Etiket: Fenerbahçe

  • Siyah Padişahlık

    Siyah Padişahlık

    Fenerbahçe 1973 yılında Nice deplasmanında 4-0 yenilince, İslam Çupi kalemini kılıç yapmış. “Siyah Padişahlık” ağır bir yazı olarak tarihe geçiyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Siyah Padişahlık

    Al büyük Brezilya’nın ofans hayallerini gören Didi’yi Fenerbahçe’nin başından, koy yuhalanmış Coşkun Özarı’yı… Çarşamba gecesinin hayret verici hezimeti, 0 – 0 beraberliğe dönerdi.

    Al Fuat konusundaki uyarımızı “Kurtarıcı istemiyoruz” ukalalığına çeviren Faruk Ilgaz’ı, Fenerbahçe Kulübü’nün başından, koy oraya ağzı teknik konulara dikili bir başkan, takımın şerefi, bayram çocuğunun elinden kaçırdığı bir balon olmazdı.

    Fenerbahçe, Nice karşısında hücum oynamadı, topla oynadı. Bu tip maçlarda bütün dünya takımları defanslarını dikerken, Sarı Lacivertli ekip, ileriye çıkardığı iki beki ve stoper Niyazi’yi geri çevirinceye kadar bütün karşılaşma alanlarını bize kulunç gibi çiğnetti durdu.

    İlk yarım saat 4 – 4 – 2 düzenini kendi sahasında yapılmış çirkin bir duvar gibi dolaştıran Nice takımının bu ayıbında yatan gücü ibretle düşünmek lazım… Fransa milli ekibine 3 oyuncu veren bir takım, maçı kazanmak için önce rakibini defansına vurdurup, koridorunu ve yaratıcılığını boğazlamak gerektiği inancı ile silahlanmıştı. 7 kişisi belli noktalarda yakalanan bir Fenerbahçe ile 7 kişisi Osmanlı oku gibi boş yerlere fırlatılan bir Nice ile aradaki kafa farkını anlatıyordu, Çarşamba geceki maç.

    Fenerbahçe’nin topla daha fazla göründüğü yerler, modern futbolun “Maç kazandırmaz” dediği ölü yerlerdi. Nice’in 90 dakika adale ile deparla çıkıp girdiği orta sahada, Fenerbahçe inanılmaz yavaşlıkta kısa paslarla çakılıp kaldı.

    Orta sahada Ziya maç boyunca topu yakalayan, top saklayan bir usta yardımcıdan mahrum olarak terledi. Ersoy ve Selahattin, ne oyun kurucularını saf dışı ettiler, ne de ileri üçlüye 35 – 40 metrelik deparlar atabildiler. Bu kesimde Fuat’ı ısrarla imha etmek isteyenlerin boyunlarına önümüzdeki haftaların getireceği maç sonuçlan ip gibi geçecektir.

    Fenerbahçe’nin, Nice karşısında ofans oynadığını söylemek, manzara gibi akılsız dağılmış oyuna hayranlık duymaktır. Modern anlamı ile hücum patlatan bir takım, 0 – 4’ün şaşkınlığı altında kendi oyun kişiliğinin savunmasını yapamaz. Eğer bu hücum futboluna rağmen, Fenerbahçe koca oyunda sadece 2 gol pozisyonuna girmişse, adama “Arkadaş sen nereye saldırdın?” diye soru sorarlar…

    30 yaşındaki Yılmaz’ın sağını, solunu, önünü tahliye ederek, bir liberoyu, Van Dijk’in, Ericksson’un koştuğu bir atletizm pisti haline getirmek futbolda bir devrimse, ben gerici damgası yemekten zevk duyarım.

    Ender’i kazandıran bu hezimeti şöyle başlamak istiyorum: Fenerbahçe’nin kendi bünyesi içinde hüküm süren “Siyah Padişahlık” devrini dikkatle yeniden gözden geçirmesi lâzımdır. Ve lütfen takımın oyun anlayışı ve tertibi üzerinde halâ “keçi inadı” despotlukları yapmayalım. Çünkü Fenerbahçe’nin istikbali böyle aydınlanmaz.

    İslam Çupi – 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Amigo Yetiştirelim

    Amigo Yetiştirelim

    1973 yılında Tercüman gazetesinde “Amigo Yetiştirelim” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Keyifli makaralar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Amigo Yetiştirelim

    Son maçlar göstermiştir ki, amigolar maçların kazanılmasında büyük roller oynamaktadırlar. Beleşten ve fahri olarak kendini futbola adamış amigolarımız bugün artık Avrupa sahalarında da kendini kabul ettirmeye başlamıştır.

    Bir amigo okulu açmak ve maçlarda halkı ve takımları coşturacak amigolar yetişirse bilhassa milli maçlarda kendimizin bile inanamadığımız neticeler alırız.

    “Hey Amigo! Ver Salata” sloganıyla yetişecek amigolarımız, bol piyaz ve az köfte ile takviye edilmeli, kayıntı ve otel masrafları kulüplere ve milli maçlarda federasyona ait olmalıdır. Nasıl olsa avantadan kafileye dâhil olan beleşçiler arasına bir iki tane amigo serpiştirmek masrafa fazla bir şey katmaz.

    Amigo olmaya hevesli ve ağzı kıyak lâf eden gençlerimiz arasından beynelmilel amigolar çıkacaktır. Falçata İsmail, Omuz Zeki, Televizyon Kâmil, Mikrofon Hayri, Kokoreç Fahrettin gibi halkı coşturan amigolar da okula öğretim üyesi olarak zevkle katılacaklardır.

    Unutmayalım, amigosu olmayan bir takımın kale direklerinden biri yok demektir. Biz maçları rabarbaya ve şamataya getirip kazanmasına alıştığımız için amigolar artık vazgeçilmez unsurlar olarak tribünleri coşturacaktır.

