Etiket: Efe Aydan

  • 1991 Basketbol Şampiyonluğu

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    22 Mart 1991 / Buz Kesenler

    Menajer Doğan Hakyemez maç başlarken elini Hüsnü Çakırgil’in sırtına koyduğunda, maç öncesinde ısınmış olması gereken oyuncusunun terinin buz gibi olduğunu fark etmişti. Yıllardır Fenerbahçeli taraftarların hâkimiyetindeki Spor ve Sergi Sarayı’nın tıklım tıklım ve sarı-lacivertli renklerle bezenmiş tribünleri, Türkiye Basketbol Ligi’nde 25 yıldır şampiyonluğa susamış seyircinin coşkulu tezahüratlarıyla inliyordu oysa. İyiye mi, kötüye mi yormak gerekirdi o “soğuk teri”?

    Maç başladığında, bir süreliğine bu endişenin yersiz olduğu görüldü: 2 gün önce Bursa’da oynanan maçta Tofaş SAS’ı evinde hem de 97 sayı atarak farklı mağlup edip final serisinde 1-0 öne geçen Fenerbahçe, evindeki maçta da 7-0 öne fırlamıştı ilk dakikalarda. Üçe ulaşanın şampiyon olacağı seride Fenerbahçe için hiçbir şey ne “güç” ne “geç” olacak gibiydi sanki. Üç gün sonra, ilkbaharın sarmalamaya başladığı Adana’da hasret kalınan kupayı kaldıracak gibiydi sarı-lacivertliler..

    Ama öyle olmadı.

    7-0 geri düştüğünde soğukkanlılığını bozmayan Tofaş antrenörü Mete Babaoğlu alan savunmasına döndü. Fenerbahçe’nin skorerleri tıkır tıkır işleyen çarka sanki demirden bir çomak girmiş gibi bir anda istop etti. Tofaş 11-9 öne geçivermişti. Sarı-lacivertliler yine de şoku atlatıp devreyi 37-30 önde bitirmeyi başardılar. Ancak, Tofaşlı basketbolcular Fenerbahçe’nin keskin şutörlerine karşı tanksavarlarını artık keşfetmişlerdi.

    İkinci yarı, Fenerbahçe’nin çarkı tamamen durdu: Sezonun açık ara en skorer takımı 20 dakikada 23 sayı bulabildi. Hüsnü Çakırgil üçlük denedikçe çemberi dövmüş, Levent Topsakal her içeri daldığında duvarlara çarpmış, Larry Richard ise pota altında Pete Williams karşısında etkisiz kalmıştı. Spor Sergi’nin sirene benzeyen düdüğü çaldığında skor tabelasında 61-60’lik Tofaş galibiyeti yazılıydı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil artık yalnız değildi: Şimdi binlerce seyirci buz kesmişti. Yakın tarihe gitti hafızalar. 83’te ve 85’te Calvin’li, Efe’li, Aliço’lu, Hakan’lı, Necdet’li, 88’de Williams’lı, Erman’lı, Ferhat’lı, Fatih’li, Şadi’li, 90’da  Richard’lı, Fatih’li, Serdar’lı, Can’lı kadrolar nasıl şampiyonlukları son nefeste kaybettilerse, bu kadro da mı aynı akıbete uğrayacaktı? Adeta rakipsiz geçirilen bu sezon da “Şampiyon Fenerbahçe” diye haykırılamayacaksa, ne zaman haykırılacaktı?

    26 Mayıs 1990 / Karar Günü

    Neredeyse bir yıl öncesi.. Fenerbahçe sezonun şampiyonu Galatasaray’ı Ankara’da 95-86 yenerek ezelî rakibini üçüncü kez bozguna uğratmış ve tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazanmış.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    TRT spikerleri eskiden Cumhurbaşkanlığı Kupalarını “En büyük ve en anlamlı kupa”  diye tarif ederlerdi. Gerçekten de bu kupa Fenerbahçe için çok değerliydi. Türkiye Basketbol Federasyonu’nun neredeyse her sezon değişen garip statüleri 1989-90 sezonunda da Fenerbahçe’yi vurmuş, Sarı Kanaryalar son derece formda ve açık ara lider bitirdikleri normal sezonun bitiminden tam 38 gün sonra ve maç temposunu tamamen kaybetmiş bir şekilde (eleme grubundan maç temposunu kazanmış bir şekilde yarı finale yükselen) Paşabahçe’nin karşısına çıkarılmışlardı.

