Etiket: Ercan Aktuna

  • Yaşar Mumcu Röportajı

    Yaşar Mumcu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yaşar Mumcu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe, Hep Fenerbahçe

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yaşar Bey?

    1942 senesinde Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir Fenerbahçeli olarak dünyaya geldim.

    Ortaokul çağlarında herkes gibi ben de mahalle arasında top oynayarak vakit geçirdim.

    Liseye başladığım sene Akçaabat Sebatspor’ da yavaş yavaş antrenmanlara çıkmaya ve kadroya girmeye başladım. Futbol hayatımız başladı. Lise iki, lise üçüncü sınıfta Sebatspor’da oynuyordum.

    Orada üç sene oynadıktan sonra Ankara PTTSpor’a transferim gerçekleşti, orda da iki sene oynadıktan sonra 1965 yılında Fenerbahçe’ye transferim gerçekleşti.

    Yıl 1965 ve renklerine âşık olduğum takıma transferim gerçekleşmişti. Bu arada PTT’de oynarken milli takıma çağrılan tek oyuncu bendim. 

    Transferinizin gerçekleşmesinde kimler rol oynadı?

    O sene Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe beni istiyordu. Ben küçüklüğümden beri Fenerbahçeli olduğumdan bu tarafa meyil oldu.

    Fenerbahçe, kulübüme de çok ısrarcı oldu. PTT’nin 200.000 Lira borcu vardı. Benim de mukavelem vardı. “Bu parayı bize verirseniz biz de Yaşar’ı size veririz.” dediler.

    O zamanın Başkanı İsmet Uluğ; ikinci başkansa Faruk Ilgaz’dı. Geldiler, ben de o sırada tatildeydim. Dönüşte bir baktık havaalanı ana baba günü… Bütün Fenerbahçeliler, gazeteciler, yöneticiler hepsi orada, hemen otele gittik, mukaveleyi yaptık.

    Böylece İstanbul’a geldim. O yıl takıma PTT’den Ercan Aktuna ile birlikte geldik. Bir sene önce de Ziya ve Şükrü gelmişlerdi. Kaleci Ali, Özcan ve Selim vardı. Biz de Şükrü, Ali İhsan ve Ercan beraberce Kurbağalıdere’de bir bekâr evinde kalıyorduk.

    Bir sene orada kaldık sonra Şükrü ile bir sene Bahariye’de oturduk. Daha sonra da Şaşkınbakkal’a geldik. Şükrü Birant da evlenip gidince ben orada İstanbulspor’a geçen Bülent diye bir arkadaşımız vardı, onunla kaldım. Sonra askerlik, evlilik derken 1973 yılına kadar oynadım.

    Aklınıza gelen hoş bir anı var mı bu dönemi dair…

    Ankara’da Emin Cankurtaran ve Faruk Ilgaz’la mukaveleyi yaptık, parayı da Emin Ağabey otelde sayıyor. Hepsi 500’ lük…

    Eve geldim, yattık. Ertesi gün paralar cebimde uçağa bindik. Kulüpte gazeteciler karşıladı. Top sektirme falan var. Formaları giydim, paraları pantolonun cebinde soyunma odasına bıraktım. Aklım soyunma odasında, kapılar emniyetli değil.

    Eyüp Ağabey, “Ne oluyor, Yaşar nedir bu telaş?” dediğinde “Eyüp Ağabey aldığım paralar cebimde aklım orda” dediğimde nasıl güldüğünü unutamam. Resimler çekildi de, hemen bankaya gittik.

    Kaç maç, kaç gol?

    Aşağı yukarı 275 maç ve 75 gol…

    Fenerbahçe’den 1973 yılında ayrıldığınızda başka bir takımda oynadınız mı?

    Askerden sonra iki sene de Sakaryaspor’da oynadım, sonra futbol hayatımı noktaladım.

    Ticaret hayatına atıldım, önce plastik işiyle uğraştım, arkasından ham madde işiyle uğraştım.

    Bir oğlum, bir kızım var. 10 senedir de emeklilik yaşıyoruz. Tüm zamanım kulüpte geçiyor. Faruk Ilgaz Tesislerindeyiz. Briç oynuyorum.

    Bugün baktığınızda futbol oyuncuları kulübümüzde çok geniş imkânlara sahip, siz geçmişe döndüğünüzde en büyük zorluk sizce neydi?

    Zorlukların en başında benim için ayakkabılar geliyordu. Ayakkabılar güzel değildi; toprak sahalarda oynadığımız için kramponların altındaki çivilerin ayağımızın altına battığını çok iyi hatırlıyorum. Maç bitiyor, bizim ayaklarımız kanıyordu.

    Bir tane ayakkabımız, bir tane formamız, bir tane eşofmanımız vardı. Bunlar her maçtan sonra yıkanıyor, ertesi gün aynı şeyi giyiyorduk. Şimdi on tane forma var. Terledin çıkar, bir diğerini giy, seyirciye at, her maça başka bir forma düşüyor. Doğal olarak o günkü şartlarda biz bunları göremedik. Devre arasında bile forma değişiyor şimdi.

    Sahalar çok kötüydü. Ankara’da, Eskişehir’deki sahalar çimdi. İstanbul’da Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Yeşildirek, Sarıyer ve İstanbulspor oynuyordu fakat sahalar kötüydü.

    Hem cumartesi hem pazar oynuyorduk. Oyuncu değişikliği yoktu, sakatlansan bile o maçı bitirmeliydin.

    Şimdi malzemeler, sahalar, toplar süper. Bizim toplar 3,5 kilo diyelim yağmuru yediği zaman 4,5 5 kiloya ulaşıyordu. İstediğin hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyordun.

    Örnek aldığınız futbolcu kimdi?

    Can Bartu’ya hayrandım. Bir de Naci Erdem’in son seneleriydi. Onlar büyüktü biz çocuk sayılırdık onların yanında.

    Futbol yaşamınızda sizi etkileyen bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?

    Milli takımda Portekiz’le oynuyorduk. Maçta sol açığa koydular beni. Aşağıdan ayaklarım titriyor sahanın ortasına gidemiyordum. Bunu hiç unutmam.

    Kaç kez milli formayı giydiniz?

    O yıllarda milli takım maçları çok değildi. Yedi kez milli forma giydim.

    1968 yılı kupalarla dolu bir yılımızdı. 1967-68 senesinde Lig Şampiyonluğu, Türkiye Kupası, TSYD, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupası maçlarını kazanarak 5 kupayı birden aldık. Bir de Balkan Kupası. Bu başarılar yakalanırken siz de takımdaydınız…

    1968 gerçekten en başarılı yılımız Balkan Kupası maçlarında hem sağda hem solda oynuyorum fakat orta uç’a koydular beni “Allah Allah” dedim. 3 gol attım 3-0 aldık.

    Bir sonraki maçlarda Romen ve Bulgarlarla oynadık. O maçta da 3-1 yendik, ben de attım. Çok renkli bir yıl olarak futbol tarihine geçti.

    UEFA Kupası’nda ilk golü siz attınız ve bunu UEFA yetkililerinin 38 yıl sonra sizi kura çekimleri için davet ettiklerinde öğrendiniz. Türkiye için yine gurur verici bir olay oldu. UEFA Kupası’nın 1971 yılında oynanan bu ilk maçında atılan gol İngiltere’nin “Biz attık” itirazlarına rağmen sizin ve ülkemizin onur kaynağı oldu. Biraz anlatabilir misiniz?

    14 Eylül 1971 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Ferencvaroş maçında atmış olduğum bu golün UEFA Kupası tarihinin en önemli golü olduğunu ben de 38 yıl sonra tüm Türkiye ile birden öğrendim.

    1971-72 sezonundan itibaren tüm takımların katılabildiği bir statüye kavuşan UEFA Kupası’nda atılan ilk golüymüş.

    Fenerbahçe-Ferencvaroş olarak kura çektik. Maç 1- 1 bitmişti. O golün tarihe geçeceğini bilemezdim. Her ne kadar UEFA Kupası’nın ilk golü benden gelse de bunda Fenerbahçe’nin payı çok büyük.

    Kulüpten Serkan Acar beni aradı. UEFA’dan sana mektup var dediğinde merak etmiştim. Yanına gittim, anlattı. Meğer UEFA tarihindeki ilk golü ben atmışım. Monaco uçak biletlerimizi first class aldılar, deniz manzaralı odalar, kapıda arabalar… Futbol oynarken görmediğim itibarı o günlerde gördüm. Bizim zamanımızda öyle lüksler yoktu tabii.

    Fenerbahçe Televizyonu’nun eski çalışanlarından Yusuf Kenan tercüman olarak yanımdaydı. Sonra kuraları çektik, bir de ödül verdiler. UEFA Başkanı Platini’nin verdiği akşam yemeğine katıldım.

    Bana ‘Bizi kırmayıp buraya kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederim.’ dedi.

    Ben de ona ‘Beni hatırlayıp davet ettiğiniz için çok mutluyum’ dedim.

    Sonra söz Fenerbahçe’den açılınca Platini “Fenerbahçe, hep Fenerbahçe” diyerek elimi sıktı. Bu benim için unutulmaz bir andı.

    Şimdiki Fenerbahçe Spor Kulübü’nü nasıl buluyorsunuz, maçları seyretmeye stadımıza gelebiliyor musunuz?

    Gelişimler her şey acayip, dört dörtlük bir stat, her şey yüzde yüz farklı. Sevdiğim oyuncular… Özellikle Alex.

    Her maça geliyorum, maç seyretmeye bayılıyorum. Eskiden Şeref Tribünü’nün sağından seyrediyordum. Şimdi yine öyle bir yer var oradan seyrediyoruz.

    Sanki biz oynuyoruz gibi eve nasıl yorgun geliyorum anlatamam. Geçen sene yapılan olayların ise tümden haksızlık olduğunu düşünüyorum.

    Taraftarımıza ne mesajınız var?

    Yuhalanma olduğunda dağılıyordum. Sanki kulağımın dibinde söylüyorlar gibi etkiliyordu bazen.

    Alex yuhalandığında Başkanımız Aziz Yıldırım’ın olgunluğunu unutamam, başkan kalktı ve alkışladı tüm millet sustu.

    Alex’in başkana olan sevgisi, varlığı arttı. Tek isteğim oyuncuları yuhalamasınlar, sabırlı olsunlar, sakin olsunlar, sezonu beklesinler, anlık tepkiler çok kötü.

    Eski sporcular olarak beklentileriniz neler?