    Yazımıza burada son verirken, Fenerbahçe’nin, Romanya’daki maçında seyirciyi çılgına çeviren Ateş Böceği Ercan, Ahmet Sezgin ve Müjdat Gezen’e yaptıkları amigoluk için teşekkür ederiz.

    Nis’le yapılacak maçta her oyuncuya bir amigo teklif ediyoruz. Artık salataları Fenerbahçe kulübü bi’ zahmet kesesinden ödesin… Milyonlar getirecek böyle kupa maçlarında birkaç kuruştan kaçmak enayiliktir.

    1973 – Tercüman Gazetesi

  • Karayel

    Karayel

    İslam Çupi’den bir Karayel yazısı… 18 yarışta 18 birincilik ile Türk at yarışları tarihine ismini altın harflerle yazdırmış safkana övgü! Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Karayel

    50. Yıl Kupasını kazanan Karayel, sahibi Sadık Eliyeşil tarafından öpüldü.

    Karayel bir inanılmaz at… Her girdiği yarışta sadece birincilik yaşamış. Önünde rakip değil, sırf zafer ve kupa görmüş.

    Bay Sadık Eliyeşil’in çim pist prensini öpüşünde, kucaklayışında hiç rol yok. “Parasından başka şeyi sevememek”’ tarifine sıkıştırılan bir Türk kapitalistinin, yüreğinden taşıp, gazete sayfasının üstüne gelen fotoğrafıdır bu…

    İnsanlar arasında eşitliği kabul etmeyen ekonomi, Veliefendi’de diktatör olan bir atın büyük kabiliyetine şampanyalar dökmektedir.

    İnsan yüreğinin nasırında çokcası “sopaya lâyık yaratık” olarak çakılan at, şayet Karayel’in şahsında bu kadar büyümüşse, onun yüzündeki ekşi ter değil, nallarının altındaki pas öpülür…

    Elektronik bir saray haline gelen Veliefendi, hâlâ birtakım gölgelerden kurtulmamış olmasına rağmen, at’a verdiği bu kişilik ve özgürlük yönünden alkışlanmaya değer bir dünyadır.

    Veliefendi’yi seviyorum… Atları bir sosyete hanımının turu keyfinden kurtarıp kahramanlaştırdığı için…

    Birinciliği bacaklarının tek haysiyeti yapan nalları seviyorum… Smokinli bir köşk içinde kendi kişiliğine en büyük hayranlığı açtığından…

    Karayel’i daha çok seviyorum… Bir koca patrona, kendini öptürecek kadar büyüdüğü için…

    İslam Çupi – 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Ezeli Rekabet

    Ezeli Rekabet

    Türk basın tarihinin Fenerbahçe destanını yazan isimlerden Necmi Tanyolaç, muhteşem bir ezeli rekabet tarifiyle karşınızda… Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ezeli Rekabet

    Bu sabah çok erken saatlerde, belki de sabah karanlığında Dolmabahçe’ye İstanbul un her tarafından koşarak giden heyecanlı meraklılar göreceksiniz… Sabahlayanlar da caba… Onlara Tanrı yardım etsin…

    Bir merkezden yönetiliyormuş gibi; Mithatpaşa’ya akan bu meraklılar, önce bilet, sonra da kısmet arayacaklar… Oysa o sabah o insanların evinde hayatın çeşitli zorluklarından ibaret dertler adeta çiçek açıyordu.

    ZAM Gelecek Diyorlar Şekere Ete Süte,

    BOŞVER ARKADAŞ BİR GÜNLÜK BUNLARA,
    KOŞ EZELİ REKABET DENEN İLLETE…

    Spiker 50 yıldır mikrofona dil döküyor:

    İsfendiyar, Torik Necmi’nin uzattığı topu kaptı, ortaladı… Metin geriden koştu, yükseldi, çaktı kafayı… Özcan’ın kalesinde koskoca bir delik var… Gooollll…

    Basri Avni’ye, Avni Naci’ye… Ve Lefter bir helikopter gibi iniyor kaleye… Kimseye değmeden… Turgay’la karşı karşıya şimdi… Sanki kürsüde ders veriyor… Tutma oğlum bu topu… Hocanın dediğini yap. Ve Turgay laf dinliyor… Sarı-Kırmızılı filelerde bir Fener asılı şimdi…

    NE SEÇİM MÜCADELESİ, NE EKMEK KAVGASI…
    MAÇA GELECEK, CEBİNDE ÜÇ KURUŞ NAFAKASI

    Adam, altmış yıldır tribünlerde titriyor. Kalbi ne kadar sağlammış meğer… O’nun devri futbolcuların “Bey” diye çağırıldığı, yeni yetişmelerin “efendi” diye anıldığı bir devir…

    “Merkez muhacim Zeki Bey tam santra noktasında merkez muavin Nihat Beyle kucaklaştı… Karşılıklı şanslar teati ediliyor.”

    Böyle yazdı ustalarımız maçları… Şimdi “Koçum benim” diye bağırıyorlar birbirlerine… Spor sayfalarında “Bale resitali, kramponların balesi gibi” lâflar…

    EZELİ REKABET DEMİŞLER ADINA
    UYUMA ARKADAŞ KOŞ MİTHATPAŞA STADI’NA

    Dropsçu Halit, benim bildiğim kırk yıldır tribünlerde nane ve heyecan satıyor. “Neler oluyor bugün…” diyerek… Devirler değişti, lingo lingo şişeler girdi tribünlere… Ayva artık tarihten bir yapraktır. Şimdilerde taraftarlar birbirlerine ayva değil, lâf atıyorlar… Ve bazen birbirlerini acıtıyorlar.

    DÜNYA İKİYE BÖLÜNÜR BÖYLE GÜNLERDE
    HEM AĞLANIR, HEM GÜLÜNÜR TRİBÜNLERDE.

