Etiket: Fenerbahçe Stadyumu

  • Fenerbahçe’den Bir Melih Kotanca Geçti

    Fenerbahçe’den Bir Melih Kotanca Geçti

    Vefatının 34. yıldönümünde, Melih Kotanca‘yı, Fenerbahçe’nin bu efsane sporcusunu sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz. Tapfereritter yazıyor. Evet, Fenerbahçe’den bir Melih Kotanca geçti!


    30 Haziran 1940

    Kurbağalıdere köprüsünün yanıbaşına yanaşmış olan Moda Deniz Kulübü’ne ait “Rüzgar” adlı sürat teknesi misafirini karşı yakada Şeref Stadı’nda Fenerbahçe ile Vefa arasında oynanan “Milli Küme” maçına yetiştirmek üzere bekliyordu. Biraz sonra atlet formalı ve çivili koşu ayakkabılı bir sporcu kan-ter içinde çıkageldi. Bu sporcu, Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen “Gül Kupası” adlı kulüplerarası ve puanlı atletizm yarışmalarında 200 metre, 4×200 bayrak ve cirit atmada birinci olup Fenerbahçe’ye puanlar kazandırarak ikinci kez üst üste şampiyon olmasını sağlayan Melih Kotanca’ydı (Fenerbahçe 42, Galatasaray 21, Beşiktaş 20 puan almıştı).

    Ayağının tozuyla stadyumdan rıhtıma koşup “Rüzgar” teknesine bindikten sonra, tekne denizi yara çıka Moda Burnu, Haydarpaşa ve Kızkulesi önünden geçerken, Kotanca da atlet kıyafetlerini çıkarıp futbolcu kıyafetlerini giymişti. Çırağan Sarayı’nın rıhtımına yanaştıklarında fırladı ve Şeref Stadı’nda “Nasıl olsa Melih gelecek” diye maça 10 kişi çıkmış Fenerbahçe’ye katıldı.  

    Fenerbahçe Vefa’yı 4-0 yenip ikinci kez Milli Küme şampiyonluğunu garantileyerek tarihinde dördüncü kez Türkiye şampiyonu olurken, 35. dakikada Fenerbahçe’nin üçüncü golü Melih Kotanca’nın ayağından gelmişti. Bu onun kendisini Milli Küme gol kralı yapan 23. golüydü. Galatasaraylı “Baba” Gündüz Kılıç 16, Beşiktaşlı “Baba” Hakkı Yeten 14 golle “Atom” Melih Kotanca’nın çok gerisinde kalmışlardı.

    Ekim 1936

    Güneş Kulübü’nün teknik yetkilisi Kemal Rıfat Bey’in (Kalpakçıoğlu) gözü Balıkesir’den eline bilet tutuşturulup gönderilen 21 yaşındaki bu genci tutmamıştı. “Sen git, biz sana haber veririz” deyip yollamıştı kulüpten. Cebindeki üç kuruş parayla iki gün etrafını dolaşan, iki gün sonra da “vedalaşmadan dönmek ayıp olur” diye son bir kez kulübe uğrayan bu genç Kotanca’ydı.

    Kulüptekiler, Kemal Rıfat Bey’e “Abi ne yaptın? Büyük yetenekmiş bu çocuk” diye üstelemiş olacaklar, veda için gelen Kotanca bu defa “Neredesin sen?” diye azar işitti. Kulüpte oda verilip, lisansı çıkarıldı. Fenerbahçe’nin üçüncü kez üst üste şampiyonluğuyla bitecek 1936-37 sezonunun 25 Ekim’deki ilk maçında Hilal’e bir gol attı, ikinci hafta ise 6-0 biten Topkapı maçında ise dört gol kaydetti. İlk on birdeki yeri daha baştan kesindi artık. İstanbul Ligi’ni de ikinci tamamlayıp o sezon ilk kez düzenlenen Milli Küme’ye katılmaya da hak kazanmıştı Kotanca’lı Güneş. Ve daha da kuvvetli parlayacaktı. 

    20 Mart 1938

    Taksim Stadı’ndaki Milli Küme maçında Melih Kotanca 87. dakikada kendisinin dördüncü golünü atarken takımını da Galatasaray karşısında 7-0’lık galibiyete taşıyordu. Galatasaraylı dostlarımızın bu dönemleri yok saymaya çalışmalarının çok sayıdaki nedenlerinden biriydi bu maç. 5 Haziran’daki rövanşa intikam için çıkan Galatasaraylılar bu defa 4-2’lik bir yenilgi almışlardı. Esasen 20 Mart’taki maç da (güya) intikam maçıydı. Zira, İstanbul Ligi’ndeki maçta da 6-0 yenilmişti Galatasaray Güneş’e (merak edenler için söyleyelim, Galatasaray bu yenilgiyi Fenerbahçe ve Real Madrid’e olduğu gibi 6 Kasım’da değil, bir 19 Aralık günü almıştı)..

    Parlıyordu Güneş.. 1937-38 İstanbul Ligi şampiyonluğundan sonra, 1938 Milli Küme şampiyonluğu da Güneş’in olmuştu. Aynı sezon atletizmde de İstanbul şampiyonu yine aynı takımdı..

    5 Ekim 1940

    Melih Kotanca takım arkadaşı Turan Çelikbaş’tan stafeti aldığında Yunan atlet Mandikas’tan 10 ilâ 15 metre gerideydi. Fenerbahçe Stadı’nda düzenlenen 11. Balkan Atletizm Şampiyonası’nda Türk milli takımı 4×100 bayrak yarışında son 100 metreye oldukça dezavantajlı bir pozisyonda girmişti. İlk 100 metreci Fikret Taygun başarılı bir performans sergileyememiş, ikinci bayrakçı Muzaffer Baloğlu (bir önceki Şampiyona’nın birincisi) sakatlığı nedeniyle görevini yapmakla yetinmiş, ancak fark bir hayli açılmıştı. Turan Çelikbaş varını yoğunu ortaya koyup farkı kapatıp stafeti Melih Kotanca’ya verdiğinde ise pek umut yoktu.

    Ancak öyle bir 100 metre koştu ki Kotanca… 5.000 seyircinin gözlerine inanamadığı bir sprintle 5 metre kala Yunan’ı geçti ve Türk milli takımını birinciliğe taşıdı.

    Bununla da kalmamıştı Kotanca.. 200 ve 400 metrelerde altın, 400 metre engellide de gümüş madalya kazanarak Türkiye’yi Yunanistan’ın iki puan önünde 134 puanla tarihinde ilk kez Balkan şampiyonluğuna taşıyordu (İkinci Dünya Savaşı koşulları nedeniyle, aslında pek de iddialı olmayan Bulgaristan ve Romanya’nın katılamamaları nedeniyle gayriresmî olarak yapılan puan tasnifinde Yugoslavya da 114 puanla üçüncü olmuştu).      

    Bu, Kotanca’nın atletizm kariyerindeki zirveydi. 1937’de 400 metrede gümüş almış, ayrıca bronz kazanan 4×400 bayrak takımımızda yeralmıştı. 1939’da ise 4×100 ve Balkan Bayrak yarışlarında da bronz alan takımımızın üyesiydi.

    Bu zaferler Kotanca için aynı zamanda bir teselliydi de.. İkinci Dünya Savaşı koşullarında A milli futbol takımımızın 1937-1948 arasında tam 11 yıl tek maç yapmadığı döneme gelmişti futbolculuğu.. Milli Küme’de 1940, 1945 ve 1946’da olmak üzere üç kez gol kralı olarak dönemin en büyük golcüsü olduğunu kanıtlayan “Atom” Melih futbolda bir kez bile ay-yıldızlı formayı sırtına geçirememişti.   

