Etiket: Cafer Çağatay

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü

  • YKB Arşivinde Fenerbahçe

    YKB Arşivinde Fenerbahçe

    Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yapı Kredi Bankası Arşivinde Fenerbahçe

    Yapı Kredi Bankası arşivinde Kadıköy ve Fenerbahçe fotoğraflarından bir seçme
  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Tarz-ı Teşkil

    Tarz-ı Teşkil

    Bundan tam bir asır önce, Vatan gazetesinin spor köşesinde Slavia Prag karşısına çıkacak İstanbul karmasının nasıl kurulması gerektiği yazılmış. İlk “tarz-ı teşkil” gazetenin hoşuna gitmemiş olacak ki kendi önerilerini yapmışlar. Enteresan bir yazı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor

    İstanbul Muhtelit Takımının Bugünkü Müsabakası

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul Mıntıkası Futbol Heyeti dünkü nüshamızda intişar eden bir tebliğname ile İstanbul muhtelit futbol takımını, bugün, İngilizlerin kuvvetli bir muhtelit takımıyla müsabaka icra etmek üzere Kadıköyü’ndeki İttihat Spor Meydanı’na davet etti.

    “Roska” kulübünün İstanbul’a geleceği şayi olduğu esnada birkaç talim ve müsabaka yapan İstanbul muhtelit takımının aradan geçen üç ay zarfında tamamen atıl durduktan sonra böyle birdenbire egzersize davet olunması, takımı “Slavya” maçlarına hazırlamak arzusuna müstenid olmak lazımdı. Esasen tebliğnamenin serlevhası İstanbul futbol heyetinin bu endişesine tercüman olmaktadır.

    Binaenaleyh “Slavya”ya karşı hazırlandığı anlaşılan İstanbul muhtelit takımının tarz-ı teşkili hakkında futbol heyetinin nazar-ı dikkatini celb etmek isteriz.

    Davet olunan futbolistler meyanında kaleci Nedim Bey vazifesinin eridir. Yalnız son Altınordu müsabakasında mümaileyhin eli incinmişti. Eski selabetini iktisap etmemiş olan bir el ile kalecilik etmek evvela Nedim Bey’in sıhhati, saniyen muhtelit takımın menfaati namına iyi bir şey olmasa gerektir. Her ihtimale karşı mumaileyhe halef olmak üzere irae edilen Nüzhet Bey’e gelince: Bu zattan daha mahir bir kalecimiz daha vardır ki onun ismini namzetler meyanında görmemekle mütehayyiriz. Şekip Bey her halde tecrübe edilmek lazımdır.

    Müdafi Cafer Bey hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Fakat Şükrü Bey’in müdafi olmasını muvafık bulamadık. Zira mademki muhtelit takım Slavya’ya karşı ihzar edilmektedir, oyuncuların çok koşan ve hiç yorulmayan Slavya muhacimlerini tevkif edebilecek kadar seri ve çevik olması iktiza eder, hâlbuki Şükrü Bey’in sürati azdır. Bizce Şükrü Bey, Zeki ve Bedri Beylerin arasına, sol iç muhacim olarak takıma ithal edilmeli ve müdafi olarak da Hasan Kamil Bey alınmalı idi.

    Muavinlerden Nihat ve İsmet Beyler diğerleriyle esasen kabil-i tebdil değillerdir. Lakin Feyzi Bey’e tercih edilecek birkaç futbolistimiz vardır. Mesela: İbrahim ve Sadi Beyler. Vakıa Feyzi Bey topa hâkimdir. Pas vermek hususunda oldukça melekesi vardır. Fakat Slavya’ya karşı ittihaz edeceğimiz tabiye mutlak tedafi olacağı için muavinler mümkün mertebe fazla koşanlardan ve vücutça kuvvetli olanlardan intihap edilmek muvafıktır. Bu sebeplere binaen biz Sadi ve İbrahim Beyleri namzetler meyanında görmek istedik.

    Muhacim hattı (dediğimiz gibi) Şükrü Bey ilave olunduğu takdirde İstanbul’da teşkili mümkün olan “ideal” muhacim hattı olur.

    Mamafih önümüzde fazla zaman olmadığı için bugün bittabi futbol heyetinin tertip ettiği takım sahaya çıkacaktır. Fakat Salı veya Çarşamba günü ikinci bir talim müsabakası daha tertip edilir ve müdafaaya Hasan Kamil Bey, muavinler hattına İbrahim veya Sadi Beylerden biri getirilir, muhacim hattına da Hasan Bey’in yerine Şükrü Bey geçirilirse, ümit ederiz ki, daha iyi bir netice hâsıl olur.

    8 Temmuz 1923 – Vatan Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXI

    Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXI” : 1925 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe, futbolda ilk taşra temasını 1913’de İstanbul’a gelen İzmir muhtelitiyle yaptı.

    İzmir muhteliti o tarihlerde tatlı su frenklerinden kurulurdu. Aralarında tek bir Müslüman Türk görülmezdi.

    Fenerbahçe: Mateosyan, Şehit Arif, merhum Galip, merhum Süreyya, müteveffa Vilhelm, Kemal Aşkı, merhum Otomobil Nuri, Hasan Kâmil, Nüzhet, Sait Salahaddin ve Topuz Hikmet’ten mürekkep kadrosiyle bu takımı, 42 sene evvel, 7 Haziran 1913 Cuma günü 4-1 yendi. Gollerin ikisini Hasan Kâmil (Sporel), diğerlerini de Topuz Hikmet’le Sait Salâhaddin (Cihanoğlu) atmışlardı.

    Fenerbahçe’nin ilk taşra maçı İzmir’le olduğu gibi, ilk taşra seyahati de yine İzmir’e yapılmıştır. Üçüncü takımın 1924 Eylülünde merhum Doktor Hâmit Hüsnü Kayacan’ın başkanlığında yaptığı 4 maçlık bu seyahat ve sıfıra karşı 29 gol atarak temin ettiği 4 galibiyet İzmir’de unutulmaz hâtıralar bırakmıştır.