    Kin, hırs, intikam, gürültü, patırtı, komedi, dram, kaynana zırıltısı, şarkılar, türküler, sataşmalar, taşlamalar, haşlamalar ve dahi davul zurna refakatinde tribünden sesler… FENEEERR… CİM BOM BOM… 36 kısım tekmili birden…

    En uzun rüya bu… Ülkemizin en çok seyredilen, en eski filmi bu… Aktörler değişiyor, konu değişmiyor…

    BÖYLE GELMİŞ BÖYLE GİDER,
    HAKEM YUFKA YÜREKLİYSE EĞER
    MAÇ KARAKOLDA BİTER…

    Necmi Tanyolaç – 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Sarı Lacivert Tabut

    Sarı Lacivert Tabut

    Günün birinde, bir “Fenerbahçe Tribün Tarihi” yazılacak olursa en ilginç simalardan biri olarak karşımıza çıkacak Amigo Çetin… Sarı lacivert tabut isteğine kavuştu mu acaba? İşte Tercüman gazetesinde yayınlanan kısa bir röportajı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Amigo Çetin

    Ölürsem beni sarı-lacivert tabuta koyun

    Fenerbahçe’nin amigosu Çetin: “Benim her şeyim Fenerbahçe. Takımım yenildiği zaman kulübe kapanır, 3 gün dışarı çıkmam” diyor.

    Tribünlerde tek başına binlerce kişiyi peşinden sürükleyen, Fenerbahçe’nin en eski amigosu Çetin Tamer: “50 yaşındayım, anamdan Fenerbahçeli doğdum, Fenerbahçeli öleceğim. Taraftarlarıma tek vasiyetim var. Öldüğüm zaman, beni sarı-lacivertli tabuta koysunlar, sarı-lacivertli bayrağa sarsınlar. Öbür dünyada ruhum bu şekilde rahat edebilir” dedi.

    • Ne iş yaparsın?
    • Tek işim var, o da Fenerbahçe takımına amigoluk yapmak.
    • Bu bir meslek mi?
    • Hem de nasıl ağabey… Kolay kolay adam yetişmez. Mesela Türkiye’de binlerce gazeteci, doktor, mühendis ve işadamı yetişti. Fakat amigo yetişmiyor.
    • Yurt dışına çıktın mı?
    • Yurt içinde hiç bir maç kaçırmam. Avrupa’da da Fenerbahçe’nin bütün maçlarına gittim. Ama Fenerbahçe kulübü götürmedi. Seyahat şirketleri masraflarımı yüklendiler.
    • Fenerbahçe’den dolayı, başından geçen olay var mı?
    • Sakaryaspor maçında az kalsın beni öldüreceklerdi. Kolumu kırdılar. 10 kişiydik. Yüzlerce kişiyle aslanlar gibi mücadele ettik. Sonunda yenik düştük.
    • Başka olay…
    • Bir tane daha var ki, onu da unutamam. Göztepe Birinci Lig’de iken İzmir’e gitmiştik. 1-0 yenildik. Maçtan sonra “Dayak yemeyelim” diye, Türk bayrağına sarındım. Gözü dönmüş taraftarlar, yolumu çevirdiler. Önce üzerimdeki Türk bayrağını aldılar. Sonra da bir temiz dövdüler. Üzüntüm, hem yenildik, hem de dayak yedik…
    • Sevindiğin maç?
    • Her Fenerbahçeli gibi ben de Beşiktaş maçında çok sevindim.
    • Antalya maçından sonra ne yaptın?
    • Arkadaşlarla sabaha kadar arabalarla dolaştık. 5-6 defa da trafik cezası yedik.
    • Cumhurbaşkanlığı Kupası maçına gidecek misin?
    • Tabii ki…
    • Bu maçta bir isteğin olacak mı?
    • Galatasaray’ın amigosu Orhan ile sahaya el ele çıkacağız. O, Fenerbahçe bayrağını taşıyacak ben de Galatasaray bayrağını… İlgililer buna izin verirlerse çok memnun oluruz…

    Rıdvan Yelekçi – 1973 – Tercüman Gazetesi

  • Yolduz Spor Kulübü

    Yolduz Spor Kulübü

    Yolduz Spor Kulübü’nün kuruluşu, Finlandiya’da yaşayan Türk-Tatar topluluğu tarafından yapılmış olan girişimlerden biridir.

    Finlandiya’da yaşayan Türk-Tatar toplumunun kökeni 1860’larda Rusya’nın Volga-Ural bölgesinden gelen tüccarlara dayanmakta olup büyük kısmı Nijninovgorod vilayetinin Sergeç ilçesindeki Mişer Tatar köylerinden gelmişlerdi.

    İlk Tatar göçmenlerinin ticari başarıları, diğer köylerin de Finlandiya’ya göç etmelerine neden olmuştu. 1870-1920 yılları arasında Nijni Novgorod’da yaşayan tüccarlar Finlandiya’ya göç etmişlerdi. Burada dini ve kültürel cemiyet, spor kulübü, müzik grubu meydana getirmek gibi çeşitli faaliyet ve girişimlerde bulundular.

    Yolduz Spor Kulübü de Finlandiya’da yaşayan Tatarlar için bir araya gelip etkinlikler yapma, birlik ve beraberliği sağlama konusunda önemli bir araçtı. Kulübün kuruluş hikâyesi şöyleydi:

    1930’lu yıllara gelindiğinde Finlandiya’ya göç eden Tatarların ikinci nesilleri büyümüştü. Akranlarının çoğu gibi spora ilgi duymaktaydılar. 1934 yılında Terijoki’de kurulan Altın Orda takımı da bu doğrultudaki ilk girişimdi. Ancak daha sonra çeşitli nedenlerle bu takım dağıldı ve bir daha bir araya gelmedi. Altın Orda Futbol Takımı’nın dağılmasının temel nedeni olarak, girişimin plansız yapılmasını gösterebiliriz. Sağlam bir yapıya sahip ve sürdürülebilir bir teşkilatlanma yapısının oluşamaması kulübün varlığının kalıcı olmamasına sebep olmuştu. Buna rağmen Finlandiya’daki Tatar-Türk toplumunun ilk sportif girişimi olan kulüp, hem kendi varlığını ilerleyen zamanlarda tekrar canlandırma umudunu korurken hem de kendinden sonraki sportif girişimler için bir örnek olmuştu.

