Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu










Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdal Kocaçimen röportajı ile karşınızda…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
“Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman. Siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Erdal Bey?
1926’da Fındıklı, İstanbul’da doğdum. İlkokul tahsili Nişantaşı 15. İlkokulu’nda yaptım. Tabii ki Fenerbahçeliydim. Çocuklarla mahalle arasında, mektepte hep futbol oynardık. Ayazpaşa’nın dili olsa da söylese.
Ortaokul yıllarım da hep futbol oynamakla geçti. O zamanlar Taksim Lisesi’nin ortaokul kısmına devam ediyordum.
1941 İstanbul harp seneleri her yer bomboştu. Merkezi hükümet o zaman Ankara’daydı. Maden Tetkik Arama Enstitüsü başmüfettişi olan babam rahmetli Vedat Kocaçimen’in tayini Ankara’ya çıktı. Hep birlikte Ankara’ya gittik.
Sonra Ankara’daki yaşamınız başladı…
Ankara’da Gazi Lisesi’ne kaydoldum. Lacivert-Mavi formayla Gazi Lisesi’nin futbol takımında santrhaf (libero) mevkisinde oynamaya başladım.
Bir süre sonra takımın merkez mücahim (santrafor) mevkiine geçtim. 1941 yılında Gençlerbirliği takımında oynamaya başladım. 1942 yılından itibaren de kaleci oldum.
Kaleci olmanız garip bir tesadüfle başladı, anlatır mısınız?
Bendeki kalecilik cevherini, Orhan Şeref Apak fark etmişti.
Bir antrenmanda kaleci gecikince beni kaleye geçirmiş ve performansımı izleyerek, kendisinin talimatıyla bu mevkide kalıcı olmuştum.
1946 yılına kadar Gençlerbirliği takımında oynadım. Gençlerbirliği o zamanlar büyük takımlardan biriydi. 1946 Türk Milli Ligi Şampiyonu oldu.
II. Dünya Savaşı’nın sonunda askeri takımların da önemi azalmaya başlamıştı. Savaştan sonra dönemin ilk şampiyon takımı Gençlerbirliği oldu. 7’şer takımlı iki grup halinde oynanmaya başlanan 1945/46 sezonunda Gençlerbirliği, beyaz grupta Muhafızgücü’nü averajla geçerek 1. olmasının ardından, iki grupta ilk iki sırada yer alan takımların oynadığı turnuvayı da kazanarak şampiyonluğa ulaşmıştı.
İstanbul’a dönüş ve Fenerbahçe’ye transferinizi anlatır mısınız?
1946 yılında üniversite okumak için tekrar İstanbul’a döndüm.
O zamanlar öyle büyük paralar, transferler yoktu. O sene Galatasaray şampiyon olunca kulüplerden Galatasaray ve Beşiktaş peşimdeydi. Ben hep Fenerbahçe’yi istemiştim. Kısmetimde Fenerbahçe varmış. 60 sene oldu hâlâ içindeyim.
Ben geldiğimde yedek kaleci olarak gelmiştim. Kalede Cihat Arman vardı. Efsane kalecimiz. “Sarı kanarya” lâkabı onunla başlamıştı. Gelmiş, geçmiş en büyük kaleciydi. Ondan çok şey öğrendim. Efsane kalecimiz Cihat Arman. Onun arkasında durmak kolay değildi.
O zamanlar, şimdilerde olduğu gibi bir lüks yaşantımız yoktu. Öğle, akşam yemeklerini Kadıköy Altıyol’da lokantada yer, akşamları da kulüpte yatar, kalkardık.
Ben kaleciyken teknik direktörümüz Molnar’dı, üç sene antrenörlük yapmıştı.
Hiç unutmam biz tribünlerin üzerinde yatıp kalktığımız bu dönemde Ruhi Sarıalp Londra’daki olimpiyatlarda Dünya üçüncüsü oldu.
En çok birlikte olduğunuz arkadaşınız kimlerdi?
Arkadaşlarımız arasında ayırım yoktu. Maçlardan sonra hatta Galatasaraylı, Beşiktaşlı arkadaşlarla beraber Taksim, Beyoğlu’na gider hep birlikte yemek yer, eğlenirdik.
Fakat benim zamanım en çok Ahmet Erol ile birlikte geçerdi. Ahmet’le daha sonraki yıllarda yöneticilik kadrosunda da yer aldık. Arkadaşlığımız çok uzun senelere dayanır.
Süleyman Seba ile de hâlâ çok iyi arkadaşız.
1937 yılında başlayıp en son 1950’de yapılan Milli Küme şampiyonluk maçlarında en son kupayı da sizin de içinde bulunduğu takımımız müzeye götürecekti…
11 yılda 11 kez düzenlenen bu şampiyonluk maçlarında Fenerbahçe 6, Beşiktaş 3, Güneş ve Galatasaray takımları da birer kez şampiyon olmuşlardı.
Kadromuzdaysa; Cihat Arman, Süleyman Köprülü, Murat Alyüz, Ahmet Erol, Selahattin Torkal, Kamil Ekin, Müjdat Yetkiner, Hilmi Ardağ, Samim Var, Mehmet Ali Has, Turhan Akra, Niko Knezeviç, Erol Keskin, Rafet Atamer, Nusret Mengü, Cemal Uzkes, Cemal Şikak, Cemal Uludağ, Fikret Kırcan, Halit Deringör, Lefter Küçükandonyadis ve ben vardım.
Bayağı çekişmeli ve olaylı geçen bu maçta alınan galibiyetten sonra aynı sene Başbakanlık Kupası da Fenerbahçe’nindi.
Cihat Arman askere gidecek ve siz tamamıyla kaleye geçecektiniz fakat futbolu maalesef bırakmak zorunda kaldınız…
Yılbaşında kulüpler bir ay tatil olurdu bu arada özel maçlar yapılırdı.
1950 yılında yılbaşına bir hafta kala üçlü kulüp karması Altay, Beşiktaş, Fenerbahçe, Avusturya takımı Vienna ile oynadık. Bu karşılaşmada burnuma bir tekme yedim. Burnum parçalandı. Yerime Turgay kardeşim kaleye geçti. Benim beyin kanaması nedeniyle Amerikan hastanesinde başucumda beklediler. Olmadık bir şeydi.
1946–1950 yılları arasında oynadım. Futbol hayatım, tekme olayıyla ve Londra’da estetik ameliyat sonrasında bitti. Londra’ya gidişim çok acıklıydı. Şimdiye kadar yaptığım seyahatler hep takım seyahatleri olduğu için daima kalabalık tarafından ve neşeyle uğurlanmaya alışık olduğumdan İstanbul’dan ayrılışım benim için gerçekten üzüntülü oldu.
Estetik ameliyat için Londra’ya geldiğimde ameliyat başarıyla sonuçlandı. Ankara Vapuru ile İstanbul’a döndüm. Rıhtımda ailem, efradım ve gazeteciler tarafından Cihat Arman ile Halit Kıvanç tarafından karşılandım. Yüzüm eski haline kavuşmuştu. Londra’da İngiliz sporculardan ve tıp adamlarından çok iyi muamele gördüm. Sarı lacivert formaları tekrar giymek en büyük özlemimdi.
Gençlik yıllarınızdan itibaren diğer spor branşlarında da başarılarınız vardı… Hatta “Lodosu bıçak gibi kesen” diyorlardı…
“Komple sporcu” da derlerdi.
Voleybol, basketbol, hentbol oynadım. Atletizm de kısa ve orta mesafe koşuda Ankara ikinciliklerim oldu.
12 yaşımda yüzme şampiyonu oldum.
1941 yılında 58 kişiden 8. oldum. 15 yaşımda boğazı geçtim Bebek’te, resmi müsabakaydı.
Halit Kıvanç, Cem Atabeyoğlu hep “Büyük Erdal” derlerdi. Her sporu yapardım. Sırık bile atladım.
Milli takımda da oynadınız…
1948 yılında savaş nedeniyle milli maç yoktu. Milli takım formasını ancak bir defa giydim. Suriye’ye karşı o da 7–0 bitmişti. Ankara’da oynandı.
Biraz da Fenerbahçe’deki yöneticilik dönemizden söz edebilir misiniz?
