Etiket: Cihat Arman

  • Türk Futbolunda Kaleciler

    Türk Futbolunda Kaleciler

    Türk basınının usta ismi ve Fenerbahçe erkek basketbol takımının (Muhtar Sencer ile beraber) iki kurucusundan biri olan Cem Atabeyoğlu, 1949 yılında Öz Fenerbahçe dergisine yazdığı bir yazıda, Türk futbolunda kaleciler konusunu ele almış. Çok güzel bir kaynak olmuş. Rahmetli üstadımızın ellerine sağlık diyor, keyifli okumalar diliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Arslanyan

    Türk futbolunda kaleciliğin başlama noktası olarak; Fenerbahçe’nin bu yağız çehreli ve tıknaz çocuğu kabul edilir. 1912 senesinden 1919 yılına kadar tam 7 sene Sarı-Lâcivertli kaleyi canla başla korumuştur. Kalecilikte plonjonun mucididir. Hayatının en parlak oyunlarını da Fenerbahçe’nin Rusya seyahatinde çıkartmıştır. Halen Romanya’da olduğunu zannediyorum.

    Ahmet Robenson

    Galatasaray’ın ilk kalecilerinden olup; Türkiye’de izciliğin ilk temelini atanlardandır. Fedakâr oyunu ile 8 yıl kadar Sarı-Kırmızılı kaleyi muhafaza etmiştir.

    Şekip Kulaksızoğlu

    Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişti. Merhum Galip’in kardeşidir. Sarı-Lâcivertli kalede çok kalmamasına rağmen; takımın birçok yerlerinde de muvaffakiyetli maçlar çıkarmıştır. Forvet oynayıp; gol atan ilk kalecimiz de aşağı yukarı Şekip olmuştur. Uzun bir müddetten beri Zonguldak’ta bulunmaktadır. Gol yemeden şampiyon olmuş (1923) Fenerbahçe’nin kalesini korumuştur.

    Nedim Kaleci

    Kelimenin tam manasıyla kalecilerin üstadıdır. Altınordu’da yetiştikten sonra, en parlak devirlerini Fenerbahçe’de yaşamıştır. Galatasaray’ın Almanya seyahatiyle Avrupa’ya yayılmaya başlayan şöhreti, Paris Olimpiyatları’nda Çeklere karşı çıkardığı şahane oyunu ile ayyuka çıkmıştır. Müteaddit temsili maçlarda yer almış olup 5 defa millî takımda oynamıştır. Milli takımın ilk kalecisi olan Nedim, senelerce Fenerbahçe idare heyetinde vazife görmüş ve Futbol Federasyonu Asbaşkanlığını yapmıştır. Halen ticaretle meşgul bulunmaktadır.

    Hamit Akbay

    Süleymaniye’de parladı. Bilahare; vatani vazifesini yaptığı Muhafızgücü’nün kalesini korudu ve uzun bir müddet Fenerbahçe kalesinde durduktan sonra en parlak bir devrinde futbolu bıraktı. Müteaddit defalar temsili takımlarda yer aldı ve 6 defa milli oldu. Türk futbol tarihinin eşsiz kalecilerinden biri olan Hamit, eski bir idarecimizin dediği gibi “Nedim ve Ulvi gibi iki büyük şöhretin arasında ezilen bir kıymet” olmuştur. Hamit’ten bahsederken onun Galatasaray’ın meşhur kalecisi Büyük Nedim’in kardeşi olduğunu da ilave edelim.

    Ulvi Yenal

    İşte büyük bir şöhret daha… Uzun seneler Galatasaray kalesini korudu ve tam 7 defa Ay-Yıldızlı formayı giydi. Galatasaray’da doğdu ve yine aynı renkler altında futbolu bıraktı. Güzel oyunları saymakla tükenmez. En büyük hususiyeti, miyop gözlerle kalecilik etmesi olmuştur. Senelerce Galatasaray ve Güneş kulüplerinde idarecilik etmiş, ayrıca Milli takım seçiciliği yapmıştır. Halen Tekel’de müsavirdir.

    Osman Kaptan

    Beşiktaş’ın en şöhretli kalecisi lakabını kendisine versek hakkıdır. Uzun müddet Siyah-Beyazlı kaleyi fevkalade oyunlar çıkararak müdafaa ettikten sonra denizdeki vazifesi onu futboldan ayırmak zorunda kaldı. Onu birkaç sene evvel kısa bir hastalığı müteakip kaybettik. Allah rahmet eylesin.

    Avni Kurgan

    Kalecilikte fedakarlığın timsalidir. Galatasaray’da yetişti, parladı ve yine orada futbolu bıraktı. Futbol hayatı 10 sene kadar devam etti. Bu zaman zarfında müteaddit temsili maçlar ve 3 de milli maç oynadı. Halen yataklı vagonlarda çalışmaktadır.

    Bedii Yazıcı

    Tek kelimesiyle yazık olan büyük bir kıymet. Futbol hayatı hiç de uzun sürmedi. Tahsil dolayısıyla Amerika’ya gitti ve gerek Fenerbahçe’yi, gerekse Türk futbolunu kendisinden çok şeyler beklenilen bir zamanında mahrum bıraktı. Amerika dönüşünde; bir müddet Fenerbahçe idare heyetinde de yer aldı.

    Necdet Erdem

    Doğması ve parlaması Fenerbahçe’de olmuştur. Ender yetişir bir kabiliyet olarak daima takdirle anılacaktır. Bilahare Demirspor’a girdi. Futbolu Galatasaray’da (en son Fenerbahçe’ye karşı oynayarak) bıraktı. Halen Sarı-Kırmızılı takımda idarecilik yapmakta olup avukat stajyeridir.

    Mehmet Ali Tanman

    Karagümrük’te doğan ve Beşiktaş’ta parlayan bir yıldızdır. Futbol hayatı en uzun süren fedakar bir kaleci olup halen Elektrik takımının kalesini korumaktadır.

    Sacit Öget

    Çok kısa fakat şerefli bir futbol hayatına sahiptir. Hayatının en parlak oyunlarını Galatasaray’ın Yugoslavya seyahatinde çıkarmıştır. Galatasaray Lisesi’nden mezun olurken futbol hayatını kapadı. Halen Son Saat gazetesinin sekreteridir.

    Safa Özyurt

    Türk futbolunun yine kısa ömürlü parlak bir yıldızı daha… Fenerbahçe’de yetişti. Güneş takımının kalesinde çok güzel oyunlar çıkardı. Mektepteki imtihanları yüzünden; Milli Takım kalesi kendine emanet edileceği bir anda, bu şerefe nail olamadı. Futbolu Vefa’da bıraktı. Kendini her zaman takdirle anarız.

    Cihat Arman

    Müsaadenizle ona “Türk futbolunda kaleciler şahı” diyelim. 20 seneye yaklaşan; bin bir şerefle dolu futbol hayatında çıkardığı şahane oyunlarla ismini unutulmaz bir zirveye eriştirdi. Gençlerbirliği ve Güneş’ten sonra Fenerbahçe’ye intisap etti. On yıldır Sarı-Lâcivert forma altında bulunmaktadır. 8 defa Milli formayı giydi ve 5 defa kaptanlık yaptı. Uçuşlarıyla dillere destan olmuştur. Halen Fenerbahçe’nin kaptanı ve mecmuamızın sahibi olduğunu söylemeye bilmem hacet var mı?

    Osman İncili

    Sahalarımızın en popüler bir simasıdır. İstanbulspor ve Ankaragücü’nde oynadıktan sonra Galatasaray’da hayatının en iyi maçlarını çıkardı. Fedakar bir kalecidir. Arada sırada fırsat düştükçe yine Sarı-Kırmızılı kalede canını dişine takarak oynar. Halen Galatasaray’ın stad müdürüdür.

    Abdülkadir Arun

    Cidden büyük bir istidat ve parlak bir yıldız. Topkapı, Eskişehir ve Ankara Demirspor ve Vefa’da bir çok güzel maçlarını seyrettik. Aşırı fedakar ve lastik top gibi bir kalecidir.

