Etiket: Fenerbahçe Stadyumu

  • Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri

    Tarihi bir belgeyi arşivden gün yüzüne çıkartarak, galiba bir ilke imza attık. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı‘nda (o dönem Union Club / İttihat Spor Sahası olarak bilinen) Fenerbahçe Stadı’nın tarihteki ilk belgeleri karşımıza çıktı. Sevgili Barış Kenaroğlu da hızla transkripsiyonu yapınca ortaya çok güzel bir iş meydana geldi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Önce Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1957 tarihli “Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında “Fenerbahçe Stadı”nı nasıl anlattığına bakalım :

    Rüştü Dağlaroğlu diyor ki

    “Yurdumuzun ilk nizamî futbol sahası Fenerbahçe Stadı olup, 1908 yılında (Union Club) adı altında tesis olunmuştur. Fakat (Papazın Çayırı) ismiyle anılan bu sahada daha önceleri de maç yapılırdı. Hatta, lokal inşasından önce, takımlar çayırın karşısındaki Kambur Todori’nin kahveci dükkanında soyunup maça çıkarlardı.

    Papazın Çayırı’nın muntazam bir stat hüviyetine girmesi bir tesadüf eseridir. Şöyle ki; 1908 Temmuzunda, Şehremini Operatör Cemil (Topuzlu) Paşa, Hürriyet kahramanlarına yardım maksadile, Çiftehavuzlar’daki köşkünde bir gardenparti tertiplemiştir. Davetlilerden ve memleketimizde ilk futbol oynayan ailelerden Reji Whittall bahçede eski Bahriye Nazırlarından Arif Hikmet Paşa ile gezerlerken Cemil Paşa’ya şöyle hitap eder :

    – Paşa, çok şükür hürriyete kavuşuldu. Gençlik artık cemiyetler kurabilecek… Memlekette futbola alaka var. Bu spor, ırkın tekamülündeki rolü dolayısıyla, İngiltere’de milli hüviyetine bürünmüştür. Aynı hali Türkiye için de arzularım. Gençlerinizde istidat da büyük. Bu itibarla, şu muhitte bir stad yapalım. Hem fubolu halka sevdiririz; hem de bu işin müteşebbisleri olarak faydalanırız.

    Fikir muvafık karşılandı ve ertesi gün bu 3 zattan başka birkaç İngiliz, Fenerbahçe Kulübü reisi Nurizade Ziya (Songülen) ve İngiliz namile maruf Rıfat Bey’ler toplanıp bir karara vardılar.

    Cemil Paşa en münasip yer olarak, Yoğurtçu’da Hazine-i Hassa’ya ait çayırı görmüştü. Burası Başkatip Cevat Bey vasıtasıyla, maksat anlatılıp İkinci Abdülhamit’ten istendi”

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi, 1957

    İşte yukarıda gördükleriniz (en altta tam çeviri metinleri bulunan) bu “isteme” belgeleri…

    Özetleyecek olursak;

    İçlerinde ilk Fenerbahçe Başkanı Nurizade Ziya (Songülen) Bey’in de bulunduğu, Union Club yönetimi ile birlikte Cemil (Topuzlu) Paşa ve Mirliva Faik Bey, bir stadyum yapmak üzere Uzunçayır’daki araziyi istiyorlar. Ama saray, adı geçen yerin “halka mahsus” olması nedeniyle, bunun yerine 10-15 dönümlük “Fenerbahçe Stadı” arazisinin kiralanmasını uygun buluyor. Böylelikle Fenerbahçe’nin evi, Türkiye’nin en eski ve sürekli spor sahası, yani “evimiz” dünyaya gelmiş oluyor. Emeği geçenler nur içinde yatsın…