    11 Haziran 1939

    1938-39 sezonunun başında sporseverler gazetelerde yeralan sarsıcı bir haberle şaşkınlığa uğradılar: Güneş Kulübü futbol, atletizm ve güreşte faaliyetlerine son veriyordu. Cihat Arman, Rasih Minkari ve Ömer Boncuk’un yanı sıra Melih Kotanca da Sarı Kanaryalarla anlaşmıştı. Ancak, dönemin mevzuatı gereği kulüp sporcuları o sezon hiçbir kulüpte oynayamayacaklardı.

    Melih Kotanca’nın sarı lacivertli formayı giymesi de, Fenerbahçe’nin o dönem geleneksel olarak sezon sonlarında kutladığı kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde, İngiliz Middlesex Wanderers takımıyla 11 Haziran 1939 tarihli maçı buldu (Bu takımın adını profesyonel ya da amatör liglerde bulabilmek mümkün değildir. Zira, bu takım daha 19. yüzyılda profesyonelliğe geçmiş İngiliz futbolunun, amatörlüğün hala sürdüğü ülkelere temsil amaçlı gönderdiği bir amatör karma takımdı. Zaten “Wanderers” da “Gezginler” demekti).

    Bu maçla Fenerbahçe kariyerine başlayan Kotanca sarı-lacivertli formayla ilk golünü 25 Haziran 1939’da Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda oynanan Milli Küme maçında Ankaragücü’ne karşı attı.

    15 Mayıs 1948

    “İngiliz futbolunun yöntemlerini benimsemek istiyor ve daha fazla İngiliz takımıyla temas kurabilmeyi arzuluyoruz. (…) Bu gayretlerimizin ilk başarılı örneğini ise Queen’s Park Rangers’ın ülkemizi ziyareti teşkil etmiştir. Bu nedenle, davetimize icabet etmesinden ötürü Queen’s Park Rangers’a teşekkürlerimizi sunuyor, (..) 1948-49 sezonunda başarılar diliyoruz.” Genel Sekreter Zeki Rıza Sporel “Başkan” unvanıyla imzaladığı 19 Temmuz 1948 tarihli bu mektubuyla, bir taraftan İngiliz takımına teşekkür ederken, diğer taraftan kabuğunu kırmak isteyen Türk ve Fenerbahçe futbolundaki zihniyet değişimini de yansıtıyordu. Gerçekten de, A milli futbol takımı 11 yıl sonra ilk kez 23 Nisan 1948’de Atina’da Yunanistan’a karşı oynadığı dostluk maçıyla tekrar sahalara dönerken, Fenerbahçe de aynı yılın Aralık ayında tam 23 yıl sonra yurtdışına çıkarak Atina’da dört maç yapıyordu.

    Yaş 33

    Ancak, 33 yaşındaki Melih Kotanca için futbola veda zamanı gelmişti (atletizme 1941’de Vefa’ya karşı oynanan bir maçın ardından verilen 9 aylık haksız cezaya isyan ederek fiilen veda etmişti). Zeki Rıza Sporel’in nazik teşekkür mektubunun muhatabı Queens Park Rangers’la 15 Mayıs 1948’de oynanan karşılaşma Melih Kotanca’nın son maçıydı (bu, Fenerbahçe’nin de 1947’de açılan İnönü Stadı’ndaki ikinci maçıydı). 20. dakikada Ahmet Erol’un yerine girmiş ve yine de Fenerbahçe’ye hareket getirmişti.

    Ancak 33 yaşın yanısıra, hayatın gerçekleri de vardı. Futbolumuzun amatörlük döneminde hayatını idame ettirmek ve kızını okutmak için çalışmak zorundaydı. Denizyollarında “Konya” vapurunun ambar memuru idi. İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarının dışa açılma döneminde bu vapurla sık sık Yunanistan’a gitmesi futbol düzenini de etkilemeye başlamıştı.

    Halit Deringör anlatıyor:

    “Bir gün Şeref Stadı’nda maç oynarken, Stadın önünden geçen bir gemi düdük çaldı. Melih, sahada düdüğü duyunca ambale oldu. Ne kadar engel olmaya çalışsak da başarmıyoruz, bizi bırakıp gidiyor. Meğerse o gün o gemi Yunanistan’a gidiyormuş. Kotanca’nın da gemide şahsi eşyası ve parası varmış. Vapura yetişmek için çok uğraşıyor ama yetişemiyor. Gemi uzaklaşıp gidiyor. Aynı akşam Zeki Rıza Sporel’in evinde yemekteyiz. Hepimize birer cüzdan hediye etti. [Melih’in cüzdanının içinde para da varmış]. Melih’in bu durumuna üzülen yöneticiler, onu takviye etmişlerdi.”

    26 Nisan 1969

    2 Mayıs 1969’da gazetelerin acı haberler sayfasına düşen bu ilan Melih Kotanca’nın hayata küsüşünü simgeliyordu:

    “VEFAT: Fenerbahçeli milli atlet ve futbolcu Melih Kotanca’nın Bağlarbaşı Amerikan Kız Koleji 962-963 mezunu biricik kızı GÖNÜL KOTANCA 26/4/1969 tarihinde Amerika’da İndiana şehrinde geçirmiş olduğu trafik kazasında vefat etmiştir. Cenazesi 3/5/1969 Cumartesi Kadıköy Osmanağa Camisinde öğle namazını müteakip Küçükyalı mezarlığında defnedilecektir. BABASI MELİH KOTANCA”

    Bir Yunanistan seferinde tanışıp evlendiği eşinden ayrılan Kotanca’nın yegane meşgalesi kızını okutmaktı. Ancak, ABD’den gelen haber bir babanın alabileceği en kötü haberdi. Hayata küsmüştü. İnzivaya çekildi. Kupalarını ve madalyalarını kulübe teslim etmek istedi. Alan olmadı.

    İnzivaya çekilse de, arada hatırlanmak onun da hakkıydı. Hatırlayan olmadı. Ta ki sporsever Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk eski şampiyonları ödüllendirip onore etmeye karar verene kadar..

    18 Haziran 1979

    Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nun Şeref tribününde Fenerbahçe ve Trabzonspor arasındaki Cumhurbaşkanlığı Kupası maçını izliyor. Yanında geçmişte ay-yıldızlı formaya çeşitli sporlarda başarılar, madalyalar ve nice gurular yaşatmış sporular var. İçlerinden biri de Melih Kotanca.

    Sabah 11’de Çankaya Köşkü’ne kabul edilmişler. Ödüllerini aldıktan sonra Muhafız Alayı’nda öğle yemeği yemişler. Sonra da Cumhurbaşkanı’yla birlikte maça. Yine de gazetecilere şikayetlerini sıralayıp karınca kararınca yol göstermeye çalışıyordu. Yıllar sonra kapıların iyiden iyiye devşirme sporculara açılacağını görürcesine:

    “O devirlerin ünlüsüydük. Beklentimiz yoktu. Koştuk, oynadık. Yaşlandık şimdi ve unutulduk. Forması altıda yıllarımı verdiğim Fenerbahçe’nin Başkanı’nı gördüm dün. “Beni tanıdın mı?” dedim. Yüzüme baktı ve hatırlamadı. İşte bu benim sadece kendi örneğim. Şimdiki gençler güvence istiyorlar. Bulamayınca spora sarılmıyorlar..”

    Hatırladı sonra Faruk Ilgaz. Sonra da Emin Cankurtaran. Sahipsiz bırakmadılar Fenerbahçe efsanesini. Sağlığıyla ilgilendiler..

    8 Haziran 1986

    Bir vefat ilanı..

    Tezatların vuruculuğunu seven Türk basını “bir dönemin rekortmen sprinterinin” felç olup “yatağa düştüğünü” yazıyor üç ay önce..

    8 Haziran 1986’da ise vefatını.. Bir efsane daha kayıp gitmişti Türk sporundan.. Neler sığdırmamıştı ki Fenerbahçe’deki yıllarına? 1940’taki Milli Küme şampiyonluğunun ardından buhranlı geçen iki sezonun sonunda, Fenerbahçe’nin makus talihini döndüren ünlü Admira maçı öncesinde, 1941-42 İstanbul Ligi gol kralı olmuştu.