    Erdoğan Atlıoğlu

    Galatasaray’ın genç kıymeti. Birçok temsili maçlarda yer aldı. Henüz pek genç olduğundan parlak bir istikbal vadetmektedir. Meşhur Hidenin tebriklerine mazhar olmuştur. Halen İktisat Fakültesi’nde talebedir.

    Ethem Karpat

    Ankaragücü’nden Beşiktaş’a girdi ve Siyah-Beyaz forma altında parladı. İyi bir gününde olduğu takdirde, klas bir kalecidir.

    Erdal Kocaçimen

    Genç ve büyük bir istidat. Aynı zamanda 400 metre Ankara şampiyonu ve iyi bir santrfor. (Hatta Fenerbahçe Stadı’nda yapılan Gençlerbirliği-Galatasaray maçında Erdoğan’a bir de golü vardır). Gençlerbirliği’nde parladı. Temsili maçlarda yer almış, soğukkanlı ve fedakar bir golkip.

    Cem Atabeyoğlu / Türk Futbolunda Kaleciler (Öz Fenerbahçe)

  • Sarı Kanarya : Bir Kültür Mirası

    Sarı Kanarya : Bir Kültür Mirası

    1974 yılının yaz ayları…

    Didi yönetimindeki Fenerbahçe Şampiyon olunca, başkan Emin Cankurtaran bir Fenerbahçe marşının hazırlanmasını istiyor. Hemen kollar sıvanıyor. Fecri Ebcioğlu sözleri yazıyor, Şerif Yüzbaşıoğlu aranjmanı yapıyor, Nesrin Sipahi o güzelim sesiyle marşı söylüyor ve piyasaya çıkan 45’lik plak yarım asırdır ülkenin en çok çalan melodilerinden biri oluyor.

    Günümüzde de bu marş çalmadan, “Kalpleri fetheden renkler…” nakaratına, on binlerce kişilik dev koro “Yaşa Fenerbahçe” diye eşlik etmeden  Fenerbahçe  futbol takımı stadının çimlerine adım atmıyor…

    Marşta  “Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler…” diye adı geçen 4 futbolcu Cihat Arman, Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu ve Fikret Arıcan.

    İlk sırada adı geçen Cihat Arman Fenerbahçe forması altında 5 Milli Küme, 1 Türkiye Futbol Birinciliği olmak üzere 6 Türkiye şampiyonluğu kazanmış. Aynı zamanda 3 İstanbul Şampiyonluğu, 3 Başbakanlık Kupası, 1 İstanbul Şildi, 1 İstanbul Kupası da var. Fenerbahçe’deki abide yeri ve önemiyse tüm bu kupalardan biraz daha fazlası…

    Cem Atabeyoğlu’nun “Türk Futbolunda Unutulmayan 200 Ünlü” kitabında Cihat Arman’ı anlattığı bölüme gidelim…

    Futbolumuzda “Uçan Kaleci” adıyla ün yapmıştı Cihat Arman. Fenerbahçe’ye “Kanaryalık” da onunla geldi.Uçan Kalecinin kanarya sarısı renginde bir kaleci kazağı vardı.Fenerbahçe seyircisi bu kanarya sarısı kazağından ötürü önce ona “Kanarya” dedi. Sonra “Kanaryalık” bütün Fenerbahçe’ye mal edildi…

    Her ne kadar İslam Çupi onun için “Cihat Arman  giyimi, kuşamı ve başındaki kepi ile en az 100 bin İstanbullu çocuğu Fenerbahçeli yapmış çekiciliği tartışılmaz karizmatik bir erişilmez kalecilik kişiliğine sahipti” dese de kalecilik nankör meslek. 310 defa koruduğunuz kalede son 4-5 maçınızdaki performansınızla anılabilirsiniz. Hele o maçlarda yediğiniz hatalı bir gol bir şampiyonluğu, bir kupayı kaybettirirse… Bir hata binlerce sevabı hatırlanmaz kılabilir.

    Micheal Jordan’ın son dansı varsa, Kanarya Cihat Arman’da âlâsı var…

    İzmir, 6-7 Mayıs  1950

    Milli Küme’nin 1950 sezonuna fırtına gibi giren Galatasaray ilk haftadan liderliği alıyor ve tüm maçlarını bitirdiğinde hala zirvede. Galatasaray maçlarını bitirmiş ancak ikinci Fenerbahçe’nin hala 2 maçı daha var ve İzmir’de 2 gün arka arkaya bu maçlar için sahaya çıkacak.  Şampiyon olmak istiyorsa, sezonun tuhaf averaj hesabına göre hiç gol yemeden kazanması gerek. Yediği her gole karşılıksa 4 gol atmak zorunda !

    6 Mayıs günü rakip Türkiye Futbol Birinciliği kazanan Göztepe.

    Fenerbahçe, Cihat Arman-Hilmi Ardağ-Müzdat Yetkiner-Samim Var-Kamil Ekin-Süleyman Köprülü-Erol Keskin-Lefter Küçükandonyadis-(Bego)Ahmet Erol-Cemal Uzkes-Halit Deringör kadrosuyla Alsancak stadına çıktığında isteyeceği son şey gol yemek.

    Ama o  istemeyeceği gol maçın daha ilk dakikasında Göztepe’li Yüksel’den geliyor ve 1-0 yenik duruma düşüyor. 4 dakika sonra (Bego)Ahmet Erol ile bir gol buluyor ve şimdi skor 1-1.

    1950 yılı, Milli Küme’nin de 35 yaşındaki sembol kaleci Cihat’ın son sezonları.

    Her sporcunun başına gelebilir, yaş ilerledikçe yeterliliği sorgulanır. Cihat Arman içinde benzer yorumlar var: yaşlandı ! Cihat Arman’ın kanıtlaması gereken hiçbir yetenek kalmamış, her türlü başarı öyküsünü yazmış. Öyle ki, tehir edilen maçlarda tek başına kaleye geçmiş, stadyuma gelenlere özel bir gösteri sunmuş  Yine İslam Çupi’ye kulak verirsek:

     “Lacivert ve sarının tonları ile duruş yerlerinin değiştiği kazaklar giyer, başına beyaz bir kep geçirirdi. Zemheri kışlarda maçlar sahada tehir olduğunda Cihat kaleye geçer Fenerbahçe forvetlerinin attığı şutlarda yarım saat bir kalecilik resitali yapar, bu gösteriden sahaya gelen tüm futbolseverler bir maç seyretmişçesine keyif alırlardı.”

    Ancak büyük kaptan ne olursa olsun şampiyonlukla veda etmek istiyor ve bu konuda arkadaşlarına da güveniyor.

    Maçın 12.dakikasında Göztepe bir korner kullanıyor, top Cihat’a geliyor ama olmayacak oluyor, Cihat topu elinden kaçırıyor. İlk golü atan Yüksel sarı kırmızılı takımı 2-1 öne geçiriyor…

    Bu şampiyonluk gitmemeli, Cihat’ın hatasıyla  hiç gitmemeli. Hele averajla giderse yıllarca “Ah o Cihat’ın elinden kaçırdığı top” denecek. Cihat kalesine başka gol yememek üzerine dönüyor. Cihat’ın güvendiği Fenerbahçe forvetleri de kaptanı kupasız göndermemeye kararlılar,  iş başı yapıyorlar. Bego Ahmet iki, Lefter bir gol atıyor ve Fenerbahçe maçı 4-2 kazanıyor.

    7 Mayıs günkü Milliyet Gazetesinin başlığı şöyle: Fenerbahçe’nin şampiyon olabilmesi için bugün Altay’ı 4-0 yenmesi lazımdır.

    Tuhaf bir averaj hesabı olduğunu yazmıştık. Fenerbahçe 4-0 kazanmalı. 1 gol yerse 8-1, 2 gol yerse 12-2 kazanmak zorunda.