    Altın Orda Futbol Takımı’nın tekrar kurulabileceği düşüncesi ve bu bağlamda bir futbol takımı kurma olgusu, bir spor örgütlenmesinin kurulmasını da mümkün kılmıştı. Yine Tatarların kurum ve kuruluşlarından olan kültür cemiyetinin [1] tüzüğünde de sportif faaliyetlere ilişkin ayrı bir madde yer alıyordu. Bu amaçla bir de spor komitesi kuruldu.

    Nitekim İkinci Dünya Savaşı süresince sportif faaliyetler askıya alınmış, savaşın bitişi ile beraber de yeniden canlandırılmıştı. Genç Tatarlar bu süreçte çeşitli Fin takımlarında futbol oynamışlardı. Fakat Fin takımlarında sadece yeteneklerini veya çalışmalarını göstermek oynamaları ve formayı alabilmeleri için yeterli olmuyordu.

    Spor Cemiyeti’nin 50. yıl dönümünde konuşma yapan Akif Ali’ye göre Fin antrenörler ve oyuncular Tatar oyuncuları sahalardaki varlığından rahatsızdılar. Bu durum da Tatar oyuncuların daha alt seviyelerde kalıp kendilerini geliştirememelerine yol açıyordu. Bununla beraber Tatar oyuncuların üst lig ve seviyelerde oynama arzusu vardı. Bu da bir anlamda Tatar oyuncuların kurulacak bir Tatar takımı için birleşmelerine, daha fazla aidiyet ve temsil etme duygusunu hissetmelerine sebep olmuştu.

    Birleşmeye karar verilmesiyle beraber Finlandiya’daki en iyi iki takıma karşı maç yapmaya karar verdiler. İlk maç Erotuomarikerho kulübü sahasında, ikincisi ise Helsinki Toverit Kulübü’nün sahasında oynanmıştı. Skorlar Fin takımları lehine 4-2, 3-2 olacak şekilde sonuçlanmış olsa da Tatar takımı oyuncuları birlik ve beraberlik duygusunu yaşatabilmiş ve artık resmi olarak kendi spor kulüplerinin kurulma arzusunu dile getirmişlerdi.

    Kulübün kuruluş toplantısı ise 28 Ağustos 1945 Cumartesi günü Helsinki’de Albertinkatu adresindeki topluluk binasında yapıldı. Gündemde Yolduz Spor Kulübü’nün ayrı bir organizasyon olarak oluşturulması vardı. Toplantıda tartışmalar eksik olmadı. Bir azınlık spor kulübü kurmanın devlet ve halk nezdinde göze batacağına ilişkin görüş toplantıda üzerinde tartışılan konulardan biriydi. Spor kulübünün kültür cemiyetine bağlı kalmasını savunanlar Tatarların sosyokültürel olarak ayrışmamasını, kültür cemiyetinin Tatarları temsil eden güçlü ve merkezi bir otorite olmasını amaçlıyorlardı. Şayet Tatarlar ayrı organizasyonlar meydana getirirse; odak noktalarından sapıp, birlik ve beraberliklerini kaybedebilirlerdi. Sonuç olarak kongre kulübün ayrı bir organizasyon olarak kurulmasına karar verdi.

    Tatar diasporasının genç futbolcularında birkaçı; Hamid Hairedin, Hairulla Safkan, Veli Ahmed Ali, Munir Salah, Zeki Ali, Mensur Salah, Tahir Arifcan, Halit Samaletdin, Selim Bedretdin ve Ahmedshan Hassan idi.[2]

    Kulübün ilk başkanı olarak Veli- Ahmed Ali seçildi. 1945 yılının sonunda kulübün tüzüğü Fin kuruluşları siciline kaydedildi.

    Bu takımda yalnızca Tatar oyuncuların bulunması da kulübün özelliklerinden biriydi. Yolduz Spor Kulübü yalnızca futbol değil tenis, ping-pong, buz hokeyi, binicilik, dans gibi sporlara da yöneldiler.[3]

    Fakat Genç Tatarlar futbol dışında da farklı spor branşlarıyla ilgilenmeyi deneseler de bazı sporlarda çeşitli sorunlarla karşılaştılar. Bu sorunlar diğer sporların Tatar gençleri arasında futbol kadar popüler olmaması ve Finlandiya ikliminin her sporu rahatlıkla yapmaya elverişli olmamasıydı.

    Tatarlar bir süre buz hokeyi ile ilgilenseler de hem maddi koşullar hem de doğa şartları bu sporu yapmalarının önünde engel oldu. 1940 ve 1950’lerde hokey genelde sokak pistlerinde oynanıyordu. Şiddetli soğuk taraftarların maça gelmesini zorlaştırıyordu. O dönemde hokey kıyafetlerinin imal edildiği malzemenin ithalatı bakanlık iznine bağlıydı. Sopalar sık sık kırılıyor ve yenilerinin yurtdışından sipariş edilmesi gerekiyordu. Tüm bu sebepler Yolduz Spor Kulübü’nün, buz hokeyine eğilmekten vazgeçip, daha hafif kıyafetlerle oynanabilen futbola odaklanmasına neden oldu. Bu duruma rağmen kulüp, buz hokeyinde Lotfi Nasib ve Rashid Hakimsan gibi önemli başarılara imza atmış[4] sporcuları barındırmıştı.