    Müteakip sezon Fenerbahçe bir kez daha Milli Küme şampiyonu olurken, Melih Kotanca da artık Türkiye Gol Kralı idi. Fenerbahçe 1943-44 yılında İstanbul ve Türkiye Şampiyonu, 1944-45 sezonunda Milli Küme, Başbakanlık Kupası ve İstanbul Kupası şampiyonu, 1945-46 sezonunda ise Milli Küme ve Başbakanlık Kupası şampiyonu olurken en golcü futbolcusu hep Melih Kotanca idi. 1945 ve 1946 Milli Küme sezonlarında da Gol Kralı olurken, bu başarısını daha sonraki Fenerbahçelilerden Cemil Turan ve Aykut Kocaman egale edebileceklerdi. Fenerbahçe’nin dört sezon üst üste Türkiye şampiyonluğu kazandığı tek dönemdi bu. Ardından 1946-47 ve 1947-48 sezonlarında İstanbul Ligi şampiyonu olan Fenerbahçe bu kulvarda da açık ara liderdi (1947-48 itibarıyla Fenerbahçe 13, Galatasaray 10 ve Beşiktaş 9 kez İstanbul şampiyonu olmuştu).

    1947-48 sezonunda şampiyon takımın oyuncusu olarak futbola veda ettiğinde, 185 kez giydiği Fenerbahçe formasıyla 205 gol atmış ve inanılmaz bir ortalama yakalamıştı. 25 Şubat 1940 tarihinde Topkapıspor’la oynanan ve Fenerbahçe’nin 14-0 galibiyetiyle biten İstanbul Ligi maçında 8 gol atarak Zeki Rıza Sporel’le birlikte “bir maçta en çok gol atan Fenerbahçeli futbolcu” unvanını halen koruyor Kotanca..

    Fenerbahçe, hayatlarının her biri ayrı bir “destan” olan sembolleri sayısız olduğu için “efsane”dir. Kotanca da en parlaklarından biri. Fenerbahçe parladıkça, onlar da parlayacak. Türk sporu Kotanca’ları hiç unutmayacak.

    Tapfereritter

  • Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

    Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

    Fenerbahçe Stadı’nın tarihteki ilk belgeleri, Barış Kenaroğlu tarafından bir ay evvel bu sayfalarda yayınlanmıştı. Değerli arkadaşımız şimdi de kütüphanesinden, o belgelerin sahibi Operatör Dr. Cemil Topuzlu Paşa’nın hatıratı içinden ilgili bölümü aktarıyor.

    Cemil Paşa gücenmekte çok haklı… Ruhu şâd olsun; biz bundan sonra kendisini unutmayacağız. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Meşrutiyet ilanı

    1908 sonları idi. Meşrutiyet ilan edileli pek az olmuştu, Çiftehavuzlar’daki köşkümde bir garden parti tertip etmeyi düşündüm. Bu müsamerenin hasılatını siyasi suçlarından dolayı sürgüne gönderilip geri dönmüş bulunan mağdur vatandaşlarımıza verecektim.

    Köşküm yerli ve ecnebi bir çok şahıslarla hınca hınç dolmuştu, hatta hürriyet kahramanlarından Niyazi Bey merhum da meşhur geyiği ile beraber gelmişti. Bu geyik adeta bir nevi sembol idi, hatta uğur getirdiği için Niyazi Bey’in taburu ile beraber askeri yürüyüşlere de iştirak ediyordu.

    Bu müsamerede Adliye Nazırı olan Manyasizade Refik Bey merhum ve eski saray harem ağası Tahsin Nejat Efendi (yakın zamanda ölen bu zat çok değerli bir edip, hoca ve muharrirdi) kürsüye çıkıp hürriyet hakkında pek alkışlanan nutuklar söylediler. Halk bu iki katibi omuzları üzerinde taşıdı.

    Siyasi mağdurlar için de sekiz yüz altın gibi mühim bir para toplandı. Bu parayı ertesi günü onlara dağıttım.

    Türkiye’de de futbolun ilk yılları

    Garden partiye gelenler arasında Moda’da oturan zengin İngilizler ve ezcümle Mösyö Vitol da vardı. Bahçede gezinirken, Vitol bana şunları söyledi:

    “Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz” dedi.

    Yanımızda Arif Hikmet Paşa vardı, o da Mösyö Vitol’un mutalaasına iştirak etti. Böylece ertesi günü köşkte toplanıp bu meseleyi müzakere kararını verdik. Toplantıda bulunup stadı kuran zatlar şunlar:

    Eski Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Mösyö Vitol ve akrabasından birkaç İngiliz, Mösyö James, İngiliz lakabıyla maruf Rıfat Bey, Server Paşazade Ziya Bey ve ben.

    Fenerbahçe Stadının yapılışı

    Müzakere esnasında tasavvurumuzu kuvveden fiile çıkarmayı kararlaştırdık. İlk iş olarak stad yapılacak bir yer istedik. Ben, Yoğurtçu’daki hazinei hassaya ait tarlayı ileri sürdüm. (Şimdiki Fenerbahçe Stadı). Arkadaşlar teklifimi pek muvafık buldular. Fakat:

    “- Orasını nasıl elde ederiz” dediler. Kendilerine:

    “- O benim bileceğim şey… Yarın saraya gider, Padişah’tan tarlayı isterim” cevabını verdim.

    Stad yerini bulduktan sonra, sıra para bulmaya geliyordu. Mösyö Vitol:

    “- Yapılacak stadın etrafını tahta perde ile çevirmek, zemini tesviye etmek, stadyum binasını yapmak ve bunu teftiş etmek için en aşağı 3.000 altına ihtiyaç vardır” dedi.

    Onu da aramızda tedarik etmeyi düşündük. Hisseme 250 altın düştü. Arif Hikmet Paşa buna yakın bir meblağ verdi. Türkler’den bizden başka kimlerin para verdiğini hatırlamıyorum. Yalnız İngilizler, mevcut parayı 3.000 altına iblağ ettiler. Kurduğumuz teşekküle de şu ismi bulduk : İttihat Kulübü.

    Ertesi gün saraya gittim. Başkatip Cevat Bey’i gördüm. Ne için geldiğimi anlattım. O sırada Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi is’af ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim. Fakat, Cevat Bey huzurdan dönünce:

    “- Efendimiz buyuruyorlar ki hazinesi hassaya ait olan emlaki isteyenler bir iki tane değildir. Daha geçen gün, Cemil Paşa Ahmet Rıza Bey ile gelmiş ve Kandilli’deki Adile Sultan Sarayı’nı mektep yapılmak üzere bağışlamamı rica etmişlerdi, verdim. Bu talepler tevali ettikçe, elde hazinei hassaya ait bir şey kalmayacak!”

    Umduğum çıkmamıştı. O zaman aklıma derhal bir çare geldi:

    “- O halde senevi 30 altına tarlayı kiralamamıza efendimiz müsaade buyursunlar” dedim.

    Cevat Bey tekrar huzura girdi. Dönüşte:

    “- Efendimiz, buna diyeceğim yok, buyuruyorlar!” cevabını getirdi.

    Böylece, Kadıköyü’ndeki İttihat Kulübü namına, mevzuu bahs tarlanın 20 veya 30 sene müddetle kiralanması hakkında irade sadır oldu. Hemen kontratı yaptık. Doğruca Mösyö Vitol’ü buldum. Onun ile beraber işe başladık. Birkaç gün sonra tarlanın etrafına tahta perde çekmiştik. Kış yaklaşıyordu. O sahada ise hiç ağaç yoktu. Hemen köşkümün bahçesinden 20 tane çınar ağacı çıkarttım, sahanın kenarlarına diktirdim ki bugün orada gördüğünüz ağaçlar bunlardır. Binayı da yaptırdık.

