Etiket: Fenerbahçe

  • Atabeyoğlu’ndan Âlâ

    Atabeyoğlu’ndan Âlâ

    Türk spor tarihi araştırmalarında biyografilerin önemi çok büyük… Yine çok büyük isimlerden biri olan Cem Atabeyoğlu’ndan Âlâ, yani Alaaddin Baydar’ı okuyalım… Nur içinde yatsınlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Âlâeddin Baydar

    Türk futbolunun ilk “Çalım Kralı” idi Alâeddin Baydar.

    Topu ayağına aldı mı Fenerbahçe tribünü “Kıvır Âlâ” sesleriyle adeta ayağa kalkardı. Ve Âlâeddin ayağına mıknatıs gibi yapışan topla karşısına çıkan rakipleri kıvıra kıvıra geçer, topu en elverişli anda ve yerde takım arkadaşı Zeki Rıza’nın önüne eliyle koymuşçasına bırakıverirdi. Üstad Zeki’ye bu güzel pasla gelen topu düzeltip rakip filelere yollamak düşerdi.

    “Eskiden ferdi futbol varmış, bugün ise kollektif futbol oynanıyor!” diye düşünüp konuşanlara şunu hatırlatmak isterim ki, o zamanki deyimi ile «Zeki-Âlâ Kombinezonu”, kollektif futbolun ta kendisiydi. Hem de günümüzden en az yarım yüzyıl önce tatbik edilen şekliyle…

    Alâeddin Baydar, Fenerbahçe’nin genç takımlarından yetişmiş ve henüz 15 yaşında iken takım arkadaşı Zeki Rıza ile birlikte birinci takım kadrosuna alınmışlar ve ondan sonra da birbirlerinden bir daha hiç ayrılmamışlardı. Futbol yaşamlarını bir arada Fenerbahçe’nin Sarı-Lacivert forması altında sürdürmüşler, yine aynı forma altında Türk futbolunun ölümsüz birer yıldızı olup çıkmışlardı. Milli Futbol Takımımızın Ay-Yıldızlı forması altında da Zeki ile Âlâ yan yana oynamışlardı hep.

    Alâeddin Baydar, kelimenin tam anlamıyla bir futbol cambazıydı. Meşin topa onun kadar hâkim bir futbolcu daha sahÂlârımıza pek ender gelmiştir. İki ayağını da büyük bir ustalıkla kullanmasını becerir ve en zarif hareketlerle seyircilerin göz ve gönüllerini doldururken kendi için değil de takımı için en faydalı eleman olarak vazifesini görürdü Alâeddin.

    “Sabih, Alâeddin. Zeki, Bekir, Bedri” şeklindeki o unutulmaz Fenerbahçe ve milli takım forveti Türk futbol tarihine allın harflerle geçmiştir. Önünde selam durulacak ve karşısında şapka çıkarılacak bir forvet hattıydı bu. Ve Alâeddin Baydar da bu unutulmaz forvet hattının en başarılı bir parçasıydı. Kolektif futbolun dik âlâsını bu forvet hattı sergilerdi. Bugün “Modern futbol” diye ağızlarda gevelenen futbolu bu forvet hattının günümüzden elli küsur yıl önce sergilediğini bilhassa dikkatlerinize sunarım.

    Alâeddin (veya o zamanki seyircilerin deyimiyle kısaca Âlâ) mükemmel bir pasör olduğu kadar mükemmel bir golcü idi de. Herkesin topu Zeki Rıza’ya aktaracağını beklediği ve rakip defansın buna göre tedbir aldığı anlarda tapu noktÂlâma bir şutla rakip kalenin üst köşesinde ağlara yollayıverirdi Âlâ. Ünlü Yunan takımı Olimpiakos’a böyle bir golü vardır ki, aradan elli yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen bir türlü gözlerden ve hatıralardan silinmez…

    Âlâ’nın Fenerbahçe birinci takımında 324 maçta 326 gol attığını söyleyecek olursak onun ne kadar yaman bir golcü olduğu daha iyi anlaşılır herhalde.

    Fenerbahçe Spor Kulübü kurucularından Nasuhi Esat kardeşi olan Alâeddin Baydar Türk Milli Takımında da 16 Baydar’ın maç oynamış ve Ay-Yıldızlı formaya bir de gol kazandırmıştı. Ve ilk milli futbol takımımızda Ay-Yıldızlı formayı giyenlerden biridir. 26 Ekim 1823 günü Taksim Stadında Romanya ile 2-2 berabere kÂlân ilk milli futbol takımımızda yer Âlân 12 elamandan bugün hayatta kÂlân beş kişiden biridir Alâeddin Baydar

    Aynı zamanda mükemmel bir de tenisçi olan bu kıymetli futbolcumuzun eşi de ilk bayan tenisçilerimizdendir.

    Futbolu bıraktıktan sonra Fenerbahçe yönetim kurullarında çeşitli görevler de Âlân Alâeddin Baydar Türk futbolunda “Âlâ” Âlârak ölümsüz bir yer işgal etmektedir.

    Neredeee Âlâ gibi büyük futbolcular, nerde böyle büyük golcüler…

    Cem Atabeyoğlu

  • Amerika’da Bir Fenerbahçeli

    Amerika’da Bir Fenerbahçeli

    Fenerbahçe Tarihi Meseleleri | Kuruluş” ile “Atatürk ve Fenerbahçe | Bir Büyük Tartışma ve Gerçekler” kitaplarımızdan sonra, üçüncü eserimiz “Amerika’da Bir Fenerbahçeli | Hasan Kamil Sporel’in Hatıraları” kitabı da Barış Kenaroğlu ve Barış Eymen imzasıyla yayında… Önsözü sitemizde paylaşıyoruz…

    Kitabı ise “bu bağlantıdan” temin edebilirsiniz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Önsöz

    “Spor, bilhassa futbol, bir insanı yabancı bir memlekette hayatın zorluklarından koruyabilir mi?”

    Cumhuriyetin ilk yıllarının önemli yayın organlarından olan Resimli Gazete’de yayımlanan bir yazı dizisi bu cümleyle başlıyordu.

    Gazetenin 24 Mart 1928 ile 7 Temmuz 1928 tarihleri arasındaki sayılarında 16 bölüm olarak yayınlanan bu yazı dizisi; Fenerbahçe ve Türk Milli futbol takımının ünlü oyuncusu, spor insanı, Hasan Kâmil Sporel’in imzasını taşıyordu.

    O dönemin tabiriyle bu tefrika, “Amerika’yı tanımak isteyen gençlere bir hizmet edebilmek için” okuyucu ile buluşmuştu. Spor tarihinin “kadim devri” olarak tanımladığımız harf inkılabı öncesine ait basın taramalarında karşımıza çıkan bu yazı dizisi üzerinde yaptığımız ilk inceleme sonrasında bir hayli heyecanlandık. Hasan Kâmil Bey genç yaşında atıldığı bu macerayı aktarırken; sadece sporcu kimliğiyle değil, aynı zamanda genç bir Osmanlı Türkü olarak 20.yüzyılın ilk çeyreği için önemli bilgiler veriyor, içinde yaşadığı dönemin ruhunu mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Bu özelliği dolayısıyla yazı dizisini yayınlamaya, yakın çağ tarihi meraklılarının hizmetine sunmaya karar verdik.