    Belgenin Transkripsiyonu

    Bab- Ali
    Sadaret-i Azamı
    Mektup Kalemi
    Adedi: 63

    Hazine-i Hassa-i Şahane-i Nezaret-i Celilesine
    Devletlu Efendim Hazretleri

    İttihad kulübü  ünvanıyla Kadıköy’ünde tesis edilen kulübe tahsisi ve tevdii hal-i pa-i hümayun-ı cenab-ı hilafetpenahiden istida olunan bazı arazi hakkında Operatör Müşir devletlu Cemil Paşa hazretleriyle Mirliva Faik Bey tarafından arz ve takdim kılınıp emr-ü ferman mülükane-i mabeyn hümayun baş kitabet-i alisinden irsal olunan arizanın sureti leffen savb-ı alilerine tesyar kılındı. Ariza-i mezkurede bahs olunan araziden Uzunçayır’ın umuma mahsus olması cihetle kulübe tahsisi haiz olamayıp ancak kulübe mahsus olmadan inşa olunacak bina için tasarruf edilen mahallin karşısında bulunan ve on on beş dönümden ibaret olduğu beyan edilen çayır yerinin hazine-i hassa-i şahanece kulüp idaresine icarı münasib görülmüş olmağla icarı icabına himmet buyurulması siyakında tezkere-i penaveri terkim olundu efendim.

    Fi 20 Şaban 1326 / 3 Eylül 1324
    Sadr-ı Azam
    Kamil


    Kadıköy’ünde tesis ve teşkil edilen Osmanlı İttihad kulübüne tahsisi istirham kılınan on on beş dönümlük çayırın mezkur kulübe icarı münasip görüldüğüne dair makam-ı sami-i sadaret-i azimeden varid olan iş bu tezkere ve merbutu bilmütalaa mahal-i mezkure ahiren istihsali olan irade-i seniye üzerine mezkur kulübe şerait-i mukarrara ile icar edildiğinden müstağni-i muamele bulunmakla hıfzı tezekkür kılınan / Fi 27 Teşrinisani 1324


  • Atatürk Fenerbahçe’de…

    18 Mayıs 1936’da gazeteler “Reisicumhur Atatürk dün şehrimizi şereflendirdiler” manşetiyle çıktı… Atatürk, yanındakilerle beraber İstanbul’a gelmiş, Dolmabahçe Sarayı’na geçmeden evvel Fenerbahçe semtini de ziyaret etmişti. Bugün Fenerbahçe Stadı’nda (eskiler için Yeni Açık-Numaralı olan) Migros-Fenerium kesişiminde yer alan fotoğraf işte o gün, yani 17 Mayıs 1936’da çekilmişti. Bugün oraya “Kalamış” diyenleri görse, Ulu Önder ne derdi acaba?

  • Atatürk Fenerbahçe’de

    Atatürk Fenerbahçe’de

    18 Mayıs 1936’da ise gazeteler “Reisicumhur Atatürk dün şehrimizi şereflendirdiler” manşetiyle çıktı… Atatürk, yanındakilerle beraber İstanbul’a gelmiş, Dolmabahçe Sarayı’na geçmeden evvel Fenerbahçe semtini de ziyaret etmişti. Bugün Fenerbahçe Stadı’nda (eskiler için Yeni Açık-Numaralı olan) Migros-Fenerium kesişiminde yer alan fotoğraf işte o gün, yani 17 Mayıs 1936’da çekilmişti. Bugün oraya “Kalamış” diyenleri görse, Ulu Önder ne derdi acaba? Biz “Atatürk Fenerbahçe’de” diyoruz.

    Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün kaleme aldığı “Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” isimli eserde, Atatürk’ün cumhuriyetin ilanından sonra Kadıköy’e ilk gelişinin 5 Ağustos 1927 tarihinde gerçekleştiği söylenir. Saat 12.30’da Söğütlü yatıyla Moda’ya gelir, buradan Ertuğrul yatına geçerek güverteden deniz yarışlarını izler. Bundan üç gün önce 2 Ağustos 1927’de ise dönemin Ziraat Bakanı ve Fenerbahçe Başkanı Sabri Toprak‘ı Dolmabahçe’de kabul eder. Şimdi gözlerimizi 9 yıl sonrasına çevirelim…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu



    Cumhurbaşkanımız Atatürk Dün Sabah Geldiler ve Şehrimize Şeref Verdiler

    Cumhurbaşkanımız Atatürk, dün, refakatlerinde İç Bakanı Şükrü Kaya olduğu halde şehrimizi şereflendirmişlerdir.

    Atatürk’ü, Vali ve belediye reisi Muhittin Üstündağ, İstanbul Komutanı ve Cumhuriyet Halk Partisi vilayet idare heyeti reisi Hilmi vilayet hududundan karşılamışlardır. Atatürk sabahtan itibaren biriken halkın coşkun tezahüratı arasında Fenerbahçe istasyonuna inmiştir.

