Etiket: Branko Stankoviç

  • Şeref Has Röportajı

    Şeref Has Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Özlenen Kaptan

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?

    Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.

    Spora Beyoğluspor’da başladınız…

    Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.

    Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…

    Şeref Has Röportajı

    Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…

    1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.

    Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…

    48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.

    Kırılamamış gol rekorunuz var… 

    Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış. 

    Kafa golleriniz de çok ünlü…

    Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…

    Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?

    1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.

    Şeref Has Röportajı

    Derbi maçlarında neler yaşardınız?

    Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.

    En mutlu olduğunuz an?

    Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.

    Çok teknik direktörle çalıştınız.

    Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.

    Uğurlarınız var mıydı?

    Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.

    Şeref Has Röportajı

    Örnek aldığınız oyuncular?

    Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.

    1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?

    Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.

    Ya tribünler…

    Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.

    Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…

    Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.

    Şeref Has Röportajı

    “Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?

    Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.

    1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.

    Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…

    Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.

    Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?

    Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.

    Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?

    Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…

    Şeref Has Röportajı

    Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz? 

    Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.

    Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?

    Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.

    Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?

    Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.

    Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…

    Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.

    Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?

    Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Kaptanın Seyir Defteri I

    Kaptanın Seyir Defteri I

    Başından beri Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu ekibinde desteğini esirgemeyen kıymetli büyüğümüz Alp Eralp “el emeği göz nuru” bir arşivi, sezon sezon tuttuğu defterleri paylaşmamız için bize teslim etti! 1980’li yıllarında sonunda tutulan bu müthiş imza defteriyle seriye başlıyoruz. Huzurlarınızda: Kaptanın Seyir Defteri I

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İmza Defteri

    Kaptanın Seyir Defteri I – Alp Eralp

  • Fenerbahçe Coştu

    Fenerbahçe Coştu

    15 Mayıs 1983 tarihinde oynanan Fenerbahçe-Sakarya maçından sonra İslam Çupi yine bir şaheser kaleme almış. İnsana “Fenerbahçe coştu da İslam Çupi coşmadı mı?” dedirtiyor. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Coştu

    Trabzon baskınından sonra, Fenerbahçe formasına “Made in Stankoviç” markalı bir sözname asılıyordu…

    “Takımımın bundan sonraki 6 maçı, birer finaldir…”

    Dünkü maçın 80. dakikasında yerini Önder’e bırakıp, pistte yürürken çılgınca alkışlanan o Müjdat isimli çocuğun mücadeleye doymamış halini yakalamışsanız dünkü müthiş Fenerbahçe’nin sahada gezdirdiği final terörünün öldürücülüğünü anlardınız… Futbol sahasını bir milyon noktalı bir alan farzederseniz, bir milyon noktaya da ayrı ayrı basan Müjdat, ayrıca çoğalttığı ayakları ile tüm Sakaryalı futbolcuları ikili mücadelelerde sokan bir engerek yılanı idi…

    Final maçları ayakları, adeleleri, yürekleri kemikleştirerek oynanır. Dünkü Fenerbahçe gibi… Final maçının futbolcuları hem kolektif anlayışta, hem ferdi maharette, bütün tahrip gücünü havalandırıp, rakibinin üstüne olanca acımasızlığı içinde yağdıran bir bombardıman uçağı gibidir. Tıpkı dünkü Fenerbahçe gibi…

    Finaller savaşlara benzer… Nasıl savaşların hatası, centilmenliği ve merhameti yoksa, final maçları da kadife eldivenlerle kartopu atılarak kazanılmaz, Fenerbahçe gibi oynayarak kazanılır…

    Maçın ikinci yarısında Haziran güneşi yemiş bir deniz anası gibi sahanın ötesinde, berisinde pelteleşen Sakaryaspor için ilk devre beraberlik ateşinin yakıldığı dev bir duman görüntüsü veriyordu.

    Şenol ve Ahmet’le patlayan kontrataklar, bir denizaltı torpilinin vızıltıları içinde Fenerbahçe defans sularını köpürtüyor, sol tarafta mütemadiyen açılan büyük anaforu Erdoğan bir türlü kapatamıyordu.

    Hele 36. dakikada bir kontratakta Şenol’un üst direkte patlayan vuruşu, acaba “tarih tekerrürden ibarettir” tiryakilerini nasıl düşündürecekti?

    Oysa “tarih tekerrür” etmeyecekti. Çünkü tarih tekerrür etse idi, Şenol’un vuruşu gol olacak ve Sakaryaspor geçen yıl Ali Sami Yen’de olduğu gibi rakibini belki yine 1-0 yenip, Fenerbahçe’yi ikinci kere şampiyonluktan edecekti…

    Fenerbahçe bana göre değil, ötekilere göre futbol güvenoyu almadığı ilk yarıda bile İstanbul’da oynadığı ölü maçların kefenini yırtmıştı…

    Ne var ki sahada uçurtma değil, adam kaldıran bir rüzgar delicesine esiyor ve Fenerbahçeli futbolcu gittiği her yerden daha yerleşmeden 10 metre gerisin geriye postalanıyordu…

    Rüzgarın forması yoktu ama, kendisi vardı ve Fenerbahçe’yi saatteki 10-15 kilometre hızı ile bayağı hırpalıyordu.

    İlk yarıda yarış arabası hızındaki topları kesmek toparlamak için rüzgarlı bayırda kelebek avcılığı yapan Alpaslan, Onur ve Cem ikinci yarıda maçı bitiren kahramanlar olarak final podyumuna çıktı.

    Alpaslan’ın attığı frikik golü, Sakarya kasasını açan usta bir maymuncuktu… Cem’in iğne deliğinden geçen çapraz golünün öncesinde Onur’un Ömer’e yaptığı pres vardı. Osman’ın nefis bir bilek hareketi ile Selçuk’a attırdığı üçüncü golün başlangıcındaki top, soliç boşluğundaki Osman’a Alpaslan’ın telgraf havalesi ile geliyordu…

    Bilen de vardır bilmeyen de… Ben bir bilineni, hem bilene hem bilmeyene bildiriyorum…

    Dünyada gözleri ile hem önünü, hem arkasını gören tek canlı bukalemundur…

    Osman dünkü oyunda işte bu mucizeyi yarattı. Sahanın hem arkasını, hem önünü, hatta sağını solunu, o da yetmedi trafik polislerini, Çamlıca tepesini, Kadıköy pazarını, Kalamış koyunu, gözlerinin içine alan bu usta, dünkü finalin en büyük dürbünü oldu…

    İslam Çupi / 16 Mayıs 1983 – Milliyet Gazetesi (Fenerbahçe Coştu)

  • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    Uzun yıllar sonra ve ilk kez dijital bir platformda düzenlenen Fenerbahçe Eşya Piyangosu’nun geçmişi 1933 yılına kadar uzanıyor. O tarihten bugüne bazı eşya piyangolarını  konu edindiğim bu yazıda; 1987 yılında kulüpte yaşanan gelişmeler dolayısıyla çekilişi sürekli ertelenen piyangonun ilginç hikayesini de okuyacaksınız


    1933 – Hediye Yekûnu 3.000

    1932 Yılında gerçekleşen Kuşdili yangınının yaralarını sarmak için düzenlenen ilk eşya piyangosundan günümüze gururla anılacak hikayeler kalmıştır. Geçtiğimiz günlerde bu hikayelerden birini sitemizde yayınlamıştık.

    1933 Piyangosu o dönemin şartları göz önüne alındığında kamuoyunda hayli ses getirmiş ve büyük ilgi görmüştü. Bu piyango için 100.000 bilet basılmıştı. Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasında satılan biletlerin fiyatı 50 kuruştu. Seyahatler, otomobil, motosiklet, bisiklet, oda takımları, dikiş, fotoğraf ve daktilo makineleri, elbiseler, yüzükler ile hediyelerin toplamı 3000’e ulaşmaktaydı. Piyango için kayda değer bir reklam kampanyası düzenlenmiş ve gazetelere ardı sıra ilanlar verilmişti. Piyangonun hediyeleri dönemin ünlü piyango gişesi olan Parmakkapı’daki Milyon Gişesi’nin önünde 3 Haziran’dan itibaren sergilenmeye başladı.

