Etiket: Fehim Paşa

  • Çiftehavuzlar

    Çiftehavuzlar

    Kadıköy semtlerinin tarihçesi yazılırken Fenerbahçe tarihinde iz bırakan mekanlar ile birlikte Fenerbahçeliler de anılıyor. Sermet Muhtar Alus’un 19 Nisan 1950 tarihli yazısında anlattığı Çiftehavuzlar da “Papazın Bağı” ve “Ali Muhiddin Hacı Bekir” sayesinde Fenerbahçe Spor Kulübü ile yolu kesişen yerlerden biri… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bugünden, Dünden Çiftehavuzlar

    Semte niçin böyle denildiğini, şimdi orada oturanların, hele gençlerin çoğu bilmiyor.

    Kaç yıl önce Çiftehavuzlar’da bir köşk yaptırmış, yaz kış oraya yerleşmiş aziz bir ahbabın Çamlıca lisesine devam eden kızına tramvayda rastladım; yanında bir mektep arkadaşı da vardı. (Yeniköşk) durağından hareket etmiş, ilerliyoruz. Eski dostumun kızı sordu:

    — Bizim Çiftehavuzlar’a neden dolayı bu isim takılmış, siz bilirsiniz belki bey amca. Vaktiyle civarda iki havuz mu vardı?

    Arkadaşı da lafa karıştı:

    — Ben dokuz, on yaşındayken Çengelköyü’nde, Havuzbaşında otururduk. Mevkiin o adla anılmasına sebep, el’an yeri belli bir havuzdan ötürüydü. Burada harap olmuş havuz mavuz göremiyoruz!…

    Lazım gelen cevabı verip meraklarını hallettim. Kızlar teşekkür ederek durakta- indiler. Muhitin yabancısı, eski halini bilmeyen bazı okuyucularıma da bir yazı mevzuu çıkarmış oldum.

    Bağdat Caddesi’nden Kadıköyü’ne inilirken Çiftehavuzlar durağının önü 40 – 50 yıl evvel boydan boya duvarla çevrili, Papazın bağı denilen, çavuş üzümünün enfesini yetiştiren bir bağdı. Deniz cihetine sapan sokaktan gidilince sağde kagir, bir katlı, mandramsı bir bina, bitişiğinde ağaçlar vardı. Epeyce zamandır o taraflara yolum düşmediği için hala duruyorlar mı bilmem? Buraya Sallapat’ın Gazinosu denirdi; Çiftehavuzlar işte oradaydı.

    Set üstündeki büyük havuz dört köşe, yanları 8-10 metre, oldukça derin, içi kırmızı balıklarla dolu; seddin aşağısındaki küçük havuz yuvarlak, yosunlarla pıtraktı.

    Sallapat, zengin bir Rummuş. Gazinoyu pinpon bir barba işletir, iri yarı delikanlı oğlu sırtında avcı elbisesi, omuzunda çifte, arkasında zağar, sabahtan akşama kadar Kayışdağı, Alemdağı kırlarında av peşinde gezer, tek garson İspiro orta oyununda hallaç gibi mütemadiyen çene çalardı.

    Pazar günleri Kadıköy yakasının erkekli kadınlı Rumları gazinoya dolarlar, kafaları dumanlayıp laterna ile hora teperler; Ermeniler bir tarafa çekilip carmakcur çeke çeke şarkılara girişirler; vakti kerahetin hululünde efendiden kişiler dahi damlayarak geç vakte kadar bade çakarlardı.

    Gazinonun Erenköy tarafınındaki tarla zeytinlikti. İlerisinde, kendimi bildim bileli duvarları duran, içinden çıkan bir yangınla yanıp kül olan ispirto fabrikasının enkazı vardı; sıkışanlara memşalık ederdi. Çiftehavuzlar’ın az ötesi, Fenerbahçe mesiresine arabalarla giden beylerin, hanımların kısa bir mola yeri, oradan dönenlerin uzunca âramgâhı idi. Yana düşen kırık dökük tahta havaleli geniş arsa gene Sallapat’ındı. Bir tarihte bağmış; kütüklerini filoksera yeyip kemirmiş; bakımsızlıktan mezbele, alyandoz ormanı halini almıştı.