    Atatürk, bir müddet Fenerbahçe’de tevakkuf ederek, o civarda gezintilerde bulunmuşlar ve bu arada Şükrü Kaya’nın köşküne de uğrayarak, öğleden sonra dört buçukta, Akay idaresinin Kalamış vapurile ve refakatindeki zevatla birlikte, Dolmabahçe Sarayını teşrif etmişlerdir

    18 Mayıs 1936 – Tan gazetesi

  • 100 Yıl Önce Bugün : Fenerbahçe-Süleymaniye

    Spor Âlemi mecmuasından maçın haberi…

    Tam 100 yıl önce bugün, 9 Nisan 1920 tarihinde, Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları İstanbul Ligi maçında karşı karşıya geldiler. Bu maç ayrıca Fenerbahçe’nin işgal döneminde yaptığı maçların 43.sü idi. Aşağıda göreceğiniz metin, dönemin Spor Âlemi dergisinde yayınlanan maç haberi. Gollerimizi atan ve bu maçta forma giyen bütün sporcularımızı sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.

    * * * * * *

    Galatasaray-Anadolu oyununu Fenerbahçe ve Süleymaniye kulüpleri arasındaki müsabaka takip eyledi. Takımlar berveçhi ati teşkil etmişti.

    Fenerbahçe :
    Kaleci;
    Suat,
    Müdafi; Ethem, Nahit,
    Muavin; Feyzi, İsmet, Kamil,
    Muhacim; Ziya, Alaaddin, Zeki, Burhan, Hikmet Bey’ler.

    Süleymaniye :
    Kaleci;
    Nedim,
    Müdafi; Orhan, Ahmet,
    Muavin; Hikmet, Nuri, Arif,
    Muhacim; Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kamil Bey’lerden müteşekkil idi.

    Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.

    Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.

    Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Bundan fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mâhâzâ muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu.

    Arif Bey, Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hududu layıkı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevcih eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstâdâne bir tarzda iade ediliyordu. İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesâvî husule getirmek için pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerliler ihraz-ı galibiyet eyledi.

    Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattı Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.

    Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevâlî eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlar ile kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hududunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mâhâzâ yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.

    Spor Âlemi

  • Asırlık Bir Maç Hikayesi

    Asırlık Bir Maç Hikayesi

    Bunlardan ne kadar çok var, değil mi? Dile kolay 113 yıllık tarih, “asırlık bir maç hikayesi” ile dolu… Tam 100 yıl önce bugün, 9 Nisan 1920 tarihinde, Fenerbahçe ve Süleymaniye takımları İstanbul Ligi maçında karşı karşıya geldiler. Bu maç ayrıca Fenerbahçe’nin işgal döneminde yaptığı maçların 43.sü idi. Aşağıda göreceğiniz metin, dönemin Spor Âlemi dergisinde yayınlanan maç haberi. Gollerimizi atan ve bu maçta forma giyen bütün sporcularımızı sevgi, saygı ve rahmetle anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaray-Anadolu oyununu Fenerbahçe ve Süleymaniye kulüpleri arasındaki müsabaka takip eyledi. Takımlar berveçhi ati teşkil etmişti.

    Fenerbahçe :
    Kaleci;
    Suat,
    Müdafi; Ethem, Nahit,
    Muavin; Feyzi, İsmet, Kamil,
    Muhacim; Ziya, Alaaddin, Zeki, Burhan, Hikmet Bey’ler.

    Süleymaniye :
    Kaleci;
    Nedim,
    Müdafi; Orhan, Ahmet,
    Muavin; Hikmet, Nuri, Arif,
    Muhacim; Saim, Burhan, Rıza, Saadet, Kamil Bey’lerden müteşekkil idi.

    Hakem Galatasaray’dan Sedat Bey idi.

    Fenerbahçe Galip Bey’den ve Süleymaniye dahi sol açık Zeki Bey’den mahrum bulunuyorlardı.