    Piyango 14 Temmuz Cuma günü Fenerbahçe Stadında yapılan atletizm yarışlarından önce çekilmeye başlandı. Basılan biletlerin yüzde 70’inin satıldığı açıklanan piyangonun ilk günü 1000 adet numara çekildi. Büyük ödül olan Chevrolet marka otomobili kazanan numara belirlendi. Geriye kalan 2000 adet talihlinin ertesi gün belirlenmesi ile Türk spor tarihini o güne kadar ki en büyük piyango organizasyonu tamamlanmış oldu.

    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    1948 – 6 Odalı Villa

    1948 yılının eşya piyangosu biletleri Başkan Şükrü Saracoğlu ve Umumi Katip Muvaffak Menemencioğlu imzasıyla 1 liradan satışa çıktı. Biletler Zeki Rıza’nın (Sporel) Milli Spor mağazasından satıldığı gibi, Nimet Abla gişesinde de temin edilebiliyordu. 1933 Piyangosundan farklı olarak bu çekilişte 6 odalı bir villa büyük ikramiye olarak ilan edilmişti. Bunun dışında Dodge marka 2 adet otomobil, Ford marka kamyonet, 1948 Londra Olimpiyatlarına seyahat, motosiklet de verilecek ödüller arasındaydı.

    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    • Fenerbahçe Eşya Piyangoları

    1970’lerde Dört Piyango

    1970’lerde Fenerbahçe 4 piyango düzenledi.

    1975 yılında 25 liradan satılan biletlerin üzerinde, Başkan Emin Cankurtaran ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in isimleri vardı. 14 Haziran’da çekilecek piyangonun hediyeleri arasında 1 apartman dairesi, 20 Otomobil, bisiklet, motosiklet, televizyon, buzdolabı, yurt içi – yurtdışı seyahatler bulunuyordu.

    1976 yılı piyangosu, Fenerbahçe eşya piyangoları tarihinin fiyasko ile sonuçlanan tek piyangosu oldu. Yeteri kadar bilet satılmaması üzerine kulüp içerisinde bir “Eşya Piyangosu Tasfiye Komitesi” bile kuruldu. Bu komite, satılan biletlerin ücretlerini geri ödeme planını yapmakla görevliydi. Komite geri ödeme tarihlerini sürekli güncellemek zorunda kaldı. Tespit edebildiğimiz ilan edilen son geri ödeme tarihi 31 Ocak 1977’dir.

    1976’da yaşanan fiyaskodan sonra 1977 yılında piyango düzenlenmedi. 1978 yılında düzenlenen piyangonun duyurusu ise 3 Kasım 1978’de yapıldı. Bu piyangonun özelliği Fenerbahçeli futbolcuların kampanyada aktif olarak yer alması ve bu kapsamda Pamukbank Şişli Şubesi’nde bilet satmalarıydı. 1979 yılı piyangosu ise 10 Ekim’de çekildi. 0964 numaralı biletin otomobil kazandığı piyangonun en unutulmaz olayı Amigo Birol’un 300 liralık bilet satarak yöneticilerden ödül almasıydı.

    Fenerbahçe Eşya Piyangoları
    1975 Fenerbahçe Piyango Bileti Ön ve Arka Yüzü

    Bilet ile Ödenen Transfer Taksidi

    80’li yılların ilk piyangosu 22 Kasım 1981’de çekildi.  Tofaş marka Murat 131 otomobil, 5’er adet çamaşır makinesi ve buzdolabı piyangonun öne çıkan ödüllerindendi. Dikkati çeken nokta bu piyangonun ödüllerinin geçmiş çekilişlerde verilenlere oranla daha az olmasıydı. Çekiliş sonucunda otomobili kazanan talihli Nahit Kartal, ödülünü Adbullah Acar’dan almıştı. 5 Aralık 1982’de çekilen piyangonun ödülleri bir önceki yılın ödülleri ile aynıydı.

    1985 Piyangosu, Türk spor tarihinin en ilginç olaylarından birinin sebebi olarak tarihe geçmiştir. Başkan Fikret Arıcan imzasıyla satışa çıkan biletler 1000 Tl ile fiyatlandırılmıştı. Kampanya süresinde geçmişte olduğu gibi futbolcular aktif rol alarak, Şekerbank ve Garanti Bankası şubelerinde bilet satmışlardı. Piyangonun en ilginç olayı ise gazetelere “Böylesi Görülmedi” başlığı ile haber olan olaydı. Denizlispor’dan Mehmet ve Mahmut adlı 2 futbolcu transfer eden Fenerbahçe yönetimi, transferin son taksidi olan 1 milyon lirayı 1250 adet eşya piyangosu bileti göndererek ödemek istemişti.


    1987 : Kaos

    Fenerbahçe 1986-1987 sezonunda deyim yerindeyse kaosu yaşadı. Bir yıl ara verilen piyango bu sene yeniden düzenleniyordu. Dolayısıyla kaos, piyango organizasyonunu da etkiledi.

    Piyangonun planlaması yılın ilk günlerinde yapılmıştı. Piyasaya 1.000.000 adet bilet sürülmesi ve karşılığında 2 milyar lira gelir elde edilmesi hesaplanıyordu. Bu planlama çerçevesince şubat ayında piyasaya sürülen biletlerin üzerinde Başkan Tahsin Kaya ve Genel Sekreter Semih Bayülken’in imzaları vardı. 9 Nisan’da çekilecek olan piyango için gazetelere Mart ayında ilanlar verilmeye başlandı. Bu ilanlarda 30 adet Renault 9 otomobil, 5 adet Otoyol minibüs piyangonun ödülleri olarak sıralanıyordu.

    Arbede

    Fenerbahçe için 1987 yılının kaosa dönüşmesine 1 Nisan’da Samsunspor ile oynanan Türkiye Kupası maçı neden olmuştur. 0-0 Berabere biten maç sonunda Fenerbahçe kupadan elenmiş ve futbolcular arasında kavgaya varan arbedeler yaşanmıştı. Bu kavganın sonucunda TFF, 15 Nisan’da kararlarını açıklamış ve Fenerbahçe ilk 11’nin 6 oyuncusu; Abdülkerim, Hasan, Müjdat, İsmail, Sedat ve Zafer’i 3 ile 4 ay futboldan men etmişti. Fenerbahçe yönetiminin “katliam” olarak nitelediği bu cezalar sezonun geri kalanını kulüp için kabusa çevirecekti.

    Samsunspor maçından sonra çekilmesi planlanan piyango ise, o güne kadar satılan bilet sayısının azlığı nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi. 6 As futbolcusunun cezalandırılmasının ardından genç futbolcuları ile mücadele vermeye başlayan Fenerbahçe futbol takımı, Mayıs ayının ilk günlerine kadar yaptığı üç maçta da sahadan başarısız sonuçlarla ayrıldı. 19 Nisan’da Boluspor deplasmanından 2-1’lik yenilgi ile dönüldü. 25 Nisan’da Kadıköy’de Zonguldakspor ile 0-0 berabere kalındı. 2 Mayıs’ta Sarıyer karşısında alınan 3-1’lik yenilgi ise adeta kazanın altını ateşledi.

    Stankoviç Gitti, Ercan Aktuna Geldi

    Kulüp içinde karışıklıkların başladığı günlerde Başkan Tahsin Kaya işleri dolayısıyla Ankara’daydı. Yüksel Günay’ın asbaşkan, Aziz Yılmaz’ın da yönetici olarak yer aldığı yönetim kurulu, Tahsin Kaya’yı futbol takımının sorunlarını görüşmek için İstanbul’a çağırdı. 6 Mayıs’ta gerçekleşen yönetim kurulu toplantısından sonra ilk somut karar teknik direktör Stankoviç’in görevine son verilmesi oldu.

    Futbol takımını sezon sonuna kadar Yılmaz Yücetürk ve Ercan Aktuna’nın çalıştırılmasına karar verildi. Toplantının yankıları birkaç gün sürdü. Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği demeçte Aziz Yılmaz: “Takımı bu hale taraftar getirdi. Seyircimiz cezalı futbolcuların yerine sahaya çıkardığımız gençleri beğenmiyor. Aleyhte tezahürat yapıp, takımın moralmen çökmesine neden oluyor.” diyerek, taraftarı suçladı.