    Başkanımız elinden geldiği kadar yakınlık gösteriyor, ihtiyacı olanlara yardım ediyor, ben memnunum. Huzur evi de yapılırsa tam olur.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Kaptanın Seyir Defteri V

    Kaptanın Seyir Defteri V

    Başından beri Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu ekibinde desteğini esirgemeyen kıymetli büyüğümüz Alp Eralp “el emeği göz nuru” bir arşivi, sezon sezon tuttuğu defterleri paylaşmamız için bize teslim etmişti… “Kaptanın Seyir Defteri I” 1980’li yıllarında sonunda tutulan müthiş bir imza defteriydi. Serinin beşinci defteri Fenerbahçe’nin 1989-1990 sezonuna ait. Huzurlarınızda: Kaptanın Seyir Defteri V

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kaptanın Seyir Defteri I

    Kaptanın Seyir Defteri II

    Kaptanın Seyir Defteri III

    Kaptanın Seyir Defteri IV


    Fenerbahçe’nin Kadrosu: Aykut Kocaman, Batur Altıparmak, Bilal Şar, Cafer Orbay, Can Barhan, Cevdet Çapar, Durmuş Çolak, Erdi Demir, Ergin Parlar, Hakan Tecimer, Hasan Kemal Özdemir, Henrik Nielsen, İmdat Korkmaz, Ivan Vishnevski, İsmail Kartal, Mustafa Kurt, Müjdat Yetkiner, Necat Barut, Neşet Muharremoğlu, Nezihi Tosuncuk, Nurettin Yıldız, Oğuz Çetin, Rıdvan Dilmen, Sedat Karaoğlu, Serdar Şenkaya, Şenol Çorlu, Şenol Ulusavaş, Şenol Ustaömer, Taygun Erdem, Toni Schumacher, Turhan Sofuoğlu, Vedat Uysal

    Lige Katılan Takımlar: Beşiktaş, Fenerbahçe, Trabzonspor, Galatasaray, Sarıyer, Bursaspor, Konyaspor, Karşıyaka, Ankaragücü, Zeytinburnu, Gençlerbirliği, Adanaspor, Boluspor, Malatyaspor, Altay, Samsunspor, Adana Demirspor, Sakaryaspor

    Köşe Yazarları ve Fotoğrafçılar: Ahmet Ravalı, Ahmet Yüksel, Alaettin Metin, Altan Altun, Arif Işıldayan, Atılay Kayaoğlu, Atilla Türker, Attila Gökçe, Bahadır Doğan, Birol Pekel, Can Bartu, Can Tanrıyar, Cem Şengül, Cemal Ersen, Cihangir Şahin, Coşkun Özarı, Cüneyt Şengül, Deniz Gökçe, Doğan Babacan, Doğan Ersavaş, Engin Biçer, Ercan Aktuna, Ercan Alituna, Ercan Güven, Ercüment Ateş, Erdoğan Şenay, Erol Yaşar, Ertuğrul Dilek, Faik Çetiner, Güngör Sayarı, Gürcan Bilgiç, Halit Kıvanç, Hıncal Uluç, Hüseyin Kırcalı, Hüseyin Sarıuçak, Hüsnü Çil, İhsan Topaloğlu, İlhan Söyler, İlyas Namoğlu, İslam Çupi, İsmet Solak, Kemal Belgin, Lefter Küçükandonyadis, Mehmet Kırcalı, Metin Oktay, Murat Deveci, Mustafa Çakır, Mümin Özkasap, Mümtaz Soysal, Münir Bağrıaçık, Necati Özçağlayan, Necmi Tanyolaç, Nevruz Şerif, Nezih Alkış, Nihat Geven, Onur Kayador, Orhan Aldinç, Orhan Tokatlı, Osman Denizci, Osman Korkmazel, Ömer Üründül, Recep Şeker, Saim Altunterim, Selahattin Gökhan, Sinan Erbil, Süleyman Gültekin, Şafak Kayarlar, Şansal Büyüka, Şükrü Kaya, Taki Doğan, Talat Tokat, Talay Erker, Tamer Güney, Tayfun Bayındır, Tayfun Gündoğar, Tayyar Özdemir, Togay Bayatlı, Turgay Esmer, Turgay Örme, Turgay Şeren, Uluğ Örs, Ünal Tümin, Ünver Ergun, Vedat Bayraktar, Vedat Okyar, Yalçın Türk, Yılmaz Canel, Yusuf Dursun, Yusuf Tunaoğlu, Yusuf Yalkın, Zeki Çol, Ziya Şengül


    Kaptanın Seyir Defteri V

  • Ilie Datcu Röportajı

    Ilie Datcu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Cemil Turan röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Müthiş Bir Kaleci

    Fenerbahçemizin iz bırakan oyuncularındansınız, futbol hayatınız nasıl başladı?

    10 yaşında Romanya’da Dinamo Bükreş genç takıma başladım. 14 yaşına kadar genç milli takımda görevimi yaptım.

    Hemen kalecilikle başlamadım. Bir süre sol açık, sağ açık oynadım. Ondan sonra hoca beni kaleci olarak seçti.

    10 yaşında lisanslı oldum. 15 yaşında Dinamo Bükreş A takımında oynamaya başladım. Tabii ki bu dönem içinde çok şampiyonluklar yaşadım. Şampiyonluklara erken alıştığım için hep şampiyonluk istedim, başka bir şey istemedim.

    36 kez milli oldum.

    Fenerbahçe kalesine geçişiniz nasıl gerçekleşti?

    Ben bir Alman takımıyla anlaşmıştım. O yıllarda Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz da ülkemizin federasyon başkanını yakından tanıyordu. O sıralarda da bizim İsviçre’de bir maçımız vardı. O maç sonrası bizim yöneticiler “Sen Almanya’ya gidemezsin, sen Fenerbahçe’ye gideceksin, orada senin hemşerin var. Yunus var, Nunweiller var. Onların arasına katılacaksın.” dediler. Böylece diğer kontratım iptal oldu.

    En sonunda da devlet başkanımız Çavuşesku’dan izin alınarak 20 Temmuz olan doğum günümde Fenerbahçe’ye girdim. O gün bugündür Fenerbahçeliyim, şampiyonluk kazandım, iyi bir şekilde görev yaptım. 

    İlk geldiğinizdeki kadronuzda takım arkadaşlarınız: Yavuz, Numan, Şükrü, Levent, Nunweiler, Ercan, Yılmaz, Yaşar, Fuat, Abdullah, Ogün, Zeki, Can, Selim, Serkan, Ümran, Selim ve Ziya gibi unutulmaz oyuncularımız vardı…

    Evet, Fenerbahçe’de 6 sene oynadım. Efsane antrenör Didi’nin çalıştırdığı bir takımdı. Şampiyonluklar yaşadım. Faruk Ilgaz, Eşref Aydın gibi değerli yöneticilerimiz vardı. Hepsi de her zaman çok yardımcı oldular. En iyi olmamız için her zaman gerekli çabayı gösterirlerdi. Arkadaşlarımızla hep beraber yemekler düzenliyor, hep birlikte vakit geçiriyorduk.

    Derbi maçları sonrası neler yapardınız?

    Bugünkü gibi rekabet yoktu. Rakip takım futbolcularıyla hep beraber yemekler yiyorduk. Futbol ayrı, arkadaşlık ayrı… Sevgi ve saygıyı saha içinde de görebiliyorduk. Bugün bazı istenmeyen olaylar yaşanabiliyor ama dönüp baktığımda 40 sene hiç geçmemiş gibi hala bana heyecan verebiliyor…

    Vatani duygularınızı katmadan profesyonel bir şekilde gerçekleştirdiğiniz, kendi ülke takımınızla, Fenerbahçe arasında oynanan bir maçta ülkenizin UEFA kupasından elenmesine neden oldunuz. O maç sonrası artık Arges Piteşti kupadan elenmişti. Maç sonrası ülkeden çıkışınıza izin verilmedi. Nezarete alınışınız ve bir hafta hapiste kalışınız sonra diplomatik girişimler sonucunda çıkarak ve tekrar ülkemize dönerek takımdaki yerinizi alışınız… O maçı Halit Kıvanç “Gool diye diye…” isimli kitabında heyecanla şöyle anlatıyordu:

    “Maçın Romanya’daki rövanşında da mikrofon başındaydım. Yine Fenerbahçe, yine Cemil…

    Bir de Datcu vardı bu kez…

    Oyunun daha başında sudan bir penaltı çalmıştı hakem. Hani verilse de olur, verilmese de, türünden bir hareketti…

     Ve bu gol çok erken geldiği için, çekinmişti sarı-lacivertliler…

    Fakat Cemil, o büyük Cemil, bütün stadı ayağı kaldıran bir golün kahramanı olmuştu Piteşti’de…

    Topu kendi yarı alanından almış, sürmüş sürmüş sürmüştü…

    O gidiyordu sahada…

    Ben de gidiyordum Cemil’le birlikte radyoda: ‘…

    Cemil akıyor…

    Arges Piteşti yan alanında sürüyor topu…

    Bir rakibini geçti…

    Birini daha…

    Ceza alanına sokuldu. Kaleci çıkacak mı?

    Top hâlâ Cemil’de sokuldu iyice…

    Kaleci ile karşı karşıya…

    Vuruyor…

    Ve gol…

     Evet gol…

     Nefis bir gol…

    Durum 1-1… 1-1 oldu şimdi…

    Sonrasında Fenerbahçe şahlanmış, oyunu 1-1 bitirmeyi başarmıştı. Bu büyük başarının en büyük ortağı da, Cemil’le birlikte kaleci Datcu idi. Datcu, Romen’di. kendi doğduğu, büyüdüğü topraklarda bir Türk takımının kalesini, hem de bir Romen takımına karşı korurken, bir Türk heyecanını duyuyordu. Sonra da tamamen bizden olacaktı zaten…

    Tribünlerdeki Romen seyirciler, Fenerbahçe’yi alkışlıyor, fakat -öğrendiğime göre- Datcu’ya Romence hayli ‘ilginç’ sözler de söylüyorlardı. Kızıyorlardı, kendilerinden olan bir kalecinin gollerini önlemesine… Datcu da öylesine mükemmel oynuyordu ki…

    Futbolu meslek seçmiş ve işte meslek namusunu her şeyin üstünde tutuyordu. Fenerbahçe, bu güzel futbolla ikinci tura çıktı, ama Fransa’dan eski tanıdık Nice takımı ile karşılaşınca keyfi devam etmedi. Fransa’da 4-0 yenilince, burada 2-0 kazanmasının hiç bir yararı olmadı.” 

    Siz neler söylemek istersiniz?