    Birinci Devre

    Oyunun ilk dakikasında Fenerbahçe ilk golü yaptı. Bundan fena halde müteessir olan Süleymaniyeliler Fener’in kalesine şiddetli muhacimatta bulundular. Mâhâzâ muhacim hattı lazım gelen faaliyeti ibraz edemiyor ve sol açık Zeki Bey’in gaybubeti pek güzel hissediliyordu. Fenerliler dahi Süleymaniye kalesine yaklaşmak için ibraz-ı faaliyet ediyor. Bütün muhacim hattı Süleymaniye merkez muavini Nuri Bey’in karşısında tevekkuf etmeye mecbur oluyordu.

    Arif Bey, Ahmet Bey’in yerine geçerek muavin vazifesini refikine terk eyledi. Bu suretle Süleymaniye müdafaa hududu layıkı veçhile tanzim edilmiş bulunuyordu. Fenerbahçe’nin Süleymaniye kalesine tevcih eylediği şiddetli havaleler kaleci Nedim Bey tarafından üstâdâne bir tarzda iade ediliyordu. İkinci kısımda Süleymaniyeliler tesâvî husule getirmek için pek ziyade ibraz-ı faaliyet eylemişlerse de talih kendilerine yardım etmemişti. Oyunun en heyecanlı anında hakem tarafından aleyhlerine verilmiş olan bir (ceza vuruşu) kendilerini pek ziyade münkesir eyledi. Fener’in yapmış olduğu bu sayıyı Zeki Bey’in yapmış olduğu iki gol takip ederek sıfıra karşı dört gol ile Fenerliler ihraz-ı galibiyet eyledi.

    Kim İyi Oynadı?

    Fenerbahçe’den bilhassa muavin hattı temayüz eylemiştir. Bu hat bu kulübün en kuvvetli rüknünü teşkil ediyor. İsmet Bey’in baş oyunu şayan-ı takdirdir. Muhacim hattı Zeki Bey her zaman olduğu gibi refiklerinden bir derece yüksek olduğunu bir defa daha ispat eyledi. Arkadaşları kendisine yardım etmedikleri halde her an karşısındaki kaleciye tehlikeli dakikalar geçirtmiştir.

    Süleymaniye’den kaleci Nedim Bey büyük bir soğukkanlılıkla tevâlî eden muhacimatı tevkif eyledi. Müdafilerden Arif Bey bu mevkiye geçtikten sonra Fenerbahçe muhacimlerini pek ziyade hırpalamış ve uzun vuruşlar ile kalesinin önünden topu uzaklaştırmıştır. Muavin hattında her zaman olduğu gibi Osman Nuri Bey müdafaa hududunun ruhunu teşkil ediyordu. Osman Nuri Bey her tarafa yetişmiş ve her surette temayüz eylemiştir. Mâhâzâ yorgunluk neticesi olarak oyunun sonlarına doğru yapmış olduğu bazı havalelerde kafi derecede intizam yoktu. Muhacim hattı münferit oynamış olduğu için Süleymaniye’nin bu kadar sayı ile mağlup olmasına sebebiyet vermiştir.

    Spor Âlemi / Asırlık Bir Maç Hikayesi

  • Fenerbahçe’nin Her Şeyi : Galip Kulaksızoğlu

    Kurucu… Kaptan… Teknik Direktör… Başkan…
    Galip Kulaksızoğlu, Fenerbahçe’nin her şeyi idi.
    Fenerbahçe’nin kurucularından Nasuhi Esat Baydar, 1948 tarihli “Öz Fenerbahçe” dergisinde Galip Kulaksızoğlu’nu anlatıyor.

    * * * * * *

    Yıl 1906.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının yerinde etrafı açık bir çayır: Papazın Çayırı

    İki futbol kalesi. Büyük bir kalabalık. Sarı-Kırmızı, geniş parçalı, bol gömleği içinde ince uzun bir genç, Galatasaraylı Galip; bir maça başlanmadan önce, kaleye korkunç şutlar çekiyor. Kaledekiler (Galip’in şutlarını karşılamak hususi bir hüner olduğundan egzersiz zamanında fırsattan faydalanmak isteyen kaleciler) bu bomba topları tutmaya kalkıştıkça cüretlerinin cezasını parmaklarını incitmekle çekiyorlar.

