Etiket: Elpis

  • Canlı Yapraklar – XLVII

    Canlı Yapraklar – XLVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVII

    1923’de bir istihaleden sonra, adını (Beyoğluspor)a çeviren Pera Club İstanbul’un eski sporcularınca büyük şöhreti malûm eski bir Rum kulübüdür.

    Tatavla, Strugglers ve Elpis’ten sonra 1914’de kurulan İstanbul’un bu dördüncü Rum kulübü, kendisinden önce ve sonra kurulan emsali arasında cidden temayüz etmiş ve pek parlak bir tarihe sahip olmuştur.

    (Pera Club) Beyoğlu’nun Kalyoncukulluğu semtinde Simitçi sokağında kâin bir dükkânda Şarkı Karib Bankası Müdür Muavini Costas Vasilyondis tarafından 1914’de kuruldu. Sarı-Siyah formalı bu kulüp kuruluş yıllarında futbol ve jimnastikle meşgul olmuş fakat hüküm süren Birinci Dünya Savaşı bu faaliyeti tahdit etmiştir. Pera’nın bazı kıymetli elemanları ve bu arada santrfor meşhur Negroponti bu sıralarda Fenerbahçe takımında oynamışlardır.

    Savaşın hitamı üzerine Peralılar, 1919’dan itibaren, tekrar renkleri altında toplanmışlar ve faaliyetlerini de arttırmışlardır.

    İstanbul’un işgal altında bulunması ve yaşanmakta olan siyasi durum ve hâdiselerin de tesirleriyle kısa zamanda büyük inkişaflar kaydeden (Pera) kesif, kuvvetli ve zengin bir kitle tarafından himaye gören ve üzerine titrenen bir müessese haline geldi. Spor şubeleri daima artıyor ve lokali de o zamanlar geniş bir meydan olan Taksimdeki Talimhaneye naklolunuyordu.

    Peralılar Talimhane meydanına kale direkleri dikip ve çizgiler çizip burasını futbol sahası haline getirdiler ve tam karşısına isabet eden Topçu Kışlası avlusunda bilahare vücuda getirilen Taksim Stadyumu henüz tesis olunmadan bu Talimhane meydanında mütemadi bir futbol faaliyeti yarattılar. İşte; bu faaliyetler arasında Pera futbolu büyük ilerlemeler kaydetti ve çok kıymetli elemanlara sahip oldu.

    Pera Club 1920/21 senesi Pazar liginde İttihat Spor, Beşiktaş, Dork, Stella, Aris ve Enosis kulüpleri arasında yer aldı. İttihat Sporun Bekirli, Refik Osmanlı, Balıkçı Tevfikli, Fitil Nurili, Baron Feyzili ve Arap Hüseyinli meşhur kadrosu ile şampiyon çıktığı bu Pazar liginde kuvvetli bir takım meydana getiren Peralılar müteakip 1921/22 senesi Pazar liginde çok daha kuvvetli görünmeğe başladılar.

    Filhakika, Nikas, Misivis, Yanaki, Jilber, Sava, Terezis, Omiros, Vitalis, Negropondi, Manoelidis ve Miçaki’den müteşekkil Pera takımı rakiplerine nefes aldırmaz bir kuvvet olarak büyük şöhretler sağlamakta idi. Her hafta daha da yükselen bu şöhret arasında Pera taraftarları, futbolcularını birer mâbut gibi görmeğe başlamışlar, birçok maçlarda da hâdiseler zuhur etmiştir. Pera’nın fazla mutaassıp bir kısım taraftarlarının taşkınlıkları sebebiyle yaşanan bu hâdiselere zaman zaman futbolcuların da karıştıkları görülmüştür.

    Bu hâdiselerden biri Kadıköy’de vuku bulmuştu. Bir Fenerbahçe – Pera maçının sonuna doğru ve Fenerbahçe 3-1 galipken, Pera santrforu eski Fenerbahçeli Koço Negropondi ile santrhaf Tibbiyeli İsmet (Uluğ) çarpışmışlar ve Negropondi baygınlık geçirmişti. Bilâhare, uzun seneler Yunan Milli Takımı antrenörlüğünü yapan Negropondi’nin bu haline üzülen Pera santrhafı boksör Sava, İsmet’e sokulup bir yumruk sallamış, yine meşhur bir boksör olan İsmet de sol bir kroşe ile mukabele edip rakibini yere sermişti.

    Zamanın iki meşhur boksör ve aynı derecede şöhretli santrhafları arasında futbol sahasında cereyan eden bu boks hâdisesinin o işgal seneleri için bambaşka manalar taşıyacağı aşikârdır. Nitekim seyirciler arasında ekseriyeti teşkil eden Pera taraftarlarından bir kısmı hemen Fenerbahçeli futbolculara saldırdılarsa da merhum Recep Pehlivan ile meçlerini çeken Askeri Tıbbiye talebeleri belki de futbol tarihimiz için pek acı hâtıra kalabilecek bir hâdiseyi önlemişlerdi. Bu ve daha sonraları Talimhane meydanında yine bir kısım taraftarlarca diğer kulüplere karşı tekerrür eden taşkınlıklar Anadolu’daki milli zaferin kazanılması üzerine Pera takımını ürküttü ve o meşhur kadro (Fransa’ya Turne) ismi altında 1922 Aralığında İstanbul’u terk etti.

    Yol üzerinde Atina muhtelitini 3-0 ve 8-0, Marsilya muhtelitini 3-0 yenen Pera, Fransa’da zaferden zafere koşarken dostane mektuplarla Fenerbahçe’yi de Fransa’ya davet ediyor ve Fransa’nın en kuvvetli takımlarına karşı yapacağı maçlarda daima muzaffer olacağına dair Sarı – Lâcivertli kulübe teminat veriyordu.

    Pera’nın Fransa’daki maçlarda (İstanbul şampiyonu) titrini kullanmağa başlaması yeni kurulmakta olan (Türkiye idman Cemiyetleri İttifakı)nı F.I.F.A. nezdinde protestoya sevk etti ve Fransız Futbol Federasyonu’nun aldığı boykot kararı üzerine Pera takımı 1923’te Fransa’da dağıldı.

    İşte, yukarıdaki resim Pera’nın Fransa turnesi esnasında alınmıştır. İstanbul’un Peralı meşhur Rum gençlerini 1922 senesi Aralık ayında 3-0 galibiyetleriyle neticelenen Marsilya muhteliti maçına çıkmak üzere iken gösteren bu tarihi fotoğraf eski Peralıları coşturmağa değer bir hâtıradır.

    Geri kalan elemanlarının kifayetsizliği sebebiyle İstanbul’daki faaliyeti duraklayan Pera 1923 senesinde David Yafa, Muzakis ve Kanakis gibi müteşebbislerin gayretleriyle yeniden teşkilâtlanmış ve bu sefer Sakızağacı semtinde (Beyoğluspor Kulübü) adı altında tekrar faaliyete atılmıştır.

    Futbol ve jimnastiğe ilâveten boks, güreş, tenis, atletizm ve sportif oyunlarda da gayret gösteren Beyoğluspor bu branşlarda o zamandan bu yana büyük muvaffakiyetler gösterdi ve muhtelif sahalarda birçok İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazandı.

    Futbolda 1940 senesinde birinci kümeye yükselen Beyoğluspor 1952’den itibaren profesyonel kümede de yer almış bulunmaktadır. Hâlen Parmakkapıda muntazam bir lokal ve salona sahip olan Beyoğluspor kulübü bir çok kulüplerimize örnek olacak bir teşkilât ve intizam içinde çalışan cidden olgun bir müessesedir.

    (Gelecek resim ve yazı: Futbol tarihimizin ilk şampiyonu genç takımıdır: 42 yıl önceki meşhur Fenerbahçe üçüncü takımı…)

    12 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXXI

    Canlı Yapraklar – XXXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXI” : 1912 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXI

    Türkiye’de İzmir’de İngilizler tarafından ilk defa 1894 te oynanmağa başlanan futbol, İstanbul’da da ilk defa 1897’de yine İngilizler tarafından oynandı. İstibdat rejimi TürkJeri cemiyet kurmaktan menettiğinden ilk spor kulüplerini memleketimizde İngiliz ve Rumlar kurdular ve ilk defa olarak bu kulüpler tarafından 1904/5 senesinde 4 takım arasında bir lig teşkil olundu. Bu takımlar İngiliz elçilik gemisi İmojen, İngiliz Moda, Rum Elpis ve İngilizlerle Rumların müşterek kurdukları Kadıköy’dür.

    İşte; tam 50 senedir devam eden İstanbul lig maçlarının temeli böyle atıldı. Bu ligin kurucuları avukat Henri Pears ve James La Fontaine, maçları iddialandırmak ve alâka toplamak için İngiltere’den muhteşem bir gümüş şild getirttiler. Bu şild, her sene lig birincisine bir sene için verilecek ve 10 sene sonunda en çok İstanbul şampiyonluğunu kazanan kulüp ebedi sahibi olacaktı.

