Etiket: Bursa

  • 1925 Türkiye’sinde Spor Teşkilatlanması

    1925 Türkiye’sinde Spor Teşkilatlanması

    Bir süredir yayınlamayı sürdürdüğüm Türk spor yapılanmasının ilk yıllarına ait hukuki metinlerde bugün sırayı, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ), 1922-1925 yılları arasında, Türkiye’deki Spor Teşkilatlanmasını kayıtlara geçirdiği belge alıyor.

    Hatırlanacağı üzere Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın 1922 yılında yazılmış kuruluş tüzüğünün ve TFF’nin 1923 yılında FIFA’ya katılırken kabul ettiği tüzüğün bazı maddeleri ile 1924 İlk Türkiye Birinciliği Organizasyonu Talimatnamesi ve programını geçtiğimiz günlerde sitemizde yayınlamış, bu metinlere dayanarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nün 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki tezine hukuki bir temel oluşturmaya çalışmıştım.

    Çevirisini yaparken beni fazlaca heyecanlandırmış olan belge; ortaya koyduğu detaylar ile Türk spor yapılanmasının kuruluşundan itibaren organize, kurumsal ve resmi nitelikte olduğunu kanıtlıyor. Türk spor tarihinde ilk kez yayınlanan bu belge üzerinde yaptığım değerlendirme ve analizlerin,  başta 1959 öncesi Şampiyonluklar olmak üzere, döneme ilişkin meselelerin çözüme kavuşturulmasında önemli bir kaynak olacağı düşüncesindeyim. Yazının son kısmında, belgede İstanbul Bölgesi’ne ilişkin yazılan bilgileri aktaracak, İstanbul’un spor hayatına ve kulüplerine ilişkin sayısal detaylara da yer vereceğim.

    Barış Kenaroğlu


    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Teşkilatı

    Kuruluşundan (1922), ikinci genel kongreye kadar (18 Eylül 1925);
    Genel Merkez, Federasyonlar, Bölgeler ve Spor Kulüpleri hakkında bilgiler

    Hami
    Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri
    Fahri Başkan Başbakan İsmet Paşa Hazretleri


    Himaye

    Yukarıda belgenin başlığı ve giriş sayfasını görüyorsunuz. Israrla üzerinde durduğumuz “1959 Öncesini İnkar Cumhuriyeti İnkardır” tezi adeta giriş sayfasındaki ifade ile vücut buluyor. Dönemin spor yapılanmasını “gayrıresmi” olarak niteleyen karşı tezi, TİCİ’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa himayesinde ve Başbakan İsmet Paşa Fahri Başkanlığı’nda faaliyet gösteren bir kurum olduğunu kanıtlayan bu ifade ile çürütmüş oluyoruz. Devam eden satırlarda sözü edilen tezin, daha birçok yerde çürütüldüğüne tanık olacaksınız.

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden:
    Heyet-i vekile büyük müsabakaları temaşa ederlerken. (Kaynak : Wikipedia)

    9 Federasyon – 18 Bölge – 120 Kulüp – 10.000’i Aşkın Sporcu

    Belge, 1922-1925 yılları arasında Türkiye’de 9 spor branşının Federasyonunun kurulduğu bilgisini bize veriyor. Bunlar;

    Atletizm, Atletik (Voleybol-Basketbol) Eskrim, Bisiklet, Boks, Futbol, Denizcilik, Güreş, Hokey ve Tenis

    Yine belgede Türkiye’nin 18 bölgeye ayrıldığını ve her bir bölgenin kendine ait yöneticilerinin olduğunu görüyoruz. Bu bölgeler;

    Edirne, İstanbul, İzmir, Eskişehir, Adana, Antalya, Ankara, Giresun, Trabzon, Uşak, Balıkesir, Bursa, Samsun, Denizli, Canik, Konya, Kocaeli ve Ordu Spor Teşkilatı.

    Yukarıdaki 18 bölgede TİCİ’ye katılmış kulüplerin tamamının isimleri belgede sıralanmış durumda. Bu bilgiden, o dönemde, Türkiye’deki toplam spor kulübü sayısı olan 120’ye ulaşıyoruz. Ayrıca ülkedeki toplam sporcu sayısı olarak 10.443 karşımıza çıkıyor.