    Fenerbahçe üçüncü takımının Türk futbolunun beşiği olan İzmir’de verdiği bu futbol ziyafetinin müspet tesirleri o derece büyük olmuştu ki, 6 ay sonra birinci takım da davet olunuyor ve yaratılan sevgi kat kat yükseliyordu.

    Bu defa, Doktor Hâmit Hüsnü’nün ağabeysi, ilk Türk futbolcusu, Fuat Hüsnü Kayacan’ın riyasetinde İzmir’e giden Fenerbahçe birinci takımı orada 5 maç yaptı ve yine hiç yenilmeden (1)e karşı (25) gol atıp İzmir’i yerinden oynattı.

    İşte, yukarıdaki resim 5 maçlık bu seyahatin 4üncü müsabakası olan Fenerbahçe – İzmir muhteliti maçından önce alınmıştır, 27 Mart 1925 cuma günü yapılan bu müsabakayı 7-0 Fenerbahçe kazanmıştı.

    Kenan, Sezai, Burhan, Vahyi Hamit, Baron Feyzi, Zeki, Ali, Mamako Saim, Necati ve Nebil tertibindeki İzmir muhtelitine karşı; Şekip, Kadri, Cafer, Ulvi, İsmet, Fahir, Alâaddin, Şahap, Zeki, Sabih ve Bedri şeklinde çıkan Fenerbahçe’nin gollerinden dördünü Zeki, ikisini Sabih ve birini de Bedri atmıştır.

    İşte, yukarıdaki resim 30 sene önce, Alsancak Stadı’nda mahşeri bir kalabalık önünde yapılan bu tarihi maçın muzaffer çocuklarını göstermektedir.

    Sağ baştaki iki fesliden öndeki meşhur Çelebizade Sait merhum, gerideki de üçüncü takımdan sol muhacim Seyfi’dir. Sonra sırasıyla Fahir, Doktor İsmet, Saadet, Şahap ve Alâaddin görülüyorlar. Ortadaki fesli kafile başkanı ve müessis aza, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’dır. Onun sağında, o zamanlar pek moda olan, Sarı – Lâcivert çubuklu ceketiyle takım kaptanı Zeki (Sporel) görülmektedir. Diğer futbolcular sıra ile Cafer, Kadri, Ulvi ve Doktor Bedri’dir.

    Yine o zamanlar moda olan beyaz zemin üzerine yakası Sarı lâcivert çubuklu yün süveterli genç aynı zamanda rekortmen atletlerden olan üçüncü takım sağ açığı Haydar (Aşan)dır.

    Elinde fotoğraf makinesi bulunan fesli genç de ikinci takım müdafii Halid’dir.

    Yerdekilere gelince, bunlardan top üzerine oturan Sabih, diğerleri de Şekip ve üçüncü takım haflarından Hayri’dir.

    (Gelecek resim ve yazı; 22 yıl önceki Süleymaniye futbol takımını galip geldiği bir Galatasaray lig maçından önce Taksim stadında canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 14 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Üst Üste Beşinci

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe 30 Haziran 1922 ile 2 Kasım 1923 tarihleri arasında Galatasaray’a karşı oynadığı beş maçı da (hiç gol yemeden, 15 gol atarak) kazandı. Aşağıdaki yazı, Spor Âlemi dergisinden üst üste beşinci galibiyetin haberi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 4 – 0 Galatasaray

    Yine karşılaştılar ve yine Fenerbahçe kazandı. Bu galibiyetle Fenerbahçe, rakibini üst üste beş defa yenmiş oluyor. Bu son maç evvelkilere nispetle daha faik bir cereyan takip etmiştir. Çoktan beri kalabalık görmeyen Kadıköy İttihad Spor Sahası, saat üçe doğru, zevalden itibaren başlayıp tedricen artan halk tarafından kuşatılmıştı. Saat üçü çeyrek geçe iki takım karşı karşıya geçtiler.

    Fenerbahçe’yi mağlup edebilmek gayesine varmak üzere her türlü fedakârlığı ihtiyardan çekinmeyen Galatasaray kulübü, bundan iki sene evvel takımdan birkaç maç yapan Macarlı Mösyö (Balaşa)yı bu maç için suret-i hususiyede Viyana’dan celp etmişti. Buna mukabil Fenerbahçe, takımının en değerli bir uzvu olan Bedri Bey’in millî takım müsabakalarında sakatlanması dolayısıyla, yerine ikinci takım oyuncularından Nevzad Bey’i geçirmiş ve takımını başka bir tebdil yapmayarak şu suretle teşkil etmişti:

    Şekip, Cafer, Kamil, Fahir, İsmet, Kadri, Nevzad, Ömer, Zeki, Alaaddin, Sabih Beyler.

    Galatasaray ise, takımı Mösyö Balaşa’nın ilavesiyle şu şekle getirmişti:

    Nüzhet, Ali, Kerim, Edib, Kemal, Hayri, Muslih, Necib, Balaşa, Nihad, Firuz Beyler.

    Üst Üste Beşinci

    Fenerbahçe’nin rakibine nispetle kuvvetli olduğu zahir idi. Nitekim hâkimiyet oyunun bidayetinden sonuna kadar Fener’de kaldı. Hakem, İstanbul mıntıkası futbol reisi Hamdi Bey idi. Kale intihabında Fenerbahçe rüzgâr altına düşmüştü. Herkes vaziyetten Galatasaray’ın az çok istifade edeceğini zannederken hiç de böyle olmadı. Fenerbahçe rakibini kısa ve seri paslarla sıkıştırmaya başladı. Muhacim hatlarını takviye maksadıyla Galatasaray, sağ iç mevkiine Nihad Bey’i getirmişti. Bu tebdilden bir dereceye kadar istifade edilse bile, müdafaadan hâsıl olacak boşluk dolayısıyla hâsıl olacak zarar daha büyüktü. Fener muhacimlerinin düzgün paslarını kesmekte düçar-ı müşkülat olan karşı taraf muavin ve müdafileri, sıkı vuruşlarla topu kale önünden uzaklaştırmakla iktifa ettiler.