    Seneler ilerledikçe lige Galatasaray, Rum Stroglez, Fenerbahçe, İngiliz Ramblez, tatlı su frenklerinin kurdukları Progres ve İngiliz telefoncuları da dâhil oldular. Ligin harareti gittikçe artıyor, iddia büyüyordu.

    Bir kaç fedakâr Türk gencinin büyük müşkülâtla kurabildikleri Fenerbahçe 1909/10 ve 1910/11 senelerinde üst üste iki defa beşinci oldu. 1911/12 senesinde ise Ramblez, Stroglez, Progres ve Kadıköy kulüpleri karşısında yegâne Türk kulübü olarak müsabakalara katıldı. İstanbul liglerinde ilk iki sene ancak beşinci olan Fenerbahçe’yi bu üçüncü katılışında da aynı akıbetin beklediği umumi kanaat halinde iken netice tamamiyle aksi çıktı ve Fenerbahçeliler 5 galibiyet, beraberlik ve 7’ye karşı 16 gol ve 21 puvanla senenin İstanbul şampiyonu olmağa muvaffak oldular. İkinciliği de 20 puvanla İngiliz Ramblez takımı kazandı.

    Genç Fenerbahçe takımının daha tecrübeli ve kurt rakipler önünde hiç yenilmeden İstanbul şampiyonu olması umumi efkârda takdirle karşılanmış ve bugünkü, hiç bir kulübümüze nasip olmamış, o cidden büyük sevginin ilk tohumları o senenin bu tarihi ve muzafferane maçlarında atılmıştır.

    Fenerbahçe takımı, o sıralarda, bugün için akla sığmaz büyük mahrumiyetler içinde kıvranıyordu. Barındığı ver, futbolcularından mühendis Mektebi talebesi Kemal Aşkın’ın Kuşdilindeki evinin bahçesinde bir odadan mürekkep ufacık bir kulübe idi. Bu lokalin mobilyası da yine âzaların, evlerinden taşıdıkları bir masa 6 sandalyeden ibaretti. 44 sene önce bu halde olan bugünün muazzam Fenerbahçesi, mensuplarının isabetli görüşleriyle, bu tarihi ve kıymettar şampiyonluklarının bir fotoğrafhanede tespitini düşündüler ve o devrin meşhur (Foto Resne)sine gittiler.

    İşte aşağıdaki tarihi fotoğraf Fenerbahçe’nin ilk İstanbul şampiyonluğunun, evvelce Babıali’de kâin olan Resne fotoğrafhanesinde çekilmiş pek kıymetli hâtırasıdır ve hiç bir yerde neşrolunmamıştır. 44 sene evvelki İstanbul şampiyonlarından acaba kaçını tanıyacaksınız? Hepsini tanıyabilecekler bugün parmakla gösterilecek kadar az ise de, biz sizlere, toprağa mevdu olan büyük ekseriyetini rahmetle anmanız şartıyla ve tazimle takdim edelim:

    Fesli gençlerden sağdaki Hulki, soldaki de Yahya Berki’dir. Her ikisi de Fenerbahçe’nin adları daima hürmetle yâda lâyık fedakâr mensuplarıdır.

    Hulki Bey, Trakyalı bir çiftçinin çocuğu ve Fenerbahçe’nin âşığı bir gençti.

    Yahya Berki ise, 1910 senesi yazında kulübün bütün mensupları istifa etmişken son olarak Galip merhumun uzattığı istifanameyi alırken: “Ya ben istifamı artık kime vereyim?” diyen ve Galip merhumdan “Sen de Allaha ver!” cevabını alan zattır. Yâni bir ara, henüz Kemal Aşkın’ın kulübesine de yerleşmeden önce, yersiz Fenerbahçe’nin tek mensubu olarak kalmış; sebat etmiş ve Fenerbahçe’yi yeniden kurmuştur.

    Ayaktaki 3 gençten sağ baştaki Emir zade Arif’tir. O sene kulübün reisi, takım ve devrinin de o meşhur müdafii idi. Birinci Cihan Harbi sonunda şehit olmuştur.

    Ortadaki beyaz fanilalı kulübün o zaman ikinci reisi ve kalecisi Zeki Mazlum, soldaki de müdafi Elkâtip zade Abbas merhumdur.

    Sandalyede oturan üç genç, şampiyon kadronun muavin hattıdır. Sarı-Lâcivert renkleri bin bir yokluk içinde fedakârane koruyan ve şampiyon da çıkaran bu leventler sağdan itibaren İzzi, Sabri ve Hüseyin’dir. Bugün, maalesef, her üçü de rahmeti rahmana müntakildirler!

    Oturanlar hücum hattıdır. Sağ başta umumi kaptan Hasan Kâmil Sporel (hâlen Sokoni Vakum Türkive Umum Müdürü), onun sağında Sait Selâhaddin Cihanoğlu (Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürü), ortada merhum Galip, onun sağında rahmetli otomobil Nuri ve nihayet mühendis Kemal Aşki’dir.

    Galip merhumun önünde İngiliz kulüplerince İngiltere’den getirtilen 10 senelik meşhur gümüş şild görülüyor. Fenerbahçe bu şildi 1915 senesine kadar hiçbir kulübe kaptırmadı ve böylece, onun ebedi sahibi olmak şerefini de kazandı. Bu şild, gerçi, 1932 yangınında kulüp binası ile beraber yanmıştır. Fakat büyük hâtıraları ve ebedi şerefi bakidir.

    (Gelecek resim ve yazı: Türk Milli Takımının 31 sene önceki ilk Polonya seyahati)

    Rüştü Dağlaroğlu – 23 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi  

  • Üsküdar’a Gazel

    Üsküdar’a Gazel

    Twitter’da Fenerbahçe’nin 1900’lerin sonunda yaşadığı (ve Ayetullah Bey tarafından yok olmaktan kurtarıldığı) meşhur birleşme toplantısı hakkında sayın Mehmet Doğan ve sayın Ata Gülercan ile biraz hasbıhal edince Burhan Felek’in “Üsküdar’a Gazel” isimli yazı dizisi aklımıza geldi.

    Merhum Burhan Felek, her ne kadar Fenerbahçe’yi pek sevmese bile, kendisinin “gücü inkar edilemez” kaleminden faydalanmamak doğru olmaz. Bazı tarihsel yanlışları olduğunu gözden kaçırmadan… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Üsküdar’a Gazel

    Anadolu Kulübü, Üsküdar’da kurulmuş bir kulüptü. Ne yeri vardı, ne yurdu. Oyuncuları ve kurucuları Üsküdar’ın iskele civarı olan Rumî Mehmet Paşa Mahallesi’nden Kaptan Paşa ve îhsaniye Mahallesine kadar dağılmış olduğundan maça giderken — tabii yaya olarak— birbirimizi toplayarak giderdik. Takımın formda ve kunduralarım güçlükle tedarik ettik. Kulüp, dediğim gibi 1907’de kuruldu. Kulübe ait işleri görüşmek için bizim îhsaniye’deki evimizin selâmlık kısmında toplanırdık. Kulübün Üsküdar’da idman yapacak sahası yoktu. Onun için Haydarpaşa Çayırının alt kısmında o devirde “Ayrılık Çeşmesi” denilen ve sefere giden orduların İstanbul’dan ayrıldığı yer olarak tanınan yerdeki çayırda idman yapardık. Burada bir Rum kahveci vardı. Bize soğuk havalarda çay hazırlardı.

    Anadolu Kulübü’nün Üsküdar’da o devirde büyük bir taraftar zümresi yoktu. Daha doğrusu, Üsküdar halkı o devirde futbol ve sporla ilgilenecek seviyede olmadığı gibi, saltanat devri de böyle kulüp ve toplantı hareketlerine karşı olduğundan bizim bazılarımızın aileleri değilse de, babalan bu işe karşı idiler. Meselâ takımın en faal oyuncularından olan merhum Hafız Nasuhi ve Hafız Macit adındaki oyuncular, isimleri de gösteriyor, hafız-ı Kur’an idiler. Babaları meşhur Huzur Hocalarından pek muhterem bir zat olan merhum Kaptan Paşa Camii imamı Hafız Nazif Efendi idi. Hafız Nazif Efendi bizim Üsküdar idadisinden hocamızdı. Tabiî böyle futbol falan gibi şeylere karşı idi.