    Belge üzerinde yapılabilecek bir diğer değerlendirme de spor dallarının ülkedeki faaliyet dağılımı. Tüm bölge yöneticilerinin genel merkeze gönderdiği raporlarda yer alan bu bilgiden, hangi spor dalının kaç bölgede faal olduğunu öğrenmiş oluyoruz.

    Futbol: 18 Bölgenin 17’sinde
    Atletizm: 18 Bölgenin 14’ünde
    Güreş: 18 Bölgenin 4’ünde
    Denizcilik: 18 Bölgenin 5’inde
    Bisiklet: 18 Bölgenin 4’ünde
    Atletik: 18 Bölgenin 4’ünde
    Boks: 18 Bölgenin 3’ünde
    Hokey: 18 Bölgenin 1’inde
    Tenis: 18 Bölgenin 1’inde
    Eskrim: Kuruluş aşamasında.

    Görüldüğü üzere futbol, hem kurulma hem de gelişme (belgedeki tanımlamasıyla “inkişaf”) bakımından diğer spor dallarının hepsinden ileride yer almaktadır. Futbol, genel merkeze gönderdiği raporda yeterli bilgi vermeyen Antalya Bölgesi hariç, tüm bölgelerde faaldir ve bölgelerin tamamının gönderdiği raporlarda ilk sırada yazılmıştır.

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden :
    Konya mıntıkasını temsil ederek Ankara’ya gelen Konya futbolcuları. (Kaynak : Wikipedia)

    “Resmî” Teşkilat

    TİCİ’nin devletin himayesinde teşkilatlandığını, buradan hareketle TİCİ tarafından yapılan organizasyonların “resmi” nitelik taşıdığını defalarca dile getirmiştik. Bu belge üzerinde yaptığımız bir diğer analiz ile, teşkilatın bu niteliğini kanıtlamış olacağız.

    Belgede isim, adres ve meslekleri hakkında bilgiler verilen yöneticilerin sayısını 126 olarak belirledik. Bu sayıya; başkanlığını Galatasaray’ın kurucularından olan Ali Sami Bey’in yaptığı, Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, Federasyon Yönetim Kurulu üyeleri ve Bölge Yönetim Kurulu üyeleri dahil edilmişken, sayıları 120 olan Spor Kulüplerinin yöneticileri ise hariç tutulmuştur.

    Bu ayrımı, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı yalnızca isminin günümüz Türkçesi’ndeki anlamı olan “Türkiye Spor Kulüpleri Birliği”ne dayanarak, günümüzün “Kulüpler Birliği” statüsünde değerlendiren ve bu doğrultuda 1959 öncesi organizasyonları “gayrıresmi” olarak niteleyen tezi çürütmek için yapan aslında biz değiliz. Spor Kulüplerinin yöneticilerinin isimlerine belgede yer vermeyerek bu ayrımı Ali Sami Bey’in başında bulunduğu TİCİ Genel Merkezi Yönetim Kurulu yapmış durumda.

    Peki Türk Sporunun 126 yöneticisinin meslekleri neydi? Federasyonlarda, Bölgelerde, Genel Merkezde görev yapan bu kişiler profesyonel olarak nereye bağlıydılar? Bu soruların cevabı bizi, TİCİ’nin resmi bir teşkilat olduğu gerçeğine daha da yaklaştıracak. Basit bir ayrım ile 126 kişinin sadece 40 tanesi özel sektörde, kalan 86 kişi ise devletin çeşitli kurumlarında değişik kademelerde çalışmakta olduğunu anlayabiliyoruz. Bu iki sayı bize TİCİ teşkilat yöneticilerinin %68’nin devlet memuru olduğunu göstermektedir. Bu memurlar arasında valiler, öğretmenler, doktorlar, çeşitli rütbelerden askerler vardır.