    Yazı dizisinin transkripsiyonu esnasında Hasan Kâmil Bey’in tesadüf ettiği kişi ve kurumları alt alta sıralayıp, yazım planına yerleştirdiğimizde bu tesadüflerin büyük sürprizleri de beraberinde getirdiğini gördük.

    Titanik faciasından, bir makarna çeşidi olan spaghetti’ye; Mekteb-i Sultani’den, ilk otomobil markalarından biri olan Olds Mobile’e; ünlü diplomat Celal Münif Bey’den, Türk tarihinin en şöhretli vapuru Gülcemal’e kadar uzanan bu sürprizler, hikâyeyi okuyucu ile buluşturmamızın en önemli nedeni oldu.

    Kitabın iki bölüme ayırdık.

    İlk bölümde Hasan Kâmil Bey’in bu macerada karşısına çıkan kişi ve kurumların hikâyesini, elde ettiğimiz arşiv belgeleri, dönem basınında yer alan haberler ve akademik yayınlarla destekleyerek sunduk. Bu bölümü Hasan Kâmil Bey’in macerasının âdeta bir rehberi olarak tasarladık.

    İkinci bölüm, Hasan Kâmil Bey’in satırlarının Latin alfabesine çevrilmesi ile oluşuyor. Yazarın, tefrikasının 16 bölümü için belirlediği başlıklar da dâhil olmak üzere, metnin orijinalliğini koruyarak sizlerle buluşturduk. Bununla beraber, günümüzde neredeyse hiç kullanılmayan kelime ve tabirlerin anlamlarını metin içerisine parantez içerisinde yerleştirdik.

    Bu kitabın yayımlanması için bizlerden desteklerini esirgemeyen Sporel Ailesi’nin değerli üyeleri Naz Sporel, Rıza Murat Sporel, Feyhan Sporel, Dilara Sporel, Emine Sporel Özakat Hanımefendilere ve Ahmet Münir Servet Beyefendiye teşekkür ederiz.

    Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Kıymetli Hocamız Prof. Dr. Vahdettin Engin’in tavsiyeleri, bu kitabı yazarken rehberimiz oldu.

    Değerli büyüğümüz Seyhun Binzet’in desteği de bu çalışmayı hazırlarken her zaman bizimleydi.

    Fenerbahçe camiasının kıymetli değeri Belgin Beşe Aral Hanımefendi’ye maddi manevi desteklerini bizlerden esirgemediği için minnettarız.

    Kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu’na da sonsuz teşekkürlerimizi buraya kaydetmekten mutluluk duyuyoruz.

    Michigan State Üniversitesi Arşiv ve Tarihi Koleksiyonlar idaresinden Ed Busch’a verdiği destekler için sonsuz teşekkür ederiz.

    Barış Kenaroğlu – Barış Eymen

  • Canlı Yapraklar – XLVIII

    Canlı Yapraklar – XLVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVIII

    Futbol İzmirli İngilizlerden sonra, İstanbullu İngilizler tarafından da oynanmağa ve müteakiben Türk kulüpleri de birer birer doğmağa başlayınca bu kulüpler yedekleriyle tam kadrolu takımlar kurmakta zorluğa uğradılar. Meselâ; Fenerbahçe kulübünün lig maçlarında takımını tamamlayabilmek için, ilk seneler İngiliz Elçilik gemisi (Imogene)den ödünç futbolcular almak mecburiyetiyle karşılaştığı malumdur.

    Bir spor kulübünün bu şekilde devşirme takımlarla netice alma, yaşama ve ilerlemesinin mümkün olamayacağı tabiidir. İşte, Fenerbahçe kulübü şiddetle hissettiği bu zaaf dolayısile harekete geçti ve Elkâtipzade Mustafa beyin gayretleri neticesi genç takımlar teşkil etti.

    Fenerbahçe kulübünde 1910/1911 senelerinde müşahede olunmuş bu genç takımlar teşkili seferberliği Türk futbol tarihinde ilktir ve çok hayırlı neticeler vermiştir.

    Evvelâ ikinci, sonra üçüncü ve nihayet 4 üncü futbol takımlarını kuran Fenerbahçe’nin bu gençlik dâvasını Galatasaray ve diğer kulüpler takip ettiler ve İstanbul’da 1913’ten itibaren bir genç takımlar hareket ve rekabeti doğmuş oldu.

    Nitekim futbol tarihimizde ilk üçüncü ve ikinci takımlar maçları 12 Mayıs 1913 Pazar günü Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanmış, üçüncü takımlarda 1-0, ikincilerde de 2-0 Fenerbahçeliler kazanmışlardır.

    Genç takımlara karşı uyanan alâka ve rağbetin neticesi olarak 1914 senesi ilkbaharında Türkiye’de ilk defa olarak (İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğu) organize edilmiştir. Bu şampiyonanın galibine gayet kıymettar bir gümüş kupa konmuştu. Kars fâtihi Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın oğlu ve Osmanlı Ayanından Ahmet Muhtar Paşa tarafından turnuvanın şampiyonu için konan bu kupanın üzerinde (Yarının kıymetli futbolcularına) cümlesi yazılı idi. 6 kulüp arasında organize edilen bu şampiyonayı Fenerbahçe üçüncü takımı hiç yenilmeden kazanmış ve kupayı almıştır.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf 42 sene evvel ilk defa tertiplenen gençler şampiyonasını kazanan Fenerbahçe üçüncü takımını gösteren tarihi bir hâtıradır. 42 yıl öncelerin bu şampiyon afacanlarını şimdi sizler tanıtalım:

    Yerde oturanlardan sağ baştaki Alâeddin’dir. Yâni, sonraları Milli Takımın eşsiz sağiçi Alâeddin Baydar.

    Onun yanında (Necip)i görüyorsunuz. Necip Şahin merhum Fenerbahçe’de yetiştikten sonra Galatasaray birinci takımında yıllarca santrfor oynamıştır.

    Ortada Zeki görülüyor. Milli Takımın uzun seneler kaptanlığını yapan ve bugün dahi gol krallığını elinde tutan Zeki Sporel.

    Sonra (Bekir) i görüyorsunuz. Namdar milli futbolcumuz ve Almanya muhtelitlerinde yer almış meşhur Bekir…

    Nihayet; solaçık mevkiinde görülen de Fahri’dir. Hâlen Musevi Lisesi Müdür Muavini ve spor âleminde (Yedibelâ) namiyle maruf elan ve senelerce kule ve tramplen atlama şampiyonu Fahri Ayad.

    İskemlede oturanlar ise şampiyon takımın haf hattıdır. Haydar, Burhan ve Bahaeddin…

    Ayaktakilere gelince; sağdan itibaren Necmi, Ezel, Mahmut ve nihayet (şiir) Refik Osman’dır.

    Fesli zat ise bu takımı kuran, çalıştıran ve şampiyon eden kıymettar idareci Elkâtipzade Mustafa Bey’dir.

    Fenerbahçe’nin ve memleketin 42 yıl önceki bu şampiyon genç takımında yer almış iki genç daha vardır ki maalesef onlar bu fotoğrafta hazır değiller. Bu iki genç de iki milli ve meşhur futbolcumuz olan Cafer Çağatay ve merhum Baron Feyzi’dir.