    Bütün bunlara rağmen Üsküdarlı bu 10-15 genç kırdık, sardık, takıma Hereke fabrikasında ince yünden 12 adet yeşil fanila ördürdük ve göğüslerine evlerimizde annelerimize alâmet-i farikaları diktirdik. O devirde yerli futbol ayakkabısı yapılmazdı. İngiltere’den gelen 12 futbol ayakkabısını Beyker adındaki İngiliz mağazasından satın aldık ve bunları koymak için de bir bavul tedarik ettik. Bütün bu takımları o bavula koyardık ve arkadaşlardan daha ziyade kuvvetli olanlar nöbetleşe bu takımları bizim evden alıp sırtlarında maçların yapıldığı Papazın Çayırı veya Kuşdili Çayırına kadar götürürdük. Bu yolculuk ortalama bir buçuk saat sürerdi.

    “Hürriyet” adını verdiğimiz II. Meşrutiyetten [1908] bir yıl önce kurulmuş olan Anadolu Kulübü 1908’de kendini göstermeye ve maçlar yaparak adını duyurmaya muvaffak olmuştu. Ama hâlâ bir yeri yurdu yoktu. Meşrutiyetten hemen sonra, bir gece bizim evde toplanmıştık. Gece yarısından sonra dağılan arkadaşları civarda tertibat almış polisler birer birer yakalayıp karakola götürmüşler. Ben ertesi gün öğrendim. Toplantının mahiyetini sormuşlar. Onlar da Anadolu futbol kulübünün azası olduklarını ve kulüp işlerini görüştüklerini söylemişler. Onun üzerine bana polisten haber gönderdiler ve o âna kadar haberdar olmadığımız Cemiyetler Kanunu’na göre kulübün tescil edilmesini tavsiye ettiler. Biz de 1908 senesinde Anadolu Kulübü nizamnamesini hükümete verdik ve kulübü Cemiyetler Kanunu’na göre tescil ettirdik. Bu sebeple kulübün hakikî kuruluş tarihi 1907 iken, bu tescil tarihinin resmî bir vesika olması sebebiyle 1908 senesi kurulmuş olması kabul edilmiştir.

    Anadolu Kulübü 1907’den 1914 tarihine kadar Türkiye’de bilhassa Kadıköy’de kurulmuş olan yabancı veya Galatasaray ve Fenerbahçe,sonradan adını“Altın- ordu” yapan Progre kulüpleri gibi Türk kulüplerinin oynadıkları ve futbolun asıl hareket sahası olan “Pazar Ligi”ne giremedik. Bütün bu kulüplerin büyük bir kısmı Moda ve Kadıköy, Ingilizlerin sefaret gemisi mürettebatının Bahran, Kadıköylü Rum ve Yunanlıların Helpus Stroglers gibi isimlerle kurdukları takımlar pazar günü oynarlardı. O devirde bütün bankalar ve İktisadî, ticarî teşekküller gayrimüslimlerin elinde olduğundan pazar günleri âdeta resmî tatil gibiydi. Biz ise maçlarımızı cuma günleri yapardık.

    1908 civarlarında Anadolu Kulübü bir ara Fenerbahçe ile birleşme kararı aldı idi. Bu işi ne suretle tanıdığımı hatırlamadığım Fenerbahçe ve Moda kulüpleri başkanlıklarında bulunmuş ve geçen sene bir göz ameliyatı için gittiği Ankara’da oranın basıncına dayanamayarak hayata gözlerini yummuş olan pek aziz dostum ve yaşıtım Tevfik Taşçı Bey’in delaleti ile yaptık. Ama yürümedi. Neden yürümedi? O devirde Üsküdarlı bir genç ile Kadıköylü gencin cemiyet ve toplumdaki vazife ve telakkileri birbirinden ayrı idi. Üsküdarlı genç, Türk mekteplerinde okurdu. Kadıköylü gençlerin büyük bir kısmı oralarda bulunan Fransız mekteplerinde okumuşlardı. Uzatmayalım, olmadı ve ayrıldık.

    Anadolu Kulübü bir mahalle takımından, hâlâ kullanılan deyimle federe bir kulüp oldu. Lâkin hâlâ resmî idare merkezi bizim ev olarak görünüyordu. Gerçekten de paramız olmadığı gibi, ailelerimiz arasında veya kulübü himaye edenler meyanında zengin kişiler de yoktu. Fakir bir kulüpçülüğün ne demek olduğunu siz bana sorun! Anadolu Kulübü II. Meşrutiyetten sonra tescilli bir kulüp olarak gelişirken, İstanbul’un başka semtlerinde de başka Türk kulüpleri teşekkül etti. Aklımda kaldığına göre bunların sayısı sekizdi. Adlarım yazmaya çalışacağım. Anadolu, Nişantaşı, Hilâl [İstanbul Göztepe’sinde], Şehremini, Karagümrük, Beşiktaş (?), Beykoz, Anadolu Hisarı… Bir tane fazla geldi. Hangisi hatırlamıyorum. Bu kulüpler o devirde “Cuma Ligi”ni kurdular ve muntazam bir fikstürle maç yapmaya başladılar. Maçlarımız cuma günleri yapıldığı için yabancıların pazar maçlarım yaptığı sahalardan muayyen şartlar altında biz de istifade etmeye başladık.

    Burhan Felek

  • Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması

    Bugün, Türkiye’de futbol teşkilatlanması üzerine yaptığım yayınların sonuncusu olarak; Türkiye’ye futbolun gelişi ve gelişmesini, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) Osmanlı dönemindeki kuruluşu sırasında yaşanan hukuki tartışmaları ve bu teşkilatın yeni Türkiye ile ilk temasını konu edineceğim. Huzurlarınızda “Osmanlı Futbolunun Kurumsallaşması”

    Barış Kenaroğlu


    1890 : “Kuşdili Çayırında Futbol Oynandığı…”

    Türkiye’de futbol İzmir ve İstanbul’da 1870’lerden sonra oynanmaya başladı. Önemli bir liman kenti olan İzmir ve devletin başkenti İstanbul’da futbola yabancılar öncülük ettiler. Abdülhamit döneminde Türkler için sakıncalı olan bu spor, yabancılar içinse serbestti. Osmanlı arşivinde futbol ile ilgili en eski belge 1890 ile tarihlenmekte; içeriğinde ise “Kadıköy’ünde Moda’da oturan Mösyö Whittal ve oğullarının himayesinde Kuşdili Çayırı’nda futbol oynandığı” Zaptiye Nazırı tarafından Yıldız Sarayı’na bildirilmekteydi.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat

    Dönem üzerinde yaptığımız araştırmalarda, 4 Mart 1908 Tarihli Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde yer alan bir yazının altında imzasına rastladığımız Ethem Nejat’ı “İlk Türk Spor Tarihçisi” olarak kaydediyor ve futbolun kısa sürede gösterdiği gelişmeyi anlattığı detaylı yazısının bir kısmını sizlerle buluşturuyoruz. 

     “Memalik’i Şahanede (Osmanlı Ülkesinde) futbol oyununa ilk evvela Dersaadet (İstanbul) ve bahusus (özellikle) Moda’da sakin İngilizler başlamışlar ve Kadıköy, Beykoz çayırları futbol mevkileri olarak ortaya çıkmıştır. Birkaç sene sonra merak diğerlerine de sirayet etmiş, birinci teşkil eden kulüp Moda kulübü olup bilahare sırasıyla Kadıköy, Elpis, Pera, Robert Kolej, Strugglers, asoşiyeysın futbol kulüpleri vücud buldu (kuruldu) ve bir lig tarafından cümlesi idare edildi. Dersaadet Futbol Ligi her sene muntazam program dahilinde oyunlar tertib eder, bütün kulüpler eyyam-ı muayyenesinde (belirli günlerde) maçlar yaparlar, bundan başka Dersaadet kulüplerinin İzmir oyuncuları ile her sene müsabakaları olup bunlar ya Dersaadet’te veya İzmir’de yapılır ki bu münavebeye (dönüşümlü olarak) tabidir.”

    Ethem Nejat’ın sözünü ettiği kulüplerden Pera’nın Galatasaray olduğunu, Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden önce basında bu kulübün başka isimlerle yer aldığını belirtelim. Fenerbahçe ise yeni kurulmuş bir takım olarak o yıl lige katılacak güçte değildi. 1907’in yaz başından, 1908’in ilkbaharına kadar geçen süre bir anlamda Fenerbahçe’nin futbola hazırlık günlerini temsil etmektedir. Daha önce yayınladığımız Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları yazısında bu süre zarfında yapılan maçların detayına ulaşabilirsiniz.