    Çok güzel anlatmış Halit Kıvanç… Evet, o gün berabere kaldık çok fedakârlık yaptım… Hiçbir zaman kendi menfaatlerimi ön plana koymadım. Fenerbahçe’ye geçince kendi Milli takımı da bıraktım. 

    O günleri özlüyor musunuz?

    Özlemek ne kelime! Bir daha dünyaya gelsem yine kaleci olurdum… 

    Kaleciliği çok severek yapıyordunuz. Bir sezon 30 maçta sadece 6 gol yediniz ve tarihe geçtiniz… 

    Bazen dünyanın en iyi kalecileri bile kötü goller yer ama özellikle kritik bir maçta kolay kolay gol yemem.

    Yeri geldiğinde mağlup da oluruz ama çok gol yediğim bir maç olmadı. Tabii bunda takım arkadaşlarımın başarıları da söz konusuydu.

    Evet, bir sezonu sadece 6 golle kapamıştık. Bu başarı Ziya, Ercan, Şükrü, Ogün ve Can’ın, Selim’in, Nedim’in yer aldığı iyi bir takımdı… 

    Kaleci antrenörlüğü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

    Şimdiki yıllarda futbol okulları açıldı, ben 40 sene önce geldiğimde de söyledim; “Bu kaleci antrenörlerinin farklı olması lazım” diye…

    Şimdi kaleci okulları var. Bir – iki sene önce başladı. Eskiden yoktu. 1992 itibarıyla yavaş yavaş başladı.

    Bizimle antrenörler fazla uğraşmazdı, biz kendimiz yetiştik. 2-3 saat antrenmanla çıktık.

    Şimdi kitaplar var, bilgisayarlar var. Şimdikiler şanslı, kendilerini daha fazla yetiştirmeleri için her olanak var. Ben kendi kendime bile evde takımları inceliyorum, sistemlerini anlamaya çalışıyorum, kendi kendime bir şeyler yapıyorum. Futbolu çok sevdiğim için uzaklaştığımda kahroluyorum.

    Katkılarınızla iyi kaleciler yetiştirdiniz. Bu sezon takımlarda yer alacak kalecilerle ilgili neler söyleyeceksiniz?

    Birisine iyi dediğinde rekabet yaratıyor, kötü dediğinde kızıyorlar onun için yorum yapmamayı tercih ediyorum.

    Maçlarda heyecanlanır mıydınız? Ya şimdilerde televizyondan izlerken nasılsınız?

    Top oynarken heyecanlanmadım, maç izlerken mi heyecanlanacağım? Çok soğukkanlıydım. Çünkü görevimi bilirdim. Ortak antrenmanlarımızda ayrı kapalı salona gider, kendim de ayrı hazırlanırdım, Zekâ, güç ve ayaklar birleştiğinde iyi bir şey çıkıyor.

    En zor iş kaleciliktir, en ufak şeylerde kurtarıcısın, kaleci gerektiğinde çıkış yapmalı, takım ayrı, kalecilik ayrıdır.

    Oyunculuk hayatınızı tamamladıktan sonra, tecrübe ve deneyimlerinizi ortaya koyduğunuz çalıştırıcılık döneminizi aktarır mısınız?

    1962 yılında başlayan futbol hayatım, 1978’de sona erdi. Almanya’da ve Türkiye’de antrenörlük yaptım.

    Türk Milli Takımı’nın kalecisi Rüştü Reçber’e 4 yıl boyunca kaleci antrenörlüğü yaptım. Hala arar.

    Yemeklerine kadar kontrol ederdim. Çok disiplinli çalışırdım. Disiplinsizliğe de asla tahammülüm yoktur.

    Altyapı kaleci antrenörlüğü de yaptım. 1975’de Fenerbahçe’de kısa bir dönem teknik direktörlükten sonra Göztepe, Eskişehirspor’da da görev aldım.

    Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldunuz… 

    Evet, 1980 yılında Türk vatandaşı oldum. En kısa zamanda da Türk vatandaşlığına geçen benim. Bundan da büyük bir mutluluk duyuyorum.

    Beşiktaş’ın 100. yılındaki şampiyonlukta güzel bir anekdotunuz var, onu buradan da paylaşır mısınız?

    Lucescu’ya yardımcı antrenörlük yaptığım ve 100. yılında Beşiktaş’ın şampiyon olduğu sezondu.

    O günlere dayanan ilginç anım ise şöyleydi:

    Oğlum Kerem, koyu bir Fenerbahçelidir. Aynı zamanda Fenerbahçe Genç Takımı’nda da oynamıştır. Beşiktaş 100. Yıl kutlamalarında Kerem’e de Beşiktaş forması giydirmeye çalışmışlar… Baktım, bana bir telefon geldi… Kerem telefonda bas bas bağırıyor: “Baba baba, sen ne yaptın?

    Bunlar bana Beşiktaş forması giydirmeye kalkıyorlar, gel beni kurtar.”

    Artık Bodrum’da yaşıyorsunuz, günleriniz nasıl geçiyor? 

    6 senedir Bodrum’dayım. Eşim Olga ile birlikte sık sık gelen çocuklarımız ve misafirlerimizi ağırlıyor, keyifli günler geçiriyoruz. Üç tane de köpeğimiz var. Bahçeler, çiçekler, sebzeler derken günler hızlı bir şekilde geçiyor. Evimizi çok seviyoruz. Turgut Reis çok güzel şirin bir kasaba… Tüm Fenerbahçelileri de her zaman ziyaretime bekliyorum.

    Fenerbahçe taraftarı sizi çok seviyor ve kalbimizde unutulmaz bir yeriniz var… 

    Futbol oynarken bazı oyuncular taraftarın coşkusundan etkileniyor, bazısıysa gamsız etkilenmez. Biz taraftardan çok enerji aldık…

    Takım kazandı mı taraftar çok mutlu oluyor. Olacak iş değil bazı taraftar takımını o kadar benimsiyor ki bunu özel hayatına bile yansıtıyor… Bir daha dünyaya gelsem yine kalecilik yaparım, yine Fenerbahçe’de oynarım. Fenerbahçe’nin adı da büyük kendi de büyük… Bir ara “Datcu Galatasaray yolunda” diye haberler çıkardılar, kim yazdı bilmiyorum ama hepsi yalan haberlerdi. Kim çağırdıysa gitmedim. Ben asla taraftarımı üzecek bir şey yapmadım. Fenerbahçe’yi de çok seviyorum, taraftarını da çok seviyorum, hepsini yanaklarından öpüyorum…

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Can Bartu Hazinesi

    Can Bartu Hazinesi

    Çok uzun zamandır bir “Can Bartu Kitabı” için çalışmaya çalışıyoruz fakat, gaile-i hayat, bihakkın bir proje için gereken zamanın ayrılması mümkün olmadı… Bununla beraber, bu müthiş ismin fotoğraf arşivi yani (tabiri caizse) “Can Bartu Hazinesi” için de bir şey düşünmek gerekiyordu.

    Sevgili eşi Güler Bartu Hanımefendinin teveccühü sayesinde tamamını dijital hale getirdiğimiz fotoğrafları Fenerbahçe ve Türk spor tarihi ile buluşturmak yerinde olacaktı. Merhum Can Bartu’nun ruhu şâd olsun. Saygıdeğer Güler Bartu’ya, kelimenin tam anlamıyla, sonsuz teşekkürlerimizle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Can Bartu: 1936’da İstanbul’da doğdu. Futbola Fenerbahçe’de başladı. 1961’de profesyonel kadroda iken, antrenör Szekely’nin aracılığıyla, İtalya’nın Lazio kulübüne gitti ve bu transferden Fenerbahçe Kulübü 17 bin dolar aldı. İtalya’da 6 yıl futbol oynayan Can, 1967’de tekrar Fenerbahçe’ye dönmüş ve 1970 Temmuz’unda futbolu bırakmıştır. Fenerbahçe’de 330 maç yapıp 162 gol atan Can, 28 kez yer aldığı ve 5 gol attığı milli takımın da 6 kez kaptanlığını yapmıştır. Basketbolda da millidir. (Rüştü Dağlaroğlu | 1907-1987 Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi)


  • Ersoy Sandalcı Röportajı

    Ersoy Sandalcı Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Ersoy Sandalcı röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Takımın Beyni

    Spor hayatınız nasıl başladı?

    İstanbul, Kızıltoprak semtinde yaşıyorduk. Dört kardeşli bir ailenin en küçüğüyüm.

    Sporcu bir aile sayılırız. Ağabeyim Erdinç’le benim aramda 1,5 yaş var. O da Fenerbahçe’de iki sene oynadı, 1969’da Vefa’ya transfer oldu, başarılı olunca da Vefaspor geri vermedi.

    Top benim için mahalle arasında başladı. Ben fazla meraklı değildim ama arada bir oynuyordum. Mahallede oynarken o dönem kulüplerin altyapılarına yönlendiren ağabeyler vardı. O dönemde de Talha Altunbaşak vardı. Onun tavsiyesiyle Fenerbahçe genç takıma iki kardeş gittik. 40 kişi arasından seçilmiştik. Birinci plana çıktık. Benim yaşım küçük olduğu için lisansım çıkmadı ama ağabeyiminki çıktı. Baktım ona ayakkabılar, formalar verildi. Bana da cazip geldi, iştahlandım.

    Futbola ben de yetenekliydim fakat kendi yeteneğimin farkında değildim. Fakat bana lisans çıkarılmayınca ben de antrenmanlara gitmemeye başladım. Lisans yaşı on beşti çünkü. Ben de o ara Beşiktaş’ın seçmelerine katıldım. Gittik oradan döndük.

    Dönüşümüzde Molnar zamanında semt takımları turnuvaları düzenlerdi. Fenerbahçe’de Faruk Ilgaz dönemiydi. Biz de Kızıltoprak olarak katılırdık. Orada junior takıma ve genç takıma seçim vardı. Burada ben Ümran Kaçar’la genç takıma seçildik. Bir müddet oynamadık. Genç takımda Donanma Kamil ilk antrenörümüzdü. Kendi muhitinden oyuncular getiriyordu, kadro öyle oluşuyordu. Biz yeni çıktığımız için öyle sessiz, ufak tefek, cılızdık. Diğer oyuncular daha güçlü kuvvetliydi. Antrenmanlarda başarılıydı.

