Etiket: Cemil Turan

  • En Güzel Yazı

    En Güzel Yazı

    İslâm Çupi’nin Fenerbahçe’nin 1974 şampiyonluğundan sonra kaleme aldığı yazı, “En Güzel Yazı” olarak tarihe geçmeyi hak ediyor… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Didi

    Fenerbahçe Şampiyonluğunun Boynundaki Esrarlı Gerdanlık

    Fenerbahçe 3 yıl ayrı kaldığı lig şampiyonluğu ile yine iç içe girdi…

    Fenerbahçe Türkiye’de şampiyon olsa da olmasa da, halktır, halkın ta kendisidir… Sarı-Lacivertli kulüp, tarihinin yaprakları çevrildiğinde her devrede isminin önüne en büyük kalabalığı biriktirmiş kulüptür.

    İsminin spor sayfasına yapışmasını istemeyen bir politikacı ne güzel anlatır bu diyalektiği:

    “Türkiye’de siyasi kadroların kulpundan tuttuğu iktidar hazzı hafta sonu biter… Çünkü Türkiye’de Cumartesi-Pazar Fenerbahçe iktidarı kurulur.”

    Çocuklarına etin kendisini değil resmini bile götüremeyen baba, evlatlarının midelerini Fenerbahçe galibiyetleri ile doyurur… Müdürüne, şefine, patronuna kızan küçük insanın intikamında, Fenerbahçe zaferlerinin tartışılmaz balyozları vardır. Yaşamayan halkın, itilen kakılan kitlenin, sevinçleri gram gram damlayan insanların, Cumartesi-Pazar eskimeyen, tükenmeyen mutluluğudur Fenerbahçe…

    Sabah her erken kalkan insanın ihtilale teşebbüs ettiği, dans figüründen çok bomba atıldığı bir ülkenin ihtilal heyecanlarından gelen bir Didi’nin bile, şaşkınlıklar geçirdiği Fenerbahçe sevgisi, şimdi kapatılma sistemi olmayan bir neon gibi tüm Türkiye direklerinde ışıldamaktadır.

    Dünya şampiyonluklarını bir virtüöz Brezilyalı olarak yaşamış, en azgın ve değişik sevgili dünya tribünlerinden alkış toplamış bir Didi’nin “Futbolda en büyük gürültü” diye saygı duyduğu Fenerbahçe dünyası budur…

    Didi imtihanla, kitapla, kurslarla içi dışı ilim dolmuş bir teknik direktör müdür? Değildir… Ama Didi büyük insan ve büyük bir futbolcudur.

    Didi iki yıl futbolcularının adalelerine at serumu şırınga etmemiş, kulaklarına topun yaşanmış ve yaşayan en iyi şiirlerini söylemiştir.

    Fenerbahçe’de oyuncu her maç ayakları değil, kafası ağrıyan bir yaratık haline sokulmuştur.

    Az idman… Çağ dışı çalışma… Dayanıklı ve adaleli olmama… Fizik, kondisyon gibi her futbol marangozunun ayrı şekilde yonttuğu bir kalıptan yoksun olma…

    Bütün bu bilimsel eksikliklere rağmen şampiyonluk… Ne dersiniz? Yoksa ilim, bilim Kalamış’ta kafasına sarık mı sardı? Didi’nin üfürükleri, futbol ilmi adına fırlatılan hikmetlerin önüne mi geçti?

    Sorun bakalım 1 yıl Türkiye’nin en büyükleri olan Cemil, Osman, Ziya, Yılmaz, Alpaslan ve Datcu’ya… Kurcalayın Fenerbahçe formasının büyüklüğü ile kendi gençliğini kol kola henüz sokamamış tüysüzleri… Bir yıl boyunca tribünlerde insan değil, taş olmuş o koskoca taraftar kitlesinin elem ve mutlulukları üzerinde bir araştırma yapınız… 365 gün ayr stratejilerin kımıldadığı şampiyonluğun yakasına yapışıp bağırınız “Didi’yi nasıl bilirsiniz?” diye…

    Fenerbahçe böyle büyüklüktür işte…

    İslam Çupi – Tercüman Gazetesi

  • Bazıları Büyük Doğar

    Bazıları Büyük Doğar

    Necmi Tanyolaç’ın 1974 şampiyonluğundan sonra yazdığı “Bazıları Büyük Doğar” yazısı, yine bir manifesto niteliğinde… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bazıları Büyük Doğar

    Evet, bazıları büyük doğar. Didi gibi, Ziya gibi, Osman, Cemil, Yılmaz ve tüm futbolumuzun diğer yıldızları gibi…

    Böyleleri için yenilgi ve bozgun küçülüş sebebi değildir. Bağlı oldukları toplumda hep aynı saygıyı görürler. Kazansalar da, kaybetseler de. Nitekim Didi ile Fenerbahçe’yi kaybedilmiş maçlardan ve kaybedilmiş şampiyonluklardan sonra darağacına çıkarmak kimsenin aklından geçmemiştir. Fenerbahçe şampiyon olmadan da yaşar…

    Evet, bazıları büyük doğar. Fenerbahçe gibi. Bir yabancı antrenörün ; “Şampiyon olduk ama Fenerbahçe olamadık!” deyişi kıskançlık mıdır, yoksa itiraf mı? Cevabını siz veriniz.

    Evet, bazıları büyük doğar… Bir tabiattır Fenerbahçe, uçsuz bucaksız bir tarla. Toprağı gerçekten bereketlidir. Bugüne kadar hep bire yüz vermiştir. Çok çabuk üreyen bir millet olmuştur, Çocuk, anasının sütünü emmekten sıkıldığı gün ağzını Fenerbahçe armasına yapıştırmıştır. Böyle böyle büyütmüşlerdir birbirlerini.

    Evet, bazıları büyük doğar. Bu büyüklük seyirciden gelmektedir. Nice’de 4 – 0 yenilmiş takımın o faciadan 3 gün sonra İstanbul’da oynadığı bir lig maçında Fenerbahçeli sabahın köründe kuyruğa girmiş, tribünler adam almamıştır. Başka yerlerde takımları böylesine ufalanıp gitmiş taraftarlar tribünleri boşaltıp, oturdukları yerlere siyah çelenkler bırakıyorlar. Fenerbahçe taraftarı ise Fenerbahçe’yi bırakmamıştır.

    Bir ebedi nöbet, Fener seyircisi için Fener’i tutmak! Bu bitip tükenmeyecek nöbetteki futbol seyircisi bir Mehmetçiktir. Elinde bileti, yüreğinde kulüp sevgisi o Mehmetçik bir asra yakındır Fenerbahçe’yi bekliyor, Fenerbahçe’yi koruyor ve omuzlarda taşıyor. Mc Kennan vadısinin altınlarından şüphesiz bir değil, birkaç Fenerbahçe yaratılabilir. Ama o seyirci kitlesinin bir teki dahi yaratılamaz. Çünkü Fenerbahçeli olmak, şampiyon olmaktan ayrı bir şeydir.

    Fenerbahçe’nin bu mutlu gününde “Niçin Fenerbahçeli değilim?” diyenlerin dünyaya bir kere daha gelmeleri imkânsız fakat Fenerbahçe’nin bu mutlu gününe gönül dolusu tebriklerle katılmaları mümkündür. Bu da büyüklüğün şanındandır.

    Necmi Tanyolaç

  • Siyah Padişahlık

    Siyah Padişahlık

    Fenerbahçe 1973 yılında Nice deplasmanında 4-0 yenilince, İslam Çupi kalemini kılıç yapmış. “Siyah Padişahlık” ağır bir yazı olarak tarihe geçiyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Siyah Padişahlık

    Al büyük Brezilya’nın ofans hayallerini gören Didi’yi Fenerbahçe’nin başından, koy yuhalanmış Coşkun Özarı’yı… Çarşamba gecesinin hayret verici hezimeti, 0 – 0 beraberliğe dönerdi.

    Al Fuat konusundaki uyarımızı “Kurtarıcı istemiyoruz” ukalalığına çeviren Faruk Ilgaz’ı, Fenerbahçe Kulübü’nün başından, koy oraya ağzı teknik konulara dikili bir başkan, takımın şerefi, bayram çocuğunun elinden kaçırdığı bir balon olmazdı.

    Fenerbahçe, Nice karşısında hücum oynamadı, topla oynadı. Bu tip maçlarda bütün dünya takımları defanslarını dikerken, Sarı Lacivertli ekip, ileriye çıkardığı iki beki ve stoper Niyazi’yi geri çevirinceye kadar bütün karşılaşma alanlarını bize kulunç gibi çiğnetti durdu.

    İlk yarım saat 4 – 4 – 2 düzenini kendi sahasında yapılmış çirkin bir duvar gibi dolaştıran Nice takımının bu ayıbında yatan gücü ibretle düşünmek lazım… Fransa milli ekibine 3 oyuncu veren bir takım, maçı kazanmak için önce rakibini defansına vurdurup, koridorunu ve yaratıcılığını boğazlamak gerektiği inancı ile silahlanmıştı. 7 kişisi belli noktalarda yakalanan bir Fenerbahçe ile 7 kişisi Osmanlı oku gibi boş yerlere fırlatılan bir Nice ile aradaki kafa farkını anlatıyordu, Çarşamba geceki maç.

    Fenerbahçe’nin topla daha fazla göründüğü yerler, modern futbolun “Maç kazandırmaz” dediği ölü yerlerdi. Nice’in 90 dakika adale ile deparla çıkıp girdiği orta sahada, Fenerbahçe inanılmaz yavaşlıkta kısa paslarla çakılıp kaldı.

    Orta sahada Ziya maç boyunca topu yakalayan, top saklayan bir usta yardımcıdan mahrum olarak terledi. Ersoy ve Selahattin, ne oyun kurucularını saf dışı ettiler, ne de ileri üçlüye 35 – 40 metrelik deparlar atabildiler. Bu kesimde Fuat’ı ısrarla imha etmek isteyenlerin boyunlarına önümüzdeki haftaların getireceği maç sonuçlan ip gibi geçecektir.

    Fenerbahçe’nin, Nice karşısında ofans oynadığını söylemek, manzara gibi akılsız dağılmış oyuna hayranlık duymaktır. Modern anlamı ile hücum patlatan bir takım, 0 – 4’ün şaşkınlığı altında kendi oyun kişiliğinin savunmasını yapamaz. Eğer bu hücum futboluna rağmen, Fenerbahçe koca oyunda sadece 2 gol pozisyonuna girmişse, adama “Arkadaş sen nereye saldırdın?” diye soru sorarlar…

    30 yaşındaki Yılmaz’ın sağını, solunu, önünü tahliye ederek, bir liberoyu, Van Dijk’in, Ericksson’un koştuğu bir atletizm pisti haline getirmek futbolda bir devrimse, ben gerici damgası yemekten zevk duyarım.

    Ender’i kazandıran bu hezimeti şöyle başlamak istiyorum: Fenerbahçe’nin kendi bünyesi içinde hüküm süren “Siyah Padişahlık” devrini dikkatle yeniden gözden geçirmesi lâzımdır. Ve lütfen takımın oyun anlayışı ve tertibi üzerinde halâ “keçi inadı” despotlukları yapmayalım. Çünkü Fenerbahçe’nin istikbali böyle aydınlanmaz.

    İslam Çupi – 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Osman Arpacıoğlu Röportajı

    Osman Arpacıoğlu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Osman Arpacıoğlu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bay Gol

    “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Osman Bey?

    1947, Ankara doğumluyum. Babam avukat, annemse öğretmendi. Dört kardeştik. Çocukluğum Samsun’da geçti. Tahsil ve futbol hayatım da yine orada başladı.

    Babam koyu bir Fenerbahçeli olduğundan, Samsun’da aynı renkleri taşıyan “Fener Gençlik” takımının her maçını birlikte izlerdik. Ben de doğuştan Fenerbahçeliyim diyebilirim. Tabii hem Fenerbahçeli olup, hem de takımımın formasını giyebilmek benim için mutluluk kaynağı oldu.

    Spor hayatınız nasıl başladı, Osman Bey?

    16 yaşımda ilk takımım Samsun Akınspor oldu. Sonra Samsun Yolspor, Ankara Hacettepe, Mersin İdmanyurdu sonunda da Fenerbahçe…

    Ve efsane takım Fenerbahçe’ye geldiniz…

    Evet. Fenerbahçe, çocukluk hayalim, rüyalarımın takımıydı.