    İşte; şampiyon bir genç takım ki başlı başına bir tarih demektir. 10 yıl sonra kurulacak ilk Milli Takımlarımıza 6 futbolcu vermiştir. Yarım asırlık Türk futbol tarihinde bir eşi daha gelmemiş ve yaşanmamış bir genç takım ve bir levha ki, sahibi Fenerbahçe ile beraber kurucusu Mustafa Katipoğlu’nun namlarını ebedileştirmeğe değer ve yeter.

    19 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Artık 140 Yıl Önce

    Artık 140 Yıl Önce

    1934 yılında Haber gazetesinde “50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!” başlıklı bir yazı yayınlanmış. Bugünden baktığımızda artık 140 yıl önce eder. Bakalım Hikmet Münir Ebcioğlu’na göre, 1880’li yıllarda futbol nasıl oynanırmış? Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    50 Yıl Önce Galatasaray ve Fenerbahçe!

    Galatasaray ve Fenerbahçe’nin elli sene evvel mevcut olmadığını pek âlâ bilirim. Fakat bizde futbol deyince hatıra gelen, bu iki kuvvetli kulüptür. Bu iki kuvvetli kulübün de adı geçince, muhakkak bir ayak topunun, yirmi iki kişi arasında harp edercesine o yana bu yana ve nihayet arkası ağlı iki direk arasına sürüklenip hamlelerle çıkarıldığı, düdükler çalındığı “Yaşa, vur! Şandelle, şut!” diye içerden, dışardan güçlü kuvvetli sesler işitildiği derhal hatıra gelir… Bu, futbol oyunudur.

    Elli sene evvel İngiltere’de, bugünkü Fenerbahçe – Galatasaray’ımız gibi muntazam ve muayyen hisler besleyen kulüpler yoktu. Fakat bizde futbol ananesinin anası sayılan bu geniş ve çok taraftarlı futbol hareketinin elli sene evvel Avrupa şehirlerinde ne gibi bir manzara arz ettiğini anlatmak isterim.

    Elli sene evvel top nasıl oynanırdı. Elli sene evvelin Zekisi, Nihadı, Bekiri, Rebiisi Avrupa’da ne idi? Alek Ceksonu, Pudi Futu, ne biçim tiplerdi? Nasıl giyinir, ne suretle ileri geri koşarlardı.

    Elli sene evvelki futbolcuyu size tarif etsem şaşacaksınız!

    Yukardaki resimde de görüldüğü veçhile, futbolcunun kendisine göre hafif, fakat şimdiki kıyafete nispetle, önü ilikli bir kapıcı elbisesi kadar yüklü ve mazbut giyinişleri vardı. Vücutlarının üst yanı, sıkı örülü ve yol yol renkli, göğüsleri kapalı devrik yakalı gömlekle örtülüydü. Alt yana pantolon giyilirdi. Bir futbolcunun pantolonu elli sene evvel, dizlerini muhakkak surette kapatır ve gene dizlere kadar da kalın çoraplar çekilirdi.

    Şimdi olduğu gibi belli başlı, altı çivili bir futbol potini icat edilmiş değildi. Ekseriyetle, mektep çocuklarının oynadığı şekilde, sokak fotinleriyle top oynanır ve bazen eski ayakkabılardan bir çift bilhassa futbola tahsis edilir. Maça, öğle yemeği sarılmış gibi bu potinler bir kâğıt içinde mahfuz olarak getirilirdi.

    Hakem denen adam, bir suareye gidiyormuş gibi, tam kıyafetle; yani ceketi, pantolonu, yeleği, kolalı yakalığı her şeyi takılmış, takıştırılmış olduğu halde sahaya gelir ve bütün oyun müddetince zorlu bir hayat yaşardı.

    Top sürmek, körlemesine bir takım itelemeler, delicesine şutlar, hatta ayağın altında şöylece bir kontrole almadan yuvarlak meşini birbirlerine devrederek iki direğin arasına doğru hücum etmekten ibaretti.

    Kale iki direkti. Yüksekten giren topun vaziyetini tayin için, iki direğin üstü muayyen bir yükseklikte sonradan birleştirilmiş, çatı haline getirilmiştir, arkasındaki ağ ise, resimde görüldüğü halde daha sonraları konmuş ve adeta bir ihtira kıymetinde görülerek büyük nümayişlerle karşılanmış, umumileşmiştir.

    Seyirciler, şimdikinden daha ziyade kavgadan hoşlanırlardı. Onun için münakaşalar, oldukça hararetli ileri geri saldırmalar eksik olmazdı.

    Gol olmaya görsün! Kalecinin -hele iki direğin arkasında ağ da bulunmadığı zaman- golü yapanın ayağının tekme kuvveti uzunluğunca koşup kale artlarından büyük bir muvaffakıyet hissiyle o topu tekrar oyun sahasına kavuşturuşu bir hâdiseydi. Bazen bu, hayli uzun sürer, halk bir miktar, yerlerinden de ayrılarak, sahanın az açıklarında hava alır, soğukluklar içer, birbiriyle sohbet veya oyun üzerine bir çekişme yapardı.

    Elli sene evvelki top oyununun en mühim hâdisesi, bir ara, oyun kıyafetinde futbolcuların küçük bir yenilik göstermesi olmuştur. Bu nedir sanırsınız? Ayakkabılarını mı değiştirdiler? Gömleklerine biraz daha renk mi ilave ettiler? Hayır! Futbolcular, uzun pantolonlarıyla çoraplarının birleştiği yerden dizlerini bir parça açmış, havalandırmışlardı. Sen misin bunu yapan! Zaten baş göstermiş olan elbiseleri kısaltmak eskisinden daha pratik bir hale sokmak hareketi aldı yürüdü. Kadın, erkek, o zaman için katiyen “uygunsuz” sayılabilecek bir takım “yeni” kıyafetler ihdas ettiler. İçtimaî bir rezalet halini aldı. Bunun üzerine İngiltere’nin “Futbol Cemiyeti” derhal sıkı bir tedbir almış ve futbol oynayanların dizlerini kapattırmıştır. Sonraları bu nizam, kuvvetini kaybedinceye kadar, futbolcular, dizleri ve dirsekleri kapalı olduğu halde bir fırın içindeymiş gibi, alınlarından leblebi büyüklüğünde terler dökerek mücadelelerinde devam edip durmuşlardır.

    Yarım asır önceki futbolcuların yüzleri de kendilerine has ve pek heybetli bir manzara gösterirdi. Yan taraflardan sakallı olanları çoktu. Bıyık muhakkak lâzımdı. Yani, bundan elli sene evvel Londra’da az çok bugünkü manasıyla bir Nihat meydana gelmiş olsaydı, manzarası şu olacaktı: Kulak memelerine doğru sevimli bir kıvrım yapan gür bıyıklar, yandan sakallar ve hatta tahammül edebilirse tam bir heybet ve ehliyetli oyuncu şekli gösterebilmek için çepeçevre sakal…

    Futbol oyunu, bu sahada ilk adımı atanların saç, sakal ve bıyıktan kurtulması gibi temizlenmiş, fazlası ayıklanmıştır. Ancak, mücadele noktasından, elli seneden biraz daha evvelki devrelere kadar arada bir gittiği görülüyorsa, bu, futbol oyununun mirassız bir cenaze alayından her halde biraz Farklı olduğunu göstermek içindir.