    Spor kulübünün faaliyetleri haricinde önemli bir husus olarak Tatarların Finlandiya’daki teşkilatlanmalarında yer alan dini ve kültür cemiyetinin faaliyetlerinin de oyuncuların kendilerinden, ailelerinden ve üye aidatlarından gelen bağışlarla yürütülmekteydi. Cemiyetin ekonomik durumu iyileştikçe, spor kulübü de mali yardım almaya başlamıştı.

    Yolduz Spor Kulübü yurtdışında da çeşitli etkinlikler düzenledi. Tatar gençleri kış sporlarına teşvik etmek için kulüp her yıl Pajulahti Spor Koleji’ne bir gezi düzenliyordu. Kolejde kapalı buz pateni pisti, tenis kortu ve kayak pistleri bulunuyordu.

    Kulüp çatısı altında hem kendisini kanıtlayıp hem milletini temsil etme fırsatı yakalayan önemli sporcular mevcuttur. Bunlardan en önemlisi Finlandiya’da yılın futbolcusu ödülünü alıp kendisini ulusal çapta kanıtladıktan sonra bir sezon Beşiktaş formasını da giymiş olan Atik İsmail’dir.[5]

    Sonuç olarak; Yolduz Spor Kulübü, Tatar tüccarların Finlandiya’ya göç etmesiyle birlikte Tatar toplumunu bir arada tutmak ve temsil etmesini sağlamak amacıyla  kurulan organizasyonlardan en önemlilerindendir.

    Talha Enes Yüksek


    Kaynakça

    1. KÜÇÜK Evren, (2012), Yolduz Spor Kulübü,‘’ Finlandiya’da Türk-Tatar Toplumu’’, ‘’Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi’’, Sayı:8
    2.  Leinonen, Kimmo: Koulukatu Sankarit, Tampere Hokey Tarihi 1928-1965 . APALI, 2014.
    3. BİNARK Naile, (2020), Finlandiya’da Yaşayan Kazan Türkleri.
    4. ‐TRT, Özütürk Belgeseli, Avrupa’da Unutulan Türk Kavimleri Gün Işığına Çıkıyor, Ku‐manlar, Karaylar, Tatarlar, Yapım‐Yönetim: Neşe Sarısoy Karatay, İstanbul 2007.
    5. İLTALEHTİ Gazetesi, ‘’Ekip, hayal bile edilemeyecek EC gümüşünü kutladı – Atik İsmail değerli hediye saatini mağazada çok düşük bir ücret karşılığında Sattı’’, Erişim 19 Şubat 2024,  https://www.iltalehti.fi/jalkapallo/a/2016101122443307
    6. YLE; ‘’Heidi Komulainen Kuopio Konseyinden Ayrılıyor ve Yerine Atik İsmail Geliyor’’, Erişim 19 Şubat 2024, https://yle.fi/a/3-7207093
    7. BELAYEV Ramil, ‘’Finlandiya’daki Tatar Diasporası: Entegrasyon ve Koruma Konuları’’, Helsinki: Helsinki Üniversitesi, Dünya Kültürleri Bölümü, Akademik Tez, 2017.
    8. KÜÇÜK Evren, Türkiye-Finlandiya İlişikleri 1917-1980, Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2011.

    [1] Finlandiya’daki Tatarlar bulundukları bölge ve şartlar gereği birçok cemiyet kurmuşlardı. Bunlardan en önemlileri ise günümüzdeki adı Finlandiya İslam Cemiyeti  (Suomen Muhammettilainen Seurakunta) olan cemiyettir. Bu cemiyet Helsinki’de teşkilatlanmış olup, Ord. Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal tarafından tüzüğü hazırlanmıştır. Bu tüzükle beraber Finlandiya hükümeti, Finlandiya İslam Cemiyeti’ni tanımıştır.

    [2] Ramil Belayev, ‘’Finlandiya’daki Tatar Diasporası: Entegrasyon ve Koruma Konuları’’, (Helsinki: Helsinki Üniversitesi, Dünya Kültürleri Bölümü, Akademik Tez, 2017), syf.144

    [3] Evren Küçük, ‘’ Finlandiya’da Türk-Tatar Toplumu’’, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı:8, 2012, syf.12. 

    [4] Lotfi Nasib, Finlandiya’da Buz Hokeyi Aslanı olarak anılmaktaydı. Bu şekilde anılmasının sebebi ise 1985 yılında Buz Hokeyi Alanları listesinde kendine yer bulmuş olmasıdır. Buz Hokeyi Aslanları listesi de Finlandiya Buz Hokeyi Müzesi’nde sergilenmektedir. Lotfi Nasib’in başarılarında ise altı Finlandiya şampiyonluğu ve iki kere de Dünya Kupası’nda forma giymesi bulunmaktadır. Rashid Hakimsan ise buz hokeyi şampiyonasında dört altın madalya kazanmış olup, uluslararası düzeyde hakem olarak liyakat nişanı almıştır.

    [5] Atik İsmail; Finlandiya’nın 18 yaş altı milli takımının tahmin edilmeyen bir şekilde 1975 Avrupa Şampiyonası’nda gümüş madalya alan kadrosunda yer almaktaydı. Finlandiya finalde rakibi İngiltere’ye karşı kaybetmişti. 1978 yılında HJK Helsinki’de 22 maçta 20 gol atarak gol kralı oldu ve Finlandiya’da yılın futbolcusu ödülüne layık görüldü. Aktif futbolculuk kariyerini ardından teknik direktörlük, siyaset ve yazarlık yapmıştır. Tatar Türklerinin en bilindik isimlerinden biri olmasının bir nedeni de aslında bu şekilde farklı farklı alanlarda hep kendini göstermesidir.

