Etiket: Fenerbahçe

  • Kaptanın Seyir Defteri

    Kaptanın Seyir Defteri

    Necmi Tanyolaç, Ziya Şengül için yazdığı yazıya “Kaptanın Seyir Defteri” başlığını uygun görmüş… Son yılları düşününce hüzün veren bir metin…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kaptanın Seyir Defteri

    Ziya tam 10 yıldır Fenerbahçe’de oynuyor.

    Futbolun hakkını vere vere…

    Sarı – lacivertli formayı teriyle yıkaya, yıkaya…

    Ziya Şengül, Fenerbahçe’de geçen yıl futbolu bırakan Nedim’in yerine kaptan olmuştur. Bu konuda tek laf edilir; Kaptanlık Ziya’nın hakkıdır. Kaptanlık Ziya’yı olgunlaştırmış, sorumluluk Ziya’ya yakışmıştır.

    Türkiye liginin kıyasıya bir meydan savaşı haline geldiği 74’de Ziya’nın Fenerbahçe gibi bir takımda taşıdığı yük kaldırılır gibi değildir.

    Ziya’nın futbol kişiliği çok anlatılmıştır. Kimliğinde ana – baba adı kadar açık bir özelliği vardır. “Büyük futbolcu”. Eskilerin “Sahada şiir yazıyor” dediği sınıftandır Ziya… Günümüzde azalan, çok azalan “iyi futbolcu” sınıfının bir devamıdır. Fenerbahçe’nin şampiyonluk kavgasında bayrağı elinde taşırken, biraz da o sınıfın kavgasını devam ettirmektedir.

    “Ziya’ya kaptanlık ve sorumluluk yakıştı” demiştik. Sahalara yepyeni bir kaptan getirmiştir bu sorumluluk. Sakin, ağır başlı ve fazla mesai yapan bir işçi… Ziya Şengül, Fenerbahçe’nin bazen kaptan köprüsünde, fakat çok zaman da kazan dairesinde saatlerini geçirmektedir.

    Fenerbahçe’yi kupada ve ligde söz sahibi yapan son haftalara dönelim. Berabere biten Bursaspor maçı. Datcu, belki de ligdeki ilk büyük hatasını yapıyor. Kale boş, top Tezcan’ın ayağında, kepçeliyor. Bursa seyircisi ayakta. Goldür kaleye giden… Ama, Ziya olmasa… Kaptan gerilerden koşmuyor da uçuyor sanki. Boş kale önünde gövdeden koparcasına ikiye ayrılmış iki ayak, belki de ligin akışını değiştirecek golün kaderini auta atıyor.

    Kaptanın hâtıra defterini karıştıralım şimdi de…

    Yıl 1944. Plevne’de doğmuş. Babası berber, anası ev kadını…

    Şengül ailesi, Ziya çok küçük yaşlardayken yurda gelmişler. Plevne’den gelen bir ailenin bankada birikmiş parası, apartmanları, hanları yoktur. Hayata yeniden başlamışlar. Ziya, futbolu ilk tanıdığı Ankara 19 Mayıs Stadı’nda gazoz satarak evine yardım ettiğini iftiharla anlatıyor.

    Büyümüş Ziya. PTT’ye girmiş. İlk maç, ilk forma, ilk lisans. Bulgar genç milli maçında İstanbul seyircisi yepyeni bir stille el sıkışıyor. Yıl 1962, Bu, Ziya’dır. Talihsizlik… Ziya’nın ayağı kırılıyor. İyileşiyor.

    Ve Fenerbahçe. Yıl 1964. Ziya Fenerbahçe’de santrfor olarak işe başlıyor. Metin Oktay gibi bir kralın ardından 5 gol farkla gol yarışması ikincisi.

    Yıllar, futbolun çarkına takılıp dönerken, Ziya hızla gelişiyor. Milli takımın orta sahasına ziya saçan bir yıldız gelmiştir. Köln’de Alman basını, 1 – 1 biten Alman maçında Ziya’ya kalem ve alkış tutuyor. Boy boy resimleri çıkıyor dergi ve gazetelerde. Beckenbauer, Ziya’yı kendine benzetiyor. “Aramızda bir fark var. O sarışın, ben esmerim!”

    “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diye bir lâf vardır. Niçin övdüm onu biliyor muşunuz? Olayların ve savaşın alabildiğine devam ettiği sahalarda Ziya, Fenerbahçe’yi bir operatör serinkanlılığıyla futbolun hasta gövdesinden kesip, alma görevini de başarmıştır.

    Kaptanlık, kola bant, kafaya şapka takmak değildir.

    Necmi Tanyolaç

  • Dalgakıran Hasan Kamil

    Dalgakıran Hasan Kamil

    Hasan Kamil Sporel; Amerika Birleşik Devletleri’nde aldığı lakabıyla “Dalgakıran Hasan Kamil”, 1959 yılında Necdet Erdem’e bir röportaj vermiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Amerika’da Bir Fenerbahçeli – Hasan Kamil Sporel’in Anıları” kitabımızı hatırlatmayı unutmayalım.