    Abdi İpekçi’de olaylı maç sonrası iki maçta elenen Fenerbahçe’de ağızları bıçak açmıyor, bir sezon sonra tekrar şampiyonluğa oynayacak takımın kurulup kurulmayacağını (başta Başantrenör Çetin Yılmaz ve Menajer Doğan Hakyemez olmak üzere) kimse bilmiyordu. Fikstürü hazırlayan ne düşünmüştü bilinmez ama Cumhurbaşkanlığı Kupası da 30 gün sonraydı.

    NBA efsanesi Karem Abdul-Jabbar’ın da izlediği Ankara’daki maçın ilk yarısı da NBA’e nazire yaparcasına 57-53 gibi yüksek bir skorla Galatasaray lehine bitmiş, maçın bitiminde ise son gülen Fenerbahçe olmuştu.

    “Devam” kararı bu maçtan sonra alındı. Fenerbahçe Başkanı Metin Aşık teknik ekibi görevde tuttu. Bu, son 8 sezonda 11 kez antrenör değiştirmiş Fenerbahçe için alışılmadık bir şeydi. Başkan Aşık bütçe konusunda da garanti verdi. Bu açık çek Yılmaz-Hakyemez ekibinin elini rahatlattı. Ligin en başarılı Amerikalısı “Aslan Yürekli” Richard, Kaptanlar Aliço ve Hakan, “Altobelli” Can ve Ferhat elde tutulacak, ayrıca play-offlarda “şut atarken elleri titremeyecek” oyuncular alınacaktı.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Bu tanıma uygun iki “transfer bombası” yaz aylarında patladı. Türkiye Liginin en iyi üçlükçüsü Hüsnü Çakırgil (İzmit takımı) Nasaş’tan, en gözde oyun kurucusu Levent Topsakal da (bir sezon önce Avrupa Kupalarında çeyrek finale çıkan ilk Türk takımı) Efes Pilsen’den Fenerbahçe’ye geçmişlerdi. (Gaziantep takımı) Beslen’den Bülent Tacettin ve (Mersin takımı) Çukurova’dan alınan eski oyuncu Kemal Dinçer de (efsanevi Fenerbahçeli basketbolcu Altan Dinçer ile voleybolcu Seçkin’in oğulları) yedek bankını kuvvetlendireceklerdi.

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Hüsnü Çakırgil “elleri titremeyen şutör” olarak alınmıştı, gel gör ki yukarıda bahsettiğimiz Tofaş SAS maçında 9 sayıda kalarak finalin ikinci maçında ümitleri boşa çıkarmıştı. Çetin Yılmaz devreye girdi. “Atmaya devam et” dedi. “Girmezse yine at, işin bu”.

    Attı Hüsnü Çakırgil.. 25 Mart’ta Adana’da oynanan finalin üçüncü ayağında 9/12’lik üçlük atarak 33 sayıya ulaştı ve takımını 99-65 galip getirdi. Final serisi sonunda da en skorer oyuncuydu “Play-off’un süperi” olarak seçilmişti. Demek ki Fenerbahçe, 1990 yazının transfer döneminde “turnayı gözünden vurmuştu”

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    Tıkanmış Düzen ve Bir Hesaplaşma

    1990 yılı geldiğinde Türk basketbolu bir tıkanıklık içindeydi. Efe’li, Erman’lı, Mehmet’li Melih’li kuşağın 1981’de kazandığı Balkan şampiyonluğu ve katıldıkları Avrupa Şampiyonası’ndan sonra kuşaklararası geçiş sağlanamamış ve Türk millî takımı tarihinde ilk kez 12 yıl (1993’e kadar) Avrupa Şampiyonalarından uzak kalmıştı. Aynı dönemde ise 1983’te İtalya, 1987’de komşu Yunanistan, 1989 ve 1991’de Yugoslavya Avrupa şampiyonu olmuş, Türkiye ise Akdeniz’deki bu büyük basketbol dalgasının uzağına savrulmuştu.

    Öyle ki, 1991 yılında Türkiye artık ana eleme turlarına (Challenge turu) bile giremiyor, o yaz Lüksemburg, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İskoçya gibi ülkelerle ön eleme oynamak zorunda kalıyordu. 1991 Kasım’ındaki Challenge turuna ise Paşabahçe, Beslen ve Kolej’le oynayarak hazırlanacaktı.