    Fenerbahçe Stadında ilk maçlar

    Bu suretle futbol oynanmaya başlandı. Fakat seyirci, yani hasılat yoktu. Halk futbola rağbet etmiyordu. Mösyö Vitol kar edeceğimizden bahseylemişti amma yerin kirası bile çıkmıyordu!

    Bu vaziyet umumi harbe kadar devam etti. Umumi harp başlar başlamaz, araya karışan hadiseler yüzünden, sporla uğraşacak vakit bulamadık. Ben de Avrupa’ya gittim. Kulübe, Kara Kemal el koymuş. Adını da İttihat Spor Kulübü yapmış.

    İşte, bugünkü Fenerbahçe Stadyumu’nun tarihçesi…

    Yalnız, zannedersem, Fenerbahçe Kulübü bu hakikati pek bilmiyor. Çünkü müteaddit defa yapılan toplantı ve senei devriye merasimlerinde bir kerecik olsun, beni davet etmek lütfunda bile bulunmadılar! Halbuki gönül, gençliğin kadirşinas olmasını ne kadar istiyor.

    Operatör Dr. Cemil Topuzlu Paşa’nın Hatıratı

  • Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Tam 86 yıl önce bugün, 1 Haziran 1934 tarihinde Kadıköy’de Fenerbahçe’nin 26. kuruluş yıldönümü törenleri yapıldı.

    Atatürk’ün kulübümüze bıraktığı ikinci güzel hatıra olan (bugün Fenerbahçe Müzesi’nin girişinde, hemen sağda duran) Gazi Büstü, stadımıza o gün konuldu.

    Yeni tribünlerin inşası bitmişti. Stadın kuzey yönündeki kalenin yanına 45 dakikalık büyük bir saat konmuş, onun da yanına skoru gösteren tabelalar yerleştirilmişti. Bunlardan başka sahaya radyo tesisatı da kurulmuştu.

    O gün Fenerbahçe Stadı’nda o güne kadar memlekette görülmeyen bir seyirci kitlesi toplanmıştı.

    Törenden önce Türk, Yunan ve Avusturyalı atletler arasında atletizm müsabakaları yapıldı. Asıl merasime ise saat 16:30’da başlandı. Önce Fenerbahçeli denizciler, atletler, tenisçiler, futbolcular ve voleybolcular bir geçit resmi yaptılar ve halkın alkışları arasında bütün tribünlerin önünden geçtikten sonra sahanın ortasında durdular.

    Bu sırada askeri bando İstiklal Marşı’nı çaldı ve Fenerbahçeli bir sporcu da Türk sancağını merasim direğine çekti. Marş bittikten sonra kapalı tribünleri önünde Gazi Hazretlerinin büstünün açılışı yapıldı. Kadıköy Kaymakamı kısa bir nutuk söyledikten sonra Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı eşliğinde ve halkın dakikalarca süren alkışıyla, büstün üzerindeki sarı-lacivert örtüyü açtı.

    Önce Fenerbahçe Kulübü adına bir konuşma yapıldı. Bunu Bolu Milletvekili (Atatürk’ün yaveri) Cevat Abbas Gürer’in nutku takip etti.

    Fenerbahçeli sporcular yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Türkün Ulu Gazisi,

    Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti kanımızla, canımızla koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu mertliğiyle senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz…”

    Bugünün başka bir önemi daha vardı… Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türkiye spor tarihinin en büyük golcüsü, futbolculuk yaşamına o gün noktayı koydu.

    Çocuk denecek yaşta, senelerce muhteşem bir ikili oluşturacağı Alaaddin Baydar ile birlikte Fenerbahçe’de oynamaya başlamış; Burhan Felek’in “Bunları buraya çelik çomak oynamaya mı getirdiniz?” diye aklınca alay ettiği maçta 7-0’lık Anadolu maçında tam 4 gol atarak gelecek yıllara vuracağı damgayı göstermişti.

    İşgal yıllarının muhteşem Fenerbahçesinin unutulmaz forvet hattı Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Sabih Arca ve Zeki Rıza Sporel’den oluşuyordu. Harington Kupası maçında İngiliz kalesine giren iki gol de onun eseriydi. Yıllar sonra başkanlığını da yapacağı Fenerbahçe’ye aktif futbol sahasında veda ettiği gün gazeteler onun için şunları yazıyordu.

    Dün, Türkiye’nin en kıymetli ve emektar bir futbolcusu, Zeki Rıza; son maçını yaptı ve faal futbol hayatına veda etti :

    Zeki, senelerce Fener takımında, kulübü’nün rengine şeref vermek için mânen, maddeten bütün varlığı ile çalışmış, takımının kaptanlığını ve baş kaptanlığını yapmış, memlekete yüzlerce kıymetli sporcu yetiştirmek de büyük âmil olmuştur.

    Milli takımın en eski oyuncusu ve kaptanı olan Zeki, Türk sporunun şerefi için senelerce uğraşmıştır. Yüzlerce gol atmıştır.

    Rubu asırlık spor hayatında Zeki’nin etrafındaki oyuncular belki yüzlerce defa değişmiş ve bizde en meşhur oyuncuların bile yıldızları hemen daima yedi sekiz seneden evvel söndüğü halde, Zeki’nin yıldızı rubu asırlık bir zamanda daima parlamıştır.

    Türkiye’nin en çok tanınmış bir sporcusu olan Zeki Rıza, en fazla sevilen sporcular arasına girmek bahtiyarlığını da kazanmıştır.

    Zeki, senelerce şereften şerefe koşturduğu takımında dün son oyununu oynarken, yalnız sarı-lacivertliler değil, bütün efkâr-ı umumiye, bu emektar Türk sporcusunun takdirle seyrediyor ve alkışlıyordu.

    Belki senelerce yeri doldurulamayacak olan Zeki’nin, faal spor hayatından uzaklaşmasından duyacağımız hüznü, ancak şimdiden sonra da kulübüne ve Türk sporuna manen yapacağı hizmetleri düşünerek hafifletmeye çalışmalıyız.

    Uzunluğu kadar da temiz bir spor hayatına malik bulunan Zeki Rıza, bütün Türk sporcularına numune olmaya bugün tam manası ile hak kazanmış bulunuyor.

    2 Haziran 1934 tarihli Haber gazetesinden

    Artık Fenerbahçe’de kaptanlık “Büyük” Fikret Arıcan’ındır…

    Fenerbahçe tarihinin en duygu dolu fotoğraflarından birini de sona bıraktık.

    Fenerbahçe’nin 1907’de kurulduğu ilk günlerden beri her şeyi olan Galip Kulaksızoğlu, kaptanlığı kendisinden devralan Zeki Rıza Sporel’in jübilesinde… İki büyük futbolcu, iki büyük başkan kucaklaşıyorlar. Arkada bekleyen diğer sporcuların yüzündeki saygı ifadesine bakar mısınız?

  • Biz Çok Güçlü Olduk, Bir-İki Arkadaş Size Geçsin

    Biz Çok Güçlü Olduk, Bir-İki Arkadaş Size Geçsin

    Bundan tam 81 yıl önce, 23 Mayıs 1939 tarihinde Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları özel İstanbul Şildi maçı için karşı karşıya geldiler. Maç 9-0 gibi enteresan bir skora ve skordan da enteresan bir ikinci yarıya sahne oldu. Birçok gazetenin, daha önemli maçlar olduğu için küçük bir bölüm ayırdığı (ve bazılarının skordan başka detayları uydurduğu) maçın en geniş hikayesini “Haber-Akşam Postası” gazetesi aktarmıştı. Keyifli okumalar…


    Şild turnuvasının finali dün Kadıköyü’nde Fenerbahçe Stadı’nda Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları arasında yapıldı.

    Az bir seyirci kütlesi önünde oynanan bu maça Fenerbahçe şu kadro ile çıkmıştır.