    1966-67 yıllar böyle başladı. Yaş 15. Tabii daha sonra tercih edilmeye başlandık. Genç takım bazında Türkiye’de ilk defa gerçekleşen turnuvada Türkiye şampiyonu olduk. Fenerbahçe tarihinde o da bize kısmet oldu. Konya’da finalleri oynadık. O zaman bana Karşıyaka takımı talip oldu. Oradan beni kaçırdılar. Bir ay orda kaldım Fenerbahçe onaylamadı tabii. Sonra Almanya’da olan bir turnuvaya katıldık. Faruk Başkanımız da geldi. Turnuvada çok başarılı oldum, hatta turnuvanın gol kralı oldum. Hâlbuki orta saha oyuncusuydum fakat uzak toplara iyi vururdum.

    Hatta sizin “Takımın beyni” diye de bir titriniz varmış…

    Evet, daha çok organizasyon, oyun kurma ve asist yapardım. Az gollerim var ama öz gollerdi bunlar. Değerli gollerdi. Braytner’e benzetirlerdi. Lakap olarak “Dansör” derlerdi.

    Dönüşte sezon sonuydu. Ankara’ya gittik, Başbakanlık Kupası vardı. Orada da gol attım. Yavaş yavaş oynamaya başladık. 

    A takımdaysa daha yeni oynuyorum. Nedim Doğan kaptandı. Birkaç iyi maçım oldu. Sabri Hoca ile de çalıştım. Parlak dönemim Didi zamanıydı. Benim için “Didi’nin gözdesi” derlerdi, Didi dönemi çok başarılı geçti. O’nun gelişiyle şeklimiz değişti, öz güvenimizi kazandık, onla beraber şampiyonluklar yaşadık, kupalar aldık.

    Kaptanlık da yaptınız…

    Ercan Aktuna menajerdi. Necdet Niş’le beraber görevdelerdi. 1974’de Abdulah Gegiç geldi.1975-76 sezonunda Abdullah Gegiç antrenörümüzdü. “Kim eski?” diye sordu. Benim olduğumu söylediler. Ziya’nın sakatlığı döneminde kaptan oldum.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nden sonra hangi takımlarda oynadınız?

    1976-77 sezonunda Zonguldakspor’a transfer oldum. Altı sene oynadım. Başarılı geçti. Oradan Ankaragücü’ne gittim. 1985 yılında bıraktım.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nden ayrılmak zor olsa gerek…

    Buruk ayrıldım. O günkü koşullarda bazı polemikler yaşandı, dışarıdan gelenler daha öncelikliydi. İçerideki altyapıdan yetişenler evlat muamelesi görüyordu. Haklarımızı aramak durumundaydık.

    Hatta bir dönem rahmetli Emin Cankurtaran’ın başkanlığı zamanında beni satışa çıkardılar. Büyük bir paraya çıkardılar, kulüpte kaldık fakat bir sürü vergi ödedim.

    Bir süre kadro dışı çalıştım sonra affedildik. Didi “Ersoy’suz Fenerbahçe olmaz” dedi tekrar başladık.

    Futbol sonrası neler yaptınız?

    1985’te amatör kurslara katıldım, antrenörlük kurslarına gittim. Fenerbahçe’de PAF takımını çalıştırdım.

    Daha sonra Denizlispor’a gittim. 1996’da “Altın Tepsi Amatör Şampiyonluğu” olayı oldu.

    Sonra Düzcespor, Nilüferspor’da teknik sorumlu olarak çalıştım, Düzce dönüşü 1998’de TFF’ye girdim.

    O zamandan bu zamana genç milli takımlar bölge antrenörü olarak başladım, tüm yaş kategorilerinde antrenör olarak çalıştım.

    Semih’le başlamıştım. Daha sonra 1984-85-86-87 grupları çalıştırdım sonra rotasyon oldu, 88’lileri yetiştirmek üzere milli takım Gürbüz Hoca’yla olan takımı biz hazırlamıştık. Dünya üçüncüsü olan takımdı. Volkan Demirel, Volkan Babacan gibi değerli sporcularımıza bizim de katkılarımız olmuştur.

    Milli takımda kaç kez forma giydiniz?

    Üç kez giydim. En son İtalyan maçında menüsküs oldum. 70 senesiydi. Şimdi bakıyorsun bir genç 150 kere milli olmuş. O zamanlar bu kadar milli maç yoktu.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyuncu olduğunuz dönemde kimle aynı evi paylaşırdınız?

    Dereağzı Fenerbahçe Burnu’nda kalırdık. Adil’le paylaşırdım evi. Çoğu zamanım onla geçerdi.

    Bir anınızı paylaşır mısınız?

    Benim Erdinç kardeşim Kayserispor’a transfer olduğu dönemde karşılıklı bir maç yaptık. Ben de Fenerbahçe’de oynuyordum.

    Bir gün evvel de annemle beraberdik. Anneme şakadan “Bak oğlunun ayağını elini vereceğim eline” dedim. Annem de saf bir kadın “Aman sana sütümü helal etmem güzel oynayın, birbirinizi yaralamayın.” dedi.

    Maç başladı. Kayserispor da iyi oynuyor. Bir pozisyon oldu, baktım o taraf çok etkili geliyor. Ben ağabeyim Erdinç’i bir tırpanladım, attım, çimden dışarı çıktı. Ben de dışarı çıkmışım. İstemeden tabii. O da sakatlandı, benim de dizim döndü, ameliyatlık duruma geldim, onun da kasığı yırtıldı.

    Ertesi gün gazetelerde “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” diye başlık atmışlardı. Annem de duyunca baktım benimle konuşmuyor, aramızda önceden böyle esprili bir konuşma geçince gerçek sanmıştı. Ta ki ben ameliyata girinceye kadar…

    Taraftarımıza mesajlarınız nelerdir?

    Zaman zaman taraftar faturayı kişileştirir, bazen protestolar olurdu. Tabii aranan isim de olurdunuz.

    Fenerbahçe çok büyük bir takım olduğu için onun büyüklüğünü sahaya yansıtmak çok önemli bir işti bizim için. Taraftar takımı kişiselleştirmemeli. Futbol bir takım oyunu.

    Maçlara geliyor musunuz veya izlerken nasılsınız? Tepkileriniz neler?

    Maçlara geliyorum. Gelmediğim zaman televizyondan izliyorum. Kazanmasını arzu ediyorum.

    Kaoslar bazen yaşanıyor ama kısa sürede atlatılacağını düşünüyorum. Keyifli maçlar izledik son haftalarda. Küfre çok sinirleniyorum. Televizyonda daha sinirli olmadan izleyebiliyorum.

    Uğurlarınız var mıydı?

    Uğur olarak bir muskam vardı, onu takmadan çıkmazdım.

    Özel sorunlarınızı sahaya yansıtan biri miydiniz?

    Özel sorunlarımı sahaya asla yansıtmazdım, sahada her şeyi unuturdum ama çok hassas yapılı insanlar vardı, onlar yansıtırdı. Düzenli bir hayatım vardı. Erken yatardım. Maç önceleri sorunlardan uzak kalmayı başarırdım.

    Evlatlarınızın spor ilgisi oldu mu?

    Üç evladım var ama sporla ilgileri olmadı. Ben de belki fazla yeteneklerini araştırmadım. Okudular.

    Kulübümüzün bugünkü şartlarında oynamak eminim sizin için çok zevkli olurdu…

    Kim istemez ki bu koşullarda bu kulüpte oynamayı? Aziz Başkan gerçekten çok güzel işler yaptı. Çok büyük bir değişime uğradık. Bizim şartlarımızla kıyas kabul edilmez. Kulübe gibi sobalı soyunma odalarından, yırtık formalardan, merdaneli çamaşır makinelerinden nereye geldik. 70’li yıllarda bile koşullar çok kötüydü.

    Yabancı oyuncuların sayısının artmasının artı ve eksileri yaşanıyor. Belki sadece yabancı oyuncunun gelişi ile ilgili değil, altyapı oyuncularının yetişmeleriyle ilgili de problem yaşıyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz?

    Altyapıdan oyuncu yetişiyor ama kendi oyuncumuza fazla ilgi duymuyoruz. 8+1 ya da 7+1 olursa belki hiç şansları kalmayacak. Yetişmesinde problem oluyor tabii, şimdi biraz gençlik geliştirme programları içerisinde iyi eğitilmeye başlandı.

    Eskiden ahbap çavuş ilişkileri yaşanıyordu. “Gel işte, orda çalış” deniyordu. O çocukları geliştirmek önemli. Bir yere kadar geliyoruz fakat neticeye endeksli olduğu için sonra pek ilgilenemiyoruz. Avrupa’da öyle değil. Önce kendi sistemini oturtuyor.

    Bizdeki yetenekli çocuklar da Avrupa’nın kancasına takılıyor, diyebilir miyiz?

    Avrupa takımının menajerleri bütün turnuvalara dağılıyor. Küçüğü büyüğü nerde turnuva var takip ediyorlar, alıp götürüyorlar.

    Bizim kulüplerin bu oluşumu yapması lazım. Federasyonun 14 bölgesi var. Turnuvalar yapıyoruz sezon sonunda, kulüplere hizmet veriyoruz. Gelip seçebiliyorlar. Veya biz Dereağzı’na götürüyoruz. Orada yetenekli oyuncuları gösteriyoruz.

    Fenerbahçe devreye girip bir oyuncu seçti mi kulüpler fazla para istiyorlar. Bazı çocuklara şans veriliyor mesela Semih, Emre bunlara örnek.

    Yabancıya karşı değilim tabii. Örnek oluyorlar. Fakat bizlerden de yeteneklerin keşfedilmesi adına devletin daha fazla destek olması lazım.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Ercan Aktuna Röportajı

    Ercan Aktuna Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Ercan Aktuna röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çekirdekten Fenerbahçeli

    Biz aramızda her zaman “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur,” deriz. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Ercan Bey?

    Rahmetli amcam savcı muaviniydi. Sekiz yaşındayken beni alır, maçlara götürürdü. İlk maçımız için Dolmabahçe Stadı’nın açılışına götürdü. Protokol kısmında oturmuştuk. Unutulmaz bir gündü.

    Fenerbahçe maçlarından sonra çok mutlu olurdu. Amcam da zamanında futbol oynamış. Lakabı Pire Mehmet’ti. Bana Fenerbahçe’yi ilk sevdiren amcam oldu.

    Annem çok sert mizaçlıydı. Maçları seyretmeye gitmeme izin vermek istemezdi.

    Fenerbahçe maçları öncesi erkenden Üsküdar’a gider Canavar Burhan, Basri, Özcan, Naci Ağabeyleri beklemeye başlardım. Onlar da bizler gibi arabalı vapura binerler, üst katta çay ocağına yakın yerde otururlardı. Elimden geldiğince onlara yakın olmak için gayret gösterirdim.