    Günün birinde bir de baktık ki bu viran bağda faaliyet deme gitsin. Yabani ağaçlar, otlar sökülüp atılıyor; araba doluları tuğla, kum, kireç, kalas, kereste taşınıyor; kulaktan kulağa türlü rivayetler fısıldanıyor:

    — Arsayı Musahip Lütfi ağa zade Mabeyinci Faik Bey ele geçirmiş; artık Bebek’ten bıktığı için Marmaraya nazır bir yalı inşa ettirecekmiş!…

    — Saliha Sultanla kocası Ahmet Zülkifil Paşa, Çiftehavuzlar’ı pek sever, Fenerbahçe’ye bile tercih ederlermiş; bir köşk yaptıracaklarmış!…

    — Fehim Paşa, gayet ucuzuna kapatmış; cihannümalı, şeddadî bir sayfiye kurduracakmış!…

    Ağız tamburalarının hepsi boşuna çıktı. Operatör Cemil Paşa, o güzelim köşkü bina ettirdi; harabezan mamureye, mükemmel bir parka çevirdi; gene çeneler işlediydi:

    — Köşkün planları, şekli 1900 Paris sergisindeki Osmanlı pavyonunun örneği imiş!…

    — Köşk, doğrusu pek kullanışlı. Ne baştan başa upuzun, ne de yangın kulesi gibi göklere yükseliyor!..

    — Bahçenin mermer heykellerini Avrupadan getirtmiş. Malûm a, heykel put sayılır, günahtır. Hiç çekinmemiş mi acaba?

    Cemil Paşa Meşrutiyetten önce bu bahçede birkaç cülûs şehrâyini yaptırdı, görenlerin parmağı ağzında kaldı. Bir yaz da İstanbul’un yerli, ecnebi doktorlarına bir gardenparti verdi; herkes parmaklıklara üşüşüp davetlilere sunulan gatoları, şekerlemeleri, kalıp dondurmalarını, likörleri dudaklarını yalıya yalıya omuz omuza seyrettiler; orkestranın çaldığı opera parçalarını, senfonileri, valsleri dinledilerdi.

    Bu malikane şimdi, halk arasında Şeker kıralı lakabıyla maruf Bay Hayri İpar’ın malıdır.

    Dediğim yerin soluna, sahilin yakınma, Mabeyin başkatibi Kara Tahsin Paşa, ailesi namına, Feneryolu’nda bulunandan gayrı ayrıca bir villa yaptırmıştı. Hareminin, kızının hususi deniz hamamında banyo etmeleri, sandalla da tenezzühleri için. Fakat köşk damadı Fuad’a yaradı. Delikanlı oradan ayrılmaz, etrafında kafadarları, dalkavukları, çal oynasın, vur patlasınla keyif sürer, binlikleri devirirlerdi. Sultan Hamid’in son cülus şenliğinde damat bey çalgılı çağanalı bir donanma tertip etmişti. O gece içip içip kör kütük oluşunu, karga tulumba ile arabaya konup Feneryolu’ndaki kaşaneye götürülüşünü gözümüzle gördük.

    Meşrutiyetten sonra burasını Ali Muhiddin Hacıbekir Bey biraderimiz aldı. Bir müddet geçince eski mebuslardan avukat Kocabaş Arif Beye sattı. Daha sonra Refi Bayar satın alarak garaj ve bazı müştemilat ilavesiyle binayı büyüttü. Merhumun vefatı üzerine refikası sezonluğunu beş-altı bin liraya kiraya vermeye başlamış; bazı zenginlerimiz, nitekim Nemlizade Bay Mithat orada oturmuşlardır.

    Sahanın solunda, Amiral Hasan Rami Paşa’nın bahçesine, Şirin’in kasrını andıran yalısına kadar ev mev yoktu.