    1971’de, 24 yaşında transfer olduğum Fenerbahçe’me 6 sezon elimden, ayağımdan ve kafamdan geldiği kadar hizmet ettim. Bu yıllar arasında hemen hemen tüm maçlarda forma giydim. Zannederim bu rakam 250’nin üzeri maç ve 125 gol…

    Rahmetli Hocamız Didi’yle gelen 2 lig şampiyonluğu ve Türkiye Kupası’nın yanında Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve bir sürü kupa…

    Biri Mersin İdman Yurdu’nda, biri de Fenerbahçe forması altında 2 kez gol krallığı…

    1962 yılında başlayan futbol hayatım, 1978’de sona erdi.

    Bir yandan üniversite bir yanda futbol yaşamı zor olmadı mı?

    Futbol hayatımla beraber yürütebildiğim tahsil hayatımda da iktisat fakültesini zorla da olsa bitirebildim ve yararını da, 1979’da Eczacıbaşı’nda başlayan iş hayatımda, 1997 yılında emekli olana kadar gördüm.

    Milli takımda da oynadınız…

    1 genç, 2 ümit milli ve 16 kez de A milli takım formasını şerefle giydim. 3 de golüm var.

    A milli takımın da 200. golü İzmir’de oynadığımız ve 4–0 yendiğimiz Cezayir maçında kaydetmiştim.

    Uğur getirdiğine inandığınız şeyler var mıydı? Oyuncu arkadaşlarınızla uyumunuz nasıldı?

    Allah’a dua eder çıkardık. İnanç tamdı. Takım ruhu vardı. Öyle bir kardeşlik havasındaydık ki şakalaşırdık. Fakat sahaya çıktığımızdaysa görevimizi başarıyla yerine getirmeye çalışırdık. 

    “Bay Gol” lakabı nereden geldi Osman Bey?

    Sanırım attığım goller nedeniyle bu lakabı aldım.

    Lakabı, ilk olarak 15 Ekim 1972 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki bir yazısında bana yakıştıran değerli büyüğüm Gündüz Kılıç’ı rahmetle anıyorum.

    Bu arada Galatasaray’a karşı oynadığım tüm maçlar ve attığım goller benim için hala güzel anılardır.

    Forvet arkadaşlarınız kimlerdi?

    Forvetteki silah arkadaşlarım Ender Konca ve Cemil Turan’dır. Çok yetenekli futbolculardı. Birbirimizi tamamlardık.

    Futbol sonrası uzun süre spor yazarlığı yaptınız. Yazılarınız her zaman spor yazarlarına örnek oldu. Bunun dışında bulunduğunuz görevler ve halen sürdürmekte olduğunuz görev nedir?

    Futbola veda ediyorsunuz fakat futbola ve Fenerbahçe’ye hizmetiniz bitmiyor.

    Fenerbahçe Eski Sporcular Derneği, Fenerbahçe Futbol Vakfı ve Fenerbahçe Altyapı Derneği’ne üyeyim.

    Bugün için, yine elimden geldiği kadar Fenerbahçe’ye ve 2 senedir de Federasyon temsilcisi olarak Türk futboluna bir şeyler kazandırmaya çalışıyorum.

    Televizyondaki spor programlarında yer almıyorsunuz. Bu tercihinizin sebebi nedir?

    Eskiden maçları TRT verirdi. O yıllarda maçlar pazar günü biter fakat maçları çarşamba günü anca seyredebilirdik. Maçın dublajı, banyosu vs. ancak yapılırdı.

    Bugün öyle mi? Bir günde üç veya dört maçı aynı anda seyrediyoruz. Televizyonlarda aynı hızla eleştiriler yapılıyor. Ben bunu haz etmiyorum. Bazen Fenerbahçe’yi eleştirenlere kırılıyor, üzülüyorum. Hal böyleyken onlardan biri olamam. Bu eleştiriler daha dikkatle yapılmalı.

    1972–73 sezonunda ilk 6 haftaya 10 gol sığdıran bir futbolcusunuz…

    Bu başarı yıllarca yakalanmadı… Hatta 34 yıl… Benden sonra Ümit Karan bu unvana sahip oldu.

    Çocuk yaştaydım maçları tam olarak anlamazsam da sizleri biliyor ve seyrediyordum. Özellikle ağabeyimin size ve Cemil Turan’a olan hayranlığı hayli ilgimi çekiyordu. Nasıl bir takım ruhuydu… Ve taraftara bu coşkuyu nasıl yaşatıyordunuz?

    Cemil ile beraber Ziya, Alpaslan, Ali Kemal gibi efsanelerle beraber oynadım.

    Didi’ye minnettardım. Ondan çok şey öğrendik. Futbol kariyerimde ayrı bir yeri olan ve beni frikik ustası yapan yaklaşık 3,5 sene beraber çalıştığımız sevgili hocamız Didi’nin Galatasaray ve Beşiktaş maçları öncesinde bize moral ve isteklendirme dopingi vardı.

    Onun hocalığı döneminde Galatasaray’la 15 kez karşılaştık. 8 kez galibiyet, 6 beraberlik ve 1973 yılında Ankara’da oynanan ve normal süresi 0–0 biten Cumhuriyet Kupası’nı da penaltılarla kaybettiğimiz tek maçtı. Beşiktaş takımıyla 18 kez karşılaştık, 9 galibiyet, 6 beraberlik ve 3 yenilgi aldık.

    Bu moral ve isteklendirme dopingi neydi?

    Sevgili Didi bu büyük maçların öncesinde soyunma odasında önce ilk 11’i açıklar ve eline bir top alıp, “Bakın tribünlerdeki binlerce kişi sizin için geldi, galibiyetinizle bayram yapacaklar, onları mahcup etmeyin, dönüp evlerinde de bayramlarını kutlasınlar. Eşleri, çocukları ile sizlere dua etsinler; bu topa elinizi koyun ve galibiyet sözü verin” derdi. Büyük maçların taktiği buydu ve hep başarılı olduk.

    Geçmiş zaman olur ki… Biraz da zimmetli formalardan bahseder misiniz?

    Şimdi bakıyorum her şey çok güzel, formalar çok hoş.

    Bizim oynadığımız senelerde kulüp müdürü Hidayet Bey vardı. Sezon başı yaz kampından dönüldüğünde herkesi toplar elindeki listeden isim isim yanına çağırır:

    “İşte al sana iki tane şort, iki tane atlet, bir pamuklu eşofman” derdi.

    Tüm bunlar bir sezon için üzerimize zimmet edilirdi. Sezon bitince de geri verirdik. O zamanki şartlar tabiî ki bunu gerektiriyordu. Fakat şimdilerde oyunculara baktığımda imrenmiyor değilim. Hele yağmurlu günlerde giydiğimiz o formaların ağırlaşması hiç de inanılır gibi değildi… 

    “Çok güzel bir gol attım” dediğiniz bir maç anınızı bizimle paylaşır mısınız?

    Bursa’da Bursaspor’u 1–0 yendik ve maçın tek golünü ben atmıştım. Bizim orada berabere kalmamız veya yenilmemiz şampiyonluğumuzu tehlikeye atacaktı.

    Takımımız baskı altındayken sol tarafa güzel uzun bir top açıldı. Cemil mi, Selahattin miydi, hatırlamıyorum. Sol avut çizgisinden bir orta yaptı. Bir an evvel karar verilmesi gereken bir olaydı.

    18’in içinden benim dönüp yan bir voleyle vurmam topun tam 90 dediğimiz direğe vurup yere vurup tekrar içeri girmesi enteresan bir gol oldu. Şampiyonluğa bedel bir gol olarak da Fenerbahçe tarihine geçti.

    En onur duyduğunuz an?

    7–8 maçta da olsa Fenerbahçe takımının kaptanlık pazu bandını şerefle takmam.

    Ailenizde herkes Fenerbahçeli mi?

    1970 senesinde evlendiğim eşim Nuray, kızım Başak ve oğlum Hakkı hepsi ailemin bir parçası.

    Kızım Başak mimar olup halen Avea’da müdür olarak görev yapmakta.

    Oğlum Hakkı kendi şirketini kurdu. İnternet yazılım, program işleri ile uğraşıyor. Ben Fenerbahçemizin Yüksek Divan Kurulu’ndayım, eşim ve çocuklarım ise kongre üyesi.

    Okuyucularımız için bir mesajınızı alabilir miyiz?

    Bizim zamanımızda beyler kravatlı fötr şapkalı gelirlerdi. Öyle formalar, Feneriumlar yoktu. Tribünlere bakıldığında şapkalar gözükürdü.

    Şimdilerdeyse turkuaz, sarı-lacivert çubuklu formalar, şapkalar. Tam bir eğlence, neşe ortamı yaratılıyor.

    Çok pahalı transferlerle futbolcular alınıyor. Taraftarımızın da bunun bilincinde olup, her zamankinden daha çok Fenerbahçe taraftarına yakışır şekilde takımlarını desteklemeleri gerekir.

    Kulübümüzün prosedürleriyle ilgili bir öneriniz var mı?

    Neden kaleci antrenörü var da neden golcü antrenörü yok?

    Bunun için uzun uzun yazdım. Bunun yapılması lazım.

    Kaleci özel bir kişi ve onun antrenörü var, neden bu özel futbolcular içinde futbolcu antrenörü olmasın. Bu önerimin dikkate alınmasını istiyorum.

    Osman Bey’in eşi Nuray Hanım’a yenilgi ile eve döndüğünde ailesinin onu nasıl karşıladığını sorduğumuzda aldığımız yanıt tam bir futbolcu eşine yakışır bir cevaptı:

    Her maçta desteklerdik, maçta yenilse bile hiç belli etmezdik. O gün maç ile ilgili hiçbir şey konuşmaz, o maçı unutması için elimizden ne gelirse yapmaya çalışırdık. Yemek ve aile düzenine çok dikkat eder, bir futbolcu hanımına düşen tüm sorumlulukları taşırdım. Sık sık futbolcu eşleriyle bir araya gelirdik. Bunların hepsi de hoş sohbet geçen akşamlar olurdu.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı


    OSMAN”lı imparatorluğu

    Sıkıldım! Koca Fenerbahçe’yi buruşturup çöp sepetine fırlat, git Osman’ın ayaklarına halı yerine methiye döşe.

    Lig lideri tepedeki yeri bırakmasa bile futbolu bıraktı. Her hafta taraftarlarına güven yerine enfarktüs korkusu veriyor. Fenerbahçe taraftarı haftalardır oksijen çadırında mı statta mı belli değil Fenerbahçe kazanmıyor OSMAN kazanıyor.

    Dünkü iki golde Osman Fenerbahçe koalisyonunun dışındaki tek iktidardı. Aman takımın öteki forvet ve gol kulları kendinize geliniz. Bir gün ihtilal olabilir ve OSMANlı İmparatorluğu yıkılabilir. Enkazın altında kalmamaya bakınız.

    07.04.1974 – İslam Çupi

  • Müjdat Yetkiner Röportajı

    Müjdat Yetkiner Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Müjdat Yetkiner röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    17 Yıl

    Biz aramızda her zaman “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur,” deriz. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Müjdat Bey?

    Ben de doğuştan Fenerbahçeliyim. Futbola düşkünlüğüm de çocukluktan başladı. İşin ilginç yanı Beşiktaş’ta oturan bir Fenerbahçeli olmamdı.

    Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı?

    1978 senesinde Kabataş’ın Altınmızrak takımından teklif geldi. Fındıklı Lisesi’nde okuyordum. Babam oyuncu olmamı istemiyordu ama ben de toptan başka bir şey düşünemiyordum.

    Yaşım nedeniyle lisansım daha çıkmamıştı. Altı ay sonra lisansım çıktı. Fenerbahçe teklif yaptı. İlk Beşiktaş bana transfer teklifinde bulundu.

    Orhan Saka, Fenerbahçeli rahmetli Hüsnü Çil’e “Altınmızrak’ta çok iyi bir savunma oyuncusu var, sakın kaçırma” dedi. Onlar da hemen beni alarak Fenerbahçe’ye kazandırdılar.

    Fenerbahçe genç takıma transfer oldum. 1979 Eylül ya da Ekim ayında profesyonel oldum. O sırada takımda işler kötü gidiyordu. Başkanımız Faruk Ilgaz ve yardımcısı Eşref Aydın Ağabey vardı. Her zaman çok sevdiğim takdir ettiğim kişilerdi. Bizim eski kulüp binasının orada kamp yapıyorduk. Babam devamlı beni kontrol halinde tutuyordu, zorla kalıyordum.

    İyi ki Fenerbahçeli olmuşum. 17 sene dolu dolu geçti. Hala aranıyorum, bu da beni fazlasıyla mutlu ediyor. Fenerbahçe tarihinde en çok Fenerbahçe formasını ben giydim; 767 defa. Bunun mutluluğunu yaşıyorum.