    Dalgakıran Hasan Kamil

    Ne hikmetse, futbolcularımız, umumiyetle futbola tenis topu ile başlamışlar. Bugünkü futbol seviyemizde de, bu küçük topla başlamanın çocuksu havası hâlâ hâkim! Şaka bertaraf, bir zamanların sahalarında, şimdi görülmedik alkış toplayan Fenerbahçeli meşhur Zeki’nin (Sporel) ağabeysi Dalgakıran lakabıyla anılan Hasan Kâmil’le karşı karşıyayız. O da, futbola, ilkin tenis topuna çektiği şutlarla başlamış.

    Hasan Kâmil Sporel, 1894’de Sütlüce’de doğmuş ama 69 yaşında diyemezsiniz. Öylesine genç ve diri kalmış. Şimdi Moda’da, denize çapraz düşen güzel bir apartmanda oturuyor. Futbola girişinin hikâyesini bize şöylece anlattı:

    “Galatasaray’da iken okulun bir futbol takımı vardı. Ali Sami (Yen), Asım Beyler, onlara nazaran çok küçük olmama rağmen, bendeki futbol istidadını görünce ilgilenmeye başladılar. Beni desteklediler. 4-5 yıl geçmeden de daha 15 yaşımda Fenerbahçe birinci takımında solaçık olarak yer aldım. Evcek Kadıköy’e nakledince, bu çevrenin takımı olduğu için tabiatıyla Fenerbahçe ile ilgim daha da arttı. O zamanlar saha çoktu ama ya Kuşdili’nde, ya Papazın Çayırı dediğimiz, bugünkü Fenerbahçe sahasında oynamayı tercih ederdik. Bizim Anadolu yakasındaki semtlerin bir özelliği de çayır bolluğu idi. Bu bakımdan birçok kabiliyetli gençlerin yetişmesine imkân sağlamıştı. Alaettin, İsmet, Bekir, Zeki bu çayır bolluğundan faydalanarak yetişmişlerdir.

    Kaç yıl bilfiil futbol oynadınız?

    15 yıl devamlı oynadım. Bu zaman zarfında Fenerbahçe’nin kaptanlığını da yapıyordum. 30 yaşında bunu bırakınca, kaptanlığı da Zeki’ye terke tim.

    1913-14 yıllarında, Fenerbahçe takımı 4 kardeş; Kâmil, Mesut, Zeki, Arif, dört Sporel kardeşler, aynı takımda oynuyorlardı. Sonraları meydanda sadece Zeki Sporel kaldı.

    Hasan Kâmil, fotoğraf arama ve sair sebeplerle salona girip çıktıkça, dikkat ediyoruz, o da tıpkı kardeşi Zeki gibi yürüyor. Başını hafif öne doğru eğip, kısa adımlarla, fakat hızlı bir yürüyüş. Yürürken de vücut, ayaklar üzerinde hafif hafif esniyor…

    Halen maçları takip edip, etmediği sorumuzu da, şöylece cevaplandırdı:

    “Yaşlandıkça, Fenerbahçe’nin katıldığı maçlara gidemez oldum. Çünkü heyecanım da o nispette arttı.”

    Spor hayatında kendisini çok sevindiren veya çok üzmüş olan bir hâtırasını rica ettik.

    “Spor hayatımda beni en çok üzen ezelî rakibimiz Galatasaray’a mağlup olduğumuz maçlardır” dedi. “Meselâ son 6 gollük yenilgi, itiraf edeyim ki, beni bir hayli üzdü. En fazla sevincim de kulübün bir yangın geçirip, binanın yanması oldu. Buna üzüldüm ama bir taraftan da sevindim. Evvela merhum Atatürk, yeni bir bina yapmamız için sembolik bir yardım yaptı. Gene yardım kampanyasının devam ettiği günlerden bir gün, postadan pek cüzi, hatırladığıma göre 25 kuruş kadar bir yardım aldık. Bunu gönderen bir talebe idi. Mektubunda da: “Çamsakızı, çoban armağanı olarak günlük harçlığımdan biriktirdiklerimi gönderiyorum. İstedim ki, çok sevdiğim Fenerbahçe’nin yeni binasında benim de bir çivim bulunsun!” diye yazıyordu.

    Hasan Kâmil Sporel’in yalnız futbolcu değil, idareci durumunu da dikkate alarak, kendisinden dünkü ve bugünkü futbolumuzla ilgili bir kıyaslama yapmasını istedik. Bize şunları anlattı:

    “Eskiye nazaran sayı bakımından memleketin her tarafında futbola karşı sevgi ve alâka artıyor. İyi oyuncular da yetişiyor. Fakat bunların içinde, bugünün futbol anlayışına göre yetişen pek az. Eskiden öğretici eleman pek azdı. Antrenör yoktu. Buna karşılık, memlekette yabancı futbolcu, bilhassa mütarekede, iyi İngiliz futbolcular vardı. Biz, onlardan ferdi oyundan ziyade, yerinde paslaşarak yapılan kolektif futbolu oldukça öğrenmiştik. Bugün, maalesef hâlâ ferdi şöhret peşinde koşanların çokluğu dikkati çekiyor. Bugünün futbolu için kötümser değilim. Onu kurtarmak diye bir problem de görmüyorum. Yalnız fazla para vermek suretiyle, sadece ferdi kıymetlerin korunması cihetine gidilmesine taraftar değilim. Bu yüzden bir bütün halinde yükselme olmuyor.