1950’den sonra 3 defa yöneticilik yaptım. Hepsinde de şampiyon olduk.
1965 yılında Faruk Ilgaz’la çalıştım. Uzun süre başkanlık yaptı.
İsmet Uluğ ile de çalıştım. Kulüpte yetişmiş, ciddi, askerde de boksörlük yapmış biriydi.
O zamanlar idareciler Karaköy’de Merkez Yağcılar Hali’nde Yağcı Ali’nin yerinde toplantı yapar, takım kurardı.
Kadıköy Grubu’nu kurduk. Muhittin Bulgurlu, Semih Bayülgen, Turgut Hayrullah vardı.
Hacı Bekir de yöneticilik yapmıştı.
Ziya Şengül ve Şükrü Birand’ın, Yaşar’ın, Nedim Doğan’ın, Cemil Turan’ın transferlerinde rolüm olmuştu. Şükrü Birand ve Ziya Şengül’ü PTT’den takımımıza transfer ettik. Tabii bu pek kolay olmadı. O zamanlar transferlerde futbolcular onların onayıyla kaçırılır ve bir yerde saklanırdı. Şükrü ile Ziya’yı Pendik’te bir otele saklamıştık. Bunu yönetimden bile sadece birkaç kişi biliyordu. Saklama nedeni transfer gerçekleşene kadar gazetelerin duymamasını sağlamak istememizdi. İki gün sonra bir baktık ki Hürriyet Gazetesi’nde manşet haberde; Şükrü ile Ziya’nın kaçırılıp Pendik’te bir otelde saklandığı yazılmıştı. Toplantıya geldiğimizde herkes ters ters birbirine bakıyor, “İhanet bu!” diye birbirini suçluyordu…
Bir dönemde basketbol takımı sorumlusu oldum. Fransa’nın Lyon takımıyla oynadık. Burada yendik. Orada yenildik ama o sene şampiyon olduk. 1965–1968 üç dönem şampiyon olduk. O sene Faruk Ilgaz başkandı. 5 kupa aldık.
Kamplarınız nasıl geçerdi?
Oynadığımız dönemde kamplar iyiydi ama arada bir kaçanlar olurdu tabii. Hocamızın haberi olmazdı, idare ederdik.
Yöneticilik dönemindeyse; akşamları evleri gezer, futbolcuların evde olup, olmadığını kontrol ederdik. Eşref Aydın’la da aynı dönemde yöneticilik yaptık.
Sizin döneminizde Erdal ismi bayağı yaygınlaşmıştı…
Ankara Gazi Lisesi’ndeyken Atatürk Lisesi ile maç oynuyoruz. Her iki takımda da Erdal ismi vardı. Bir takımda İsmet Paşa’nın oğlu Erdal İnönü diğeriyse Erdal Kocaçimen. Ondan sonra her doğan çocuğa Erdal ismi takılırdı… Tabii Fenerbahçeli olduğumuzdan dolayı… Sonradan çoğaldı bu isim…
Bugüne geldiğimizde nasıl bir Fenerbahçe görüyorsunuz?
O yıllarda Fenerbahçe’de gece bekçisi yoktu, tesisin hortumundan su içiyorlardı. Şimdi çok büyük bir çağ atladı. O zamanlar çivi bile çakan olmadı. Şimdi yüzlerce insan çalışıyor. Yalnız şimdilerde seyircilerden bazıları, grup liderleri çok yanlışlar yapıyorlar. Bunlar düzelmeli, Fenerbahçe formasını taşımak da kolay değil, taraftarı olmak da…
Halit Deringör Anlatıyor
Erdal Bey’e “En çapkın futbolculardan biriydiniz…” dediğimde, yakınımızda oturan efsane sporcumuz Sayın Halit Deringör de birkaç cümle söylemek gereği duruyor…
“Erdal takımın en yakışıklılarındandı. Tabii çok da çapkındı. O şansız sakatlığı gerçekleşmeseydi, Cihat Arman’dan sonra kaleyi aldığında ne kadar yetenekli bir kaleci olacağını daha fazla seyredecektiniz…
Vücut kabiliyeti çok üstündü. Ayaklarıyla, zekâsını birleştirebilen bir futbolcuydu. Ancak şanssızdı önünde Cihat diye bir kaleci vardı, efsane hatta dünya modeli bir kaleciydi. Cihat, onun arkası olmak kolay değil.
Çamurlu bir saha Avusturya takımıyla bir maçımız vardı. Props’la karşı karşıya kaldı, onu kurtarmak için Hilmi diye bir futbolcu vardı araya girdi, fizik tarafı güçlü ama futbolu zayıf olan bir oyuncuydu. Sanırım burnuna yanlışlıkla o vurdu.
Eşref Aydın anlatıyor…
“İsmet Uluğ’un başkanlık dönemiydi, benim de amatör şube direktörü olduğum yıl. O sene basketbolda hem lig hem de Türkiye Kupası’nı kazandık ve atletizmde Türkiye şampiyonu olduk.
Amatör sporun başarılı olmasının yanı sıra futbolda da başarılı olduk ve Avrupa Şampiyon Kulüplere girme hakkı elde ettik.
O dönemlerde Fenerbahçe’ye fazla üyelik isteği olmazdı. Toplantılarda arada bir 5 veya 6 üyelik talebi gelirdi. Üyelik aidatı da alınmaz, üyelerin de büyük bir çoğunluğu sporculardan oluşurdu.
Başkanımız İsmet Uluğ, yine bir yönetim kurulu toplantısı sonunda sırayla üyelik müracaatlarına bakıyor, “Bu olur, bu olmaz!” diyerek ayırt ediyordu.
“Olmaz!” dediği üyelerden birisi fabrikatördü. Reddettiği kişiyi tanımıyordu. O gün bitti. Bir sonraki toplantıdan evvel bazı arkadaşlarım, benim yanıma gelerek “İsmet Ağabey, geçen toplantıda bir üyeyi reddetmişti. Hâlbuki bu kişiden Romanya’ya gidecek basketbol takımımız için yardım alacağız. Sen devreye gir, İsmet Ağabey seni reddetmez, bu arkadaşı da üye yapalım.” dediler.
Sonradan öğrendim ki benimle temasa geçen arkadaşlar İstanbul Sanayi Odası’nda çalışan Fenerbahçeli üye arkadaşlardan Müzdat Yetkiner, Eyüp Karadayı ve Erdal Kocaçimen’in de desteğini almış. Ben de sevdiğim bu arkadaşlarımın isteğini kıramadım ve “Peki” dedim.
Ertesi toplantıda, sıra yine üye müracaatlarına geldiğinde, müracaatları tek tek kontrol eden başkanımız İsmet Uluğ ters bir ifadeyle “Burada bir tanesi gözüme takıldı.” dedi. Bu kişinin daha evvel getirildiğini ve kendisinin iade ettiğini söyledi.
İsmet Uluğ tekrar “Ben Fenerbahçe’ye paralı, zengin kişi istemiyorum.” dedi. İsmet Uluğ milli mücadeleci. Fenerbahçe’yi idare edecek kişilerin sporcu unvanlarının da bulunmasını isterdi. Fakat işin açıkçası sporcularda da para bulunmazdı.
Ben devreye girdim. Aslında o kişiyi tanımıyor, bilmiyordum da. Ama arkadaşlarım rica ettiler diye, “Bu kişi futbola karışmayacak, basketbola yardım edecek, destek verecek.” dedim. Ve üyelik girişinin kabulüne İsmet Uluğ’u razı ettim. O üye fabrikatör Emin Cankurtaran’dı. Ve ileride 1974–1976 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlığını yapacaktı…”
Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt’un Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladığı malûmunuz… Arşivleri karıştırırken Fenerbahçe’nin efsane sporcularından, dünya iyisi bir insan olan merhum Şükrü Birand’ın röportajına denk gelince, rahmetli Rauf Denktaş’ın röportajında yaptığımız gibi bunu da sitemizde yayınlamak için kendisinin müsaadesini aldık. Huzurlarınızda “Altın Çocuk” Şükrü Birand… Nur içinde yatsın…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Futbol hayatına atıldığı andan itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış, “Altın Çocuk” tu o. Fenerbahçe ve milli takım için bulunmaz bir kaftan. Ona “En az 10 yıl yerinden oynatılmayacak adam” deniyor ve arkasından bir “Oh!” çekiliyor: “Fenerbahçe 10 yıl sağ bek sıkıntısı çekmeyecektir.”