    25 Ekim 1934 – Haber: Akşam Postası Gazetesi (Hikmet Münir)

  • Canlı Yapraklar – XLVII

    Canlı Yapraklar – XLVII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVII

    1923’de bir istihaleden sonra, adını (Beyoğluspor)a çeviren Pera Club İstanbul’un eski sporcularınca büyük şöhreti malûm eski bir Rum kulübüdür.

    Tatavla, Strugglers ve Elpis’ten sonra 1914’de kurulan İstanbul’un bu dördüncü Rum kulübü, kendisinden önce ve sonra kurulan emsali arasında cidden temayüz etmiş ve pek parlak bir tarihe sahip olmuştur.

    (Pera Club) Beyoğlu’nun Kalyoncukulluğu semtinde Simitçi sokağında kâin bir dükkânda Şarkı Karib Bankası Müdür Muavini Costas Vasilyondis tarafından 1914’de kuruldu. Sarı-Siyah formalı bu kulüp kuruluş yıllarında futbol ve jimnastikle meşgul olmuş fakat hüküm süren Birinci Dünya Savaşı bu faaliyeti tahdit etmiştir. Pera’nın bazı kıymetli elemanları ve bu arada santrfor meşhur Negroponti bu sıralarda Fenerbahçe takımında oynamışlardır.

    Savaşın hitamı üzerine Peralılar, 1919’dan itibaren, tekrar renkleri altında toplanmışlar ve faaliyetlerini de arttırmışlardır.

    İstanbul’un işgal altında bulunması ve yaşanmakta olan siyasi durum ve hâdiselerin de tesirleriyle kısa zamanda büyük inkişaflar kaydeden (Pera) kesif, kuvvetli ve zengin bir kitle tarafından himaye gören ve üzerine titrenen bir müessese haline geldi. Spor şubeleri daima artıyor ve lokali de o zamanlar geniş bir meydan olan Taksimdeki Talimhaneye naklolunuyordu.

    Peralılar Talimhane meydanına kale direkleri dikip ve çizgiler çizip burasını futbol sahası haline getirdiler ve tam karşısına isabet eden Topçu Kışlası avlusunda bilahare vücuda getirilen Taksim Stadyumu henüz tesis olunmadan bu Talimhane meydanında mütemadi bir futbol faaliyeti yarattılar. İşte; bu faaliyetler arasında Pera futbolu büyük ilerlemeler kaydetti ve çok kıymetli elemanlara sahip oldu.

    Pera Club 1920/21 senesi Pazar liginde İttihat Spor, Beşiktaş, Dork, Stella, Aris ve Enosis kulüpleri arasında yer aldı. İttihat Sporun Bekirli, Refik Osmanlı, Balıkçı Tevfikli, Fitil Nurili, Baron Feyzili ve Arap Hüseyinli meşhur kadrosu ile şampiyon çıktığı bu Pazar liginde kuvvetli bir takım meydana getiren Peralılar müteakip 1921/22 senesi Pazar liginde çok daha kuvvetli görünmeğe başladılar.

    Filhakika, Nikas, Misivis, Yanaki, Jilber, Sava, Terezis, Omiros, Vitalis, Negropondi, Manoelidis ve Miçaki’den müteşekkil Pera takımı rakiplerine nefes aldırmaz bir kuvvet olarak büyük şöhretler sağlamakta idi. Her hafta daha da yükselen bu şöhret arasında Pera taraftarları, futbolcularını birer mâbut gibi görmeğe başlamışlar, birçok maçlarda da hâdiseler zuhur etmiştir. Pera’nın fazla mutaassıp bir kısım taraftarlarının taşkınlıkları sebebiyle yaşanan bu hâdiselere zaman zaman futbolcuların da karıştıkları görülmüştür.

    Bu hâdiselerden biri Kadıköy’de vuku bulmuştu. Bir Fenerbahçe – Pera maçının sonuna doğru ve Fenerbahçe 3-1 galipken, Pera santrforu eski Fenerbahçeli Koço Negropondi ile santrhaf Tibbiyeli İsmet (Uluğ) çarpışmışlar ve Negropondi baygınlık geçirmişti. Bilâhare, uzun seneler Yunan Milli Takımı antrenörlüğünü yapan Negropondi’nin bu haline üzülen Pera santrhafı boksör Sava, İsmet’e sokulup bir yumruk sallamış, yine meşhur bir boksör olan İsmet de sol bir kroşe ile mukabele edip rakibini yere sermişti.

    Zamanın iki meşhur boksör ve aynı derecede şöhretli santrhafları arasında futbol sahasında cereyan eden bu boks hâdisesinin o işgal seneleri için bambaşka manalar taşıyacağı aşikârdır. Nitekim seyirciler arasında ekseriyeti teşkil eden Pera taraftarlarından bir kısmı hemen Fenerbahçeli futbolculara saldırdılarsa da merhum Recep Pehlivan ile meçlerini çeken Askeri Tıbbiye talebeleri belki de futbol tarihimiz için pek acı hâtıra kalabilecek bir hâdiseyi önlemişlerdi. Bu ve daha sonraları Talimhane meydanında yine bir kısım taraftarlarca diğer kulüplere karşı tekerrür eden taşkınlıklar Anadolu’daki milli zaferin kazanılması üzerine Pera takımını ürküttü ve o meşhur kadro (Fransa’ya Turne) ismi altında 1922 Aralığında İstanbul’u terk etti.

    Yol üzerinde Atina muhtelitini 3-0 ve 8-0, Marsilya muhtelitini 3-0 yenen Pera, Fransa’da zaferden zafere koşarken dostane mektuplarla Fenerbahçe’yi de Fransa’ya davet ediyor ve Fransa’nın en kuvvetli takımlarına karşı yapacağı maçlarda daima muzaffer olacağına dair Sarı – Lâcivertli kulübe teminat veriyordu.

    Pera’nın Fransa’daki maçlarda (İstanbul şampiyonu) titrini kullanmağa başlaması yeni kurulmakta olan (Türkiye idman Cemiyetleri İttifakı)nı F.I.F.A. nezdinde protestoya sevk etti ve Fransız Futbol Federasyonu’nun aldığı boykot kararı üzerine Pera takımı 1923’te Fransa’da dağıldı.

    İşte, yukarıdaki resim Pera’nın Fransa turnesi esnasında alınmıştır. İstanbul’un Peralı meşhur Rum gençlerini 1922 senesi Aralık ayında 3-0 galibiyetleriyle neticelenen Marsilya muhteliti maçına çıkmak üzere iken gösteren bu tarihi fotoğraf eski Peralıları coşturmağa değer bir hâtıradır.

    Geri kalan elemanlarının kifayetsizliği sebebiyle İstanbul’daki faaliyeti duraklayan Pera 1923 senesinde David Yafa, Muzakis ve Kanakis gibi müteşebbislerin gayretleriyle yeniden teşkilâtlanmış ve bu sefer Sakızağacı semtinde (Beyoğluspor Kulübü) adı altında tekrar faaliyete atılmıştır.

    Futbol ve jimnastiğe ilâveten boks, güreş, tenis, atletizm ve sportif oyunlarda da gayret gösteren Beyoğluspor bu branşlarda o zamandan bu yana büyük muvaffakiyetler gösterdi ve muhtelif sahalarda birçok İstanbul ve Türkiye şampiyonlukları kazandı.