  • İslâm Üslubuyla Gitti

    İslâm Üslubuyla Gitti

    Hasan Pulur, İslam Çupi’nin vefatının ardından yazıyor… Onun hakkında söylenebilecek en doğru üç kelimeyle: “İslam Üslubuyla Gitti” diyor… Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İslâm, Üslubuyla Gitti

    Hayır, giden “İslam” değil, giden bir “üslüp”tur. İster altında, ister üstünde eğer bir yazının imzası olmasa bile “Bu İslâm Çupi’nin yazısıdır!” dedirtiyorsa, elbette giden üslup olacaktır.

    Futbol sert bir oyundur, kaba bir oyundur ama İslam, bu oyunu adeta bir bale resitali anlatır gibi yazardı, hele Fenerbahçe Galatasaray’ı yenmişse, hele Fenerbahçe şampiyon olmuşsa…

    “İslâm”a özenenler çıktı, lakin “Taklitlerinden sakınınız” kuralı onun kalkanıydı, hiçbiri onun “mukallidi” bile olamadı.

    İslam Çupi, sadece spor sayfası yazarı değildi. 1994 – 1995 yıllarında Milliyet’in eski “Fiesta”da “Antikacı Dükkânı” adını taktığı köşesinde, İstanbul’u, anılarını anlatırdı, bizim de o ekte “Kesip Sakladıklarımız” diye bir köşemiz vardı. İslâm, bir akşamüzeri kapıyı açıp girdi, belli ki üzüntülüydü. “Ne oldu Müslim Efendi?” diye takıldık, bir süre sustu, dudakları titriyordu: “Yazımı atmışlar!” dedi.

    “Nasıl atmışlar?”

    Yazısını dizgiye vermiş, sonra gidip sayfaya bakmış, yanlışlık, fazlalık var mı diye… Sayfayı düzenleyen “Sizin yazınızı artık koymayacaklar!” demiş…

    Bir hodgâm, bir nadân, bir saygısız, kırk yıllık bir yazara “Sizin yazınızı, artık yayımlayamayacağız!” demek, nezaketini bile göstermeden, İslâm Çupi’yi kaldırıp atmıştı…

    Genç meslektaşlara, bu anımızı ibretle sunarız…

    Oysa ne güzel yazılardı onlar, artık özlemle anılan 1940’lı, 50’li, 60’lı, hatta 70’li yıllardan İstanbul anıları… Mesela siz Şişhaneli “Joryet”i tanıdınız mı? Tanımadıysanız, İslam size anlatıversin:

    “Delikli kuruşların primlendirdiği iniş çıkışlarda tanıdım Joryet’i ben… Yaşı belki 35’e demirli, ya onun üstünde olan Joryet, incecik fiziği bakımlı anatomisi, gözlerine ve saçına aldığı siyah rengin en güzeli ile beyaz perdedeki Vivian Romance’a benziyordu, adeta… Yaz ve kış evlerinde sık sık bana Tino Rossi ve Imperio Argentina’dan tangolar ve Latin Amerika ezgileri dinletir, annesinin gözü önünde tango ve valslerin ilk ve usta figürlerinin talimini yaptırır, çok sık da büyük bir ustalıkla piyanosunun önüne otururdu. Ben yaşlılık ameliyatımda neşterin altına giderken, son arzum olarak hala Vivaldi’nin ilk baharını çaldıracak kadar klasik batı müziğine sevgi duymuşsam, bunun ilk kahraman enstrümanı Joryet’tir, kulaklarımda.”

    Evet, giden “İslâm” değil, bir “üslup”tur…

    Acaba Çetin Çeki hatırlar mı? Fenerbahçeli Rıdvan’ın, “Rıdvan” olduğu günlerdi; İslâm “Rıdvanizm” diye bir yazı yazmıştı. Çetin Çeki, bu yazıyı televizyonda okurken, İslâm’ın yazısı, adeta beste olmuştu O’nun ağzında.

    Hasan Pulur – 8 Şubat 2001 – Milliyet Gazetesi

  • Rıdvanizm

    Rıdvanizm

    İslam Çupi, 1989 yılında Türk futboluna yeni bir ideolojiyi tariflemiş. Ve tabii yine çok güzel tariflemiş. İşte huzurlarınızda Rıdvanizm! Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Rıdvanizm

    Rıdvan futbol sahasında rakipleri tarafından santimleri hesaplanması mümkün olmayan bir uzunluktur. Özellikle rakibin ceza sahası yakınlarında ve üstünde hiç kestirilemeyen bir uzunluk…

    Türkiye yakın zaman diye hafızamıza asabileceğimiz son 20 yılda Rıdvan biçiminde imal edilmiş bir çabukluk ve dripling makinesine tanık olmadı.

    Rakipleri tarafından prospektüsünün okunması mümkün olmayan bu makinenin en öldürücü yanları nedir?

    Oyun rakip yarı alanına, özellikle rakip kalenin iyice fark edildiği bölgelere düştüğünde, gole topsuz şekilde korkunç bir hazırlanış… Rakiplerine 5-10 saniye “Ben bu golde yokum” dercesine adeta afyon verircesine sunduğu bir markaj dalgınlığı hali… Sonra tembellik durağanlığını, sonra topa karşı sahte ilgisizliğini birdenbire ortadan kaldıran müthiş bir sürat… Çarpıcı ve her metre başında cenah değiştiren, temposu gittikçe artan ve kayak ustalarının görkemli slalomlarını andıran bir dripling becerisi… Rakibin defans derinliklerinde, Rıdvan’ın önlenemez gol yolları açılmıştır artık…

    Rıdvan, futbolun en büyük hedefinin son metrelerinde ne yapacağını ayaklarına çok önceden emretmiş bir komutan gibidir. Öylesine soğukkanlı, öylesine kendinden emin, öylesine golü yapacağına inanmış bir sihirbaz olarak… Gol anlarında Rıdvan sadece tribünlerden değil, sahanın içinde rakipleri tarafından da seyredilen adamdır; bence…