    O zamanlar Şampiyonlar Ligi yoktu. Avrupa ve UEFA ligleri vardı.

    Fenerbahçe’de 46 golüm var. Ben öyle golcü değilimdir. Çünkü sağ bek olarak başladım. Orta saha oynadım. Sonra liberoya çevirdiler. 10 sene bilfiil takım kaptanlığı yaptım. Sonra kendi isteğimle 1995 yılında bıraktım. 

    Bir maçta kalecinin kırmızı kart görmesi nedeniyle kalecilik yapmak zorunda kalıp, üstün bir performans göstermiştiniz, anlatır mısınız?

    Bir Sakaryaspor maçında, takım o zamanki kurala göre; iki oyuncu değiştirme hakkını kullanmıştı, kaleci Yaşar Duran da penaltı yaptırmış ve kırmızı kart görmüştü. Eldivenleri giydim ve kaleye geçtim.

    Rahmetli Aykut diye bir arkadaşımız vardı. Forvetten gelmişti. Fenerbahçe’ye attığı ilk penaltıyı kurtardım, hakem tekrarlattı, ikinciyi de kurtarırdım ama top koltuğumun altından kaçtı benim kalecilik maceram da böyle bitti.

    Fenerbahçe – Galatasaray derbi maçları hala heyecanlı ve Dünya’nın sayılı derbilerinden… 1988-1989 sezonu Federasyon Kupası Çeyrek Final 2. maçı… Yer; Ali Sami Yen Stadı… Durum 3-0. Galatasaray öndeyken 3-4 biten efsane maçta siz de yer aldınız. O maçı anlatabilir misiniz?

    Durum 3-0; ilk yarı bitmişti. Maçta devre arasından Veselinoviç beni Ali Sami Yen Stadı’nın arkasındaki tuvaletlerin bulunduğu yerdeki soyunma odalarına çağırdı.

    Korkak adımlarla girdim.

    “Eyvah fatura bana çıktı galiba!” dedim.

    Veselinoviç, Erman Çaycı’ya “Sor bakalım, Miço beni seviyor mu?” dedi.

    Bana hep Miço derdi. Ben de “Seni nasıl sevmem, sen benim babamsın, canımsın” dedim.

    Bunun üzerine yine bana “O zaman bana 10 dakika baskı yapan, top kazanan Miço’yu oynar mısın?” diye sordu.

    “Oynarım hocam.” dedim.

    “Sen bir 10 dakika bunu yap kazanacağız.” dedi.

    Sonra içeri çocukların olduğu salona geldi.

    “Miço’ya bunu söyledim, çocuk bu işi yapacak 10 dakikada bir gol atarsak biz bu maçı alacağız, taktik maktik yok.”dedi.

    Maçı aldık: 4-3…

    17 yıl boyunca milli takımlar da dâhil 30’a yakın teknik direktörle çalıştım fakat hocalar içinde Veselinoviç’in yeri ayrı. Tam bir insan sarrafıydı.

    Kaç kez milli takım formasını giydiniz?

    6 kere genç, 11 ümit, 26 kere A milli oldum.

    Oynadığınız yıllardan bir anınızı anlatır mısınız?

    Benim kavgacı bir kişiliğim var. En unutulmaz anım şu; kaleci Schumacher ile yaşadığım tartışmayı aktarayım sizlere…

    5-0 galipken 90. dakikada hiç suçum yokken İsmail penaltı yaptı. Gol oldu. Sol elimle kol işareti yaptım.

    Toni Schumacher buna çok kızdı. Saha içinde bana vurmak istedi, çaba gösterdi, fırsat bulamadı.

    Sesimi çıkarmadım, soyunma odasında özür dileyip, barışırız dedim fakat daha ben bir şey diyemeden gırtlağımdan tutup beni havaya kaldırdı. Ben de ağzını-burnunu bir düz ettim. Sarışın olduğu için moraran yerler lacivert gibi oldu.

    Olay sonrası özür dilemek için çiçek yaptırıp evine yolladım, evine gittim. Olgunluk gösterip, özrümü kabul etti. Fakat şunu söyledi: “Ben Fenerbahçe’de 4 yıldır forma giyiyorum. Sen daha eskisin ama sana teşekkür ederim, bana Fenerbahçe’nin rengini öğrettin.”

    Bu da benim büyük bir anım oldu. 

    En beğendiğiniz ve kendinizi yakın hissettiğiniz takım arkadaşlarınız kimler?

    Önder ve Zafer’le çok iyi arkadaştık. O zamanki samimi arkadaşlarımdı.

    Rıdvanlar geldikten sonra arkadaşlık kurmamaya başladım. Fenerbahçe Kulübü’nde tek kalmaya başladım. Çünkü “Grup yapılmaya başlanıyor” denildi.

    En eski ben olduğum için arada kalacak, suçlu ben olacakmışım gibi. Odada bile tek kalıyordum, hatta odama telefon bile bağlatmıyordum. Buna neden de içimdeki Fenerbahçe sevgisi, Fenerbahçe aşkıydı.

    Şimdi hepsiyle görüşüyorum. Herkesin yolu ayrıldı, herkes kendine göre işler yapıyor. Kimi yazarlık, kimi antrenörlük, kimi de benim gibi Federasyon’da görev yapıyor ama arkadaşlığım devam ediyor.

    Sahaya çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Benim uğurum maç başlayana kadar bildiğim bütün duaları okumaktı.

    Jübileniz bayağı ilginçti…

    Fenerbahçe tarihinde en güzel jübileyi bana yaptılar. Bunun için kulübüme teşekkür ediyorum. Jübilemde helikopterle sahaya indim. Sahanın ortasına oğlumla beraber indik.

    O zaman başkan Ali Şen’di. O organize etti.

    Başkan Ali Şen bir jest daha yaparak beni İngiltere’ye 8 ay hem teknik direktörlük hem de dil eğitimi almak için gönderdi. 50 gün Chelsea’nın antrenmanlarını takip ettim. İdmanlara çıktım. Chelsea’yi seçmemin nedeni renkleriydi.

    Teknik direktörlük diplomamı Beylerbeyi TFF’den aldım. Türkiye’nin en yüksek diploması hala bende. Şimdi diplomanın güncellenmesini yapmak için zamanımı bekliyorum.

    Biraz futbol oynadığınız yıllara dönersek, bir kıyaslama yapabilir misiniz?

    Şimdiki Fenerbahçe ile bizim oynadığımız yıllardaki Fenerbahçe ile arada büyük uçurum var.

    Bizler toprak sahada idman yapardık, duşlarımız akmıyordu, odayı ısıtmak için kayıkhanenin direklerini çalıp yakıyorduk. Biz öyle bir zamanda top oynuyorduk.

    Yağmur yağdığında Cemil Ağabeyler, Büyük Mehmetler ağır sahadan zarar görmesinler diye, ellerimize keskiyi alıp sahadaki suyu boşaltmaya çalışırdık, ayağımız buz olurdu.

    Kışın tesislere onlardan önce gelerek üşümesinler diye odun sobasını yakardık. Maç topu onlara verilirdi, biz gülle gibi şişmiş toplarla oynardık.

    Şimdiki sahalara bakın. Mükemmel tesislere, stada kavuştu. Biz oynarken stat inanılmaz rüzgâr alırdı. İçimize gazeteler koyardık o rüzgârı yemeyelim diye. Bugün kulüp bütün spor dallarına yatırım yapıyor. Mevcut imkânlara insan imreniyor tabii. Ama şimdi çocuklarımız çok şanslı, yeni nesil çok farklı. Kamp yerleri, tesisler mükemmel, bindikleri otobüsler harika. Her türlü konfora sahipler.

    Biz onlara kızmıyoruz, Kulübümüzle övünüyoruz. Onlar kendi devrinin hizmetini veriyor. Biz de kendi devrimizin hizmetini verdik. Şimdi Dereağzı Tesisleri çok güzel oldu, Avrupai oldu.

    Zannediyorum; Dereağzı Tesisleri’ne Lefter’in, Samandıra Tesisleri’ne de Can Bartu’nun adının verilmesi bizler gibi sizleri de onurlandırmıştır.

    Lefter, Can Bartu onlar kulüpte efsane olmuş, büyük hizmetler vermiş, adlarına şarkılar bestelenmiş büyüklerimiz. Kulübümüzün formasını terletmişler, yüceltmişler, alın teri dökmüşler, büyük emek vermişler. Bence çok doğru bir karar. Daha önceden yapılması lazımdı. Arkasından da gelmesi gerekir. Çoğaltılması, üretilmesi lazım.

    Ama hak edenler o formayı hakikaten hak eden simge olmuş, sembol olmuş ağabeylerimizi özellikle yaşarken hatırlamak beni çok mutlu ediyor, duygulandırıyor. Güzel bir düşünce bunun için teşekkür ediyorum.

    Bizler her şey için çok aceleciyiz her şeyin bir an önce çabukça olmasını istiyoruz. Aziz Yıldırım bu kulübü aldığında çok kötü bir haldeydi. Şu an yaptıklarıyla kulüpteki vizyonun değişikliğini hepimiz görüyor ve gururlanıyoruz. Kimse de bunu inkâr edemez. Bazı işlerin olması için de biraz zaman gerekli. Bu işler kolay değil! Plan istiyor, sabır istiyor. Önümüzdeki senelerde daha büyük başarılar olacağına inanıyorum, özellikle futbol branşında. Bu başarılar olurken bizlerden de fikir alınması, bizleri mutlu eder. 

    Peki ya sizin aileniz… Biraz aileniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

    Evliyim. İki evladım var. Oğlum Kılıç ve kızım Müge.

    Oğlum da Fenerbahçe Spor Kulübü üyesidir. O da bir süre oyunculuk yaptı, genç milli takım oyuncusuydu, sakatlandıktan sonra profesyonel futbol hayatını bıraktı. Akademinin antrenörlük bölümünü bitirdi. Yüksek lisans yaptı, şu an doktorasını yapıyor. Oğlum da bu formayı giyme şansını yakaladı, bu bir onurdur.

    Fenerbahçe’nin sizi çok seven taraftarına neler söyleyeceksiniz?

    Eskiden mağlubiyeti kabul etmeyen taraftar vardı. Sopa yediğimiz oldu. Şimdi taraftar da daha bilinçli. Stada artık erkek taraftarların yanında bayanlarımız da geliyor. Bir karnaval havası oluşuyor. Taraftarlarımıza sözüm şu: Müjdat Yetkiner çok sağlıklı, o canı gibi sevdiği Fenerbahçe’si ile yaşıyor ve sizleri de her zaman çok özlüyor ve seviyor.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Ilie Datcu Röportajı

    Ilie Datcu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Müthiş Bir Kaleci

    Fenerbahçemizin iz bırakan oyuncularındansınız, futbol hayatınız nasıl başladı?

    10 yaşında Romanya’da Dinamo Bükreş genç takıma başladım. 14 yaşına kadar genç milli takımda görevimi yaptım.

    Hemen kalecilikle başlamadım. Bir süre sol açık, sağ açık oynadım. Ondan sonra hoca beni kaleci olarak seçti.

    10 yaşında lisanslı oldum. 15 yaşında Dinamo Bükreş A takımında oynamaya başladım. Tabii ki bu dönem içinde çok şampiyonluklar yaşadım. Şampiyonluklara erken alıştığım için hep şampiyonluk istedim, başka bir şey istemedim.

    36 kez milli oldum.

    Fenerbahçe kalesine geçişiniz nasıl gerçekleşti?

    Ben bir Alman takımıyla anlaşmıştım. O yıllarda Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz da ülkemizin federasyon başkanını yakından tanıyordu. O sıralarda da bizim İsviçre’de bir maçımız vardı. O maç sonrası bizim yöneticiler “Sen Almanya’ya gidemezsin, sen Fenerbahçe’ye gideceksin, orada senin hemşerin var. Yunus var, Nunweiller var. Onların arasına katılacaksın.” dediler. Böylece diğer kontratım iptal oldu.

    En sonunda da devlet başkanımız Çavuşesku’dan izin alınarak 20 Temmuz olan doğum günümde Fenerbahçe’ye girdim. O gün bugündür Fenerbahçeliyim, şampiyonluk kazandım, iyi bir şekilde görev yaptım. 