    4 Mart 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat gazetesi

    Sürgündeki Kurucu James La Fontaine

    Ethem Nejat’ın bahsettiği İstanbul Futbol Ligi, Türkiye’de futbolun ilk organize yapısı olma özelliğini taşır. Union Club’ın başındaki James La Fontaine’in idaresinde oynanan bu ligi; İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi, Cuma Ligi, Pazar Ligi gibi ligler izlemiştir. Bu noktada James La Fontaine’e bir parantez açmak istiyoruz. Türkiye’de Futbolun kurucusu olan J.L.Fontaine, İngiliz bir tüccar aileye mensuptu. Aile dedesi zamanında İzmir’e yerleşmiş ve kendisi de İzmir’de doğmuştu. İzmir’de spor kulüplerinin kuruluşuna ön ayak olduktan sonra 1899’da İstanbul’a gelmiş ve yerleştiği Moda’da Türk futbolunun temelini atmıştı. Ancak J.L.Fontaine’in kaderi de Osmanlı’nın peşi sıra savaşlara girmesi ve  İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi ile değişti. Futbolu yönetenlerin başında gelen J.L.Fontaine, 1900-1913 yılları arasında İttihat ve Terakki’nin futbolu, genel olarak sporu, paramiliter bir yapılanma aracı olarak görmeye başlaması ile sahneden çekildi. Şurası kesindir ki, La Fontaine, 1910 yılına kadar İstanbul futbolunu idare eden kişiydi.

    J.L.Fontaine, bazı kaynaklara göre (Asr-ı Fener) Dünya Savaşı başlayınca vatandaşı olduğu İngiltere tarafında savaşa katılmış ve tıpkı ailesinin başka üyeleri gibi casuslukla suçlanmıştı. J.L.Fontaine, yukarıdaki kaynağın verdiği bilgiyi doğrularcasına ilk kez 1915’te tutuklandı. Malta’da sürgünde olan İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Eyüp Sabri Bey’in serbest bırakılması karşılığında serbest bırakıldı. İkinci tutuklanması ise 1917 yılında gerçekleşti.  Bugün Kırşehir sınırlarında olan Mucur’a sürgün edilerek yaklaşık bir yıl burada kaldı. O tarihten sonra ise aşağıda yer alan Osmanlı Arşivi belgesinden anladığımız üzere İzmir’e nakledildi. 1932 Yılındaki ölümüne kadar da orada yaşadı.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    “Mucur’a gönderilen İngiltere Vatandaşı Mösyö La Fontaine daha sonra İzmir’e nakil edilmiştir.”


    Futbol Kurumsallaşıyor

    Futbol 1800’lü yılların sonunda İngiltere’nin Türkiye’ye en büyük ihraç ürünü olarak değerlendirilebilir. İngiltere bir anlamda, İzmir ve İstanbul’da yaşayan yabancıların futbola başlattığı ilgiyi, İstanbul’a gönderdiği kraliyet gemilerinin mürettebatının kurduğu takımların İstanbul Ligi’nde boy göstermesinin ardından sürekli hale getirmek istemiştir. Bu süreklilik; Tanzimat-Meşrutiyet yıllarında Osmanlı toplumunda başlayan Batıcı fikirlerin de etkisiyle, Türk takımlarının yeşil sahalarda boy göstermesine neden olmuştur. Türkler, o dönem “Association/Asosişeysın” diye isimlendirilen modern futbol oyununu (Yazının başında yer verdiğimiz İlk Spor Tarihçimiz Ethem Nejat’ın modern futbol kurallarını anlattığı yazısını önümüzdeki günlerde yayınlayacağız) gemilerin İngiliz mürettebatından öğrendikleri gibi; Türk futbol adamları, “Futbol Yönetimi” üzerine ilk deneyimlerini de İngilizlerin idaresindeki lig yönetimlerine katılarak kazanmışlardır.

    Türk futbolunun kurumsallaşmasının ilk adımı Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinin ardından çıkan 1909 yılında çıkan Cemiyetler Kanunu’dur. Cemiyetler kanunu uyarınca spor kulüpleri 1910-1913 yılları arasında kendilerini devlete tescil ettirmişler, dolayısıyla tüzük sahibi birer dernek olarak belirli kurallar çerçevesince yönetilmeye başlamışlardı. Kulüplerin bu yapıya kavuşması spor müsabakalarının da belirli kurallar altında yapılması gerekliliğini doğurmuştur. Her ne kadar 1904’ten itibaren İstanbul’daki futbol ligleri nizamnamelere sahip olsalar da; bu nizamnamelerde kulüplerin katılımı ve yönetimde söz sahibi olmaları gibi konularda yetersizlikler mevcuttu ve dolayısıyla zaman zaman eşitsiz uygulamalar ortaya çıkmaktaydı. Aslında bu durum futbolun kurumsallaşmasına giden süreci hızlandırdı. Keza yukarıda sözünü ettiğimiz İstanbul, İstanbul Futbol Kulüpleri, Cuma, Pazar Ligleri, kulüplerin aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı oluşturulmuş liglerdi. İstanbul’un futbol kulüpleri, kendi aralarında ve lig yönetimleriyle dönem dönem yaşadıkları anlaşmazlıklar sonucunda, yeni organizasyonlar kurmuşlar; bu da futbolda yönetsel bölünmeye ve göreceli bir karışıklığa neden olmuştu.

    Osmanlı’nın politik olarak İngiltere ile karşı saflarda yer alması, dolayısıyla futbol yönetiminde söz sahibi olan başta James La Fontaine gibi kişilerin çeşitli yollarla İstanbul’dan uzaklaşması da Türk futbolunun kurumsallaşmasını hızlandırmıştır. Bu dönemde ülkeyi yöneten İttihat ve Terakki’nin savaş yıllarında başta Altınordu ve Fenerbahçe olmak üzere spor kulüplerine yakın ilgisi de futbolda kurumsallaşmayı hızlandıran bir diğer etkendir.

    Türk kulüplerinin yöneticileri, sözü edilen şartlar altında, futbolun giderek artan öneminin, kurumsallaşmayı gerektirdiğinin farkına varmışlardır. İstanbul’un işgal altındayken işgal kuvvetlerinin takımları ile yapılan maçlar da halkın uzun zamandır bu spora artan ilgisini iyiden iyiye ortaya koymuştu. Artık bir olgu haline gelen futbol, diğer spor dalları ile beraber, teşkilatlanmalıydı.

    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti… Maçın Hakemi James La Fontaine!

    Geçici Heyet

    Türk kulüplerinin yöneticileri işgal yıllarında futbolu kurumsallaştırmak için en büyük adımı “İdman İttihadı Heyet-i Muvakkatesi”ni kurarak attılar. Bu oluşum, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın (TİCİ) öncülü durumundaydı. Ali Sami Bey, Nasuhi Baydar, Burhaneddin Bey gibi isimlerin yer aldığı heyet, adı üzerinde geçici bir yapıya sahipti. Heyet, Yusuf Ziya Bey’in (Öniş) İsviçre’den getirdiği spor yönetmeliğini temel alarak bir tüzük hazırlamıştı. Futbolun Batılı düşünce tarzı ile olan kuvvetli bağı bir kez daha kendini göstermişti.  1920 ve 1921 Yıllarında görev yapan geçici heyet, 1922’nin ilk günlerinde Dahiliye Nezareti’ne başvurarak resmen bir cemiyet olmak isteğini bildirdi. Kaynaklarda Mayıs 1922’de TİCİ’nin resmen kurulduğu yazıyor olsa da, arada geçen 5 aylık süreçte neler olduğuna dair bugüne kadar bilgimiz yoktu. Devlet Arşivlerinde karşımıza çıkan belgeden, TİCİ için bu sürecin zorlu geçtiği, cemiyetin kuruluş tartışmalarının devletin üst yargı kurumu olan, dönemin Danıştay’ı, Şura-yı Devlet’te tartışıldığı ortaya çıktı.