    Muhacimleri, muavin hatlarıyla muntazam bir rabıta tesis edemiyordu, çünkü Galatasaray müdafaası mütemadiyen rakip akınlarını tevkife hasr-ı mesai ettiği cihetle kendi muhacim hattını besleyemiyordu. Bu vaziyet karşısında Galatasaray forvetlerinden büyük bir iş beklenemezdi. Yirmi dakika sonra Ömer Bey bir kafa vuruşuyla ilk sayıyı yaptı. Bunun üzerine Galatasaray, takımda ufak bir tebdil icrasıyla Nihad Bey merkez muavin, Kemal Bey sol muavin ve Edib Bey sol iç mevkiine geçtiler. Yekdiğerine müstenit güzel bir tesanüt gösteren Fener müdafi, muavin ve muhacimleri rakiplerini çok uğraştırmakta idiler.

    Üst Üste Beşinci

    Çekilen şut kâh kaleye pek yakın bir mesafeden dışarı gidiyor, kâh direğin biraz üstünden geçiyor. Ve bazen de o gün hakikaten iyi oynayan Nüzhet Bey tarafından iade ediliyordu. Galatasaray muhacimleri de bilhassa sağlarına istinaden birkaç sıkı akın yaptılarsa da hareketleri daha ziyade münferit mahiyette kaldığı cihetle semereli olmadı ve daha haftaym zamanı geldi. İkinci haftaym daha farklı bir cereyan takip etmekte idi. Ayakta ayağa mütemadiyen dolaşan topun seyrini takip etmeye çalışan Galatasaray müdafaa hututunun yorulduğu aşikâr idi. Bu esnada rakip iki oyuncu arasından topu çıkaran Zeki Bey, takriben on beş metrelik bir mesafeden kaleye bir şut çekti. Ve top sağ direğin yanından içeri girdi. Bir müddet sonra Nevzad Bey mükemmel bir şutla üçüncü golü yaptı. Galatasaray müdafileri fütur getirmeyerek imkân dâhilinde çalışmakla beraber iyiden iyiye yorulmuşlardı. Binaenaleyh topa takılmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Bir aralık kale önüne düşen topun iadesini, müşkül bir vaziyette kalan müdafi Ali Bey, itidalini kaybetmeyerek kaleciye bıraktı ve bu suretle gol tehlikesini bertaraf etmiş oldu.

    Müsabaka bitmek üzere idi ki kaleci ile kendisi arasında aynı mesafede bulunan top üzerine Alaaddin Bey süratle yürüdü ve herkes ne olacağını merak ederken yetişerek hafif bir darbe ile dördüncü golü yaptı. Ve biraz sonra müsabaka hitam buldu. Bugünkü oyunda Fener’in on bir oyuncusu bir kişi gibi çalışmış ve muvaffak olmuştur. Elde edilen netice bu muvaffakiyetin ölçüsünü teşkil edemez. Bunun için maçın bütün safahatini dikkat ve alaka ile takip etmiş olmak lazımdır. Galatasaraylılar şayan-ı takdir bir azim ve gayret ile çalışmışlar ve ancak faikıyet karşısında mağlup olmuşlardır. Bilhassa Nüzhet, Nihat, Ali, Firuz Beylerin birçok gayretleri görülmüştür.

    Spor Âlemi – 15 Teşrinisani 1339 (1923)


    Fotoğraf-1) Fenerbahçelilerin attıkları şutlardan biri Galatasaray kalesini sıyırarak uzaklaşırken. Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-2) Fenerbahçe kalecisi Şekip Bey’in bir akını iadesi. Şekip (Fenerbahçe), Muslih (Galatasaray), Kadri (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe-Galatasaray maçında: İlk anlarda muhacim Nihat Bey’in akını Fenerbahçe müdafaasında tevkif edilirken Cafer (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray), Fahir (Fenerbahçe). Foto: Spor Alemi (Namık)

  • Canlı Yapraklar – XVII

    Canlı Yapraklar – XVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVII” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVII

    Paris Olimpiyatları’ndan sonra milli takımımız hemen yurda dönmedi, şimal memleketlerinde uzun bir turneye çıkıp hususi, temsili ve milli birçok maçlar yaptı. Bu arada 3, 4 ve beşinci milli maçlarımız bu turne esnasında Baltık denizi kıyılarında oynanmış ve Finlandiya, Estonya ve Litvanya milli takımlarına karşı yapılan bu maçlarda 3 kıymetli galebe temin edilmiştir. (Şimal Turnesi) adı altında şöhret bulan bu 3 maç milli maçlarımız arasında türlü bakımlardan cidden enteresan safhalar arz ederler.

    Bu maçlardan birincisi 17 Haziran 1924 Pazar günü Helsinki’de Finlandiya milli takımına karşı oynanmıştır. Finlandiya için seyirci rekoru kırılan bu maçta Fin halkı Türklere karşı tahmin olunamayacak derecede sevgi ve hürmet göstermiş ve müsabaka da pek samimi bir hava içinde oynanmıştır. O gün, sahadaki Fin bandosu Türk milli marşı olarak:

    “Ey vatan ey ümmü müşfik biz de şadan olalım,
    Din ve millet uğruna haydi kurban olalım…” şarkısını çalmıştı.

    İkiye karşı dört golle kazanılan Türkiye – Finlandiya maçında takımımızın 4 golünü de kaptan ve merkez muhacim Zeki (Sporel) atmıştır.

    Estonya milli maçı 19 Haziran salı günü Tallin’de oynandı. Bu maçta da seyirci rekoru kırılmıştır. Estonya halkının takımımız aleyhinde yaptığı çok kaba ve çirkin tezahürat arasında fevkalade asabi cereyan eden bu maçta Cafer, Nihat ve İsmet gözlerini yumup pek sert ve şedit oynamak mecburiyetinde kalmışlardı… İkinci devre ortalarına kadar berabere devam eden bu maç hasmın şeref golüne karşı sırasıyla Sabih, Bedri, Zeki ve yine Zeki’nin golleriyle 4-1 kazanıldı.