    Türkiye’nin En Büyük Spor Kulübü

    Belgede İstanbul Bölgesi ile ilgili kayda geçirilen bilgilerin yer aldığı bölümü aktararak yazımızı sonlandırıyoruz. İstanbul bölgesi, teşkilata kayıtlı 25 kulübü ile ülkenin sportif olarak en faal bölgesi durumunda. Bölgenin bir diğer özelliği olarak, teşkilata bağlı, federasyonu kurulmuş bütün spor dallarının bölgede faal olmasını gösterebiliriz. Ülke çapında teşkilata kayıtlı sporcuların üçte biri, kulüplerin ise beşte birinin İstanbul bölgesinde yer alması da dikkate değer bir başka noktadır. Fenerbahçe’ye bu noktada özel bir yer vermek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü 1922-1925 yılları arasında, bünyesindeki 576 sporcusu ile sadece İstanbul’un değil, aynı zamanda Türkiye’nin de en büyük spor kulübü olduğu bu belge ile ortaya çıkmıştır.

    File:19240925 SporAlemi 5.jpg
    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde Fenerbahçe ve Polonyalı futbolcular. (Kaynak : Wikimedia Commons)

    İstanbul Bölgesi

    Rengi: Kırmızı

    İttifaka Kabul Edildiği Tarih: İlk olarak kurulmuş olup, Birinci resmi kongresi Haziran 1923’te yapılmıştır.

    Merkezinin Bulunduğu Yerin Adresi: Eminönü Rıhtım Han, numara:10

    Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri
    Başkan: Servet Bey (Sultanhamam İstanbul Ticaret Odası Müdürü)
    İkinci Başkan: Burhanettin Bey (Babıali Şeref Sokağında Yenises Gazetesi Yazı Heyetinden
    Genel Sekreter: Hamit Bey (Anadoluhisarı – İdman Yurdu)
    Muhasip Veznedar: Saim Turgut Bey (İstanbul Erkek Lisesinde Öğretmen)
    Müfettiş: Mahmut Eşref Bey (Sultanhamamda İstanbul Ticaret Odasında )

    Bölgedeki Spor Sahaları ve Sahiplik Durumları: Taksim’de eski kışla avlusunda (Manifatura Tüccarı Münazırzade Abdulaziz Bey tarafından kiralanmış), Kadıköy İttihat Spor Kulübü Meydanı: Günümüzde Beşezade Emin Bey idaresinde

    Bölgede faaliyet gösteren Spor Branşları: (Sporun bölgedeki gelişmesi sırasıyla) Futbol, Atletizm, Güreş, Hokey, Denizcilik, Tenis, Bisiklet, Basketbol ve Voleybol, Boks

    Bölgede Federasyona Üye Olmayan Kulüp Sayısı : Sekiz Türk Kulübüdür.


    İstanbul Bölgesindeki Spor Kulüpleri

    25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden :
    İstanbul sporcularını Ankara istasyonunda istikbal. (Kaynak : Wikipedia)

    Barış Kenaroğlu

    Not : En üstteki fotoğraf, 25 Eylül 1924 tarihli Spor Alemi dergisinde 1924 Türkiye Futbol Şampiyonluğu resimlerinden… İstanbul sporcularını Ankara istasyonunda istikbal. (Kaynak : Wikipedia)

  • En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor

    Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar… Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun en büyük iki golcüsü… 1924 tarihli Resimli Ay dergisinde Çelebizade Sait Tevfik Bey, başka sporcuları da tanıtacağı köşesine bu iki isimle başlıyor. Önce Zeki Rıza Sporel…

    * * * * * *

    Zeki Bey’i çok küçükten tanıdığım için idmancıların spor hayatını yazmaya kendisinden başladım. Daha ufak yaştan itibaren kuvvetli şutlarıyla, kıymetli, mahir çalışmalarıyla, seri kurtuluşlarıyla herkesin nazar-ı dikkatini celp eden bu pek ufak cüsse, kendisine mukabil iri rakipleri arasında daima iyi bir numara alır. Hatta gerek Fenerbahçe’nin ve gerek milli takımımızın yaptığı sayıları tetkik edersek hemen kısm-ı azamının bu küçük vücudun küçük ayağı tarafından yapıldığını görürüz. Son olaylarda sakatlanan bu kıymetli oyuncumuza afiyet temenni ederken kendisinin de pek meraklı menakıbını hususi kelamından dinlemek isteriz :

    “On dört on beş sene oluyor, Kadıköy’den Kuşdili çayırlarına henüz taşınmıştık. Bir akşam kısa pantolonlu, lisanlarını anlamadığım birkaç ecnebinin, o garip kıyafetleriyle, yuvarlak büyük bir top peşinde mütemadiyen koştuklarını, bazen kafalarıyla ve bazen ayaklarıyla topu birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem neden o günden itibaren topa karşı garip, meraklı bir heves duydum. Artık gezmeden ve eğlenmekten ibaret sade programıma bir de top oyunu temaşası karışmıştı. Akşam muayyen vaktinde gider, o ecnebileri adeta bir zevk-i taabbüdle seyrederdim.