    Bugünün sahaları, düne nazaran daha iyi de değil. Gerçi biz, Kurbağalıdere’de, Papazın Çayırı’nda oynardık ama onlar yemyeşil çim içinde idi. Yumuşaktı. Şimdiki sahalar kerpiç gibi sert ve bakımsızdır. Bir futbolcu için bundan daha kötü ne olabilir? Seyirciye gelince, taraftar çoğalması da arttı. Onlar artınca, sık sık kötü bir heyecan gösterisine rastlıyoruz. Allah’tan, sportmence bir çoğunluk ruhu hâkim oluyor da, maçlarda müessif hâdiselere meydan verilmiyor. Biz Türklerde, futbola olan sevgiyi anlatmak için, size yalnız 1924 yılı içinde İstanbul’da kurulmuş futbol kulüpleriyle ilgili birkaç rakam vereyim:

    O tarihte, İstanbul’da 58 futbol kulübü vardı. Bunun 30’u yalnız Türk, 15’i Rum, 10’u Ermeni, 2’si Musevi idi. Görüyorsunuz ya, futbol sevgisi bize daha o tarihlerde bile nasıl kökleşmiş! Son araştırmalar göstermiştir ki, bizde kurulmuş ilk Türk takımı Galatasaray’dır. Fakat gene anlaşılmıştır ki, evvelce Londra Türk sefaretinde tercüman olarak bulunan Danyal adında bir Türk genci, memlekete avdette, Yoğurtçu’da “Siyah Çoraplar” adında, Türk çocuklarından bir takım çıkarmış ve bu takım, istibdat korkusundan, futbolu çayırlarda gizlice oynamışlar. Bilindiği gibi, istibdatta, gençlerin bir araya gelmesi, hele futbol gibi, bizim için henüz pek yeni ve bilinmeyen Frenk icadı bir oyunun oynanması, ileride bir “fesat ocağı”nın kurulmasına yol açabilir korkusu hâkimdi.

    “Daha, bazı şeyler söylemek ister misiniz?” diye sorduk.

    Bize, bu haziran sıcağında birer bardak Cinzano verdikten sonra, eliyle bir “Paydos” işareti yaptı ve “Benim dağarcıkta bu kadar var. Zeki’yi biraz sıkıştırın, onda çok şeyler bulursunuz” dedi.

    Röportaj: Necdet Erdem

    Fotoğraflar: Tamer Güvenç


    Dalgakıran Hasan Kamil
    Dalgakıran Hasan Kamil
  • Büyük Fikret Röportajı

    Büyük Fikret Röportajı

    Rıdvan Yelekçi imzalı Büyük Fikret Röportajı, sporcu başkanların bakış açısını göstermesi açısından çok kıymetli. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret Röportajı

    “Lefterlerin, Suatların, Metinlerin, Canların, Kadrilerin, Receplerin dönemi bana zevk veriyordu. Bunlar Türk futbolunun yüzünü ağarttı, Bugün ise oynadığımıza futbol demek için bin şahit lazım.”

    “Günümüzün futbolcusu kendine hiç bakmıyor. Örneğin, kendini yeni yeni toparlayan bizim Selçuk, Zonguldak maçı sonrası yanına gencecik Hasan’ı da takıp sabahlara kadar gece kulüplerinde eğlenmiş…”

    Fenerbahçe’nin sembolü Büyük Fikret’le oturup sohbet ettik. Her konuda konuştuk. Laf lafı açtı, sohbet de uzadıkça uzadı.

    Yaşını sorduk:

    “74 yaşındayım. İçki ve sigara kullanmam. Her sabah da idman yaparım. Yürümeyi çok severim. Kendimi bildiğimden bu yana Fenerbahçeliyim. Dördüncü takımda futbola başladım. A takımına yükseldim. Yıllarca oynadım.”

    “Bugünkü futbolcular?” deyince Büyük Fikret kızar gibi oldu.

    Bunlar futbolcu değil. Her şeyden önce kendilerine bakmıyorlar. Zonguldak maçını 5-0 kazandık. 1-0’lık sonuca bile razıydım. Maçtan sonra yeni yeni düzelmeye başlayan Selçuk’u yine bir gece kulübünde görmüşler. Üstelik yanına genç Hasan’ı katmış. Böyle futbolculuk olur mu?

    Teknik adam olarak görev yaptınız ve başarılı da oldunuz.

    Ben yıllarca kulüpte müdürlük görevinde bulundum. Teknik adamlar sezon ortasında kaçınca, takımı çalıştırmak bana düştü. Bir sene şampiyon kulüplerde 3. Tura kadar yükseldik ve MTK’ya (Macar) elendik. O MTK da finali oynadı. Ben istikbalimi futbolcunun ayağına bağlamam.

    Derwall’in yerinde olmak ister miydiniz?

    Önüme milyonları yığsanız, teknik adam olarak görev yapmam.

    Kulübün mali durumu nasıl?

    Şu anda 150 milyon lira borcumuz var. Buna mukabil de forma reklamından aldığımız, faizi dahil 110 milyon bankada bloke edilmiş vaziyette. Yani anlayacağınız, pek sıkıntımız yok.

    Siz jübile yaptınız mı?

    Yapmadım. Jübile şans işi. Lefter 42 bin lira ile futbola veda etti. Buna karşılık Fenerbahçe’de 2 yıl oynayan Büyük Mehmet 15 milyon aldı.

    Hangi devrin Milli Takım’ı başarılıydı?

