takımı Beşiktaş ikinci takımını 2-1 yendi.

    Serhan Oytun Eroğlu

    KAYNAKÇA
    (1) “Turnuva Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 19 Nisan 1921
    (2) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (3) İkdam, 24 Nisan
    (4) “Turnuvanın İkinci Günü”, Hamza Osman, Alemdar, 24 Nisan
    (5) “Pazar Günkü Futbol Maçları”, Hamza Osman, Alemdar, 26 Nisan
    (6) “Galatasaray Kupası Müsabakaları ve Bir Tavzih”, Galatasaray Kupası Turnuva Heyet-i Tertibiyesi, Alemdar, 28 Nisan
    (7) “Tavzihi Tavzih”, Hamza Osman, Alemdar, 30 Nisan,
    (8) “Sonuncu İzah-Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü’nden”, Alemdar, 7 Mayıs
    (9) İkdam, 28 Haziran 1921
    (10) Tevhid-i Efkar, 11 Ağustos 1924