    Muhalefetin önde gelen isimlerinden Ali Şen ve Cevher Özden ise yönetime suçlamalarda bulunuyorlar ve Tahsin Kaya’yı “Kulübün en büyük talihsizliği” olarak niteleyerek, istifa çağrısı yapıyorlardı. Tahsin Kaya da bu çağrıya görevi devraldığı zamanki kulübün kötü durumunu hatırlatarak “Fenerbahçe Haliç gibiydi” karşılığını veriyordu.

    Yönetim Dağılıyor

    9 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Ankaragücü maçında alınan 1-1’lik skor, yeni hocası ile yeni bir sayfa açmak isteyen Fenerbahçe’nin planlarını alt üst etti. Maçtan hemen sonra açıklama yapan Başkan Tahsin Kaya: “Taraftarlarımıza metanet (sabır) diliyorum, seneye şampiyonlukları yakalayacağız” diyerek ortamı sakinleştirmeye çalıştı. Bu açıklamaya rağmen kriz hafiflemiyor, yönetim kurulu üyesi Ali Ergenç “Bu yönetim Fenerbahçe’ye hizmet edemez” açıklamasını yaparak görevinden istifa ediyordu.

    Başlayan yönetim krizi yeni kararların alınmasına yol açtı. Genel Sekreter Semih Bayülgen istifa etti ve görevini Aziz Yılmaz’a bıraktı. Krizin devam ettiği günlerden 12 Mayıs’ta açıklama yapan Asbaşkan ve Basın Sözcüsü Yüksel Günay:  “Fenerbahçe kulübü 80 yıllık yaşamının en kritik ve ağır şartlarını yaşamaktadır. Yönetim kurulumuz bu nedenle bütün imkanlarını en iyi şekilde değerlendirip yeni sezonda Fenerbahçe’ye yakışır şekilde tüm branşlarda şampiyonluk iddiası ile yarışacaktır. Yönetim kurulumuz Başkan Tahsin Kaya’ya güvenerek ve inanarak çalışmalarını sürdürecektir” açıklaması ile adeta sorumluluğu Tahsin Kaya’ya bırakıyordu.

    Aynı gün eşya piyangosunun 19 Mayıs’a ertelendiğine ilişkin ilan gazetelerde yayınlandı. Kulübün ve takımın içinde bulunduğu durum, piyango biletlerinin satışını doğrudan etkiliyordu. Satışların artması için büyük ikramiye olarak lanse edilen Renault 9 marka otomobil Eminönü Meydanı’nda sergilenmeye başlıyordu.

    Gruplar Devrede

    Fenerbahçe futbol takımı, 16 Mayıs’ta İnönü Stadı’nda oynanan Beşiktaş maçında sahadan 4-0’lik yenilgiyle ayrıldı. Bu skorla Beşiktaş şampiyonluğa bir adım daha yaklaşmış oldu. Maçın ardından muhalif gruplardan olan Memduh Eren liderliğindeki “Fenerbahçeliler Grubu” mali kongrede usülsüzlük yapıldığını öne sürerek mahkemeye başvuruyordu. Piyango organizasyonu da bu kaos ortamından nasibini alıyor ve çekiliş 30 Ağustos tarihine erteleniyordu.

    Beşiktaş yenilgisinden sonra yeni teknik direktör Yılmaz Yücetürk’e olan inancını yitiren yönetimin, Galatasaray’dan ayrılması gündeme olan Derwall ile ilgilenmeye başladığı gazetelere yansıyordu.

    Fenerbahçe ligin son haftalarında artık kanıksanmaya başlanan kötü skolarla sahadan ayrılmaya devam etti. 24 Mayıs’ta Kadıköy’de oynanan Altay maçı 2-2’lik beraberlikle sonuçlandı. Maçın ardından yükselen tansiyon yönetim tarafından peşi sıra açıklanan transferler düşürülmeye çalışılıyordu. Fenerbahçe yeni sezona Altay’dan Erdi, Ankaragücü’nden Durmuş, Rizespor’dan Hakan ile güçlendirdiği kadrosu ile başlayacaktı. Bu isimlerden Hakan’ın (Tecimer) transferi planlandığı gibi gelecek yıl gerçekleşmeyecek, Hakan 1988-1989 sezonunda takıma katılacaktır.

    Aynı günlerde Rıdvan’ın (Dilmen) Galatasaray’a transfer olduğu haberleri çıkıyordu. Rıdvan, Galatasaray’a transferi bu kadar yakınken Fenerbahçe’ye katılacak ve sonraki yıllarda Fenerbahçe efsaneleri arasında yer alacaktı. 6 Haziran’da oynanan ligin son maçında Fenerbahçe Kocaelispor’u 2-1 yenerek, rakibini 2.Lig’e gönderiyor, maçın Kocaelispor’a bırakılacağına ilişkin çıkan söylentilere karşılık 2 ay sonra ilk kez galip geliniyordu.

    Minibüs

    Fenerbahçe için kaos olarak nitelenen bu sezon Galatasaray’ın 14 sene sonra şampiyon olduğu sezon olarak tarihe geçti.  Sezonun sonuna yaklaşılırken şampiyonluk ipini göğüslemesine kesin gözüyle bakılan Beşiktaş, ligin bitimine üç hafta kala, Malatyaspor deplasmanında beklenmeyen bir yenilgi aldı ve Galatasaray ile puanlar eşitlendi. Sonraki hafta 31 Mayıs’ta Beşiktaş, kendi sahasında Denizlispor ile yaptığı maç 1-1 sona erdi ve Galatasaray’ın galibiyetiyle son haftaya Galatasaray bir puan önde girdi. Son hafta iki takım da maçlarını kazanınca Beşiktaş’ın, şampiyonluğu kaybediş öyküsü de yazılmış oldu.

    1987 Piyangosu futbol takımının aldığı sonuçlarla kaosa dönüşen sezonun sonunda bir kez daha ertelendi. Son kez ertelenen tarih 1 Ekim’di. Bu tarih aynı zamanda çekilişin yapıldığı tarih oldu. Piyangoya ödül olarak konulan 5 minibüsten sadece biri satılan biletlere isabet etti. Minibüsü kazanan talihlinin ödülünü kulübe bağışlamasıyla birlikte piyangonun ödülü 5 minibüs kulüp tarafından satışa çıkarıldı.


    1989 : Piyango Fenerbahçe’ye Vurdu

    Hikayesini yukarıda anlattığımız 1986-1987 sezonu gibi 1987-1988 sezonu da Fenerbahçe için kötü sonuçlanmıştı. Takım sezonu 8. sırada bitirmiş ve camianın sabır eşiği kırılmıştı.

    Yeni sezon öncesi Fenerbahçe yönetimi önemli transferler gerçekleştirdi. Başkan Tahsin Kaya ve futbol şube sorumlusu, geleceğin başkanı, Metin Aşık, Alman Milli Takımı kalecisi Toni Schumacher’in transferini bitiriyor, bu transferin yankıları ülke sınırlarını aşıyordu.

    Aynı dönemde Sakaryaspor’dan Oğuz ve Aykut da transfer ediliyor, takımın başına da Todor Veselinoviç getiriliyordu. Fenerbahçe’nin fırtına gibi estiği bu sezonda eşya piyangosu biletleri 5.000 liradan satışa çıktı. Çekiliş tarihi olarak 19 Mayıs belirlense de, çekiliş 19 Ağustos’a erteleniyor, ödül olarak konulan 5 adet ev ve 10 adet otomobilin tamamının satılmayan biletlere çıkması, basında “Piyango Fenerbahçe’ye vurdu” başlığı ile haber oluyordu.


    1996

    Ali Şen’in başkan olmasıyla futbol takımının 6 yıl aradan sonra şampiyon olduğu 1995-1996 sezonunda piyango organizasyonunu yönetim kurulunun muhasip üyesi Mehmet Ali Aydınlar üstlenmişti.  Daha önce yaşanan ertelemeler göz önüne alınarak çekiliş tarihinin 30 Ağustos olarak belirlendiği piyangonun biletleri 500.000 liradan satışa sunulmuştu. 150 Milyar lira gelir beklenen piyango için basılan 400.000 biletin 326.000 adedi piyasaya sürüldü ve çekilişin yapıldığı 30 Ağustos tarihinde yetkililer 142.000 biletin satıldığını açıkladılar. Elde edilen 71 Milyarlık gelir, kulübün hedeflediğinin yarısıydı.