    Bu görüntünün tek sorumlusuymuş gibi, Levent Topsakal 1990-1992 arasında millî takıma alınmamıştı. 10 Ekim 1990’da karar açıklandığında Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. Hüsnü Çakırgil de millî takımdan affını istedi. Basketbol camiası da artık bu tıkanıklıkların aşılmasını ve yeni jenerasyonun önünün açılmasını arzuluyordu. Arzular gerçek de oldu. 1992 Nisan’ında 24 yıllık Solakoğlu Başkanlığı sonlandı. Milli Takım yeniden yapılandırıldı. Levent Topsakal dahil yeni kuşak bayrağı devraldı ve Türkiye’yi 12 yıl sonra Avrupa Şampiyonası’na taşıdı.

    Ve 1990-91 sezonu basketboluyla kendini kanıtlamış Levent Topsakal’ın Türk basketboluna ne kadar faydalı olacağını kanıtlamak istediği bir sezondu. Sezon sonunda takımı şampiyon olmuş, kendisi ise Reebok tarafından “Yılın Yıldız Basketbolcusu” seçilmişti..

    1991 Basketbol Şampiyonluğu

    17 Ocak 1991’den 30 Mart 1991’e

    Basra Körfezi’nde Yüksek Gerilim, Antalya Körfezi’nde Düşük Tansiyon

    Suudi Arabistan’da konuşlanan ABD öncülüğündeki koalisyon kuvvetleri 17 Ocak 1991 sabahı Saddam Hüseyin idaresindeki Irak’a karşı “Çöl Fırtınası” harekâtını başlattı. Tarihî günler yaşanıyordu. 2 Ağustos 1990’da komşusu Kuveyt’i işgal ederek adeta yutan Irak’a BM Güvenlik Konseyi’nin 29 Kasım 1990 tarihli kararıyla 15 Ocak 1991’e kadar Kuveyt’ten çekilmesi “ültimatomu” verilmişti. Süre dolduğunda ise Irak ordusu hâlâ işgali sürdürüyordu.

    1990 yazında ilk kez özel televizyon kanalıyla tanışan Türk halkı CNN’in naklen yayınlarının ekranlarda gösterilmesiyle ilk kez bir savaşı evinden canlı takip etti. Takip edilen aynı zamanda dünya tarihinde yeni bir dönemin başlangıcıydı: 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sembolik olarak, 1990 yılında ise Almanya’nın yeniden birleşmesiyle fiilen sona eren Soğuk Savaşla birlikte dünya; Varşova Paktı’nın çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “iki kutuplu”luktan, ABD’nin tek “süper güç” olduğu “tek kutuplu”luğa evriliyordu. “Çöl Fırtınası” harekâtındaki başat rolüyle ABD kendi liderliğindeki yeni dönemin başladığını ilan ediyordu adeta.

    Ortadoğu’da ve dünyada meydana gelen bu tarihî gelişmelerin Türkiye’yi, Türk sporunu ve Fenerbahçe’yi etkilememesi mümkün değildi. Savaşı yanı başında hisseden Türkiye’yi Irak’ın elindeki uzun menzilli füzelerin ve (Saddam Hüseyin’in 1988 yılında Halepçe’de kullandığı) kimyasal silahların endişesi sardı.

    Irak’a karşı koalisyonun başını çeken ABD de endişeliydi. ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu liglerde oynayan Amerikalı basketbolcuları topladı ve bir dizi önlem paketi sundu (takımların tek yabancı hakkı vardı ve ligdeki 12 takımın 11’inin yabancıları Amerikalıydı). Başkonsolosluk, oyuncuların İstanbul’u terketmelerini gerektirecek bir durumun bulunmadığını ifade etti, ancak terör saldırılarına karşı müteyakkız olmalarını tavsiye etti.

    Bu gelişme üzerine Basketbol Ligi’ndeki bazı takımlar da (27 Ocak’ta Beslen maçı için Gaziantep’e gidecek Fenerbahçe ve 18 Ocak’ta Çukurova’yla oynamak üzere Mersin’e gidecek olan Galatasaray dahil) güney ve güneydoğu illerindeki deplasman maçlarını düşünerek liglerin ertelenmesini talep ettiler. Bu arada Fenerbahçe’nin Amerikalı oyuncusu Larry Richard Gaziantep deplasmanına gitmek istemediğini Kulübe bildirdi.