    T.İ.C.İ. Osmanlı Danıştay’ının Gündeminde

    Belgede, “Altınordu İdman Yurdu, Anadolu İdman Kulübü, İdman Yurdu, Beylerbeyi Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Türk Gücü, Darülşafaka Mezunin Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Süleymaniye Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Galatasaray Terbiye-i Bedeniyye Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü, Kumkapı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Nişantaşı Terbiye-i Bedeniyye Yurdu, Vefa İdman Yurdu, Hilal Spor Kulübü, namlarındaki cemiyetlerin ittihat ve iştirakiyle (birleşerek katılımı ile) “Türkiye İdman Cemiyetleri ittifakı” ünvanıyla bir cemiyet teşkil olduğuna bahisle, müsaade-i resmiyenin itası (resmi iznin verilmesi) cemiyet-i mezkure tarafından istida olunmuş (sözü edilen cemiyet tarafından talep edilmiş)” deniliyor ve bunun Mülkiye ve Maarif Komisyonları’nda tartışıldığı söyleniyordu. Komisyonlar, 1909 tarihli yürürlükte olan Cemiyetler Kanunu’na göre; cemiyetlerin yalnızca özel kişiler tarafından kurulabileceğini öngördüğünden, tüzel kişilik olan derneklerin birleşip bir dernek kurmasına izin verilemeyeceği yönünde görüş bildirmişlerdi. Konu, Şura-yı Devlet Genel Kurulu’na geldi. Genel kurul, Cemiyetler Kanunu’nun özel kişilere atıf yaptığını ısrarla tekrarladı. “Cemiyetler azasının yirmi yaşından gün alması ve bir cinayetle mahkum veya hukuk-ı medeniyeden mahrum bulunmaması şarttır” hükmünü dernek kurmak isteyen bir derneğe uyarlamanın imkansızlığını söylerken, yabancı ülkelerin ve özellikle Fransa’nın Cemiyetler Kanunu’nda derneklerin birleşip dernek kurabildiğine dair bir hükmün olduğunu da şerh koydu. Bu kararlar ile Dahiliye Nezareti’ne geri gönderilen TİCİ’nin kuruluş talebi, tam 5 ay sonra kabul edildi. Cumhuriyet’in ilanından önce kurulan bu teşkilat, yeni rejimin gereklerini yerine getirerek sporun birçok dalında örgütlenmesini sağlamakla birlikte, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin uluslararası spor teşkilatlarına kabul edilmesine de önemli ölçüde etki etti.

    T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘ndan

    İlk Temas

    TİCİ’nin sancılı geçen kuruluş süreci, Anadolu’da devam eden Kurtuluş Savaşı’nın son günlerine rastlamaktadır. Savaşın 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanması ile imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden sonra 19 Ekim 1922’de İstanbul’a gelen Refet Paşa (Bele); TİCİ Heyeti’nin, yakın gelecekte kurulacak yeni devleti temsilen, ilk temas ettiği kişi oldu. Refet Paşa, 1 Kasım’da Saltanatın kaldırılacağının öngörülmesi üzerine İstanbul’a gönderilmiş ve bir anlamda İstanbul’u teslim alma görevini yerine getirmişti. Detaylarını Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti adlı yazımızda okuyabileceğiniz bu ziyaret, TİCİ heyeti için bir fırsata dönüştü. Spor kulübü yöneticileri hem işgalin yakında sona erecek olmasından dolayı sevinçli, hem de yeni oluşturdukları kurumsal yapının yeni düzende olması gerektiği gibi yer almasını sağlama konusunda umutluydular.  TİCİ Heyeti bu motivasyonla Refet Paşa’yı karşılayanlar arasında yer aldı. Bu karşılamadan iki gün sonra da 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulundular. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz. Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı birçok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koymuştur. Refet Paşa’nın“İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları, milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur” ifadesi ile pekiştirdiği bu önem, TİCİ’nin yeni devlet düzeninde kabul göreceğine dair ilk ipucu olarak değerlendirilebilir. Bunun üzerine Heyet Başkanı Ali Sami Bey’in verdiği karşılık ise, sporun gelişmesi için destek istemek olmuştur:

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir) tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti
    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü arşivinden.

    Süreklilik

    Osmanlı’da Futbol konusu, tarihin sürekliliği için verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Futbol, bu topraklarda siyasal ve sosyal gelişimlere dayalı bir olgu olarak, yukarıda yaptığımız değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere, Cumhuriyet öncesinde ortaya çıkmıştır. İngiltere’nin emperyal hedefleri için bir araç olarak kullandığı futbol oyunu, Osmanlı Türkleri tarafından hemen benimsenmiştir. Batı kültürünün bir ürünü olan bu oyunu geliştirmek, geliştirdikten sonra kurumsallaştırmak için yine Batı’nın uygulamaları örnek alınmıştır. Bu anlamda futbol oyunu, Osmanlı Modernleşmesi’nin bir ürünüdür. 1908 Jön Türk Devrimi’nin bu ürünü sahiplenmesi, bu yargıya dayanak olarak gösterilebilir. Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı esnasında İstanbul’da işgal kuvvetleri askerlerinin oluşturduğu takımlarla maçlar yapan kulüpler, yeni devlet tarafından da kabul edilmiştir. Savaşın muzaffer komutanlarına göre işgal altında verilen sportif mücadeleler, Milli Mücadele’nin bir parçası olarak görülmüştür. Spor kulüplerinin kurumsallaşarak, üst bir teşkilat olan TİCİ’yi kurmaları ise, Cumhuriyet Devrimi’nin amaçları ile bire bir örtüşmektedir. Tanzimat’tan sonra modernleşmeye başlayan meşruti monarşik kurumların sonuncusu TİCİ’dir. Bu özelliği, TİCİ’nin, Cumhuriyet yönetimi tarafından sahiplenilmesini/himaye edilmesini sağlamıştır. 

    Barış Kenaroğlu

  • 1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Fenerbahçe’nin kuruluş yılları üzerinde yaptığımız kaynak taramalarında karşımıza çıkan bazı haberler; İstanbul futbolunun eski çağlarına da ışık tutacak seviyeye ulaştı. Spor Tarihi yazımında Osmanlıca kaynakları ilk kez gün yüzüne çıkartırken, tespit ettiğimiz maçlarla ilgili önemli notları da sizlerle paylaşmaktan mutluyuz. Bugün Tercüman-ı Hakikat Gazetesi ile karşınızdayız. Huzurlarınızda 1907 yılında İstanbul gazetelerinde futbol! İyi Okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    4 Teşrinisani (Kasım) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Bir iki haftadan beri Pazar günleri Kadıköyü’nde futbol oyunları icra edilmektedir. Dün dahi yine Kuşdili Çayırı’nda müsabakalar icra edilmiştir. Karşı gazetelerinde okunduğuna göre birkaç güne kadar Dersaadet’e Barham nam İngiliz vapuruyla İngiliz futbol oyuncuları gelecek ve şehrimiz futbol meraklılarıyla beynlerinde müsabakalar icra olunacaktır.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    4 Kasım 1907 tarihli bu haberde, sonraki yıllarda İstanbul futbolunun önemli bir aktörü olarak arz-ı endam edecek olan HMS Barham gemisinin şehre geleceği bildiriliyor.


    10 Teşrinisani (Kasım) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Yarın Kadıköyü’nde vaki Papaz Bahçesi’nde Moda ve Kadıköy futbol oyuncuları meyanında müsabakalar icra edilecektir.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    3 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Dün Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda Moda Futbol Association Kulübü ile Kadıköy Kulübü’nün ikinci kuvveti olan Strugglers Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra olunmuştur.

    Moda Kulübü şehrimizde mahareti meşhur olan Mösyo Kombr idaresinde, Strugglers Kulübü de Yani Efendi’nin idaresindedir. Moda ve Strugglers kulüpleri en mahir oyuncuları ile maça ibtidar etmişler, ilk üç çeyreğin müddeti zarfında Moda Kulübü yekdiğerini müteakip sekiz gol (oyun) yaparak son 45 dakikada da dört gol yapmış ve Strugglers Kulübü’ne hiçbir oyun vermeyerek bir muvaffakiyet kazanmıştır. Gollerin ekseri Mösyö Kombr ve Mösyö Haytong vasıtasıyla yapılmıştır.

    Yine Pazar günü Kadıköyü’nde Papaz Bahçesi’nde futbol mevkiinde Kadıköy Kulübü ve Elpis Futbol Kulübü meyanında da bir müsabaka yapılmıştır.

    Nikola Darmi Efendi’nin idaresindeki Kadıköy Kulübü herkesce malumdur.

    Her iki taraf da bir çok mühim roller ifa etmişlerdir. Hususuyla Elpis Kulübü’nün oyuncuları yeni oldukları halde epeyce şayan-ı dikkat hareketler icra etmişlerdir.

    Bir buçuk saat imtidad eden oyunun nihayetinde Kadıköy iki ve Elpis bir gol yapmıştır. Muvaffakiyet Kadıköy Kulübü’nde kalmıştır.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Bu haberin en dikkat çekici yönü; Strugglers takımının Kadıköy Futbol Kulübü‘nün ikinci takımı olarak nitelenmesi. Bu, kaynaklarda karşımıza ilk kez çıkan bir bilgi.


    10 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Kadıköyü’nde Kuşdili’ndeki çayırda futbol için tahsis olunan mevkide dünkü Pazar günü dahi bermutad müsabakalara devam olunmuştur.

    Program mucibince dün Moda Futbol Association Kulübü ile Elpis Kulübü arasında bir maç icra olunacaktı.

    Moda Kulübü Mister Kombr’ın idaresinde olarak Mösyö Haytong, Mösyö Dikson, Mösyö Morgan, Fuat Bey gibi daimi ve iyi oyuncularıyla meydan-ı müsabakaya saat onda çıktılar. Moda Kulübü’nün muvaffakiyetini herkes ümit ediyordu.