    Futbolcularımızın Tallin’de bir koğuşta ve ot minderler üzerinde yatırılmış olmaları Estonya’daki kötü hâtıraların ölçülerinden biridir.

    Litvanya milli maçı 22 Haziran 1924 cuma günü Kaunas’ta oynanmıştır. Burada da seyirci rekoru kırılmış, fakat Litvanya halkı Estonyalılar gibi kaba davranmamıştır. Bu maç da (1) e karşı kaptan Zeki’nin 3 şahane golüyle 3-1 kazanılmıştır.

    Görülüyor ki, şimal turnesi millî futbol takımımız için cidden kıymetli ve şerefli bir hâtıra teşkil ediyor. Ay Yıldızlı forma ilk defa şimal memleketlerinde muzaffer olmuş ve bu büyük hâtırayı 2nci ve 3üncü zaferler de yine oralarda takip etmiştir.

    Ayrıca, 32 senelik milli takım tarihinde üst üste 3 galebe yalnız bu seyahatte elde edilmiş bir başarıdır.

    Şimal turnesinin parlak bilânçosu konusunda (Fenerbahçe) ismini ön plânda zikretmek ancak ve sadece tarihi bir hakikati tekrarlamak olur, kanaatindeyiz.

    Filhakika; Fenerbahçe kulübü bu üç maçı oynayan kadrolara her defasında 6-7 oyuncu vermiştir. Takımımızın 3 maçta, ceman yekûn, attığı 11 golün hepsini de yine Fenerliler atmışlardır. Ayrıca ve yine bu Şimal turnesinin enteresan hâtıraları içinde tek bir futbolcumuzun bir maçta 4 gol atması gibi müstesna bir hâtıra da saklıdır. Filhakika; milli takımımızın ilk galibiyet maçında atılan dört golün kâmilen aynı futbolcu tarafından kaydedilmesi tam 30 senedir bir eşi yaşanmamış yüksek bir başarı olarak futbol tarihimizde yer almış bulunuyor. Bu büyük hâtıra, Fenerbahçe’nin cidden büyük evladı Zeki Sporel’e nasip olmuş fevkalâde bir şereftir.

    Şimal turnesinin 3 maçında atılan 11 golün 9 unu tek başına kayda muvaffak olan Zeki Sporel aynı zamanda milli takımımızın gol kıralı olarak da tarihe geçmiş bir Fenerbahçelidir. Onun kuvvetle sahibi bulunduğu (milli takım gol kıralı) unvanını (bir milli maçta en çok gol atan futbolcu) titriyle de süslemiş olması ve bu şerefi tam 30 yıldan beri şahsına münhasır kılmış bulunması Türk futbol tarihinde hem kendisi ve hem de mensubu olduğu Fenerbahçe Spor Kulübü için muhakkak ki övünülmeğe değer bir hâdise olarak yaşayacaktır.

    Zeki Sporel’in Türk futbolundaki bu çok şerefli ve müstesna mevkiini ona ilahî bir mükâfat olarak kabul etmek de yerinde olur. Filhakika; futbolu terk ettiği 20 yıldan beri bıraktığı boşluk bir türlü doldurulamamış olan milli takımımızın bu müstesna kaptan ve merkez muhacimi, 30 seneden beri kırılamamış fevkalade rekorlarıyla da futboldaki o yüksek kudret, maharet ve kabiliyetinin daima yaşayacak muazzam abidesini Ay Yıldızlı forma üzerinde kurmuş bulunmaktadır.

    İşte, yukarıdaki fotoğraf milli takımımızın tarihte ilk galibiyeti olan Finlândiya maçından önce, 17 Haziran 1924 Pazar günü, Helsinki sahasında alınmıştır.

    Sağdan itibaren: Baytar Kamil, İsmet, Muslih, Cafer, o gün şimşek gibi şütlerle 4 harikulâde gol atan takım kaptanı Zeki, Nedim, Nihat ve Altaylı Hamit. Oturanlar; yine sağdan: Hamid, Ali, Sabih ve Bedri’dir. Soldaki iki sivil ise; Futbol Federasyonu reisi Yusuf Ziya (Öniş) ve olimpiyat kafilesi veznedarı merhum Otomobil Nuri’dir

    (Gelecek resim ve yazı; Altınordu’nun 32 yıl önce Nedim, Kara Cemil, Refik Osman, Baltalimanlı Faik, Balıkçı Tevfik, Baron Feyzi ve Kelle İbrahimli son meşhur kadrolarından biri bir ecnebi maçından önce Taksim stadyumunda…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 17 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XVI

    Canlı Yapraklar – XVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XVI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XVI

    26 Ekim 1923 Cuma günü oynanan ve 2-2 beraberlikle neticelenen ilk milli karşılaşmamız Türkiye – Romanya maçı umumi efkârda yüksek maneviyat yarattı. Hatta o maçta muhakkak bir galibiyet fırsatının kaçırılmış olduğu kanaati de doğdu. Filhakika; milli maçtan 4 gün sonra, 30 Ekim 1923 Salı günü Fenerbahçe’nin Macarlarla takviyeli ve (Romanya muhteliti) adı altında oynayan daha kuvvetli kadro ile tek başına berabere kalması ve hatta çok hâkim oynaması bu kanaati takviye de etmişti.

    İşte; umumi efkâr, büyük gelişme halindeki futbolumuzla övünürken 6 ay sonraki 8’inci dünya olimpiyatları günün mevzuunu teşkil etmeğe başladı. Mayıs ayında Paris’te yapılacak bu 1924 olimpiyatlarına iştirakimiz bütün spor umumi efkârınca yürekten arzulanıyordu.