    7 Mayıs günkü final maçın son dakikasına girilmek üzere. Bego Ahmet’in 2, Samim Var’ın 1 golüyle Fenerbahçe 3-0 önde ve bu skor Galatasaray’ı şampiyon yapacak. O dönemde maçlardaki kayıp zaman maçın sonuna eklenmiyor. Dışarı kaçan topun patlatılıp geri döndüğü oluyor. Maç defalarca durmuş. Fenerbahçe gol üstüne gol kaçırmış ve son bir korner kullanıyor. İzmir’de tribünlerde “re re re ra ra ra Galatasaray” sesleri var. Fenerbahçe’de de Samim Var. Kornerde dokunduğu top Fenerbahçe’yi averajla şampiyon yapıyor. 14 maçlık serüvende ilk haftadan son maçın 89. dakikasına kadar lider olan Galatasaray ve o son dakikada şampiyon olan Fenerbahçe. Şarkıdaki gibi bazen küçük bir an için ömür bile verilir…

    Son şampiyonluğun kupası kaptan Cihat’ın ellerinde yükseliyor…

    Ankara, 17 Haziran 1950

    Türkiye Futbol Birinciliği şampiyonu Göztepe ve Milli Küme Şampiyonu Fenerbahçe bu defa Başbakanlık Kupası maçı için Ankara’da.

    Fenerbahçe yoğun bir programla   önce Anıtkabir’i ziyaret edip çelenk bırakıyor. Ardından Köşkte Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı ve son olarak da yeni başbakan Adnan Menderes’i ziyaret ediyor.

    Saat 18’de başlayan maçın ilk yarısını Fenerbahçe Lefter’in golüyle 1-0 önde kapatıyor. İzmir’de de Fenerbahçe’ye gol atan Yüksel ikinci yarıda skoru 1-1 yapıyor. Uzatmaya giden maçın 114.dakikasında Erol Keskin’in golü son Başbakanlık Kupası’nı Fenerbahçe’ye getiriyor. Fenerbahçe 1 ay içinde İzmir ve Ankara’da sevenlerine şampiyonluk yaşatıyor.

    Seremonide kaptan Cihat Arman Federasyon başkanı Ulvi Yenal ve Başbakan Menderes’in ortasında objektiflere gururla poz veriyor. Nasıl gururlu olmasın,son 2 maç 2 kupa…

    Kaptan futbolu bırakırken bir de büyük miras bırakıyor: Sarı Kanaryalar !

    Kaplan, Aslan, Kartal, Fırtına, Şimşek, Boğa, Timsah, Dragon, Atmaca, Ateş gibi sembolleri kullanan rakiplerinin yanında gücünü temsil etmek için bir isime ihtiyaç duymayan Fenerbahçe’nin Kanarya olarak anılması ne büyük bir farklılıktır.  Sarı Kanaryalar diye başlayan cümlelerin hep mutluluk kokması ne güzeldir. Bir sezon finalinde televizyon  ekranlarında yanıp sönen “şampiyon” yazısı ne tarifsiz bir gururdur. Anadolu’nun uzak bir köşesinde Fenerbahçeli çocuğun “oley oley oley oley Şampiyon Kanaryaaa” tezahüratını duyduğu andaki, “ben de bir gün orada futbolcu veya taraftar olarak olmalıyım” hedefi ne güzel bir yolculuktur.

    Zaman içinde çok şeyi kaybederken, şampiyonluklar sonundaki tezahürattaki Kanarya da  uyumsuz bir Fener sözüne yenik düştü. Bir gün o da yerine dönecektir, Fenerbahçe de…

    Maç yaparken sahada Sarı Kanaryalar” sözlerini her maçın başlangıcında ve her sezonun sonunda hep duymak dileğiyle, Cihat Arman’a  rahmet ve saygıyla…

    Bozkurt K. Yılmaz


    Talha Altınbaşak’ın Öz Fenerbahçe’de yaptığı bir röportajda yayınlanan, Cihat Arman’ın çocukluk ve gençlik resimleri.
    Cem Atabeyoğlu’nun Öz Fenerbahçe’de yaptığı bir röportajda yayınlanan, Cihat Arman’ın askerlik resimlerinden.

  • Okullarda Fenerbahçe Sevgisi

    Okullarda Fenerbahçe Sevgisi

    19 Mart 1956 tarihli Fenerbahçe Spor Gazetesi’nde, o zamanlar Lise dördüncü sınıfta olan Fenerbahçe taraftarı Ünsal Tunçözgür imzalı bir yazı yayınlanmış. Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, Ünsal Bey adeta “Yeni kuşaklar nasıl Fenerbahçeli olur?” sorusuna kısa bir yazıyla manifestovari bir yanıt vermiş. Keyifli okumalar.


    Türkiye’de spor faaliyetlerinin en mühim kısmı okullarda cereyan eder ve büyük futbolcular, büyük atletler ekseriya okul sıralarında meşhur olurlar. Cihat Arman’la Ankara’da aynı sınıfta okumuş bir zat; Cihat Arman’ın, babasının şiddetli muhalefetine ve okulun kapısında kendini almaya gelen sopalı askere rağmen, kapağı istasyon altındaki sahaya attığını, yine Maarif Koleji’nde beraber okuduğu Baba Gündüz’ün de sporu her şeyden üstün tuttuğunu anlatmıştı

    Bütün bunlarda belirtilen şekilde büyük sporcuların yetiştiği okullarda Fenerbahçe’ye gösterilen sempati benim gibi Fenerbahçe hastalarını fazlasıyla memnun ediyor. Bu asil sevgi istikbalin Fenerbahçesi için büyük bir kazanç olacaktır.

    Şöyle ki; bugün bir parça futbol oynayabilen, spor yapabilen bir talebe, futbolunu geliştirip şerefli Lâcivert-Sarı formayı giyebilmek, onu layık olduğu şerefe ulaştırabilmek için can atıyor.

    Yakaları Fenerbahçe rozetli bu Fener hastaları talebeler, Fenerbahçe’nin maçlarını heyecanla takip ediyorlar.

    Biz Fenerbahçe hastaları, profesyonel ligin ikinci devresinde, Fenerbahçe’den şerefli galibiyetler ve şampiyonluk bekliyoruz. Bu galibiyetler ve şampiyonluğumuz, sevgimizi arttıracak ve okullarda Fenerbahçe’ye karşı olan ilgiyi çoğaltacaktır.

    Ünsal TUNÇÖZGÜR
    Lise IV – B. Karabük

  • İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    Okuduktan sonra sizleri “Her zaman olduğu gibi, işlerine gelince öyle gelmeyince böyle” diye düşündürüp, acı acı gülümsetecek yazımıza geçmeden önce, geride kalan bir ay zarfında King Santillana‘nın “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında yazdıklarını hatırlayalım.

    Milli Küme’yse Sayılmaz, Süper Lig’se Sayılır
    Tarih Disiplinini Keyfine Göre Çalıştırmak
    Tarihi Görmezden Gelebilirsiniz. Ama Değiştiremezsiniz

    Anlamak isteyene çok şey anlatan bu metinlerde, tarihi kafasına göre eğip bükenleri okumuştunuz. Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in bile “Evet, biz bir kere Türkiye Şampiyonu olduk, Fenerbahçe ise beş kez!” diyerek kabul ettiği organizasyonlar için “Çok az şehir katılıyordu bir kere! Türkiye çapında değildi!” diyenlerin yalanını nasıl ortaya çıkardığımızı da “1959 Öncesini İnkâr, Cumhuriyeti İnkârdır” yazısında görmüştünüz.

    Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a çıkışını kutladığımız bu mutlu günün geçmiş yıldönümlerinden biri, aynı zamanda Fenerbahçe’nin de 5. Türkiye şampiyonluğunun tarihi… 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe, Beşiktaş’ı 4-1 yendi ve Maarif Kupası’nı yani Millî Küme şampiyonluğunu kazandı. Yeni yazımızın konusu, işte tam da burada devreye giriyor… Bazı kimselerin “Maarif Kupası nedir ya? Milli Eğitim Kupası ne Allah aşkına? Öyle Türkiye Şampiyonluğu mu olur?” diyerek akıllarınca alaya aldıkları bu organizasyonun aslında ne olduğunu aşağıda göreceksiniz. En sonda da bugün bunu söyleyenlerden çok daha kıdemli bir kulüpçünün yazdıklarını bulacaksınız. Tekrarlıyoruz:

    1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

    19 Mayıs 1942 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayınlandı.

    Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü Haziran’dan İtibaren Maarif Vekilliğine Bağlanıyor
    Haber aldığımıza göre, şimdiye kadar Başvekilliğe merbut bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, Haziran’dan itibaren Maarif Vekilliğine bağlanacaktır. Bu değişiklik, Vekilliklerin masraf bütçeleri hazırlanırken kararlaştırılmış olduğundan umum müdürlüğün tahsisatı da ona göre konuşmuştur.