    Futbolda 1940 senesinde birinci kümeye yükselen Beyoğluspor 1952’den itibaren profesyonel kümede de yer almış bulunmaktadır. Hâlen Parmakkapıda muntazam bir lokal ve salona sahip olan Beyoğluspor kulübü bir çok kulüplerimize örnek olacak bir teşkilât ve intizam içinde çalışan cidden olgun bir müessesedir.

    (Gelecek resim ve yazı: Futbol tarihimizin ilk şampiyonu genç takımıdır: 42 yıl önceki meşhur Fenerbahçe üçüncü takımı…)

    12 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Şvenk’in Manifestosu

    Şvenk’in Manifestosu

    Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğunu kazandığı 1933 yılı, her zamanki gibi, tartışmaların dorukta yaşandığı bir spor sezonuna sahne oldu. Fenerbahçe teknik direktörü Her Şvenk’in Manifestosu da bu tartışmaların içerisinde müstesna bir yer almış… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İyi Bir Futbolcu, İyi Antrenör Olabilir mi?

    Bir buçuk ay evvel Fenerbahçe kulübünden aldığım mezuniyetle on seneden beri görmediğim memleketim Peşte’ye gittim. Orada inikat eden (Antrenörler) kursuna mütemadiyen bir ay devam ettim. Bir hafta kadar oluyor ki avdet ederek vazifeme başladım.

    Buraya geldiğim zaman kıymetli ve daimi rakibimiz Galatasaray kulübünün de bir İngiliz futbol hocası angaje ederek getirdiğini gördüm. Bu zatın memleketimize geldiği günlerde gazetelerimiz kendisiyle çok alakadar olmuşlar, hatta Cumhuriyet’te intişar eden uzun bir yazıda, benim ve diğer antrenörler hakkında nahoş yazılar bile çıkmış…

    Bana okudukları bu yazıda Cumhuriyet muharriri bugüne kadar memleketimize gelen antrenörlerden, yalnız Galatasaray’ın eski hocası Bill Hunter iyi idi ve ondan istifade ettik. Diğerlerinin ise kafi derece randıman vermediklerini ifade etmek istiyor. Bu yazının mevzuu yeni İngiliz meslektaşım münasebetiyle ortaya atılmış bir fikirdir. Ben bu satırlarımla, bu zatın ehliyeti hakkında ne müspet ne de menfi bir fikir beyan edecek değilim.

    Anlatmak istediğim şudur ki bu memleket sporuna oldukça biraz da ben yardım etmişimdir ve ediyorum da. Ben bir sezon çalışarak, elime tevdi edilen gençlerin de, bana fevkalade hürmet ve itaatleri sayesinde Fenerbahçe kulübünü bu sene iştirak ettiği üç ligde de şampiyon çıkardım. Bu gelecek mevsim için de bu kıymetli gençlerden çok şeyler ümit ettiğimi de derhal ilave ederim.

    Antrenörlerin ihtisasına gelince; Evet, Türkiye’ye gelen hocaların ekserisi iyi değildi. Lakin bunun kabahati buraya gelen hocalarda değil, onları seçen ve intihap eden heyetlerdedir. Burada iyi bulmadığım bir adet var; Görmeden, anlamadan, yalnız şunun bunun sözüyle, tavsiyesiyle inanmak, ona göre iş yapmak!

    Galatasaray’ın yeni hocası için de aynı fikri, aynı mütalaayı beyan ederim. Bu zat İngiliz takımlarında hala oynuyormuş ve cidden kıymetli bir futbolcu imiş. Pekala buna inanmak, inanmamakla beraber müsavidir. Lakin iyi bir futbolcunun, iyi bir öğretici olduğunu kabul etmek kadar yanlış bir düşünce olamaz. Kuvvetle ısrar ederim ki böyle çok iyi bir İngiliz futbol hocası bizim verdiğimiz para ile buraya gelerek, hocalık etmez.

    Bugün için İtalya’da 64 futbol antrenörü vardır. Bunların 42 adedini Macar, diğerlerini Avusturya,Çek ancak bir adedini İngiliz hocası doldurmakta ve o da Roma’da (Roma) kulübünde çalışmaktadır.

    Almanya’da bir tane dahi bulunmayan bu İngiliz hocalarından yalnız şimdi İsveç, Norveç ve daha birkaç memlekette vardır. Geçen sene bir tane de Kahire’de vardı fakat bu sene o da memleketine avdet etmiş bulunuyor.

    İtalya’da bu sene (Antrenörler Mektebi) açılmıştır. Burada meşhur Avusturyalı Hügo Mayzel beş altı saat kadar ders vermiş, mektebe eski bir Macar oyuncusu olan meşhur Hungarya takımının eski sol iç muhacimi Nagyyogef başmuallim olarak alınmıştır. Bu mektepte en eski İtalyan kıymetli mütekait oyuncularından 30 tanesi de hoca muavini olarak alınmıştır.

    Macar antrenörlerin Avrupa’daki kıymetleri günden güne artmakta olduğunu söylersem, ancak hakikati ifade etmiş olurum. Size iki kuvvetli misal ile ispat edeyim.

    Çeklerin meşhur iki takımı Slavya ve Sparta bu sene iki Macar hoca almışlardır. Bundan yedi sekiz sene evvel Avrupa sporunu alaka ile takip eden sporcularımız pekala bilirler.

    Peşte’nin meşhur FTC kulübünde sol iç oynayan (Sedlaçek) yeni sezon için Sparta’da gene Peşte’nin meşhur Hungarya’sında sağ iş ve santrfor oynayan meşhur (Konzat) da Slavya’da çalışacaktır. Bu saydığım iki Macar hoca Macaristan antrenörler mektebinden mezundurlar ve diplomalı futbol antrenörüdürler. Yani Türkçe tabirler alaydan yetişme değil, mektepten mezun olmuşlardır.

    İyi bir futbolcunun, iyi bir hoca olamayacağı iddiasına gelince;

    Bir zamanlar dünya muhtelit takımı yapılırken, ortamuavin mevkii için rakipsiz addedilen meşhur (Kada) şimdi topu bırakmış olduğu halde, hiçbir kulüp kendisine antrenör olması için teklif yapmamıştır. Buna benzer bir misal daha; aynı kıymette bulunan meşhur haf (Kolenati) bomboş gezmektedir…

    Binaenaleyh tekrar iddia ederim ki iyi bir futbol hocası ancak ve yalnız mektepten sonra iş görebilir. Çünkü bir futbol hocasının bir hoca olabilmesi için yalnız güzel futbol oynaması kafi değildir. Bundan daha mühim olan nokta şu aşağıdakileri tam manasıyla bilmek lazımdır.

    1. Taktik
    2. Teknik
    3. Anatomya-Doktorluk
    4. Futbol hastalığı.
    5. FIFA-Organizasyon futbol alemi ile münasebet peyda etmek.
    6. Masaj
    7. Hakem İşleri
    8. Saha Meselesi
    9. Spor Kondisyonları
    10. Atletizm
    11. Kültü Fizik vesaire…

    Yukarıda saydığım maddeleri bilmeyen futbol hocası olamaz.