    Bizden sonraki devrin Milli Takım’ı başarılı maçlar çıkardı. Lefterlerin, Canların, Metinlerin, Turgayların, Suatların, Kadrilerin, Receplerin oynadığı Milli Takım, Türk futbolunun yüzünü ağarttı.

    Bugün için ne diyorsunuz?

    Bugün biz futbol oynamıyoruz. Başka bir oyun oynuyoruz. Avrupalı da buna şaşıyor zaten.

    Ya futbolcu için?

    Dediğim gibi futbolcu kendine bakmıyor. Futbolcu her şeyi yapacak. İçki de içecek, hovardalık da yapacak, fakat bir ölçü dahilinde olacak. Ölçüyü kaçırıyorlar.

    Maça gidiyor musunuz?

    Zorla gidiyorum. Başkan olmasam gitmeyeceğim.

    Beşiktaş nasıl takım?

    Formda, biz de iyiyiz. Galatasaray kötü. Galatasaray’ı kupada elersek, büsbütün dağılırlar.

    Fenerbahçe’de başkanlığı siz mi arzuladınız?

    Kesinlikle hayır. Bir hafta evimin kapısını aşındırdılar.

    Basketbol şubesi için ne diyorsunuz?

    İyi gidiyorlar. Fakat masraflı bir şube. En son Koraç Kupası’nda kulüpten yine 20 milyon verdik.

    Son olarak söyleyeceğiniz?

    Futbolcu ve antrenör olarak Fenerbahçe’yi çok şampiyon gördüm. Bir de başkan olarak şampiyon görsem, gözüm açık gitmez.

    Röportaj: Rıdvan Yelekçi

  • Hilal Spor Kulübü

    Hilal Spor Kulübü

    Hilal Spor Kulübü, bir zamanlar İstanbul’un önemli kulüplerinden biriydi. Bilmediklerimizi de Fenerbahçeli Şevket Soley’den öğreniyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Hilal

    Gazetelerde güzel bir haber okuduk. Amatör birinci küme futbol takımlarından Hilâl, Avrupa’ya gidiyormuş.

    Çocukluğumun mühim bir kısmı Göztepe’deki Hilâl sahasında geçmiştir. O zaman Feneryolu’nda oturur, Fenerbahçe’de oynardım ama Hilâl benim ikinci kulübüm sayılırdı. Ekseri günlerim pek çok mektep arkadaşlarımın bulunduğu bu nazik kulüpte geçerdi. Hatta bazen Hilâl formasıyla hususi maçlarda oynar, bundan büyük haz duyardım.

    Hilâl vaktiyle memlekette Millî futbolcular ve atletler yetiştiren birinci kümenin zorlu takımlarındandı. 1924 olimpiyatına iştirak eden birkaç kişilik atletizm takımına, o zamanın rekortmenlerinden Hilâlli Ekrem de dâhildi.

    Ekrem’in kardeşi Naim ile birkaç sene evvel kalp sektesinden vefat eden 100 ve 200 metreci Burhan da Millî atletlerimizdendi. Ayni zamanda Burhan mükemmel bir sol açıktı.

    Geçenlerde eşiyle beraber vefat eden Tokyo büyükelçimiz Süreyya Anderiman ile Amerika’da müessif bir kaza neticesinde ölen kardeşi Vecihi de Hilâl’in en iyi futbolcularındandı.

    Sonradan Fenerbahçe’ye geçen millî futbolcu Tarık Sadi de Hilâl’in gözbebeği idi. Maalesef bu talihsiz, iri yarı ve tam bir erkek güzeli olan Sadi, yanında çalışan bir işçisi tarafından birkaç sene evvel tabanca ile sokakta öldürülmüştür.

    Eskiden Göztepe, Erenköy ve civarında pek çok kibar aileler, paşalar ve müşirler otururlardı. Hilâl kulübünü teşkil eden üyeler hep bu zevatı muhteremenin evlât ve torunları idi.

    Hilâl kulübü aynı zamanda Türkiye idman cemiyetleri ittifakının ilk kurucularından Fethi Tahsin Başaran gibi cidden mümtaz bir idareci yetiştirmekle de müftehirdir. Hilâl kulübünün de kurucularından olan ve senelerce Türk sporuna hizmet eden bu değerli şahsiyet de maalesef pek genç yaşında vefat etmiştir.

    Memlekete daha yüzlerce kıymetli gençler yetiştiren Hilâl kulübüne Avrupa seyahatinde başarılar dileriz.

    Şevket Soley

  • Nice Maçından Önce

    Nice Maçından Önce

    Geçenlerde İslam Çupi’nin Nice maçından sonra yazdığı yazıyı yayınlamıştık. Şimdi de Nice maçından önce yazdığını paylaşıyoruz. Öfkenin sebebi büyük bir umutmuş… Ama evet, o mağlubiyet bir yana, Fenerbahçe böyle günleri sever.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Böyle Günleri Sever

    Böyle günlerde oynar Fenerbahçe… Böyle günlerin üstüne kendi adını asmak merakındadır Fenerbahçe… Böyle günleri “Şerefli Tarih” yapmak haysiyeti içindedir Fenerbahçe…

    Bir tek gün için yaşıyor Fenerbahçe… Bir avuç taraftar gırtlaklarına beraberlik provası yaptırıyor. Milletin sesi Orhan Ayhan Türkiye’ye ulaşacak bir zafer bandı için, üç gün çığlık antrenmanı yaptı. Bütün yurt, Nice’e uzanan bir kulak olmuş… Birlikte sesleniyor… “Fenerbahçe bize üçüncü turu getir…”

    Nice’e aristokrat bir sonbahar oturmuş… İnsanlar sevişiyorlar, insanlar hayatları ile birlikte paralarını da bitiriyorlar… Milyonerler, kaçan gençliklerinin son zamparalığı için akıl çıkaran çılgınlıklar yapıyor.