    4235 sayılı “Beden Terbiyesi Kanununa Ek Kanun”, 29 Mayıs 1942’de T.B.M.M.’de kabul edildi ve 3 Haziran 1942 tarihli Resmî Gazete’de yayınlandı. Kanunun maddeleri şu şekildeydi.

    1. 3530 sayılı kanunun birinci maddesi hükmüne göre Başvekâlete bağlı bulunan Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü, kanununda Başvekâlete ait olan vazife ve salâhiyetlerle birlikte Maarif Vekilliği’ne bağlanmıştır.

    2. Bu Kanun 1 Haziran 1942 tarihinden itibaren mer’idir.

    3. Bu Kanunun hükümlerini icraya Maarif Vekili memurdur.

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    31 Mayıs 1942 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ise teşkilatı denetlemeye başlamıştı bile… Başta Genel Müdür olmak üzere, bütün memurlarla görüşmüş, işler hakkında ilgililerden bilgi almış, çalışma programlarını gözden geçirmişti. O güne kadar beden terbiyesi ve gençlik teşkilatı için yapılmış incelemelere ait bütün raporların yayınlanması da Bakanlık tarafından kararlaştırılmıştı. 1943 yılı, spor müsabakalarında Maarif Kupası olacaktı.

    Ulusal Türkiye Ligi’nin Adı Maarif Kupası Oluyor

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    15 Mart 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    1943 Millî Küme Şampiyonluğu maçları, 14 Mart 1943’de başladı. O gün Beşiktaş, üst üste beşinci kez kazandığı İstanbul Şampiyonluğu Kupası’nı alırken Vefa’yı 5-1 yendi. Turnuva sonunda “yalnızca bir puan farkla” birinci ve ikinci olarak sıralanacak olan, Fenerbahçe ve Galatasaray ise 0-0 berabere kaldılar. Beşiktaş 18’de 18 yaparak şampiyon bitirdiği İstanbul Ligi’nden sonra Millî Küme’de hayal kırıklığı yaşayacak ve 14 maçın 9’unu kazanıp, Fenerbahçe ve Galatasaray’a iki, Altınordu’ya da bir kez yenilerek üçüncü olacaktı.

    10 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Takvimler 9 Mayıs 1943’ü gösterdiğinde Maarif Kupası’nın final niteliğindeki maçı oynandı. Maça gidenlerin tramvayları tıka basa doldurup, neredeyse bunların tepesinde yolculuk ettiği karşılaşma, tıklım tıklım tribünler önünde oynandı. Fenerbahçe, Cihat Arman, Lebip Elmas, Murat Alyüz, Ömer Boncuk, Halil Köksalan, Esat Kaner, “Küçük” Fikret Kırcan, Naci Bastoncu, Melih Kotanca, Müzdat Yetkiner, Halit Deringör on biriyle çıktı ve Naci Bastoncu’nun attığı golle Galatasaray’ı 1-0 yendi.

    20 Mayıs 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    10 gün sonra, 19 Mayıs 1943’de Fenerbahçe Stadı’nda bayram gösterileri yapılıyordu. Günün ilerleyen saatlerindeyse, Fenerbahçe ve Beşiktaş Maarif Kupası’nın son maçı için sahaya çıktılar. Eğer Fenerbahçe yenilseydi, kupa Galatasaray’ın olacaktı. Tarık Özerengin’in yönettiği maça Fenerbahçe, Galatasaray maçının kadrosuyla çıktı ve Baba Hakkı’nın tek golüne Müzdat Yetkiner, Naci Bastoncu, “Küçük” Fikret Kırcan ve Melih Kotanca ile cevap vererek 4-1 kazandı ve Maarif Kupası’nın sahibi oldu.

    İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle
    19 Temmuz 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…

    Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Spor Organizasyonu

    Aslında “Maarif Kupası” yalnızca futbol şampiyonluğunun adı değildi. Spor idaresi A’dan Z’ye Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu için diğer branşlarda da aynı adla şampiyonalar düzenleniyordu. Örneğin 18 Temmuz 1943 tarihli Atletizm müsabakasını Başbakan başta, neredeyse bütün bakanlar izlemeye gitmişlerdi.

    İşin bizim için “asıl eğlenceli” kısmı ise bundan sonra başlıyor…

    Galatasaray Spor Kulübü’nün 13 numaralı kurucusu, meşhur gazeteci Abidin Daver 10 Ekim 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Hem Nalına, Hem Mıhına” isimli köşesinde “Galatasaraylılar İşbaşına!” başlıklı bir yazı yayınlıyor ve şöyle diyor :

    Yıllar süren çetin gayretlerden sonra, Türkiye’nin en eski spor kulübü olan Galatasaray’ın, nihayet, Mecidiye köyünde bir stadyum yaptırmaya başladığını, bu sahanın ilkbaharda yapılan temel atma töreni münasebetiyle yazmıştım.

    Bu stadyumu, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’nün yardımıyla Galatasaraylılar vücuda getirecekler ve 20 yıl sonra, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü’ne, yani devlete terk edeceklerdir.

    Yapılan keşiflere ve hazırlanan planlara göre, stadyuma 250 bin lira gidecektir. Türk sporuna yeni bir can vermek azmiyle Maarif Vekâleti’ne bağlanmış olan Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü kıymetli Maarif vekilimizin direktifine uyarak Galatasaray stadyumunun inşası için, bu sene 50.000 Lira tahsis etmiş ve bu paranın 25.000 Lirasını vermiştir.

    Maarif vekaleti, Galatasaray’a, Mecidiye köyündeki saha için yardımda bulunurken şöyle güzel bir şart koşmuştur. Galatasaraylılar, stadyumlarına, ne kadar para toplarlarsa, Beden Terbiyesi Umumi Müdürlüğü de o miktar yardımda bulunacaktır ki bu hakikaten çok yerinde bir teşviktir.

    Fenerbahçe’nin ve diğer takımların 1959 öncesi şampiyonluklar konusundaki mücadelesine kadim Galatasaraylıların destek vermesi, gerçekten çok anlamlı. Böylelikle safsata dolu bahanelerden birisi daha çürümüş oldu. Gerçi rahmetli Abidin Daver, gayet basit anlatmış ama olur da anlamak istemeyen olursa, özetleyelim:

    Maarif Kupası, bizzat devletin verdiği, “resmî” bir kupadır. Çünkü düzenleyen kurum yani Beden Terbiyesi, Milli Eğitim Bakanlığı’na, yani devlete bağlıdır. Senelerce oynadıkları stadyumu (kurucularının açık ve net yazdığı gibi) adı geçen devlet kurumuna borçlu olanlar, bu kurumun düzenlediği kupayı saymamazlık edemezler. Uzun lafın kısası, 1959 ÖNCESİNİ İNKAR, CUMHURİYETİ İNKARDIR

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / İşlerine Gelince Öyle Gelmeyince Böyle

  • İstanbul’da Sarı Lacivert Kumaşın Bittiği Gün

    İstanbul’da Sarı Lacivert Kumaşın Bittiği Gün

    Fenerbahçe, 17. Türkiye şampiyonluğunu üç sezonluk bir aradan sonra, 1973-1974 sezonunda kazandı. O yılın sonunda şampiyonluk turu günü, biraz da “Sarı Kanarya” Cihat Arman’ın yazısı sayesinde insanların hafızasına İstanbul’da sarı lacivert kumaşın bittiği gün olarak geçti. Tapfereritter yazıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Salkım Saçak Kanarya

    Stat Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlamasını görmek isteyenlerle hıncahınç dolu vaziyette. Nihayet maç başlıyor. İlk yarı fazla gol pozisyonu yaşanmıyor, Fenerbahçe’nin etkili isimlerine sıkı bir adam markajı uygulanıyor.