    Hüsamettin, Simon, Lebip, Muzaffer, Esat, Haldun, Niyazi, Yaşar, Fikret, Rebii, Basri

    Süleymaniyeliler de birinci takım kadrolarını tamamen getiremediklerinden on kişi ile oynamak mecburiyetinde kalmışlardır:

    Halid, Hüseyin, Süreyya, Faruk, İbrajhim, Sabri, Süleyman, Rauf, Raif, Seyfi

    Hakem İzzet Muhittin Apak

    Oyuna başlar başlamaz Fenerliler hakimiyeti aldılar. Süleymaniyeliler noksan ve zayıf kadrolarına rağmen canla başla oynuyorlar. Mamafih Fenerliler üstünlüklerini üst üste yapılan sayılarla tespit ettiler. Bu arada Süleymaniyeliler, Fener aleyhine verilen bir penaltı cezasını iki defa tekrar ettirildiği halde sayı yapamadılar. Birinci devre nihayetlendiği zaman Fenerbahçe 9-0 galip vaziyetteydi.

    Sayıları sırasıyla şu oyuncular kaydettiler :

    Basri, Fikret, Yaşar, Esat, Niyazi, Niyazi, Yaşar, Fikret

    Süleymaniyeliler bu zayıf kadro ile ikinci devrede oyuna devam imkanı görmediklerinden hükmen mağlubiyeti kabul ettiler ve sahaya çıkmadılar. Bundan sonra ise, takımları bazı Fenerli oyuncularla takviye edildi ve müsabaka dostane bir karşılaşma ve bir antrenman şeklinde 40 dakika daha devam etti.

  • Fenerbahçe’nin İlk 25 Yılı

    Fenerbahçe’nin İlk 25 Yılı

    Olimpiyat dergisinin 1933 yılında yayınladığı “Fenerbahçe’nin 25. Yılı Özel Sayısı”nda Muvaffak Menemencioğlu da bir makale yazmış. Henüz yazılar tamamlanmadı ama sayının diğer yazılarına “şuradan” ulaşabilirsiniz. Bitene kadar müstakil sayfaları yazıların arasına da koyacağız. İşte onlardan biri… Fenerbahçe’nin ilk 25 yılı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Çeyrek Asır

    Bugün Fenerbahçe 25 senelik gayretlerinin yıldönümünü yaşıyor. Birkaç arkadaşın hiç yoktan, vasıtasız, yardımsız fakat ümitlerle dolu bir surette esasını kurdukları o günler ile şimdiki vaziyet arasında ne azim farklar var! Fakat bu fark kendi kendine doğmamıştır. Fenerbahçe’nin bugün büyük bir spor müessesesi haline gelmesinde tesadüfün, tarihin bir hissesi varsa azmin, gayretin, bilginin şüphesiz on hissesi vardır. Bu yıldönümünü kutlarken kulübümüzün artık kurtulmuş, artık şan ve şeref içinde istikbale emin gözlerle bakabilecek bir hale gelmiş olmasını gören bizler, kendimizi ne kadar bahtiyar addetsek yeridir.

    Bu vaziyeti tahlil etmeyeceğim. Yalnız düne kadar diğer kulüplerden farkı belki biraz daha ziyade sevilmesinden ibaret olan Fenerbahçe’nin bu yeni şekli almasında âmil olan bir toplantıyı burada kaydetmeyi faydalı buluyorum.

    Dört sene evvel bir gün Fener müessisleri bir içtima yapmışlardı; kulübün hali, hariçten görüldüğü kadar, emniyet verici değildi, futbol bir takımı bütün emeklere rağmen beklenilen son galebeleri temin edemiyordu, masrafımız daimi surette artıyor, fakat buna mukabil tediye çareleri gün geçtikçe daralıyordu.

    O gün uzun tetkiklerden sonra müessisler Fenerbahçe’yi tamamı ile asrî bir kulüp haline getirmek için bir program çizdiler, ve o günden itibaren sistematik bir surette bu kararlarını tatbike başladılar.

    Geleceğe Dair

    İlk madde takımın, sarı lacivert renklerin şerefi ile mütenasip bir hale getirilmesi idi, idmanlara Temmuz’da başlandı. Haftada üç gün egzersiz ve maç yapan bir takım o sene bir tek mağlubiyetsiz İstanbul şampiyonluğunu kazandı.

    İkinci karar saha teminine mütedairdi, kulüp bu işi başa çıkarabilmek için sfütur getirmeyen bir azimle tam üç sene uğraştı, bugün görülen Fenerbahçe Stadı bu gayretlerin güzel bir mahsulüdür. İki futbol sahası, bir atletizm pisti, güzel bir kulüp binası Fenerbahçe’ye Avrupa’da bulunan en yüksek emsali ile boy ölçüşebilecek bir mevki temin etmiştir.

    Üçüncü madde olarak da kulübün en büyük istinadı olan futbol takımlarını kuvvetlendirmek için muktedir bir antrenör bir karar altına alınmıştı. Bir senedir çalışan Her Şveng’in elde ettiği neticeler meydandadır. Lig maçlarında Fenerbahçe 3 takımı ile en başta gidiyor. Bilhassa istikbal için kendisine güvenebilecek birçok değerli oyuncular yetiştirmiştir ki kulübün asıl kuvveti buradadır.

    Bu programın tabii ki henüz bitmemiştir. Saha daha büyütülecek, ve tedricen 20.000 kişi istiap edebilecek bir dereceye çıkarılacaktır. Takımlar bahsinde de Fener’in takip ettiği gaye yalnız dahilde lig maçlarını muzafferiyetle bitirmek değil, Avrupa’da da Türk renklerini parlak bir surette müdafaa edebilecek bir teşekkül vücuda getirmektir. Mesai bu şekilde devam edecek olursa bir iki seneye kadar bu hususta da iyi neticeler alınacağı ümit olunabilir.

    Bu güzel eserler bütün kulüp mensuplarının fakat hassaten başında çalışan bir gencin daimi ve müspet bir gayreti mahsulüdür. Rubu asırlık bir mesai devresini muvaffakıyetler içinde bitiren kulübümü kutlularken bu mesai arkadaşlarıma da en samimi tebriklerimi arz etmeyi bir vicdan borcu telakki ediyorum.

    Menemenlizade Ahmet Muvaffak / Fenerbahçe’nin İlk 25 Yılı

    (DEVAM EDECEK)

  • Sarmaşık

    Sarmaşık

    Yazılarını okumayanın çok şey kaybedeceği Alican Küçükcan, Fenerbahçe’nin 19. Türkiye şampiyonluğunu, 1982-1983 sezonunu anlatıyor. Sarmaşık kelimesi ancak bu kadar güzel hisler uyandırabilir.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin 1982-1983 Sezonu

    Salkım saçak futbolsever dolu Avni Aker tribünlerinden çıt çıkmayacaktı saniyeler sonra.  Sağ açıktan akan Osman Denizci ortalayacak, deplasmanlardaki tabelacımız Selçuk Yula ayağının içiyle topu Şenol Güneş’in koruduğu kaleye yerden, iki yan direğinin tam ortasına gönderecekti. Ancak, o da ne! Kale içinde olması gereken meşin yuvarlak, fileyle onu tutan demir profil arasından bir delik bulmuş, zıplaya zıplaya açık tribünlere doğru yol alırken, top toplayıcılar da şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı.