    İçimde güneş gibi ılık bir ümit var… Bedbin değilim.

    Nice’le berabere kalmak, Brigitte Bardot ile Saint Tropez’de bir kıyı meyhanesinde oturup, iki kadeh şarap içmekten zor değil…

    İlk şaşkınlık vardır. Sahanın sabur olduğu ilk yarım saat vardır… Fenerbahçe bu zaman, parçasını kişilikli ve sakin öldürmeli… Oyunu yavaşlatmalı, rakibi sıkıştırmalı… Savunacağı alanı daraltırken, kontratak alanını alabildiğine açmalı…

    Nice’de yavaş yavaş akşam olacak… Fransa’nın güneyindeki turist darphanesi bir dev gibi siyah pardesüsünü giyecek…

    Fenerbahçe Çarşamba pazarına değil, büyük Çarşamba için havalı uyandı… Kafalar ve ayaklar iddialı bir futbol için bilendi.

    Fransa şimdi Avrupa’da adı kaybolmuş bir futbolun, samanla doldurulmuş maketinde sahte büyüklük parendeleri atıp durmaktadır.

    Ne Nice Bonifaci’lerin, Gonzales ve Courteaux’ların, ne Fransa Fentaine’lerin, Kopa ve Janquet’lerin Fransa’sıdır.

    Fenerbahçe karar vermiştir… Fenerbahçe inançlı, kenetli ve sıhhatlidir…

    O sürpriz denen bay kalleş, bu geceki maçı çomaklamazsa, Fenerbahçe Nice’te külah giymeyecektir.

    İslam Çupi – Tercüman Gazetesi

  • Cafer’in Ayakkabıları

    Cafer’in Ayakkabıları

    Geçmişin hasta Fenerbahçelilerinden Cafer Zorlu’nun bir hatırasını Taylan Uygur anlatıyor. İşte Cafer’in ayakkabıları…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Cafer

    Bizim Cafer Zorlu hasta Fenerbahçelidir. Bununla da iftihar eder. Cafer öylesine hastasıdır ki sarı-lacivertli renklerin; çocuk gibi yıllardır, sezon açılışlarından tutun da önemli oyuncu deneme antrenmanlarına, büyük maç arifelerindeki çalışmalara adeta abonedir.

    İşte bugünkü İnci Cafer’in öyle bir hatırası. Yıllarca önceye dayanıyor hikâye.

    Cafer’in mahalle arkadaşların yine koyu Fenerbahçeli biri o tarihte bir yaz sonu Cafer’e seslenmiş: “Aman Caferciğim hâlâ oturuyor musun? Bizimkilerin sezon açılışı var, gitmeyecek misin? Saat iki, açılış dörtte olacak. Taa Karagümrük’ten Yoğurtçu’ya kadar, dolmuş, vapur, otobüs, ancak gideriz.”

    Cafer durur mu, öyle bir fırlamış ki evinden, tutana aşkolsun! Gitmişler Fenerbahçe antrenmanına, oradan dönmüş bir lokantaya girmiş, karnını doyurmuş, vapurda dönüşte yüksek sesle çalışmanın ve yeni oyuncuların kriterini yapmış. Ve de her yerde kendisini çevreleyen kalabalığın devamlı güldüğünü, birbirlerine bireyler fısıldadığını görmüş de pek üzerine alınmak (!) istememiş.

    Nihayet akşam, çalışmakta olduğu magazin gazetesine uğramış. Tam Karagümrük’te kahvede bekleyen arkadaşlarına kavuşmak ümidiyle mecmuadan çıkarken müessese müdürünün sesi adeta patlamış kulaklarında: “Cafeeeer! Bu ne hal yahu!”

    Cafer halinde ne olduğu merakı içinde. Adam almış bizim üstadı ışığın daha bol olduğu bir yere çekmiş: “Bak” demiş, “Şu ayakkabılarının haline!”

    Gerçekte Cafer’in ayakları adeta karikatür gibi; birinde mokasen sarı renkte, bir diğerinde lâcivert bağlı birer ayakkabı var! Cafercik önce hiç bozmak istememiş, ama sonra yollarda, lokantada orada burada yüzlerce kişinin kendisine bakıp bakıp nasıl güldükleri hatırına gelince, şöyle bir soğuk soğuk terleyivermiş.

    Biz, bu hikâyeyi naklettikten sonra bizzat kendisine sorduk “Sonra ne oldu? “ diye.

    Omzunu silkti: “Hiç” dedi, “Önce bir sıkıldım, bir sıkıldım ki sormayın. Sonra ayakkabıların birinin sarı, diğerinin lâcivert olduğunu görünce Fenerbahçelilik damarlarım kabardı. Evden o aceleyle çıkarken tek tek giydiğim ayakkabılarımla adeta iftihar ettim.”