    Galip, sağ ve sol, ani ve sert vuruşları, büyük çevikliği, göz pekliği ve pas dağıtma kabiliyeti ile bir iki senedir şöhret yapmış bir orta akıncı olduğu için, benim, o zamanki futbol heveslisi çocuk merakımın başlıca mevzularından biri idi: Kendisini o gün hayran hayran seyrettim.

    Saint Joseph Koleji’ndeki arkadaşlarından çoğunun iştirakiyle “Fenerbahçe Futbol Kulübü” kurulunda bu mektepte talebe olan Galip de yeni kulübün takımında yerini aldı ve -heyhat!- vakitsiz ölümüne kadar nev’i şahsına münhasır bir uzvu olarak Fenerbahçe’de kaldı.

    İlk Fenerbahçe takımının orta akıncısı Galip’ti. Yaşlandıkça geri hatlara çekildi. Bir müddet hafbeklik yaptı. Rahmetli Arif’le birlikte Fener’in geçilmez iki bekinden biri oldu. Birkaç kere kaleciliği denedi. İlk Cihan Harbi dönüşü, katıldığı bir maçta -hüzünle hatırlarım- seyirci kalabalığınca artık tanınmayan Galip, saçsız başı ve az çok ağırlaşmış vücuduyla, yadırgandığını fark edince futboldan çekildi. Takım kaptanlığından, Kulüp umumi kaptanlığına geçti. İdareci olarak bu unvanını sporla beraber hayattan çekilinceye kadar muhafaza etti. “Kaptan” denilince aklımıza Galip gelirdi. Ve gerçekten, Fenerbahçe gemisinin sevkinde, yıllar yılı, onun fikirlerinden, tedbirlerinden, hiç değilse azminden ve misalinden kuvvet aldık.

    “Kaptan” daima başta idi : Futbolda, teniste, atletizmde, avcılıkta, kriket, kürek, yüzme, yürüyüş, ne bileyim, sporun Türkiye’de tatbik edilmiş olan her şubesinde “as”dı. Ve, şüphe etmem, Tanrı onu “baş” olmak için yaratmıştı. Yalnız büyük kusuru hudutsuz gururu idi. Sınıfının birincisi olmak lazımken haksızlık edilerek ikinci çıkarıldığı için bir mükafat tevzi merasiminde Saint Joseph Koleji’nden ayrılmıştı. Bir bankanın başveznedarlığı teklif edilirken kendisinden usulen kefalet istenildiği için “Şerefim kafi kefalettir”  cevabıyla mukabele etmiş, ısrarlara rağmen bir daha o bankanın semtine uğramamıştı. İhtimal ki bu gururunu spordaki muvaffakiyetleri de takviye etmişti. Nitekim, Galip, gitgide, kendine yeter, cemiyetin hemen hemen dışında yaşar bir adam olmuştu. Yaz ve kış demez, bir sandala atlar, tutup çoğunu eşe dosta ikram ettiği olta balıklarıyla beslenir, tütününü kendi kıyar, çorabını kendi örer, kundurasını kendi tamir eder, hatta ağrıyan dişini kendi çıkarırdı. Galip’de muhakkak ki, bir Robinson Crusoe, bir Alain Gerbault ruhu vardı; kendi kendine ve kendi aleminde devamlı bir faaliyet içinde çalışır, bahtiyar ve serazat yaşardı. Fikir ve his istikbalini hiç bir şeye feda etmeyen, uyuşmalara yanaşmayan bu çetin tabiatlı adama ekseriya kızar, fakat hakperestliğine, doğru düşüncesine, kararlarındaki dönmezliğe, fıtri nezaketine hürmet ederdik.

    Galip, Midilli eşrafından Kulaksızzade Mustafa Paşa’nın oğlu idi; Fatihler çocuğu halis Türk karakterini spordaki Fair-Play’den gelme hürriyet aşkıyla mezcetmiş centilmen haliyle, günün birinde aramızdan sessizce çekiliverdi.

    Fenerbahçe’yi bütün Türkiye’ye sevdiren o tarif olunmaz spor hususiyetinin yaratıcılarından biri olarak Galip’i Fenerbahçe Stadı kapısı yanında temsil edecek bir heykel, ilk günlerinde kendini feda edenlere, sporumuzun şükran borcunu ödemeyi de bildiğini gelecek nesillere anlatırdı.