    Topun kale içine girdiğini adı gibi bilen, kendisini, hakemi, acaba herkesi kandırabilir miyim diye düşünen ve bu kandırma içgüdüsünü geliştirip yıllar sonra Şükrü Saracoğlu Stadı’nda nirvanaya ulaştıracak Şenol Güneş, tartan pistten gelen topu aut çizgisine koymaya çalışırken Fenerbahçeli futbolcular çoktan sevinç yumağı olmuşlardı bile. Puan sıralamasının en tepesinde boncuk gibi dizili olan Fenerbahçe-Trabzonspor- Galatasaray triosunun assolisti Fenerbahçe, ikinci yarının en kritik döneminde direkt rakibini, evinden uzakta 1-0 yenerek, sezon boyunun kısalmaya başladığı günlerde psikolojik üstünlüğü ele geçiriyordu. (7 Mayıs 1983)

    Ali Şen’in Yaratıcılığı

    Başkan Ali Şen’in önümüzdeki yıllarda da şahit olacağımız cin fikirleri, futbolcuların maç sabahına dinç kalkmalarını sağlamıştı. Senelerdir Trabzon’da meydana bakan Özgür ya da Usta Otel’de kalan Fenerbahçe kafilesi, sabaha kadar süren tezahürat, bağırış/çağırıştan uyuyamaz, güne pestil gibi uyanırdı. Ali Şen’in devreye girmesiyle lokasyonu daha bilinmezde kalan bir otel ayarlanmıştı. Uzun yıllar sonra futbolcular, ara sokaktaki Horon Otel’de bebekler gibi uyumuş, sabah zımba gibi kalkmışlardı yataklarından.

    Avni Aker Stadı’nın deplasman takımı soyunma odasında Fenerbahçe A takım formasını o sezon giymeye başlayan bir futbolcu oturuyordu: Önder Çakar. O gün maça yedek başlayan Önder, şampiyonluğumuzla sonlanacak sezonda takımın çok önemli dişlilerinden biri oluyordu.

    1981-82 sezonunun transfer hovardası, her bölgeyi neredeyse 3 futbolcuyla şişiren Fenerbahçe’nin yeni hocası Branko Stankoviç, bir sene önce doldurulmuş futbolcu havuzunu yeterli görmüştü. Hatta iki sene önce büyük umutlarla Zonguldakspor’dan transfer edilen, sarı lacivertli forma adına Dünya Karması’nda yer almış İsa Ertürk takımdan ayrılmıştı.

    Stankoviç, kabul edelim ki, sonu temmuz ayına dayanacak maratonda, futbolcuları fizik ve mental olarak hep hazır tutarak, mutlu sonla bitecek filmin yönetmeni koltuğunda en büyük övgüyü hakediyordu. Stankoviç, orta sahadaki dinamizmi arttırmak, sol kanadı daha işler hale getirmek için,  Osman Denizci, Arif Kocabıyık, Özcan Kızıltan gibi hücumseven orta saha oyuncuları arasında Müjdat Yetkiner ve Bulgar Mehmet’le birlikte oyunun iki yönünde de başarılı olması nedeniyle, genç takım menşeili Önder Çakar’ı takıma korkusuzca monte etmişti. Ve Yugoslav Hoca, bu genç sol ayağı ilk kez yine bir Trabzonspor maçında, 27 Kasım 1982’de oynanan ligin ilk yarısındaki müsabakada takımla beraber seremoniye çıkartmıştı…

    Hat-Trick

    İlk yarıdaki Trabzonspor maçı, ölümü göze alıp tribüne korkusuzca tırmanan, binlerle telaffuz edilen taraftarın, ‘sarmaşıklar arasında Maraton tribünü’  tablosu yarattıkları gündü. O gün, 1975 yılından beri süregelen, bir sene önce ofsayttan yediğimiz golle biraz ertelenen bir seri sonuydu. O gün, Rize’de oynarken Fenerbahçe’nin teklifini duyunca ‘’ya ben ya İstanbul’’  diye rest çeken nişanlısına, ‘’tabii ki Fenerbahçe’’ diyen ve kramponlarındaki hünerlerin hepsini Özcan’a attırdığı golden önce gösteren Arif Kocabıyık’ın, o gün, bir seri duvarını attığı üç golle yıkan Selçuk Yula’nın günüydü: 4-2

    Arif Kocabıyık futbol sahnesinin gördüğü en ince, en yapılamaz denilen çalım figürlerini kolayca çimene dökebilen bir ayak topu sanatçısıdır. Arif, belkıran çalımlarını dünya gözüyle görmek isteyen binlere  becerilerini mütevazılık yapmadan sundu. Taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin imrenerek izlediği çim saha baletiydi Arif. AKM Büyük Salonundan fırlama gösterilerinden birini İnönü Stadı’nda Beşiktaş karşısında sergilemiş ve 6 saniyelik sanat kokan dönüş, ayak içi plase hareketiyle takımının başından aşağı iki puanlık altın yaldız dökmüştü. Sahanın herhangi bir noktasından, yüksek şiddetle gelen topu, meşin yuvarlak yerde oynanır dercesine göğsünde yumuşatır, zemine indirir ve arkadaşlarının hizmetine sunardı. 1983 Şampiyonluğunda neşrettiğimiz sanat dergisinin baş editörü Arif Kocabıyık’tı. Arif gündüzlere sığmayan yaşantısının o yıl düzen içinde seyretmesini ilk bölgede oynayan abilerine borçluydu. Başta da Alparslan Eradlı’ya…

    Son Bir Kez Alpaslan

    Formasını asmaya, kolundaki şerefli pazubantı sezon sonunda çıkartmaya karar veren Alparslan Eradlı’nın penaltı noktası aboneliği ligin henüz başındaki Adanaspor maçıyla son buluyordu. Keşke o penaltıda top dağlara taşlara gitmeseydi de, kaptan devam etseydi sol ayağının içiyle yaptığı vuruşlara. Alparslan, İstanbulspor’dan şehrin karşı yakasına 1973 yılında, 25 yaşındayken geçti. Futbol formasyonu Didi’yle iyice şekillenen Alparslan, Fenerbahçe’nin unutulmazları arasına girmeyi başardı. 1977 yılındaki diz sakatlığı sonrası, ‘’artık futbola dönemez’’ sesleri arasında menisküs illetini yenmiş, mola verdiği yeşil sahalara dizliğiyle beraber 1980 yılında net olarak dönmüştü . Bu beyefendi, kalbimizde sızı, dimağmızda hoş bir tat bırakarak çekildi sahalardan. Alparslan’ın, sarı lacivertli formayla attığı son golü Sakaryaspor ağları tatmıştı. Büyük isim, takım arkadaşlarıyla yumak olmuşken, yıllar sonra bu şanlı formanın kaptanı olacak Oğuz Çetin, imrenilesi sevinç görüntüsünü rakip yedek kulübesinden takip ediyor, ilerde Fenerbahçe tribünlerine böyle mutluluklar yaşatmanın hayallerini kuruyordu.

    Selçuk Yula

    Yeni stadımızdaki yeni penaltı imparatoru Altay maçıyla beraber Selçuk Yula’ydı artık. Baygol, penaltı noktasında kireçlenmiş topa yavaş yavaş gelir, kalecinin yaptığı hamleden sonra atacağı köşeyi belirlerdi. Topa hoyrat davranmazdı Selçuk. Derisine, dikişlerine zarar vermeden yapardı vuruşlarını. Foto muhabirleri, Selçuk’un penaltılarında kalecileri hep ters tarafa meyletmiş olarak dondururlardı. Köşe seçmeyip de son ana kadar sabit duran kalecilerle Selçuk arasındaki saniye savaşlarını hep atan kazanmıştır. Özellikle Fenerbahçe Stadı’nın kale çizgileri uzun seneler, üzerinde umutsuzca bekleyen kalecilerin, çubuklu formanın penaltıcısı karşısındaki çaresizliğine şahit olmuştur. Bir sezon önce olduğu gibi, Selçuk Yula o sezonu da gol kralı olarak ama bu kez şampiyon takımın gol kralı olarak kapattı.

    Ligin ortaları zor geçti bizim için. Kış geldi. Zeminler ağırlaştı, sakatlıklar bel bükmeye başladı. Begoviçli, kiralık Zeyneloviçli, Mahmutlu, Sertaçlı ilk dem kadromuz değişmiş, rengini bulan takım rayına tam oturmuşken, ligin ikinci yarısı üst üste gelen puan kayıplarıyla başladı. Selçuk’un sesi, Altay ve Milli maçta gördüğü iki kırmızı kartla kesildi. Bahtiyar hep, aksi bile aynaya zor vuran, silik futbol figürü olarak dolaştı sahada, hiç hayrı yoktu takıma. Takım silkinmeliydi.