    ABD Başkonsolosluğunun telkinine karşın, bazı Amerikalı oyuncular Türkiye’yi terketme eğilimine girdiler. Nihayetinde de Çukurova, Efes Pilsen, Galatasaray, İTÜ ve Paşabahçe’nin Amerikalıları ülkelerine kaçtılar (bunun üzerine Efes Pilsen, Galatasaray ve Paşabahçe apar topar yeni Amerikalılar transfer ettiler). Larry Richard ise Fenerbahçe’nin 18 Ocak’taki Nasaş maçına çıkmadı ve karşılaşmayı tribünden izledi.

    Ancak, tribünden izlerken de “Aslan Yürekli” olduğunu hatırladı belki de. Kalmaya karar veren az sayıdaki Amerikalıdan biri oldu. 27 Ocak’ta Gaziantep’teki Beslen maçına çıktı ve lakabının hakkını vererek 31 sayıyla galibiyeti takımına kazandırdı.

    Kalmaya karar veren bir diğer Amerikalı ise yine Fenerbahçe’nin 1987’de Yaz Ligi’nde keşfedip Türkiye’ye getirdiği “Örümcek” Pete Williams’tı. Ve bu iki müstesna Amerikalı sezon sonunda takımlarına final oynattılar. Bu iki oyuncu sahada birbirlerine rakip olsalar da ABD’den beri dost ve kader arkadaşıydılar. 1987 Yaz Ligi’nde kendini göstermek için sahaya çıkmaya parası olmayan Richard’a Williams arka çıkmıştı. O sezon Williams Fenerbahçe’nin yolunu tutup Calvin’den beri Fenerbahçe taraftarının özlediği “spektaküler Amerikalı” rolünü doldurdu. Eczacıbaşı’nın yolunu tutan Richard ise “Baturalp’in piliçleri”yle birlikte iki Türkiye Ligi şampiyonluğu kazandı.

    Bununla birlikte, 29 Mart 1991’de final serisinin Antalya’da oynanacak beşinci ayağının bir gün öncesinde sanki ibre tamamen Williams’a döner gibiydi. Fenerbahçe teknik kadrosu hayretler içinde Isparta’daki 4. maçta Richard’ın kolunu kaldırmaya bile mecalinin olmadığını görüyorlardı. Sağlık ekibi ise çaresizdi. Ligin ribaund kralı Richard da ne olduğunu bilmiyordu.

    Kader ağlarını mı örüyordu? 1984-85 sezonunun finalinde Fenerbahçe ezelî rakibini rahat bir tempoyla yenip şampiyonluk maçına çıkarken oyun kurucusu Ali Rıza Limoncuoğlu’nun (Aliço) 40 derecelik ateşi nedeniyle takım neredeyse maçı baştan kaybettiyse, bu sezon da mı bir benzeri olacaktı?

    Richard’a yapılan tedavide yorgunluktan dolayı kanındaki şeker oranının ziyadesiyle düştüğü anlaşıldı (bu ani düşüşlere Richard’ın 1992’den sonra giydiği Efes forması altında da tanık olunacaktı). İstanbul’da bu işin uzmanı Prof. Dr. Üstün Korugan arandı. Korugan, Richard’a iki serum bağlanmasını önerdi. Richard ayağa kalktı. Antalya’daki son maçta Tofaşlılar Richard’ın performansına inanamadılar. Oysaki Richard iki serumla ayağa kalkmıştı.

    27 Mart 1991 / Görkem Yaraşır Fenerbahçe Şampiyonluklarına

    Larry Richard’ın sağlık durumundaki bu keskin iniş-çıkış aslında Fenerbahçe’nin şampiyonluğu bir nevi riske attığının göstergesiydi. Zira, uzayan serilerde nispeten kuvvetsiz takımın umutlanıp daha dirençli hale gelmesine basketbol tarihi defalarca tanık olmuştu. Olmaya da devam edecekti. Örneğin, Fenerbahçe 2010-11 sezonunda Galatasaray’ı final serisinde 4-2 mağlup edip ezeli rakibinin sahasında kupa kaldırırken, ilk iki maçtaki 20 farklı galibiyetlerin ardından son dört maçta zorlanmıştı.

    Kaldı ki, Fenerbahçe final serisinin 27 Mart’ta Isparta’da oynanan dördüncü ayağında şampiyon olmaya çok yaklaşmıştı. Normal sürenin son saniyesine Tofaş SAS 67-66 önde girerken, Fenerbahçe’nin hücumcuları yine tıkanmış, son topu kullanmak da savunmacı Ferhat Oktay’a kalmıştı. Faulle durdurulan Ferhat iki serbest atışı da baskete çevirse Fenerbahçe maçı 68-67 kazanacak ve maçın bitiş düdüğü de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edecekti.