    Cemil Paşa köşkünün sağından denize doğru inilince, kıyıya her yaz Şehremini Rıdvan Paşa bir deniz hamamı kurdurur, haremdekiler banyoya gelirler, sıkı fıkı ahbapları hatunlar da boyuna taşınırlar, neşeli neşeli bağırtılar, çığlıklar ortalığa yayılırdı.

    Hamamın iskelesine manifaturacı Şişman Yanko’nun balık kayığı Tanrı’nın günü bağlı durur. Yanko, Selamiçeşmesi’nde yazı geçirir, kendine mahsus iki balıkçısına sabah sabah nadide balıklar tutturur, taze taze gövdeye atardı. Ayıp değil a, boğazına düşkün, o göbek kolay kolay şişmez.

    Yolun berisinde, solda Balıkhane Nazırı beyin kızı Seniye Hanımın köşkü vardı ki akıbet yandı. Meşrutiyet senelerinde (13üncü asrı hicride İstanbul hayatı) başlığıyla makaleler yazmış olan Ali Rıza Bey piri fanilerden. Ara sıra kızını yoklar, başında takke, arkasında beyyum kürk, pencere önüne geçip hakiki piyanistleri cebinden çıkaran kerimesinin piyanosunu dinlerdi.

    Aynı sırada mühürdar bilmem ne beyin evindeki gayet dilber, son derece sıcacık kanlı, afacan taze -mumaileyhin torunu- bahçeden hiç ayrılmaz, gelen geçen gençleri çileden çıkarırdı.

    Sermet Muhtar Alus / Çiftehavuzlar

  • Vizörün içindeki Kuşdili

    Vizörün içindeki Kuşdili

    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (Suna ve İnan Kıraç Vakfı) arşivinden muhteşem bir Kadıköy fotoğrafı çıktı. İlk gördüğümüz andan beri “Vizörün içindeki Kuşdili bize ne anlatıyor?” sorusunu sorduk ve tabii ki en güzel yanıtı Alican Küçükcan ağabeyimizden aldık. Muhteşem bir fotoğraf ve bir o kadar muazzam bir yazı… “Keyifli okumalar” demeden önce belirtmeden geçmeyelim; fotoğrafın bulunduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim beyefendiye saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Ressam ve Bir Düş

    Bahariye’de, bir köşkün cihannümasından Kuşdili, Hasanpaşa ve Acıbadem’e baktığımızı düşlüyorum, hani derler ya! uyandığında gerçekmiş hissi veren bir düş. Önümüzde uzanan görüntü hünerli bir ressamın elinden damlamış adeta. Her fırça darbesi bin bir özenle vurulmuş tuvale: 

    Buradan Karacaahmet’e kadar uçsuz bucaksız servi ormanının hışırdadığını biliyoruz. İlerisi göz görebildiği yere kadar hep mezarlık. Kuşdili çayırında eğlenenler hayatla ölümün sınırında olduklarını hiç düşünmüyorlar. Gülüyor, söylüyor, top oynuyorlar. Daha geçen hafta pazar günü Moda Futbol Kulübüyle, İngiliz Bahriyelileri İmogene kıran kırana bir maç yaptılar burada. Bu hızlı gösterinin galibi 1-0’lık sonuçla Moda oldu.. 3000 meraklı, kalesinde nefis plonjonlarla birçok şutu kurtaran Alex Sophiano’yu çılgınca alkışladı. Sophiano,hakemin  düdüğünden sonra omuzlarda taşındı. 

    Solumuzda uzanan ahşap denizinin altındaki Kuşdili çayırında sadece top oynanmadı. O geniş alan,  Kadıköylülerin hava almaya çıktıkları, ağır faytonların, ıhlamur ağacından yapılma geniş landoların cirit attıklarını, çayırda kurulan panayırda, şimdi tarih olmuş şerbetçilerin, kağıt helvacıların, muhallebicilerin, baloncuların ceplerinin şiştiği, yeldirmeli, maşlahlı güzellerin boy gösterdikleri, kısaca Kadıköy havalisinin eğlendiği geniş bir seyran yeri olmuştur. 