  • O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

    O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

    Kurucu… Kaptan… Teknik Direktör… Başkan… O Fenerbahçe için her şey demekti… Fenerbahçe’nin kurucularından Nasuhi Esat Baydar, 1948 tarihli “Öz Fenerbahçe” dergisinde Galip Kulaksızoğlu’nu anlatıyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Papazın Çayırı’nda

    Yıl 1906.

    Şimdiki Fenerbahçe stadının yerinde etrafı açık bir çayır: Papazın Çayırı

    İki futbol kalesi. Büyük bir kalabalık. Sarı-Kırmızı, geniş parçalı, bol gömleği içinde ince uzun bir genç, Galatasaraylı Galip; bir maça başlanmadan önce, kaleye korkunç şutlar çekiyor. Kaledekiler (Galip’in şutlarını karşılamak hususi bir hüner olduğundan egzersiz zamanında fırsattan faydalanmak isteyen kaleciler) bu bomba topları tutmaya kalkıştıkça cüretlerinin cezasını parmaklarını incitmekle çekiyorlar.

    Galip, sağ ve sol, ani ve sert vuruşları, büyük çevikliği, göz pekliği ve pas dağıtma kabiliyeti ile bir iki senedir şöhret yapmış bir orta akıncı olduğu için, benim, o zamanki futbol heveslisi çocuk merakımın başlıca mevzularından biri idi: Kendisini o gün hayran hayran seyrettim.

    Saint Joseph Koleji’ndeki arkadaşlarından çoğunun iştirakiyle “Fenerbahçe Futbol Kulübü” kurulunda bu mektepte talebe olan Galip de yeni kulübün takımında yerini aldı ve -heyhat!- vakitsiz ölümüne kadar nev’i şahsına münhasır bir uzvu olarak Fenerbahçe’de kaldı.

    İlk Fenerbahçe Takımında

    İlk Fenerbahçe takımının orta akıncısı Galip’ti. Yaşlandıkça geri hatlara çekildi. Bir müddet hafbeklik yaptı. Rahmetli Arif’le birlikte Fener’in geçilmez iki bekinden biri oldu. Birkaç kere kaleciliği denedi. İlk Cihan Harbi dönüşü, katıldığı bir maçta -hüzünle hatırlarım- seyirci kalabalığınca artık tanınmayan Galip, saçsız başı ve az çok ağırlaşmış vücuduyla, yadırgandığını fark edince futboldan çekildi. Takım kaptanlığından, Kulüp umumi kaptanlığına geçti. İdareci olarak bu unvanını sporla beraber hayattan çekilinceye kadar muhafaza etti. “Kaptan” denilince aklımıza Galip gelirdi. Ve gerçekten, Fenerbahçe gemisinin sevkinde, yıllar yılı, onun fikirlerinden, tedbirlerinden, hiç değilse azminden ve misalinden kuvvet aldık.

    “Kaptan” daima başta idi : Futbolda, teniste, atletizmde, avcılıkta, kriket, kürek, yüzme, yürüyüş, ne bileyim, sporun Türkiye’de tatbik edilmiş olan her şubesinde “as”dı. Ve, şüphe etmem, Tanrı onu “baş” olmak için yaratmıştı. Yalnız büyük kusuru hudutsuz gururu idi. Sınıfının birincisi olmak lazımken haksızlık edilerek ikinci çıkarıldığı için bir mükafat tevzi merasiminde Saint Joseph Koleji’nden ayrılmıştı. Bir bankanın başveznedarlığı teklif edilirken kendisinden usulen kefalet istenildiği için “Şerefim kafi kefalettir”  cevabıyla mukabele etmiş, ısrarlara rağmen bir daha o bankanın semtine uğramamıştı. İhtimal ki bu gururunu spordaki muvaffakiyetleri de takviye etmişti. Nitekim, Galip, gitgide, kendine yeter, cemiyetin hemen hemen dışında yaşar bir adam olmuştu. Yaz ve kış demez, bir sandala atlar, tutup çoğunu eşe dosta ikram ettiği olta balıklarıyla beslenir, tütününü kendi kıyar, çorabını kendi örer, kundurasını kendi tamir eder, hatta ağrıyan dişini kendi çıkarırdı. Galip’de muhakkak ki, bir Robinson Crusoe, bir Alain Gerbault ruhu vardı; kendi kendine ve kendi aleminde devamlı bir faaliyet içinde çalışır, bahtiyar ve serazat yaşardı. Fikir ve his istikbalini hiç bir şeye feda etmeyen, uyuşmalara yanaşmayan bu çetin tabiatlı adama ekseriya kızar, fakat hakperestliğine, doğru düşüncesine, kararlarındaki dönmezliğe, fıtri nezaketine hürmet ederdik.