    Türk futbolunda dönem dönem güne damgalarını vurmuş büyük fenomenler gelip geçmiştir. Bu büyük albümün son çarpıcı sayfası Rıdvan’dır. Futbolcu Rıdvan, futbolcu Rıdvan ikizinden ayrılmazsa, büyük formuna yılların istikrarını koruyucu kalkan yaparsa, Türk futbolunun içinde başka bir akım uç verecektir; Rıdvanizm…

    Türk futbolunun gelecek kuşaklarına birkaç süper star oyuncu düşecekse eğer, bunun gerisindeki ustanın Rıdvan ve bu ekolün Rıdvanizm olduğunu hep birlikte hatırlayalım lütfen…

    İslam Çupi – 11 Şubat 1989 – Milliyet Gazetesi

  • Niye Fenerli Olunsun?

    Niye Fenerli Olunsun?

    Bugün yazsa linç edilebileceği bir yazısı ile İslam Çupi… Uzun şampiyonsuzluk yıllarının acısıyla soruyor: Niye Fenerli Olunsun?

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Niye Fenerli Olunsun?

    Benim çocukluğumda İstanbul’un, insanı Fenerbahçeli yapmak için bir sürü gerekçesi ve cazibesi vardı. İstanbul 1940 yıllarında 600 bin nüfuslu göğü ve denizi masmavi, futbol oynanacak arsası pek çok, havası tertemiz, ulaşımın tamamı tramvay ve vapurlarla yapılan, insanları medeni, kutu gibi bir şehirdi.

    Fenerbahçe benim çocukluğumda futbolda tekniği öncelikli mahalle bızdıklarının gözdesi idi. Cihat Arman, Esat Kaner, Fikret Kırcan, Naci Bastoncu süper teknikleri ile gece rüyalarımızı bile süsler, atletizmde Balkan Şampiyonu olan Melih Kotanca futbolda ilk saydıklarım kadar flaş olmasa bile top oynadığı ve leblebi gibi goller attığı için bizlerce Fenerbahçe’nin ikinci kahramanı olarak yorumlanırdı.

    Fenerbahçe o zamanlar şampiyonluk rekorunu en fazla elinde bulundurduğu için sevilirdi. Fenerbahçe milli takıma en çok futbolcu verdiği, milli takımda en çok gol atan futbolcular Fenerbahçeli olduğu için sevilirdi. Topkapı’da oturmama rağmen denizi, Kadıköy’ü ve Fenerbahçe stadı ile kulübünün bağlık bahçelik köşklü bir yerde olmasını ben kendimce çok aristokrat ve ayrıcalıklı bulduğum için ayrı bir sevgi sebebi diye o semtler bozuluncaya kadar aklımda ve gönlümde tutmuşumdur. Fenerbahçe’nin bir de işgal yıllarında İstanbul halkına futbolla verdiği bir mutluluk vardı. Bütün müstevli takımlarını sahada yenmiş ve bu moral bakımından kırık halkın dinamiği olmuştur.

    Delikanlılığımızın en görkemli günlerinde Fenerbahçe idmanlarına Cihat Arman, Selahattin Torkal, Halil Özyazıcı, Erol Keskin ve Mehmet Ali Has ile ayni vapurda gitmenin heyecanı şu gün bile yüreğimin en zengin vuruşudur. Kadıköy vapur iskelesinden indikten sonra o tüm zamanların en büyük futbolcusu Lefter’in adadan gelişini beklemek ve onunla birlikte Kadıköy toprağında birkaç adım atma hangi futbol hazzı ile değişilebilirdi. O Can Bartu ile Birol Pekel’in çocuk halleriyle Bahariye’deki arsa top şeytanlıklarını seyretmek, hangi stat filmi ile değiştirilebilirdi?

    Şu ihtiyar yaşımda şimdi düşünüyorum. 1990 yılından sonra İstanbul mahallelerinde çocuklar niye Fenerbahçe’yi tutsunlar, niye Fenerbahçeli olsunlar diye… Fenerbahçe’nin ne Türkiye’de saha tarihi olan, o yerden ayağa paslı dantel örer gibi oyun şekli kalmış, ne de en teknik adamların o çatı altında toplanacak niyetleri. Fenerbahçe artık ne milli takıma en fazla oyuncu veren takımdır, ne o takıma gol kralını veren ekiptir. Türkiye’deki bütün şampiyonluk rekorları Fenerbahçe’nin elinden uçmuştur. Ne kalmıştır isminden başka bu vatanda…

    Başka takımlar UEFA Kupası’nı, Süper Kupa’yı müzelerine götürmüş iken, yerli tenekelerle çocuğu nasıl Fenerbahçeli yaparsınız artık…

    İslam Çupi – 21 Kasım 2000 – Milliyet Gazetesi

  • Alaturka Futbol

    Alaturka Futbol

    1930 yılında, Milliyet gazetesinde yazan Burhan Felek’e gelen “Alaturka Futbol Nasıl Oynanır?” başlıklı bir mektup, o günden bugüne temel sorunların pek de değişmediğini gösteriyor… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Alaturka Futbol Nasıl Oynanır?

    Efendim, birkaç günden beri sinirlerim pek yolunda gitmiyor. Havalar, yiyecekler, şahsi işler, yeni gazeteler ve yeni fırka gibi hoş, nahoş birtakım sebepler dolayısıyla hiç de neşem yerinde değil. Tuhaf yazı yazmak zaruretinde olan bizim gibiler için bu haleti ruhiye mühlik bir şeydir, insan siyah düşünüp pembe yazamaz ki… Ben de bu kötü vaziyette iken (Allah razı olsun) bir kariimden aldığım bir mektup imdadıma yetişti. Bu haftalık size onu takdim edeceğim; işte mektup:

    “Felek Bey;

    Çoktan beri size yazmak istediğim bir kusuru karalamak için ancak bugün vakit bulabildim ve derhal ifadei hale başladım. Mektubumun üslubunda ve ifademin siyakında zaaf görürseniz yazı işleriyle iştigal etmediğime bağışlayın. Mektubumun mevzuu şudur:

    Alaturka futbol nasıl oynanır?