    Bu ümit boş değil imiş ki yekdiğerini müteakip Elpis Kulübü hiçbir muvaffakiyete nail olamadığı halde Moda Kulübü yedi gol oyun yapabildi.

    1907 Yılında İstanbul Gazetelerinde Futbol

    Bu habere göre Fuat Hüsnü (Kayacan) Bey, o tarihlerde Moda takımı adına mücadele ediyor.


    17 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda Beyoğlu Futbol Kulübü ile Elpis Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra edilmiştir.

    Saat dokuz buçukta müsabakaya ibtidar edilmiştir. Beyoğlu Futbol Kulübü oyuncuları meyanında Ahmet Robenson Bey golkiperlik, İsmet ve Mazhar Bey’ler, Ali Sami ve Bekir, Celal Efendi’ler ve Küçük Ali, Tevfik, Nikolof, Galip, Emin Bey’ler bulunuyorlar idi. Elpis Kulübü de Kaluyani Efendi’nin idaresinde idi. Esna-i müsabakada iki taraf oyuncuları kuvvet ve maharetlerini göstermişlerse de bir buçuk saat imtidad eden oyundan hiçbir netice hasıl olamamıştır.

    Geçen Cumartesi günü Moda Futbol Association Kulübü ile diğer futbol oyuncuları arasında Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda bir müsabaka icra edilmiştir.

    İki taraftan da hakemliğe Şemseddin Sami Bey zade Ali Sami tayin edilmiştir. Moda Kulübü’nün oyuncularından noksan olduğu halde yine Mösyö Haytong’un idaresi altında oyuna bedi edilmiştir. Nihayet Moda oyuncuları natamam olduğuna rağmen ilk imtidad eden üç çeyreğin müddeti zarfında Fuat Bey ve Mösyö Haytong ve Mösyö Alfred tarafından iki gol yapılmış ve Moda Kulübü ihraz-ı muvaffakiyet etmiştir.

    Yepyeni Bilgiler

    İstanbul’da yayın yapan yabancı gazetelerin 1905-1906 yıllarında, Galatasaray’dan “Another Club” olarak bahsettiğini biliyoruz. Bunun nedeni İstibdat döneminin bu yıllarında futbolun gözetim altında tutulmasıydı. Galatasaray’ın kurucuları da muhtemelen gazetelerden gerçek adlarını yazmamalarını istemişlerdi. 1907 yılının sonunda, İstibdat yönetiminin geçen 2 yıla göre eski gücünde olmadığını düşünürsek, Tercüman-ı Hakikat’in, Galatasaray’dan “Beyoğlu Futbol Kulübü” diye bahsetmesinin altında başka bir neden olabilir.

    Haberin devamında, Fuat Hüsnü‘nün de kadrosunda olduğu Moda Futbol Kulübü, “Diğer Futbol Oyuncuları” ile bir maç yaptığına yer verilmiş. Diğer oyuncuların kim olduğunu bilmesek de bu ifade bize; o dönemde futbolun amatör yapısını, günümüzdeki takım-kulüp anlayışından haylice uzak olduğunu gösteriyor. Takımların “Mahalle – Okul Takımı” statüsünde olduğunu söylemek sanırız ki yanlış olmayacaktır. Haberde sözü geçen “Diğer” oyuncuların, sahanın etrafında idman yapan kişiler ve/veya kendi takımlarında forma şansı bulamayan futbolcular olduğunu da söyleyebiliriz. Gazete’nin Galatasaray’a “Beyoğlu” adıyla yer vermesini temel alırsak, “Diğer” diye bahsedilen oyuncular topluluğunun yeni kurulan Fenerbahçe takımı olması da olasılık dahilinde. Haberin bir diğer önemli noktası ise bu maçın hakeminin iki takım oyuncularının da ortak kararıyla Galatasaray kurucusu Ali Sami Bey olması.

    Haberin Fenerbahçe’yi doğrudan ilgilendiren kısmı ise Galip‘e (Kulaksızoğlu) Galatasaray kadrosunda yer verilmesi. Böylece bu haber bize Galip‘in takıma kuruluştan en az 6 ay sonra katıldığının bilgisini veriyor.


    24 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat

    Şehrimizin meşhur futbol oyuncularından mürekkep olan Beyoğlu Futbol Kulübü ile Kadıköy Futbol Kulübü arasında geçen Pazar günü Papaz Çayırı’nda saat dokuz buçukta icrası müsemmim olan müsabaka tertip edildi.

    Bir buçuk saat devam eden zaman-ı müsabakada iki taraf oyuncuları da hakikaten mükemmel oyunlarla ibraz-ı maharet eylemişlerdir. İki tarafın kuvvet ve maharetce olan müsavatından bir netice hasıl olamamıştır. Efrenci Kanunisani’nin 12nci Pazar günü bu iki kulüp arasında müsabakaya Kadıköyü’ndeki Papaz Bahçesi’ndeki futbol çayırında yine devam edilecektir.

    Pazar günü Kuşdili Çayırı’nda da Moda Futbol Association Kulübü ile Kumkapı Kulübü arasında Moda Kulübü’nün en iyi oyuncuları bulunduğu halde icra edilen müsabakada Moda Kulübü tamam on dört (gol) oyun yaparak müsabakayı kazanmıştır. Futbol müsabakalarında on dört gol yapılması ehemmiyetli bir muvaffakiyet addolunur.

    Galatasaray, “Beyoğlu Futbol Kulübü” adıyla tekrar gazetenin sütunlarında…

  • Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Fenerbahçe’nin Belgelenen İlk Maçları

    Kuruluş yıllarının, üzerinde neredeyse hiç tartışma yapılmamış meselelerinden birisi de Fenerbahçe’nin ilk maçlarını hangi takımlarla ve hangi tarihlerde yaptığıdır. Süregelen araştırmalarımızda karşımıza çıkan belgelerin yer alacağı yazımızda bu soruyu cevaplamaya çalışacak, Fenerbahçe futbol tarihine 4 yeni maçı kaydedecek ve Kadıköy Kulübü ile yapılan iş birliğinin izlerini süreceğiz. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçları…


    Kısıtlı Kaynaklar & Yetersizlikler

    Daha önceden önemle vurguladığımız gibi, “Fenerbahçe kulübünün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin iki sebebi var. Bunlardan ilki döneme ilişkin kaynakların kısıtlı olması, ikincisi ise az sayıdaki araştırmacının kulübün resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır.”

    Bu çabaya ilişkin en belirgin kanıt olarak, Rüştü Dağlaroğlu’nun “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi / 1907-1957” adlı muhteşem eserinde yer alan bilgilerin, sonradan yazılan tarih kitaplarında olduğu gibi tekrar edilmesini gösterebiliriz. Fenerbahçe tarihini yazanlar Dağlaroğlu’nu adeta tek kaynak kabul etmişlerdir.

    Bugüne kadar Dağlaroğlu tarafından aktarılan bilgiler, gereken durumlarda, başka kaynaklarla karşılaştırılmadığı, arşiv taramaları ile belgelenmediği, bazen de eleştirilmediği için olması gereken yeterlilikte çalışmalar ortaya çıkmamış, böylece kuruluş yılları ile ilgili bildiklerimiz sınırlı kalmıştır.

    Mühim Maç – Antrenman Maçı

    Kuruluştan 1912’deki ilk şampiyonluğa kadar geçen 5 yıllık dönem için Fenerbahçe’nin bilinen sadece bir adet fotoğrafı olduğu düşünülürse, bu yılları aydınlatmak için tarihleri tespit etmek ya da aktarılan olayları olabildiğince eskiye dayandırmanın önemi ortadadır.

    Bu öneme atfen, o dönem yayınlanan gazeteleri taramanın, Fenerbahçe’nin ilk maçları ile ilgili bildiklerimizi arttıracağını biliyorduk.  Karşımıza çıkan ilk maç haberini Profesör Doktor Vahdettin Engin ile paylaştıktan sonra kendisi (Profesör Doktor Erhan Afyoncu ile birlikte yaptığı çalışmaların eseri olarak) arşivinde bulunan ve şimdiye kadar yayınlanmamış ilk dönem Fenerbahçe maçlarının haberlerini bizimle paylaştı.

    Yaptığımız araştırmalarda bize her zaman yol gösteren değerli hocalarımızın bu katkısıyla, 6 Eylül 1908 ile tarihlenen Fenerbahçe’nin bilinen ilk maçının tarihi, 1 Mayıs 1908 olarak değişmiş oldu.