    Büyük Sporcu

    Galip, Midilli eşrafından Kulaksızzade Mustafa Paşa’nın oğlu idi; Fatihler çocuğu halis Türk karakterini spordaki Fair-Play’den gelme hürriyet aşkıyla mezcetmiş centilmen haliyle, günün birinde aramızdan sessizce çekiliverdi.

    Fenerbahçe’yi bütün Türkiye’ye sevdiren o tarif olunmaz spor hususiyetinin yaratıcılarından biri olarak Galip’i Fenerbahçe Stadı kapısı yanında temsil edecek bir heykel, ilk günlerinde kendini feda edenlere, sporumuzun şükran borcunu ödemeyi de bildiğini gelecek nesillere anlatırdı.

    Nasuhi Esat Baydar / O Fenerbahçe için Her Şey Demekti

  • Atatürk ve Fenerbahçe Stadı

    Atatürk ve Fenerbahçe Stadı

    Türkiye’nin, belki de dünyanın en eski ve önemli spor sahalarından birisi olan stadımız, tarihi boyunca çeşitli isimlerle anıldı… Kuruluşundan sonra Fenerbahçe ile özdeşleşen stadyum arazisi hakkında, T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nde 7 Ocak 1931 ve 13 Temmuz 1932 tarihli iki belge var. Birisi kiralamaya, diğeri ise sahanın Fenerbahçe’ye bırakılmasına dair… Bizce “Mustafa Kemal Atatürk ve Fenerbahçe Stadı” konusunda kamuoyunun bilmesi gereken belgeler; bunları paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

    Belgelerden sonra da Dr. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 tarihli kitabında yazdığı Fenerbahçe Stadı’nın tarihçesindeki ilgili bölümü aldık. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Atatürk ve Fenerbahçe Stadı
    Mustafa Kemal Atatürk ve Fenerbahçe Stadı belgelerinden…

    Rüştü Dağlaroğlu’nun 1957 Tarihli Kitabında Fenerbahçe Stadı

    İttihat Spor Sahası 1922’de Basri Bey’in vekili Emin Bey adlı bir zatın idaresine geçti. Bu zat da, işletmeyi Ali Sami, Cevdet ve Tevfik Haccar Bey’lerden kurulu heyete bıraktı. Bu heyet ve ona teknik müzaherette bulunan Fenerbahçeli Galip’in de gayretiyle, saha geniş faaliyetlere sahne olmaya başlamış; işgal takımlarile çetin maçlar, lig müsabakaları ve çeşitli idman bayramları ile iyice şenlenmiştir. Ancak yeni tesis olunan Taksim Stadı, İttihat Spor Sahası’nı 1924’den itibaren atalete gömdü.

    Fenerbahçe Kulübü, atıl stadı 1929 yılında Millî Emlak idaresinden kiralamış, 25 Ekim 1929’da tertiplenen bir spor bayramı ile tekrar gençliğin istifadesine konan saha, o gün (İttihat Spor) ismine veda edip (Fenerbahçe Stadı) adını almıştır. Yeni bir hüviyet kazanan sahada o gün tertiplenen bayram büyük önem taşır. Filhakika; futbol takımı Moda’yı 10-1 yenerken, Fenerbahçeli atletler de bu şubenin takım halinde, ilk müsabakasını yapmışlar ve Yeni Yıldız Rum kulübünü 66-60 mağlup etmişlerdir.

    İttihat Spor Sahası’nın Fenerbahçe Stadı ismini almasıyla beraber, gelişme devri de başladı. Nitekim, 30 Eylül 1931’de yapılan bir törenle pistin etrafına beton kazıklar dikilip bunlar demir borularla birbirine bağlanmış ve sahanın hariçle irtibatı kesilmiştir. Bu ve buna mümasil birçok işlerin tamamlanması münasebetile, 13 Mayıs 1932’de tertiplenen açılma töreni, 150 Fenerbahçeli sporcunun da iştirakile parlak oldu ve kordelayı Vali Muhittn Üstündağ kesti.