    Filhakika; Türkiye aleyhinde asırlardan beri bin bir kötü propagandalara sahne olmuş yeryüzünün her tarafından Paris’e gelecek sporcu, gazeteci ve seyirci yüz binlerce insana Türkü asil sporcu gençliği vasıtasıyla tanıtıp bu propagandaların yalan olduklarını ispat etmek imkânı böylece ele geçmiş olacaktı.

    Milli propaganda için bundan daha mükemmel fırsat olamazdı. Ayrıca, beynelmilel olimpiyatlar cemiyetinin 1923’teki sorusuna da esasen müspet cevap verilmiş ve hatta katılacağımız branşların güreş, atletizm, atıcılık ve futbol olduğu da tasrih olunmuştu. Fakat o tarihten bu yana, yani bir senedir ileri atılmış bir adım yoktu. Acaba yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümeti İdman Cemiyetleri İttifakı’nı tanıyacak mı idi? Bu meçhul olduğu gibi, gereken masraf da nereden temin edilecekti?

    İşte, alâkalılar için bu cidden endişeli günlerde Maarif Vekili merhum İsmail Safa Bey Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi’ne bir mektup yollayarak gençlerimizin Paris olimpiyatlarına iştirakleri için ne gibi yardıma ihtiyaç duyulduğunu sordu.

    Bunu Aralık 1923’te Maarif Vekâleti Vekili Necati Bey’in İdman Cemiyetleri İttifakı’na yolladığı bir telgraf takip etti. Merhum, bu telgrafında “Gençlerimizin ecnebi takımlar karşısında ihraz ettikleri muvaffakıyetler mucibi iftiharımız olmaktadır” diyor ve bir heyetin derhal Ankara’ya gelip hükûmetle temas etmesini tavsiye ediyordu. Bu, cidden büyük bir müjde idi. Çünkü devlet, hem teşkilâtı tanımış, hem de sporu bir kültür dâvası saydığını bu iş için Maarif Vekâletini vazifelendirmekle göstermişti. Necati Bey merhumun telgrafının ilk kısmı o günleri yaşayanlarca kabul olunacaktır ki, Fenerbahçe kulübünün faaliyetiyle ilgilidir.

    Fenerbahçe’nin 5 işgal ve mütareke senesinde inatçı düşman takımlarına karşı temin ettiği fasılasız zaferler milletimizin nihai zafer ve istiklâle olan inancını kuvvetlendirirken, bu mutlu keyfiyet Anadolu yaylalarında savaşan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğmağa azimli milli kahramanları da hoşnut etmekte idi. İşte, bu tarihi zafer silsilesinin yarattığı memnuniyet devlette spora karşı alâkayı arttırdı ve Cumhuriyet hükûmeti, teessüsünden bir kaç ay sonra, fakir bütçesinden 50 bin lira tahsisat ayırdı.

    Bu para sayesindedir ki Türk sporu ilk defa olarak olimpiyatlara katılmak ve kendini tanıtmak imkânına kavuşmuştur. Kabul olunmalıdır ki talih bu ilk büyük imtihanında Türk futboluna yâr olmamış ve dişimize uygun bir yığın rakip dururken karşımıza Çekler gibi kuvvetli bir milleti çıkarmıştır. Çekoslovakya o tarihlerde futbolda en ileri memleketlerin başında idi. Buna rağmen, maneviyat bozulmadı ve kadromuz, tarihteki bu ikinci beynelmilel maçına metanetle hazır bulundu.

    2,5 sene önce takviyeli Galatasaray’ın Avrupa turnesinde Almanya’da kalan Bekir de Paris’e getirildiğinden 25 Mayıs 1924’te Çekoslovakya’nın karşısına şu tertipte çıktık:

    Nedim (Altınordu) – Cafer (Fenerbahçe), Ali (Galatasaray) – Kadri (Fenerbahçe), İsmet (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray) – Mehmet (Galatasaray). Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Bekir (Fenix), Bedri (Fenerbahçe).

    İsveçli Anderson idaresindeki bu maç, malûm olduğu üzere 5-2 kaybedilmiştir.

    Nedim Kaleci’yi el üstünde taşıyanlar arasında o zamanlar dünyanın en meşhur kalecisi İspanyol Zamora da vardı. Zamora, Olimpiyat köyündeki antrenmanlarda Nedim’i yakından görmüş ve hayran olmuştu.

    Çekoslovakya maçı akşamı Paté sinemasında müsabakanın filmi gösteriliyordu. Zeki (Sporel) ile beraber kapıda Ay-Yıldızlı resmini gören Nedim (Kaleci) hemen sinemaya girdiler. 10 dakika devam eden bu filmde Nedimin o günkü harikulâde kurtarışları gösterilirken Fransız spiker şöyle konuşmuştu:

    “İşte Türk kalecisi ki bugün kalesini bir aslan gibi müdafaa etti.”

    İşte, yukarıdaki resim milli takımımızı 25 Mayıs 1924 maçından bir saat kadar önce Colombe’deki Willage Olympique’de gösteriyor. Takımımız, buradan 20 dakika mesafedeki stada gidecek ve şöhretli rakiple karşılaşacaktır. Her halde bu ilk olimpiyatlar kadromuzu tanıyacaksınız.

    Sağ baştaki koyu renk fanilalı o gün cidden fedakârane bir oyun çıkaran ve bu arada parmağı çıktığı halde kalesini terk etmeyen Nedim (Kaleci)dir ki, maçı müteakip Fransız seyirciler tarafından el üstün de taşınmıştı. Sonra Bedri, Cafer, Nihat, Zeki, Kadri ve antrenör Billi Hanter. Çömelenler de yine sağdan Leblebi Mehmet, Bekir, Âli, Alâeddin ve İsmet’tirler.

    (Gelecek resim ve yazı, Milli Takımımızın meşhur Şimal turnesi ve futbolda ilk milli galibiyetimize dairdir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 10 Temmuz 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XV

    Canlı Yapraklar – XV

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XV” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XV

    Bilindiği veçhile (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) teessüs eder etmez 1921 yazında Beynelmilel Futbol Federasyonu’na müracaatla üyeliğe kabulünü istemişti.