    Öyle bir gün hulul etti ki yalnız seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin edememeye başladı. Ben de bir top tedarik ettim ve ağabeyim, küçük kardeşim Arif hep bir arada oynamaya başladık. O zaman Galatasaray’a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi anlamış olan ağabeyim Hasan Kamil tahsil günlerinde bizi karşısına alır ve topa nasıl vurulacağını, nasıl tutulacağını öğretirdi.

    Üç dört ay sonra Kurbağalıdere’ye taşınmıştık. Oranın vasi’ meydanları futbol için daha müsaitti. Esasen bunlarda bütün meydanlarda sabahtan akşama kadar çocuktan büyüğe kadar bir çok gruplar mütemadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. İki üç ay sonra güya ben de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyordum, futbolun ruhumdaki boşluğu imla eden bir hususiyeti bir mevcudiyeti var sanılırdı. İstidad ve hevese makrun olan her şey gibi, futbol da arzu ve hevesime ram olmuş gibiydi. Bu hal iki sene kadar devam etti.

    Futbolda kazandığımız meleke bizi muhitimiz hariciyle boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Kurbağalıdere Kulübü namıyla arkadaşlardan bir kulüp yaptık. Az zaman zarfında emellerimiz tahakkuk ve tetevvüc etti. Çünkü o zamanlar kulübümüzde ağabeyim, Arap Feyzi (merhum), Mazhar (merhum), Kamil gibi maruf ve iyi oyuncular da vardı. İşte bugün ismi silinen bu kulüple yaptığımız ilk müsabaka esasında şimdi beraber oynadığımız sağ iç muhacim Alaaddin ile tanıştık. O zamandan Alaaddin’in ani ve anlaşılamaz çalımlarını, hakim oyunlarını çok takdir eder ve severdik. Şimdiki Alaaddin için hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü Alaaddin’i herkes görüyor ve biliyor…

    Günün birinde talih bizi Bursa Mekteb-i askeriyesine sevk etti. Tabii burada futbol yoktu. Alıştığım, hemen hemen müptelası olduğum topu artık derin bir hasretle yad etmekten, akşamları efkarla gözlerimi dikerek yüksek şahikaların öbür tarafında, o dakikalarda topla uğraşan arkadaşlarımı hatırlamaktan başka bir zevk duyamıyordum. İstanbul’dan top getirtmek hususundaki birkaç teşebbüsüm maatteessüf  zabitlerimizin inat ve ısrarı önünde önünde fayda vermedi. Maahaza büsbütün nevmid olmadım. Arkadaşlarımızı bilhassa İstanbul’dan gelenleri tahrik ederek zabitlerimiz nezdinde umumi bir teşebbüste bulunduk, yalvardık, rica ettik. En nihayet bir  lütf-ü aliyül ala olmak üzere irade-i müdüriyetpenahi şerefsadr oldu; müsaade verildi. Artık sevince had ve payan yoktu. Nihayet çok sevdiğim topa kavuşmuştum.

    İki sene sonra İstanbul’a avdetimde diğer rüfeka kısmen tebdil-i mekan etmiş ancak pek azları kalmıştı. Bu sıralarda arkadaşlarımdan Cafer ve Haydar Bey ile beni Fenerbahçe Kulübü’ne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak Sarı-Lacivert formayı giymiştim. İhtimaldir ki Fenerbahçe’ye bizi büyük bir samimiyetle bağlayan minnettar hislerimi o günün gurûr muvaffakiyetinden topladım.

    Bizi çalıştırmaya memur edilen Mustafa  Bey’in tarz-ı mesaisindeki intizam ve vukuf dolayısıyla çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarıyla bugün spor aleminin  belli başlı futbolcularından olması Mustafa Bey’in bu husustaki ihtisasının en bariz bir delilidir.