    Fenerbahçe Lokali

    Bu resim geçen yüzyılın başlarına ait. Tam da, Üsküdar kumandanı Bedirhani Ali Şamil Paşa, erkekleri Kuşdili’ne, kadınları Yoğurtçu’ya  pay etmeye uğraşıp, feryadını kimseye dinletemediği günler. Çayırın Kurbağlıdere kıyısına Galatalı Hamdi Reis’in çalgılı gazinosu kurulacak. Hamdi, evvelinde Galata’da kumar kahvesi işletmiş, Abdülhamit’in meşhur yaveri Fehim Paşa’nın adamlarından. Bu gazinonun yanında birkaç yıl sonra Fenerbahçenin lokalini göreceğiz. 

    Lokal bahçe içerisinde ve iki katlı olacak. Fotoğrafta yerleri boş ama, dış kapıdan girince sağ tarafındaki açıklığa tenis kortları yapılacak sonrasında. Bina inşa edildiğinde dereye bakan kapısı, köşede piyanosu olan, maroken koltuklu genişçe bir salona açılacaktır. Solda iç içe olan iki soyunma odasında, Zeki Rızalar, Alâlar, Kadriler çubuklu formalarını giyecekler. Suat, karbeyaz pantolununu, tişörtünü giyip, kortta raket sallayacaktır. Üst kattaki müzede kupalar, resimler ve hatıraların çerçevelenmiş halleri duracak. Fenerbahçe Kulübünün minnetsiz idmancısı, sarı lacivert forma altında bütün sporları yapmaya ve yaymaya çalışmış; kayıkhanede sandalları kalafatlayacak, korttaki fileleri eliyle örecek kadar fedakar Fenerbahçeli Galip, 6 Haziran 1932 günü lokal yandığında en çok gözyaşı dökecek olan sporcu olacaktır. 

    Fenerbahçe Lokali, alevlere teslim olmadan önce ulvi bir görev için koluna pazubant takmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya silah ve cephane sevkinin yapıldığı bir istasyon, Cumhuriyet yolunda ise önemli bir ‘yapı’taşı olmuştur. Ulu Önderin lokali ziyareti bu binada yaşanmış önemli dakikalardandır. 1920 yılında Hamit Hüsnü’nün lokalin yanına yaptıracağı kayıkhanede çok sayıda kürekçi filizlenecektir. 

    Fenerbahçe futbol takımı bu fotoğrafın içindeki sahalarda oyununu geliştirdi. Üzerine seneler sonra Dereağzı tesislerinin kondurulacağı Kördere Çayırı, Kurbağlıdere’nin hemen yanındaki Gemici çayırında Fenerbahçe idmancılarının izleri vardır. 

    Papazın Bahçesi

    Resmin sağ gerisinde, fotoğrafçı vizörünü biraz daha çevirseydi Kadıköy’ün ‘ehli diller yatağı’ denilen Papazın Bahçesini görecektik. Orası, doğanın yeşil sessizliğine meftun Ahmet Rasim’in müdavim olacağı, ağaçlar altında bir cennetti. Bahçeye bahar akşamları bülbül dinlemeye gelen çok olurdu. Ahmet Rasim orda etrafına şair Andelip, Eyüplü Neş’e, Muhsin, Borazan Tevfik, Ayı Raşidi toplar, alem yapardı. Papazın Bahçesinde bülbül sesi dinleyenler,  birkaç sene sonra, bahçenin hemen yan parseline yapılacak sahada, Fenerbahçeli sporcuların futbol sahasında icra edecekleri ahenkli sesleri duyacaklardı. Kurbağalıdere’nin doğusunda kalan bu alan vaktiyle Kardinal Andon Hassunyanın uhdesinde olduğu için bu ismi almıştı. 