    O yıllarda inanamazdım elbet gönül verdiğim Fenerbahçe’de ben de top koşturacaktım.

    Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı?

    İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyordum. O sıralar Fenerbahçe genç takımda idmanlara çıkıyordum.

    Önceleri mektep maçları vardı. Ahmet Erol da Fenerbahçe’de menajerdi. Beni beğendiler, fakat yaşımdan dolayı daha lisansım yoktu. 17 yaşındayım, bir gün eski Fenerbahçeli kaleci Sabri Kiraz Hoca bana “Gel seni İstanbulspor’a götüreyim. Yatılı olarak yazdırayım,” dedi. 1957 yılıydı. Meseleyi amcama açtım. Ona Sabri Hoca’nın önerisini anlattım. Amcam da “Sabri Hoca’yı dinle, önce oku,” dedi

     Çok az maçlara giriyordum. O zamanlar İstanbulspor çok kuvvetli bir kulüp. Kadrosu da çok iyiydi. Senede 2-3 maç oynuyordum. İstanbulspor’un yanı sıra genç milli takımda da oynuyordum.

    1960 yılında Turkcell lig gibi bir milli lig kuruldu. O zamanlar cumartesi ve pazar olmak üzere haftada iki kere maç yapılıyordu. Deplasmanlara giderdik. 6 takım kura çekiyordu. İzmir ve Ankara’da; Altay, Göztepe, Altınordu gibi güçlü takımlar vardı.

    Hatırlıyorum o zamanlar İzmir’e deplasmanlara gittiğimizde Fenerbahçeliler Alsancak’ta iyi otellerde kalır, uçakla giderlerdi. Biz ise Basmane’deki otellerde kalır, otobüsle yolculuk ederdik. Küçük kulüplerin kaderidir bu.

    İzmir’de felaket sıcak olurdu. Fenerbahçe Karşıyaka ile oynar. Biz Altay’la oynarız. Ertesi gün de Fenerbahçe Altay’la oynar, biz de Karşıyaka ile oynarız. Günümüze baktığınızda haftanın iki günü üst üste maç yoktur. 

    İstanbulspor’da oynarken Fenerbahçe ile karşı karşıya kaldığınızdaki duygularınız?

    Bir keresinde Fenerbahçe bir mağlubiyeti İstanbulspor’dan aldı. Üzüleyim mi? Ağlayayım mı? İki arada bir derede kaldım. Bilemedim! Ama ondan sonra Allah gönlüme göre verdi. Neyse neticede Fenerli olduk, mutlu olduk.

    Fenerbahçe transferiniz nasıl gerçekleşti?

    1965 yıllarıydı. Milli takımda oynadığımdan dolayı gündeme gelmiştim. Galatasaray Beşiktaş ve Fenerbahçe beni istiyordu. Benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Ve Fenerbahçe kulübü beni takımda istediğini bir aracı vasıtasıyla iletti. Hayallerim gerçekleşecekti…

    Ama o zamanlar transferler bugün olduğu gibi bazı prosedürlerle yapılmıyordu. Futbolcu önce kendi onayıyla kaçırılır ve bir yerde kısa bir süre saklanırdı. Basından uzak tutulur, diğer kulüplerin futbolcuya ulaşması engellenirdi. Bana da Koyu Fenerbahçeli Hırsız Semai lakaplı ağabeyimiz eşlik etti.

    O dönem İsmet Uluğ Başkan, Faruk Ilgaz ise Genel Sekreterdi. Semai ağabey “Evladım seninle güzel bir yere gideceğiz,” dedi. Neticede enteresan bir olay, Semai ağabeye “Semai ağabey ben deniz çocuğuyum, deniz kenarı olsun, ben denizden ayrı kalamam,” dedim. Kocaeli yakınlarında Tütünçiftlik’te bir ayakkabı mağazalarının sahibinin villasında 21 gün kaldık. O zamanlar İzmit Körfezi’nden denize girilebiliyordu.

    21 günün sonunda Kadıköy Belvü Restoran’da Kadıköy grubundan Muhittin Bulgurlu ile buluştuk. Bir çantayla gelmişti.

    Muhittin Bulgurlu bana “Evladım işin en zor tarafını bitirdik. Şimdi transfer zamanı imzalar atılacak. Sen ne kadar istiyorsun?” dedi.

    Bizim dönemimizde o formayı giymek şerefti. Ona “Ne verirseniz verin takdir sizin efendim” dedim.

    Bana önce 50.000 TL sonra da 5000 TL daha verdi. Transferim 55.000 TL’ye gerçekleşti.

    Muhittin Bulgurlu sonra orada bulunan kişilere dönerek “Gördünüz mü, ne tok bir insan aldık. Tam bir Fenerbahçeli” demişti.

    Galatasaray’ın bana teklifi 160.000 TL ile 180.000 TL arasında bir rakamdı. Hepsini Fenerbahçeli olmak uğruna elimin tersiyle itmiştim.

    Aramızda Erdal Kocaçimen de vardı. O da eski kalecilerimizden. “Ağabey merak ettim sadece, çantada ne kadar vardı?” dedim.

    Bana “165.000 TL civarı vardı, isteseydin senindi” dedi. Ama ben o an onu düşünmüyordum, manevi yönü daha önemliydi.

    1965 yılında Fenerbahçe ile bağlanan hayatım 1975 yılına kadar devam etti.

    Kaç kez Milli takım formasını giydiniz?

    O formayı 29 kez giymek nasip oldu bana…

    Oynadığınız yıllardan bir anınızı anlatır mısınız?

    1965’de bir Avrupa Kupası eleme maçı vardı. İstanbulspor’da oynadığım dönemdi. Bizim oynadığımız dönem saha zemini şimdiki gibi değildi tabii. Bir milli maç için Portekiz’e gitmiştik. Onların sahası çimdi tabii.

    Sonra onlar rövanş için geldiler. Yeniköy’de otelde kamptayız. Kampa takviye olarak İtalya’dan Can Bartu, Avusturya’dan Özcan Erkoç geldi. Portekiz idman için oynanacak sahayı bir gördü. Tabii toprak saha Portekiz milli takım yetkilileri “Biz bu sahada oynamayız dönüyoruz ve FIFA’ya bildireceğiz” dediler.

    Bizi bir telaş aldı. Maç için Yeniköy’den Ankara’ya taşındık. Şimdi bakıyorum da 2008-2009 UEFA finalinin Türkiye’de ve Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu’nda oynanacak olması ne kadar haklı gurur bizim için…

    Savunmanın bel kemiğiydiniz. Lakabınız var mıydı?

    Benim lakabım Maldini idi. Tribün öyle takdir etmişti. Fizik olarak da Milan’da oynayan Maldini’nin babasına benzetirlerdi.

    En beğendiğiniz ve kendinizi yakın hissettiğiniz takım arkadaşlarınız kimler?

    Adada güzel günlerimiz geçti. Lefter ağabey “Hadi kros yapalım,” derdi. Koşardık. Nerdeyse 40 yaşına kadar oynadı; müthiş bir topçuydu. Böyle bir futbolcu bir daha gelmez. İki ayağı aynı. Çalım atamayacağı adam yok. Burada bir Macaristan maçı oynadılar, paramparça etti. Bir vole bir de penaltı 3-1 yendik. Macarlar o zaman sistemi öyle bir oturtmuş ki İngiltere’ye 6 atıyorlar. İki golü Lefter ağabey, bir golü Metin Oktay attı. Onu da çok severdim.

    Bir derbi maçımızda o kadar kötü oynuyoruz ki Galatasaray baskı kuruyor, biz kontra atak oynuyoruz. 3 kontra atak yaptık. Maç 0-3 oldu. Maçın bitmesine 8 dakikaya yakın bir zaman vardı. Metin Oktay “Biraz yavaş olun, zaten maç 0-3,” dedi. Yılmaz Şen de biraz kötü sözler söyledi. Bunun üzerine Metin Oktay çok kızdı, Yılmaz’ın boğazına sarıldı. Ve hakem Metin Oktay’ı maçtan çıkardı. Metin çok efendi bir insandı, onun ilk defa oyundan çıkarılmasına şahit oluyorduk. Küfrü bile olmayan bir insandı. Ve o gün soyunma odasına gittiğimiz de hepimiz 0-3 galibiyetimize sevineceğimize Metin ağabeyin oyundan çıkarılmasına üzülüyorduk. Futbolcular arasında çok büyük samimiyet vardı; kardeş gibiydik.

    Şeref Has’ı çok severdim çok âlem ve titiz bir insandı. Aynı odada kaldığımız bir dönem, “Ercan yatağın yerini değiştirelim,” der, bir o tarafa bir bu tarafa… Yastık kılıflarını evden getirirdi. Benim saatim vardı başucumda meğer onun tik tak sesinden rahatsız olurmuş. Kendine çok iyi bakardı, müthiş bir oyuncuydu. Arkadaşlarımızın hepsiyle uyum içindeydik. Herkesle iyi geçinirdim.

    Bir stoper oyuncusuydunuz. Oyun kurmadaki ustalığınız ve hava toplarındaki hâkimiyetiniz en büyük özelliğinizdi. Bir de penaltılar… Bu meziyetleri nasıl kazandınız?

    İstanbulspor’dan başlayarak zor anların adamı, Yılmaz Şen’le 14 sene birlikte oynadık.

    Bir de disiplinli, futbol sezgisi kuvvetli, Bükreş dinamosu Ion Nunweiller vardı. Dört dörtlük bir futbolcuydu o da, çok iyi anlaşırdık.

    Yılmaz’la da birbirimizi tamamlardık. Spor devamlılık ister, istikrar ister, kararlılık ister. Onlarla birbirimize baktığımızda “Keser mi keser, alır mı almaz mı” anlardık hemen.

    Molnar zamanında penaltıları ben atardım. Antrenmanda hepimizi toplar, herkese 10 penaltı attırır. Kim daha fazla atarsa onu tercih ederdi. Galatasaray’a karşı penaltılarım vardır.

    Sahaya çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Takımla sahaya çıkarken sağ ayağımla çıkardım, çizgiyi geçerken sağ ayağımı atardım. Çok sakin bir oyuncuydum. Hiç kırmızı kartım olmadı. Profesyonel top oynadım. Bizim zamanımızda kırmızı kart yoktu, hakem “Çık dışarı!” derdi. 

    Fenerbahçe tarihinde beş kupa aldığımız 1967-68 kadrosunda siz de vardınız…

    Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Çok iyi anlaşan bir kadroydu.