    Ama Cafer’in iftiharı pek o kadar da uzun sürmemiş. Mecmuadan eski püskü de olsa aynı renk ve biçimde bir çift ayakkabıyı ayağına geçirmeden kapıdan dışarı çıkmamış.

    Taylan Uygur

  • Birol Pekel Röportajı

    Birol Pekel Röportajı

    Fenerbahçe’ye Şenol Birol ile birlikte gelip bir tezahürat transferi de yapan Birol Pekel Röportajı… Beşiktaş günlerinden…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Taşıdığı 10 Numarayı Daima Hak Eden Futbolcu Birol Pekel

    Beşiktaş’ın bu yeni fakat büyük şöhreti “Takımım gelecek sene de şampiyon olacak’’ dedikten sonra 6 sene Beşiktaş’ta aynı formda oynayacağını ve futbolu da Beşiktaş’ta bırakacağını söyledi.

    Birol Peker Kimdir?

    Birol Pekel 1938 yılında İstanbul’da doğmuştur. Futbola küçük yaşta başlamış ve ilk defa olarak Modaspor Kulübü’nde lisans çıkarmıştır. Fakat Birol Modaspor Kulübü’nde yüzme ve basketbol branşlarında faaliyet göstermiştir. Siyah saçlı 1,78 m boyunda, 72 kg. ağırlığında ve kahverengi gözlü olan genç futbolcu, 1956 yılında Beylerbeyi Kulübü’ne transfer olmuştur. Orada 3 sene futbol oynayan Birol Pekel, nihayet küçüklüğünden beri sevdiği Beşiktaş Kulübü’ne geçen sene Temmuz ayında geçmiştir. İki kız kardeşi daha vardır. Babasını küçük yaşta iken kaybetmiştir. Kardeşleri evli olduğundan annesi ile birlikte Kadıköy’deki evlerinde oturmaktadır.

    Genç yaşında modern futbolu layıkıyla oynayarak bütün futbol otoritelerinin takdirini kısa zamanda kazanan Birol Peker ile karşı karşıyayız…

    Futbolu çok sevdiğim kulübümde bırakacağım. Bugünkü formumda daha 6 sene futbol oynayabilirim, diyerek gözleri uzaklara dalan genç futbolcu, aşağıdaki sözlerini de ilave etmekten geri kalmıyor:

    Beşiktaş çok büyük bir kulüp. Onun siyah – beyaz formasını giyip sahada mücadele etmek ne büyük bir şeref. Her maça çıkışımda Beşiktaş’a gönül veren binlerce taraftarın nasıl ümit dolu gözlerle bizlere baktıklarını görür ve heyecanlanırım. Onları mesut etmek için çalışır, didinir ve galip geldiğimizde de vazifesini yapmış bir insanın huzur rahatlığı içinde sahayı terk ederim.  

    Acaba diğer arkadaşlarınız da sizin gibi mi düşünüyor Birol?

    Evet… Onlar da benim gibi düşünerek hareket ediyorlar. Zaten bu sene şampiyon olmamızın en büyük amili de budur.

    Beşiktaş Kulübünün genç ve kabiliyetli futbolcusu Birol Pekel 1953 yılında Modaspor Kulübünde ilk defa lisanslı sporcu olmuştur. Aynı sene İstanbul küçükler arası yüzme şampiyonu olmuş ve devamlı olarak Modaspor’un genç basketbol takımında oynamıştır. 1955 yılında Kadıköyspor’a geçmiş, bir sene sonra da Beylerbeyi Kulübü’nde futbol oynamaya başlamıştır. Birol, Beylerbeyi Kulübü’ne geçişini şöyle anlatıyor:

    Kadıköy’de << Bahariye>> isminde bir yazlık takımımız vardı. Bir gün Beylerbeyi ile hususi bir maç yaptık ve 1-1 berabere kaldık. Beylerbeyi Kulübü’nün idarecileri beni beğenmişler. Transfer ayında da teklifte bulundular. Ben de talebe lisansı çıkartarak Beylerbeyi’ne geçtim. Beşiktaş’a transfer olana kadar da Beylerbeyi takımında devamlı olarak oynadım.

    Milli takım kadrosuna alınmışsın, bu hususta ne düşünüyorsun?

    Milli takımda oynamak benim için büyük bir şereftir. Bu vazifeye davet edildiğim için çok memnunum. Bir sporcu için milli takımda oynamaktan büyük bir şey olamaz.

    Birol, Beşiktaş Kulübü’ne nasıl transfer oldun?

    Beylerbeyi’nde talebe lisansı ile oynuyordum. Bizim yakınımızda oturan Beşiktaş’ın eski futbolcusu Faruk Sağnak ağabey beni her gördüğü zaman ‘’Okulunu bitir, seni Beşiktaş’a götüreceğim.’’ derdi. Geçen sene okulumu bitirdim. Talebelikle ilişiğim kalmayınca da başka bir kulübe girmemde mani kalmadı. Küçüklüğümden beri sevdiğim Beşiktaş’a Faruk ağabeyimin sayesinde kavuştum. Beni oradan artık hiçbir şey ayıramaz.