    İtiraz etmeyin! Her şeyin, kahvenin, musikinin, yemeğin elbisenin, hatta apteshanenin alaturkası olur da futbolun olmaz mı? Bu alaturka futbolun bütün alâimi en ziyade bir ecnebi takımla karşılaştığımız zaman daha ziyade göze çarpar. Bu satırları o tarz oyunu mütalaa etmiş eski bir futbolcu sıfatıyla bütün futbolculara, futbol muhiplerine, futbol idarecilerine ithaf ediyorum.

    Evvelâ Alaturka futbolda, yapılan takım hakkında ittifak edilmemek şarttır, mutlaka takım kusurlu görülür ve bu görüşü tekzip etmemek için mutlaka kusurlu yapılır. Oyunculardan bir kısmı yerini beğenmediği için şevksiz çıkar.

    Oyuncular bilâistisna hakeme karşı itimatsızlık beslerler ve ekserisi hakemin lüzumsuzluğuna kaildir.

    Sahaya çıkılırken gençler daha iştahlıdır, evvel çıkarlar, kodamanlar arkadan ağır ağır gelirler, başkaları gibi hep birlikte çıktıkları ender ve tatsızdır. Bazı oyuncularımız “Acaba filân oynayacak mı?” diye kendi hakkında endişe edilmesini isterler.

    Ortaya çıkılır çıkılmaz şöyle bir iki afili vuruş yapmak âdettir. Ayağın topuğu ile vurup topu arkadan öne almak, 30 metreden kaleye şut çekmek falan gibi. Doğrusunu söylemeliyiz… Bu oyun harici hareketlerde iyi muvaffak olurlar, hele her oyuncunun kantocu artistlerdeki gibi alkışa amade duran taraftarları bunları gördükçe basarlar yaygarayı “Yaşa! Varol!” diye… Onun da beklediği budur. Ne yapsınlar para ile pulla çalışmıyorlar ki…

    Düdük öter ve oyun başlar. Eh daha bidayette iken Alaturka hünerlerine pek başlanmaz, lâkin aradan söyle 10-15 dakika geçtikten sonra iş başlar. . Mesela birine ayak konur, hakem düdük çalar, oyuncu iki ellerini seyircilere doğru açarak ilânı masumiyet eder. Bunu yapmaya mecburdur! Ancak bu hareketledir ki onun taraftarları hakemin şeceresini, silsilesini ve aile kabristanını ziyaret lâzım geldiğini anlarlar.

    Alaturka futbolda top arkadaşına verilmez; ya hasma verilir yahut dışarı atılır ki o da o demektir. Onun için topu ayağına alan Alaturka futbolcu topu ayağında tutar, Avrupalı oyuncu gibi hemen arkadaşına vermez. Bu pek mantıkidir. Çabucak vermek hem korkaklıktır hem de topa karşı muhabbetsizliktir. Bu adam oraya top oynamaya çıkmıştır, eline geçer geçmez başkasına verir mi ya?

    Ayağında top olanı tabiî hasım rahat bırakmaz, adamın üstüne gelir. Ziyanı yok, daha iyi, bir çalımla onu geçeriz… Etrafta alkışlar. Eh bu da lâzım değil mi ya? Bir ikinci hasım gelir. Eh çalım yapmasını biliriz, onu da geçeriz ve üçüncü hasma da topu veririz. Bu da insafın bize tevcih ettiği bir vazifedir. Biraz da onlar oynasın.

    Alaturka futbolda forvet yani hücum hattının kale sahasına kadar güzel paslar yaparak inmesi fakat orada topu ya hasma vererek yahut dışarı vurarak geri dönmesi şarttır…

    Alaturka fubolda ani şut çekilmez. Hasmın vaziyet alması müdafaanın hazırlanması beklenir ve en namüsait vaziyet hâsıl olduktan sonra şut çekilir, tabiî gol olmaz. Çünkü iyi bir Alaturka oyuncu kaleye şut çekmez, çekerse mutlaka kalecinin eline çeker.

    Bir serbest vuruş, Alaturka futbolda, İstanbul muhasarasında Fatihin topçuları top atar gibi çekilir. Avrupalılar, hiç beklemeden topu alır ve vururlar. Alaturka oyuncular ise topu alır, yere kor, beğenmez, vaziyeti değiştirir, karşı tarafa şöyle bir nazarı merhametle bakar, bu esnada hasım tarafı vaziyet alır ve top için geçecek bir delik kalmadıktan sonra bizim oyuncu “Ya Fettah, ya Ali!” diye topa vurur, heriflerin ve kalenin üstünden aşar, yahut bunlardan birine çarpar.

    Penaltı ile gol yapmaya Alaturka futbolda mesağ yoktur. Top mutlaka dışarı atılır. Bütün bu dışarı atışta halk hep bir ağızdan “Ah!” diye sayha eder…

    Alaturkada oyun kazanılmaz ender olarak berabere kalınır. Galebelerin çoğu hakemlerin suiniyeti eseridir. Yoksa bu sistemin fenalığından değil.

    Oyun bitince bütün oyuncular, gazup çehre ile aslanlar gibi içeri girerler. Seyirciler dövecek hakem ararlar, sövecek kimse kalmadığı için.

    İşte benim gördüğüm Alaturka futbol! Baki hürmetler…

    23 Ağustos 1930 – Milliyet Gazetesi (Burhan Felek)