Basri Dirimlili gibi bir futbolcuyu hayatında örnek alan bir futbolcudan nasıl başarısız olmasını bekleyebilirsiniz ki… Şükrü Birand’ın ekolü de Basri Ağabeyi oldu.
Fenerbahçe’de 69 futbolcu 200’ün üstünde maç yaptı. Bu 69 değerli futbolcumuzdan birinci sırayı Sayın Lefter Küçükandonyadis 615 maçla alırken, Şükrü Birand ise 318 maçla 25. sırayı aldı. Hepinize minnettarız.

– “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey?
Doğuştan Fenerbahçeliyim. Benim rengim sarı lacivertti. Çocukken, babamla yaşadığımız elim bir olay vardı. Bir at arabası kazası geçirdim. Babam o kazada beni kurtarmasaydı, bugün iki bacağım olmayacaktı… İşçi bir ailenin çocuğuydum. Babam torna ustasıydı. Ankara’da doğmuşum. İlkokul çağında Adapazarı’na göçmüşüz. İlkokulu Adapazarı’nda okudum. Sona tekrar Ankara’ya döndük. Liseyi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. O arada bizim mahallenin çocukları, hep birlikte maçlara gidiyorlar, beni de beraberlerinde götürüyorlardı. Mahalle maçları oynarken beni ilgi ile izleyen milli takım hocaları vardı. Ve ben daha hiçbir takımda oynamadan genç milli takımına çağrıldım. O zamanlar Basri Dirimlili hayranıydım. Fenerbahçe’de “Mehmetçik” lakaplı olan sonradan beraber olduğumuz ağabey kardeş antrenör Basri Ağabey’i çok seviyorduk.
– Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?
Eskiden her takımın 11’ini rahatça sayardınız. O yıllarda bir takıma gidip oynadığınız zaman “Bir sporcu en az bir 10 yıl oynar” düşüncesi vardı. Ankara Aydınlıkevler’de mahalle arkadaşlarımla futbol oynarken, Gençlerbirliği’nden Rauf Başer diye bir antrenör vardı. Beni Gençlerbirliği’nde oynatmak istedi. Ama kısmet Toprakspor’muş. Toprakspor’a seçildiğim yıl öncesinde, genç milli takımına da seçilmiştim.
Hem kuvvetli bir takıma girmiştim, hem de milli takıma seçilmiştim. İkinci kulübüm PTT oldu. Sonra Fenerbahçe beni istedi. Hayallerim gerçekleşiyordu. Sevdiğim kulüpte top oynayacaktım. Yaş 18-19. O zamanlar Galatasaray, Beşiktaş kulüpleri de beni almak istiyordu. Hatta Türkan Şoray’ın eski hayat arkadaşı Rüçhan Adlı, Galatasaray yönetimindeydi. Beni almak üzere uçakla özel olarak gelmek istiyordu. Beşiktaşlı Ali Tozkonmaz da bir taraftan. Ama benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Fenerbahçe Asbaşkanı Müslüm Bağcılar idi. Ankara’da benimle temasa geçen Müslüm Bağcılar, Ahmet Erol ve Erdal Kocaçimen beni Fenerbahçe’ye istiyorlardı. Bu benim için inanılmaz bir olaydı. Fakat babam transferim için bir şart koymuştu: “Üniversiteyi İstanbul’da okuyacaksın” diye. Oyunculuğum sürecinde İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okudum ve mezun oldum. Netice itibariyle; mukavele için beni ve Ziya Şengül’ü apar topar kaçırıp İstanbul’a getirdiler.
O sıralarda bir de İstanbul’da ümit milli takımının maçı vardı. Ben ümit milli takımında kadroda değildim. Fenerbahçe-PTT ile maç oynamaya gelmiştik. Beni hemen milli takıma çağırdılar. Fenerbahçe’de bek Özcan (Köksoy) vardı. Onun kadrodan çıkmasıyla ben Çarşamba günü Türkiye – İngiltere maçına çağrıldım. İyi performans gösterdiğimden beni istiyorlardı. Türkiye Fas, Cezayir, Tunus’a maçına da gittim. Bu arada halen PTT’deydim. Fenerbahçeli futbolcular hepsi benimle ayrı ayrı ilgileniyorlar, nasıl Fenerbahçeli yaparız diye uğraşıyorlardı. Tabii ben dünden razıydım. O zamanki transferlerde bir takımın kadrosuna 2-3 kişi alınırdı. Fenerbahçe ile mukavele imzaladım. 1964’de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişim oldu. “10 yıl oynarım” dedim. 318 defa oynadım.
– Milli takımda oynadınız…
32 defa milli takımda oynadım.
– Takımın hızlanmasında büyük rolünüz vardı. Ve Avrupa maçlarında, milli takım maçlarında dikkatleri üzerinizde topluyordunuz. Transfer teklifleri aldınız mı?
Çeşitli kulüplerden teklif almıştım. Bir keresinde İrlanda’dan Mr. Toomey bana bir aracı vasıtasıyla “Bugün İrlanda’da böyle bir bek yok. Gelsin onu başkanı bulunduğum Limmerick takımına alayım” diye haber göndermişti ama ben kendisine teşekkür edip, takımımdan ayrılmayacağımı söylemiştim. Zaten o zamanki başkanımız Sayın Faruk Ilgaz çok sinirlenip “İzmir, Ankara derken bir de İrlanda ile mi uğraşacağız?” demişti.
– 1964-1974 yılları arasında Fenerbahçe’deydiniz ve bir çok şampiyonluklarda sizin de emeğiniz var. Fenerbahçe tarihinde “Altın sezon” dediğimiz beş kupa aldığımız kadroda da siz vardınız…1967-68 senesinde Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Balkan kupası bir Türk kulübünün kazandığı ilk uluslararası kupa olma özelliğini taşıyordu.
Oscar Hold, Ionescu, Molnar ve Didi ile şampiyonluklar yaşadık. Hento, Pele, Cruyf ve George Best gibi futbolcularla oynama şansı yakaladım. 5 dönem şampiyonluklar yaşadım. Biz o zamanlar çok para kazanmadık ama hayatımızda para ile satın alamayacağımız bir itibarımız oldu.

– Fenerbahçe’nin bir de bekarlar kampı vardı…
Evet… Görev bölümüne göre A. İhsan; idare müdürü, Yaşar; bulaşıkçı ve ütücü, Ziya; gıda uzmanı, Bülent; çamaşırcı, ben de teşrifatçıydım. O günleri hatırlamak ve onların bizde güzel bir anı olarak kalması müthiş bir duygu. Bu arada Ziya, A.İhsan ve bana “3 ahbap çavuşlar” deniyordu. Sonradan aynı eve Yaşar Mumcu, Ercan Aktuna ile katıldı. Bu evi bize Müslüm Bağcılar tutmuştu.
– En çok etkilendiğiniz bir anınızı paylaşır mısınız lütfen…
Bir Fenerbahçe – Galatasaray maçıydı. Ayağım yere vurduğu için topu iyice uzaklaştıramamıştım. Top Galatasaraylı futbolcunun ayağına gelmiş ve gol olmuştu. O maç 1-1 sona erdi. Benim üstüme kalmıştı. Korkunç derecede üzülmüştüm. Fakat maç bittiğinde bir anda Fenerbahçeli seyircilerin hep bir ağızdan “Ya ya ya! Şa şa şa! Şükrü Şükrü çok yaşa!” bağırışları karşısında gözyaşlarımı tutamamıştım. Ve o an anladım ki; Fenerbahçe taraftarı hem futboldan çok çok iyi anlayan hem de futbolcusunun motive etmeyi çok iyi bilen şahane bir topluluk.
– Bir de kendi kalenize golünüz var?
Çok üzüldüğüm ve yıkıldığım bir andı. O gün ona “Pembe hata” demişlerdi. Altınordu takımına 1967 yılında İzmir’de 1-0 mağlup olmuştuk. O ana kadar kalemizi korumak için çırpınan ben, bir tehlikeyi kaleden uzaklaştırayım derken ters bir hareketle kendi kalemize golü göndermiştim. O an benim ne hale geldiğimi ve ne üzüntüler yaşadığımı bilemezsiniz. Tek rahat olduğum taraf yöneticilerim tarafından o hatanın iyi niyetten kaynaklandığının bilinmesidir.