    Olmadı öyle. Ferhat Oktay 1/2 attı, maç da uzatmaya gitti. Uzatmada da Tofaş maçı 76-74 alıp, seriyi 2-2’ye getirdi. Artık “galip kadar galipti” Tofaş. Futbol yorumcuları karıştı lafa.. “Fenerbahçe hasılat için seriyi uzattı” dediler. Halbuki, “Anadolu basketbolu sevsin” diye Federasyon’un tarafsız sahalarda oynattığı maçların hasılatı da Federasyon’a kaldığı yetmiyormuş gibi, takımların seyahat, iaşe ve konaklama masrafları da cabasıydı.

    O sezonun yazgısı da o şekilde yazılmıştı işte. Böyleydi Fenerbahçe’nin şampiyonluk yolu. Meşakkatli, zahmetli ve alınteri dolu. Görkemli olur hep Fenerbahçe şampiyonlukları.. Son saniye serbest atışlarıyla şampiyonluğu yakıştırmamıştı tarih Fenerbahçe’ye..

    29 Mart 1991 / Beklenen Görkem ve Giderilen Özlem

    Rakip Tofaş’tı ama oyuncuları çok da yabancı değildi. İlk beşinde Fenerbahçe’nin 1982-90 arasındaki kadrolarında önemli yer tutmuş üç oyuncusu vardı: Efe Aydan, Fatih Özal ve Pete Williams. Zaten çok da centilmence geçti maçlar.

    Bununla birlikte, bu demek değildi ki Tofaş şampiyonluğa “aç” değildi. Kuruluşundan beri resmî kupa kazanamamış Bursa kulübü şampiyonluk kupasının bir kulbuna tutunmuştu.

    Ancak, Fenerbahçe hem “aç” hem “susuz”du. Hiddink’in futbol takımının teknik direktörlüğe getirildiği sezonun başındaki umutlar, ligin ilk maçındaki Aydınspor hezimetiyle başlamadan bitmiş, sarı-lacivertliler için neredeyse bütün sezon “bitse de kurtulsak” kabilinden geçmişti. Bu nedenle, Basketbol Ligi’ndeki şampiyonluk Fenerbahçelilerin o sezon tutunduğu son daldı. Koca bir camia bu şampiyonluğa kenetlenmişti (2017’deki Euroleague şampiyonluğu da farklı değildi aslında)..

    Antalya’daki maçta Fenerbahçe baştan itibaren hiç bocalamadı. Ama Tofaş da gardını düşürmedi: İlk yarının ortaları geçilirken skor 23-23’tü.
    Türk basını müessese kulüplerinin şirketlerinin faaliyet gösterdiği sektörler üzerinden manşet atmayı sever. “Efes sarhoş etti”, “Ülker tat verdi”, “Telekom hatları kesti” veya “Tofaş Renault’u solladı” gibi başlıklar defalarca kullanılmıştır. Ancak, bu seride başrol Fenerbahçe’deydi ve Sarı Kanaryalar 23-23’ten sonra “vitesi beşe taktı” ki, Tofaş bir daha yetişemedi. İlk yarı bitmeden fark bir anda 20’ye çıkarken ikinci yarının ortalarına doğru ise skor 64-37’ye ulaşmıştı ki, Fenerbahçe rakibini adeta ikiye katlamış gibiydi. Sekiz dakika kala fark hâlâ 27 idi: 68-41.

    Dedik ya, Fenerbahçe’ye görkemli şampiyonluklar yaraşır diye. Son sekiz dakika tek bir sayı bile atmadı Fenerbahçe. Bursa ekibi ise teslim olmuş ama daha “itibarlı” bir skor arayışına girmişti. Son sekiz dakikadaki 16-0’lık Tofaş SAS serisi sadece skoru belirledi: 68-57’lik galibiyetle şampiyondu Fenerbahçe.

    Türkiye Ligi öncesindeki Türkiye şampiyonluklarını İstanbul (1957 ve 1959) ve İzmir’de (1965) kucaklamıştı Fenerbahçe.. Şimdi Fenerbahçe basketbol takımını tarihte ilk kez misafir eden Antalyalılar sarı-lacivertlileri şampiyon gönderecekti İstanbul’a.