    Sırasıyla dördüncü ve üçüncü takımlarda  oynadım. Kuvvet ve oyun nokta-i nazarından bize tekabül eden Galatasaray timleriyle başlayan  müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Bir gün Anadolu Hisarı’nda galiba İdman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştim ve takımın eksik olması küçük olmamıza rağmen Alaadin’le benim maça iştirakimize sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak  olmuştuk. Fakat yine muntazaman birinci takımın oyunlarına dahil olamıyorduk. Bilahare Nuri  Bey’lerin ve Hikmet Beylerin istifaları ile hasıl olan boşlukları Alaaddin ile beraber doldurmuştuk.

    Hiç unutmam ilk maçımızı Anadolu ile yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beylerin add-i mevcudiyetiyle açılan rahneyi Fenerbahçe’nin nasıl dolduracağını halk münakaşa ediyor ve etrafta müteaddit rivayetler dolaşıyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni şahsiyetler olarak biz gösterildik. Kabiliyet ve muvaffakıyet ihtimallerinden şüpheye düşen bir çok kimselerin dudak büktüğünü halen hatırlarım. O oyunda ezilmemekliğimiz için, Mustafa Bey’in rey ve tensibiyle ben sol  açık Alaaddin de sağ açık oynamıştı. O gün ben üç gol yapmıştım. Etraftaki  dudak bükenlerin istihfafı hayrete inkılap etmişti. Ve ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim hakkında bana güzel ümitler veriyordu.

    Hiçbir zaman hudperest değilim ve olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol iç ve nihayet asıl mevkiim olan merkez muhacim olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini kazandı. O zaman en kavmi rakibimiz bizden aldığı aza ile kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını da kaydedeyim ki aramızdaki müthiş rekabete rağmen maçlarımız daima büyük bir samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunda, maharetle kazanmak arzusu sinirlerimize tahakküm ederdi. Yoksa hiçbir taraftan galebede hasmı hakir görmek aklımızdan geçmezdi.

    Futbol hayatımda müteaddit defalar muhtelit takımda merkez muhacimi olarak oynadım. Ve en memnun olduğum maç da Slavya’ya karşı olmuştur. Son seneler tenis ile fazla meşgul oluyordum. Bu oyunda  futbol kadar meraklı ve uzun seneler çalışmakla elde edilen güç bir spordur. En ziyade sevdiğim spor denizciliktir”

    İşte hayatının kısa bir tarihine tarihçesini yaptığımız bu sevimli arkadaşımız Kuleli İdadisini ikmal  etmiş ve boyunun kısa bulunmasından dolayı askeri baytar mektebine nakledilmiştir. Harb-ı umumi  senelerini Haydarpaşa’daki Karacaahmet mezarlığına dayanan küçük binada geçirerek bilahare  baytar zabiti olarak mektepten neş’et etmiştir.

    Çelebizade Sait Tevfik Bey

  • En Büyük Futbolcumuz

    En Büyük Futbolcumuz

    Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar… Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun en büyük iki golcüsü… 1924 tarihli Resimli Ay dergisinde Çelebizade Sait Tevfik Bey, başka sporcuları da tanıtacağı köşesine bu iki isimle başlıyor. Önce Zeki Rıza Sporel… En büyük futbolcumuz!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor

    Zeki Bey’i çok küçükten tanıdığım için idmancıların spor hayatını yazmaya kendisinden başladım. Daha ufak yaştan itibaren kuvvetli şutlarıyla, kıymetli, mahir çalışmalarıyla, seri kurtuluşlarıyla herkesin nazar-ı dikkatini celp eden bu pek ufak cüsse, kendisine mukabil iri rakipleri arasında daima iyi bir numara alır. Hatta gerek Fenerbahçe’nin ve gerek milli takımımızın yaptığı sayıları tetkik edersek hemen kısm-ı azamının bu küçük vücudun küçük ayağı tarafından yapıldığını görürüz. Son olaylarda sakatlanan bu kıymetli oyuncumuza afiyet temenni ederken kendisinin de pek meraklı menakıbını hususi kelamından dinlemek isteriz :