    Yüzüncü Yıl Eşya Piyangosu

    2007 yılında 100. yaşını kutlayan Fenerbahçe’nin yaptığı bir çok değerli organizasyondan biri de eşya piyangosu düzenlemek oldu. 28 Nisan’da çekileceği açıklanan piyango biletleri 10 yeni lira fiyatla ve üzerinde  Başkan Aziz Yıldırım ve Muhasip Üye Murat Özaydınlı imzasıyla satışa çıktı. Toplamda 3 daire ve 11 otomobilin ödül olarak yer aldığı piyango, 11 yıl aradan sonra kulübün düzenlediği ilk piyangoydu. Bu piyangoyu diğerlerinden ayıran en büyük özellik, yenilenen stadyumdan 326 adet kombine biletin de ödüller arasında yer almasıydı.


    2021 : İlk Dijital Piyango

    2007’den sonra yapılan ilk piyango organizasyonunu diğerlerinden ayıran özelliği, dijital biletlerin satışının www.nesine.com üzerinden yapılıyor olması. Linke tıklayarak satın alınabilecek piyango biletlerinin bedeli ise 5 tl olarak belirlenmiş durumda. Bugün itibariyle satışa sunulan biletlerin yarısının satıldığını, satışın yapıldığı web sitesinde yer alan sayaçtan anlıyoruz.

    Barış KENAROĞLU


  • İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı

    İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı

    14 Temmuz 1983 tarihinde, iki kupalı Fenerbahçe futbol sezonunu açtı. Ertesi gün İslam Çupi‘nin muhteşem bir yazısı daha Milliyet gazetesini süslüyordu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dün Herkes Birşeyler Açarken, İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı

    Fenerbahçe sezonu açtı…

    İstanbul’da dün hava açıktı… Dükkanlar, manavlar açıktı… İstanbul güzellerinin bikiniden dolayı göbekleri açıktı…

    Fenerbahçe sezonu açarken, Fenerbahçe vapuru da bir dolu bayram ziyareti garibancısı varsa, Kadıköy’den alıp Karaköy’e doğru açılmıştı…

    Fenerbahçe sezonu Kurbağalıdere’deki idman sahası yerine, Fenerbahçe sarayında açtı. Sarayın tribünlerinde yine iki-üç bin futbol sezonu susamışı taraftar, takım sahada koşarken “Şam-pi-yon… Şam-pi-yon” diye bağırıyordu. Maçlar başlamadan şampiyonluk ilânı… Taraf olmak, taraftar olmak güzel şey…

    Siftahta Engin Verel yoktu. Uçak onu Paris’ten kaçırmayınca, o uçağa inat, uçağı kaçırmıştı… İlyas o kötü olayın tesirini üzerinden atamamış, ayakları yeşil çimende, kafası ise Almanya’da idi…

    Yöneticiler, “Yahu sezon dün gibi bitti, bugün gibi başlıyor” dediler. “Yine savaşa başladık. Ama biz yorgunuz, nasıl savaşacağız” diye mendil yerine beyaz bayrak çıkardılar.

    Yönetim tribünden sahaya tam kadro ile çıkmadı. Selimpaşa aristokratları başkan Ali Şen, asbaşkan Abdullah Acar, genel sekreter Mesut Dizdar, yönetici Eyüp Karadayı denizi bırakıp, kravatlı grantuvalet karaya çıkıp, açılışa teşrif etmişlerdi.

    Geçen yılın iki şampiyonluğunda iki ayak olan asbaşkanlardan ikisi Ali Dinçkök, Mete Has ve futbolcu gibi yönetici Şeref Has, Sardunya adasında begonya sefasında imişler…

    İster misin, şimdi yönetimin arasını bu ada tatili bir kez daha açsın…

    Fenerbahçe’de her sezon açılıp, sezon devam ettikçe, kurban aranır, kurbanlar aranır. Fenerbahçe devletini iyi bilen yöneticiler, insandan kurban olmayacağını kurban uzmanlarına anlatmak için, dün açılışta koçtan bir kurban keserek, anlamlı bir ultimatom verdiler.

    Fenerbahçe’de milyarderler yönetimi var ya… Kurbanın celladı kör kasap Çetin, Frankfurt’tan bıçağı ile atlar uçağa, gelir Fenerbahçe Stadı’nda dakikada işi bitirir.

    Fenerbahçe futbolcuları, dünkü açılış idmanında hep koştular… Bir tur, iki tur, ben on tur… Yani cetvel gibi üç gündür kapalı duran dükkan kepengi açtı. Yoğurtçulu Emine çok sıcak olduğu için balkon kapısını açtı. Emekli Fahri bir duble rakı almak için buzdolabının kapısını açtı… Biri birini yanlış sollayan iki Anadol taksinin şoförleri ağızlarını karşılıklı açtı.

    İki kupalı Fenerbahçe sezonu açtı.. Tüm bu açıklardan sonra, ben kaleci Yaşar’a, Yaşar bana bakarak gülüştük… Ben ne düşündüğümü söylemeden, o benim ne düşündüğümü araklayarak yüzüme haykırmaz mı?

    “Kurduğun idman yazısını nasıl yazacağını biliyorum”

    Kim aşık olur düzlesen, futbolcular Bostancı’dan öteye çaktırmadan gidip geldiler. Başlarında 63 yaşında sekiz silindirli Chevrolet gibi Stankoviç “Ha şimdi duru, şimdi şişer” diye harika beklentiler içine girenlere, Yugoslav teknik direktör, “O futbolda ömür biter, koşu bitmez” gibi Türk lugatlerinde görülmeyen bir kelamla cevap verdi…

    Fenerbahçe sezonu açtı. Fenerbahçe taraftarı, “Şam-pi-yon, şam-pi-yon” teraneleri içinde ağızlarını keyifle açtı. Başkan Ali Şen, Eczacıbaşı’na sulfat acılığında bir demeç açtı.

    Manav Sulhi, “Ne olursa olsun, ben bu yıl kapalıyım abi…”

    Fenerbahçe sezonu dün açtı. Ben kalemi böyle bir yazı ile açtım. Haydi çok sezonlara…

    İslam Çupi / 15 Temmuz 1983 – Milliyet – İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı

  • Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

    Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

    Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki 4-4’lük maça bir de tribünden bakıyoruz! İzzet Benyakar, “Böyle bir geri dönmek görülmemiştir” diyerek, bu müthiş tarihe canlı şahitlik edişini anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4-4’lük Maç Öncesi

    Tarih 1982 Mart. Fenerbahçe’den ve tribünlerden ilk kopuşum.

    Her zamanki gibi Çiçek Pasajı’nda demlendiğimiz dostum, arkadaşım Yaşar’a (rahmetli Amigo Yaşar Özkazıcı) “Şampiyon olursak kutlamalara katılmak için 2 günlüğüne firar edeceğim” dedim.

    “Firar edersen seni ilk ben teslim ederim karakola” dedi. Güldüm geçtim. 5 puan farkla liderdik gittiğimde. “Görüşürüz” dedim. Ama Erhan Önal’ı transfer ettikten sonra bütün işler tepetaklak gitmiş; zaten 1981-1982’de şampiyon olamamıştık. “Sağlık olsun, seneye oluruz” dedik, sineye çektik.

    Askerim. Takip ediyorum uzaktan da olsa tabii ama içimde bir kurt var. Galatasaray maçına yetişmeliyim. İzin günümü bölük komutanımdan aylar önce rica edip, güç bela denkleştirmişim. İzni de koparmışım.

    Maç Günü

    Uzatmayalım. Maç sabahı erken saatte vardım İstanbul’a. Eve gittim bir ağırlama, bir hoş beşten sonra rahmetli anacım kahvaltı vs. hazırlamış, donatmış masayı. Ama Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Bizim tribündeki çocuklar geceden sabahlamış, hazırlanmışlardır. Kim bilir kaçta gidersem onları bulup girebilirim maça.

    Alelacele bir kahvaltıdan sonra, saat 10.00’da davrandım.