– Fenerbahçe’de forvetlik de yaptınız…
Oscar Hold bana forvet imkanı da vermişti. Hatta bir İzmirspor maçında iki gol atmıştım.
Hatırlayabildiklerimden PTT’ye de gollü bir maçım vardı. Bir de Türkiye kupası maçlarından Feriköy’e golüm vardı. Ama asıl yerim her zaman sağ bek oldu.
– Sportmenlik ve centilmenliğin doruğuna çıkan futbolculardan biri olarak 10. yılın sonunda jübile gününüz geldi çattı. Nasıl bir gündü?
Jübilemi Datcu ile beraber yaptık. Datcu’nun jübile hakkı yoktu. Bir kulüpte 10 seneyi doldurmayanlar, orada jübile yapamazlar. O da benim jübile hakkımdan istifade etti. Ne kadar üzülsem de tatlı bir veda oldu. Fenerbahçe formamızı son bir kez giyerek el ele sahaya çıktık. İnönü Stadı’nda 10.000 kişi vardı. Şöhretler karmasıyla maç yaptık.
Fenerbahçe kadrosu: Datcu, Şükrü, Ziya, Alpaslan, Ersoy, Eyüp, Selahattin, Aydın, Osman, Cemil…
Şöhretler kadrosu ise; Erol, Raşit, Fatih, Ekrem, Dinu, Fratila, Georgescu, Dobrin,Yusuf, Nunweiller’den oluşuyordu.
Maç 0-0 bitmişti. Maç sonrasında Kız takımları “Dişi Kramponlar”ın mücadelesi vardı. Gecenin 3. gösterisi ise emekliler takımının maçıydı.
– Sesiniz çok güzeldi ve 10 yıllık Fenerbahçe spor yaşamından sonra sahne hayatına atıldınız.
Futbol oynarken hem üniversitede okuyor, hem de müzik dersleri alıyordum. Sesimin güzelliğinden kamplarda hep şarkı söylerdim. Hatta Münir Nurettin Selçuk’la bile şarkı söyledim. O da Fenerbahçe’de top oynamıştı zamanında. Şarkı sahnem başladı. Nesrin Sipahi benim dostumdur. Nesrin Sipahi’nin okuduğu “Mazinde Bir Tarih Yatar” ile başlayan Fenerbahçe marşımızın vokalisti bendim. Nesrin Hanım’la beraber okuduk. Diğer futbolcu arkadaşlarım kendi okuduklarını zannetmişlerdi. Enteresan günlerim geçti. Gönül Yazar Fenerbahçeliydi. Sesim güzel diye sahneye davet etmişti. Bir süre sonra teklifler gelince Türk Sanat Müziği solisti olarak bir süre sahneye çıktım, Maksim gazinolarında şarkı söyledim. Çok renkli günlerdi.
– Daha sonra…
7-8 sene boyunca TV 8’de spor programı yaptım. Şu an Radyospor’da program yapıyorum.
– Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyunculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?
Futbol Vakfı’nda genel sekreterlik yaptım. Şu an 2000 Derneği üyesiyim. Fenerbahçe’den kopmanız mümkün değil.
– Günümüzden kendinize benzettiğiniz futbolcumuz kim?
Gökhan Gönül’ü benzetiyorum.
– O yıllardaki Anderlecht – Fenerbahçe maçına giderken yanınızda götürdüğünüz bir şey vardı. Anımsayabiliyor musunuz?
(Gülüyor) Evet koltuğumun altında kitaplarım vardı. O sıralar üniversiteye devam ediyordum. Belçika’ya giderken ders kitaplarımı da yanıma almıştım. Çünkü bu okulu bitirmem için babama sözüm vardı.
– Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?
Bizler maça giderken birkaç uğurumuz vardı: Ben çoraplarımı hiç yıkamadan maça giderdim. Maça çıkarken hep aynı şampiyonluk çoraplarımı giymeye gayret ederdim. Onun için bana “Pasaklı” derlerdi. Vapurla keyifle giderdik maçlara…
– Ve yıl 2007… Fenerbahçe Spor Kulübümüz hakkındaki düşünceleriniz…
Fenerbahçe Spor kulübü tüm branşlarında başarıyı yakalamış, büyük ilerlemeler kaydetmiştir.
1968’de Faruk Ilgaz zamanında başlayan tesisleşmeler, başkanımız sayın Aziz Yıldırım ile olağanüstü bir yol kat etmiştir. Sayın Aziz Yıldırım’ın bu tesisleşme konusundaki yatırımları da halen devam etmektedir. 2009 UEFA finallerinin de stadımızda gerçekleşecek olması bunun göstergesidir. Futbol Vakfı’nda olduğum zamanlarda Beden Terbiyesi’ne müracaat edip binlerce dönüm araziyi resmi olarak tahsis ettirdim. Arkadaşlarımız o zamanlar Gebze
-İzmit yolu üzerindeki bu arazileri uzak diye kabul etmediler. Geçenlerde başkanımız sayın Aziz Yıldırım’a da bahsettim. “Bunu araştıralım” dedi. O zamanki resmi olarak tahsis ettiğim araziyi belki şimdi alacaklar. Ve bu arazi devlet tarafından bedelsiz verilmiştir.
100’lerce dönüm arazi Şile’ye kadar gider. İnşallah Fenerbahçe Kulübü’ne nasip olur.
Fenerbahçe şu an Türkiye’nin en kurumsal kulübü olmuştur.

– Eşinizle 1968 yıllarında tanışıp, evlendiniz.
Evlenmemiz o kadar kolay olmamıştı. Bir pastanede karşılaşmıştık. Sonrasında kayınpederim “Futbolcuya kız vermem” demişti… Sonunda zor razı etmiştik. O yıl, Manchester City’i yenmişiz. Bir hafta sonra 27 Kasım’da da Ajax ile maçımız var… Benim de 29 Kasım’da nikahım vardı. Yağmurlardan dolayı Dolmabahçe maç oynanmayacak durumda olunca maçı iptal edip 28 Kasım tarihine aldılar. Epey bir heyecan yapmıştım maç tarihi ile ilgili. Fakat sonra 29 Kasım’da evlendim. Sevginin ördüğü duvarları hayatta hiçbir şey yıkamaz. O zamanlardan şimdiye Rengül’le evliliğimiz 40 seneyi buldu. Birkan ve Burçak adında iki tane yetişkin oğlumuz, bir tane de torunumuz oldu.
– Maçları takip edebiliyor musunuz?
Maçları seyretmeye nadiren gidebiliyorum ama mutlaka oğlum Mirkan’la izliyorum. Bizim ömür boyu tüm statlarda şeref tribününde izlememiz için yerimiz ayrılmış, kartımız da vardır.
Fakat diğer statlarda bu hakkımızı kullanamıyoruz. Sadece kendi stadımızda özel tribünümüz var.
– Fenerbahçe Dergimiz için düşünceleriniz?
Dergimize söyleyecek hiç söz yok. Her ay büyük bir titizlikle takip ediyorum. İleriki yıllarda büyük bir arşiv olacak. Evimize iki dergi giriyor. Birini okuyoruz diğerini hiç bozmadan torunuma saklıyorum.
– Rengül Hanım’a 40 yıllık evliliğin başarı anahtarını soruyoruz…
Eşinizin zevklerini paylaşın… Eğer eşiniz futbolu seviyorsa siz de sevin. Futbol kurallarını biraz öğrenip, maçları takip edecek bilgiye sahip olursanız bundan zaman içinde siz de büyük zevk alacaksınız. Ve paylaştığınız daha fazla şey olacak. Ben Şükrü ile ilk tanıştığımda futbol bilgim çok azdı. Fakat zamanla bu bilgim ve paylaşımım çok ilerledi. Artık kendim için bir futbol hastası diyebilirim. Hala tüm maçları ailece birlikte izliyor. Aynı heyecanı yaşıyoruz.
– Sayın Şükrü Birand son olarak taraftarlara mesajınız var mı?
Öncelikle şunu belirtmeliyim: En gururlandığım an 100. yılda 100. yıl takımında forma giyip oynayabildim. 100. yılda da yer almak müthiş bir duygu.
Saha içinde 11 Fenerbahçeli oyuncu var. Fenerbahçe’deki 12 numaralı forma taraftarındır. Ve Fenerbahçe’de 12 numaralı oyuncu forması yoktur. Taraftarın 12 numara olması gerektiğini ve formalarının yapılıp satılmasını kulübüme ben önermişimdir. Başka hiçbir kulüpte de bu yoktur. Fenerbahçe büyük bir takım olduğunu tarih boyunca ispatlamıştır. Bundan sonra da taraftarımızın büyük desteğiyle daha iyi günleri olacaktır. Evvelden 12 numarayı yedekler giyerdi fakat ben Yüksek Divan Kurulu’nda 12 numaranın taraftara verilmesini önerdim. İmza topladım. Ne mutlu ki kabul edildi. O gün bugündür 12 numara muhteşem taraftara aittir.
Röportaj: Sibel Kurt | Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi/Aralık 2007
Bir çocuk vardı…
Saçının dikliği, vücudunun sırımlığı, tehlikelere basmaktaki inat ve çabukluğu ile, ölümsüz Basri’ye tekrar can verdi.
Bir çocuk vardı…
Dünkü sinir ve asap maçını, ekmek peynir yer gibi rahat bitirdi. Ne klasını, ne fiziğini ne aklını ne de ayaklarını dövdürdü.
Bir çocuk vardı…
Defans savunmasını bir “Minare gayreti”nden kurtarmış, müdafaa adamlığındaki o “dan-dun” denen 60 yıllık kiri yıkayıp atmıştı.
Bir çocuk vardı…
Bekliğin o pek övündüğümüz betonlarını çatır çutur kırmış, marul içinde bile kabiliyeti olmayan topraklarda, batıya çok aydınlık bir pencere açmıştı.
Bir çocuk vardı…
Adı ŞÜKRÜ olan bir çocuk…
İslam Çupi | Akşam Gazetesi – 4 Ocak 1965

Fenerbahçe’nin 1959 öncesinde kazandığı 9 Türkiye şampiyonluğu var… 1933, 1935, 1937, 1940, 1943, 1944, 1945, 1946 ve 1950 yıllarında kazanılan bu zaferlerde forma giyen futbolcuları tanıyor muyuz? 1959 öncesi şampiyonluklar kimin eseri? Biliyor muyuz? Pek sayılmaz.
İşte bu yazıda, o 9 kupanın kahramanlarını listeledik.
Önce şampiyonluk sayısı, sonra da alfabetik olarak dizilen listede, Esat Kaner ile Naci Bastoncu, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan isimleri olarak, tarihe geçtiler.
En çok sahaya çıkan oyuncular yine bu iki isim olurken, onları Cihat Arman, Halit Deringör, Ömer Boncuk ve Murat Alyüz izledi.
En golcü futbolcumuz ise, uzak ara, Melih Kotanca… Naci Bastoncu, Müzdat Yetkiner, Halit Deringör ve Fikret Arıcan ise bu alanda ilk beş sırayı alan diğer sporcular oldu.
Tek şampiyonlukta, hatta tek maçta forma giyenler dahi bizim için çok kıymetli. Siz de göreceksiniz, ne muazzam isimler olduğunu! Bugün hiçbiri hayatta değil, fakat biz onların hatıralarını unutturmayacağız. Keyifli okumalar…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
| Futbolcu | Şampiyonluk | Maç | Gol |
|---|---|---|---|
| Esat Kaner | 7 | 131 | 33 |
| Naci Bastoncu | 7 | 147 | 84 |
| Cihat Arman | 6 | 130 | 0 |
| Fikret Arıcan | 6 | 87 | 35 |
| Fikret Kırcan | 6 | 89 | 31 |
| Halit Deringör | 5 | 114 | 38 |
| Lebip Elmas | 5 | 75 | 0 |
| Melih Kotanca | 5 | 85 | 128 |
| Murat Alyüz | 5 | 106 | 3 |
| Müzdat Yetkiner | 5 | 82 | 56 |
| Ömer Boncuk | 5 | 112 | 11 |
| Ali Rıza Tansı | 4 | 71 | 27 |
| Fazıl Arzık | 4 | 38 | 0 |
| İbrahim İskeçe | 4 | 62 | 30 |
| Mehmet Reşat Nayır | 4 | 64 | 6 |
| Cevat Sayit | 3 | 44 | 0 |
| Erol Keskin | 3 | 56 | 9 |
| Halil Köksalan | 3 | 56 | 6 |
| Hüsamettin Böke | 3 | 48 | 0 |
| Muzaffer Çizer | 3 | 31 | 23 |
| Niyazi Sel | 3 | 52 | 21 |
| Nuri Pekesen | 3 | 9 | 0 |
| Orhan Canpolat | 3 | 8 | 4 |
| Rebii Erkal | 3 | 41 | 12 |
| Samim Var | 3 | 40 | 11 |
| Selahattin Torkal | 3 | 57 | 4 |
| Şaban Topkanlı | 3 | 40 | 17 |
| Şevket Demirtepe | 3 | 46 | 11 |
| Yaşar Alpaslan | 3 | 48 | 1 |
| Yorgo Angelidis | 3 | 30 | 2 |
| Adnan Tuncay | 2 | 15 | 5 |
| Ahmet Erol | 2 | 51 | 9 |
| Aydın Bakanoğlu | 2 | 33 | 1 |
| Bülent Büyükyüksel | 2 | 11 | 8 |
| Halil Özyazıcı | 2 | 30 | 5 |
| Hayati Öney | 2 | 15 | 0 |
| Kemal Atakul | 2 | 9 | 0 |
| Muzaffer Ateşçi | 2 | 4 | 0 |
| Namık Erbay | 2 | 15 | 18 |
| Necdet Dalay | 2 | 3 | 0 |
| Numan Uzun | 2 | 8 | 0 |
| Orhan Menemencioğlu | 2 | 17 | 0 |
| Rıfkı Pekşen | 2 | 3 | 0 |
| Sabri Kiraz | 2 | 21 | 0 |
| Süleyman Tekil | 2 | 2 | 1 |
| Şeref Benibol | 2 | 4 | 0 |
| Abdullah Sakallı | 1 | 1 | 0 |
| Ali Elgin | 1 | 1 | 0 |
| Argun Nemli | 1 | 5 | 1 |
| Basri Taşkavak | 1 | 25 | 14 |
| Bedii Yazıcı | 1 | 6 | 0 |
| Cemal Şıkak | 1 | 1 | 0 |
| Cemal Uludağ | 1 | 1 | 0 |
| Cemal Uzkes | 1 | 15 | 7 |
| Erdal Kocaçimen | 1 | 8 | 0 |
| Faruk Hızer | 1 | 14 | 1 |
| Füruzan Şansal | 1 | 5 | 0 |
| Günaydın Özyurt | 1 | 1 | 0 |
| Hadi Tarlan | 1 | 4 | 0 |
| Hakkı Pavli | 1 | 1 | 0 |
| Hilmi Ardağ | 1 | 25 | 0 |
| Hilmi Atakul | 1 | 2 | 1 |
| İrfan Denever | 1 | 2 | 0 |
| Kamil Ekin | 1 | 28 | 6 |
| Konur Alp Mutlu | 1 | 1 | 0 |
| Lefter Küçükandonyadis | 1 | 28 | 24 |
| Lütfi Boyer | 1 | 1 | 0 |
| Mehmet Ali Has | 1 | 19 | 6 |
| Muammer Oraman | 1 | 7 | 0 |
| Naim Şukal | 1 | 1 | 0 |
| Naki Kinezoğlu | 1 | 2 | 1 |
| Nazım Kayar | 1 | 1 | 1 |
| Necdet Erdem | 1 | 4 | 0 |
| Nusret Özmengü | 1 | 9 | 0 |
| Nüzhet ??? | 1 | 1 | 0 |
| Rafet Atamer | 1 | 2 | 0 |
| Rasih Minkari | 1 | 1 | 2 |
| Recep Nurcan | 1 | 1 | 0 |
| Sadi Çoban | 1 | 1 | 0 |
| Safa Özyurt | 1 | 1 | 0 |
| Sedat Bayur | 1 | 1 | 0 |
| Semih Arıcan | 1 | 2 | 0 |
| Süleyman Köprülü | 1 | 5 | 0 |
| Taci Ece | 1 | 1 | 0 |
| Turan Akra | 1 | 2 | 0 |
| Yaşar Yalçınpınar | 1 | 22 | 11 |
| Zeki Rıza Sporel | 1 | 17 | 17 |
| Zihni Kanmaz | 1 | 1 | 0 |
| Ziya Atamer | 1 | 3 | 0 |

Fenerbahçe, 9 Ekim 1949 tarihinde başlayıp 5 Mart 1950’de biten İstanbul Ligi’ni 14 maçta 9 galibiyet, 3 beraberlik ve 2 yenilgiyle Beşiktaş’ın arkasında ikinci tamamladı. Böylelikle Milli Küme maçlarına katılmaya hak kazanan Fenerbahçe, burada da 14 maçta 8 galibiyet, 5 beraberlik ve yalnızca tek yenilgi alarak dokuzuncu Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Sezonun gol kralı, 28 maçta attığı 24 golle Lefter Küçükandonyadis oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin dokuzuncu Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
09.10.1949 / Fenerbahçe 1 – 1 İstanbulspor
16.10.1949 / Fenerbahçe 0 – 0 Vefa
22.10.1949 / Fenerbahçe 3 – 2 Beykoz
29.10.1949 / Fenerbahçe 3 – 1 Kasımpaşa
06.11.1949 / Fenerbahçe 1 – 0 Galatasaray
12.11.1949 / Fenerbahçe 2 – 0 Emniyet
27.11.1949 / Fenerbahçe 1 – 1 Beşiktaş
31.12.1949 / Fenerbahçe 5 – 0 İstanbulspor
08.01.1950 / Fenerbahçe 3 – 1 Vefa
21.01.1950 / Fenerbahçe 9 – 0 Beykoz
11.02.1950 / Fenerbahçe 2 – 0 Kasımpaşa
19.02.1950 / Fenerbahçe 1 – 2 Galatasaray
25.02.1950 / Fenerbahçe 3 – 1 Emniyet
05.03.1950 / Fenerbahçe 0 – 1 Beşiktaş
25.03.1950 / Fenerbahçe 8 – 0 Göztepe
26.03.1950 / Fenerbahçe 3 – 1 Altay
01.04.1950 / Fenerbahçe 2 – 0 Beşiktaş
02.04.1950 / Fenerbahçe 1 – 2 Vefa
08.04.1950 / Gençlerbirliği 0 – 1 Fenerbahçe
09.04.1950 / Ankara Demirspor 1 – 1 Fenerbahçe
15.04.1950 / Fenerbahçe 0 – 0 Galatasaray
16.04.1950 / Fenerbahçe 1 – 1 Beşiktaş
22.04.1950 / Fenerbahçe 2 – 0 Vefa
23.04.1950 / Fenerbahçe 0 – 0 Galatasaray
29.04.1950 / Fenerbahçe 2 – 2 Ankara Demirspor
30.04.1950 / Fenerbahçe 6 – 0 Gençlerbirliği
06.05.1950 / Göztepe 2 – 4 Fenerbahçe
07.05.1950 / Altay 0 – 4 Fenerbahçe
28 Maç : Kamil Ekin, Lefter Küçükandonyadis
26 Maç : Erol Keskin, Halit Deringör
25 Maç : Hilmi Ardağ
24 Maç : Ahmet Erol, Müzdat Yetkiner
20 Maç : Cihat Arman
19 Maç : Mehmet Ali Has, Samim Var
15 Maç : Cemal Uzkes
9 Maç : Murat Alyüz, Nusret Özmengü
8 Maç : Erdal Kocaçimen
7 Maç : Selahattin Torkal
5 Maç : “Küçük” Fikret Kırcan, Süleyman Köprülü
2 Maç : Naki Bey, Rafet Atamer, Turan Bey
1 Maç : Ali Elgin, Cemal Şıkak, Cemal Uludağ, Günaydın Özyurt, Hakkı Pavli
24 Gol : Lefter Küçükandonyadis
10 Gol : Halit Deringör
8 Gol : Ahmet Erol
7 Gol : Cemal Uzkes
6 Gol : Kamil Ekin, Mehmet Ali Has
4 Gol : Samim Var
2 Gol : Erol Keskin
1 Gol : Müzdat Yetkiner

Fenerbahçe’nin 1. Türkiye Şampiyonluğu (1933)
Fenerbahçe’nin 2. Türkiye Şampiyonluğu (1935)
Fenerbahçe’nin 3. Türkiye Şampiyonluğu (1937)
Fenerbahçe’nin 4. Türkiye Şampiyonluğu (1940)
Fenerbahçe’nin 5. Türkiye Şampiyonluğu (1943)
Fenerbahçe’nin 6. Türkiye Şampiyonluğu (1944)

1948 yılında yayın hayatına başlayan ve Cihat Arman’ın sahibi olduğu Öz Fenerbahçe dergisinde, Talha Altınbaşak imzasıyla bir yazı dizisi başlamıştı. “Her Hafta İçimizden Biri” isimli bu seride ilk konuklardan biri Erdal Kocaçimen oldu. Cem Ertuğrul’un 2007 tarihli kayıtlarına göre 1947-1951 yılları arasında 23 resmî maçta forma giyen eski kalecimizi rahmetle anıyor ve sözü Talha Altınbaşak’a bırakıyoruz.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Büyük kaleci Cihad’ın 16 senelik şerefli futbol hayatına son vermeye niyetlendiği sıralarda Fenerbahçe kalesinin akıbetinden endişe duymaya hazırlananlar Erdal’ın sarı-lacivert formaya büründüğünü görünce rahat bir nefes aldılar. Artık Fenerbahçe kalesi asgari on senelik bir istikbal için yine garanti altına girmiş demektir.
Cihad’ın ince silueti, zarif stili ve şayanı hayret çevikliği gelecekte de daima hasretle anılacaktır. Lakin ağabeyinden daha gösterişsiz fakat aynı derecede emin bir tarzda kalesini koruyacak olan Erdal taraftarlarına hiçbir gün endişe vermeyecektir.
Erdal bünyesinin azami kuvveti, aşırı fedakarlık ve cesareti, nefsine itimadı, soğukkanlılığı ve bilgili oyunuyla cidden çok kıymetli bir kalecidir.
Herkesin Ankaralı olarak tanıdığı Erdal Kocaçimen halis bir İstanbul çocuğudur. O 1926 senesi Şubat’ında İstanbul’da Fındıklı’da dünyaya geldi ve Ankara’ya gittikleri 1941 yılına kadar İstanbul’dan bir karış dahi dışarıya çıkmadı. Erdal’ı Ankara’ya götüren saik İstanbul’da Kambiyo Müdür Muavinliği vazifesini ifa etmekte bulunan babası Vedat Kocaçimen’in Ankara’da bulunan Maden Tetkik Arama Enstitüsü Teftiş Heyeti Reisliği’ne tayin edilmiş olmasıdır.
Fındıklı’da doğan Erdal’ın çocukluğu Ayaspaşa ve Cihangir’de geçti. Futbol her İstanbul çocuğu gibi Erdal’ı da daha pek küçükken kendisine cezbetti. Evlerinin civarındaki arsalardan tutun da Talimhane arsası, Ermeni mezarlığı ve Dolmabahçe camiinin avlusu Erdal’ın önceleri seyircisi, sonraları oyuncusu olduğu meşhur stadlardır.
Erdal tahsil hayatına Fındıklı 13. ilkokulunda başladı ve mektepte bulunduğu sıralarda topa karşı olan düşkünlüğü son haddini buldu. Bütün teneffüslerini ufak tenis toplarının peşinde geçirdiği yetişmiyormuş gibi akşam paydoslarında da kitap ve defterlerini evin penceresinden içeriye atar; soluğu en yakın arsada alırdı. Orada mahalle arkadaşlarıyla beraber kurdukları çift kalenin heyecanına kendini kaptıran Erdal çok kere havanın iyice karardığını fark etmez ve eve ezandan bir hayli sonra dönmeye mecbur olur ve pek haklı olarak da babası ve annesi tarafından adamakıllı haşlanırdı.
Yaramaz Erdal’a ayakkabı dayandırmak da mühim bir mesele haline gelmişti. Sağlam olmasına bilhassa itina edilerek alınan en babayiğit ayakkabı bile bu afacana ancak iki ay hizmet edebiliyor ve evvela burnundan başlamak suretiyle tabanlarından patlak veriyordu. Nihayet Erdal bu mevzuda işittiği azarlardan kurtulmak için pratik bir çare buldu. Mektepten gelir gelmez fırtına gibi eve dalıyor ve karyolasının altından kaptığı terliklerini koltuğunun altına sıkıştırdıktan sonra çift kale kurulmakta olan arsayı boyluyor ve arkadaşlarına kaleci duracağını ihsas ettikten sonra ayakkabılarını çıkartarak terliklerini ayaklarına geçiriyor, basık olan arkalarını da kaldırdıktan sonra kale direği vazifesini gören iki taş yığını arasına geçerek topları yakalamaya çalışıyordu. İşte Erdal’da kalecilik hevesi bu zaruret yüzünden doğdu.
Bir gün Erdal Hürriyet-i Ebediye tepesindeki çayırda yapılacak mühim bir maça iştirak etmek için erkenden evden savuşmuştu.
Yemek zamanı geldiği halde oğlunun görünmediğini gören annesi bir hayli meraka düştü. Nihayet sokağa çıkarak Erdal’ı aramaya karar verdi. Epeyce sorup soruşturduktan sonra Hürriyet-i Ebediye tepesine gitmiş olduğunu öğrenerek peşine düştü.
Bu sırada Erdal ufacık boyu ile kocaman kale direkleri arasına geçmiş mahallesinin şerefini korumakla meşguldü, bir ara uzaktan kendilerine doğru gelen çarşaflı bir kadının annesi olduğunu sezer gibi oldu.
Kadın biraz daha yaklaşınca Erdal’ın yakayı ele verdiğine hiç şüphesi kalmamıştı. Kale direkleri yanına bıraktığı ceketini kaptığı gibi sahadan fırladı ve kaçmaya başladı. Bu sırada rakip mahalle takımının yaptığı akın da Erdalların kalesine doğru yaklaşıyordu.
Çekilen şut boş kaleye girince takım arkadaşlarında da şafak attı ve golün kızgınlığı ile hepsi birden kaçmakta olan Erdal’ın peşine düşerek onu yakaladılar. Ve yaka paça annesine teslim ettiler. Akşama evde cereyan eden sahneyi artık siz tahmin edin.
Erdal ilkokulu bitirince Taksim Orta Mektebi’ne girdi.
1941 yılında Ankara’ya gittikten sonra da lise tahsilini Gazi Lisesi’nde yaptı. Erdal’ın ilk resmi futbol maçı Gazi Lisesi takımında oynadığı maçtır ve bu maçta Erdal santrhaf oynamıştır.
Erdal küçüklüğünden beri Fenerbahçe’yi seviyor ve İstanbul’da iken Sarı-Lacivertlilerin Taksim Stadı’nda yaptıkları bütün maçları büyük bir hayranlıkla seyrediyordu. En çok beğendiği futbolcu da kaleci Cihad’dı. Onun oynamadığı maçlarda Erdal büyük bir üzüntü duyar ve adeta neşesi kaçardı.
Ankara’ya gidince su sporlarına çok düşkün olan Erdal, Gençlerbirliği kulübüne intisap ederek orada yüzmeye başladı. Bir sene Ankara’nın 100, 200, 400 metre serbest yüzüş birincisi oldu. En iyi derecesi tatlı suda elde ettiği 1.13’dür.
Su topunda da Ankara karmasının kalesini korudu. Bir gün arkadaşlarıyla kulübün futbol antrenmanını seyre gitmişti. Kaleci Rahim gelmediği için Erdal’ı kaleye geçirdiler. O gün o kadar güzel oynadı ki kulübünün idarecileri kendisini derhal futbolda da lisansiye ettiler ve o seneden itibaren Gençlerbirliği birinci takım kalesini ona emanet ettiler.
Artık Erdal Ankara’nın en sevilen ve en çok muvaffak olan futbolcularından biriydi. Erdal Gençlerbirliği’nden sonra Ankara karma takımındaki yerini almakta da gecikmedi ve bu kaleyi de Ankara’dan ayrıldığı gün kadar müstemirren korudu.
945, 946 yılında Gençlerbirliği, Beşiktaş’ı, Altay’ı ve Eskişehir Demirspor’u üst üste yenerek Türkiye şampiyonu olmuştu. Erdal’ın bu şampiyonluktaki hissesi büyüktü. Onun cesur ve muvaffakiyetli oyunlarını gören Beşiktaşlılar Erdal’ı Angulem ve Asteras takımlarına karşı yapacakları maçlarda oynamak üzere Gençlerbirliğinin kaptanı ve orta hafı Hasan’la beraber İstanbul’a çağırdılar.
Erdal İstanbul’a geldi ve bu takımlara karşı muvaffak oyunlar çıkardı. Bu sırada küçükten beri sevdiği Fenerbahçe’ye girmeye teşebbüs etti. Sarı lacivert forma ile antrenmana çıktığı ilk gün büyük bir talihsizlikle Erol’un sıkı bir şutunu karşılamak isterken parmağı ters döndü ve sakatlandı. Bu meşum tesadüften de istifade eden ve koyu bir Beşiktaşlı olan dayısı, Erdal üzerinde manevi tesir icra ederek ve kendisini Beşiktaşlıların İstanbul’a getirttiğini ileri sürerek Erdal’ı Beşiktaş’a maletti.
Siyah Beyaz kadroda birkaç lig maçı oynayan Erdal bu muhite bir türlü ısınamayarak tekrar Ankara’ya ailesinin yanına döndü ve hemen bir sezon sonra da çok sevdiği Fenerbahçe’ye yeniden kavuştu.
Erdal şimdi büyük bir sabırla ağabeyi Cihad’dan sonra Sarı-Lacivert kalenin kendisine emanet edileceği günü beklemekte ve muntazaman çalışmaktadır. O, kulübünü ve bütün Fenerbahçeli arkadaşlarını çok sever.
“Fenerbahçe’yi aile ocağım kadar çok severim, orası benim yuvamdır” diyen Erdal kulüpteki oda arkadaşları Ahmet (Erol) ve Suphi’ye (Ural) karşı aşırı bir sempati duymaktadır.
Erdal 1.78 boyunda ve 79 kilo sikletindedir. Kumral saçlı ve mavi gözlüdür. Lise mezunudur. Bu yıl Hukuk Fakültesi’ne devam edecek ve Allah kısmet ederse avukat olacaktır. Boğazına düşkündür, her yemeği severek yer. En büyük zevki bol bol sinemaya gitmek ve kitap okumaktır. Polis romanlarından bilhassa hoşlanır. Yazın deniz sporlarına bayılır. Yüzer, kürek çeker ve iyi yelken kullanır. Belki de anne ve babasının duymasından çekinerek şimdiye kadar hiç açık olmadığını söylemektedir.
Milli takım mevzuunda anlaşma temini bakımından tek takımın takviyesine taraftardır, bu tek takım ona göre kuvvet ve kudretini bu sene hiç yenilmemek suretiyle ispat eden Fenerbahçe olmalıdır.
“Fenerbahçe’nin bütün kadrosuna Vedii, Bülent, Hüseyin ve Şükrü de ilave edilmek suretiyle Olimpiyat kadrosu en iyi şekilde tespit edilmiş olur” diyen Erdal Türk futbolunun kudretine inanmakta ve Türk futbolcuları içinde en çok Cihad (Arman), Selahattin (Torkal), Küçük Fikret (Kırcan), Erol (Keskin) ve bilhassa Lefter’in (Küçükandonyadis) oyunlarını beğenmektedir.
Talha Altınbaşak

Türk basınının usta ismi ve Fenerbahçe erkek basketbol takımının (Muhtar Sencer ile beraber) iki kurucusundan biri olan Cem Atabeyoğlu, 1949 yılında Öz Fenerbahçe dergisine yazdığı bir yazıda, Türk futbolunda kaleciler konusunu ele almış. Çok güzel bir kaynak olmuş. Rahmetli üstadımızın ellerine sağlık diyor, keyifli okumalar diliyoruz.
Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu
Türk futbolunda kaleciliğin başlama noktası olarak; Fenerbahçe’nin bu yağız çehreli ve tıknaz çocuğu kabul edilir. 1912 senesinden 1919 yılına kadar tam 7 sene Sarı-Lâcivertli kaleyi canla başla korumuştur. Kalecilikte plonjonun mucididir. Hayatının en parlak oyunlarını da Fenerbahçe’nin Rusya seyahatinde çıkartmıştır. Halen Romanya’da olduğunu zannediyorum.
Galatasaray’ın ilk kalecilerinden olup; Türkiye’de izciliğin ilk temelini atanlardandır. Fedakâr oyunu ile 8 yıl kadar Sarı-Kırmızılı kaleyi muhafaza etmiştir.
Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişti. Merhum Galip’in kardeşidir. Sarı-Lâcivertli kalede çok kalmamasına rağmen; takımın birçok yerlerinde de muvaffakiyetli maçlar çıkarmıştır. Forvet oynayıp; gol atan ilk kalecimiz de aşağı yukarı Şekip olmuştur. Uzun bir müddetten beri Zonguldak’ta bulunmaktadır. Gol yemeden şampiyon olmuş (1923) Fenerbahçe’nin kalesini korumuştur.
Kelimenin tam manasıyla kalecilerin üstadıdır. Altınordu’da yetiştikten sonra, en parlak devirlerini Fenerbahçe’de yaşamıştır. Galatasaray’ın Almanya seyahatiyle Avrupa’ya yayılmaya başlayan şöhreti, Paris Olimpiyatları’nda Çeklere karşı çıkardığı şahane oyunu ile ayyuka çıkmıştır. Müteaddit temsili maçlarda yer almış olup 5 defa millî takımda oynamıştır. Milli takımın ilk kalecisi olan Nedim, senelerce Fenerbahçe idare heyetinde vazife görmüş ve Futbol Federasyonu Asbaşkanlığını yapmıştır. Halen ticaretle meşgul bulunmaktadır.
Süleymaniye’de parladı. Bilahare; vatani vazifesini yaptığı Muhafızgücü’nün kalesini korudu ve uzun bir müddet Fenerbahçe kalesinde durduktan sonra en parlak bir devrinde futbolu bıraktı. Müteaddit defalar temsili takımlarda yer aldı ve 6 defa milli oldu. Türk futbol tarihinin eşsiz kalecilerinden biri olan Hamit, eski bir idarecimizin dediği gibi “Nedim ve Ulvi gibi iki büyük şöhretin arasında ezilen bir kıymet” olmuştur. Hamit’ten bahsederken onun Galatasaray’ın meşhur kalecisi Büyük Nedim’in kardeşi olduğunu da ilave edelim.
İşte büyük bir şöhret daha… Uzun seneler Galatasaray kalesini korudu ve tam 7 defa Ay-Yıldızlı formayı giydi. Galatasaray’da doğdu ve yine aynı renkler altında futbolu bıraktı. Güzel oyunları saymakla tükenmez. En büyük hususiyeti, miyop gözlerle kalecilik etmesi olmuştur. Senelerce Galatasaray ve Güneş kulüplerinde idarecilik etmiş, ayrıca Milli takım seçiciliği yapmıştır. Halen Tekel’de müsavirdir.
Beşiktaş’ın en şöhretli kalecisi lakabını kendisine versek hakkıdır. Uzun müddet Siyah-Beyazlı kaleyi fevkalade oyunlar çıkararak müdafaa ettikten sonra denizdeki vazifesi onu futboldan ayırmak zorunda kaldı. Onu birkaç sene evvel kısa bir hastalığı müteakip kaybettik. Allah rahmet eylesin.
Kalecilikte fedakarlığın timsalidir. Galatasaray’da yetişti, parladı ve yine orada futbolu bıraktı. Futbol hayatı 10 sene kadar devam etti. Bu zaman zarfında müteaddit temsili maçlar ve 3 de milli maç oynadı. Halen yataklı vagonlarda çalışmaktadır.
Tek kelimesiyle yazık olan büyük bir kıymet. Futbol hayatı hiç de uzun sürmedi. Tahsil dolayısıyla Amerika’ya gitti ve gerek Fenerbahçe’yi, gerekse Türk futbolunu kendisinden çok şeyler beklenilen bir zamanında mahrum bıraktı. Amerika dönüşünde; bir müddet Fenerbahçe idare heyetinde de yer aldı.
Doğması ve parlaması Fenerbahçe’de olmuştur. Ender yetişir bir kabiliyet olarak daima takdirle anılacaktır. Bilahare Demirspor’a girdi. Futbolu Galatasaray’da (en son Fenerbahçe’ye karşı oynayarak) bıraktı. Halen Sarı-Kırmızılı takımda idarecilik yapmakta olup avukat stajyeridir.
Karagümrük’te doğan ve Beşiktaş’ta parlayan bir yıldızdır. Futbol hayatı en uzun süren fedakar bir kaleci olup halen Elektrik takımının kalesini korumaktadır.
Çok kısa fakat şerefli bir futbol hayatına sahiptir. Hayatının en parlak oyunlarını Galatasaray’ın Yugoslavya seyahatinde çıkarmıştır. Galatasaray Lisesi’nden mezun olurken futbol hayatını kapadı. Halen Son Saat gazetesinin sekreteridir.
Türk futbolunun yine kısa ömürlü parlak bir yıldızı daha… Fenerbahçe’de yetişti. Güneş takımının kalesinde çok güzel oyunlar çıkardı. Mektepteki imtihanları yüzünden; Milli Takım kalesi kendine emanet edileceği bir anda, bu şerefe nail olamadı. Futbolu Vefa’da bıraktı. Kendini her zaman takdirle anarız.
Müsaadenizle ona “Türk futbolunda kaleciler şahı” diyelim. 20 seneye yaklaşan; bin bir şerefle dolu futbol hayatında çıkardığı şahane oyunlarla ismini unutulmaz bir zirveye eriştirdi. Gençlerbirliği ve Güneş’ten sonra Fenerbahçe’ye intisap etti. On yıldır Sarı-Lâcivert forma altında bulunmaktadır. 8 defa Milli formayı giydi ve 5 defa kaptanlık yaptı. Uçuşlarıyla dillere destan olmuştur. Halen Fenerbahçe’nin kaptanı ve mecmuamızın sahibi olduğunu söylemeye bilmem hacet var mı?
Sahalarımızın en popüler bir simasıdır. İstanbulspor ve Ankaragücü’nde oynadıktan sonra Galatasaray’da hayatının en iyi maçlarını çıkardı. Fedakar bir kalecidir. Arada sırada fırsat düştükçe yine Sarı-Kırmızılı kalede canını dişine takarak oynar. Halen Galatasaray’ın stad müdürüdür.
Cidden büyük bir istidat ve parlak bir yıldız. Topkapı, Eskişehir ve Ankara Demirspor ve Vefa’da bir çok güzel maçlarını seyrettik. Aşırı fedakar ve lastik top gibi bir kalecidir.
Galatasaray’ın genç kıymeti. Birçok temsili maçlarda yer aldı. Henüz pek genç olduğundan parlak bir istikbal vadetmektedir. Meşhur Hidenin tebriklerine mazhar olmuştur. Halen İktisat Fakültesi’nde talebedir.
Ankaragücü’nden Beşiktaş’a girdi ve Siyah-Beyaz forma altında parladı. İyi bir gününde olduğu takdirde, klas bir kalecidir.
Genç ve büyük bir istidat. Aynı zamanda 400 metre Ankara şampiyonu ve iyi bir santrfor. (Hatta Fenerbahçe Stadı’nda yapılan Gençlerbirliği-Galatasaray maçında Erdoğan’a bir de golü vardır). Gençlerbirliği’nde parladı. Temsili maçlarda yer almış, soğukkanlı ve fedakar bir golkip.
Cem Atabeyoğlu / Türk Futbolunda Kaleciler (Öz Fenerbahçe)