    1975 yılında futbolu Fenerbahçe’de bıraktıktan sonra çalışmalarınız nasıl devam etti?

    Futbolu bıraktıktan sonra İngiltere’ye menajerlik eğitimi için gittim. Eğitimimi tamamladıktan sonra kulübüme tekrar geri döndüm. Gitmeden evvel 6 senelik bir mukavele imzalamıştım. 2-3 sene menajerlik görevinde ve yönetimde bulundum. Primleri ben tespit ederdim,

    1974-1976 Emin Cankurtaran başkan olduğu dönemde başladım. 1975’de Rıdvan’ı aldım, kaçırdım. Rıdvan’ı o zamanlar Galatasaraylılar istiyordu. O da ayrı bir maceradır.

    1983-1984 Faruk Ilgaz’ın başkanlığında da görevdeydim. Faruk ağabey borçtan korkardı, “Açılmayalım” derdi. Futbolcular beni tanıdıklarından, başkanımız Faruk Bey Yüksel Bey’le beraber transfer işlerini yürütmemi istemişti. Altay’dan Erol’u aldım.

    En son 1989-1993 Metin Aşık’ın başkanlık döneminde görev yaptım.

    Fenerbahçe’de oynadığınız dönemde sizi en çok etkileyen, sizde en çok iz bırakan isim kimdi?

    Derbi maçları öncesi Moda Burnu’ndaki Mona Palas’ta kalırdık. Maça gitmeden evvelde Moda Deniz Kulübü’ne uğrardık.

    Eski efsane Fenerbahçeli futbolcu Zeki Rıza Sporel aynı zamanda Moda Deniz Kulübü’nün kurucularındandı. O müthiş bir insandı. Nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe flamasını eline almış, Taksim Stadı’nda başlamış gümbür gümbür gollerini atmaya.

    Onun gibi biriyle tanışmış olmak bizim için bir şeref olmuştur. Başarı dileklerini kabul etmek üzere bizi kulübün başkanlık odasında ağırlardı. Çok klas bir insandı. Fazla konuşmayı sevmezdi. Bize asla “Şöyle yapın, böyle yapın” diye taktikler vermezdi.

    Zeki Rıza Sporel’in söylediği sözler bugün hala kulağımda “Fenerbahçeli gibi oynarsanız maçı kazanırsınız; oynayacaksınız ve kazanacaksınız,” derdi. Sonra odasından çıkar, maçımız için önce taksilerle Üsküdar’a, Üsküdar’dan da vapura binerek Dolmabahçe’ye giderdik. Antrenörümüz Molnar takımı soyunma odasında açıklardı.

    Derbi maçları nasıl geçerdi?

    Galatasaray- Fenerbahçe maçları çok elektrikli geçerdi. Sakin olan maçı kazanır. Sinirli olmak insanı kontrolden çıkarır. Bugün de böyle… Son maçta Galatasaray’ın hiç üstünlüğü yoktu. Bu sezon yine deplasmanda da yenecek Fener…

    Boyunuz uzun, neden basketbolu tercih etmediniz?

    Boyumun uzunluğu sanırım yüzmeden geliyor. Boğaz çocuğu olduğumdan çocukluğumdan beri yüzerim. O zamanlar boğazı geçmek Rumeli İskelesi ile Kuzguncuk arasında olurdu. Bu da bayağı uzun bir mesafe. Çok iyi yüzerdim. Kaptanların başlarının belasıydık. Gemiden atlardık. Yaramaz çocuk futbolcu olur, sakin çocuktan futbolcu olmaz. (Gülüyor)

    Bir arkadaşınızın evlenmesine vesile oldunuz… Bizimle paylaşır mısınız?

    Takım arkadaşlarımın hepsiyle çok samimiydik. Fakat Selim’le dostluğumuz biraz daha fazlaydı. Kamplarda aynı odada kalırdık. Hülya ile Selim’i ben tanıştırmıştım. Bugün baktığımda buna vesile olduğuma çok seviniyorum.

    Bir Galatasaray maçı öncesi adada kamptaydık. Hülya hanım da oraya istirahate gelmiş.

    Hülya ve ailesiyle Kuzguncuk’ta komşuyduk. Hatta ben genç takımda oynarken okul sıralarında annem derdi ki “Oğlum sen bu mahallenin ağabeyisin, kızlarda aklım kalıyor, 3 kız kardeş kalkıp gidecekler, onları tiyatroya, görevlerine sen götür getir,” derdi.

    Babaları Sedat Bey sağdı. Tiyatro Tepebaşı’ndaydı. Hülya ve kardeşleri Feryal ve Nilüfer hepsi tiyatroda oynuyordu. 00.15 ve 00.30 son vapura biniyor. 3 kuzuyu ailelerine teslim ediyordum. Hülya beni çok sever, hep Ağabey derdi.

    Kampa geldik. Selim görmüş, “Tanıştır bizi” dedi.

    Ben de dedim ki “O senin bildiğin kızlardan değil” ama ısrar etti.

    Ertesi gün oldu idmandan dönmüştük. Sabah kahvaltısını yapıyorduk Selim’e de “Sen de arkamdan gel Hülya ile tanıştırayım,” dedim.

    Tam tanıştıracağım ikisini “Günaydın” dedim Hülya’ya baktım Selim’e döndüm ki Selim yok.

    Hülya’ya “Ya seni çok cici tatlı dilli ayrıca oda arkadaşım olan biriyle tanıştıracaktım, ama utandı yok oldu galiba” dedim.

    Hülya’da Selim’i çağırarak “Gelin utanmayın” dedi.

    Sonra ada’da kaldığımız süre içinde Hülya, kızkardeşi Feryal hep beraber eşli pişpirik oynuyoruz. Tabii Selim tatlı dilli. Kamp bitti fakat Selim Hülya’yı setlerde hiç yalnız bırakmadı, çiçekler yağdırıyor, arada bir bana anlatıyordu.

    Ben 1968’ de evlendim, sanırım Selim’de 1969’ da evlendi. Şimdi torun sahibi bile oldular… Mutluyum tabii… İkisi de mükemmel insanlar.

    Peki ya sizin aileniz… Biraz aileniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

    İki evladım var Zeynep ve Ali. Zeynep grafik mezunu. Ada Mobilya’da yönetici konumunda. Oğlum çok iyi bir futbolcu olabilirdi.

    Can Bartu ile evlerimiz çok yakın. Ali’yi çocukken top oynarken gördüğünde “Ya Ercan bu aynı benim gençliğime benziyor,” derdi.

    Fakat ne yazık ki futbolcu olamadı. Biraz fazla yakışıklı bir çocuktu, kızlar peşini bırakmadılar. Şimdi reklam sektöründe çalışıyor.

    Eşim Barkın da yine Ada Mobilya’da dekorasyon üzerine çalışıyor. Boş durmayı hiç sevmeyen bir yapısı var. Çok çalışkan bir insan. 40 yıllık mutlu bir evliliğimiz var. Boş zamanlarımızda sık sık kulübe veya sosyal tesislerimize gideriz.

    Ben maçları mutlaka seyrederim. Oynamak ve seyretmek arasında çok fark var. Ama şimdi eski bir futbolcu olarak seyretmek çok farklı bir duygu oluyor.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi

  • 28 Şampiyonluk Yolu

    28 Şampiyonluk Yolu

    9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.

    Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…

    Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.

    Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.

    Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.

    Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.

    Tüm bu gerçeklerden hareketle;

    Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek

    TARİHİ İNKAR ETMEK,

    ÜLKE FUTBOLUNUN GEÇMİŞİNİ YOK SAYMAKTIR!

  • İlk ve Tek Kayıp

    İlk ve Tek Kayıp

    Fenerbahçe’nin efsanevi 1988-1989 sezonunda yaşadığı ilk ve tek kayıp, 16 Ekim 1988 tarihinde oynanan Beşiktaş maçındaydı. Basın karamsardı ama Fenerbahçe sonraki 27 maçta hiç yenilmeyip sadece 3 beraberlik aldı ve şampiyon oldu. İşte Milliyet gazetesi sütunlarında o günden kalanlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Perde Arkası

    Beşiktaş karşısında çok kötü bir oyun sergileyen Fenerbahçe 2-0’lik skorla ligdeki ilk yenilgisini aldı.

    Maç öncesi Sarı-Lacivertli futbolcuların hepsi kazanacakları inancındaydı. Galatasaray’ın Sarıyer önündeki yenilgisi de derbi maç öncesi moral dopingi olmuştu.

    Sakatlıkları nedeniyle takımlarında yer almayan Fenerbahçe’nin iki kozu Rıdvan ve Müjdat soyunma odasında arkadaşlarına sürekli moral yağdırırken “Bizim için oynayın ve mutlaka kazanın” şeklinde telkinlerde bulundular. Futbol şubesi sorumlusu Metin Aşık da tüm oyuncularla tek tek konuşarak rahat olmalarını ve kazanacaklarını söylüyordu.

    Karşılaşmadan mutlak üç puan bekleyen Veselinoviç ise 90 dakikanın bitiminde oldukça düşünceliydi. Maçı yorumlarken, “Rıdvan oynasaydı kesin kazanırdık” dedi. Yugoslav hoca şöyle konuştu: “Her iki takım için de zor maç oldu, Bana göre daha fazla sansı olan taraf kazandı. Beşiktaş ilk 20 dakika içinde baskılı futboluyla neticeye gitti. İkinci yarıda üstünlüğü almamıza rağmen gol atamadık. Ancak Rıdvan olsaydı maçın skoru çok değişik olurdu, Derbi maçta üzülen biz, sevinen Beşiktaş oldu. Bu futbolun cilvesi. Fenerbahçe bir maç kaybetti. Henüz önümüzde 27 hafta var. En kısa sürede liderliği yine alacağız.”

    Bu arada Veselinoviç “İlk golde elle oynama var mıydı?” sorusunu ise “Görmedim” şeklinde yanıtladı.

    Nezihi: “Ferdinand golü elle attı!”

    Sarı-Lacivertli futbolcuların tümü yedikleri ilk golde Ferdinand’ın elle oynadığını vurgularken pozisyona çok yakın olduğunu belirten Nezihi, “Ferdinand resmen elle golü attı. Hakemin görmemesine çok şaştım” dedi.