    İkinci yarı da bu seyirde devam ediyor, Ankaragücü direniyor. Maçın bitmesine artık yirmi dakika kadar kalmış. Derken Cemil orta sahada bir top kapıyor, soldan kaçan Mustafa’yı görüyor. Mustafa hızla ilerleyip avut çizgisine yaklaştığı sırada ortayı yapıyor. Ankaragücü savunma oyuncuları bu ortayı kesmek için yükseliyorlar. Fakat Osman onlardan daha yükseğe sıçramış, bir an havada asılı kalıyor sanki ve topa kafayı yapıştırıyor. Ankaragücü kalecisi Aydın’ın  uçuşu nafile, top doksandan filelerle buluşuyor. Maç bu golle sona eriyor.

    Sonrası tam bir şölen; soyunma odasına giren futbolcular stadı terk etmeyen seyircilerin tezahüratıyla sahaya çıkıp tur atıyorlar. Onlar turunu tamamlarken seyirci bu kez “Didi, Didi!” diye bağırıyor. Sempatik Brezilyalı hoca da onları kırmıyor, atletizm pistini yürüyerek dolaşıyor ve bütün tribünlere el sallıyor.”

    Spor tarihçilerimizden Fethi Aytuna’nın “Dinyakos” adlı blogunda Fenerbahçe’nin 19 Mayıs 1974’te “Bay Gol” Osman Arpacıoğlu’nun golüyle Ankaragücü’nü 1-0 yenerek 1973-74 sezonunda bitime bir hafta kala garantilediği 16. Türkiye şampiyonluğunun tasviri böyle.. Hep bir şölendir Fenerbahçe şampiyonlukları..

    Başkanların Totemi

    Totemsiz de olmaz.. Gol geciktikçe huzursuzluğu artan Başkan Emin Cankurtaran’ın imdadına eski Başkan Faruk Ilgaz yetişiyor. Şeref tribününde yer değişikliği.. Ilgaz, Cankurtaran’ın yanına oturuyor. Birkaç dakika sonra da gol oluyor.

    Maçtan önce de Fenerbahçeli taraftarlar Kaptan Ziya’ya bir hindi hediye ediyorlar. Maç başlayınca da Şengül hindiyi koyacak yer bulamayınca Teknik Direktör Didi’ye veriyor. Didi de hindiyi yedek kulübesine alıyor. Maç boyunca ilgileniyor ve gol olunca okşuyor.

    Renktaş Ankaragücü de müstakbel şampiyona jest yapmış: Aynı renge sahip takımlar karşılaştığında evsahibi takımın açık renkli forma giymesi gerekirken, Ankaragücü beyaz formayla çıkmış ve Fenerbahçe’ye klasik çubukluyu bırakmış.

    Maça çıkan kadro 90 dakikayı olduğu gibi bitirmiş: İlie Datcu-Niyazi Gülseven, Alpaslan Eradlı, Ziya Şengül, Serkan Acar, Selahattin Karasu, Kamil Güvenal, Önder Mustafaoğlu, Mustafa Kaplakaslan, Osman Arpacıoğlu, Cemil Turan.

    Türkiye Ligi başladığından beri ilk kez şampiyonluğa üç yıl hasret kalmış Fenerbahçeliler bu susuzluklarını giderirken dakikalarca “Dağ başını duman almış”ı söylüyor; 44 bin kişi havai fişeklerin patırtısını bastırırcasına “Şampiyon.. Şampiyon” diye inletiyor İnönü Stadı’nı..

    Son söz Cihat Arman’ın:

    “Koca İstanbul’u dolaşsanız milimetresini bulamazdınız Sarı-lâcivertli renklerden. Hepsi bayrak olup gelmişti sahaya..”

    Tapfereritter / İstanbul’da Sarı Lacivert Kumaşın Bittiği Gün

  • 7 Mayıs 1950

    7 Mayıs 1950

    Yukarıda dönemin görselleri eşliğinde dinleyeceğiniz ses kaydı, bundan tam 70 sene önce, biri tribünde, diğeri sahada Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için çarpışan iki kişinin, geçtiğimiz yıllarda kayıt altına alınan bir telefon konuşması. Konu 7 Mayıs 1950.

    Kadim ve eşine gerçekten az rastlanacak kadar tutkulu bir Fenerbahçe taraftarı olan Talat Sarıtaş, Fenerbahçe tarihinin en entelektüel sporcularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisi olmakla birlikte, ömrü boyunca haksızlık karşısında bir milim büküldüğü görülmeyen rahmetli Halit Deringör ile Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu’nu konuşuyor.

    Ne olur, ne olmaz, YouTube linkini de “şöylebırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    7 Mayıs 1950

    Fenerbahçe , 1950’nin Mayıs ayında, o sezonki Milli Eğitim Kupası’nın (yani Milli Küme’nin) final niteliğindeki iki maçını oynamak üzere İzmir’e gitti.

    6 Mayıs 1950 tarihinde oynanan Göztepe maçını Ahmet Erol’un (3) ve Lefter Küçükandonyadis’in golleriyle kazanan Fenerbahçe, ertesi gün Altay’ın karşısına çıktı. Belirlenmiş averaj sistemine göre Fenerbahçe’nin şampiyon olmak için maçı 4-0 kazanması gerekiyordu. Bir gol yemesi halindeyse şampiyonluk için gereken skor 8-1 olacaktı.

    Son dakikada gelen golle şampiyonluğu kazandığımız maçın detaylarını (son satırlardan anlaşıldığı kadarıyla yazısını otelin telefonundan yazdıran muhabirin kalemiyle) Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Fenerbahçe Şampiyon

    Milli Eğitim Müsabakalarına bugün Alsancak stadında devam olundu. Birinci maçta Vefa, Göztepe’yi 4-0 yendi.

    İkinci maça Fener şu kadro ile çıktı :
    Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kamil, Nusret, Erol, Lefter, Ahmet, Cemal, Halit

    Oyuna Fenerbahçe rüzgara karşı başladı.

    Sinirli bir hava içinde devam eden oyunda Fenerbahçe nisbî bir hakimiyet tesis etti ise de 40. dakikaya kadar gol olmadı.

    Bu arada Cihat iki tane çok mühim kurtarış yaptı.

    40. dakikada derinliğine bir pas alan Ahmet sol bir şutla ilk golü yaptı, devre de böylece 1-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi.

    İkinci devrede rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe gol adedini 4’e çıkartmak gayesiyle oyuna hızlı başladı.

    4. dakikada Samim, Altay kalesinin karışmasından istifadeederek, köşeden ikinci golü yaptı.

    8. dakikada da Ahmet üçüncü golü kaydetti.

    Bundan sonra da oyun çığrından çıktı

    Altay kalecisi yaralandı, yerine santrfor Bayram geçti.

    Altay gol yememeye uğraşıyor, Fenerbahçeliler ise bir gol daha atarak şampiyonluğu kazanmak için uğraşıyor. Her iki takım aynı durumda çalışıyor, Fenerbahçe mütemadiyen bastırıyor fakat netice alamıyor.. Bu arada Fener iki gol yaptıysa da ofsayttan durduruldu. Oyun sonlarına doğru Bayram da sakatlandığından yerine Mehmet geçti. Bu arada bir korner oldu. Halit’in çok güzel attığı kornere bütün oyuncular birden çıktı. Kamil’le Samim kaleye yüklendiler ve top Samim’in kafasıyla içeri girdi.

    Altaylılar bu gole itiraz ettilerse de hakem kararında ısrar etti ve Altaylılar da sahayı terk ettiler. Oyun da zaten bitmişti.

    Tribünlerde ve sahada bir hercümerçtir gidiyordu. Fenerbahçeliler yarım saat kadar soyunma odasında kaldılar. Oyuncular polis ve jandarma kordonu altında otobüse gidildiği sırada, bazı taşkın seyircilerin taarruzuna uğradılar; güçlükle otobüse binildi. Otobüs mütemadiyen taşlanıyordu. Otobüste bütün oyuncular yere yatmış bir haldeydi. Otobüsün kırılmadık camı kalmadı. Futbolcularla biz bu şekilde otele geldik. Otelin etrafını da halk sarmıştı. Polis ve jandarmanın müdahelesiyle zorla içeri girildi.