    Baba-Oğul

    13 yaşında bir çocuk, yani ben tam da o günlerde babamla birlikte dikildim stat gişenin önünde. Babam, hiçbir gücün beni denizden çıkartamayacağını düşündüğüm çok sıcak bir yaz gününde, balkondan gösterdiği gıcır gıcır Fenerbahçe forması, konç ve bembeyaz bir şortla 5 yaşını süren Can’ı sudan çıkartmış, bu renklere bağlamış, uslanmaz, uslanmasını da istemediğim bir Fenerbahçelidir.

    O öğlen ise hava buz gibiydi. Ali Esin, 6 Mart 1983 tarihli gazetenin meteoroloji köşesinde kar ihtimalinden bahsetmişti. Merhum Esin’in haklılığı hakemin ilk düdüğüyle tescillendi, Fenerbahçe-Samsunspor maç biletine kar taneleri iniyordu. Ara ara hırslanan tipi, zeminin yeşiliyle öyle güzel kontrast oluşturuyordu ki, Fenerbahçeli futbolcuları sahada görmenin mutluluğuyla daha da anlamlanan bu manzaraya şahit olduğum andaki heyecanımı, yıllar sonra aynı tazeliğini koruyan duygularla yazabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Şampiyonluk yolu defans oyuncularının dizdiği taşlarla örülüdür. Cem Pamiroğlu, bu formanın içindeki en genç kaptanlardan biri oldu. Hayata gözlerini Dereağzı’nda açmıştı Cem Sultan. Dereağzı’na çok da uzak olmayan bir noktadan frikik kazandığımız anda zaman adeta yeniden başlayan tipiyle donmuştu. Cem, benim de hayran olduğum, topa vurduktan sonra diğer ayağın da yerden kaldırılarak vuruşa estetik kazandırma hareketini yapmış, Tango markalı topu alt doksana göndermişti: 1-0

    Onur Kayador

    Takımın sol bek/sol stoperinin iki gole katkı vermesi, sezonda atılan toplam golün 40/50 arasında seyrettiği o zamanların ligi için artı ötesi puan olarak görülüyordu. Cem o sezon görevini her yönüyle layıkıyla yapmış bir Fenerbahçeliydi. Defans bloğunun içinde hatta tam göbeğinde, askerlik celbi sezon sonunda gelecek bir efendilik abidesi daha vardı: Onur Kayador.

    Onur, bugün dahi Fenerbahçe-Galatasaray rekabetinin müstesna yerinde duran, penaltısız 4-4 lük maçın kahramanlarından biridir. O maç Türk futbol tarihinin unutulmaz geri dönüşler şarkısının en çok mırıldanılan kuplesi olmuştur. Bu şarkıya en gür sesiyle eşlik eden Onur’un 59.dakikada attığı gol, soyunma odasında, ‘’Galatasaray forvetleriyle adam adama oynayın’’  komutu veren Stankoviç’in taktiğini kırkbeş dakikalığına rafa kaldıran Alparslan’ın ‘’ Adam markajını bırakalım, bildiğimiz gibi oynayalım;  biz Fenerbahçeyiz, ’’ düsturunun ürünüdür. Onur’un rakip kaleye 25 metre uzaktan gönderdiği füze, sadece sağ direk içine vurup kaleye girmemiş, aynı zamanda dirilişin meşalesini yakmıştır. Özcan Kızıltan ve Bulgar Mehmet’in çerçevelenip duvara asılacak güzellikteki golleri, Bursa deplasmanı öncesi camiayı iyice şampiyonluk havasına sokuyordu.

    Özcan Kızıltan

    Özcan, Kocamustafapaşa’da futbol topuyla tanıştı. Çukurbostan’ın tozu toprağı içinde bu spora âşık oldu. İstanbulspor, Mersinidmanyurdu derken, 1981 yılında sarı lacivert formayı sırtına geçirdi. Özcan, güzel goller sergisi açacak kadar spektaküler gole imza attı bu forma altında. Ama bu usta ayak, sadece golleriyle değil, kulübe bağlılığı, kalbinde ve röportajlarında duran ‘’Fenerbahçe benim her şeyim’’ cümlesiyle de taraftarın çok sevdiği futbolculardan biri olmuştur.

    Ancak, Uludağ’ın eteklerinde kurulu şehre yapılacak yolculuk öncesi kulübün halletmesi gereken iç transfer sorunu bırakın erimeyi, daha da buzlanmıştı. Dev bir iç transfer aysbergi Dereağzı’nın kapısında durmaktaydı. Federasyon iç transfer sürecini 4-10 Haziran aralığı olarak belirlemişti. 8 Haziran gününe gazetelerin son sayfalarıyla başlayanlar gözlerine inanamadılar. Haftalardır Trabzonspor’un, ‘’Selçuk ve Osman’a açık çek veriyoruz’’ teklifi demoklesin kılıcı gibi kulübün üzerinde sallanmış. Ama kimse Osman Denizci’nin rekor bir ücret de teklif edilse Kadıköy’den ayrılacağına ihtimal vermemişti. Korkulan oluyor;  Osman, tam da Bursa deplasmanı öncesi, Fenerbahçe’nin ensesinde şampiyonluk kovalayan takıma satılıyordu.

    Osman Denizci

    Osman Denizci, Rize’nin ligin tozunu attığı bir sezonun sonunda Zafer ve Arif’le beraber Fenerbahçe Burnu’yla tanıştı. Yumuşak bilekleri, defansı çaresiz bırakan ara pasları. Forvet oyuncularını üçüncü bölgede yalnız bırakmayan ofansif kafa yapısıyla hemen sivrildi. Kritik gollerin ayağı olarak hatırladığım Osman’ın ilk yarıdaki Sarıyer maçı biterken attığı gol liderliği getirmişti:2-1

    Osman’ın, 1982-83 sezonunun en güzel frikik golü yarışmasında kürsünün tepesine çıkabilecek vuruşunu Gaziantep maçında tribünden an be an takip etmiştim:

    Top, kıyıya paralel uzanan dağ sırası gören bulut gibi yükselmiş, barajı geçtikten sonra, sonbaharın son günlerini hisseden yaprak misali kalenin içine düşmüştü.  Antep kalecisinin çaresizliği, beni olduğu gibi, güz mevsiminin kımıltısız bir saatinde toplanmış 30 bin kişiyi de sarmış olmalıydı: 1-0

    Osman Denizci kariyerinin en anlamlı golünü Bursa Atatürk Stadı’nda kaydetti. 1-1 devam eden maçın 86.dakikasında attığı gol, Fenerbahçe’ye şampiyonluk kupasını getirdi. Sağ kanattan Selçuk’un getirip, ortaladığı topa arka direkte yaptığı vuruş, ‘’aklı karışık, oynamasın Bursa’da’’ tereddütlerine verilmiş en güzel cevaptı: 2-1

    Sarmaşığa Tırmananlar

    1965 yılında temeline harç konulduktan aşağı/yukarı 17 yıl sonra tamamlanan ‘Yeni’ Fenerbahçe Stadı 18 Haziran 1983 günü gelin gibi süslendi. Fenerbahçe’nin adına yakışır bu törende Şampiyonluk kupası, onu en çok hakedenlerin ellerinde yükseldi. Ezeli rakipleri ve Trabzonspor ile yaptığı 6 maçta 3 galibiyet 3 beraberlik alan Fenerbahçe’nin istikrar abidesi, bütün müsabakalarda oynayan Cem Pamiroğlu oldu. Yaz sıcağında kan ter içinde kazanılan TSYD Kupası, 18 Haziran’da Mersin’de kavuşulan Federasyon Kupası, kısa ama yorucu bir kış döneminde kulbundan tutulan Donanma Kupası ve tartışmasız en emek verileni Lig Kupası olmak üzere, 1982-83 yılı almanağına not düşülen, sonrasında da müzedeki yerlerini alan bu 4 kupa, Fenerbahçe Tarihindeki sayfalara futbolcuların kramponlarıyla yazılmış uzun bir güzelleme olarak geçmiştir…