    İkinci yarı boyunca zafer şarkıları söyleyen Antalyalı Fenerbahçeliler bitime 17-18 saniye kala top artık top saklama ustası Aliço’nun elindeyken geri sayıma başladılar. 1982-83 sezonundan beri şampiyonluk kovalayan Aliço ne topu verdi, ne fileyi ne de formasını.. Kupayı kaldırışındaki heybet de 25 senelik özlemi yırtıp atan bir coşkuylaydı.

    Normaldi..
    “Şampiyon” kelimesi bir kez daha en çok yakıştığı isim olan Fenerbahçe’nin önüne gelmişti..

    Tapfereritter / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu

    Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu

    1954’de başlayan Fenerbahçe’nin kadın voleybol destanı, pek de kısa sayılmayacak kısa bir aradan sonra 1970’li yıllarda bir kez daha sahne aldı. Aşağıda okuyacağınız yazıda Tapfereritter, “Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu” diyerek, bu muhteşem jenerasyonun Avrupa’da tur atlayan ilk Türk takımı oluşunu anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sonsuz Emek, Sebat ve Azim

    2010’da Dünya, 2012 ve 2014’te Avrupa şampiyonluklarına ulaşarak Türk voleyboluna büyük sevinçler yaşatan Sarı Meleklerin 1954’te yürümeye başlayıp dere tepe düz gittikleri meşakkatli yolu hatırlarken 1972 yılında “mutlu sonla” biten bir mücadeleyi unutmamak gerek. Çünkü tüm Fenerbahçeliler bilir ki, sarı-laciverte boyanmış her başarı ve şampiyonlukta sonsuz emek, sebat ve azim vardır.  

    48 Yıl Önce

    1972 yılının namağlup İstanbul ve (set bile vermeden) Türkiye şampiyonu olan Fenerbahçe kadın voleybol takımı dördüncü kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Türkiye’yi temsil ediyor.

    1960-61 sezonunda ilk kez düzenlenen Şampiyona’da Türkiye’yi ilk kez temsil etme onuru da Fenerbahçe’ye ait. Sarı Melekler formalarında ay-yıldız da taşıdıkları o sezon Dinamo Bükreş’e elendiler.

    1968-69’da ise Arnavut takımı Nentori Tiran’a 3-2 yenilerek elenirken, 2-0’lık galibiyeti 3-0’a getiremeyip kılpayı elenmenin üzüntüsünü yaşadılar.

    1969-70’te ise Sarı Melekler çeyrek finalde (1966 ve 1967’nin şampiyonu ve son iki sezonun finalisti) CSKA Moskova karşısındalar, ancak önceki turu aslında “sahada” geçmediler. Zira, Fenerbahçe’nin son 16 turunda eşleştiği Bulgar Akademik Sofya takımıyla maçların 5-15 Ocak 1970 tarihleri arasında oynanması kararlaştırıldı. Ancak, maçların tarihleri bir türlü belirlenemedi (o zamanlar Avrupa Federasyonları tarih aralığını belirler, maç günlerini saptamak ise kulüplerin inisiyatifine bırakılırdı). Sonrasında ise Bulgar takımı 20 Ocak 1970 tarihinde Fenerbahçe Kulübü’ne bir telgraf göndererek (aynı yılın 22 Eylül-2 Ekim tarihlerinde Bulgaristan’da düzenlenecek olan) Dünya Şampiyonası hazırlıklarını gerekçe göstererek Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan çekildiğini bildirdi ve Fenerbahçe’ye bir sonraki turda başarılar diledi.

    1972-73 sezonunda Fenerbahçe dördüncü kez ay-yıldızlı armayı da formasında taşırken kurada bu sefer Yunanistan’ın Panathinaikos takımı çıktı. İlk kez “dişimize göre” kura. Zira o yıllarda, deplasmana gitme koşullarının zorluğu nedeniyle basketbolda ve voleybolda Avrupa Kupalarında ilk turlarda coğrafi bölge uygulaması var. Bu nedenle Türk takımları hep güçlü Balkan ya da Doğu Bloku ülkelerine düşüyor.

    Engeller… Engeller…

    Bunun ise iki dezavantajı var: Birincisi voleybolda (ve basketbolda) Doğu Bloku ülkeleri çok güçlü. Örneğin kadın voleybolunda 1960-61’de başlayan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda finale yükselebilen ilk Varşova Paktı harici ülke takımı ancak 20. sezonda (1979-80) (bu sporda bayrağı Fenerbahçe’den devralmış olan) Eczacıbaşı. Şampiyon olabilen ilk Varşova Paktı harici ülke takımı ise ta 1987-88 sezonunda İtalya’nın Olimpia Teodora Ravenna takımı. Zaten bir yıl sonra da Varşova Paktı çökecek.