    Kaya: “Bir şey oynamadık”

    Fenerbahçe Kulübü Başkanı Tahsin Kaya, Fenerbahçe’nin kötü oynadığı ve 2-0 yenildiği karşılaşmayı 83 dakika seyredebildi. Maç sonrası görüşlerini aldığımız Kaya, “Fenerbahçe hiçbir varlık gösteremedi. Bu futbolla galibiyet beklemek hayal olurdu. Futbolculara ceza vermeyi düşünmüyoruz ama yine de yönetim kurulunda konuyu görüşeceğiz” şeklinde konuştu.

    Rıdvan İddiayı Kaybetti

    Sakatlığı nedeniyle takımda yer almayan Fenerbahçe’nin “Şeytan” Rıdvan’ı, Milne’nin ilk 16’da şans vermediği “Atom Karınca” Rıza ile girdiği iddiayı kaybetti. Maç öncesi koridorda her iki oyuncu da kazanacaklarını söylerken yemeğine iddiaya girdiler, Karşılaşmayı Beşiktaş 2-0 kazanınca Rıdvan yemeği kaybetti.

    Bu arada Fenerbahçeli futbolcular Beşiktaş mağlubiyeti nedeniyle 2’ser milyon liralık primden oldular.

    Oal: “Harika maç oldu”

    Karşılaşmanın hakemi Özcan Oal harika bir maç olduğunu belirtirken, “Golde Ferdinand kesinlikle elle oynamadı” dedi.

    Aykut üç milyonu aldı ama dün sustu

    Fenerbahçe’nin ligdeki gol kralı Aykut, Altay maçında attığı golle Derimod’un yarışmasında birinciliği kazanınca kupasını ve üç milyon liralık çekini Beşiktaş maçı öncesi aldı. Taraftarların ve yöneticilerin mutlaka gol beklediği bu oyuncu üç milyonu cebine koyduktan sonra dün sahada susunca hayal kırıklığı yarattı.


    Şeytansız Fenerbahçe Çarpıldı

    Ercan Aktuna

    Fenerbahçe’de, Rıdvan’ın olmayışı pek tabii ki çok büyük kayıp… Ama bir Rıdvan sakatlığı Fenerbahçe’yi, Beşiktaş karşısında bu kadar silik, futbolsuz bırakıyorsa, o zaman aklımıza, “Hani büyük transferler yapılmıştı?” sorusu gelmez mi?

    Dün de görüldü ki koskoca Fenerbahçe takımı bir tek atak yapamadan ve 20 dakika gibi çok kısa bir zamanda iki gol yiyerek devreyi güç bela tamamlayabildi… İkinci yarıda eğer Beşiktaş takımı 2-0’ı yeterli görmeseydi fark en azından iki katı olabilirdi…

    Fenerbahçe bana göre, bu maça iyi hazırlanmamış… Teknik Direktör Veselinoviç, ne taktik ne psikolojik açıdan futbolcuları konsantre edemediği gibi sahaya sürdüğü on bir ile de doğrusu beni şaşırttı… Zira bir tek Rıdvan’ın yer almadığı kadroda, Erdi ile Hakan’a aynı anda yer vermesi büyük hataydı… Daha önceki maçlarda yer almayan bu iki futbolcu, böylesine önemli bir derbide nasıl sahaya sürülüyor? Daha son maçta Ankaragücü’nü 5-1 yenen Fenerbahçe’de niye bir Serdar yok? Ki dünkü maçta görüldü, orta sahada Erdi ve Hakan, gereksiz driplingleri ile kaygan sahada birçok topu ezdiler…

    Maç öncesi Fenerbahçe’nin özellikle orta sahasını dörtlemesi gerektiğini yazmıştım… İşte Erdi ve Hakan’ın böylesine kötü futbolları da eklenince, Oğuz tek başına kaldı ve bu yükün altında ezildi…

    Orta sahayı tamamen ele geçiren Beşiktaş, oyunu istediği gibi yönlendirdi… Özellikle Metin’in sağ kulvarı bir otoban gibi kullanması, Feyyaz’ın sol kanatta çok akıllı oyun tutturması, Beşiktaş’ın farkı bulmasında etken oldu ve bu da Fenerbahçe’ye yetti…

    Bu arada kaptan Rıza’nın kadroda yer almamasına rağmen, Siyah-Beyazlıların oyun sisteminde ofansa dönük futbolcuların çoğunlukta olması, bir anlamda galibiyeti getirdi… Eğer Ali ve Ferdinand, elverişli pozisyonları değerlendirselerdi, Beşiktaş geçen sezon bulduğu farka yine rahatlıkla ulaşacaktı…

    Kısacası “Şeytansız” Fenerbahçe, Beşiktaş’a çarpıldı…


    Beşiktaş’ın Güzellikleri

    Metin Oktay

    Kaygan bir zeminde yapılan Beşiktaş-Fenerbahçe maçında zaman zaman futbolun güzelliklerini gördük. Bu güzellikler de, Beşiktaş’ın tarafında idi… Düz top oynayan, çalışan, koşan taraf Beşiktaş’tı… Bunun semeresini Beşiktaş iki golle gördü…

    Ferdinand, futbolcunun güzelliklerini sundu seyircilere. 90 dakika koşan, sağ kanatta, sol kanatta top arayan, orta sahaya, müdafaaya yardımcı olan Ferdinand, bir İsviçre saati düzenliliğinde sessiz çalıştı.

    Beşiktaş müdafaasında bir Recep vardı… Düştü, kalktı. Çabuktu. Çalıştı durdu…

    Feyyaz’ın attığı gol çok çok güzeldi…

    Metin’e değinmek istiyorum. Seyircilere eski günlere dönüşünü müjdeledi. Çalışma temposunu arttırırsa, oyunda devamlılığı sağlarsa, hem seyirciyi yanında bulacak, hem de moralman güçlenecek. Dünkü noksanlığı, oyun içinde devamlılığının olmayışı idi.

    Bu saydığım futbolcular dünkü Beşiktaş’ın en büyükleri olarak göze çarptılar…

    Fenerbahçe, çok kısa paslarla neticeye gitmek istedi. Saha kaygan olduğu için, top teknikleri oyunda kayboldu. Orta sahada top tutmaları Fenerbahçe’nin aleyhine oldu. Fenerbahçe orta sahası, ileri uç adamlarına topu çok geç çıkartıyor. Topun 30 saniyede orta alandan ileriye gönderilmesi lazımdır ki, rakip defans kapanma olanağını bulamasın. Dünkü oyunda Fenerbahçe orta sahası bir buçuk dakikada topu ileri uç adamlarına getirdi, bu zaman içinde de Beşiktaş defansı kolaylıkla kapandı ve Fenerbahçe’nin forvetlerine gol yollarını kapattı…

    Bir de kondisyon eksikliği görüldü Fenerbahçe’de. Maçin ilk devresinde tek bir gol pozisyonuna giremeyen Fenerbahçe, ikinci yarıda birkaç cılız atakla yetindi…


    Tek Adam

    Orhan Aldinç

    Geçen hafta Fener’i alkışladık, bu hafta seyircisini… Takım 2-0 yenik, tribünler “Aslan Fener” diye kıyameti kopardı. Asgari 10 bin kişi, Fener’i yürütemedi, oysa bir Rıdvan olsaydı, koştururdu…

    Ridvan, arkadaşlarına moral de, pas da, coşku da veriyor… Aykut ile Hakan, Rıdvan’sız yalnızlığı oynadılar, birbirlerine “İmdat” dercesine baktılar… Oğuz, koşturan paslarına adam bulamadı. İkinci yarıda Hakan’ın yerine alınan Orhan, “Ölsem, Rize’ye gitmem” demesini biliyor da, burnunun dibindeki kaleye gidemiyor… Fenerbahçe dün, bir adama mecbur olmanın felaketini gösterdi…

    Alalım Beşiktaş’ı, onlar da bir adam (Rıza) takımda olmadığı için mi yakışıklı oynadılar? Bu bir sorudur, isteyen istediğince yanıt verebilir. Rakiplerinin kötü orta alanlarından Metin’in, Ferdinand’ın, Feyyaz’ın üzerine çabuk toplar çıkardılar. Siz dikkat ettiniz mi, Ali azalırken, Metin çoğalmaya başladı…

    Ferdinand, bizim futbolcuların bilmediği, bilemedikleri için de yakalayamadıkları yerlerde oynadı. Umulmadık açılardan fırlayarak çıkardığı kafalar enfesti doğrusu… Kara İngiliz, Ali’ye koşacağı, vuracağı yerler bırakmadı. Böyle olunca da geçen yılın golcüsü, doksan dakika sinikti…

    İlk yarıda düştükleri yerlerde sağlık görevlisi bekleyen ne kadar da çok adam gördük… Bir ara iki takımın antrenörleri, futbolcularına “Topu yere indirin” talimatını verdi. Bunlar kalktılar, birbirlerini indirdiler yere…

  • Hırsız Deveye Karşı

    Hırsız Deveye Karşı

    Fenerbahçe tarihinin en ilginç simalarından biri olan Semai Şatıroğlu, Tekin Aral’ın Fırt dergisindeki bir yazısında karşımıza çıkıyor: Operasyonun adı; Hırsız Deveye Karşı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Transfer

    Transfer piyasası Özal Ekonomisi’ne uygun bir şekilde ve de gayetle serbest bir biçimde açıldı. 40 milyonlar, 50 milyonlar, 60 milyonlar, 80 milyonlar havalarda uçuyor… Kör tuttuğunu öpüyor.

    Asgari ücretin üç-beş bin lira artması, işçi ücretlerine memur maaşlarına üç otuz paralık zam yapılması için kıyametlerin koptuğu ülkemizde, ayağında topu üç defa sektirmesini beceren sözüm ona futbolcu paraya para demiyor. Spor kulüplerini kişisel çıkarları için kullanıp, yönetici koltuklarına popolarını yayan bir takım kişiler ise aslında sürekli kandırılan futbol seyircisinin cebinden çıkan bu parayı kendileri ödüyormuş gibi görünüp gazete sayfalarında caka satıyorlar.

    Bu arada futbol seyircisi kandırıldığı gibi devlet de kandırılıyor.

    Milyonlar alan futbolcular üç-beş yüz bin lira almış gibi gösterilerek futbolcunun ve kulübün vergi kaçırması sağlanıyor. Aradaki fark kulüplerin muhasebelerinde düzenlenen naylon faturalarla kapatılıyor.

    Bu ülkede spor işleri, 19 Mayıs’ta spor yapan gencin ayağına paçalı don giydirmesine kadar geldi de, yukarıda sözünü ettiğimiz çarpıklıkları düzeltmeye kimsenin eli varmadı. Ya da gücü yetmedi. Dileriz bir gün o da olur.