    FİFA, Birinci Dünya Savaşından sonraki ilk toplantısında, yani 1923 Mayısında bu talebimizi ittifakla kabul etti. Cenevre’deki bu içtimada memleketimizi (Serveti Fünun) sahibi merhum Ahmet İhsan Bey’in temsil ettiği de malumdur. Böylece, Türkiye için beynelmilel temaslar imkânı artık sağlanmış oluyordu.

    (Mayıs 1923)ü biraz tahlil edersek hatırlarız ki; Anadolu tahripkâr bir harbden yeni çıkmış, İstanbul da işgal altındadır. Bir husumet cihanına karşı Lozan’da tek başımızayız. Milli haklarımız katra katra kurtarılabilinmektedir. Böyle bir durumda bünyesini henüz tamamlayamamış Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın derhal milli temaslara girişebilmesine bittabi imkân görülemez. Bununla beraber (Milli takım) sözü bir yıldan fazladır artık duyulmağa, yazılmağa ve hatta şiddetle de sevilmeğe başlanmıştır.

    (Milli takım) sözünün bu derece içten sevilmesinde milletin o yıllarda içinde bulunduğu durum ve çektiği kahrın rolü şüphesiz ki çok büyük ve birinci derecededir. Parçalanmış, istilâ ve tahkir olunmuş harap bir yurtta asırların efendi bir milleti, artık büyüğü küçüğü; kadını erkeği el ele vermiş, namus ve istiklâli kurtarma uğrunda yıllardır türlü fedakârlıklarla savaşıyordu. Milletin kanla yazdığı ve çizdiği hedef (misakı milli), bunun tahakkuku uğrunda girişilen savaş (Milli Mücadele), savaşın önderleri (milli kahraman), onu yapan kuvvetler de (milli ordu) isimleriyle anılıyorlardı.

    İşte, vatanın harimi ismetine tecavüz eden düşmanlarla bir ölüm dirim mücadelesine atıldığımız 1920-23 senelerindeki milli misak, millî mücadele, milli kahraman ve milli ordu ad ve mefhumları yanında (milli takım) sözü de pek tabiidir ki çok müessir bir tabir olarak milli duyguları alevlenmiş yaralı milletçe kalpten benimseyecek ve sevilecekti.

    Bu tabir gazete sütunlarında ilk defa 1922 Martında okundu. (Akşam) gazetesi (Türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?) diye bir anket açmıştı. Görülen büyük alâka üzerine, 15 Haziran 1922’den itibaren, stat idareleri İstanbul’un en iyi futbolcularından, gayri resmi olarak milli takımlar kurmağa ve maçlar organize etmeğe başladılar. 15, 19, 22 Haziran ve 8 Temmuz 1922 günlerinde bu gayri resmi (milli takım)lar, göğsü kırmızı bantlı formalarla, işgal kuvvetlerine karşı 4 maç yaptılar ve bu maçları sırasıyla 3 -1, 9-1, 5-0, 40 kazandılar.

    FİFA’ya müracaatımızın henüz cevaplanmadığı bu sıralarda (milli takım) mevzuunun gördüğü büyük alâka, karşısında T. İ. C. İ. Merkez heyeti reisi Ali Sami (Yen) merhum, 1923 ilkbaharı için milli takım namına bir Fransız takımıyla angajmana girişti ve bu maksatla 17 futbolcu 18 Ocak 1923 günü için Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli) ne davet olundular. Türk futbol tarihinde teşkilât tarafından ilk defa ve resmen davet olunan bu milli kadro şudur:

    Hilal’den Sadi (Çoban) merhum; Süleymaniye’den Hüsnü (Erceyiş); Altınordu’dan Nedim (Kaleci), Refik Osman (Top) ve Badi Şükrü merhum; Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü; Fenerbahçe’den Şekip (Kulaksızoğlu), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), İsmet (Uluğ), Kadri (Göktulga), Bedri (Gürsoy), Zeki (Sporel), Alâaddin (Baydar) ve Sabih (Arca).

    Bu kadro 1923 Şubatından itibaren hazırlık maçlarına başladı. İlk giyilen forma beyaz pantolon ve yeşil fanilâdır.

    İşte, bu sıralarda nisan ayında beklenen Fransız takımının gelemeyeceği öğrenilirken mayısta F.İ.F.A. ya kabulümüz haberi gelmiştir. Bu sevindirici haber üzerine, zemini de müsait görüp, harekete geçen Futbol Federasyonu bir kaç memleketle muhaberata girişti ve bunlardan Romanya ile mütekabil ziyaret esasına dayanan bir anlaşmaya vardı. İlk maç 26 Ekim 1923 Cuma günü İstanbul’da yapılacaktı.

    24 Ekim 1923 Çarşamba akşamı Galata rıhtımına yanaşan İmparator Trayan adlı beyaz vapur ilk rakibimizle Karadeniz boğazı istikametinden memleketimize getirmiştir. Bu ne muazzam bir hâdise idi, Galata rıhtımı binlerce karşılayıcı ile dolmuş, istikbalcıların feslerini giyen Rumenlerin mütemadi fotoğrafları çekiliyor; beri yanda eski tarihi topçu kışlası meydanı Taksim stadında da hummalı bir faaliyettir gidiyordu. İki bin kişilik kapalı ahşap bir tribün ve bir balkon inşa edilmiş, duhuliye tarafına tahta parmaklıklar yapılmıştı. 26 Ekim 1923 cuma günü bu stat, o devirler için en büyük rakam olan, 8 bin kişi ile dolmuş taşıyordu… Buruşuk çehresi değişmiş ve taravet kazanmış tarihi stadyumda, tam 20 gün önce sona eren, o 5 senelik meş’um işgal felâketinden sonra İstanbul’un 8 bin futbol âşığı, ilk defa olarak, hürriyet havası teneffüs ederek bir maç seyredecekti. Hem de, yine ilk defa olarak, bir milli maç!