    Bir buçuk ay evvel başlayıp 30 gün devam eden Macaristan (Antrenörler) kursunda birincilikle diploma almış ve aynı mektebin muallimliğine tayin edilmişimdir. Lakin çok sevdiğim Türk sporuna ve bilhassa Fenerbahçe’ye hizmet etmek için tekrar buraya geldim ve beni çok seven bu kıymetli gençlerle yeni sezon için bir haftaya kadar faaliyete başlıyoruz.

    17 Ağustos 1933 – Milliyet (Fenerbahçe kulübü antrenörü Şvenk)

  • Canlı Yapraklar – XLVI

    Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLVI” : 1913 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLVI

    Fenerbahçe – Galatasaray futbol maçları yurdumuz için bugün her hangi iki kulübün karşılaşmaları olmaktan çıkmış ve en muazzam sportif hâdiseler mahiyetini kazanmıştır. Bu büyük hususiyetin sebebi iki kulübümüz arasındaki şiddetli ve ezeli rekabettir.

    Futbol tarihimize geçen ve kökleşen bu rekabetin öyle müspet neticeleri görülmüştür ki milli takımımız defalarca yalnız bu iki kulüp mensupları arasından seçildi.

    1905 yılında Galatasaray Mektebi Sultanisi beşinci sınıf talebeleri tarafından kurulan Galatasaray 1906’da beş on genç tarafından bin bir müşkülâtla temelleri atılıp bir yıl sonra teşekkül eden Fenerbahçe arasında ilk seneler hiç bir rekabet bahis konusu olmamış, hatta Türk olarak yalnız kendilerinin bulunduğu liglerde gayri Türk ve gayrimüslim rakiplere karşı bu iki kulübümüz birbirlerine destek olmuşlardır.

    1913 senesi nihayetine kadar devam eden bu müddet içinde iki kulübümüzün yaptıkları 8 maç mütemadi Galatasaray galibiyetleriyle neticelenirken bu karşılaşmaları seyre gelenler parmakla sayılacak kadar azdılar… Nihayet, 22 Aralık 1913 te Fenerbahçe ilk defa olarak Galatasaray’ı yenmiş ve renkleri sarı-siyah ve sarı-beyaz iken sarı-kırmızı ve sarı-lâciverde çevrilen bu ilk iki Türk kulübü arasında muvazene teessüs edip artık rekabet devri başlamıştır.

    Geçen hafta neşrettiğimiz ve sayısı 144 olan Fenerbahçe-Galatasaray maçları listesi tetkik olunca görülecektir ki, iki kulübümüz, aralarında teessüs eden bu muvazeneden sonra, zaman zaman birbirlerine karşı kesin üstünlükler de sağlamış bulunmaktadırlar. Meselâ; Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı ilk defa yendiği 22 Aralık 1913 maçından sonra, bir beraberlik ve bir Galatasaray galibiyeti yaşanmış fakat ondan sonra sarı-lâcivertliler için üstünlük devri başlamıştır. 1915’den 1924 senesi başına kadar devam eden bu 9 yıl içinde yapılan 21 maçın 15’ini Fenerbahçe kazanmışken Galatasaray ancak 4 maçta galip gelmiştir. Bir müsabaka beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken yarım kalmıştır.

    Bu devrede Galatasaray’ın 22 sayısına mukabil Fenerbahçe 60 gol atmış bulunmaktadır. Bu devrenin, işaretlenmeye değer bir hâdisesi, Fenerbahçe’nin birinci sınıf 7 oyuncusunu kadrosuna ilhak etmek suretiyle kuvvetlenen Altınordu’nun, birkaç sene için, Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini ikinci plâna düşürmesi ve bunun yerine Türk futbolunda Fenerbahçe-Altınordu rekabetinin doğma ve yaşanmasıdır.

    Yine bu devrenin bilhassa son yıllarında Fenerbahçe’nin Galatasaray’a karşı aşikâr bir teknik üstünlük sağladığı da görülmüştür. Bunun başlıca sebebi memleketimiz futbolunda cem’i oyun sisteminin ilk defa olarak Fenerbahçe takımında ve bu yıllarda teessüs etmiş olmasıdır…

    Futbol tarihimizin meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu bu yıllara rastladığı gibi muavin ve müdafaa oyuncularının asli vazifelerinin topu her ne şekilde olursa olsun defetmekten ziyade hücum hattını beslemek ve bu hat elemanlarına müsait pozisyonlar hazırlamak olduğu da yine ilk defa olarak bu senelerde ve Fenerbahçe takımında görülmüştür. Her müdafaa gibi; Galatasaray defansı da mükemmelen işleyen ve desteklenen bu kombinezonun bertaraf edilebilmesi hususunda 3-4 yıl için büyük zorluk çekmişti.

    1924 senesinde bir taraftan Altınordu’nun dağılması, diğer taraftan Galatasaray’ın toparlanması ve memleketimiz için ilk defa olarak ecnebi bir antrenöre sahip olması Fenerbahçe -Galatasaray rekabetini yeniden ve bu sefer daha şiddetle doğurmuştur. Galatasaray’ın bu toparlanmasına mukabil, Fenerbahçe’nin yeni kurulan futbol federasyonuyla ihtilâfa düşüp liglerden çekilmesi ve dolayısıyla, bir taraftan maç kabiliyetini kaybederken diğer taraftan kıymetli elemanlarının da futbolu terk etmeleri Galatasaray’a bir üstünlük temin etmiştir. Bu üstünlük 1924 Martından 1929 sonbaharına kadar 5 buçuk sene sürdü. Bu müddet içinde yapılan 13 karşılaşmanın (8)ini Galatasaray (1)ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraberlikle neticelenmiş ve bir müsabaka da iki taraf berabere iken yarım kalmıştır. Fenerbahçe’nin 10 golüne Galatasaray bu devrede 28 golle mukabele etmiştir. Fenerbahçe bu devre içinde 30 Nisan 1926’dan 29 Kasım 1929’a kadar tamam 43 ay Galatasaray’ı hiç yenememiştir. Bu tarihlerde Galatasaray takımı, müdafaa hatları bakımından, memleketin en kuvvetli teşekkülü halinde yaşıyordu.

    Fenerbahçe, 1929 son baharından itibaren durumunu düzeltme ve üstünlüğü tekrar elde etme yoluna girdi. Bunda, antrenör merhum Necmeddin Çakar’ın hassasiyetle üzerinde durduğu muntazam antrenman sistemi ikame edilişinin rolü birinci derecededir. Bu üstünlük Macar Schveng ve İngiliz Elliot gibi antrenörlerin de tesirleriyle Mayıs 1939’a kadar 10 yıl sürmüştür. Bu müddet içinde yapılan 29 maçın 16’sını Fenerbahçe ve ancak (3)ünü Galatasaray kazanmış, 8 maç berabere bitmiş, iki maç da, birinde Fenerbahçe galip, diğerinde berabere iken yarım kalmıştır. Yine bu devre içinde 1 Mart 1935 ten 1 Mayıs 939’a kadar, tam 50 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 10 yıl gibi uzun bir müddet üstünlüğü rakibine bırakmasında 1933’de kurulan (Ateş – Güneş) kulübünün de rolü olmuştur. Galatasaraylılar tarafından kurulan Güneş, 1935’ten itibaren Galatasaray’ın bazı kıymetli futbolcularını kadrosuna almak suretiyle onu darbelemiş ve bu hal, netice itibariyle, Türk futbolunda bir zaman için Fenerbahçe – Galatasaray rekabetini zayıflatıp Fenerbahçe – Beşiktaş rekabetinin doğma ve Türk futbolunda nâzım rol oynamaya başlamasında amil olmuştur.

    1939 ile 1942 Mayıs ayları arasında tam 3 senelik bir devre Galatasaray’ın lehinedir. Bu devrede yapılan 21 maçtan 12’sini Galatasaray, 5’ini Fenerbahçe kazanmış, 3 maç beraber bitmiş, bir maç da Fenerbahçe galipken hakem tarafından tatil olunmuştur. Galatasaray kulübü bu sıralarda hücum hattını hariçten Selâhaddin, Cemil, Buduri ve Sarafim gibi kuvvetli elemanlarla takviye etmişti. Fenerbahçe ise, bilâkis, mektepli futbolculara değer veriyordu. İşte, mektepli futbolcuların kulüplerle alâkalarını kesmek mecburiyetinde bırakılmaları bu devrenin başına rastladığından Fenerbahçe kulübü, rakibinin aksine olarak, bu karardan pek mutazarrır olmuştur. Şurası da dikkate değer ki, Fenerbahçe-Galatasaray maçları tarihinde en çok karşılaşma bu devreye rastlar. 36 ayda 21 maç yapılmıştır.

    Talebe sporcuların kulüplerle alâkalarını kesme mecburiyetinin 1942 ortalarında kaldırılması Fenerbahçe’nin durumunu düzeltmiş ve 1946 sonuna kadar 4 buçuk yıl rakibine yeniden üstünlük sağlamasını mümkün kılmıştır. Bu devre içinde yapılan 18 karşılaşmadan 7’sini Fenerbahçe, birini Galatasaray kazanmış, 9 maç beraberlikle bitmiş, bir maç da berabere durum da yarım kalmıştır. Yine bu devrede, 7 Mayıs 1942’den 1 Aralık 1946’ya kadar tam 56 ay Galatasaray Fenerbahçe’yi hiç yenememiştir.

    Galatasaray’ın, 56 aylık fasıladan sonra Fenerbahçe’yi yendiği 1 Aralık 1946’dan itibaren bir muvazene devrinin başladığı ve zamanımıza kadar devam ettiği görülür. Filhakika; o tarihten bugüne kadar iki ezeli rakibin yaptıkları 31 maçtan 12’sini Galatasaray, 9’unu Fenerbahçe kazanmış, 10 maçta da iki taraf berabere kalmışlardır. Yine bu müddet içinde tarafların birbirlerine attıkları gollerde de bir muvazene vardır. Galatasaray 38, Fenerbahçe 35 sayı yapmışlardır.

    Bu son devrenin sevinç veren tarafı artık yarım kalmış hiçbir maç yaşanmamış olmasıdır. Bunun böyle devamı temenni olunur.

    (Gelecek resim ve yazı Pera Club’un mütareke devirlerindeki çok enteresan bir fotoğrafıdır.)

    5 Şubat 1955 – Rüştü Dağlaroğlu – Akşam Gazetesi

  • Yüksel Gündüz Röportajı

    Yüksel Gündüz Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yüksel Gündüz röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fırtına

    Nasıl Fenerbahçeli oldunuz?

    Fenerbahçeli olmak için İstanbullu olmak gerekmiyordu. 1937’de Kütahya’nın Tavşanlı kazasında bir Fenerbahçeli olarak doğdum.

    7- 8 yaşında babamın vazifesi dolayısıyla Ankara’ya taşındık. Babam laboranttı. 1950’li yılların başında Ankara’da Dışkapı takımında futbola başladım, aynı zamanda atletizm de yapıyordum. Disk atma ve güllede de iki birinciliğim vardı.

    1954 yılında daha sonra Güneşspor’a transfer oldum. 6 Nisan 1955’te Yugoslavya’ya karşı Gençler Avrupa Şampiyonası Grup Elemeleri’nde ilk kez genç milli formayı giydim. 1957 yılına kadar Güneşspor’da devam ettim. O zaman birinci ligdeydik.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’ne transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Fenerbahçe idarecilerinden aynı zamanda eski kalecilerimizden Hüsamettin Böke beni Güneşspor’dan transfer etti.

    Fenerbahçe’ye gelmem olaylı oldu. Çünkü o zamanlarda Güneşspor beni Galatasaray’a vermek istiyordu. Galatasaray’ın iki katı para teklifine karşın ben Galatasaray’a gitmek istemiyordum. Gönlüm Fenerbahçe’deydi. Onun için Hüsamettin Böke beni ailemle beraber Karamürsel’e getirdi. Orada bir nevi saklayarak misafir ettiler. Kaçırmışlardı beni.

    Orada bir yaz sezonu geçirdik. İstanbul’a trenle geldim. Yol hiç bitmiyordu. Geçtiğimiz yolda ağaçlar villalar derken yolu bitirdim, heyecanım hiç geçmiyordu. Fenerbahçe’de oynayacaktım.

    Birinci sezon geçtikten sonra Acıbadem’de Anadolu Lisesi’ne kaydımı yaptılar. Son sınıftaydım, mezun olduktan sonra prosedür sorunları yüzünden bir sene top oynayamadım. Bir sene boyunca sadece özel maçlarda oynattılar beni. Özel şartlara bağlı olarak futbol federasyonunun koyduğu şartlardı.

    1958 yılında normal transferim yapıldı. Osman Göktan, Mikro Mustafa onlarla beraber oynadım. Böylece transferim gerçekleşmiş oldu, o sene şampiyon olduk. 1958 -59 sezonunda milli lig şampiyonu olduk. Futbola 1965 yılına kadar devam ettim.

    Fenerbahçe’ye geldiğimde çok gençtim. O kadar değerli futbolcuların arasında oynama şansımın olacağını hiç düşünmemiştim. Lefter, Avni, Şeref, Can, Basri, Nedim, Naci, Akgün hepsi çok kıymetli futbolculardı. Ve onlarla aynı topun arkasında koşturmayı ne mutlu ki başardım. İlk on birin sol kanadında oynadım. Ve Fenerbahçe’de yıllarca tek santrfor olarak oynadım. Her iki ayağımı da iyi kullanabiliyordum. Çok da iyi sıçrar, kafa gollerinden de kaçmazdım.

    Fenerbahçe’de kaç sene oynadınız?

    8 sene oldu.115 gol atmışım, 268 maçta oynamışım.

    Osman, Mikro Mustafa, kaleci Şükrü en yakın arkadaşlarımdandı ama hepsiyle çok iyi anlaşıyordum. O zamanlar herkesin birbirine sevgi ve saygısı vardı.

    Takımın her iki açık mevkiinde de yer alıyordum. Hem liseyi bitirip, futbolun yanı sıra İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nden de mezun oldum.

    O zamanlara dair en hoşunuza giden bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

    En büyük anılarımdan birisi 1958-59 yıllarında Galatasaray’la iki sefer karşılaşmamız oldu.

    İlk maçı Galatasaray 1-0 kazanmıştı. Hani o meşhur Metin Oktay’ın ağları delen golü vardı.

    3 gün sonra da rövanşta Galatasaray’ı 4-0 yenmiştik. Kupayı aldık. İlk golü ben atmıştım.