    Rüştü Dağlaroğlu, eserinde Fenerbahçe’nin ilk maçını 6 Eylül 1908 tarihinde Moda ile yaptığı maç olarak kaydetmiştir. Dağlaroğlu bu tarihlemeyi yaparken sözü geçen maçı “ilk mühim maç” olarak değerlendirmiş ve bu maç öncesinde oynanan maçları “antrenman maçı” olarak nitelemiştir. İlk dönem futbol tarihi için rahatlıkla kabul edilebilecek bu değerlendirmesinde yaptığı ayrım kapsamında Dağlaroğlu; 1930’lu yıllardaki süreli yayınlarda Fenerbahçe’nin ilk maçı olarak sözü edilen 9-0’lık Kadıköy mağlubiyetine yer vermemiştir. Şu an için hangi tarihte oynandığı bilinmeyen ve yukarıda bahsettiğimiz “mühim maç – antrenman maçı” ayrımı sebebiyle kayıtlara geçmeyen bu maç dışında; Fenerbahçe tarih yazımı, ilk maç olarak 6 Eylül 1908 tarihli Moda maçını kabul etmiştir.

    Bu tarihlemeyi yaptıktan sonra Sevgili Melih Şabanoğlu bize ulaştı ve aşağıda detayını göreceğiniz Fenerbahçe’nin bulunmuş ilk maç haberini bizlerle paylaştı. Spor Tarihi üzerine yaptığı araştırmalarını dikkatle takip ettiğimiz Melih Şabanoğlu’nun göndermiş olduğu haberin kupürü ile Fenerbahçe’nin tespit edilmiş ilk maçının tarihi tekrar değişmiş oldu.  (Şabanoğlu’nun 2018’de yayınlanan Kuruluş: Mekteb-i Sultani’den Galatasaray Spor Kulübü’ne Türkiye’de Futbolun Erken Çağı (1904-1907) isimli kitabı ve Atlas Tarih Dergisi’nin Temmuz – Ağustos 2020 tarihli 64.sayısında yer alan “Black Stockings Tarihi” başlıklı makalesi, dönemi inceleyen kişiler için okunması gereken çalışmalardır.) 


    1 Mart 1908 / Fenerbahçe 4 – 0 Kumkapı

    The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nin 7 Mart 1908 Cumartesi tarihli sayısında “Geçen Pazar en dikkat çekici maçın Makriköy’de Fenerbahçe ile Kumkapı Futbol Kulüpleri arasında oynandığı ve Fenerbahçe’nin maçı 4-0 kazandığı” haberine yer veriliyordu. Bu haber ile “Fenerbahçe” ismine ilk kez bir yazılı kaynakta rastlanmış, bunun da ötesinde Fenerbahçe’nin belgelenen ilk maçı da 1 Mart 1908 ile  tarihlenmiş oluyor.

    7 Mart 1908 tarihli Levant Herald & Eastern Express haberi.

    1 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 5 – 1 Üsküdar

    Tercüman-ı Hakikat Gazetesinin 3 Mayıs 1908 tarihli sayısında yer alan haberin ortaya çıkışıyla birlikte belgelenen ilk Fenerbahçe maçının tarihi de değişmiş oldu. Gazetenin tıpkı Dağlaroğlu gibi antrenman maçı olarak değerlendirdiği bu maç; 1 Mayıs 1908 Cuma günü, Kalamış’ta, yeni kurulmuş bir kulüp olan Üsküdar ile saat 08.30’da oynanmış ve Fenerbahçe’nin 5-1’lik galibiyeti ile sonuçlanmıştı.

    “Evvelki gün Kadıköyü’ndeki Kalamış Çayırı’nda Üsküdar futbol association oyuncuları ile Fenerbahçe futbol oyuncuları arasında saat sekiz buçukta egzersiz nev’inden bir maç yapılmıştır. Üsküdar futbolcuları bir, Fenerbahçe futbolcuları beş gol yapmışlardır”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    3 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    17 Mayıs 1908 / Fenerbahçe 3 – 3 Kadıköy

    Aynı gazetenin 20 Mayıs 1908 tarihli sayısındaki haberde yer alan maç ise, önceki maçın aksine “antrenman maçı” olarak değerlendirilmemiş; Fenerbahçe; 17 Mayıs 1908 Pazar günü saat 11.00’de Kalamış’ta, İstanbul futbolunun eski kulüplerinden Kadıköy ve Elpis oyuncularından kurulu “Kadıköy” takımı ile karşılaşmıştır. Gerek 3-3’lük sonucu, gerekse rakip takımı oluşturan oyuncuların kulüpleri göz önüne alındığında bu maç, Dağlaroğlu sınıflandırmasına göre “mühim maç” olarak kaydedilebilir.

    “Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kalamış Çayırı’nda Kadıköy adına Kadıköy ve Elpis oyuncuları ile Fenerbahçe futbolcuları arasında saat onda bir futbol oyunu oynanarak iki tarafın üçer gol yapmasıyla galibiyet hiç bir tarafta kalmamış, pata (berabere) gelmişlerdir.”

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    20 Mayıs 1908 tarihli Tercüman-ı Hakikat haberi.

    5 Temmuz 1908 / Fenerbahçe 8 – 0 Pera

    Mayıs ayında oynanan iki maçın ardından Haziran ayına ait gazetelerde -şimdilik- bir maç kaydına rastlayamadık. 6 Temmuz 1908 tarihli Sabah Gazetesinde ise Fenerbahçe’nin o güne kadar bilinen en farklı galibiyetini aldığı maçın haberi vardı. 5 Temmuz 1908 Pazar günü, saat 09.30’da, Papazın Çayırı’nda Pera ile oynanan maçı Fenerbahçe, 8-0 kazanıyordu.

    “Dünkü Pazar günü Kadıköyü’nde Papazçayırı’nda saat dokuz buçukta, Fenerbahçe Futbol Kulübü ile Pera Kulübü arasında bir müsabaka yapılmıştır. Her iki tarafta on birer oyuncu bulunmakta idi. Müsabaka bir buçuk saat devam etmiş ve sekiz gol yapmaya başaran Fenerbahçe Kulübü’nün galibiyeti ile neticelenmiştir”.

    Fenerbahçe'nin Belgelenen İlk Maçları
    6 Temmuz 1908 tarihli Sabah haberi

    8 Kasım 1908 / Kadıköy & Fener 0 – 3 HMS Barham

    İkdam Gazetesinde 9 Kasım 1908 tarihli sayısında yer bulan futbol haberleri yukarıda bahsettiğimiz 3 maç haberinden daha farklı anlamlar içeriyor. Haberin metnini verdikten sonra bu anlamları sırasıyla açıklayacağız.

    “ Lig maçlarına geçen hafta başlanmıştır. Geçen Pazar Moda Kulübü ile Barham Kulübü oynamış ve Barham beş gol ile maçı kazanmıştır. Bu hafta dahi Barham ile Kadıköy-Fener Kulüpleri arasında oynanan maçta ise yine Barham üç gol ile üstünlük sağlamıştır. Barhamlılar topu asker gibi muntazam oynamaktadırlar. Bu maçlar Kadıköyünde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.”

    Fenerbahçe Tarihinin İlk Maçı
    9 Kasım 1908 tarihli İkdam haberi

    İşbirliği

    8 Kasım 1908 Pazar günü oynanan maç haberinin Fenerbahçe Tarihi açısından içerdiği ilk anlam, bugüne kadar netleşmemiş olan Kadıköy ile iş birliği meselesini kesinliğe kavuşturmasıdır.

    İlk olarak Nasuhi Esat’ın (Baydar) 1913 yılında kaleme aldığı Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi adlı yazı dizisinde sözü edilen, ancak detaylarına yer verilmeyen bu iş birliği ile ilgili ikinci maddi kanıt da Musavver Muhit Dergisinde “Fenerbahçe’nin İlk Fotoğrafı”nın altındaki yazıydı.

    31 Aralık 1908 tarihli dergide yer alan fotoğrafın resimaltı yazısında “Kadıköy-Fener Kulübü” açıklaması yapılmıştı. Bilindiği üzere kuruluşunun hemen ardından, kurucularından bazılarının ayrılmasıyla, Fenerbahçe için zor bir süreç başlamıştı. Kadıköy ile yapılan ve bazı kaynaklarda “birleşme” şeklinde yansıtılan bu dönemsel işbirliğinin kanıtlanması ile beraber; futbol takımının, bir kısmı ile de olsa, 1908-1909 İstanbul Futbol Ligi’ne katıldığı da kesinleşmiş oldu.

    31 Aralık 1908 tarihli Musavver Muhit dergisinden

    Nurizade Ziya Bey & Union Club

    Ortaya çıkardığımız bu maç haberinin ikinci anlamı ise, Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in görev süresini netleştirmesidir. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey yazısında detaylı olarak bahsettiğimiz üzere Nurizade Ziya Bey, Mayıs 1907’de üstlendiği başkanlık görevinden ayrılmış ve bir Türk&İngiliz ortaklığı olan Union Club’un kuruluşu için mesai harcamaya başlamıştı. Maç haberinin sonunda yer alan “Bu maçlar Kadıköyü’nde evvelce Papaz Bahçesi adı verilen ve şimdi Union Club denilen yerde oynanmıştır. Bütün futbol oyunları adı geçen yerde oynanacaktır.” ifadesinden Union Club’ın Kasım 1908 itibariyle faaliyete geçtiğini ve Nurizade Ziya Bey’in kuruluştan bu tarihe kadar, tam 1,5 sene başkanlık yaptığını anlıyoruz.