    İlk geldiğinizdeki kadronuzda takım arkadaşlarınız: Yavuz, Numan, Şükrü, Levent, Nunweiler, Ercan, Yılmaz, Yaşar, Fuat, Abdullah, Ogün, Zeki, Can, Selim, Serkan, Ümran, Selim ve Ziya gibi unutulmaz oyuncularımız vardı…

    Evet, Fenerbahçe’de 6 sene oynadım. Efsane antrenör Didi’nin çalıştırdığı bir takımdı. Şampiyonluklar yaşadım. Faruk Ilgaz, Eşref Aydın gibi değerli yöneticilerimiz vardı. Hepsi de her zaman çok yardımcı oldular. En iyi olmamız için her zaman gerekli çabayı gösterirlerdi. Arkadaşlarımızla hep beraber yemekler düzenliyor, hep birlikte vakit geçiriyorduk.

    Derbi maçları sonrası neler yapardınız?

    Bugünkü gibi rekabet yoktu. Rakip takım futbolcularıyla hep beraber yemekler yiyorduk. Futbol ayrı, arkadaşlık ayrı… Sevgi ve saygıyı saha içinde de görebiliyorduk. Bugün bazı istenmeyen olaylar yaşanabiliyor ama dönüp baktığımda 40 sene hiç geçmemiş gibi hala bana heyecan verebiliyor…

    Vatani duygularınızı katmadan profesyonel bir şekilde gerçekleştirdiğiniz, kendi ülke takımınızla, Fenerbahçe arasında oynanan bir maçta ülkenizin UEFA kupasından elenmesine neden oldunuz. O maç sonrası artık Arges Piteşti kupadan elenmişti. Maç sonrası ülkeden çıkışınıza izin verilmedi. Nezarete alınışınız ve bir hafta hapiste kalışınız sonra diplomatik girişimler sonucunda çıkarak ve tekrar ülkemize dönerek takımdaki yerinizi alışınız… O maçı Halit Kıvanç “Gool diye diye…” isimli kitabında heyecanla şöyle anlatıyordu:

    “Maçın Romanya’daki rövanşında da mikrofon başındaydım. Yine Fenerbahçe, yine Cemil…

    Bir de Datcu vardı bu kez…

    Oyunun daha başında sudan bir penaltı çalmıştı hakem. Hani verilse de olur, verilmese de, türünden bir hareketti…

     Ve bu gol çok erken geldiği için, çekinmişti sarı-lacivertliler…

    Fakat Cemil, o büyük Cemil, bütün stadı ayağı kaldıran bir golün kahramanı olmuştu Piteşti’de…

    Topu kendi yarı alanından almış, sürmüş sürmüş sürmüştü…

    O gidiyordu sahada…

    Ben de gidiyordum Cemil’le birlikte radyoda: ‘…

    Cemil akıyor…

    Arges Piteşti yan alanında sürüyor topu…

    Bir rakibini geçti…

    Birini daha…

    Ceza alanına sokuldu. Kaleci çıkacak mı?

    Top hâlâ Cemil’de sokuldu iyice…

    Kaleci ile karşı karşıya…

    Vuruyor…

    Ve gol…

     Evet gol…

     Nefis bir gol…

    Durum 1-1… 1-1 oldu şimdi…

    Sonrasında Fenerbahçe şahlanmış, oyunu 1-1 bitirmeyi başarmıştı. Bu büyük başarının en büyük ortağı da, Cemil’le birlikte kaleci Datcu idi. Datcu, Romen’di. kendi doğduğu, büyüdüğü topraklarda bir Türk takımının kalesini, hem de bir Romen takımına karşı korurken, bir Türk heyecanını duyuyordu. Sonra da tamamen bizden olacaktı zaten…

    Tribünlerdeki Romen seyirciler, Fenerbahçe’yi alkışlıyor, fakat -öğrendiğime göre- Datcu’ya Romence hayli ‘ilginç’ sözler de söylüyorlardı. Kızıyorlardı, kendilerinden olan bir kalecinin gollerini önlemesine… Datcu da öylesine mükemmel oynuyordu ki…

    Futbolu meslek seçmiş ve işte meslek namusunu her şeyin üstünde tutuyordu. Fenerbahçe, bu güzel futbolla ikinci tura çıktı, ama Fransa’dan eski tanıdık Nice takımı ile karşılaşınca keyfi devam etmedi. Fransa’da 4-0 yenilince, burada 2-0 kazanmasının hiç bir yararı olmadı.” 

    Siz neler söylemek istersiniz?

    Çok güzel anlatmış Halit Kıvanç… Evet, o gün berabere kaldık çok fedakârlık yaptım… Hiçbir zaman kendi menfaatlerimi ön plana koymadım. Fenerbahçe’ye geçince kendi Milli takımı da bıraktım. 

    O günleri özlüyor musunuz?

    Özlemek ne kelime! Bir daha dünyaya gelsem yine kaleci olurdum… 

    Kaleciliği çok severek yapıyordunuz. Bir sezon 30 maçta sadece 6 gol yediniz ve tarihe geçtiniz… 

    Bazen dünyanın en iyi kalecileri bile kötü goller yer ama özellikle kritik bir maçta kolay kolay gol yemem.

    Yeri geldiğinde mağlup da oluruz ama çok gol yediğim bir maç olmadı. Tabii bunda takım arkadaşlarımın başarıları da söz konusuydu.

    Evet, bir sezonu sadece 6 golle kapamıştık. Bu başarı Ziya, Ercan, Şükrü, Ogün ve Can’ın, Selim’in, Nedim’in yer aldığı iyi bir takımdı… 

    Kaleci antrenörlüğü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

    Şimdiki yıllarda futbol okulları açıldı, ben 40 sene önce geldiğimde de söyledim; “Bu kaleci antrenörlerinin farklı olması lazım” diye…

    Şimdi kaleci okulları var. Bir – iki sene önce başladı. Eskiden yoktu. 1992 itibarıyla yavaş yavaş başladı.

    Bizimle antrenörler fazla uğraşmazdı, biz kendimiz yetiştik. 2-3 saat antrenmanla çıktık.

    Şimdi kitaplar var, bilgisayarlar var. Şimdikiler şanslı, kendilerini daha fazla yetiştirmeleri için her olanak var. Ben kendi kendime bile evde takımları inceliyorum, sistemlerini anlamaya çalışıyorum, kendi kendime bir şeyler yapıyorum. Futbolu çok sevdiğim için uzaklaştığımda kahroluyorum.

    Katkılarınızla iyi kaleciler yetiştirdiniz. Bu sezon takımlarda yer alacak kalecilerle ilgili neler söyleyeceksiniz?

    Birisine iyi dediğinde rekabet yaratıyor, kötü dediğinde kızıyorlar onun için yorum yapmamayı tercih ediyorum.

    Maçlarda heyecanlanır mıydınız? Ya şimdilerde televizyondan izlerken nasılsınız?

    Top oynarken heyecanlanmadım, maç izlerken mi heyecanlanacağım? Çok soğukkanlıydım. Çünkü görevimi bilirdim. Ortak antrenmanlarımızda ayrı kapalı salona gider, kendim de ayrı hazırlanırdım, Zekâ, güç ve ayaklar birleştiğinde iyi bir şey çıkıyor.

    En zor iş kaleciliktir, en ufak şeylerde kurtarıcısın, kaleci gerektiğinde çıkış yapmalı, takım ayrı, kalecilik ayrıdır.

    Oyunculuk hayatınızı tamamladıktan sonra, tecrübe ve deneyimlerinizi ortaya koyduğunuz çalıştırıcılık döneminizi aktarır mısınız?

    1962 yılında başlayan futbol hayatım, 1978’de sona erdi. Almanya’da ve Türkiye’de antrenörlük yaptım.

    Türk Milli Takımı’nın kalecisi Rüştü Reçber’e 4 yıl boyunca kaleci antrenörlüğü yaptım. Hala arar.

    Yemeklerine kadar kontrol ederdim. Çok disiplinli çalışırdım. Disiplinsizliğe de asla tahammülüm yoktur.

    Altyapı kaleci antrenörlüğü de yaptım. 1975’de Fenerbahçe’de kısa bir dönem teknik direktörlükten sonra Göztepe, Eskişehirspor’da da görev aldım.

    Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldunuz… 

    Evet, 1980 yılında Türk vatandaşı oldum. En kısa zamanda da Türk vatandaşlığına geçen benim. Bundan da büyük bir mutluluk duyuyorum.

    Beşiktaş’ın 100. yılındaki şampiyonlukta güzel bir anekdotunuz var, onu buradan da paylaşır mısınız?

    Lucescu’ya yardımcı antrenörlük yaptığım ve 100. yılında Beşiktaş’ın şampiyon olduğu sezondu.

    O günlere dayanan ilginç anım ise şöyleydi:

    Oğlum Kerem, koyu bir Fenerbahçelidir. Aynı zamanda Fenerbahçe Genç Takımı’nda da oynamıştır. Beşiktaş 100. Yıl kutlamalarında Kerem’e de Beşiktaş forması giydirmeye çalışmışlar… Baktım, bana bir telefon geldi… Kerem telefonda bas bas bağırıyor: “Baba baba, sen ne yaptın?

    Bunlar bana Beşiktaş forması giydirmeye kalkıyorlar, gel beni kurtar.”

    Artık Bodrum’da yaşıyorsunuz, günleriniz nasıl geçiyor? 

    6 senedir Bodrum’dayım. Eşim Olga ile birlikte sık sık gelen çocuklarımız ve misafirlerimizi ağırlıyor, keyifli günler geçiriyoruz. Üç tane de köpeğimiz var. Bahçeler, çiçekler, sebzeler derken günler hızlı bir şekilde geçiyor. Evimizi çok seviyoruz. Turgut Reis çok güzel şirin bir kasaba… Tüm Fenerbahçelileri de her zaman ziyaretime bekliyorum.

    Fenerbahçe taraftarı sizi çok seviyor ve kalbimizde unutulmaz bir yeriniz var… 

    Futbol oynarken bazı oyuncular taraftarın coşkusundan etkileniyor, bazısıysa gamsız etkilenmez. Biz taraftardan çok enerji aldık…

    Takım kazandı mı taraftar çok mutlu oluyor. Olacak iş değil bazı taraftar takımını o kadar benimsiyor ki bunu özel hayatına bile yansıtıyor… Bir daha dünyaya gelsem yine kalecilik yaparım, yine Fenerbahçe’de oynarım. Fenerbahçe’nin adı da büyük kendi de büyük… Bir ara “Datcu Galatasaray yolunda” diye haberler çıkardılar, kim yazdı bilmiyorum ama hepsi yalan haberlerdi. Kim çağırdıysa gitmedim. Ben asla taraftarımı üzecek bir şey yapmadım. Fenerbahçe’yi de çok seviyorum, taraftarını da çok seviyorum, hepsini yanaklarından öpüyorum…

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Erdal Kocaçimen Röportajı

    Erdal Kocaçimen Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdal Kocaçimen röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Büyük Kaleci

    “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Erdal Bey?

    1926’da Fındıklı, İstanbul’da doğdum. İlkokul tahsili Nişantaşı 15. İlkokulu’nda yaptım. Tabii ki Fenerbahçeliydim. Çocuklarla mahalle arasında, mektepte hep futbol oynardık. Ayazpaşa’nın dili olsa da söylese.

    Ortaokul yıllarım da hep futbol oynamakla geçti. O zamanlar Taksim Lisesi’nin ortaokul kısmına devam ediyordum.

    1941 İstanbul harp seneleri her yer bomboştu. Merkezi hükümet o zaman Ankara’daydı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü başmüfettişi olan babam rahmetli Vedat Kocaçimen’in tayini Ankara’ya çıktı. Hep birlikte Ankara’ya gittik.

    Sonra Ankara’daki yaşamınız başladı…

    Ankara’da Gazi Lisesi’ne kaydoldum. Lacivert-Mavi formayla Gazi Lisesi’nin futbol takımında santrhaf (libero) mevkisinde oynamaya başladım.

    Bir süre sonra takımın merkez mücahim (santrafor) mevkiine geçtim. 1941 yılında Gençlerbirliği takımında oynamaya başladım. 1942 yılından itibaren de kaleci oldum.

    Kaleci olmanız garip bir tesadüfle başladı, anlatır mısınız?

    Bendeki kalecilik cevherini, Orhan Şeref Apak fark etmişti.

    Bir antrenmanda kaleci gecikince beni kaleye geçirmiş ve performansımı izleyerek, kendisinin talimatıyla bu mevkide kalıcı olmuştum.

    1946 yılına kadar Gençlerbirliği takımında oynadım. Gençlerbirliği o zamanlar büyük takımlardan biriydi. 1946 Türk Milli Ligi Şampiyonu oldu.