    – Hadi ben çıkıyorum.

    Babam “Nereye?” dedi, “Daha yeni geldin oğlum. Dur da yüzünü görelim”

    Fenerbahçe sevdamın sebebi hikmeti, daha küçükken beni omuzlarında maça götüren, Fenerbahçe tarihindeki kadroları isim isim ezberleten, antrenman maçlarında da adam eksiği olunca onlarla oynamış olan babam, mekanı cennet olsun.

    – Baba Fenerbahçe-Galatasaray maçı var biliyorsun.

    – Tamam oğlum. Ben seni götürürüm, ben de girerim maça.

    – Ya baba Mecidiyeköy’ü bile kapatırlar. Bilet kalmaz. Kapıları da kapatırlar, giremeyiz.

    – Ben açtırırım, dedi

    Babamın bütün çevresi eski yönetici arkadaşlarından oluşuyor biliyorum. İçim rahat değil ama, yine de çaresiz “Peki” dedim.

    Az daha sohbetten sonra

    – Baba maç saat üçte, saat bir olmuş hala buradayız, ben çıkıyorum, dedim.

    – Oğlum daha 2 saat var maça, diyor babam. Güleyim mi ağlayayım mı?

    Ali Samiyen Stadına Varış

    Taksiye atladığımız gibi, soluğu Mecidiyeköy’de aldık. İnzibat barikat kurmuş stada kimseyi sokmuyor. Bende askerim ya, iki muhabbetten sonra barikat bizim için açıldı. Ama stadyum dolu, kapılar kapanmış. Biz doğru şeref tribününe yöneldik. Allah’ın işi mi, benim şansım mı bilinmez, daha kapıya vardığımız anda babamın yönetici bir arkadaşına rastladık. Girdik numaralıya.

    Ben tribüne koşuyorum. Babam da eski yönetici arkadaşlarıyla seref tribününe demlenmeye gidiyor. Tribüne çıkıp da yeşil çimleri görünce bir oh çektim. Bırak oturmayı ayakta duracak yer yok. Aradan sızdım, en öne çömeldim. Millet isyan etti. Numaralının kenarlarına doğru Fenerbahçe, Galatasaray taraftarı karışık oturuluyor o zaman. Hiç uzatmadım; asker olduğum için onlar da uzatmadı, arıza çıkmadan seyredebileceğim maçı şükür. Kapalı tribün tam karşımda, hepsi arkadaşım, seçebiliyorum bile. Stadyum yarı yarıya.

    Efsane Ötesi Maç Başlıyor

    Daha maçın başında yedik golü ama Özcan Kızıltan 2 dakika sonra cadde tarafındaki kaleye zımbaladı füzesini : 1-1

    Galatasaray bastırmaya başlıyor, biz karşılık veremiyor ve hala defans yapıyor, bocalıyoruz. Olduğumuz yerde kuduruyorum artık, ilk yarı 2 gol daha yedik, devre 1-3 bitti. Devre arası babamı görmeye aşağı ineyim dedim.

    – Ben eve gidiyorum bu maçta daha çok gol yer bunlar bu gidişle, dedi.

    İçimde cılız bir umutla

    – Ya baba, belki döndürürüz maçı, gibisinden bir şeyler geveledim.

    İkinci devre başlar başlamaz; Hosiç diye bir golcüleri vardı akıllı adamdı, bizim kaleci Yaşar’a aşırtma bir gol attı. 1-4 mağlup durumdayız. Artık bende de maçtan çıkma psikolojisi hakim olmaya başladı. Galatasaray tribünleri üstümüzde tepiniyor neredeyse. Görmek ve işitmek zul geliyor. Çıkıyorum.

    Off  o ne? Dur yahu!

    Alpaslan kollarını kaldırmış ileri hareketi yapıyor.

    Yürüyün! İleri! Aldığı gibi topu sürdü. Oh be! Atak yapıyoruz.

    Boş döndük ama takım canlandı. Topu alan dikine gidiyor. Bir atakta top rakip defanstan sekti; tıngır mıngır orta sahaya doğru yuvarlanırken, orta sahadan bütün heybetiyle kopup gelen Onur Kayador, hani “Yaradana sığınıp, çaktı” denilen cinsten topa bir vurdu ki sesi tribünlerde yankılandı. Bütün stadın sessizliği içinde gelecek olan golün sesini duydu adeta.. Bazuka gibi giden top önce uzak direğe sonra yakın direğe çarpıp ağlarla kucaklaştı. Statta cılız bir ses

    – Gool!

    Artık durmak yok. Sağlı sollu bunaltıyoruz. Galatasaray futbolcuları bu beklenmedik şahlanışımız karşısında sinmiş durumda. Çok beklemedik, üçüncü golü yine Özcan Kızıltan yazdı. Stattaki sesin volümü artık biraz daha yüksek perdeden:

    -Gooooll!!

    Hadi be oğlum diyorum içimden. Birkaç dakika sonra koçum Bulgar Mehmet, kimsenin beklemediği bir anda uzaktan avladı kaleciyi. Statta ses artık bayağı yüksek perde:

    -GOOOOLLL!!!

    Büyük Fenerbahçe Tribünleri

    Fener tribünlerinin coşkusu görülmeye değer. Skor tabelasının yan duvarlarını yumruklayan Fenerbahçe taraftarları yukarı tırmanıyor, attığımız dördüncü golü yazmakta geç kalan tabelacıya tepkisini alenen gösteriyor.

    Maçın bitmesine var daha! Yürüyün be ! Osman Denizci kaçırdı, Selçuk Yula kaçırdı. Habire ataktayız ama bir türlü girmiyor. Son dakika, gol gelmek üzere. “Bitirme maçı hocam” diyorum içimden hakeme. Selçuk ah Selçuk! Ah Osman! Yine kaçırıyor golü.

    Maç bitti, adı “4-4’lük maç” diye kaldı ama iki dakika daha uzasa, tarih bu maçı “1-4’den 5-4’lük maç” diye yazacaktı. Hâlâ o günün heyecanını yaşıyorum. Umarım tüm Fenerbahçelilere de yaşatabilmişimdir. Hepinize Sarı-Lacivert günler ve mazimizde yatan tarihe ekleyeceğimiz nice yeni zaferler diliyorum.

    İzzet İsrael Benyakar / Böyle Bir Geri Dönmek Görülmemiştir

  • Eski Zamanlar Gibisince

    Eski Zamanlar Gibisince

    Şampiyon bitirdiğimiz 1982-1983 sezonunda oynanan ve 1-4 geriden gelerek 4-4 berabere kaldığımız Galatasaray maçına dair ikinci yazı, Halit Çapın’dan geliyor : “Eski Zamanlar Gibisince…”

    İslam Çupi ile birlikte, yirminci yüz yılın ikinci yarısında Fenerbahçe Spor Kulübü edebiyatını meydana getiren Halit Çapın‘ı rahmetle analım ve sizlere keyifli okumalar dileyelim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul İstanbul Olalı

    Ben işte dört dörtlük olay diye buna derim…

    Ben buna Fenerbahçe derim.. Ben buna Galatasaray derim… Ve de ben bu katiyyen bir final değildi derim… Bir şampiyonluk için koşuşturma hiç değildi derim… Ben buna bir Fenerbahçe-Galatasaray hesaplaşmasıydı ki, tastamamına eskilerin anlattığınca derim… Geçmişin yeniden yaşandığı bir güçtü derim…

    Kırkpınar dün Edirne’de değil, İstanbul’daydı… Güreşin hasosu, kıran kırana Ali Sami Yen Stadı’ndaydı… Bu böylece kabullenile derim…

    Bazı bazı zamanlar, bazı gözler, eskinin yeni baştan yaşandığını görürler diye rivayet ederler… Herkesler değil ama, bazıları bitamam eskiyi olduğunca yaşar derler… Dün işte öyle bir şey oldu… Bir eski Galatasaray, bir eski Fenerbahçe maçı oldu… İşte bazıları oradaydılar ve de gördüler…