    Neyse şimdi bu pek keyifli olmayan sözleri bırakalım da, gelelim işin keyifli yanına.

    Biliyorsunuz bu transfer dalgasının ilginç bir yanı da, futbolcu kaçırma olaylarıdır. Futbolcu kaçırma işinin ülkemizdeki mucidi ise Fenerbahçeli ünlü Hırsız Semai’dir. Adının hırsıza çıkması da futbolcu çalmasındandır. Bu yazıyı yazmadan önce sevgili Hırsız Semai’yi bulup bana bir-iki adam kaçırma olayı anlatmasını istedim. O da anlattı.

    Ünlü milli santrahaf Ercan Aktuna’nın İstanbulspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olduğu yıl, Ercan’ı kaçırma işini tabi gene Semai yüklenmiş.

    Hırsız Semai Ercan’ı almış, Hereke’de bir arkadaşının çiftliğine götürmüş. Yalnız bu arada da gazetelere, ”Semai Ercan’ı Kilyos’a götürdü” diye bir haber uçurmuş, kendi deyimiyle ”Ters falso” vermiş. Amaç diğer kulüpleri yanıltmak, Ercan’ı bulup kandırmalarını önlemek.

    Ercan’ı çiftliğine hapsetmiş. Yiyorlar içiyorlar, günler böyle geçiyor. Ama zaman da bir türlü geçmiyor. Ercan’ı orada transferin son gününe kadar saklaması gerekiyor. Yani aşağı yukarı yirmi-yirmi beş gün. Derken bir gün Ercan’ın canına tak etmiş.

    -Baba, demiş Semai’ye. Burada afakanlar basmaya başladı. Gözünü seveyim şöyle bir yerlere gidelim.

    O gece Hereke’den kalkmışlar, İzmit’e bir lokantaya gitmişler.

    Tam yemeğe oturmuşlar birden masanın başında bir adam bitmiş.

    Semai bir bakmış… Deve Ziya.

    -Eyvah, demiş. Şimdi mahvolduk işte. Deve Ziya İzmit’in çok ünlü bir siması. Ve de hasta mı hasta Beşiktaşlı. Ercan’ı tanımamış… Fakat Semai’yi oralarda görünce de huylanmış.

    -Bu yanındaki delikanlı kim?…

    -Bir akrabam… Amerika’da jet pilotudur. Tatile geldi de onu gezdiriyorum.

    -Ha iyi demiş, Deve Ziya.

    Ve gitmiş. Bu arada Semai’lerin masasına bir şişe rakı ile bir de meyve göndermiş. Yemişler içmişler sonra Hereke’ye çiftliğe dönmüşler.

    Bu arada Deve Ziya Semai’nin yanındakinin Ercan olduğunu öğrenmiş. Derhal Beşiktaşlı yöneticilere telefon edip durumu bildirmiş. Ertesi sabah da yıldırım gibi soluğu Hereke’deki çiftlikte almış. Yanında da iki üç adam. Deve Ziya’yı karşısında gören Semai ne yapacağını şaşırmış. Ondan sonra da başlamış bir kovalamaca. Hırsız Ercan’ı arabaya attığı gibi düşmüş yola… Deve Ziya ve ekibi de peşinde. Kovalamaca epey sürmüş. Deve bir yandan arabanın camından başını çıkarıp bağırıyormuş.

    -Lan hırsız bunu senin yanına bırakırsam bana da Deve Ziya demesinler.

    Uzatmayalım bir punduna getirmişler. Deve Ziya’nın elinden kurtulup kapağı İstanbul’a atmışlar.

    Aradan bir hafta kadar geçmiş. Hırsız Semai yanında şöyle boylu, boslu karayağız bir genç gene tutmuş İzmit’in yolunu. Bir otele yerleşmişler. Akşam da kalkmışlar, gene evvelce Semai’nin Ercan’la gittiği o lokantaya gitmişler. Bir süre sonra kapı açılmış, içeri yanında birkaç arkadaşıyla Deve Ziya girmiş. Zaten lokantada Deve Ziya’nın her akşam geldiği İzmit’in en iyi lokantasıymış.

    Semai hiç bozmamış. Onları gören Deve Ziya ise hemen dikilmiş başlarına.

    -Oo hırsız, gene mi düştün buralara?…Yanındaki delikanlı kim bakalım?…

    -Bir akrabam, demiş Semai. Amerika’da jet pilotudur da tatile geldi.

    Deve pis pis sırıtmış.

    -Yaa demek akraban… Demek gene Amerika’da jet pilotu.

    -Evet, demiş Semai

    -Peki öyleyse… Hadi size afiyet olsun, sonra görüşürüz.

    Deve Ziya sırıtarak uzaklaşmış. Yemeklerini bitirmişler. Otele gidip odalarına çekilmişler.

    Sabah Semai kalkıp beraberindeki gencin kaldığı yandaki odaya bakmış. Odada kimse yok.

    -Tamam, demiş. Deve Ziya kaçırdı bizimkini.

    Bir taksiye atlayıp İstanbul’a dönmüş.

    Aradan bir hafta geçmiş. Karayağız delikanlı çıkıp gelmiş.

    Semai heyecan vede keyifli sormuş.

    -N’oldu, nasıl geçti?

    -Şahane geçti Semai abi. Beni otelden kaçırdıktan sonra Abant’a götürdüler. Oradaki o lüks otele yerleştirdiler. Başıma da bir adam diktiler. Bir hafta krallar gibi yedim içtim, yan gelip yattım. Deve Ziya’nın Beşiktaşlı yöneticileri otele getireceği gün de bir punduna getirip kaçtım.

    -Peki, Deve’ye ne dedin bu arada?

    -Senin dediğin gibi, ben ikinci lig gol kralı Yeşildirekli Salih’im dedim. Sağ ol Semai abi, sayende çok iyi bir tatil yaptım ama çok ta korktum bu arada.

    Bu defaki genç, gerçekten Amerika’da özel bir kuruluşta pilotluk yapan ve Türkiye’ye tatile gelen Semai’nin akrabası imiş.

    Fırtçakalın…

    Tekin Aral

  • Futbol Goldür

    Futbol Goldür

    3 Mart 1968 tarihinde, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 3-0 yendiği ve Metin Oktay’ın kırmızı kart gördüğü maçın gazete yazılarından seçmeler ve fotoğraflar karşınızda… Olayı en iyi özetleyen rahmetli Halit Kıvanç olmuş: Futbol goldür!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Seyirci: 41.835 kişi

    Hasılat: 497.525 TL

    Hakemler: Franz Wöhrer (Avusturya), Puchinger (Avusturya), Tarık Yamaç

    Fenerbahçe: Yavuz Şimşek, Şükrü Birand, Levent Engineri, Selim Soydan, Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Ogün Altıparmak, Fuat Saner (Ziya Şengül), Abdullah Çevrim, Nedim Doğan, Yaşar Mumcuoğlu (Erdinç Sandalcı)

    Galatasaray: Yasin (Radunoviç), Bekir, Doğan, Mustafa, Talat, Turan, Yılmaz, Mehmet, Ayhan, Metin, Uğur

    Goller: Ogün (9′), Yaşar (35′), Abdullah (57′)


    Fenerbahçe Teknik Direktörü Ignace Molnar:

    Çocuklardan çok memnunum. Verdiğim taktiği harfiyen yaptılar. Ben “Gol yememek, gol atmak” esasına göre taktik vermiştim. Galatasaray ringin kenarına sıkıştı ve iki defa knock-down oldu. Sonra, Abdullah’ın knock-outı ile bu iş bitti. Biz büyük konuşmakla değil, büyük maçlar kazanmakla yetiniyoruz. Şimdi fazla konuşmak istemiyorum. Kâfi derecede çocuklar konuştu sahada.

    Fenerbahçe Başkanı Faruk Ilgaz:

    Bizi küçük görenlerin cezası ağır oldu. Bu takım böyle oynadığı takdirde, her zaman önüne geleni silindir gibi ezer. Çocukların şampiyonluk yolundaki azimlerini alkışlarım.


    Namık Sevik: Galatasaray Coştukça Yedi

    Gelelim top yokken Yılmaz’a tekme atan Metin’e… Bu çok sevilen Türkiye çapındaki sempatik futbolcunun tahrik ve bilmediğimiz sebepler ne olursa olsun, futbol hayatının sonuna yaklaştığı şu yıllarda rakibi tekmelemesine en az kendisi kadar bizler de üzüldük. Evet, Fenerbahçe rakibinden daha iyi oynamadı, fakat kazandı. Hem de farkla…

    Necmi Tanyolaç: Galatasaray Kontraya Geldi

    Fenerbahçe dünkü büyük maçta gerçekten akıllı bir boksörü andırıyordu. Güçlü gövdesiyle mücadeleyi kendi köşesinde kabul ederken, çabuk işleyen kollarıyla saldırdı Galatasaray’a. Bu kollar Ogün, Abdulllah, Ogün çapında üç ters adamdı. Sonunda hep beraber gördük, Galatasaray’ın ringin dışına düştüğünü…

    Halit Kıvanç: Futbol Goldür

    Tek farklı galibiyetle bile bayram etmeye hazır ezeli rakiplerden birinin ötekini, hem de sıfıra karşı üç golle yenmesi “Tek Adım” atlamada “Üç Adım” rekorunu kırmak kadar önemliydi. Ve Fenerbahçe, Lig maratonunda, bu çapta zorlu bir dönemeci aşmış olduğu için sevinmekte yerden göğe haklıydı.

    Şükrü Gülesin: Üç Pas-Üç Gol

    Pıt pıt, tık tık futbolun ismine “modern futbol” dediler. Şayet bu böyle ise Galatasaray da dün bu “modern futbol”dan güzel örnekler verdi. Fenerbahçe ise ilerideki üç hızlı adamı ile üç pasta gol atma maharetini gösterip ezeli rakibini net bir skorla alaşağı etti.

    Turgay Şeren: En İyi Takım Galip Takımdır

    Dünkü maça Fenerbahçe beraberliğe rıza gösterir şekilde başladı. Hiç ummadığı bir anda galip duruma geçince defansta daha iyi kapandı. Kaleci Yavuz’un da başarılı gününde olması müdafaalarının daha şuurlu oynamasında mühim rol oynadı. Fenerbahçe “Makbul” olan neticeyi ve “Lazım” olan iki puanı aldı gitti… Kendilerini tebrik etmemek elden gelmiyor. Hem unutmamamız lazım olan bir şey daha var ki “En iyi takım galip takım”, “En iyi futbolcular ise galip takımınkilerdir”…


    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür
    Futbol Goldür