    II. Dünya Savaşı’nın sonunda askeri takımların da önemi azalmaya başlamıştı. Savaştan sonra dönemin ilk şampiyon takımı Gençlerbirliği oldu. 7’şer takımlı iki grup halinde oynanmaya başlanan 1945/46 sezonunda Gençlerbirliği, beyaz grupta Muhafızgücü’nü averajla geçerek 1. olmasının ardından, iki grupta ilk iki sırada yer alan takımların oynadığı turnuvayı da kazanarak şampiyonluğa ulaşmıştı.

    İstanbul’a dönüş ve Fenerbahçe’ye transferinizi anlatır mısınız?

    1946 yılında üniversite okumak için tekrar İstanbul’a döndüm.

    O zamanlar öyle büyük paralar, transferler yoktu. O sene Galatasaray şampiyon olunca kulüplerden Galatasaray ve Beşiktaş peşimdeydi. Ben hep Fenerbahçe’yi istemiştim. Kısmetimde Fenerbahçe varmış. 60 sene oldu hâlâ içindeyim.

    Ben geldiğimde yedek kaleci olarak gelmiştim. Kalede Cihat Arman vardı. Efsane kalecimiz. “Sarı kanarya” lâkabı onunla başlamıştı. Gelmiş, geçmiş en büyük kaleciydi. Ondan çok şey öğrendim. Efsane kalecimiz Cihat Arman. Onun arkasında durmak kolay değildi.

    O zamanlar, şimdilerde olduğu gibi bir lüks yaşantımız yoktu. Öğle, akşam yemeklerini Kadıköy Altıyol’da lokantada yer, akşamları da kulüpte yatar, kalkardık.

    Ben kaleciyken teknik direktörümüz Molnar’dı, üç sene antrenörlük yapmıştı.

    Hiç unutmam biz tribünlerin üzerinde yatıp kalktığımız bu dönemde Ruhi Sarıalp Londra’daki olimpiyatlarda Dünya üçüncüsü oldu.

    En çok birlikte olduğunuz arkadaşınız kimlerdi?

    Arkadaşlarımız arasında ayırım yoktu. Maçlardan sonra hatta Galatasaraylı, Beşiktaşlı arkadaşlarla beraber Taksim, Beyoğlu’na gider hep birlikte yemek yer, eğlenirdik.

    Fakat benim zamanım en çok Ahmet Erol ile birlikte geçerdi. Ahmet’le daha sonraki yıllarda yöneticilik kadrosunda da yer aldık. Arkadaşlığımız çok uzun senelere dayanır.

     Süleyman Seba ile de hâlâ çok iyi arkadaşız.

    1937 yılında başlayıp en son 1950’de yapılan Milli Küme şampiyonluk maçlarında en son kupayı da sizin de içinde bulunduğu takımımız müzeye götürecekti…

    11 yılda 11 kez düzenlenen bu şampiyonluk maçlarında Fenerbahçe 6, Beşiktaş 3, Güneş ve Galatasaray takımları da birer kez şampiyon olmuşlardı.

    Kadromuzdaysa; Cihat Arman, Süleyman Köprülü, Murat Alyüz, Ahmet Erol, Selahattin Torkal, Kamil Ekin, Müjdat Yetkiner, Hilmi Ardağ, Samim Var, Mehmet Ali Has, Turhan Akra, Niko Knezeviç, Erol Keskin, Rafet Atamer, Nusret Mengü, Cemal Uzkes, Cemal Şikak, Cemal Uludağ, Fikret Kırcan, Halit Deringör, Lefter Küçükandonyadis ve ben vardım.

    Bayağı çekişmeli ve olaylı geçen bu maçta alınan galibiyetten sonra aynı sene Başbakanlık Kupası da Fenerbahçe’nindi.

    Cihat Arman askere gidecek ve siz tamamıyla kaleye geçecektiniz fakat futbolu maalesef bırakmak zorunda kaldınız…

    Yılbaşında kulüpler bir ay tatil olurdu bu arada özel maçlar yapılırdı.

    1950 yılında yılbaşına bir hafta kala üçlü kulüp karması Altay, Beşiktaş, Fenerbahçe, Avusturya takımı Vienna ile oynadık. Bu karşılaşmada burnuma bir tekme yedim. Burnum parçalandı. Yerime Turgay kardeşim kaleye geçti. Benim beyin kanaması nedeniyle Amerikan hastanesinde başucumda beklediler. Olmadık bir şeydi.

    1946–1950 yılları arasında oynadım. Futbol hayatım, tekme olayıyla ve Londra’da estetik ameliyat sonrasında bitti. Londra’ya gidişim çok acıklıydı. Şimdiye kadar yaptığım seyahatler hep takım seyahatleri olduğu için daima kalabalık tarafından ve neşeyle uğurlanmaya alışık olduğumdan İstanbul’dan ayrılışım benim için gerçekten üzüntülü oldu.

    Estetik ameliyat için Londra’ya geldiğimde ameliyat başarıyla sonuçlandı. Ankara Vapuru ile İstanbul’a döndüm. Rıhtımda ailem, efradım ve gazeteciler tarafından Cihat Arman ile Halit Kıvanç tarafından karşılandım. Yüzüm eski haline kavuşmuştu. Londra’da İngiliz sporculardan ve tıp adamlarından çok iyi muamele gördüm. Sarı lacivert formaları tekrar giymek en büyük özlemimdi.

    Gençlik yıllarınızdan itibaren diğer spor branşlarında da başarılarınız vardı… Hatta “Lodosu bıçak gibi kesen” diyorlardı…

    “Komple sporcu” da derlerdi.

    Voleybol, basketbol, hentbol oynadım. Atletizm de kısa ve orta mesafe koşuda Ankara ikinciliklerim oldu.

    12 yaşımda yüzme şampiyonu oldum.

    1941 yılında 58 kişiden 8. oldum. 15 yaşımda boğazı geçtim Bebek’te, resmi müsabakaydı.

    Halit Kıvanç, Cem Atabeyoğlu hep “Büyük Erdal” derlerdi. Her sporu yapardım. Sırık bile atladım.

    Milli takımda da oynadınız…

    1948 yılında savaş nedeniyle milli maç yoktu. Milli takım formasını ancak bir defa giydim. Suriye’ye karşı o da 7–0 bitmişti. Ankara’da oynandı.

    Biraz da Fenerbahçe’deki yöneticilik dönemizden söz edebilir misiniz?

    1950’den sonra 3 defa yöneticilik yaptım. Hepsinde de şampiyon olduk.

    1965 yılında Faruk Ilgaz’la çalıştım. Uzun süre başkanlık yaptı.

    İsmet Uluğ ile de çalıştım. Kulüpte yetişmiş, ciddi, askerde de boksörlük yapmış biriydi.

    O zamanlar idareciler Karaköy’de Merkez Yağcılar Hali’nde Yağcı Ali’nin yerinde toplantı yapar, takım kurardı.

    Kadıköy Grubu’nu kurduk. Muhittin Bulgurlu, Semih Bayülgen, Turgut Hayrullah vardı.

    Hacı Bekir de yöneticilik yapmıştı.

    Ziya Şengül ve Şükrü Birand’ın, Yaşar’ın, Nedim Doğan’ın, Cemil Turan’ın transferlerinde rolüm olmuştu. Şükrü Birand ve Ziya Şengül’ü PTT’den takımımıza transfer ettik. Tabii bu pek kolay olmadı. O zamanlar transferlerde futbolcular onların onayıyla kaçırılır ve bir yerde saklanırdı. Şükrü ile Ziya’yı Pendik’te bir otele saklamıştık. Bunu yönetimden bile sadece birkaç kişi biliyordu. Saklama nedeni transfer gerçekleşene kadar gazetelerin duymamasını sağlamak istememizdi. İki gün sonra bir baktık ki Hürriyet Gazetesi’nde manşet haberde; Şükrü ile Ziya’nın kaçırılıp Pendik’te bir otelde saklandığı yazılmıştı. Toplantıya geldiğimizde herkes ters ters birbirine bakıyor, “İhanet bu!” diye birbirini suçluyordu…

    Bir dönemde basketbol takımı sorumlusu oldum. Fransa’nın Lyon takımıyla oynadık. Burada yendik. Orada yenildik ama o sene şampiyon olduk. 1965–1968 üç dönem şampiyon olduk. O sene Faruk Ilgaz başkandı. 5 kupa aldık.

    Kamplarınız nasıl geçerdi?

    Oynadığımız dönemde kamplar iyiydi ama arada bir kaçanlar olurdu tabii. Hocamızın haberi olmazdı, idare ederdik.

    Yöneticilik dönemindeyse; akşamları evleri gezer, futbolcuların evde olup, olmadığını kontrol ederdik. Eşref Aydın’la da aynı dönemde yöneticilik yaptık.

    Sizin döneminizde Erdal ismi bayağı yaygınlaşmıştı…

    Ankara Gazi Lisesi’ndeyken Atatürk Lisesi ile maç oynuyoruz. Her iki takımda da Erdal ismi vardı. Bir takımda İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü diğeriyse Erdal Kocaçimen. Ondan sonra her doğan çocuğa Erdal ismi takılırdı… Tabii Fenerbahçeli olduğumuzdan dolayı… Sonradan çoğaldı bu isim…

    Bugüne geldiğimizde nasıl bir Fenerbahçe görüyorsunuz?

    O yıllarda Fenerbahçe’de gece bekçisi yoktu, tesisin hortumundan su içiyorlardı. Şimdi çok büyük bir çağ atladı. O zamanlar çivi bile çakan olmadı. Şimdi yüzlerce insan çalışıyor. Yalnız şimdilerde seyircilerden bazıları, grup liderleri çok yanlışlar yapıyorlar. Bunlar düzelmeli, Fenerbahçe formasını taşımak da kolay değil, taraftarı olmak da…

    Halit Deringör Anlatıyor

    Erdal Bey’e “En çapkın futbolculardan biriydiniz…” dediğimde, yakınımızda oturan efsane sporcumuz Sayın Halit Deringör de birkaç cümle söylemek gereği duruyor…

    “Erdal takımın en yakışıklılarındandı. Tabii çok da çapkındı. O şansız sakatlığı gerçekleşmeseydi, Cihat Arman’dan sonra kaleyi aldığında ne kadar yetenekli bir kaleci olacağını daha fazla seyredecektiniz…

    Vücut kabiliyeti çok üstündü. Ayaklarıyla, zekâsını birleştirebilen bir futbolcuydu. Ancak şanssızdı önünde Cihat diye bir kaleci vardı, efsane hatta dünya modeli bir kaleciydi. Cihat, onun arkası olmak kolay değil.

    Çamurlu bir saha Avusturya takımıyla bir maçımız vardı. Props’la karşı karşıya kaldı, onu kurtarmak için Hilmi diye bir futbolcu vardı araya girdi, fizik tarafı güçlü ama futbolu zayıf olan bir oyuncuydu. Sanırım burnuna yanlışlıkla o vurdu.

    Eşref Aydın anlatıyor…

    “İsmet Uluğ’un başkanlık dönemiydi, benim de amatör şube direktörü olduğum yıl. O sene basketbolda hem lig hem de Türkiye Kupası’nı kazandık ve atletizmde Türkiye şampiyonu olduk.

    Amatör sporun başarılı olmasının yanı sıra futbolda da başarılı olduk ve Avrupa Şampiyon Kulüplere girme hakkı elde ettik.

    O dönemlerde Fenerbahçe’ye fazla üyelik isteği olmazdı. Toplantılarda arada bir 5 veya 6 üyelik talebi gelirdi. Üyelik aidatı da alınmaz, üyelerin de büyük bir çoğunluğu sporculardan oluşurdu.

    Başkanımız İsmet Uluğ, yine bir yönetim kurulu toplantısı sonunda sırayla üyelik müracaatlarına bakıyor, “Bu olur, bu olmaz!” diyerek ayırt ediyordu.

    “Olmaz!” dediği üyelerden birisi fabrikatördü. Reddettiği kişiyi tanımıyordu. O gün bitti. Bir sonraki toplantıdan evvel bazı arkadaşlarım, benim yanıma gelerek “İsmet Ağabey, geçen toplantıda bir üyeyi reddetmişti. Hâlbuki bu kişiden Romanya’ya gidecek basketbol takımımız için yardım alacağız. Sen devreye gir, İsmet Ağabey seni reddetmez, bu arkadaşı da üye yapalım.” dediler.

    Sonradan öğrendim ki benimle temasa geçen arkadaşlar İstanbul Sanayi Odası’nda çalışan Fenerbahçeli üye arkadaşlardan Müzdat Yetkiner, Eyüp Karadayı ve Erdal Kocaçimen’in de desteğini almış. Ben de sevdiğim bu arkadaşlarımın isteğini kıramadım ve “Peki” dedim.