    Söz Zeki Rıza Sporel’de

    “On dört on beş sene oluyor, Kadıköy’den Kuşdili çayırlarına henüz taşınmıştık. Bir akşam kısa pantolonlu, lisanlarını anlamadığım birkaç ecnebinin, o garip kıyafetleriyle, yuvarlak büyük bir top peşinde mütemadiyen koştuklarını, bazen kafalarıyla ve bazen ayaklarıyla topu birbirlerine attıklarını gördüm. Bilmem neden o günden itibaren topa karşı garip, meraklı bir heves duydum. Artık gezmeden ve eğlenmekten ibaret sade programıma bir de top oyunu temaşası karışmıştı. Akşam muayyen vaktinde gider, o ecnebileri adeta bir zevk-i taabbüdle seyrederdim.

    Öyle bir gün hulul etti ki yalnız seyretmek, futbola karşı olan merakımı teskin edememeye başladı. Ben de bir top tedarik ettim ve ağabeyim, küçük kardeşim Arif hep bir arada oynamaya başladık. O zaman Galatasaray’a devam eden ve bize nazaran futbolu daha iyi anlamış olan ağabeyim Hasan Kamil tahsil günlerinde bizi karşısına alır ve topa nasıl vurulacağını, nasıl tutulacağını öğretirdi.

    Üç dört ay sonra Kurbağalıdere’ye taşınmıştık. Oranın vasi’ meydanları futbol için daha müsaitti. Esasen bunlarda bütün meydanlarda sabahtan akşama kadar çocuktan büyüğe kadar bir çok gruplar mütemadiyen top oynuyorlardı. Biz de bunların arasına karıştık. İki üç ay sonra güya ben de iyi futbol oynayanlar arasında bulunuyordum, futbolun ruhumdaki boşluğu imla eden bir hususiyeti bir mevcudiyeti var sanılırdı. İstidad ve hevese makrun olan her şey gibi, futbol da arzu ve hevesime ram olmuş gibiydi. Bu hal iki sene kadar devam etti.

    Futbolda kazandığımız meleke bizi muhitimiz hariciyle boy ölçüşmeye sevk ediyordu. Kurbağalıdere Kulübü namıyla arkadaşlardan bir kulüp yaptık. Az zaman zarfında emellerimiz tahakkuk ve tetevvüc etti. Çünkü o zamanlar kulübümüzde ağabeyim, Arap Feyzi (merhum), Mazhar (merhum), Kamil gibi maruf ve iyi oyuncular da vardı. İşte bugün ismi silinen bu kulüple yaptığımız ilk müsabaka esasında şimdi beraber oynadığımız sağ iç muhacim Alaaddin ile tanıştık. O zamandan Alaaddin’in ani ve anlaşılamaz çalımlarını, hakim oyunlarını çok takdir eder ve severdik. Şimdiki Alaaddin için hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü Alaaddin’i herkes görüyor ve biliyor…

    Askerî Okulda

    Günün birinde talih bizi Bursa Mekteb-i askeriyesine sevk etti. Tabii burada futbol yoktu. Alıştığım, hemen hemen müptelası olduğum topu artık derin bir hasretle yad etmekten, akşamları efkarla gözlerimi dikerek yüksek şahikaların öbür tarafında, o dakikalarda topla uğraşan arkadaşlarımı hatırlamaktan başka bir zevk duyamıyordum. İstanbul’dan top getirtmek hususundaki birkaç teşebbüsüm maatteessüf  zabitlerimizin inat ve ısrarı önünde önünde fayda vermedi. Maahaza büsbütün nevmid olmadım. Arkadaşlarımızı bilhassa İstanbul’dan gelenleri tahrik ederek zabitlerimiz nezdinde umumi bir teşebbüste bulunduk, yalvardık, rica ettik. En nihayet bir  lütf-ü aliyül ala olmak üzere irade-i müdüriyetpenahi şerefsadr oldu; müsaade verildi. Artık sevince had ve payan yoktu. Nihayet çok sevdiğim topa kavuşmuştum.

    İki sene sonra İstanbul’a avdetimde diğer rüfeka kısmen tebdil-i mekan etmiş ancak pek azları kalmıştı. Bu sıralarda arkadaşlarımdan Cafer ve Haydar Bey ile beni Fenerbahçe Kulübü’ne davet ettiler. İşte o günkü oyunda ilk defa olarak Sarı-Lacivert formayı giymiştim. İhtimaldir ki Fenerbahçe’ye bizi büyük bir samimiyetle bağlayan minnettar hislerimi o günün gurûr muvaffakiyetinden topladım.