    Birol’un çocukluğu Kadıköy’de okula gitmekle ve akranları arasında top oynamakla geçmiştir. Genç futbolcunun çok sevdiği annesi, Birol’un başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

    Oğlum 9 yaşında idi. Bir gün okul dönüşünde lastik ayakkabılarını alarak yakınımızda bulunan bir sahaya gitti. Aradan 3 saat kadar geçmişti. Gelmediğini görünce meraklanmaya başladım. Tam evden çıkıp onu aramaya gidecektim ki bir arkadaşı geldi ve Birol’un elbiselerinin çalındığını bu yüzden eve gelemediğini söyledi. Diğer elbiselerini alıp sahaya gittim. Baktım Birol orada mahzun mahzun oturuyor. Hiçbir şey söylemeden elbiselerini verdim. Giyindi ve o hadiseden sonra da gizli gizli top oynamaya başladı.

    Beşiktaş’ın genç futbolcusu küçükken incir ağacından düşüşünü şöyle anlatıyor:

    Eski evimizin bahçesinde incir ağacı vardı. Üstüne çıktım ve olmuş incirleri kopararak yemeye başladım. Kabuklarını da arkadaşlarıma atarak alay ediyordum. Nasıl oldu anlamadım, birden bindiğim dal kırıldı ve bahçeye düştüm. Başım yarılmıştı. Büyük bir acı duyuyordum. Beni hastaneye götürdüler. Annem başımda ağlıyordu. Yarayı dikmeye başladıklarında avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Baktım annem fena oluyor. Ona, şayet ağlamazsa bağırmayacağımı söyledim. Sustu ama gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Ben büyük bir acı çekmeme rağmen annemi üzmemek için bağırmadım. Bu yüzden bir müddet evde yatmak mecburiyetinde kaldığımdan alay ettiğim arkadaşlarım bu defa beni kızdırmaya başladılar.

    Yerli ve yabancı hangi futbolcuları beğeniyorsun Birol?

    Yerlilerden Lefter, Basri ve Recep’i beğenirim. Gördüğüm yabancılardan ise Puşkaş ile Kopa iyi futbolcular.

    Türk futbolu hakkında ne düşünüyorsun?

    Futbolumuz Avrupa’da isim yapmaya başladı. Spor tesislerimiz çoğaldığı zaman Türk futbolu dev adımlarla ilerleyecektir.

    En çok heyecan duyduğun maç hangisidir?

    Galatasaray takımı ile milli ligin ilk devresinde yaptığımız ve 1-0 kazandığımız maçta çok heyecanlandım. Galatasaray ile yaptığımız her iki milli lig maçına annemi ve nişanlım Ayla’yı getirdim. Her iki maçı da kazandık. Onların uğurlu geldiklerine iyice inanmış bulunuyorum.

    Milli takımımızın yeni kadrosunu nasıl buldunuz?

    Çok beğendim. Gayet güzel tespit etmişler bu kadroyu…

    Birol, Beşiktaş maçlarında taraftarlarının ‘’Şenol… Birol… Gol…’’ şeklinde bağırmaları karşısında coştuğunu ve daha hırslı oynadığını açıklıyor. Ama sadece kendilerinin değil, bütün arkadaşlarının gol atmak için çırpındıklarını söylemekten de geri kalmıyor.

    Takımımız bu sene zorlu maçlar çıkardı ve Milli Lig’in bitmesine 1 ay varken şampiyon oldu. Arkadaşlarımız arasındaki kardeşlik havası ile önümüzdeki sezonda da inşallah şampiyon olacağız. Seneye de şampiyon olamamamız için hiçbir sebep yok. Fakat idarecilerimizin bazı transferler yapması da şarttır.

    Birol’un evinden ayrılırken genç futbolcu ziyaretimize teşekkür ediyor ve:

    ‘’Her şey Beşiktaş’ımız için’’ diyordu…

  • 1955 Hatıraları I

    1955 Hatıraları I

    Öz Fenerbahçe dergisinin fotoğraf albümü özelliğinden istifade ederek yazlık bir seriye başlıyoruz… Huzurlarınızda 1955 Fenerbahçe Hatıraları I. Keyifli seyirler…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Atatürk Kitaplığı

    Atatürk Kitaplığı

    İBB Atatürk Kitaplığı, öğrenciler ve araştırmacılar için muazzam bir nimet… Bu hizmetin hikayesini Reşat Ekrem Koçu’dan okumak ise büyük bir keyif…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Atatürk Kitaplığı

    Kabul edelim ki Cumhuriyetimizin kuruluşunun Ellinci Yılı kutlanır iken Türk kültürüne yapılan en büyük hizmet, İstanbul’da bir de büyük kitaplığın temelinin atılması olmuştur: Atatürk Kitaplığı.

    Kitaplığın Gümüşsuyu’nda Kamarot sokağındaki arsasını, 11 bin 500 metrekarelik şahane bir arsa, İstanbul Belediyesi vermiştir. Kitaplığın temeli de hayır işlerine ve kültür yolundaki çalışmalara yardımı asla inkâr edilemez Koç Holding’in bağışladığı 15 milyon lira ile atılmıştır. Bu büyük para, binanın yapısı için ilk tahmindir. Ya yetmezse diyemeyiz, çünkü Koç Holding, kitaplık binasının tamamlanmasını üzerine almıştır.

    Belediyenin bu büyük işteki hissesi sadece bir arsa vermekten mi ibarettir? Hayır, efendim o da Atatürk Kitaplığı’nın “Kitap” olarak temel taşını koymaktadır, Beyazıt’ta Sultan Bayezid Medresesi’nde bulunan İstanbul Şehir Kitaplığı, olduğu gibi bu yeni binaya getirilecektir. Muazzam bir temel taşı. Çoğu, bir eşi bulunamayan kıymetli el yazmalarından 150.000 ciltlik bir kitaplık.