    Dün Haziran şaşkınlıktan feriştahını şaşırdı… Deniz durdu kaldı, rüzgar dindi kaldı… Fenerbahçe 4-1 yenikti… Fenerbahçe bitikti… Fenerbahçe cemaati bir musalla taşına uzatılmış takımlarının karşısında matemdeydi… Matemde miydi?.. Sonrasına ne derseniz deyin, isterseniz mucize deyin… Olmazcasına bir şey deyin… Yıkanmaya hazırlanan bir ölümün dirilişi deyin… Hani bazı bazı çocukların çok seneden sonra doğum tarihleri sorulduklarında “Ben Fener’in, Galatasaray’la 4-4 berabere kaldığı maç günü doğmuşum” diyecekleri gibi… Hani bazı bazı gençlerin “Ben Fener’le Galatasaray’ın o korkunç beraberliklerinin olduğu günün devresi terhis olmuştum askerden” diyecekleri gibi…

    Fenerbahçe ile Galatasaray dün bir tarih düştüler : Haziran’ın ilk pazarı… Anneler, babalar günü gibisince…

    Dün gece İstanbul’u görecektiniz… İstanbul’u içki masalarında görecektiniz… İstanbul’u balkonlarda, teraslarda gece kulüplerinde sazlarda barlarda görecektiniz… İstanbul bütün gece Galatasaray ile Fenerbahçe’nin neden büyük olduklarını, onlara neden büyük denildiğini anlattı durdu… Anlattı durdu, diğer bütün kentlere çok zamandır yaşamadığı büyük bir keyifle…

    Halit Çapın / Eski Zamanlar Gibisince

  • Bir Büyük Beraberlikçi Fenerbahçe

    Bir Büyük Beraberlikçi Fenerbahçe

    5 Haziran 1983’de

    Fenerbahçe, Galatasaray karşısında 4-1 yenik duruma düştüğü karşılaşmayı, muazzam bir geri dönüşle 4-4 berabere bitirdi. Bu müthiş maça dair, iki muazzam Fenerbahçeliden, iki ayrı şaheser okuyacaksınız. Birinci yazı İslam Çupi‘ye ait : “Bir Büyük Beraberlikçi Fenerbahçe”

    Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4-1

    48. dakikada inanılmaz bir tabela asılmıştı Fenerbahçe’nin üstüne.
    Galatasaray : 4 – Fenerbahçe : 1

    İkinci yarının hemen başında Hociç’in Yaşar’ın kalesini bırakıp çıktığını gözlemesinden sonra attığı usta şandel gol ve Galatasaray’ı dörtleyen tablo, ligin bitimine iki maç kala belki de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu gömdüğünün belirgin bir çukuruydu.

    Bu Türkiye’de, bu takımlarla 4-1 yenilgiyi tamir etmek mümkün müydü? Son 15 yıla bakınız böyle bir tamir ustalığını gösterip yırtılmış elbiseyi takım diye gösteren ekip var mı?

    Galatasaray 4-1’e koşarken, hafta içinde TV’ye “Fenerbahçe şampiyon olmuştur tebrik ederim” diyen kendi teknik direktörünün takıma taktığı prangaları kırmıştır.

    Git de Ellerini Yıka

    Özkan Sümer’in en çok kızdığı iki adam Sejdiç ve Hociç Fenerbahçe’nin başında patlayan 4-1’lik müthiş şokun iki gerilim ustasıydı.

    Maç başlamadan önce heykelleşmiş Stankoviç’in pistteki duruşunu ziyaret edip, Yugoslav hocanın muhabbetle elini sıkan Galatasaray’ın bu iki Yugoslav’ı, maçın ilk yarısında Fenerbahçe’ye o kadar hain gol pozisyonları hazırladılar ki, Fenerbahçeli taraftarlar basın tribünün altındaki yerden Stankoviç’e bağırdılar: “- Git de ellerini yıka”

    Stankoviç ne Sejdiç ve Hociç’in sıktıkları ellerini yıkadı, ne de Fenerbahçe’yi Galatasaray karşısında felakete sürükleyen adam adama markaj inadıyla beynine yerleşmiş bir yanlışı temizledi.

    32 hafta defansıyla ayakta kalan, Osman ve Selçuk’un ani baskılarıyla sonuca giden Fenerbahçe’de Stankoviç gün adam adama nöbet diye hiç denenmemiş bir olayı 18’in üstüne getirince, Erdoğan, Cem, Onur, Alpaslan, aynı külaha girmiş bir dondurma gibi defansın içinde dondular. İlk defa kontrpiyede kalıp hiç önlem alamadıkları dört gollü bir lig maçı seyrettiler.

    4-4’e Dönüş

    Stankoviç adam adama markajda domuzuna ısrar ettiği için, dünkü maçta apoletleri sökülecek ve divan-ı harbe gidecek bir kumandandır. Aç parantez yarın modadır, Stankoviç diyecektir ki “Ben futbolcularıma böyle oynayın” demedim.

    Demese bile maçın birçok pozisyonunda Cem’in olmadığı sol bek mevkiinde, Alpaslan ile Erdoğan’ın birbirlerine bakıp “Bizim burada ne işimiz var?” demeleri aslında Stankoviç’in tersliğini maç boyunca anlatan dramatik bir piyesti.

    4-1’den sonra maçı 4-4 yapan Stankoviç değil, askerleridir. O muhteşem golleri atan Özcan, Onur, Bulgar Mehmet’e belki de oturduğu kulübeden Stankoviç ıstavroz çıkartmış olmalı. 4-1’den sonra nasıl olsa kazandık diyen bir Galatasaray’la, 4-1’den sonra nasıl olsa kaybettik demeyen bir Fenerbahçe’nin arasındaki anormal inanç farkı, son yıllarda hiç olmamış bir futbol zenginliğiyle beraberliğini futbol sahasına getirdi.

    4-1’lik galibiyeti tutamayan Galatasaray’a diyeceklerini Özkan Sümer desin. Ama 4-1’den beraberliği yakalayan Fenerbahçe takımına, başta 4-1’lik hezimet dakikalarında iki mutlak gol kurtaran kaleci Yaşar’dan başlayıp sol açık Mustafa’ya kadar bir inanılmaz beraberliği çıkardığı için Türkiye’de ne kadar Fenerbahçeli varsa teşekkür etmelidir.

    İslam Çupi / Bir Büyük Beraberlikçi Fenerbahçe

  • Sarmaşık

    Sarmaşık

    Yazılarını okumayanın çok şey kaybedeceği Alican Küçükcan, Fenerbahçe’nin 19. Türkiye şampiyonluğunu, 1982-1983 sezonunu anlatıyor. Sarmaşık kelimesi ancak bu kadar güzel hisler uyandırabilir.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin 1982-1983 Sezonu

    Salkım saçak futbolsever dolu Avni Aker tribünlerinden çıt çıkmayacaktı saniyeler sonra.  Sağ açıktan akan Osman Denizci ortalayacak, deplasmanlardaki tabelacımız Selçuk Yula ayağının içiyle topu Şenol Güneş’in koruduğu kaleye yerden, iki yan direğinin tam ortasına gönderecekti. Ancak, o da ne! Kale içinde olması gereken meşin yuvarlak, fileyle onu tutan demir profil arasından bir delik bulmuş, zıplaya zıplaya açık tribünlere doğru yol alırken, top toplayıcılar da şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı.

    Topun kale içine girdiğini adı gibi bilen, kendisini, hakemi, acaba herkesi kandırabilir miyim diye düşünen ve bu kandırma içgüdüsünü geliştirip yıllar sonra Şükrü Saracoğlu Stadı’nda nirvanaya ulaştıracak Şenol Güneş, tartan pistten gelen topu aut çizgisine koymaya çalışırken Fenerbahçeli futbolcular çoktan sevinç yumağı olmuşlardı bile. Puan sıralamasının en tepesinde boncuk gibi dizili olan Fenerbahçe-Trabzonspor- Galatasaray triosunun assolisti Fenerbahçe, ikinci yarının en kritik döneminde direkt rakibini, evinden uzakta 1-0 yenerek, sezon boyunun kısalmaya başladığı günlerde psikolojik üstünlüğü ele geçiriyordu. (7 Mayıs 1983)

    Ali Şen’in Yaratıcılığı

    Başkan Ali Şen’in önümüzdeki yıllarda da şahit olacağımız cin fikirleri, futbolcuların maç sabahına dinç kalkmalarını sağlamıştı. Senelerdir Trabzon’da meydana bakan Özgür ya da Usta Otel’de kalan Fenerbahçe kafilesi, sabaha kadar süren tezahürat, bağırış/çağırıştan uyuyamaz, güne pestil gibi uyanırdı. Ali Şen’in devreye girmesiyle lokasyonu daha bilinmezde kalan bir otel ayarlanmıştı. Uzun yıllar sonra futbolcular, ara sokaktaki Horon Otel’de bebekler gibi uyumuş, sabah zımba gibi kalkmışlardı yataklarından.