    İkinci dezavantaj ise, coğrafi bölge uygulaması nedeniyle hakemlerin de ağırlıklı olarak Varşova Paktı’ndan olmaları ve birbirlerini kollamaları. Örneğin basketbolda Fenerbahçe 1965-66 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda ilk maçta Romen Dinamo Bükreş’i 85-71 yenerek tur için avantajlı bir skor elde etmişse de, Bükreş’teki rövanşta evsahibi takımın yanısıra Rus ve Macar hakemlerle de mücadele etmek zorunda kalıyor ve nihayetinde 17 sayı farkla yenilerek eleniyor. Bu makûs talih yıllar geçse de değişmiyor. Yine örneğin, Fenerbahçe basketbol takımı 1983-84 sezonunda Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda bu defa Romen Steaua Bükreş karşısında ilk maçı 81-67 galip bitirmişken, Bükreş’teki rövanşta karşısında Rus ve Polonyalı hakemleri buluyor. 4 Ekim 1983’teki maçta, dönemin en büyük yıldızı Efe Aydan’a ilk dört dakikada dört faul çalınıyor, 6. dakikada da beş faulle oyun dışı bırakılıyor! Keza, Amerikalı oyuncular Winford Boynes ve Lewis Lonnie de ilk yarıda dörder faule ulaştırılıyor. İkinci yarının hemen başlarında ise her ikisi de “beşliyorlar”. Sahada kalan “bir avuç” Sarı Kanarya direnmeye devam edip farkı son dakikalara kadar 14’ün altında tutuyor. Ancak, hakemler bu defa üst üste çaldıkları “hücum fauller”le Steaua Bükreş’i 18 sayılık farka ulaştırıyorlar ve tur atlatıyorlar… 

    Bunları teker teker sıralamamızın nedeni, “throwback” ya da “flashback”ler sunmak değil.. Bilakis, amatör branşlarda zaten kıt kanaat ve türlü imkansızlıklarla mücadelelerini sürdüren Türk takımlarının aşmaları gereken devasa engelleri bir nebze de olsa hatırlayabilmek..

    Gelelim 1972’ye…

    Ne demiştik? Bu defa dişimize göre kura var: Panathinaikos. Yunanistan, kadın voleybolunda bir marka değil. Zaten Yoncaların kadın voleybol takımı da (Fenerbahçe’den 15 yıl sonra) 1969’da kurulmuş, Yunan Ligi ise 1970-71’de başlamış.

    Sarı Melekler 5 Kasım 1972’de ilk maç için tıklım tıklım seyirci önünde Spor ve Sergi Sarayı’nın parkelerine çıkıyor. Kadro şu şekilde: Perihan Tangör (kaptan), Sema Bora, Alev Ercins, Şeniz Sevinç, Perran Akaktan, Nida Erışık, Tomris Özpars, İnci Tülay, Aynur Örselenmez, Feyza Güvener, Nil Avunduk ve Nur (listedeki ilk altı isim aynı zamanda maça çıkan ilk altı).

    İlk seti 15-10 kaybediyor Fenerbahçe.. Sonra toparlanıyor ve üst üste üç seti 15-12, 15-5 ve 15-12 alarak skorborda 3-1’lik sonucu asıyor. Son sette skor 11-7 Fenerbahçe aleyhindeyken Perran Akaktan’ın servisten kaydettiği kritik sayılar seti ve maçı Fenerbahçe’ye kazandırıyor.

    Bu, kadın voleybolunda bir Türk takımının ilk Avrupa galibiyeti. 3-1’lik skor garanti olmasa da 11 Kasım’da Atina’da yapılacak rövanş için umut ışığı. Ancak rövanşta Fenerbahçe’yi türlü gariplikler bekliyor. Zira maçın Romen hakemleri gelmemiş ve Fenerbahçe Atina’da iki Yunan hakemin (Vazakopulos ve Argiropulos) yöneteceği maça çıkıyor (tarihte benzeri bir Avrupa Kupası maçının olup olmadığı araştırmaya değer).