    Kar ne kadar da çok yağsa, yaza kalmaz denir; doğrudur belki ama;

    Dereağzı’ndaki sezon açılışında, ‘otoritelerin’ şans vermediği takımlarını desteklemeye gelen beş bin kişinin, ölümle alay edercesine maraton tribününe tırmanıp, Fenerbahçe aşkının neler yaptırabileceğini sporseverlerinin aklına çizen binlerin, gidemedikleri deplasmanları radyonun içindeki spikerin sesinde hayal eden on binlerin, kalbi sarı lacivert çarpan milyonların üzerine lapa lapa kupa yağıyordu haziran ayında, hiç erimemecesine…

    Alican Küçükcan

  • Papazın Çayırı vs Union Club

    Papazın Çayırı vs Union Club

    Daha önce de burada (1) üzerinde konuşmuştuk; Papazın Çayırı denen yer, aslında bizim stadyumun bulunduğu bölge değil. Şu anda Maraton tribünün karşı tarafına denk gelen alanın adı, gel zaman, git zaman stadyumla beraber anılmaya başlamış. Oysa 1908 senesinde padişahtan istenerek (2) Union Club ismi verilen araziye bakınca ayrım daha iyi anlaşılıyor. “Papazın Çayırı vs Union Club” demek, anılara bakılınca belki çok doğru bir tespit değil ama haritalar böyle demiyor.

    Yukarıdaki görsel 1930 tarihli Jacques Pervititch haritasından bir bölüm. Tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.

    137 numarada bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu araziyi göreceksiniz. Şimdi kale arkasının olduğu yerde, o zamanlar stadyumun tek tribünü, tabiri caizse numaralısı var. Kalelerin biri Bağdat Caddesi’ne bakan kenarda, diğeriyse tabii onun karşısında. Cadde’nin hemen karşısında Papas Baghçesi adıyla bir park var. İşte orası, Papazın Çayırı.

    135 ve 136 numaralarda, bugün hala birer okul arazisi olan mektepler dikkatinizi çekecek.

    145 numara, Fenerbahçe tarihinde bir toplanma yeri olarak ehemmiyetli bir mekan, Hamdi’nin gazinosu görülüyor.

    143 ve 144 numaraların arasından geçen sokak ise, Fenerbahçe’nin 6 Haziran 1932 tarihinde yangında kaybettiği Kuşdili Lokali’nin bulunduğu Misk sokak.

    Farklı tarihlerde yapılan planları buldukça buraya eklemeye devam edeceğiz. Belki sonunda Kadıköy bir açık hava Fenerbahçe Müzesi haline gelir.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu / Papazın Çayırı vs Union Club


    (1) Papazın Çayırı Nerede?
    (2) Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

  • Papazın Çayırı vs. Union Club

    Daha önce de burada (1) üzerinde konuşmuştuk; Papazın Çayırı denen yer, aslında bizim stadyumun bulunduğu bölge değil. Şu anda Maraton tribünün karşı tarafına denk gelen alanın adı, gel zaman, git zaman stadyumla beraber anılmaya başlamış. Oysa 1908 senesinde padişahtan istenerek (2) Union Club ismi verilen araziye bakınca ayrım daha iyi anlaşılıyor.

    Yukarıdaki görsel 1930 tarihli Jacques Pervititch haritasından bir bölüm. Tamamına şuradan ulaşabilirsiniz.

    137 numarada bugünkü Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu araziyi göreceksiniz. Şimdi kale arkasının olduğu yerde, o zamanlar stadyumun tek tribünü, tabiri caizse numaralısı var. Kalelerin biri Bağdat Caddesi’ne bakan kenarda, diğeriyse tabii onun karşısında. Cadde’nin hemen karşısında Papas Baghçesi adıyla bir park var. İşte orası, Papazın Çayırı.

    135 ve 136 numaralarda, bugün hala birer okul arazisi olan mektepler dikkatinizi çekecek.

    145 numara, Fenerbahçe tarihinde bir toplanma yeri olarak ehemmiyetli bir mekan, Hamdi’nin gazinosu görülüyor.

    143 ve 144 numaraların arasından geçen sokak ise, Fenerbahçe’nin 6 Haziran 1932 tarihinde yangında kaybettiği Kuşdili Lokali’nin bulunduğu Misk sokak.

    Farklı tarihlerde yapılan planları buldukça buraya eklemeye devam edeceğiz. Belki sonunda Kadıköy bir açık hava Fenerbahçe Müzesi haline gelir.


    (1) Papazın Çayırı Nerede?
    (2) Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

  • Futbol ve Çim Hokeyi

    Futbol ve Çim Hokeyi

    “İkisinin birbiriyle ne alakası var?” diyeceksiniz… Haklısınız… Fakat resimleri görünce, bu işlere biraz meraklıysanız, siz de büyüleneceksiniz. İstanbul’da futbol ve çim hokeyi, bir zamanlar birlikte oynanan iki popüler spordu. Her ne kadar buradaki resimler farklı zaman aralıklarına ait olsa da…

    Basel Üniversitesi’nin “1920’lerde ve 1930’larda Türk ve Yugoslav Şehirlerinde Gündelik Yaşama Görsel Bir Yaklaşım” isimli projesinde, dört tane harika fotoğrafa denk geldik.

    Birinci fotoğraf, Cengiz Kahraman koleksiyonundan, 1925 senesinde çekilmiş bir çim hokeyi maçının resmi. Mekan Anadolu Hisarı olarak belirtilmiş.

    İkinci fotoğraf (yine Cengiz Kahraman’dan) bu defa Fenerbahçe Stadı‘nın o müthiş binasını da kadraja almış. Yılın 1933 olduğu söyleniyor..

    Üçüncü ve dördüncü resimler ise bu defa Yapı Kredi Arşivi’nden… Fotoğrafları çeken ya Namık Görgüç ya da Selahattin Giz. Bunlar da 30 Kasım 1934 tarihinde oynanan ve 0-0 berabere sonuçlanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında, Taksim Stadı’nın tribünleri.

    Meraklıları muhteşem detaylarla baş başa bırakalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Futbol ve Çim Hokeyi Fotoğrafları

  • Taksim Stadı’nın Tribünleri ve Çim Hokeyi

    “İkisinin birbiriyle ne alakası var?” diyeceksiniz… Haklısınız… Fakat resimleri görünce, bu işlere biraz meraklıysanız, siz de büyüleneceksiniz.

    Basel Üniversitesi’nin “1920’lerde ve 1930’larda Türk ve Yugoslav Şehirlerinde Gündelik Yaşama Görsel Bir Yaklaşım” isimli projesinde, dört tane harika fotoğrafa denk geldik.

    Birinci fotoğraf, Cengiz Kahraman koleksiyonundan, 1925 senesinde çekilmiş bir çim hokeyi maçının resmi. Mekan Anadolu Hisarı olarak belirtilmiş.

    İkinci fotoğraf (yine Cengiz Kahraman’dan) bu defa Fenerbahçe Stadı’nın o müthiş binasını da kadraja almış. Yılın 1933 olduğu söyleniyor..

    Üçüncü ve dördüncü resimler ise bu defa Yapı Kredi Arşivi’nden… Fotoğrafları çeken ya Namık Görgüç ya da Selahattin Giz. Bunlar da 30 Kasım 1934 tarihinde oynanan ve 0-0 berabere sonuçlanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında, Taksim Stadı’nın tribünleri.

    Meraklıları muhteşem detaylarla baş başa bırakalım…