    Heyecan eşsizdi. Halk sabırsızlanıyor, haftalardır yapılan neşriyat, münakaşalar, takımın tertip şekli ve maçın neticesi hakkındaki tahminlerle gerilmiş sinirler yaylarından fırlayacak oklara benziyorlardı.

    İşte, nihayet hakem Kratky sahaya çıktı. Onu alkışlar arasında Rumenler takip ettiler. Siyah pantolon ve göğüsleri milli armalı beyaz fanila giymişlerdi.

    Halkın yüzde 99’u ilk defa gördükleri bir yabancı milli takımını merak ve tecessüsle seyrederlerken yeni balkonun altındaki kapıdan görünen bir çiçek demeti halindeki grup stadı yerinden oynatan heyecan ve tezahürata sebep oldu: Türk milli takımı çıkıyordu!

    Hem futbolcular alkışlanıyorlardı, hem de o güzelim formaları… Beyaz pantolon ve beyaz fanilâ giymiş 11 Türk gencinin göğüslerini çevreleyen ay yıldızlı kırmızı bant, bu güzelim Türk sancağı bu bahtiyar delikanlılara ne güzel de yakışmıştı. Bu sevimli formayı, bu güzelim tabloyu ilk defa olarak görmenin mesut heyecanını halk bir türlü yenemiyor, (Yaşa; milli takım!) sesleri Taksim ufuklarını inletiyordu.

    Uzun süren merasimden sonra, yıllardır özlenen hâdise nihayet yaşanmış ve Türk milli futbol takımı ilk defa rakip bir milli takım karşısında mevki almıştı. Bu tarihi şerefe ulaşan 11 Türk genci şunlar olmuştur:

    Nedim (Altınordu )- Hasan Kâmil (kaptan. Fenerbahçe), Cafer (Fenerbahçe) – Nihat (Galatasaray), İsmet (Fenerbahçe), Feyzi (Altınordu) – Emin (Altınordu), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Sabih (Fenerbahçe), Bedri (Fenerbahçe)

    Bu ilk maçımız, malûm olduğu üzere 2-2 beraberlikle neticelendi ve Türk milli takımının bu ilk iki golünü atmak tarihi ve ebedi şerefi de Fenerbahçeli Zeki (Sporel) e nasip oldu.

    İşte, yukarıdaki resim Türk ve Rumen milli takımlarını maçtan önce bir arada gösteriyor.

    Sağ baştaki şapkalı Rumen milli takımının meşhur kalecisi Pavlini’dir Onun sağında bizim kaleci Nedim, sonda Alâaddin, Emin, İsmet, Nihat, Sabih, Hasan Kâmil, Baron Feyzi merhum, Cafer, Zeki ve ortada çömelmiş olan da o gün ağır sakatlanmış olan Bedri’dir ki, yerine Kelle İbrahim girmişti.

    (Gelecek resim ve yazı: Türk sporunun ilk defa olarak olimpiyatlarda temsili ve 1924’de Paris’te Çekoslovakya’ya karşı çıkan futbol takımımız…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XIII

    Canlı Yapraklar – XIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XIII” : 1921 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XIII

    Takviyeli Galatasaray takımının 1921 sonbaharındaki Orta Avrupa turnesi memleketimizin öteden beri ne kötü propagandalara hedef kılındığı hakkında mükemmel bir misal vermişti. Bu hain propagandaların o zamanlar münasebetlerimizin pek az olduğu Amerikalarda müessir olması bir dereceye kadar müsamaha ile karşılanabilirdi. Fakat Almanya gibi, koca imparatorluğumuzun parçalanmasına sebep olmuş, henüz 2 yıl önceki müttefikimiz matbuatında yer bulması cidden esefle karşılanmış ve asabiyet uyandırmıştı.

    1921 de neşrolunmuş ve bugün bile okurken asabımızı bozan aşağıdaki satırlar bu turnenin her şeye ve alınan kötü neticelere rağmen, yine de faydalı olduğunu gösterir. Filhakika, bizi zorla harbe sürüklemiş ve o sırada mağlup ve perişanlık içinde yüzer bulunmuş koca Alman milletinin aşağı karakterde bazı gazetecileriyle, istiklâline henüz kavuşmaktan doğan bir şımarıklıkla malul Çeklerin o tarihlerde bir husumet âlemine karşı cidal açmış yaralı Türk milletine karşı reva gördükleri bu saygısızlığın mazur görülecek hiç bir tarafı yoktu. Yoktu amma, bu yazılar kendimizi tanıtmağa ne kadar mecbur olduğumuza da acı birer ikazdılar…

    İşte bu yazılardan o zamanlar tercüme ve neşrolunmuş ve üzerlerinde şiddetli münakaşalar cereyan etmiş bazıları:

    “Maşallah… Türkler birbirlerini takiben sahaya çıktılar. Hayretle görüyoruz ki tıpkı bizim gibi insanlar! Hâlbuki başlarında kızıl fesler, ayaklarında geniş şalvarlarla saha ortasında sıçrayacaklarını zannetmiştik. Futbolleri de bizimkine benziyordu. Yalnız, konuşmaları acayip ve anlaşılmaz bir şeydi…”

    “Türkiye şampiyonunun Nurenberg’e gelmesi merakla bekleniyordu. Çünkü Türkiye’de futbol oynandığını ve şampiyonları olduğunu hiç duymamış ve tahmin de etmemiştik, İşte, şampiyon Galatasaray takımını görmek üzere tribünlere biriken halk onların İstanbul’da geçirmekte oldukları harem hayatından örnekler de görebilmek merak ve heyecanı içinde idiler. Bu sebepledir ki seyircilerin ekseriyetini kadınlar teşkil ediyorlardı…”