    Yunan Takımı Yunan Hakemler

    Stelyo Papadopulos Atina’dan şu şekilde bildiriyor:

    Olaylı maçta Panathinaikos’a 3-0 mağlup olan F.Bahçeli kız voleybolculara Yunanlı seyirciler hücum etti

    Maçtan sonra bir grup Yunanlı seyirci, Fenerbahçe antrenörünün [rahmetli Deniz Esinduy], hakemin yaptığı hatalara itiraz etmesine sinirlenerek tribünlerden atlayıp Fenerbahçeli kız voleybolculara hücum etti, ancak polis olayı yatıştırdı.

    Sinirlerine hakim olamayan Fenerbahçeli kızlar ezilmeden oynamalarına rağmen set alamadılar. Karşılaşmayı yönetecek Romen hakemlerin gelmemesi nedeni ile maçı Yunan Federasyonu’na mensup hakemler yönettiği için Fenerbahçeli yöneticiler itirazda bulundular.”

    Setler 15-12, 15-10, 17-15 Yunan takımı lehine. Yunanlar ise taşkınlık içinde. 16 Mart 1993’teki Avrupa Kupa Galipleri Kupası finalinde Efes Pilsen’i mağlup eden Arisli taraftarların kupa töreninden önce Efesli basketbolculara taarruzlarını anımsayan sporsever çoktur. Ancak Torino’daki o finalde bile hiç olmazsa hakemler Yunan değildi.

    Avrupa’da Tur Atlayan İlk Türk Takımı

    Fenerbahçe maçtaki usulsüzlüğü ve olayları Uluslararası Voleybol Federasyonu‘na (FIVB) şikayet etti. FIVB ise ilk aşamada Fenerbahçe’yi hükmen galip ilan ederek bir üst tura yükseldiğini ilan etti. Ancak, sonra bu kararından dönerek rövanş maçının tarafsız saha olan Sofya‘da 9 Aralık’ta tekrarlanmasına karar verdi. 29 Kasım’da ilan edilen bu karara Panathinaikos 4 Aralık’ta itiraz ettiyse de bu başvuru herhangi bir sonuç vermedi. Ayrıca FIVB ilginç bir ceza da verdi: Fenerbahçe’nin tüm deplasman masraflarının da Yunan Voleybol Federasyonu tarafından ödenmesine hükmedildi.

    7 Aralık 1972’de Sarı Melekler otobüse bindi ve Sofya’ya vardı. 9 Aralık’ta maça çıktı. Panathinaikos’un yerinde ise yeller esiyordu. Fenerbahçe sahaya çıkmayan rakibi karşısında hükmen galipti. Bu sonuçla Fenerbahçe, kadın voleybolunda Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı oldu.


    Bu bir “tesadüf” değildi. Müteakip sezon da bu defa Porto’ya karşı alınan çifte galibiyetle çeyrek finale yükseldi Fenerbahçeliler. O dönem de voleybolun rüya takımı Fenerbahçe’ydi. Bugün de..

    Tarihe altın harflerle yazılmış bu kadro da kayıplar verdi tabi.. Zamansız, genç yaşta ebediyete uğurladığımız (antrenör ve eski oyuncumuz) Deniz Esinduy ve bir dönem hayatını birleştirdiği Sema Bora ile Galatasaray camiasının unutulmaz ismi olmakla birlikte son iki sezonunu Fenerbahçe’de geçiren Alev Ercins rahmetle andıklarımızdan.. 

    Tapfereritter / Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu


    Fotoğraflar

    • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu
    • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu
    • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu
    • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu
    • Fenerbahçe Yunan Oyununu Nasıl Bozdu
    1. 5 Kasım 1972’deki ilk maça çıkan kadro: 10 Perihan Tangör (Özbilgin), 4 Sema Bora (Esinduy), 2 Perran Akaktan, 1 Nur, 3 Nida Erışık, 12  Tomris Özpars (Vuran)-6 Nil Avunduk, 8 Alev Ercins, 9 Şeniz Sevinç, 7 İnci Tülay (Dönmez), 5 Feyza Güvener (Özarca),11 Aynur Örselenmez.
    2. İlk maç sırasında antrenör Deniz Esinduy taktik veriyor.
    3. Sema Bora (4) ve Perran Akaktan (2) hücumda.
    4. Gök bubbede kalan hoş sadâ: Bir dönem hayatlarını birleştiren Deniz Esinduy ve Sema Bora nikah davetiyelerini inceliyorlar.
    5. Voleybolu Fenerbahçe formasıyla bırakan Alev Ercins, Bülent Yüksel’den kulübün hatıra şildini alıyor.