    Avni Aker Stadı’nın deplasman takımı soyunma odasında Fenerbahçe A takım formasını o sezon giymeye başlayan bir futbolcu oturuyordu: Önder Çakar. O gün maça yedek başlayan Önder, şampiyonluğumuzla sonlanacak sezonda takımın çok önemli dişlilerinden biri oluyordu.

    1981-82 sezonunun transfer hovardası, her bölgeyi neredeyse 3 futbolcuyla şişiren Fenerbahçe’nin yeni hocası Branko Stankoviç, bir sene önce doldurulmuş futbolcu havuzunu yeterli görmüştü. Hatta iki sene önce büyük umutlarla Zonguldakspor’dan transfer edilen, sarı lacivertli forma adına Dünya Karması’nda yer almış İsa Ertürk takımdan ayrılmıştı.

    Stankoviç, kabul edelim ki, sonu temmuz ayına dayanacak maratonda, futbolcuları fizik ve mental olarak hep hazır tutarak, mutlu sonla bitecek filmin yönetmeni koltuğunda en büyük övgüyü hakediyordu. Stankoviç, orta sahadaki dinamizmi arttırmak, sol kanadı daha işler hale getirmek için,  Osman Denizci, Arif Kocabıyık, Özcan Kızıltan gibi hücumseven orta saha oyuncuları arasında Müjdat Yetkiner ve Bulgar Mehmet’le birlikte oyunun iki yönünde de başarılı olması nedeniyle, genç takım menşeili Önder Çakar’ı takıma korkusuzca monte etmişti. Ve Yugoslav Hoca, bu genç sol ayağı ilk kez yine bir Trabzonspor maçında, 27 Kasım 1982’de oynanan ligin ilk yarısındaki müsabakada takımla beraber seremoniye çıkartmıştı…

    Hat-Trick

    İlk yarıdaki Trabzonspor maçı, ölümü göze alıp tribüne korkusuzca tırmanan, binlerle telaffuz edilen taraftarın, ‘sarmaşıklar arasında Maraton tribünü’  tablosu yarattıkları gündü. O gün, 1975 yılından beri süregelen, bir sene önce ofsayttan yediğimiz golle biraz ertelenen bir seri sonuydu. O gün, Rize’de oynarken Fenerbahçe’nin teklifini duyunca ‘’ya ben ya İstanbul’’  diye rest çeken nişanlısına, ‘’tabii ki Fenerbahçe’’ diyen ve kramponlarındaki hünerlerin hepsini Özcan’a attırdığı golden önce gösteren Arif Kocabıyık’ın, o gün, bir seri duvarını attığı üç golle yıkan Selçuk Yula’nın günüydü: 4-2

    Arif Kocabıyık futbol sahnesinin gördüğü en ince, en yapılamaz denilen çalım figürlerini kolayca çimene dökebilen bir ayak topu sanatçısıdır. Arif, belkıran çalımlarını dünya gözüyle görmek isteyen binlere  becerilerini mütevazılık yapmadan sundu. Taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin imrenerek izlediği çim saha baletiydi Arif. AKM Büyük Salonundan fırlama gösterilerinden birini İnönü Stadı’nda Beşiktaş karşısında sergilemiş ve 6 saniyelik sanat kokan dönüş, ayak içi plase hareketiyle takımının başından aşağı iki puanlık altın yaldız dökmüştü. Sahanın herhangi bir noktasından, yüksek şiddetle gelen topu, meşin yuvarlak yerde oynanır dercesine göğsünde yumuşatır, zemine indirir ve arkadaşlarının hizmetine sunardı. 1983 Şampiyonluğunda neşrettiğimiz sanat dergisinin baş editörü Arif Kocabıyık’tı. Arif gündüzlere sığmayan yaşantısının o yıl düzen içinde seyretmesini ilk bölgede oynayan abilerine borçluydu. Başta da Alparslan Eradlı’ya…

    Son Bir Kez Alpaslan

    Formasını asmaya, kolundaki şerefli pazubantı sezon sonunda çıkartmaya karar veren Alparslan Eradlı’nın penaltı noktası aboneliği ligin henüz başındaki Adanaspor maçıyla son buluyordu. Keşke o penaltıda top dağlara taşlara gitmeseydi de, kaptan devam etseydi sol ayağının içiyle yaptığı vuruşlara. Alparslan, İstanbulspor’dan şehrin karşı yakasına 1973 yılında, 25 yaşındayken geçti. Futbol formasyonu Didi’yle iyice şekillenen Alparslan, Fenerbahçe’nin unutulmazları arasına girmeyi başardı. 1977 yılındaki diz sakatlığı sonrası, ‘’artık futbola dönemez’’ sesleri arasında menisküs illetini yenmiş, mola verdiği yeşil sahalara dizliğiyle beraber 1980 yılında net olarak dönmüştü . Bu beyefendi, kalbimizde sızı, dimağmızda hoş bir tat bırakarak çekildi sahalardan. Alparslan’ın, sarı lacivertli formayla attığı son golü Sakaryaspor ağları tatmıştı. Büyük isim, takım arkadaşlarıyla yumak olmuşken, yıllar sonra bu şanlı formanın kaptanı olacak Oğuz Çetin, imrenilesi sevinç görüntüsünü rakip yedek kulübesinden takip ediyor, ilerde Fenerbahçe tribünlerine böyle mutluluklar yaşatmanın hayallerini kuruyordu.

    Selçuk Yula

    Yeni stadımızdaki yeni penaltı imparatoru Altay maçıyla beraber Selçuk Yula’ydı artık. Baygol, penaltı noktasında kireçlenmiş topa yavaş yavaş gelir, kalecinin yaptığı hamleden sonra atacağı köşeyi belirlerdi. Topa hoyrat davranmazdı Selçuk. Derisine, dikişlerine zarar vermeden yapardı vuruşlarını. Foto muhabirleri, Selçuk’un penaltılarında kalecileri hep ters tarafa meyletmiş olarak dondururlardı. Köşe seçmeyip de son ana kadar sabit duran kalecilerle Selçuk arasındaki saniye savaşlarını hep atan kazanmıştır. Özellikle Fenerbahçe Stadı’nın kale çizgileri uzun seneler, üzerinde umutsuzca bekleyen kalecilerin, çubuklu formanın penaltıcısı karşısındaki çaresizliğine şahit olmuştur. Bir sezon önce olduğu gibi, Selçuk Yula o sezonu da gol kralı olarak ama bu kez şampiyon takımın gol kralı olarak kapattı.

    Ligin ortaları zor geçti bizim için. Kış geldi. Zeminler ağırlaştı, sakatlıklar bel bükmeye başladı. Begoviçli, kiralık Zeyneloviçli, Mahmutlu, Sertaçlı ilk dem kadromuz değişmiş, rengini bulan takım rayına tam oturmuşken, ligin ikinci yarısı üst üste gelen puan kayıplarıyla başladı. Selçuk’un sesi, Altay ve Milli maçta gördüğü iki kırmızı kartla kesildi. Bahtiyar hep, aksi bile aynaya zor vuran, silik futbol figürü olarak dolaştı sahada, hiç hayrı yoktu takıma. Takım silkinmeliydi.

    Baba-Oğul

    13 yaşında bir çocuk, yani ben tam da o günlerde babamla birlikte dikildim stat gişenin önünde. Babam, hiçbir gücün beni denizden çıkartamayacağını düşündüğüm çok sıcak bir yaz gününde, balkondan gösterdiği gıcır gıcır Fenerbahçe forması, konç ve bembeyaz bir şortla 5 yaşını süren Can’ı sudan çıkartmış, bu renklere bağlamış, uslanmaz, uslanmasını da istemediğim bir Fenerbahçelidir.