    “Türkler Hamburg’ta! Vaktiyle ‘Türkler Viyana önünde!’ denildiği zaman da halk ancak bu kadar heyecana düşmüştü… Seyirci adedi 20 bin tahmin olunuyor. Bu müsabaka birçok noktalardan şayanı tetkiktir. Evvela; bir millet ya kuvvetli bir takımla veya seyirci celbi için acayip şahsiyetler ile maç yapar. Meselâ, Çinlilerin uzun saçlarıyla topa vuruşlarını tasavvur ediniz, bizim ahali için bu ne hoş bir manzara olur. Yahut Zenci futbolcuların sıçrayışları herhalde çok seyirci celbeder. İşte, halkımız Türkleri de böyle zannettiğinden çok seyirci gelmişti. Fakat onların içinde âdeta koşan ve bizim gibi oynayan şahsiyetlere rast geldik. Pek yorgun bulunmalarına rağmen iyi çalıştılar. Bir de Türklerin lehine olarak şunu ilâve edelim ki; bu defa harp zamanındaki âdetlerinin aksine olarak ‘harem’siz seyahate çıkmışlar… Demek, kendilerinde görülecek en iyi ve meraklı şeyi evlerinde bırakmışlar… Tanrıdan dileriz ki, Hazreti Muhammet ve diğer peygamberler, Türkleri bu felaketli seyahatlerinde korusunlar…”

    “Prag’da Türkler!… Acaba bir bayram meydanı mı idi? Tatil günü olmadığı halde 9 bin kişi toplanmıştı. Bunların çoğu futbol meraklılarından ziyade eğlence görmeğe gelenlerdi. Halk fesli, geniş şalvarlı, kılıç ve kalkanlı, kuşaklarına tabanca sıkıştırılmış Türkleri göreceklerini sanmışlardı. Hâlbuki Türkler süslü ve şık formalarla meydana çıktılar. Vakıa futbol oynadılar; fakat nasıl oynadıklarını hiç sormayınız… Müsabakada Sparta takımı sıfıra karşı 12 gol yapmıştı ki, isteseydi bir o kadar daha atardı. Sparta’nın onuncu golünden sonra ahali, kalecinin hatırı için de bir gol, diye bağırıyordu. Bu gecikmedi, Bunun üzerine bir tane de hakem için, diye bağırdılar, Türkler, birdenbire Çek lisanına aşina gözükerek, seyircilerin arzusu üzerine, on ikinci golü de kendi kendilerine yapıp oyunu bitirdiler. Velhasıl bu maç kedi ile farenin müsabakası gibi idi.”

    Alman gazetelerinin Galatasaray’ı (Türkiye şampiyonu) titriyle reklâm ettikleri görülüyor. Hâlbuki o yıllarda Türkiye şampiyonluğu daha henüz organize ‘ edilmeğe başlanmamıştı. Ancak, İstanbul şampiyonluğu vardı ve o yılın, yâni 1920/21 senesinin şampiyonu da Fenerbahçe idi. (Türkiye şampiyonluğu) titrinin bu seyahatte reklâm maksadıyla ele alındığı şüphesiz ise de bunun isabetli bir hareket olmadığı da muhakkaktır.

    Yukardaki resim takviyeli Galatasaray takımını turnenin üçüncü maçını oynamak üzere, 4 Eylül 1921 Pazar günü Karlsruhe’de rakibi Fenix takımı oyuncularıyla bir arada göstermektedir. Geçen hafta bahsettiğimiz gibi bu maçı 1-0 Alman takımı kazanmıştır.

    Almanlar, maçtan sonra takımımıza bir ziyafet vermişler, kulüp reisi nutuk söylemiş, Galatasaray namına merhum Cevdet Bey cevap vermişti. Nutukların tercümelerini o sırada Almanya’da tahsilde bulunan Fenerbahçeli Burhan (Belge) yapmıştı.

    Resimde takviyeli Galatasaray takımı ayakta duranlardır.

    Sağ başta buket tutan zat kulübün o zamanki umumi kaptanı ve bu seyahatte bir kaç defa forvet oynamış Yusuf Ziya (Öniş) dir. Sonra Necip Şahin merhum, Refik Osman, Galip merhum, Müçteba merhum, Cafer, Nedim, Bekir, Zeki, Nihat, Ustrumcalı Hüseyin merhum ve nihayet o yılların Galatasaray santrforu Macar Ballaşa. Soldaki zat maçın Alman hekimidir.

    Yerde oturan Fenix takımı oyuncuları arasında soldan ikinci küçük Oberle’dir. Fenlix takımının sağ müdafii olan bu genç daha önce büyük kardeşiyle beraber Galatasaray’da yıllarca forvet oynamıştı. Senelerce bir arada ve karşı karşıya oynadığı eski arkadaşlarıyla bu maç dolayısıyla tekrar buluşmaktan çok memnun görünmüş. Küçük Oberle’nin o 4 Eylül 1921 akşamı Türk futboluna ettiği bir azizliği acaba hatırlıyacak mısınız? Düşününüz bakalım; iyi düşünün… Hatırlayamadınız demek… Öyle ise hatırlatalım:

    Küçük Oberle o maçı müteakip verilen ziyafette Bekir’i Almanya’da kalmağa ikna ve Fenix kulübüne mal etmişti. Nitekim kafile 28 Ekim 1921 Cuma akşamı İstanbul’a döndüğü zaman meşhur Bekir’den mahrum bulunuyordu. İstanbul sahalarında yırtıcı kaplan gibi kalelere saldıran, kurşun gibi şütleriyle kalecileri yere seren o tutulmaz, ele avuca sığmaz meşhur yağız Bekir böylece en verimli devrini Alman futbolu içinde geçirecek ve artık o diyarın malı olacaktı.

    Seyahatten önce Bekir’e müsaade isteyen Ali Sami merhuma beyanı mazeret etmiş İttihat Spor Kulübü murahhası meğer haksız değilmiş!

    (Gelecek resim ve yazı bir zamanların meşhur kulübü Nişantaşı Terbiyei Bedeniye Yurdu)nun 34 sene evvelki Hokey takımını bir İngiliz maçından önce canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi