Etiket: Erol Demiroma

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XVI

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XVI

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XVI

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İdeal Arkadaşım Muhtar Sencer

    Bugün Fenerbahçe kulübünde bir basketbol şubesi varsa ve bu şube Sarı-Lacivert renkleri dorukta dalgalandırıyorsa, bunu Muhtar Sencer’e borçlu olduğumuzu daima hatırlamalıyız. O yalnız Fenerbahçe Kulübü’nde değil, Türk basketbol tarihinde de anıtlaşmış bir isim olarak daima yaşamalıdır ve yaşayacaktır da.

    Bu candan arkadaşımın, bu idealist insanın, bu büyük Fenerbahçelinin aziz hatırasını, bu davada daha ilk günlerden itibaren onunla omuz omuza çalışmış ve çarpışmış bir arkadaşı olmanın hazzı ve gururu içinde saygıyla anıyorum. Ve ona şu satırlarımla seslenmek istiyorum:

    “Büyük eserin Fenerbahçe basketbolu bugün doruklardadır, tertemiz adın Fenerbahçe’nin modern spor salonunda, aziz hatıran gönüllerimizde yaşamaktadır. Rumelihisarı’ndaki kabrinde nur içinde yat, huzur içinde uyu sevgili Muhtar”

    Birkaç yıl peş peşe, Fenerbahçe basketbol takımı sezonu, onun kabrini ziyaret ederek açmıştı. Ne güzel bir olaydı bu. Onun kabri başında, bugünkü Fenerbahçeli basketbolculara Muhtar Sencer’i anlatmak ve tanıtmak şerefi de bana düşmüştü. Ne büyük bir hazla ve heyecanla yerine getirmiştim bu görevi. Onu, bugünün basketbolcularına, ilk takımlarımızla uğraşırken birlikte duyduğumuz heyecan içinde anlatmaya çalışmıştım hep. Ve onu Fenerbahçeli basketbolcularla birlikte kabri başında anarken sevgili Muhtar Sencer’in o tertemiz ruhunun nasıl şad olduğunu izaha gerek var mıdır acaba?

    Biz’den Sonrası

    Kişiler fanidir, kuruluşlar ve eserleri ise ebedi.

    Benden kısa bir süre sonra Muhtar Sencer de koptu, kendi eliyle kurup, yoktan var ettiği basketbol şubesinin başından. Sonsuza doğru giden ve varış ipi bulunmayan bu bayrak yarışında stafet, elden ele geçirilecekti.

    Bizler, bu kutsal stafeti kimseden teslim almamıştık. “İlk adamlar” olarak başlamıştık yarışa. Onu, zamanı gelince başka ellere teslim etmiştik. Sonra yarışı onlar sürdürmüşler ve zamanı geldiğinde onlar da başka ellere aktarmışlardı.

    Muhtar, kırgın ve hatta küskün olarak gitti. Almanya’ya yerleşti, orada senelerce kaldı. Ben, şeklen Fenerbahçe basketbolunun dışındaydım ama her zaman en yakınında hatta ta içindeydim. Fenerbahçe basketbolunun başarılarını mektuplarıma ona yazıyordum. Başarısız yıllarda ise bu konuda ona karşı suskun kalmayı yeğliyordum.

    Bizlerden sonra Enis Sine’ler, Sedat Bayur’lar, Bülent Büyükyüksel’ler, Emin Cankurtaran’lar, Nejat Ekit’ler, Ali Şen’ler, Erol Demiroma’lar, Saffet Aktarı’lar, Güner Yalçıner’ler, Hüseyin Kozluca’lar, Altan Dinçer’ler, Erdal Poyrazoğlu’lar, Engin Berker’ler, Mete Yalçın’lar, Mesut Dizdar’lar, Ferhan Baras’lar bu stafeti taşıdılar, şerefle ve fedakârlıkla.

    Aralarından basketbol yöneticiliği ile başlayıp Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı’na kadar yükselenler oldu. Emin Cankurtaran ve Ali Şen kardeşlerim gibi.

    Fenerbahçe basketboluna hizmet eden bu isimleri burada sevgiyle, takdirle ve saygıyla anmak isterim. Himmetleriyle var olsunlar.

    Cem ATABEYOĞLU

    (SON)

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XII

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XII

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sihirli Değnek

    On yıldan beri hasretle yolunu gözlediğimiz peri kızı nihayet ahşap kulüp binasına gelmiş ve elindeki sihirli değnekle yönetim kurulu masasına dokunmuştu.

    Basketbol çevremizde bir bomba gibi patlayan bu maçtan sonra, her şey değişivermişti kulüpte. Basketbol şubesi birden gözde oluvermişti. O kadar ki Yönetim Kurulu, Bölge Tertip Komitesi üyeliği için Genel Sekreter Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nu görevlendirmiş ve basketbol birden öz evlat oluvermişti. Yıllardır basketbol şubesine karşı olan tutumuyla tanınan yönetici bile lise çağlarında nasıl basketbol oynadığını her karşısına gelene heyecan içinde anlatmaya koyulmuştu.

    Bu olup bitenleri Muhtar Sencer ile birlikte hayretle izliyor ve ikimiz de aynı şeyi söylemekten kendimizi alamıyorduk: “Hayırdır inşallah”

    Basketbol şubesine, en kötü günlerinde dahi sıcak nazarlarla bakan tek yönetici olarak tanıdığımız Dr. Rüştü Dağlaroğlu ise Tertip Komitesi’ndeki göreviyle bizim en büyük kazancımız olmuştu hiç kuşkusuz.

    Yenilmez Armada’yı yendiğimiz maç Fenerbahçe basketbolunu hayata getirmişti kısacası. Ancak yine de çok kimseler bu galibiyeti bir rastlantı olarak kabul ediyordu ki, bu hal Fenerbahçe takımının üzerine biraz gölge düşürüyordu. Fakat ne olursa olsun ortada bir gerçek vardı ki balçıkla sıvanamayan güneş gibi apaçıktı. Fenerbahçe basketbol potaları altında Galatasaray gibi güçlü bir rakibi yenmişti. Bu arada Tertip Komitesi aldığı çok yerinde bir kararla önemli basketbol maçlarını Spor ve Sergi Sarayı’nda oynanmasını sağlamıştı. Bunların başında elbette ki Fenerbahçe-Galatasaray maçları geliyordu. Nitekim “Yenilmez Armada”nın yenildiği maç, İTÜ Salonu’nda oynanan son ezeli rekabet maçı olmuştu.

    Rastlantı Diyenler Nasıl Aldandılar?

    6 Mayıs 1954 gününe kadar Fenerbahçe’nin yenilmez armada karşısındaki galibiyetine rastlantı diyenler çoktu basketbol çevrelerimizde. Fenerbahçe basketbol takımı, bunu yalanlamak zorundaydı. Bu nedenle 39 gün sonra oynanacak maç büyük önem taşıyordu. Çeşmemeydanı’ndan davullar, zurnalar ve flamalarla gelen Fenerbahçe taraftarlarının coşkun tezahüratı arasında oynanan bu maçta da Sarı-Lacivertli takım gerçekten fevkalade bir oyun çıkarmıştı. Galatasaray bu maçta 39 gün önceki yenilginin acısını çıkarmak için var gücüyle çalışmıştı. Ama maçın sonunda galip gelen takım yine Fenerbahçe idi. Bu maçta da ezeli rakibini 60-55 yenmeyi başaran Fenerbahçe, ilk maçtaki galibiyetinin rastlantı olmadığını kanıtlamıştı. Bu maçla Galatasaray’ın uzun yıllardan beri Türk basketboluna hükümran olan “Yenilmez Armada”lığı artık kesinlikle son bulmuş oluyordu.

    Sacit Seldüz (Kaptan, 12 sayı), Altan Dinçer (23 sayı), Nejat Diyarbakırlı (6 sayı), Hikmet Vardar (9 sayı), Erdoğan Karabelen (7 sayı), Mete Yalçın (2 sayı), Erol Demiroma (1 sayı) bu maçın kahramanlarıydılar.

    Sırası gelmişken bir anımı daha nakletmek istiyorum:

    Galatasaray kaptanı Dr. Ali Uras o sıralarda ihtisas için Amerika’ya gitmiş bulunuyordu. Ünlü basketbolcu ve değerli hekimimiz “25 Yıldan Arda Kalan Anılar” başlıklı yazısında şunları yazar:

    “… Bir gün Türkiye’den gönderilmiş bir spor dergisinin içinde Fenerbahçe’nin basketbolda Galatasaray’ı yendiğini okudum. Bunu gönderen kişinin kim olduğu bugün dahi meçhulümdür. Bu meçhul dost, Amerika’da bulunduğum iki yıllık zaman içinde Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı yendiği her maçtan sonra aynı dergiyi bana göndermeye devam etti. Bu da 25 yıllık rekabetin üzerindeki unutulmaz bir başka anısıdır”

    Allah biliyor ya, Prof. Uras’ın bu yazısını okuduğumda, bu muzipliği yapanın sevgili dostum Muhtar Sencer olabileceğini düşünmüştüm. Bu yazı 1970 yılında yayınlanmıştı. Muhtar o tarihte Almanya’ya yerleşmiş bulunuyordu. Bu nedenle kendisine “Ali’nin yazısında bahsettiği o meçhul şahıs sen miydin?” diye soramamıştım.

    Ali Uras, gerçekten çok sevdiği Muhtar Sencer’e, onu en hassas tarafından yakalamak suretiyle takılmaktan pek hoşlanırdı. Fenerbahçe’ye gelmek istediğini söyler, bizimkini sevincinden havalara zıplatırdı. Sevgili Muhtar’cık kaç gece yarıları evimin kapısına ziller çalarak gelmişti kim bilir. “Ali’yi alıyoruz. Bu kez kati olarak söz verdi.” diye müjdeler yağdırmıştı hep.

    İspanya’da şatolar kurmaya başlayan sevgili arkadaşıma “Ali seni yine işletmiş” dediğimde bana kızardı hep. Allah rahmet eylesin, her sefer Ali’ye inanırdı da bu konuda bana hiç mi hiç inanmazdı nedense.

    Sevgili Muhtar’ın cenaze töreni sırasında Şişli Camii avlusunda sevgili Ali Uras ile kucaklaşırken “Fenerbahçe’ye geliyor musun Ali?” diye titrek bir sesle sorduğumda gözleri dolu dolu olmuştu Uras’ın ve sadece “Ya… Ya… Ya…” diyebilmişti.

    Bu nedenle kendisine yıllarca muziplik yapan Ali Uras’a böyle bir intikam muzipliğini yapacak en kuvvetli isim olarak aklıma hep Muhtar Sencer gelmişti. Yıllar sonra sevgili dostumla Almanya’da buluştuğumuzda zihnimi kurcalayan bu soruyu kendisine sormuştum. Koca dostum, böyle bir muzipliği kendisinin yapmadığını söylemiş, fakat yapmayı akıl edemediği için de hayli hayıflanmıştı.

    Hey gidi o günler.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XI

    Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XI

    Kadim bir metinle karşınızdayız… Cem Atabeyoğlu ve Muhtar Sencer’in, Fenerbahçe’de basketbol takımını meydana getirmesinin hikayesi… Cem Atabeyoğlu anlatıyor: Fenerbahçe Basketbolunun Kuruluşu XI

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Kader Değişiyor

    Bu arada takımımızın başına bir de usta antrenör getirmiştik. Bu büyük basketbol ustası Samim Göreç’ti.

    Altan’lı Fenerbahçe, Samim Göreç’in nezaretinde çalışmalara başladı. Samim Göreç yıllarca Galatasaray’da oynamış, Galatasaray’da antrenörlük yapmıştı. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi antrenörlerinden biriydi. Fenerbahçe basketbol takımının kaderinin onun usta ellerinde değişeceğine yürekten inanıyorduk.

    Samim Göreç, teknik adam olarak Fenerbahçe takımı için gerçekten büyük bir kazançtı. Türk basketboluna fandımantal çalışmayı sokan kişi de oydu. Ve Samim kısa zamanda öylesine bir kaynaşmıştı ki Fenerbahçe kulübüne üye olmuştu kendiliğinden. Artık Fenerbahçe basketbol takımı Fenerbahçeli Samim Göreç’in usta ellerindeydi.

    Takım onun elinde kısa zamanda hüviyet değiştirmişti adeta. Lige hızla giren Sarı-Lacivertli takım bu arada yılbaşı münasebetiyle İTÜ tarafından düzenlenen “Rektörlük Kupası” maçlarında da yenilmeden şampiyon olmuştu. Galatasaraylı Sadi Gülçelik, Fuad Köseoğlu ve Yüksel Alkan ile Modasporlu Güney Ülmen gibi ünlü oyuncuların yer aldığı Teknik Üniversite takımını da su götürmez bir yenilgiye uğratan Fenerbahçe, o sezon ligde de bir şeyler, hatta çok şeyler yapabileceğini göstermişti.

    Bir saatli bomba vardı bu takımda ve bu bomba vakti, saati gelince patlayacaktı. Buna yürekten inanıyorduk. Ve nihayet 28 Mart 1954 günü gelip çattı.

    O gün İTÜ Salonu’nda Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı. Sarı-Lacivertli takımın çıkardığı güzel oyunlar ve elde ettiği başarılı sonuçlar Fenerbahçe taraftarlarına da büyük umut vermişti besbelli. Olağanüstü bir halle karşılaşılmıştı o gün. Nice yıllardır özlemini çektiğimiz büyük bir seyirci kalabalığı doldurmuştu salonu. Hatta dahası, kapılar, camlar kırılmıştı. Ve Fenerbahçe’nin o görkemli seyircisi artık basketbol takımının da arkasındaydı Bunu görmüştük çok şükür.

    O görkemli seyircinin de desteğiyle fevkalade bir oyun sergilemişti takımımız. Yuda Çerasi ile Osman Kermen hakem ikilisinin yönettikleri maçın daha ilk dakikasından itibaren oyuna ağırlığını koymuştu Fenerbahçe. Ve sahada “Bambaşka bir Fenerbahçe’yi izliyorduk o gün. Fakat yine de zaman zaman, içimizde koca bir 10 yılın kronikleşmiş endişesinin bir rüzgârı esiyordu. Ancak dakikalar ilerledikçe bu endişe, kendimizi zorlasak bile içimize gelmiyordu. Çünkü maçın inisiyatifi tamamen Sarı-Lacivertli takımın elindeydi. Maçın sonu yaklaştıkça sahadaki tezahürat daha da artıyordu.

    Fenerbahçe basketbolunun kaderinde “şeytanın ayağının kırıldığı gün” yaşanıyordu o gün İTÜ Salonu’nda. Ve Galatasaray, uzun yılların “Yenilmez Armada”lığına veda ediyordu. Bu, Türk basketbol tarihinde bir çağın kapanışı ve yeni bir çağın açılışıydı hiç kuşkusuz. Ve işte o 28 Mart 1954 günü Fenerbahçe, ezeli rakibi Galatasaray’ı 71-61 yenerek bu devrimi gerçekleştirmişti.

    Salonda bir ana-baba günü yaşanıyordu maçtan sonra. Sahaya doluşan Fenerbahçeli seyirciler oyuncuları omuzlarına kaldırmışlardı. Bu mutlu gün “Ya ya ya şa şa şa Fenerbahçe çok yaşa” sloganıyla ortalık çınlatılarak kutlanıyordu. Ve bu büyük mücadeledeki ideal arkadaşım sevgili Muhtar Sencer boynuma sarılmış ağlıyor, bir yandan da hıçkırıyordu:

    “Allah Allah. Bugünleri de gördük. Sana çok şükürler olsun Yarabbi”

    Göz pınarlarımdan taşan sevinç yaşlarını nasıl tutabilirdim?

    Altan Dinçer (28 sayı), Hikmet Vardar (4 Sayı), Sacit Seldüz (Kaptan, 15 sayı), Nejat Diyarbakırlı (8 sayı), Erol Demiroma (2 sayı), Erdoğan Karabelen (14 sayı) ve Mete Yalçın (0 sayı) bu büyük zaferin kahramanları idiler. Başlarında Samim Göreç olduğu halde tabii.

    Cem ATABEYOĞLU

    (DEVAM EDECEK)

  • Erdoğan Karabelen Röportajı

    Erdoğan Karabelen Röportajı

    Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Erdoğan Karabelen röportajı ile karşınızda… Erdoğan ağabeyi yakın bir zamanda kaybettik. Bir saniye durmak nedir, yorulmak nedir bilmeyen bir spor adamıydı. Nur içinde yatsın.

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Komple Sporcu

    Sporu seven bir aileden geldi. Kendisi başarılı bir basketbolcumuzdu. Sadece Türkiye’de değil, dünyada bile eşine zor rastlanan bir basketbol adamı… Hem oynadı hem öğretti.

    Hepimizin hayatında yol göstericiler vardır. Fakat Sayın Erdoğan Karabelen’e rastlayanlar çok şanslı… Bizim de şansımız, onunla röportaj yapabilmek oldu. Bir kez daha Fenerbahçe’mle gurur duyuyorum.

    Erdoğan Karabelen Röportajı

    – Spor hayatına nasıl başladınız?

    Sporcu bir aileden gelmekteyim.

    Babam Ankara’da İnönü’nün muhafız alay komutanıydı. Bu arada babam da sporcu sayılır. Birçok şubenin yanı sıra sırık atlamada Türkiye rekorunu kırmıştı.

    Annem de cumhuriyetin ilk kadın tenis şampiyonlarındandır.

    Bana dönersek 1936 doğumluyum. Çocukluk yıllarımdan beri dağ bayır demiyor koşuyordum. 1950’de Çankaya Köşkü’nün arkasında bir koru vardır. Onun da arkasında köyler var işte oralar benim koşma alanımdı.

    Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun köşkünde de oğulları Aydın ve Yılmaz köşkün bahçesinde futbol oynarlardı. Ben de gider onları seyrederdim. Bazen de kaleci bulamazlar kız kardeşi kaleye geçerdi. Köşk emniyet müdürünün oğlu da oynardı. Ben böyle dışarıdan seyrederken adam bulamadılar mı bana “Erdoğan sen gel, kalede dur” dediler. Ben ilkokuldayım ama muazzam reflekslerim var.

    Bu konu açılmışken bir anımı da sizlerle paylaşayım arada… Babam Atatürk’ün kendisine hediye ettiği kadehe bir çarptı; ben öyle bir havada uçup yakalamıştım ki… Neyse dönelim bizim hikâyeye…

    Yılmaz’la, Aydın ayrı bir takım kurmuşlar ama beni bir türlü almıyorlar. Fakat sonunda kaleci oldum, öyle kurtarışlar yaptım ki ertesi günü beni paylaşamadılar. Liseler arası yarışmalarda da en az gol yiyen kaleciydim.

    Başbakan Şükrü Saracoğlu çok ilginç bir insandı, burada da bütün maçlarımızı takip ederdi. Her gün Başbakanlıktan gelir o bizim tenis kortundaki maçımızı kahvesini içerek seyrederdi. Bir taraftan da tenkit ederdi. Meğer bana kızıyormuş, ben hangi takımda olursam maçlar on, on beş farkla bitiyordu. Bana penaltı bile atamıyorlardı. Bir gün 9 gol atmışız. Ben de kendime futbolcu Fecri Ebcioğlu’nu örnek almıştım. Her sefer çıkıyor, topu alıyordum. Bir seferinde kaçırdım, maç 9-1 oldu. Saracoğlu dedi ki “Bu dokuz gole bedel oldu. Sonradan da bana “ Oğlum sana kızıyordum ama seni tebrik ederim. Muazzam bir yeteneğin var. Maçların zevki kalmıyordu, sen hangi takımda olursan o takım galip geliyor. O nedenle söylüyordum.” demişti. Bir Başbakanın kahvesini alıp bizim maçları seyretmesi benim için çok onur vericiydi.

    – Hayatınızda 11 sayısının hep bir önemi oldu…

    11 Ağustos’ta doğdum.

    Nüfus kütüğünde no. 11; hane no. 11.

    Atletizme 11 yaşımda başladım, 11 yaşımda ilk rekorumu kırdım; 11 saniye ile 100 m. yaptım.

    İlk disk atmada 11 metre farkla birinci oldum.

    Fenerbahçe ve milli takımda 11 no’lu formayı giydim. İlk resmi maçımda 11 sayı attım.

    Kullandığım tüm telefonlarda 11 sayısı mutlaka var. Nişan tarihimde 11 var, evlendiğim ay ise yine 11. ay…

    – Kardeşleriniz de sporla ilgili mi?

    Babam Daniş Bey “Spor yapmayan avare olur” diyerek beni ve kardeşlerimi hep spora teşvik etmiştir.

    Ağabeyim Kayıhan boks ve kalecilik yaptı. Aynı zamanda Orta Anadolu kayak şampiyonu oldu.

    Kız kardeşim Özcan kızlar arası silah atışı ve 800 m. koşuda birincilikler aldı.

    Amerika’da yöneticilik yapan küçük kardeşim Altan voleybol ve dalış sporlarının yanı sıra maraton da dereceler aldı. Ailede tüm üyeler ve çocukları da hepsi sporla yakından ilgilendiler.

    – Anneniz ve babanız cumhuriyetimiz için de çok önemli insanlar. Bize biraz onları anlatabilir misiniz?

    Babam ve annem Osmanlı döneminde doğmuşlar fakat batı kültürünü benimseyen iki insandı. Türk müziğinin yanı sıra klasik batı müziğini de sever, kanun ve piyano çalarlardı. Evliliklerinin ilk yıllarında onlar daha yeni evliyken Anadolu’ya silah kaçırmışlardı.

    Babam Danış Bey teğmenken Filistin cephesinde savaşırken yaralanmış. Cephede Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’dan güvenilir, sağlam, emin bir görevli istediğinde şifre subayı olarak babam gönderilir. Sonra Atatürk cumhurbaşkanı olduğunda babamı yanına alır. Bu bizim ailemiz için de her zaman gurur verici oldu.

    Sonra babam Kars’a tayin oldu. Kars’ta da bir 720 basamak vardı. Orayı iner, çıkar antrenman yapardım. Fakat Kars’ta fazla kalamadım. Tahsil nedeniyle İstanbul’a geldim.

    – Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gelişiniz nasıl oldu?

    1952 yılında İstanbul’a geldim. Hem okuyup hem de çalışıyordum. Babam gönderdiği harçlıklarla geçinebildiğimi zannediyordu fakat ben sıkı bir şekilde çalışıyordum.

    Atletizm pisti uzak olmasın diye Fenerbahçe’nin yakınında bir ev tuttum. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün atletizm takımında yer aldım. Takımda şampiyonluklar kazanırken 110 m. engellide milli formaya kavuştum.

    Kış sezonu geldiğindeyse okul çıkışı akşamları çalışacak kapalı bir yer ararken basketbol takımının salonuna gittim. Tüm ribauntları alınca genç milli takım çalışmalarına çağrıldım.

    Daha doğrusu basketbola kandırılarak başladım. Aklımda basketbol yoktu. Kısa sürede iyi bir aşama kaydedince İstanbul bölgesel liginde altıncı, yedinci sırada olan ekibin üst sıralarına tırmanmasına ve 14 kez şampiyon olan bu yüzden de “Yenilmez Armada” diye anılan Galatasaray’ın ilk kez yenilmesinde ve basketbolda da Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin doğmasına neden olan takımda oynadım.

    Fenerbahçe basketbolda ilk şampiyonluğunu 1954-55 sezonunda aldı. Bu sezonda 14 maçın tamamını kazanmış, 5nŞubat 1955’deki ilk maçta 55-47 yendiğimiz Galatasaray ile rövanşı 2 Nisan günü oynamıştık. O güne göre rekor sayılacak 14 bin lira hasılat toplanmış ve bu 14. ve son maçı 57-46 kazanmış Fenerbahçe’nin ilk kez şampiyonluğunu yaşıyorduk.

    1951 yılından 1958 yılına kadar sarı lacivert formayı gururla taşıdım. 1954-55-56-57 İstanbul Ligi, 1957 Türkiye şampiyonası, 1954-1958 Federasyon Kupası şampiyonluklarını yaşadım. A milli oldum. 1955-1957-1959 Avrupa Basketbol şampiyonalarında ay yıldızlı formayı giydim.

    Fenerbahçe takımı ile Türkiye şampiyonaları kazandık. Hiç sayı atmasını bilmeyen ben, bir maçta 73 sayı attım.

    Sonra o dönem yöneticilerle anlaşmazlıklar olunca tekrar geri dönme düşüncesiyle 1958’de Darüşşafaka’ya gittim. Ancak o sene federasyon transferleri üç seneliğine dondurdu. Kaldığım üç sezon Darüşşafaka şampiyon oldu.

    Sonra tekrar Fenerbahçe Spor Kulübü’ne döndüm. İkamet ve tahsilimi garanti eden Belçika’nın Standart Sporting Liege takımına gittim. O sezon şampiyon olduk. Almanya’da da hem oynadım hem de antrenörlük yaptım.

    – Basketbol dışında da çok iyi işler yaptınız…

    Evet, bir süre çocuk pedagojisi üzerine çalıştım.

    Sonra ülkemizde küçüklerin spor alanında yalnız kaldığını gördüm ve büyüklerle ilgilenmeyi bıraktım. Hep küçüklerle ilgilendim.

    Hentbolde antrenör ve hakem, basketbolda milli antrenör lisanslarım var. Elektrik, elektronik, yüksek gazetecilik, basın ve halkla ilişkiler olmak üzere dört adet mesleki diplomam var. Radyolarda amatör sporla ilgili programlar yaptım, gazetelerde yazılarım var. Piyesler yazdım, bunlar da radyoda yayınlandı. İngilizce, Fransızca ve Almanca konuşurum. Şiir, beste ve güftelerim de var. Boş zamanlarımda da resim yapıyorum. Tolga adında da bir evladımız var.

    – Sporculuğunun yanı sıra yönetici olarak da sporumuza büyük hizmetler verdiniz. Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yaptığınız en önemli hizmet ise basketbol okulunu kurmanızdı…

    İstanbul Üniversitesi’nde kurduğum kız takımı üst üste Türkiye şampiyonlukları aldı.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nde kurduğum basketbol okullarında aralarında İbrahim Kutluay’ın da bulunduğu birçok basketbolcu çıktı. Altan Çetinkaya da vardı.

    Aslında altyapıdan seçim yapabilmem için Caddebostan’da “Sporium”u kurdum. Seçmeleri orda ve Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde yapıyor sonra Fenerbahçe Spor Kulübü basket okuluna alıyordum. Hepsi çocuktu. Zaman içinde çok çok iyi yerlere geldiler.

    Kondisyonerliğini yaptığım genç milliler Amerikalıların da katıldığı Albert Scweizer Kupası’nı, Ümit milliler ise Balkan şampiyonluğunu kazandı.

    Eczacıbaşı’nın deplasmanlı lige çıktığı yıllar kondisyoneriydim. Anadolu’dan bulduğum yetenekli gençleri kendim özel yetiştiriyordum. Bunların içinden milli takıma yükselenler oldu.

    Antrenörlüğüm sırasında İstanbul Üniversitesi Spor Kulübü ve PTT’yi de çalıştırdım.

    Yüksek Denizcilik Okulu’nun spor bölümünde ünlü atlet Ruhi Sarıalp’in asistanlığını ve kulübün başkanlığını yaptım. Taç Spor ’da basketbol okulunu ve iki kez şampiyon olan hentbol takımını kurdum. Enka ve Darüşşafaka kulüplerinde Genel Müdür yardımcılığı görevlerinde bulundum.

    -Zamana geri gel demek mümkün olsaydı neler isterdiniz?

    Sacit Seldüz, Nejat Diyarbakırlı, Hikmet Vardar, Erol Demiroma, Mete Yalçın, Muammer Tezel, Yılmaz Gündüz, Altan Dinçer, Tuncer Kabaner, Turhan Tezol, Erol Pekelman, takım arkadaşlarımı tekrar sahada görmek isterdim…

    Çok güzel günlerimiz geçti.

    Salonda oturduğunuz yerden baktığınızda ne kadar kolay görünür her şey… Top küçük, çember büyük… Sayılar bir bir atılır, başarılar kazanılır… Çok mu geniş görünür basketbol çemberi, hâlbuki ne mücadeledir o… Aynen bir heyecan çemberi…

    Erdoğan Karabelen | Röportaj: Sibel Kurt

  • Minikler de Büyük Olur. Fenerbahçe’den Önder Okan Geçti.

    Minikler de Büyük Olur. Fenerbahçe’den Önder Okan Geçti.

    Vefatının 33. yıldönümünde “Tapfereritter” imzalı bir yazıyla, Fenerbahçe’nin Minik Önder’ini, Önder Okan’ı anıyoruz… Fenerbahçe’de minikler de büyük olur!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önder Okan

    Fenerbahçe basketbol takımında hem oyuncu hem de antrenör olarak ter döken kaç kişi var?

    Sacit Seldüz, Altan Dinçer, Mehmet Baturalp, Erol Demiroma, Hüseyin Kozluca ve Erdal Poyrazoğlu hem potaların altında hem de sahanın kenarında Sarı kanaryalara hizmet ettiler. Hem de camianın evlatları olarak çoğu zaman takımın en çok ihtiyaç duyduğu zorlu günlerde..

     Bu emektarlardan biri de 33 yıl önce bugün genç yaşta amansız hastalıktan kaybettiğimiz Önder Okan.. Nam-ı diğer “Minik Önder”.. Ancak bıraktığı izle bir o kadar da “Büyük” Önder..

    İTÜ’de parlayan 1941 doğumlu Önder Okan’ın yolu ilk kez basketbolcu olarak askerlik dönüşü 1967-68 sezonunda Fenerbahçe’yle kesişti. Türkiye Ligi’nin ikinci sezonunda Fenerbahçe güçlü kadrosuyla ilk 16 maçı kazanıp namağlup şampiyonluğa giderken, ilk beşinden Ferhan Baras, Erdal Poyrazoğlu ve İlker Esel askere gidince güç kaybetti ve İTÜ’nün bir puan gerisinde ikincilikte kaldı. Önder Okan ise birçok maçtaki skorer oyunuyla galibiyetlere katkıda bulunmuştu.

    Okan bir sezon aradan sonra 1969-70 sezonunda ikinci kez Fenerbahçe forması giyerken, ilk kez ağabeyi Oktay Okan’la da aynı forma altında buluşuyordu. O dönemde milli formayı da sırtına geçiren Okan, bu sezon da Fenerbahçe’nin İTÜ’nün gerisinde ikincilikte kalmasıyla şampiyonluk sevincini yaşayamadı.

    Antrenörlük Dönemi

    Faal basketbolculuğu bıraktıktan sonra antrenörlük kariyerine başlayan Okan, Başkan Ali Şen’in basketbol şubesini yeniden ayağa kaldırdığı dönemde 1983-84 sezonunun başında Fenerbahçe altyapısının başına geçti. Ali Şen yönetiminin 1983 Aralık’ında istifasının ardından, A takım Başantrenörü Aydan Siyavuş’un da Efes Pilsen’e transfer olmasıyla, Okan 11 Ocak 1984’te sarı-lacivertli geminin dümenine geçti.

    1983-84’te yarı finalde yine kılpayı şampiyonluktan dönen Fenerbahçe, 1984-85 sezonunda dar kadrosuna rağmen harikalar yarattı. Normal sezonu lider bitiren Fenerbahçe, tarihinde ilk kez Avrupa kupalarında tur atlayıp (iki tur birden), yine ilk kez Koraç Kupası’nda çeyrek final grubuna kalırken, Boraç Çaçak’ı safdışı bırakmış ve dünya çapında basketbol ekolü olan Yugoslavya’nın bir takımını eleyen ilk Türk takımı olmuştu. Dar kadronun dezavantajları ise Fenerbahçe’yi ve Okan’ı finallerde yakaladı. 2 Nisan’daki şampiyonluk maçında Sarı kanaryalar ezeli rakibinin üç yabancısına karşı tek yabancıyla (Calvin Roberts) mücadele verirken, oyun kurucu Aliço’nun da 40 derece ateşle sahaya çıkabilmesi nedeniyle altı sayılı yenilgiyle karşılaştı..

    Fenerbahçe’nin yolu sezon sonunda Önder Okan’la ayrılmış; Okan’ı ise Hilalspor’u çalıştırırken yıllardır günde neredeyse üç paket içtiği sigaranın olumsuz sonuçları yakalamıştı. Yoğun bakımdayken duyduğu son mutlu sözler ise takımı Hilalspor’un şampiyon olup 1. lige yükseldiğine dairdi..

    Minikler de Büyük Olur, Kocaman Hatıralar Bırakır

    Fenerbahçe’nin müzesinde bir de “Önder Okan Kupası” var. Eski oyuncuları ve antrenörlerini anmak için Fenerbahçe ile (bir önceki sezonun şampiyonu) Eczacıbaşı’nın sezon başında 24 Ağustos 1988’de karşı karşıya geldikleri maçta, Fenerbahçe rakibini 88-85 yenerek bu anlamlı kupayı kazandı.

    Evet, sarı-lacivertlilerin müzesinde Önder Okan adına bir kupa vardı.. Ancak, daha da önemlisi Fenerbahçe basketbol tarihinde “Minik Önder”in bıraktığı “büyük” hatıralar vardı..

    Tapfereritter