    Bizi çalıştırmaya memur edilen Mustafa  Bey’in tarz-ı mesaisindeki intizam ve vukuf dolayısıyla çok yardımını gördüm. O zaman dördüncü ve üçüncü takımları teşkil eden çocukların pek az istisnalarıyla bugün spor aleminin  belli başlı futbolcularından olması Mustafa Bey’in bu husustaki ihtisasının en bariz bir delilidir.

    Sırasıyla dördüncü ve üçüncü takımlarda  oynadım. Kuvvet ve oyun nokta-i nazarından bize tekabül eden Galatasaray timleriyle başlayan  müsabakalarımız güzel ve heyecanlı oluyordu. Bir gün Anadolu Hisarı’nda galiba İdman Yurdu ile birinci takımın bir müsabakasını seyre gitmiştim ve takımın eksik olması küçük olmamıza rağmen Alaadin’le benim maça iştirakimize sebep oldu. O gün her ikimiz de muvaffak  olmuştuk. Fakat yine muntazaman birinci takımın oyunlarına dahil olamıyorduk. Bilahare Nuri  Bey’lerin ve Hikmet Beylerin istifaları ile hasıl olan boşlukları Alaaddin ile beraber doldurmuştuk.

    A Takımda İlk Maç

    Hiç unutmam ilk maçımızı Anadolu ile yapmıştık. Nuri, Bekir ve Hikmet Beylerin add-i mevcudiyetiyle açılan rahneyi Fenerbahçe’nin nasıl dolduracağını halk münakaşa ediyor ve etrafta müteaddit rivayetler dolaşıyordu. En nihayet ahalinin meraklı nazarları altında yeni şahsiyetler olarak biz gösterildik. Kabiliyet ve muvaffakıyet ihtimallerinden şüpheye düşen bir çok kimselerin dudak büktüğünü halen hatırlarım. O oyunda ezilmemekliğimiz için, Mustafa Bey’in rey ve tensibiyle ben sol  açık Alaaddin de sağ açık oynamıştı. O gün ben üç gol yapmıştım. Etraftaki  dudak bükenlerin istihfafı hayrete inkılap etmişti. Ve ilk oyunun böyle zaferle neticelenmesi istikbalim hakkında bana güzel ümitler veriyordu.

    Hiçbir zaman hudperest değilim ve olmadım. Boyum uzadıkça yavaş yavaş sol iç ve nihayet asıl mevkiim olan merkez muhacim olarak oynamaya başladım. Takımımız yine eski mevkiini kazandı. O zaman en kavmi rakibimiz bizden aldığı aza ile kuvvetlenen Altınordu idi. Fakat şurasını da kaydedeyim ki aramızdaki müthiş rekabete rağmen maçlarımız daima büyük bir samimiyetle cereyan eder ve yensek de yenilsek de yalnız oyunda, maharetle kazanmak arzusu sinirlerimize tahakküm ederdi. Yoksa hiçbir taraftan galebede hasmı hakir görmek aklımızdan geçmezdi.

    Futbol hayatımda müteaddit defalar muhtelit takımda merkez muhacimi olarak oynadım. Ve en memnun olduğum maç da Slavya’ya karşı olmuştur. Son seneler tenis ile fazla meşgul oluyordum. Bu oyunda  futbol kadar meraklı ve uzun seneler çalışmakla elde edilen güç bir spordur. En ziyade sevdiğim spor denizciliktir”

    İşte hayatının kısa bir tarihine tarihçesini yaptığımız bu sevimli arkadaşımız Kuleli İdadisini ikmal  etmiş ve boyunun kısa bulunmasından dolayı askeri baytar mektebine nakledilmiştir. Harb-ı umumi  senelerini Haydarpaşa’daki Karacaahmet mezarlığına dayanan küçük binada geçirerek bilahare  baytar zabiti olarak mektepten neş’et etmiştir.

    Çelebizade Sait Tevfik Bey / En Büyük Futbolcumuz Hayatını Anlatıyor