    Ertesi toplantıda, sıra yine üye müracaatlarına geldiğinde, müracaatları tek tek kontrol eden başkanımız İsmet Uluğ ters bir ifadeyle “Burada bir tanesi gözüme takıldı.” dedi. Bu kişinin daha evvel getirildiğini ve kendisinin iade ettiğini söyledi.

    İsmet Uluğ tekrar “Ben Fenerbahçe’ye paralı, zengin kişi istemiyorum.” dedi. İsmet Uluğ milli mücadeleci. Fenerbahçe’yi idare edecek kişilerin sporcu unvanlarının da bulunmasını isterdi. Fakat işin açıkçası sporcularda da para bulunmazdı.

    Ben devreye girdim. Aslında o kişiyi tanımıyor, bilmiyordum da. Ama arkadaşlarım rica ettiler diye, “Bu kişi futbola karışmayacak, basketbola yardım edecek, destek verecek.” dedim. Ve üyelik girişinin kabulüne İsmet Uluğ’u razı ettim. O üye fabrikatör Emin Cankurtaran’dı. Ve ileride 1974–1976 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yapacaktı…”

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Cemil Turan Röportajı

    Cemil Turan Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Son Kral

    Biz aramızda her zaman “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur,” deriz. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Cemil Bey?

    1947 Sarıyer – Kavak doğumlu olmama rağmen, Trabzonlu bir aileden gelmekteyim. Ailemde kimsenin futbola ilgisi yoktu.

    Futbolla ilgili çocukluğumda ilk duyduğum isim Lefter Ağabey oldu. Hoş bugün de iddia ediyorum ki; Türkiye’de gelmiş geçmiş en büyük futbolcu Lefter’dir.

    Lefter Ağabey sayesinde Fenerbahçeli ve ona olan hayranlığımla da futbolcu oldum. Çünkü çocuklar büyürken ne kapıyorlarsa öyle gidiyor. Sözün özü Fenerbahçeli doğdum, Fenerbahçeli olarak da öleceğim.

    Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı?

    Futbola Rumeli Kavağı’nda başladım. Sarıyer’in futbolcu seçmelerine katılarak bu takıma geçtim. Aynı zamanda Genç Milli Takım’da da oynuyordum.

    1968 yılında İstanbulspor’a transfer oldum.

    Aslında az daha Galatasaraylı oluyordum. Metin Oktay, 1968 Haziran’ında beni kaçırmış ve Çeşme’ye götürmüştü. Ama benim “Baba” diye sevdiğim ve saydığım Sarıyer Başkanı rahmetli Selahattin Yarar’ın da İstanbulspor’a verdiği sözden çıkması olanaksızdı.

    Çok sevdiğim ve benim için bir efsane olan Metin Oktay Ağabey’in İzmir’e Galatasaray idarecisi Turgan Ece Ağabeyimi karşılamaya gitmesinden yararlanarak şort ve ayağımda tokyolar olduğu halde tüm eşyalarımı Çeşme’de bırakarak taksiyle İstanbul’a kaçtım. Selahattin Ağabeyim de beni İstanbulspor’a vererek sözünü tutmuş oldu.

    4 yıl sonra da 1972 yılında hayalimdeki takıma Fenerbahçe’ye geldim.

    İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe takımı ile karşılamalarınızdaki duygularınız nasıldı?

    Genç yaşımda Fenerbahçeli olsam da İstanbulspor’dayken 1’inci ligde Fenerbahçe’ye karşı top oynarken Fenerbahçe’ye gol attım. O benim sorumluluğumdu. Ama şöyle de bir şey var ki yine İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe ile yaptığımız maçlar dışında tüm Fenerbahçe maçlarına gidip, Fenerbahçe kötü oynadığında ya da kötü duruma düştüğü zaman ağlayarak maçları seyreden bir kişiydim. Ben böyle bir Fenerbahçeliyim.

    Yıl 1977 Türkiye’de yılın sporcusu seçildiniz. Fenerbahçe’de 3 lig, 1 Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve söz edeceğimiz kupalar kazandınız. 1973-1974 (14 gol), 1975-1976 (17 gol) ve 1977-1978’de (17 gol) ile 3 kez de gol krallığınız var. Evet, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri olan siz, bu transferle koyu bir taraftar olduğunuz Fenerbahçe Kulübü’ne adım attınız. Çok ilginçtir ki 8 sene içinde bir kez sarı kart sahibi oldunuz. Herhangi bir maçta hakemden “Çık dışarı!”sözünü duymadınız. Sinir denilen şey yok gibi… Ya da buna irade veya ileri derecede sorumluluk duygusu diyebilir miyiz, Neden?

    Aslında sinirli bir yapıya sahibim çünkü Trabzonluyum. Futbolu çok sevdiğim için futboldan kopmak istemediğim için hep sabrederdim. Bir hafta bile oynamayacağımı bilmek beni mahvederdi. Öyle bir yapıya sahibim. Hep kendimi frenliyordum. Tek sebebi bir hafta sonra oynayacağım maçı düşünmektir. Çünkü oynamazsam kendimi çok kötü hissedecektim.

    Ve Türkiye Ligi’nde en çok tekmeyi yiyen futbolcuyum. Bana atılan tekmeler şimdi olsa o oyuncu çok kırmızı kart görürdü. Bir maçta Samsunspor’lu futbolcu Yaşar Şendoğan belime çok kötü bir tekme attı. Hayatımda ilk defa belimin acısıyla o pozisyonda boğazına bir sarıldım sonra hakem yanıma geldi. “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

    Canım o kadar yanmıştı ki gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Rakibin yaptığı da kırmızı karttı, benim yaptığım da… Futbol hayatımda tek kırmızı kart alacağım oyun buydu fakat hakem canımın yandığını anladığı için hayatım boyunca aldığım tek sarı kartı gösterdi bana.

    Sarıyerspor’da oynarken de Galatasaray gibi Fenerbahçe de sizi istiyordu. İstanbulspor’dan sonra 1972–1980 yılları arasında da Fenerbahçe’de oynadınız. Ne mutlu ki futbolu da Fenerbahçe’de bıraktınız. Galatasaray’ın da aklı sizde kalmıştı. Siz bir o yana bir bu yana çekilmek istenirken ailece zor günler yaşadınız. En sonunda Fenerbahçe transferiniz çok büyük olaylarla gerçekleşti. Ve yıllarca bu transferin nasıl gerçekleştiği sorusu size soruldu. Bu kez okurlarımıza transfer hikâyenizin bir bölümünü kaleme aldığım eski atlet ve yöneticilerimizden Eşref Aydın’ın hayatını anlatan “Yorulmaz Türk” kitabından Sayın Eşref Aydın’ın anlatımıyla aktarmak istiyorum.

    “Bana ısrarla “Şu Cemil’i gör, şu Cemil’i gör” dediklerinde; onu seyrettiğim zaman nedenini anlamıştım.

    Rahmetli Mahmut Taviloğlu, benim İstanbul Erkek Lisesi’nden arkadaşımdı. Eminönü Mısır Çarşısı’nda kumaş mağazası vardı. O taraflarda işim olduğunda uğrar, beraber sohbet eder, vapurla da dönerdik.

    O sıralarda Fenerbahçe Spor Kulübü’nde Genel Sekreter ve Transfer Komitesi başkanıydım.

    Cemil Turan, Sarıyer’de oynuyordu. Sarıyer ikinci kümede ufak bir takımdı. Taviloğlu bana, “Cemil’i gör ve Fenerbahçe’ye al” diyor, her seferinde de ısrar ediyordu.

    Bir gün, tam hatırlamıyorum yanıma ya Ahmet Erol ya da Dr. Reşat’ı almıştım. O gün de Sarıyerspor’un şu an Çırağan Oteli’nin olduğu yerdeki Beşiktaş Şeref Stadı’nda maçı vardı. Cemil’i orada seyrettim. Çok beğendim. Garo’yu da beğendim. Ancak sonra da Fenerbahçe Yönetim Kurulu’nda Cemil’in alınması için Sarıyer’le temasa geçilmesi kararını çıkarttım. Sarıyer’le konuştuk, Başkan Turan Bey’le 30.000 TL’ye anlaştık.

    Sarıyer, Cemil’i bize vermek üzere söz vermişti. Yalnız sezon ortasıydı. “Ben parayı verelim, iş bitsin” dedim. Karar aldık ve çeki de yazıp Faruk Ilgaz’a verdik. Sarıyer’in başkanı Turan Bey de Faruk’un partiden arkadaşı. Faruk’un Adalet Partisi İl Başkanı olduğu o dönemde Sarıyerspor Başkanı da o partinin Sarıyer İlçe Başkan’ıydı.

    Biz çeki Faruk’a verdiğimizden “iş bitti” diye düşünüyoruz. Sezon sonu geldi, 1968 sezonu için bizim listede Cemil alınmış gözüküyor. Sonra “Bonservisini alın, Cemil’i çağırın” dedim. Ses çıkmayınca, soruşturduk ama Sarıyer yetkilileri “Biz para almadık.” demezler mi?

    “Olur mu” dedik, çünkü çek Faruk Ilgaz’daydı. Meğer o yaz üç aylık zaman diliminde bizim anlaştığımız Sarıyer Kulüp Başkanı, arkadaş olduklarından Faruk’a “Çek sende kalsın, sezon sonunda Cemil’i size vereceğim, parayı da o zaman alırım.” demiş, çek de bizde bekliyordu.

    Fakat o arada Başkan Turan Bey geçirdiği trafik kazasında vefat ettiğinden, yeni gelen Başkan Selahattin Yarar da anlaşmayı kabul etmemiş. Fiyatı da 30.000 TL değil 100.000 TL olarak istemiş. O patırtı gürültü arasında ben bu transfer için 100.000 TL’yi de verecektim ama bazı arkadaşlar karşı çıktı. Ve 60.000 TL teklif ettiler.

    Tabii bizim o sezon 100.000 TL’ye alamadığımız Cemil 120.000 TL’ye İstanbulspor’a transfer oldu. Ertesi sene İstanbulspor, bir kupa maçında Cemil’le bize karşı oynadı. Çok iyi bir performans sergiledi. İlk maç 0-0 berabere bitti.

    İkinci maç ertesi Salı günüydü. Antrenör Ionescu bana dedi ki “Takım çok yorgun, tehlikeli buluyorum; bu maçı alamayacağız” dedi. Canım sıkılmıştı, nasıl yenemeyiz diye üzülüyordum. Akşam Faruk Ilgaz’a telefon açtım. Fatin Rüştü Zorlu’nun kız kardeşinin evindeymiş, onu aile toplantısında buldum. Takımda umut olmadığını, üzüldüğümü ve Ionescu’nun endişelerini anlattım. Faruk da çok sinirledi ve “Bu takım İstanbulspor’u yenemeyecek durumdaysa yenilsinler.” dedi. Maç günü geldi ve Cemil bir golü attı ve 3-0 yenerek bizi kupadan eledi. İstanbulspor’a yenilmek çok acı geldi.

    İlginçtir ki, tarihte kim Fenerbahçe’ye gol atmışsa Fenerbahçe onu almıştır; böylece gözler tekrar Cemil’e döndü. O sene sezon sonunda bu sefer de İstanbulspor’un kapısını çaldık ama vermediler.

    Takriben 4,5 yıl sonra ben yine yönetimdeydim Sezon başında benim başkanlığımda transfer komitesi kurduk. Emin Cankurtaran da o sene yönetime gelmişti. Komitede karar verdik, transfer için temasları ben yapıyorum… Yine Cemil’e talip olduk. Zira 4 yıl önce elimizden kaçırdığımız bu yıldız futbolcu sahalarda fırtına gibi esiyor ve transferin gözdesi olarak gündemden düşmüyordu.

    İstanbulspor, Cemil’in transfer ücretini 750.000 TL’ye çıkardı. Erdal İnönü’nün dünürü İstanbulspor Başkanı Ali Sohtorik sayesinde ancak 600.000 TL’ye indi. Faruk ise 500.000 TL’den fazla vermek istemiyordu. Emin Cankurtaran “Ben 500.000 TL’ye alırım.” dedi. Bu defa da ona pazarlık yetkisi verdik.

    Yıl 1972… Bir şekilde Cemil’in transferi gerçekleşti. Çok tatsız olaylar yaşandı. Çocukluğundan beri Fenerbahçeli olan Cemil tüm bu karmaşa sonucunda Fenerbahçe Kulübü’ne geldi ve futbolu çok sevdiği Fenerbahçe Kulübü’nde bıraktı.