    O öğlen ise hava buz gibiydi. Ali Esin, 6 Mart 1983 tarihli gazetenin meteoroloji köşesinde kar ihtimalinden bahsetmişti. Merhum Esin’in haklılığı hakemin ilk düdüğüyle tescillendi, Fenerbahçe-Samsunspor maç biletine kar taneleri iniyordu. Ara ara hırslanan tipi, zeminin yeşiliyle öyle güzel kontrast oluşturuyordu ki, Fenerbahçeli futbolcuları sahada görmenin mutluluğuyla daha da anlamlanan bu manzaraya şahit olduğum andaki heyecanımı, yıllar sonra aynı tazeliğini koruyan duygularla yazabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Şampiyonluk yolu defans oyuncularının dizdiği taşlarla örülüdür. Cem Pamiroğlu, bu formanın içindeki en genç kaptanlardan biri oldu. Hayata gözlerini Dereağzı’nda açmıştı Cem Sultan. Dereağzı’na çok da uzak olmayan bir noktadan frikik kazandığımız anda zaman adeta yeniden başlayan tipiyle donmuştu. Cem, benim de hayran olduğum, topa vurduktan sonra diğer ayağın da yerden kaldırılarak vuruşa estetik kazandırma hareketini yapmış, Tango markalı topu alt doksana göndermişti: 1-0

    Onur Kayador

    Takımın sol bek/sol stoperinin iki gole katkı vermesi, sezonda atılan toplam golün 40/50 arasında seyrettiği o zamanların ligi için artı ötesi puan olarak görülüyordu. Cem o sezon görevini her yönüyle layıkıyla yapmış bir Fenerbahçeliydi. Defans bloğunun içinde hatta tam göbeğinde, askerlik celbi sezon sonunda gelecek bir efendilik abidesi daha vardı: Onur Kayador.

    Onur, bugün dahi Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin müstesna yerinde duran, penaltısız 4-4 lük maçın kahramanlarından biridir. O maç Türk futbol tarihinin unutulmaz geri dönüşler şarkısının en çok mırıldanılan kuplesi olmuştur. Bu şarkıya en gür sesiyle eşlik eden Onur’un 59.dakikada attığı gol, soyunma odasında, ‘’Galatasaray forvetleriyle adam adama oynayın’’  komutu veren Stankoviç’in taktiğini kırkbeş dakikalığına rafa kaldıran Alparslan’ın ‘’ Adam markajını bırakalım, bildiğimiz gibi oynayalım;  biz Fenerbahçeyiz, ’’ düsturunun ürünüdür. Onur’un rakip kaleye 25 metre uzaktan gönderdiği füze, sadece sağ direk içine vurup kaleye girmemiş, aynı zamanda dirilişin meşalesini yakmıştır. Özcan Kızıltan ve Bulgar Mehmet’in çerçevelenip duvara asılacak güzellikteki golleri, Bursa deplasmanı öncesi camiayı iyice şampiyonluk havasına sokuyordu.

    Özcan Kızıltan

    Özcan, Kocamustafapaşa’da futbol topuyla tanıştı. Çukurbostan’ın tozu toprağı içinde bu spora âşık oldu. İstanbulspor, Mersinidmanyurdu derken, 1981 yılında sarı lacivert formayı sırtına geçirdi. Özcan, güzel goller sergisi açacak kadar spektaküler gole imza attı bu forma altında. Ama bu usta ayak, sadece golleriyle değil, kulübe bağlılığı, kalbinde ve röportajlarında duran ‘’Fenerbahçe benim her şeyim’’ cümlesiyle de taraftarın çok sevdiği futbolculardan biri olmuştur.

    Ancak, Uludağ’ın eteklerinde kurulu şehre yapılacak yolculuk öncesi kulübün halletmesi gereken iç transfer sorunu bırakın erimeyi, daha da buzlanmıştı. Dev bir iç transfer aysbergi Dereağzı’nın kapısında durmaktaydı. Federasyon iç transfer sürecini 4-10 Haziran aralığı olarak belirlemişti. 8 Haziran gününe gazetelerin son sayfalarıyla başlayanlar gözlerine inanamadılar. Haftalardır Trabzonspor’un, ‘’Selçuk ve Osman’a açık çek veriyoruz’’ teklifi demoklesin kılıcı gibi kulübün üzerinde sallanmış. Ama kimse Osman Denizci’nin rekor bir ücret de teklif edilse Kadıköy’den ayrılacağına ihtimal vermemişti. Korkulan oluyor;  Osman, tam da Bursa deplasmanı öncesi, Fenerbahçe’nin ensesinde şampiyonluk kovalayan takıma satılıyordu.

    Osman Denizci

    Osman Denizci, Rize’nin ligin tozunu attığı bir sezonun sonunda Zafer ve Arif’le beraber Fenerbahçe Burnu’yla tanıştı. Yumuşak bilekleri, defansı çaresiz bırakan ara pasları. Forvet oyuncularını üçüncü bölgede yalnız bırakmayan ofansif kafa yapısıyla hemen sivrildi. Kritik gollerin ayağı olarak hatırladığım Osman’ın ilk yarıdaki Sarıyer maçı biterken attığı gol liderliği getirmişti:2-1

    Osman’ın, 1982-83 sezonunun en güzel frikik golü yarışmasında kürsünün tepesine çıkabilecek vuruşunu Gaziantep maçında tribünden an be an takip etmiştim:

    Top, kıyıya paralel uzanan dağ sırası gören bulut gibi yükselmiş, barajı geçtikten sonra, sonbaharın son günlerini hisseden yaprak misali kalenin içine düşmüştü.  Antep kalecisinin çaresizliği, beni olduğu gibi, güz mevsiminin kımıltısız bir saatinde toplanmış 30 bin kişiyi de sarmış olmalıydı: 1-0

    Osman Denizci kariyerinin en anlamlı golünü Bursa Atatürk Stadı’nda kaydetti. 1-1 devam eden maçın 86.dakikasında attığı gol, Fenerbahçe’ye şampiyonluk kupasını getirdi. Sağ kanattan Selçuk’un getirip, ortaladığı topa arka direkte yaptığı vuruş, ‘’aklı karışık, oynamasın Bursa’da’’ tereddütlerine verilmiş en güzel cevaptı: 2-1

    Sarmaşığa Tırmananlar

    1965 yılında temeline harç konulduktan aşağı/yukarı 17 yıl sonra tamamlanan ‘Yeni’ Fenerbahçe Stadı 18 Haziran 1983 günü gelin gibi süslendi. Fenerbahçe’nin adına yakışır bu törende Şampiyonluk kupası, onu en çok hakedenlerin ellerinde yükseldi. Ezeli rakipleri ve Trabzonspor ile yaptığı 6 maçta 3 galibiyet 3 beraberlik alan Fenerbahçe’nin istikrar abidesi, bütün müsabakalarda oynayan Cem Pamiroğlu oldu. Yaz sıcağında kan ter içinde kazanılan TSYD Kupası, 18 Haziran’da Mersin’de kavuşulan Federasyon Kupası, kısa ama yorucu bir kış döneminde kulbundan tutulan Donanma Kupası ve tartışmasız en emek verileni Lig Kupası olmak üzere, 1982-83 yılı almanağına not düşülen, sonrasında da müzedeki yerlerini alan bu 4 kupa, Fenerbahçe Tarihindeki sayfalara futbolcuların kramponlarıyla yazılmış uzun bir güzelleme olarak geçmiştir…

    Kar ne kadar da çok yağsa, yaza kalmaz denir; doğrudur belki ama;

    Dereağzı’ndaki sezon açılışında, ‘otoritelerin’ şans vermediği takımlarını desteklemeye gelen beş bin kişinin, ölümle alay edercesine maraton tribününe tırmanıp, Fenerbahçe aşkının neler yaptırabileceğini sporseverlerinin aklına çizen binlerin, gidemedikleri deplasmanları radyonun içindeki spikerin sesinde hayal eden on binlerin, kalbi sarı lacivert çarpan milyonların üzerine lapa lapa kupa yağıyordu haziran ayında, hiç erimemecesine…

    Alican Küçükcan