    Kuşdili’ndeki lokal 5-6 Haziran gecesi yanında, yersiz kalan Fenerbahçe kulübü kiracısı bulunduğu stadla lokali satın almaya teşebbüs etmiştir. Yurdun en sevilmiş kulübünün uğradığı felaket, başta Atatürk olarak , umumî bir teessür yarattığından, bu hava içinde, Hükümet; büyük spor hâmisi Adliye Vekili Saracoğlu Şükrü Bey’in de yardımiyle, bu teşebbüste Fenerbahçe kulübüne müzahir olmuştur. Hükümetin bu müzaheretini temin ve stadın satın alınmasında İdare Heyeti ve onun yanında hevesle çalışan Kemal Onan’ın gayretleri şükranla yâda lâyıktır.

    Dr. Rüştü Dağlaroğlu

  • Papazın Çayırı Nerede?

    Papazın Çayırı Nerede?

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı‘nda, Antoine Hekime imzalı, “Plan de Cadikeuy cote d’Asie” isimli bir harita var. Fahrettin Türkkan Paşa arşivinden çıkan haritanın tarihi 1900. Yani Fenerbahçe’nin kuruluşundan 7 sene önce… Bu haritada bize “Papazın Çayırı Nerede?” sorusunun cevabını verecek detaylar var.

    Biz şu anda Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yere “Papazın Çayırı” diyoruz ama çayır aslında stadyumun tam karşısında. Sonraki bir asıra sportif olarak damgasını vuracak olan alan o zamanlar “Prairie Imperiale” olarak gözüküyor. Yani Saray’a ait bir kırlık alan…

    Nereden Biliyoruz?

    Kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu tarafından Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nden bulunup “Fenerbahçe Stadı’nın Tarihteki İlk Belgeleri” yazısına konu olan bu çayırın ismi, padişah II. Abdülhamit tarafından verilen izinde geçmiyordu. Hatırlayalım…

    “İttihad kulübü  ünvanıyla Kadıköy’ünde tesis edilen kulübe tahsisi ve tevdii hal-i pa-i hümayun-ı cenab-ı hilafetpenahiden istida olunan bazı arazi hakkında Operatör Müşir devletlu Cemil Paşa hazretleriyle Mirliva Faik Bey tarafından arz ve takdim kılınıp emr-ü ferman mülükane-i mabeyn hümayun baş kitabet-i alisinden irsal olunan arizanın sureti leffen savb-ı alilerine tesyar kılındı. Ariza-i mezkurede bahs olunan araziden Uzunçayır’ın umuma mahsus olması cihetle kulübe tahsisi haiz olamayıp ancak kulübe mahsus olmadan inşa olunacak bina için tasarruf edilen mahallin karşısında bulunan ve on on beş dönümden ibaret olduğu beyan edilen çayır yerinin hazine-i hassa-i şahanece kulüp idaresine icarı münasib görülmüş olmağla icarı icabına himmet buyurulması siyakında tezkere-i penaveri terkim olundu efendim.”

    Türkiye’nin ilk futbolcularından olan, meşhur Tahtaperde Aleko’nun (sitemizde yer verdiğimiz röportajında) dediklerine şöyle bir göz atacak olursak, “Papazın Çayırı Nerede?” sualinin cevabı gün gibi ortada.

    “… Futbolu bizler getirdik ama, şimdi başkaları parsayı topluyor. Biz para almadık, üstelik para verdik!… Ömür verdik ve oğlum!… Ben, bek yerinden vurduğum zaman top, sahayı aşar, Papazın Bağı’na düşerdi (tahminen 100-110 metre). Böyle oynardık. Futbolda marifet, müdafaa oyuncusunun, rakip forların ayağından, zekasını ve hünerini kullanıp, topu çalabilmesidir!”

    Belli ki sonraları bu tabir, yalnızca çayırı değil, bütün bir araziyi anlatmak için kullanılmış ama asıl yer tam karşısı…

    Bu güzel haritanın tamamını merak edenleri şöyle alalım.