    Nasıl toplanmıştır o kitaplar İstanbul] Belediyesi’nin elinde? Başta kitap ve vesika toplayan, o işin âşığı, delisi merhum Muallim M. Cevdet, vatandaşların bağışları ile… Beyazıt’taki medrese bir kitaplık olarak açıldığı zaman içinde 30 – 40 bin cilt kitap vardı. Bağışlar öylesine devam etti ki gün geldi, medresede kitap koyacak oda kalmadı. Kitap diyorum, dil alışıklığı, el yazması ve matbu kitapların yanında, artık bir daha toplanamaz gazete ve dergi koleksiyonları vardır. Meselâ Mithat Cemal Kuntay, ölmez eseri “Üç İstanbul”u, Belediye Şehir Kitaplığındaki gazete koleksiyonlarında çalışarak hazırlamıştı.

    Beyazıt’taki medrese binasında kitap koyacak yer kalmayınca İstanbul Şehir Meclisi 26 Ekim 1972 tarihli oturumunda yeni bir kitaplık binası yaptırmak için yukarda bahsettiğim Kamarot sokağındaki arsayı ayırdı. Kitap temeli hazır, arsası da ayrılmış ama yeni binayı yaptıracak para yok. İşte o zaman Belediye’nin yardımına Koç Holding koşmuştur. 15 Şubat 1973’de Belediye ile bir protokol imzalanmış ve 19 Ekim 1973 Cuma günü saat 10.30’da da Atatürk Kitaplığı’nın temeli atılmıştır. O törende yetkili ağızlar binanın iki sene içinde tamamlanacağını söylediler.

    Bina, değerli mimar Sedat Hakkı Eldem’in çizdiği plân ve resimlere göre yapılmaktadır. Çağımızın kitaplık binalarında aranan bütün konforun yanında yarım milyon kitap alacaktır. Yeni kitaplığı yönetecekler daha şimdiden Avrupa’ya kursa gönderilmişler. İşte burada biraz durayım, buna hacet var mıydı?

    Bizim hepsi kıymetli pek çok kütüphanecimiz vardır. Onlardan biri de Belediye Şehir Kitaplığı’nın şu kadar yıllık genç ve çalışkan müdürü Orhan Durusoy’dur. Ve ilâve ederek diyeceğim ki, Atatürk Kitaplığı’nın kitap temelini teşkil edecek olan Şehir Kitaplığı’nın bir geleneğine dokunmayalım:

    Bağışlanan kitaplar asla dağıtılmaz, bağış sahibinin adını taşıyan bir odaya toplu olarak konulurdu ve kitaplığa bağış sâhiplerinin isimleri bir levha hâlinde konulurdu. Dağıtma kitap arama kataloğunda ve fişlerinde yapılırdı. Kim ne kıymette kitap bağışlamış, bir bakışta görürsünüz.

    Bu konuda son sözüm, bu büyük kültür anıtını, müessesesini kuran Belediye ile Koç Holding’in temsilcileri Dr. Fahri Atabey ile Vehbi Koç’a “Allah sizlerden razı olsun” demektir. İmkânlara sahip olmak başka, o imkânlar yerinde kullanmasını bilmek başkadır

    Reşat Ekrem Koçu – 31 Ekim 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Galatasaraylı Fenerliler

    Galatasaraylı Fenerliler

    Muvakkar Ekrem Talu, bir gün vapurda yolculuk ederken “Galatasaraylı Fenerliler kimlerdir?” sorusu ile karşılaşmış ve şu aşağıdaki yanıtı vermiş… Faydalı bir liste…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Galatasaraylı Fenerliler

    “Olacak iş mi bu?”

    Öyle demeyin. Anlatacağım…

    Kadıköy vapurunda bana kendini tanıtan bir sayın generalimiz şunu yazmaklığımı istedi:

    “Galatasaray’da okuyup da Fenerbahçe renklerine hizmet etmiş futbolcular kimlerdir?”

    Çok olmasa gerek… Şöyle hatırladıklarım veya yakından bildiklerimi söyleyeyim:

    Aydınoğlu Raşit, Suat Subay, yanılmıyorsam Dr. İsmet Uluğ, Karga Halim, sağ haf Cevat, Rıza Nemli, bek mühendis Ziya, santrfor Suat, Rebii Erkal, Süleyman Tekil, Cihat Arman (evet o müthiş kaleci de) ve sınıf arkadaşım Sayın Fahri İşbay…

    Hâlen Fenerbahçe’nin idealist ve çok temiz bir idarecisi olan İşbay müthiş bir solaçıktı Onu Galatasaraylı yapmak için çok uğraşmıştım. Sınıf takımımızda idi ama Fener’den ayrılmadı. Dördüncü takımdan birinci takıma hak ede ede, çalışması ve emeği ile yükseldi. Karakter sahibi, sporu ve cemiyetçiliği Avrupalı kafası ile düşünen ve Fenerbahçe için canını veren bir kimsedir.

    Spor idarecilik hayatımızda bu tip elemanlara hele şu günlerde ne kadar ihtiyaç var…

    Muvakkar Ekrem Talu