    Barış KENAROĞLU

  • Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Tahtaperde Aleko ve Galip’in Son Gecesi

    Türkiye’de futbolun kuruluş yıllarından meşhur bir ismi konuk ediyoruz bu kez… Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, sağ olsun, Tahtaperde Aleko’nun bir söyleşisini göndermiş. Bize de aktarmak kaldı. İçindeki güzel hatıralar bir yana, meğerse (Midilli eşrafının aile tanışıklığından ötürü olacak) Aleko, Fenerbahçe’nin efsane ismi Galip Kulaksızoğlu ile çok iyi arkadaşmış ve hatta Galip Bey ölmeden önceki gece birlikte bir-iki kadeh bir şeyler içmişler… Huzurlarınızda Tahtaperde Aleko ve Galip’in son gecesi. Her ikisi de nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tahtaperde Aleko

    – Kafa koçanı mı, dedi. Geçenlerde kömür kağıdı ile birlikte kaybettim! Bir bakarsan iyi oldu! Artık benim ne işime yarayacak! 1905 yıllarında ilk takım arkadaşlarım 27 kişi idi. Bugün onlardan yaşayan üç kişi var : Biri ben, Tahtaperde Aleko, diğeri, İngiltere’de Toto, Yunanistan’da Kimon. Eh üçümüz de artık antika sayılırız. Yaşımı vallahi billahi bilemeyeceğim.

    Bir süre parmaklarıyla hesaplar gibi yaptı. O sırada, kızı Panayota hemen söze karıştı :

    – Baba, 84 yaşındasın şimdi!

    Aleko gülerek, sakin bir sesle devam etti :

    – Biliyorum. 1296 yılında (1880) Midilli’de doğdum, diyeceksin. Biliyorum be, ama hatırlamak işime gelmiyor…

    – Bu Tahtaperde adını nasıl aldınız?

    – Bir futbol hastası Musevî gencinin azizliği oldu. Gene o tarihlerde, İngilizlerin bir küçük harp gemisi gelirdi buralara… Bahriyeliler ilk defa meşin topu getirdikleri için, bizimle eni konu ahbaptırlar. Her gelişlerinde hemen takımlarını getirirler, çıkardık Fenerbahçe çayırına… İngilizlerin zehir gibi bir sol açıkları vardı. Fakat, bütün akınları gelip, benim önüme kesilirdi. Bir türlü geçemezdi beni! Gene bir maçta idi. Akınlar kesilince, sol açık çılgına dönmüş, tepinip duruyordu. Bu sırada, sahanın kenarında bir Musevî genci birden bağırdı : “Geçemezsin onu, bak çekmiş tahta perdesini… Tahtaperde Aleko… Tahtaperde Aleko…”

    İşte o günden sonra bu isim, yafta gibi yapıştı bize. Bir daha da çıkmadı. Elli yıldır yukarı gitsem, Tahtaperde Aleko, aşağı gitsem, Tahtaperde Aleko, diye çağırırlar beni…

    Türkiye’nin İlk Futbolcuları

    – Futbolu kaç yıl oynadınız? İlk golünüzü hatırlar mısınız?

    – İlk zamanlarda Moda Kulübü, Elpis takımları vardı. Sonra bunlar çoğaldı. Ben, Moda Kulübü’nde sağ bek oynuyordum. Hatırımda kaldığına göre, yukarıda soyadı aldığım maçtı. İngilizlerin o su gibi akan sarı delikanlısı, gelip gelip şutları çekiyor ama bir türlü gol olmuyordu. Maç sonlarına doğru, bir ara bizimkilerin bir akını oldu. Ben, santra yerine kadar gelmiştim. Birden, top bizim akıncının ayağından alındı. Bir şutla bana kadar geldi. Biraz sürüp körlemeden bir vurdum. Nasıl vurdum, ben de bilmiyorum. Ama, birden seyirciler tarafından bir “Goooolll!” sesidir geldi. Bir de baktım, fesler havada uçuyordu. Bu, benim bek olduğum halde, attığım ilk golüm oldu. 40 yıl var, oynadım bu mereti… Günde 10 altın kazandığım olurdu.

    “Tahtaperde, maç var, gel!” diye bir haber saldılar mı, ne altın, ne iş, soluğu sahada alırdım. Böylesine severdim meşin topu… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!

    Maçlara hazırlanışlarını şöylece anlattı :

    – Bu sıralarda bekardım. Takım arkadaşlarımdan Hasan, Hüseyin adında iki kıymetli for vardı. Onları daha bazılarını alıp, eve getirir, çilingir sofrasını kurar, hem tek tek atar, hem de ertesi günü birlikte çıkacağımız maç için, İngilizlere karşı oyun şekli hazırladık!

    Hey gidi Galip!

    – Oyun arkadaşlarınızdan en çok kimi severdiniz?

    Gözleri birden perdelendi. 84 yaşına basmış bu koca ihtiyar, anlatılması güç bir dostluğa bağlılıkla, bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyordu :

    – Bir Galip beyimiz vardı. Senelerce Fenerbahçe’ye takım kaptanlığı yapmıştır. Mertti, cömertti, Her şeyini kulübüne verenlerdendi. Son akşamı, onunla bir-iki çakıştırmıştık. Sonra gitti. O gidiş! Ölüm haberini aldığım zaman, bana bıçak soksalardı, kan çıkmazdı…

    Bundan 20 yıl evvel, onu son defa bir oyuna çağırmışlar. Fenerbahçe Stadı’na gitmiş. Kendisine forma ve futbol donu vermişler. “Yok” demiş. “Bu yaştan sonra bacaklarımı gösterip, meşin topla aramı bozamam! Şöyle bir-iki vurup, kurdumu dökeyim yeter!…”

    Baldızı İzmaro, Tahtaperde Aleko’nun sevdiği yemekler için bakınız ne diyor:

    – Ah efendim, hâlâ ete, pilava bayılıyor. Sebzeyi yediği zaman, kendimi doymuş saymıyor. 4 yumurtayı bir akşam yemeğinde yer. Bir bir yumurta yesek, ancak setliçle kendimizi kurtarıyoruz!…

    Onun, spor hayatı dışında avcılığı, balıkçılığı vardı. Onun sepetinde İstanbul’un en nadide ıstakozları bulunurdu. Bir avcılık hikayesini anlatırlar. Meşhur Avcı Sait, Fenerbahçeli Galip, Aleko ava giderler. Bir sülün çıkar. Aleko ateşler. Sülün tepeaşağı gelir. Galip bağırır : “Yaşa Sait!”. Aleko kızar, göğsüne vura vura : “Ne Said’i be! Aleko yok mu burada!…”

    Tahtaperde Aleko’nun yanlış teşhis yüzünden 19 yaşında ölen bir oğlunun yası ona hayatı zehir etmiş. Bu konuda şöyle diyor :

    – Onun ölümünden sonra neşem gitti. Hayatı bıraktım. Ne yapalım ki, hayat hâlâ bizi bırakmadı. Bakalım, sevdiklerimize ne zaman kavuşacağız.


    Yazıya Dair

    Röportaj : Necdet Erdem – T.E.
    Fotoğraflar : Tamer Güvenç

    En Üstte : Aleko’nun da aralarında bek oynadığı 1905’deki Elpis Kulübü’nün futbol takımını gösteriyor. Takım durumuna göre kaleci Yorgo, sağ bek Aleko (Tahtaperde), sol bek Mihal, İdareci Yorgo (giyimli), saf haf Kiryako, santrhaf Papazınoğlu, sol haf Boyacı Niko, sağ açık İstefo, saç iç Todori, santrfor Yorgo, sol iç Vasil (sağ ve Yunanistan’da), sağ açık Yorgi Lagopolos’u göstermektedir.

    Küçük Fotoğraf : Tahtaperde Aleko

    Sol Altta : Aleko 84’lük ama, gönlü taptazedir. Bütün ev halkı hizmetinde vazife alır. Baldızı kravatını düzeltirse, kızı kol düğmelerini takar. Onu, ömründe bir kere olsun traşsız gören olmamış!…

    Sağ Altta : Zaman olur, yaş ilerler, top oynanmaz, maça gidilmez olur!… İşte, o devir için, Aleko : “Benim gibi yapınız, diyor. Radyonun başına oturun. Dinler, bağırır, kurdunuzu dökersiniz…”