    Bu arbedede Halit kulağına isabet eden bir taşla yaralandı ve tedavi altına alındı. Otel sabaha kadar inzibat kuvvetlerinin muhafazası altında kalacak.

    Sporcular odalarında kapıları kilitli olarak oturmaktadırlar.

    8 Mayıs 1950 tarihli Milliyet gazetesinden
  • 7 Mayıs 1950… Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu

    Yukarıda dönemin görselleri eşliğinde dinleyeceğiniz ses kaydı, bundan tam 70 sene önce, biri tribünde, diğeri sahada Fenerbahçe’nin şampiyonluğu için çarpışan iki kişinin, geçtiğimiz yıllarda kayıt altına alınan bir telefon konuşması.

    Kadim ve eşine gerçekten az rastlanacak kadar tutkulu bir Fenerbahçe taraftarı olan Talat Sarıtaş, Fenerbahçe tarihinin en entelektüel sporcularından biri, hatta büyük ihtimalle birincisi olmakla birlikte, ömrü boyunca haksızlık karşısında bir milim büküldüğü görülmeyen rahmetli Halit Deringör ile Fenerbahçe’nin 9. Türkiye Şampiyonluğu’nu konuşuyor.

    Ne olur, ne olmaz, YouTube linkini de “şöylebırakalım.


    Fenerbahçe , 1950’nin Mayıs ayında, o sezonki Milli Eğitim Kupası’nın (yani Milli Küme’nin) final niteliğindeki iki maçını oynamak üzere İzmir’e gitti.

    6 Mayıs 1950 tarihinde oynanan Göztepe maçını Ahmet Erol’un (3) ve Lefter Küçükandonyadis’in golleriyle kazanan Fenerbahçe, ertesi gün Altay’ın karşısına çıktı. Belirlenmiş averaj sistemine göre Fenerbahçe’nin şampiyon olmak için maçı 4-0 kazanması gerekiyordu. Bir gol yemesi halindeyse şampiyonluk için gereken skor 8-1 olacaktı.

    Son dakikada gelen golle şampiyonluğu kazandığımız maçın detaylarını (son satırlardan anlaşıldığı kadarıyla yazısını otelin telefonundan yazdıran muhabirin kalemiyle) Milliyet gazetesinden okuyalım.

    Milli Eğitim Müsabakalarına bugün Alsancak stadında devam olundu. Birinci maçta Vefa, Göztepe’yi 4-0 yendi.

    İkinci maça Fener şu kadro ile çıktı :
    Cihat, Müzdat, Hilmi, Samim, Kamil, Nusret, Erol, Lefter, Ahmet, Cemal, Halit

    Oyuna Fenerbahçe rüzgara karşı başladı.

    Sinirli bir hava içinde devam eden oyunda Fenerbahçe nisbî bir hakimiyet tesis etti ise de 40. dakikaya kadar gol olmadı.

    Bu arada Cihat iki tane çok mühim kurtarış yaptı.

    40. dakikada derinliğine bir pas alan Ahmet sol bir şutla ilk golü yaptı, devre de böylece 1-0 Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi.

    İkinci devrede rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe gol adedini 4’e çıkartmak gayesiyle oyuna hızlı başladı.

    4. dakikada Samim, Altay kalesinin karışmasından istifadeederek, köşeden ikinci golü yaptı.

    8. dakikada da Ahmet üçüncü golü kaydetti.

    Bundan sonra da oyun çığrından çıktı

    Altay kalecisi yaralandı, yerine santrfor Bayram geçti.

    Altay gol yememeye uğraşıyor, Fenerbahçeliler ise bir gol daha atarak şampiyonluğu kazanmak için uğraşıyor. Her iki takım aynı durumda çalışıyor, Fenerbahçe mütemadiyen bastırıyor fakat netice alamıyor.. Bu arada Fener iki gol yaptıysa da ofsayttan durduruldu. Oyun sonlarına doğru Bayram da sakatlandığından yerine Mehmet geçti. Bu arada bir korner oldu. Halit’in çok güzel attığı kornere bütün oyuncular birden çıktı. Kamil’le Samim kaleye yüklendiler ve top Samim’in kafasıyla içeri girdi.

    Altaylılar bu gole itiraz ettilerse de hakem kararında ısrar etti ve Altaylılar da sahayı terk ettiler. Oyun da zaten bitmişti.

    Tribünlerde ve sahada bir hercümerçtir gidiyordu. Fenerbahçeliler yarım saat kadar soyunma odasında kaldılar. Oyuncular polis ve jandarma kordonu altında otobüse gidildiği sırada, bazı taşkın seyircilerin taarruzuna uğradılar; güçlükle otobüse binildi. Otobüs mütemadiyen taşlanıyordu. Otobüste bütün oyuncular yere yatmış bir haldeydi. Otobüsün kırılmadık camı kalmadı. Futbolcularla biz bu şekilde otele geldik. Otelin etrafını da halk sarmıştı. Polis ve jandarmanın müdahelesiyle zorla içeri girildi.

    Bu arbedede Halit kulağına isabet eden bir taşla yaralandı ve tedavi altına alındı. Otel sabaha kadar inzibat kuvvetlerinin muhafazası altında kalacak.

    Sporcular odalarında kapıları kilitli olarak oturmaktadırlar.

    8 Mayıs 1950 tarihli Milliyet gazetesinden
  • Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Geçenlerde Facebook grubumuzun takipçilerinden İhsan Pekcan beyefendi, Fenerbahçe’nin tarihte forma giyen bütün kalecilerinin bir listesini sormuş. Hazırda yoktu ama kıymetli büyüğümüz Cem Ertuğrul’un 2007 basımı kitabından bu bilgiyi derledik. Haliyle 2007 sonrası yok ama onun haricinde kalan liste aşağıda… İzzet İsrael Benyakar ağabeyimizin uyarısıyla bunların “resmî” maçlar olduğunu da belirtelim. “Fenerbahçe futbol takımı en şanlı yıllarını, muhteşem kalecileri sayesinde yaşadı” desek, yeridir. İşte Fenerbahçe’nin kalecileri…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tarih Boyunca Fenerbahçe’nin Kalecileri

    Adı SoyadıTarih AralığıMaç
    Nuri Bey1909-19105
    Ali Sait Bey1910-191211
    Hulki Kutluk1911-19121
    Vahram Mateosyan1913-19142
    Karnik Arslanyan1913-191841
    Mr. Körner1917-19183
    Suat Keskin1919-192322
    Kenan Or1920-19225
    Şekip Kulaksızoğlu1921-192632
    Fevzi Bey19231
    Hamit Akbay1925-19272
    Fehmi Eriş1926-19273
    Nedim Kaleci1926-19315
    Hüsnü Teoman1928-19307
    Rıza Nemlioğlu1928-193127
    Natık As19312
    Hüsamettin Böke1932-1939105
    Safa Özyurt19332
    Bedii Yazıcı1934-193619
    Necdet Erdem1935-193825
    Mr. Manoleas19391
    Müfit Bey19391
    İrfan Denever1939-19402
    Cihat Arman1939-1951227
    Nuri Pekesen1940-194636
    Kadri Bey19411
    Murat Yağızer1941-19424
    Sabri Kiraz1943-194723
    Hüsnü Terzioğlu1946-194916
    Erdal Kocaçimen1947-195123
    Şalabi Levi1950-19515
    Selahattin Ünlü1952-195774
    Vural Akar19532
    Şükrü Ersoy1954-1962109
    Mehmet Çeçik1957-19585
    Özcan Arkoç1958-196290
    Turgut Yelmen19591
    Mehmet Ali Çiçek1961-19626
    Üner Zonguralp1961-196210
    Hazım Canıtez1962-1968154
    Ali Filibeli1962-196950
    Yılmaz Urul19666
    Vasile Radoviç1966-196724
    Yavuz Şimşek1967-1977161
    Rasim Erten19691
    Ilie Datcu1969-1974158
    Adil Eriç1973-197784
    Fuat Güngör1977-19799
    Radmilo Ivançeviç1977-197973
    Adem İbrahimoğlu1979-198176
    Fikret Karakadıoğlu1980-19813
    Nurettin Yıldız1981-199065
    Yaşar Duran1981-1991163
    Jivan Lukovcan1986-198867
    Murat Aydın1986-19884
    Can Barhan1987-198915
    Toni Schumacher1988-1991106
    Neşet Muharrem1989-19926
    Engin İpekoğlu1991-2000141
    Altay Dağdelen1992-19938
    Can Okuyucu1992-19932
    Kazım Konak19943
    Rüştü Reçber1994-2006371
    Murat Şahin1995-19998
    Fevzi Layiç1996-19979
    Oğuz Dağlaroğlu1999-200319
    Recep Biler2000-200420
    Robert Enke20031
    Cem Ertuğrul’un “Fenerbahçe’nin Tüm Maçları – 100 Yılda 4667 Maç” kitabından…
  • “ACAB”lı Bir Sözlü Tarih Denemesi : 1968 Manchester City Maçı