    Milli takımda da oynadınız, Türk Futbol Federasyonu’nda altın madalya ödülüne de lâyık görüldünüz…

    43’ü A milli olmak üzere toplam 54 defa milli formayı giydim.

    Fenerbahçe’deki kaptanlığımın yanı sıra 14 defa da milli takım kaptanı oldum.

    O yıllarda milli maç sayısı çok çok azdı. Şimdi düşünüyorum da örneğin 5 yıllık kaptanlığım süresince 14 defa milli maç yapmışız. Şimdi öyle mi? Neredeyse bir sezonda bu kadar maç oynanıyor.

    Fenerbahçe forması altında oynadığınız 31 derbi maçında Galatasaray’a 14, Beşiktaş’a 18 gol attınız… Bu maçlarda yine bugün olduğu gibi heyecan dorukta mıydı?

    Ben maçların hepsinde heyecan duyuyordum. Galatasaray maçlarında ise tabii ki daha büyük bir heyecan. Çünkü derbi maçı öncesi beni hiç uyku tutmazdı. Sabaha kadar yatağın içinde döner, uyuyamazdım.

    Birkaç seferinde doktora bunu söylediğimdeyse bana hiç ilaç vermedi. Uyku ilacı almaktan da men ettiler. “Uyumadan sadece uzansan bile uyumuş kadar dinleneceksin.” dedi. Böylece maçın oynanacağı günün akşamına kadar hiç uyumadan maça çıkmışımdır. Bu da bir nevi hastalıktır.

    Didi zamanında bütün Galatasaray maçlarında önce bizlere “Bugün Fenerbahçe bayramı hepinize kutlu olsun.” diye söyler, bu da bize yeterdi.

    O’nun zamanında Galatasaray takımı bizi hiç yenememiştir. Unutamadığım Fenerbahçe – Galatasaray maçlarından birisi de 1973 yılında 80.000 kişilik olan İzmir Atatürk Stadı’nda gerçekleşti. 2-1 kazandığımız anlamlı bir maçtı. İzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen bu maç; İzmir’in işgali sırasında ilk kurşununu attıktan sonra şehit düşen gazeteci Hasan Tahsin için Anıt Kupa maçıydı. Stat tamamen doluydu. Rekor derecede bir hâsılat elde edilmişti. Türk futbol tarihinde ilk defa Galatasaray’la İzmir’de karşı karşıya geldik. Bu kupayı kazanmak bizim için çok daha anlamlıydı.

    Aynı yıl yine bu sefer Cumhurbaşkanlığı Kupası için Galatasaray’la Ankara’da karşı karşıya geldik. Bu maçta bir golü ben, bir golü de penaltıdan Fuat atmıştı. 2-1 biten bu maç sonucunda da kupa Fenerbahçe’nindi.

    1973-1974 dönemindeki Hasan Tahsin Kupası dışında da birçok özel maçlarda da oynayıp kupaların müzemize götürülmesinde katkıda bulundunuz. Bunlar 1972-1973 Zafer Kupası 1974-1975 Silahlı Kuvvetler Kupası, Kıbrıs Harekâtı nedeniyle düzenlenen 1974 1. Zafer Kupası, 1975 2. Zafer Kupası, 1976-1977 Van Depremi Kupası, 1980-1981 Berlin Kupası ve yine bir özelliği olan 1980 Vatan Kupası…

    Evet, bu kupa da Galatasaray- Fenerbahçe’nin ilk defa Almanya’da bulunan işçilerimizin özel isteğiyle gerçekleşti. Bu rekabet sınırları aştı. 15.000 seyirci önünde oynanmış, 3-1 galibiyetimizle Vatan Kupası’nı kazanmıştık.

    Aynı yıl bu maçtan önce de Başbakanlık Kupası içinde Ankaragücü ile maç yapmış. Orada da 3 gol sizdendi…

    Evet, 5-2 biten maçla kupa bizimdi.

    Tarih 7.8.1978 Süper Kupa finalini oynamaya hazırlanan Avrupa şampiyonu ünlü Anderlecht takımı Fenerbahçe ile maç yapmaya İnönü Stadı’na geliyor. Büyük farkla kazanacağını zanneden Anderlecht takımı büyük bir farkla Fenerbahçe’ye yeniliyor. Takımın ünlü kaptanı Vanderelst basına verdiği demecinde: “Fenerbahçe’yi bu kadar güçlü tahmin etmemiştik. Şahsen bu takıma hayran kaldım” diyor… 3-0 biten maçta ilk golü atan efsane oyuncumuz yine sizdiniz…

    Anderlecht o zamanlar, Avrupa’nın beş büyük takımından birisiydi. Hatta bizim maçtan sonra Süper Kupa finalini oynayacaklardı.

    O gün tüm Fenerbahçeli futbolcular olarak çok güzel bir oyun sergiledik. Herkes süper bir futbol oynadı. Futbol biliyorsunuz ki tek kişilik bir oyun değil. Tam bir takım ruhu oluşturmuştuk. 90 dakika 3-0 bir skorla sona erdi.

    Evet, ilk gol benden geldi. İlk golü atmam Anderlecht takımında şok etkisi yarattı. Bizdeyse motivasyonu sağladı. Sonrasında daha rahat bir oyun başladı. Arkasından peş peşe goller geliyordu. İkinci gol Raşit’ten, 3. golse Engin’den geldi.

    Ertesi gün tüm gazeteler gerek Fenerbahçe’nin gerekse bir Türk takımının kazanmış olduğu bu başarıya övgüler yağdırdı. Dış basına da yansıdı. Tabii Fenerbahçe ve bizler için güzel bir anı oldu. Fenerbahçe yine bir tarih yazdı.

    Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Şortumu, çorabımı, ayakkabımı giyerken önce sağ ayak, maça girerken de sağ ayak… Futbol oynarken uğurum budur.

    Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde sizi en çok ve iz bırakan isim desem…

    Arkadaşlarımın hepsi benim için çok önemliydi. Fakat Osman Arpacıoğlu benim için çok özel bir kişiydi. Tekniği çok üstün golcü bir futbolcuydu. Bugün 60 yaşımı geçtim, bunca yıllık futbol hayatımda Osman Arpacıoğlu gibi bir santrafor görmedim.

    Bana 100 futbolcu sayın derseniz Ender Konca ilk ona girer. Tabii sadece bu değil; bir Ziya Ağabey vardır, bir Alpaslan vardır, rahmetli Yılmaz vardır. Şükrü vardır, Fatih vardır, saymakla bitmez. Fenerbahçe’de top oynayan çok kaliteli futbolcular geldi, geçti.

    Yaşadığınız şanssız sakatlık olmasaydı, Avrupa takımında da yerinizi alacaktınız. Ortalığı sarsan bir transfer teklifiydi.

    PSV Takımı’yla oynadığımız Avrupa Kupası maçları sonrası, Hollandalılar bana talip olmuşlardı. O dönem Başkanımız Sayın Faruk Ilgaz’a yaptıkları 5,5 milyon dolarlık transfer teklifi olağanüstü bir rakamdı. Ancak milli maçta geçirdiğim sakatlığın uzun sürmesi bu transfere olanak vermemişti.

    Yıl 1980’e gelindiğinde ise jübilenizi yaptınız…

    Benim jübilemin yapılma iznini 1. Ordu Kumandanı Necdet Üruğ Paşa verdi. Sıkıyönetim vardı.

    Jübilem için ben buradan Beşiktaş Kulübü’ne, o günkü başkan ve yönetim kurulu üyelerine davranışlarından dolayı teşekkür ediyorum. Çünkü oynayacak takım Trabzonspor’du ve maç iptal olmuş. Kendi şehirlerine dönmüşlerdi. Beşiktaş takımıysa Bursaspor’la maçları olduğu halde Bursa’da benim jübile maçımı oynamayı kabul etti. Böylece jübilemi Beşiktaş’la yaptım.

    Çok güzel bir jübile maçı oldu. Bülent Ersoy’dan tut, İbrahim Tatlıses’e kadar artık o gün kim varsa Türkiye’de meşhur, hemen hemen hepsi benim için geldiler. Hem müzik şöleni yaşandı hem de veda maçı Fenerbahçe futbol hayatımı böylece noktaladım.

    Futbolu Fenerbahçe’de bıraktıktan sonra çalışmalarınız nasıl devam etti?

    Fenerbahçe’de antrenörlük yapmadım, hevesim yoktu. Tribün taraftarı oldum. Altyapıda çalıştım, 90’lı yıllarda dönem dönem futbol şube sorumlusu ve idari menajerlik yaptım.

    Fenerbahçe Gazetesi’ni kurdum. 2000 yılından beri de sizlerin de bildiği gibi güzel bir gazete çıkarıyoruz. Tabii bu arada Fenerbahçe’nin taraftarı olarak stat olsun, deplasmanlar olsun tüm maçlara gidiyorum.

    Bizlerin sevgisi büyüdükçe Fenerbahçemiz de büyümeye devam ediyor. Kimse Fenerbahçe’nin büyümesini engelleyemez. 

    Fenerbahçe yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Aziz Yıldırım geldiği günden beri söylediği her şeyi yaptı. Şimdi de Aziz Başkan Fenerbahçe’yi ilk geldiği günden beri istediği, hedeflediği yere taşımaya devam ediyor.

    “Fenerbahçe Dünya kulübü olacak.” dedi, yaptı. Güçlü bir yönetim kadrosu kurdu.

    Dev bütçeler, taraftar kartları, mağazalar, kombine bilet satışları… 32.000 kombine sattı ki bu Türkiye’deki hiçbir kulübün başardığı bir şey değil.

    Localar var. B locaları alan bırakmıyor. Bunlar cesaret isteyen kararlar ve uygulamalar. Bu da tabii ki Sayın Aziz Yıldırım ve çalışma arkadaşları sayesinde gerçekleşiyor. Fenerbahçe çok büyüdü. Daha da güzel günlere gidecektir.

    Bir Türk futbolcusu olarak yabancı oyuncular hakkındaki düşünceleriniz?

    Ben fazla sayıda yabancı oyuncu fikrine katılamayacağım.

    6 yabancı futbolcumuz olsun fakat alınan bu 6 futbolcu da çok kaliteli olsun.

    Türkiye liglerine bakınca her takımın maçlarında 3 yabancı futbolcu tribünde oturuyor. 3 tanesi oynuyor. Bizde yine oynuyor ama gerçek fikrim Türkiye bu kadar zengin bir ülke değil, büyük kayıp. Alınırken seçimlerin çok iyi yapılması gerektiğini düşünüyorum.

    Türkiye’de antrenör yetişiyor mu?

    Türkiye’de yabancı antrenör sayısı çok değil fakat yabancı antrenörlere verilen değer yerli antrenörlere verilmiyor. Ertuğrul Sağlam buna örnek. Ligin daha başında işine son veriliyor. Yerine Mustafa Denizli getiriliyor.

    Duruma şimdi baktığımızda Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında 12 puan fark varken Fenerbahçe bir puan öne geçiyor. Bu sefer fark aleyhlerine 13 oluyor.

    Türk antrenörlerine verilen değere, hakka örnek olarak bunu verdim. Aragones’e gelince kendisine biraz daha zaman tanınmalıdır. Dünya’ya mal olmuş bir teknik direktördür.

    Ben yine söylüyorum. Antrenörü fazla baz almıyorum. Antrenörün elindeki malzeme iyi olmalı.

    Didi’nin zamanında çok fazla antrenman yapmazdık fakat elinde çok kaliteli oyuncular vardı. Bizleri çok iyi motive ediyordu. Her sene şampiyon olduk.

    Bana göre 5 aylık antrenörle ilgili konuşmak çok yersiz ve erken.

    Kendi oyun stilinize benzettiğiniz futbolcu var mı?

    Düşünüyorum ama insan sanırım kendi hakkında zor konuşuyor.

    Peki ya, Türk futbolculardan beğendikleriniz?

    Fenerbahçe’de değer verdiğim futbolculardan biri Semih. Bir yıldız futbolcu vardır, bir golcü futbolcu vardır. Semih golcüdür. Hatta Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük golcü futbolculardan biridir. Gol için yaratılmış. Semih için golcü değil, Semih bu takımda oynayamaz diyemezsin.

    Semih altyapıdan geldi. Gol kralı oldu. Semih tam bu sene meydana çıkacağı yerde sakatlık yakasını bırakmadı.

    Müller çok mu iyi bir futbolcuydu? Fakat Dünya’ya gelmiş en iyi golcülerden biriydi.

    Tanju çok iyi golcüydü. Bu çok farklı bir sıfat.