    Fotoğrafın tarihinin 1905 civarı olduğunu tahmin ediyorum. Aşağıda, Kurbağlıdere yolunda,  bir sene kadar sonra 1906’da Göztepe istasyonunda vurulan Şehremini Rıdvan Paşa’nın katilleri yakalanacak ve apar topar Selimiye kışlasına götürülecekler. 

    Kurbağlıdere çayırında top peşinde koşanlar bu derdestten habersiz birçok maç yaptılar. Eski başkentin ilk futbolcularını şehire tanıtan La Fontaine’in Kadıköy Futbol Kulübü, “Harrier” denizcileriyle bu sahada yaptıkları sıkı gösteri maçı üzerinden yıllar da geçse de hep anılmıştır.

    Kadıköylüler 

    Ünlü besteci, Fenerbahçeli futbolcu Cafer Çağatay’ın babası Ali Rıfat Çağatay Yoğurtçu Köprüsü’nü geçince sol kolda kalan bir eve taşınalı bir sene bile olmamış daha. Köprü, fotoğrafın ortalarında beliren ahşap haliyle karşımızda.. Derenin iki yakasını kavuşturan ilk gerdanlık 30’lu yıllarda betona dönecek. Köprü, üzerindeki parke zemini, tramvay rayları, kendine hiç de yük olmayan, sırtından atladıktan sonra Bostancı’ya dek gidecek motrislerle eşsiz görüntüler verecekti. Kadıköy kumluktan kalkan tramvay arabalarına binip, bu civarda araçtan ineceklerden biri de (Ceylan) Bedri olacaktır. Bedri, sırasıyla Papazın çayırı, Silahtarağa, Union Kulüp, İttihadspor, Fenerbahçe Stadı isimleriyle bilinecek stadın tam karşısında oturacaktır. Futboldan sonra mesleği dişçiliğe dönecek, ilk milli maçımızın sol açığı Bedri’nin muayenehanesi Altıyolağzı’nda eskiden postahane olarak kullanılan sarı bir binadaydı. Binanın mimarı ilk futbolcularımızdan meşhur Hasan’ın babası Mehmet Ağaydı. 

    Fondaki yükselti Çamlıca tepesi.. İrtifa kaybederek yaklaşınca, Acıbadem’deki ortodoks kilisesinin apak halini farkediyoruz..Hemen sağında, pek seçemesek de :)  Kadıköy sularının çıktığı kaynak Üçpınar var. Abdülhamidin Başhafiyesi Ahmet Paşa’nın Peynirci Çiftliği denilen arazisinden geçen üç derecikle kucaklaşıp, Gazhane üzerinden Kadıköy çeşmelerine ulaşıyor bu ‘ab-ı hayat’.

    Bu hayat suyundan içenlerden biri de “Black Stocking” takımının ilk ve tek maçında  on birde kendine yer bulabilmiş  Sinekemani Nuri’dir.. Üstat, Namık Kemal’in küçük kardeşi Naşid Bey’in kızıyla evlidir. Fotoğrafçı, panoramik görüntü için makinesini ayarlarken Nuri belki de, Yoğurtçuçayırı caddesi 40 numaralı evinde, göğüse yaslanması sebebiyle ‘sinekeman’ adını almış kemandan battalca aletini çalıyordur. Ömrünü jimnastiğe ve musikiye  adamış olan Nuri Bey kalben Fenerbahçeliydi. Türk Sanat Musikisi’nde dev bir isim olarak kabul edilen, sarı lacivertlilerin ele avuca sığmaz sağ açığı Münir Nureddin ise Yoğurtçu çayırının karşısındaki evde oturmaktadır. 

    Fotoğrafın kadrajında kanat çırpan, buradayım diye uçuşan epeyi ayrıntı olduğu malum, onları da başka bir Kadıköy klişesi altında yakalar, konuştururuz efendim; sağlıcakla…

    Alican Küçükcan

    Vizörün içindeki Kuşdili