    TRT Arşiv YouTube kanalından…

    Hayatımda tanıdığım en iyi Fenerli ile konusu Fenerbahçe olan sohbetimizde saatlerce konuştuk. Olabildiğince hızlı not tutmaya çalıştım sohbet boyunca. Şevkle anlatışını kesmek, yıllara göre kadroları sayarken yaşadığı mutluluğu bölmek istemedim. Anlattıklarını günün birinde yazacağımı, bunun bir sözlü tarih çalışması olduğunu söylediğimde güldü önce. Sonra ekledi: “Maksat Fener’e bi’ şey olmasın” Bugün bu satırlarda babamın “Unutamadığım maç”ının hikayesini aktararak, ona olan Fenerbahçelilik borcumu bir nebze de olsa ödemeye çalıştım. Tamamını ödemenin mümkün olamayacağını bilerek. Tarih : 2 Ekim 1968. Rakip : Manchester City.

    “67-68 Sezonunda fırtına gibi esmiş takım. 2 mağlubiyet almışız sadece, Şampiyon olmuşuz. O zamanlar ben de “Küçükyalı Örnekspor”da kaleciyim, yaş 15. Fener maçına gitmek en çok beklediğim şey hayatta. Uykularım kaçardı bir gece önceden, o derece. Şampiyon takım o sene Avrupa kupasında İngiliz şampiyonu City ile eşleşmiş. İngiltere de 66’da ilk kez Dünya Kupası’nı almış, en iyi dönemlerini yaşıyorlar anlayacağın. Eylül’ün ortasında ilk maça çıkmadan kimsede umut yok tabi. İngilizler de işi orada bitirme peşinde. Maç başladı, akın üstüne akın yaptılar. Bizim kaleci Yavuz, ah Yavuz. Beş yıldızlı oynadı o akşam, bizim müdafaa da öyle. Neyse maç 0-0 bitti, iş buraya kaldı. Gün sayıyorum, maça gideceğim. Akşamı sabaha, sabahı akşama ekledim. Çarşamba günüdür o maç. Okula gider gibi çıktım evden. Bizim mahalleden çocuklarla buluştuk, önce minibüse binildi. Doğru Kadıköy’e. Maç Mithatpaşa Stadı’nda. Motorla Dolmabahçe’ye geçilecek. Baktık “Taşkent” yolcu alıyor. Taşkent en hızlı motoru o zamanların. Maçlara giderken ona denk geldik mi bizden mutlusu yoktu. O gün de Şanslıyız, 20 dakikada geçeceğiz karşıya.

    Önce bilet kuyruğu tabi, kaç para verdim hatırlamıyorum. Mahşeri bir kalabalık var. Maç akşam 8’de. Kale arkasına aldık biletleri. İtiş kakış girdik içeri. Eskişehir’in amigosu Birol gelmiş maça, tribünleri coşturuyor elinde Türk bayrağı. 50 bine yakın insan var, normalde o stad o kadar adamı almaz. Velhasıl ışıklar yandı, takımlar sahaya çıktı. Fenerin 11’i: Yavuz, Şükrü, Levent, Nunweiller, Ercan, Yılmaz, Ogün, Ziya, Nedim, Fuat, Can. “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” o zamanların meşhur tezahüratı, stad inliyor “Fenerbahçe” diye. Maça biz hızlı başladık. Can aktı gitti, verdi Ogün’e, vurdu gol oldu. Sıçradık havaya ama bayrak kalktı, ofsayt verdi Avusturyalı hakem. Birkaç dakika sonra Ercan’ın kafa pası kısa düştü, araya girip attı İngilizler. Devre bitti öyle. Takım da fena oynamıyor ama neticede moraller bozuk.

    İkinci devre. Takım benim olduğum kale arkasına doğru hücum edecek. Abdullah, Fuat’ın yerine girdi. Abdullah Çevrim. Gaga Abdullah. Daha ilk dakika. Ogün bir kaldırdı topu, karambolde Abdullah vurdu. 1-1 oldu. Heyecan dorukta. Golden sonra bastırmaya başladık. Sağlı sollu atak yapıyoruz. Ogün bir tane daha attı, ona da ofsayt verdiler. Yükleniyor takım, dakika 80’de Can’ın ortası, Ogün vurdu, bu defa gol. 2-1. Can ne top oynadı o gün bilsen. Bizim zamanımızın Can Bartu’sunu bugün “futbolseverim” diyen herkesin izlemesi lazımdı. Maç bitti. Rüyada gibiyiz. Alkışlar, “Fener” sesleri.

    Maçın bitişiyle benim macera başladı. Söylemiştim Amigo Orhan maçta. Maç bitince sahaya girdi Orhan, tribünleri dolaşıyor pistte. Maç biteli de yarım saati geçmiş, sahanın içi ana baba günü hala. Neyse Orhan benim olduğum kale arkasının önündeyken polisler buna müdahale ettiler. Sert bir şey değildi ama “yeter artık çık sahadan” gibisinden. Benim de kanıma dokundu o anda. Fener galip gelmiş, yer yerinden oynuyor. Bırakın işte adamı, değil mi? Bastım küfürü polislere. Sahada polislerin duyma ihtimalleri yok. Meğersem benim arkamda 3 polis duruyormuş. Bunlar benim üstüme çöktüler. Bizim çocuklar da ellerinden alacak durumda değiller, hepimiz 15 yaşındayız. Kale arkasının altındaki tuvalete götürdüler beni. Bir-iki tokattan sonra ben düştüm yere. Tuvalet neticede leş gibi yer. Kafamı kollarımın arasına alıp, bacaklarımı karnıma çektim, dayanmaya çalışıyorum tekmelere. Beni 10 dakika dövdüler orada. Bayıldım bayılacağım. Birden davudi bir ses duyuldu. Göbekli 50 yaşlarında bir komser gördüm. Ölmüştür şimdi, rahmet olsun. “Ne yapıyorsunuz lan gencecik adama” diye daldı aralarına, dağıttı bunları. Beni kaldırdı yerden, adımı sanımı sordu. Baktı bilincim yerinde, “Hadi bakalım doğru evine” diye yolladı beni tuvaletten. Bizim çocuklar orada. İki büklüm çıktım staddan onların kollarında. Küçükyalı’ya döndük birlikte, geldiğimiz gibi. Evde azar işittik tabi. Sonra soyundum dökündüm, kendimi attım yatağa. “Sabah olsa da gazeteleri alıp okusam” diye hayal ederek uyumuşum”

    Babamın gerek skoru ve gerekse sonunda yediği dayak dolayısıyla unutamadığı maç, Fenerbahçe’nin o güne kadar Türk futbol tarihinde aldığı en önemli galibiyetlerinden biriydi. Milliyet’de maç yazısı  yazan “Sarı Kanarya” Cihat Arman’ın cümleleriyle, emaneti torunlara teslim etmek üzere satırlarımı sonlandırıyorum. “Fenerbahçe, tarihinin yaprakları arasına 24 ayar altın bir sayfa ekledi. Bu sayfa dünya durdukça babadan oğula, oğuldan toruna emanet edilecek ve altın yaldızlı çerçeve içindeki altın sayfa kalplerin en güzel köşesini süsleyecek.”