    Fakat Türkiye’de birkaç maç oynamaya başlıyorlar “Bundan bir şey olmaz, bu yaramaz” diye yüklenmeler başlıyor. Özellikle de bunlar Türk futbolculara daha fazla oluyor.

    Tuncay’ın bende özel bir yeri vardır. Onun enerjisi, bıkmadan, usanmadan koşması, işine olan sevgisi beni her zaman etkilemiştir. Avrupa’ya transfer oldu. Aslında başladığı gibi futbolu Fenerbahçe’de bitirebilirdi.

    Galatasaray’dan da Arda’yı beğenirim. Marco’yu çok beğenirdim. Bizde öyle futbolculara ilaç derler. Her maçın ilacı…

    Alex’i beğeniyorum fakat onda bir taraftar olarak tribünden izlediğimde hep bir rahatsızlık var.

    İyi oyuncuların varsa bazı yıldız oyuncular sahaya daha iyi çıkar. Futbol iyi futbolcularla oynanır.

    Çok tatlı bir torununuz var. Biraz aileniz hakkında da bilgi alabilir miyiz?

    Çiğdem adında bir kızım, Cem adında da bir oğlum var. Fakat şimdi en büyük zevkim torunlarım. Torunlar için “Paranın faizi” diye boşuna dememişler. Onlarla ilgilenmek çok farklı bir duygu. Sanırım zamanında çocuklarımıza ayıramadığımız saatlerin eksikliğini şimdiki olgunluk yaşlarımızda torunlarımızla geçiriyoruz. Onların isimleri de Sanem ve Esma…

    Fenerbahçe taraftarı hakkında düşünceleriniz?

    En büyük taraftar Fenerbahçe taraftarıdır. Yıllara göre geri gittiğimizde bazı zamanlar şikâyetçiydim.

    Şimdilerde çok çok iyiler. Gerek statta olsun, gerek deplasmanlarda olsun Fenerbahçe taraftarı örnek bir taraftar. Her zaman takımlarının yanındalar.

    Taraftarımız her zaman centilmenlik örneği vererek tüm dünyaya Fenerbahçe’nin nasıl bir taraftarı olduğunu gösterecekler.

    Her ne kadar bazı maçlarda 3-5 kişiyle sorunlar çıkıyorsa da bu aradan çıkanları, sorun yaratanları ben gerçek Fenerbahçeli olarak kabul etmiyorum. Fenerbahçe taraftarı bu değildir.

    Fenerbahçe’nin iyiliği için yapıcı yönde yapılan eleştiriler olacaktır tabii, top yuvarlak, çeşitli şansızlıklar yaşadığımız da doğru fakat sezon sonunda Fenerbahçe lig şampiyonu olarak karşımıza çıktığında kötü günlerde de verdiğimiz destekten dolayı içimiz rahat edecek.

    Eski bir futbolcu olarak futbolculara yapılan hakaretleri kabullenemiyorum. “Her zaman, her şartta destek” diyorum.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Alpaslan Eradlı Röportajı

    Alpaslan Eradlı Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Alpaslan Eradlı röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Son Büyük Kaptan

    Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşmişti?

    Her şeyden önce, ben doğuştan Fenerbahçeliyim, bunu belirtmek istiyorum. Kendimi bildim bileli Fenerbahçe ile büyüdüm.

    Transferlerimde eski başkanımız Emin Cankurtaran’ın çok büyük katkısı olmuştur. Şöyle ki; İstanbulspor ikinci kümeye düşmesine rağmen ikinci ligden futbolcuyu Fenerbahçe’ye transfer etmiştir. Ve kendisinin Fenerbahçe formasını giymemde de büyük emeği vardır.

    Eskiden transferler çok enteresandı: İki yıllık bir mukavele yaptığınız zaman kulübün de bir-iki yıl uzatma yapma hakkı vardı. Beni bir sene önce istemelerine rağmen kulübün uzatma hakkı olduğu için transfer olamamıştım ama ertesi sene kendim kulüpten satışımı isteyerek tercihimi Fenerbahçe’den tarafa kullandım.

    Bu arada tabii şu gerçek ki Beşiktaş ve Galatasaray Fenerbahçe’nin verdiği ücretin iki mislini vermesine rağmen ben Fenerbahçe’yi tercih ettim.

    Örnek aldığınız futbolcu var mıydı?

    Can Bartu.

    Gol attığınız zaman ne gibi tepkiler verirdiniz?

    Rakip takımı tahrik etmemek kaydıyla sevincimiz olurdu. Benim işim buydu, futbol oynamak.

    Gol atmak ya da atmamak önemli değildi. Önemli olan gelen seyirciye futbol zevkini tattırmaktı. Tattırabildikten sonra hem futbolcu hem seyirci memnun kalıyordu.

    Derbi maçları öncesi duygularınız nasıl olurdu?

    Benim için tüm maçlar aynı derecede önemliydi. Ben çıkıp oraya gelen seyircilere futbolda olan güzellikleri vermeye çalışırdım. Bu işten zevk aldığım için en iyi şekilde oynamaya gayret ediyordum. Maça asılmayı seviyordum. Gelenlere de bildiklerimi aktarmaya çalışıyordum.

    Ya hırslarınız…

    Futbolda lazım olan hırs vardı. Agresif hareketlerim yoktu.

    Sizin futbol oynadığınız yıllarla bugünkü şartları kıyaslar mısınız?

    Mukayese dahi edilemez. Şimdi 10-12 yaşlarındaki çocuklar bile çim sahalarda oynuyorlar. Buna rağmen de ne yazık ki yetenekli futbolcuların çıkması nadir oluyor. 18 yaşına kadar olan futbolcularımız o yeteneklerini geliştiremiyorlar. 18 yaşından sonrasını eğitmek onların yeteneklerini geliştirmek de teknik adamlara kalıyor.

    Takım kaptanlığı da yaptınız…

    Evet, 1973-74 yılında transfer oldum. 10 yıl forma giydim. Cemil Turan bıraktıktan sonra da 3 yıl takım kaptanlığı yaptım. Bir jübile ile 1982-83 yılında futbol hayatıma nokta koydum.

    Takım ruhunu nasıl yaratıyordunuz?

    Yaşça onlardan büyük olduğum için gerekli saygıyı gösteriyorlardı. Ne takım kaptanı ne de futbolcu olduğum zamanlarda hiçbir problem yaşamadım.

    Uzun süren bir sakatlık döneminiz oldu. O dönemi nasıl atlattınız?

    1977 yılında çok ciddi bir sakatlık geçirmiştim. Çapraz bağlarım koptuğu için uzun bir müddet sahalardan uzak kaldım fakat başarılı bir ameliyat ve ciddi bir çalışmanın yanında kolay olmamasına rağmen 4 yıl futbol hayatıma devam ettim.

    Futbolu seçmenizdeki etken neydi?

    Bütün çocuklar gibi ben de futbol oynuyordum ama futbolcu olma gibi bir niyetim yoktu. Benim için önce eğitim önemliydi. Yaptığım transferlerde de gittiğim takımlarda tahsil hayatım boyunca bana lazım olan paraları alarak o takımlarda futbol oynadım.

    Davutpaşa’ya gittim. Lisedeki tahsil masrafımı çıkardım.

    Sonra İstanbulspor’a gittim, üniversitedeki masrafımı çıkardım.

    Galatasaray Kimya Fakültesi’ni 4. sınıftan bıraktım, futbol ağır bastı. Öncelikli hedefim eğitimdi ama devam mecburiyeti olunca okula gidememe durumu oldu, futbolda profesyonelleşerek okul hayatını noktaladım.

    Milli formayı kaç kez giydiniz?

    33 defa milli forma giydim. 29 A milli, 4 ümit milli takım. Benim ilk milli maçım Batı Almanya -Türkiye arasında 1-1 sonuçlanan maçtı.

    En kötü ve en iyi anınız nelerdir?

    En kötü anım sakatlanarak 1,5 yıl formamdan ayrı kalmam. İngiltere’de Aston Villa maçında ters bir hareketle sakatlandım.

    İyi bir anı deyince… Her şeyden önce yaşadığım şampiyonluklar. Fenerbahçe’ de oynadığım süre içinde 4 defa lig şampiyonluğu ve Türkiye kupası şampiyonluğu gördüm.

    73-74 sezonunda hem Türkiye Kupası hem de lig şampiyonluğunu aldık. 74-75 de yine şampiyonluk. Sonra 77-78 yine lig şampiyonluğu. Ve en son takım kaptanı olarak bıraktığım 82-83 lig şampiyonluğu.

    Takım yenildiğinde neler hissederdiniz?

    Futbol bu; yenmek de var yenilmek de var. Her sene şampiyon olacağız diye bir kaide yok. O zaman işin bir esprisi olmaz.

    Kaybedebilirsiniz. Önemli olan görevinizi yapıp yapmadığınız ve sahaya çıkıp mücadele edip etmediğiniz. Ettiyseniz eve gidip rahatlıkla uyuyabilirsiniz.

    Fenerbahçe Spor Kulübümüz için neler söyleyeceksiniz?

    Fenerbahçe’nin büyüklüğünü kimse tartışamaz. Çok büyük bir camia. Bunun nimetlerini iyi değerlendirmek gerekir.

    Kaynak konusunda bugün 25 milyon taraftarı olan bir takıma ileriki günlerde çok daha büyük kaynaklar bulunacağına inanıyorum. Çok daha iyi imkânlara sahip olabilir. Taraftar büyük güç demektir. Fenerbahçe taraftarı her zaman kulübüne sahip çıkıyor.

    Maçları seyretmeye geliyor musunuz?

    Maçlara geliyorum. Bize ayrılmış olan tribünden izliyoruz.

    Sayın Ali Koç’la yaptığım bir röportajımda; “Biraz gerilere baktığımızda en çok hangi yıldız futbolcu sizi etkiledi?” diye sorduğumda sizi anlatmıştı. “Ve hala Fenerbahçe’ye Alpaslan kapasitesinde bir futbolcunun geldiğini düşünmüyorum.” demişti.

    Sayın Ali Koç çok değerli bir yönetici. Fenerbahçe’ye zaten çok büyük katkıları olan bir kişi ve çok daha büyük katkıları olacağının görüşündeyim. Hiçbir beklentisi olmayan iyi bir Fenerbahçeli. Önemli olan da zaten beklentisi olmayan kişilerin Kulübe hizmet edebilmesi… Benim hakkımdaki düşünceleri için kendisine teşekkür ederim.

    İki kızınız var. Fenerbahçeliler mi?

    Evet, iki yetişkin kızım var. İkisi de pek tabii ki Fenerbahçeli. Bazen maçlara benimle geliyorlar. Bir tanesi okuyor; diğer kızım İletişim Fakültesi Radyo-TV bölümünü bitirdi.

    Fenerbahçe taraftarına neler ileteceksiniz?

    Taraftarlara söyleyecek hiçbir sözüm yok. Onlar her zaman görevlerini en iyi şekilde yapmaya çalışıyorlar, bunu kimse inkâr edemez. Fenerbahçe şampiyon olsa da olmazsa da gereken desteği her zaman gösteriyorlar. Onlara her zaman teşekkür etmek lazım. Biraz daha fair- play örneği verirlerse süper taraftar olur.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • 28’in Gol Kralları

    28’in Gol Kralları

    “Fenerbahçe’nin 28 Türkiye şampiyonluğunun en çok gol atan oyuncuları kimlerdi?” sorusunun yanıtını derleyelim, istedik. Huzurlarınızda 28’in gol kralları!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    28’in Gol Kralları

    SezonGolOyuncu
    1932-193317Zeki Rıza Sporel
    1934-193513Fikret Arıcan, Muzaffer Çizer ve Namık Erbay
    1936-193719Esat Kaner
    1939-194051Melih Kotanca
    1942-194319Melih Kotanca
    1943-194431Müzdat Yetkiner
    1944-194531Melih Kotanca
    1945-194621Melih Kotanca
    1949-195024Lefter Küçükandonyadis
    1958-195919Şeref Has
    1960-196117Lefter Küçükandonyadis
    1963-196417Aydın Yelken
    1964-196512Ziya Şengül
    1967-19688Ogün Altıparmak
    1969-19707Ogün Altıparmak
    1973-197415Cemil Turan
    1974-197511Cemil Turan ve Osman Arpacıoğlu
    1977-197817Cemil Turan
    1982-198319Selçuk Yula
    1984-198514İlyas Tüfekçi
    1988-198928Aykut Kocaman
    1995-199622Elvir Boliç
    2000-200114Haim Revivo
    2003-200424Pierre Van Hooijdonk
    2004-200523Alex de Souza
    2006-200719Alex de Souza
    2010-201128Alex de Souza
    2013-201416Moussa Sow