  • Babadan Oğula 1968 Manchester City Maçı

    Babadan Oğula 1968 Manchester City Maçı

    TRT Arşiv YouTube kanalından…

    1968 yılı Fenerbahçeliler için çok mutlu geçmişti. Ignace Molnar yönetiminde kupa üstüne kupa alınıyor, sevinçler üst üste geliyordu. Barış Kenaroğlu, “ACAB”lı bir sözlü tarih denemesi yapıyor ve babadan oğula anlatılan 1968 Manchester City maçı ile bizi o günlere götürüyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sene 1968!

    Hayatımda tanıdığım en iyi Fenerli ile konusu Fenerbahçe olan sohbetimizde saatlerce konuştuk. Olabildiğince hızlı not tutmaya çalıştım sohbet boyunca. Şevkle anlatışını kesmek, yıllara göre kadroları sayarken yaşadığı mutluluğu bölmek istemedim. Anlattıklarını günün birinde yazacağımı, bunun bir sözlü tarih çalışması olduğunu söylediğimde güldü önce. Sonra ekledi: “Maksat Fener’e bi’ şey olmasın” Bugün bu satırlarda babamın “Unutamadığım maç”ının hikayesini aktararak, ona olan Fenerbahçelilik borcumu bir nebze de olsa ödemeye çalıştım. Tamamını ödemenin mümkün olamayacağını bilerek. Tarih : 2 Ekim 1968. Rakip : Manchester City.

    “67-68 Sezonunda fırtına gibi esmiş takım. 2 mağlubiyet almışız sadece, Şampiyon olmuşuz. O zamanlar ben de “Küçükyalı Örnekspor”da kaleciyim, yaş 15. Fener maçına gitmek en çok beklediğim şey hayatta. Uykularım kaçardı bir gece önceden, o derece. Şampiyon takım o sene Avrupa kupasında İngiliz şampiyonu City ile eşleşmiş. İngiltere de 66’da ilk kez Dünya Kupası’nı almış, en iyi dönemlerini yaşıyorlar anlayacağın. Eylül’ün ortasında ilk maça çıkmadan kimsede umut yok tabi. İngilizler de işi orada bitirme peşinde. Maç başladı, akın üstüne akın yaptılar.

    Dev Bir Kaleci

    Bizim kaleci Yavuz, ah Yavuz. Beş yıldızlı oynadı o akşam, bizim müdafaa da öyle. Neyse maç 0-0 bitti, iş buraya kaldı. Gün sayıyorum, maça gideceğim. Akşamı sabaha, sabahı akşama ekledim. Çarşamba günüdür o maç. Okula gider gibi çıktım evden. Bizim mahalleden çocuklarla buluştuk, önce minibüse binildi. Doğru Kadıköy’e. Maç Mithatpaşa Stadı’nda. Motorla Dolmabahçe’ye geçilecek. Baktık “Taşkent” yolcu alıyor. Taşkent en hızlı motoru o zamanların. Maçlara giderken ona denk geldik mi bizden mutlusu yoktu. O gün de Şanslıyız, 20 dakikada geçeceğiz karşıya.

    Önce bilet kuyruğu tabi, kaç para verdim hatırlamıyorum. Mahşeri bir kalabalık var. Maç akşam 8’de. Kale arkasına aldık biletleri. İtiş kakış girdik içeri. Eskişehir’in amigosu Birol gelmiş maça, tribünleri coşturuyor elinde Türk bayrağı. 50 bine yakın insan var, normalde o stad o kadar adamı almaz. Velhasıl ışıklar yandı, takımlar sahaya çıktı. Fenerin 11’i: Yavuz, Şükrü, Levent, Nunweiller, Ercan, Yılmaz, Ogün, Ziya, Nedim, Fuat, Can. “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” o zamanların meşhur tezahüratı, stad inliyor “Fenerbahçe” diye. Maça biz hızlı başladık. Can aktı gitti, verdi Ogün’e, vurdu gol oldu. Sıçradık havaya ama bayrak kalktı, ofsayt verdi Avusturyalı hakem. Birkaç dakika sonra Ercan’ın kafa pası kısa düştü, araya girip attı İngilizler. Devre bitti öyle. Takım da fena oynamıyor ama neticede moraller bozuk.

    İkinci devre. Takım benim olduğum kale arkasına doğru hücum edecek. Abdullah, Fuat’ın yerine girdi. Abdullah Çevrim. Gaga Abdullah. Daha ilk dakika. Ogün bir kaldırdı topu, karambolde Abdullah vurdu. 1-1 oldu. Heyecan dorukta. Golden sonra bastırmaya başladık. Sağlı sollu atak yapıyoruz. Ogün bir tane daha attı, ona da ofsayt verdiler. Yükleniyor takım, dakika 80’de Can’ın ortası, Ogün vurdu, bu defa gol. 2-1. Can ne top oynadı o gün bilsen. Bizim zamanımızın Can Bartu’sunu bugün “futbolseverim” diyen herkesin izlemesi lazımdı. Maç bitti. Rüyada gibiyiz. Alkışlar, “Fener” sesleri.

    Macera Şimdi Başlıyor

    Maçın bitişiyle benim macera başladı. Söylemiştim Amigo Orhan maçta. Maç bitince sahaya girdi Orhan, tribünleri dolaşıyor pistte. Maç biteli de yarım saati geçmiş, sahanın içi ana baba günü hala. Neyse Orhan benim olduğum kale arkasının önündeyken polisler buna müdahale ettiler. Sert bir şey değildi ama “yeter artık çık sahadan” gibisinden. Benim de kanıma dokundu o anda. Fener galip gelmiş, yer yerinden oynuyor. Bırakın işte adamı, değil mi? Bastım küfürü polislere. Sahada polislerin duyma ihtimalleri yok. Meğersem benim arkamda 3 polis duruyormuş. Bunlar benim üstüme çöktüler. Bizim çocuklar da ellerinden alacak durumda değiller, hepimiz 15 yaşındayız. Kale arkasının altındaki tuvalete götürdüler beni. Bir-iki tokattan sonra ben düştüm yere. Tuvalet neticede leş gibi yer. Kafamı kollarımın arasına alıp, bacaklarımı karnıma çektim, dayanmaya çalışıyorum tekmelere. Beni 10 dakika dövdüler orada. Bayıldım bayılacağım.

    Birden davudi bir ses duyuldu. Göbekli 50 yaşlarında bir komser gördüm. Ölmüştür şimdi, rahmet olsun. “Ne yapıyorsunuz lan gencecik adama” diye daldı aralarına, dağıttı bunları. Beni kaldırdı yerden, adımı sanımı sordu. Baktı bilincim yerinde, “Hadi bakalım doğru evine” diye yolladı beni tuvaletten. Bizim çocuklar orada. İki büklüm çıktım staddan onların kollarında. Küçükyalı’ya döndük birlikte, geldiğimiz gibi. Evde azar işittik tabi. Sonra soyundum dökündüm, kendimi attım yatağa. “Sabah olsa da gazeteleri alıp okusam” diye hayal ederek uyumuşum”

    Babamın gerek skoru ve gerekse sonunda yediği dayak dolayısıyla unutamadığı maç, Fenerbahçe’nin o güne kadar Türk futbol tarihinde aldığı en önemli galibiyetlerinden biriydi. Milliyet’de maç yazısı  yazan “Sarı Kanarya” Cihat Arman’ın cümleleriyle, emaneti torunlara teslim etmek üzere satırlarımı sonlandırıyorum. “Fenerbahçe, tarihinin yaprakları arasına 24 ayar altın bir sayfa ekledi. Bu sayfa dünya durdukça babadan oğula, oğuldan toruna emanet edilecek ve altın yaldızlı çerçeve içindeki altın sayfa kalplerin en güzel köşesini süsleyecek.”

    Barış Kenaroğlu / Babadan Oğula 1968 Manchester City Maçı