    Lakin o ilk yenilgimiz tam bir kâbustu bizim için. Ne uyku uyuyabiliyorduk ne de herhangi bir şey yapabiliyorduk. Bir an önce o gün gelsin maçımızı oynayalım, bütün her şeyimizi ortaya koyalım istiyorduk. Ve hakikaten de öyle oldu. Oradaki heyecanımızı hiç unutamıyorum ve dört tane golle süsledik olayı.

    Futboldan arta kalan zamanınızda neler yapardınız?

    O zamanlar bir pul koleksiyonuna sahiptim. Boş zamanlarımda pulları ortaya çıkarır onları odanın her tarafına yayar, saatlerce onlarla vakit geçirirdim.

    Müziğe de büyük merakım vardı. Halen de var.

    Bir de antrenman sonrası Moda’daki kütüphaneye uğrar birkaç kitap alır onları okuyarak zamanımı değerlendirirdim.

    O yıllarda sizin izleniminizle tribünler, takım içi dayanışma nasıldı?

    O zamanlarda tribünlerde seyirciler hepsi yan yana otururlardı. Galatasaraylısı, Fenerbahçelisi ya da Beşiktaşlısı. Oradaki dostluklar saha dışında da devam ederdi. Şimdiki gibi kavgalar- yoktu tabii ki. Oyun içinde taraftarlar arasında güzel rekabetler olurdu.

    Yine bir anımı anlatayım: Bir Galatasaray maçında bizim kaptan Naci ve Metin Oktay aynı anda topa kafa çıktılar ve Metin Oktay o topu aldı ve sonra bizim kaleye gol attı, durum 1-0 oldu.

    Bu duruma çok üzülen Naci yere çömelip başını iki elinin arasına alıp öylesine kala kaldı. Bu durumu görünce ben koştum yanına gidip “Kaptan kalk sen üzülme şimdi ben bir gol atarım telafi ederiz.” dedim. Hakikaten 5 dakika sonra ben bir gol attım ve maçı 2 -1 kazandık.

    Milli takımda da görev aldınız…

    Tabii milli takımda da oynadım. Macaristan ve İspanya’da da oynadım, o zaman genç milli takımdaydım. A milli takımında Metin Oktay oynadığında, ben hep yedekte kalıyordum. Sadece Macaristan maçında oynadım.

    Ayrıca askerlik nedeniyle ordudayken ordu milli takımında da oynadım. 1963 yılında ordu takımı için Atina’da oynadık ve dünya ikincisi olduk.

    Ne zaman jübile yaptınız?

    1964 yılında evlendim. Bir sene daha Fenerbahçe’de oynadıktan sonra 1965 yılında futbolu bırakmak zorunda kaldım.

    Ömrümüz hep maçlarda ve kamplarda geçtiğinden dolayı ailemle doğru dürüst beraber olamıyordum.

    O ara çok jübile vardı. Metin Oktay’ın falan… Kulübün teklif etmesine rağmen ben jübile yapmayı istemeden futbolu bıraktım. Çok sıkıntılar çekmemize rağmen para yönünü hiç düşünmemiştim.

    Futbolu bıraktıktan sonra neler yaptınız?

    Sonra özel şirketlerde çalıştım, müdürlük yaptım. İlaç firması kurdum. İki oğlum var, onlar da ilaç sektöründe çalışıyorlar.

    Fenerbahçe sevdalısı bir eski futbolcu olarak taraftarımıza mesajınız nedir?

    Taraftarlarımız hem fedakâr hem de cefakârlar her zaman olduğu gibi. Kulüplerine oldukça bağlılar. Onları her zaman çok sevdim. Futbol hayatım bittiğinden beri de onların oturduğu koltuğa oturup maç seyrederek neler hissettiklerini çok iyi anlayabiliyorum.

    Fenerbahçe’nin taraftarı her zaman çok farklıdır. Futbolcuları derseniz Fenerbahçe’nin kendilerine verdiği o şöhretten dolayı her yerde itibar kazanıyorlar. Ben 50 sene oldu bırakalı hala unutulmuyorum. Nereye gitsek yine tanıyan çıkıyor yani.

    Fenerbahçe’nin kredisi bitmiyor. Fenerbahçe bir zirve ve bütün futbolcular oraya tırmanmak ister. Başka kulüplerde oynayan futbolcularımız bugün bile halen ziyaretimize geliyorlar. Bizden kopamıyorlar. Fenerbahçe’ye karşı hep bir özlemleri var.

    Fenerbahçe’de oynarken en çok hangi futbolcuyu beğenip, örnek alırdınız?

    En büyük Lefter’di tabii. Beraber aynı takımda yan yana oynamamıza rağmen maçta bile onun oyunu seyrederdim. Lefter’le aram çok iyiydi, birbirimizi çok iyi anladığımızdan hem paslaşıp gol atar ya da gol attırırdık, ayrıca ben kendisine çok şeker taşımışımdır.

    Benim en büyük ve tek gayem Fenerbahçe’de oynamaktı. Yedeklerimiz bile çok kıymetliydi. Fenerbahçe’nin başarılı olması en büyük temennimizdi. Biz bu kadar mücadele ettik, şimdi de yine onların başarılarıyla öğünmek istiyoruz.

    Lakabınız var mıydı?

    Bana “Fırtına” lakabı takmışlardı.

    Ya şimdi Fenerbahçe Spor Kulübü’ne baktığınızda gururlanıyor musunuz?

    Fenerbahçe ruhu Başkanımızla çağ atladı. İlkel durumumuzdan şu günlere gelmemize inanamıyorum. Başarılarımız, güzel tesislerimiz oldu. Topuk Yaylası çok nefis ve güzel olmuş, havası da çok temiz. Lefter Dereağzı Tesisleri’ni çok beğeniyoruz ve sıkça gidiyoruz.

    Bugün oynanan futbolu beğenmediğim oluyor. Belki de futbolun endüstriyelleşmesinden dolayı bizim futbola verdiğimiz o amatör sevgi kalmamış. Şehirler, takımlar birbirine küsmüşler, sporun üstü buzdağı altı para olmuş, bütün her şey bundan kaynaklanıyor.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Yavuz Şimşek Röportajı

    Yavuz Şimşek Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yavuz Şimşek röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Manchester Fatihi

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yavuz Bey?

    Bahçıvan bir ailenin en küçük çocuğuydum. İki kız, beş erkek kardeşiz. Babam Samsun’un Havza kazasında bahçıvanlık yapardı.

    Yıl 1956-57 aklımın erdiği zamanlar. O zamanlar çikletlerden resimler çıkardı. Samsun’da Adalet, Karagümrük takımları vardı. O dönem Fenerbahçe’de Özcan Arkoçlar, Naci Erdemler, Akgünler, Avniler vardı. Havza’ya bir iki günlük gazeteler gelebiliyorsa, onların spor sayfasında ne okuyorsak aldığımız haberler oydu.

    Mahalledeki çocuklar arasında Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar da vardı. Fakat ben ve ağabeylerim Fenerbahçeliydik.

    Ben forvet oynardım. Aslında topumuz bile yoktu, kâğıttan top yapar, sabahtan akşama kadar mahalle çocukları tepişir dururduk. Bazen de benden iki yaş büyük ağabeyimle yine patates tarlasında kâğıttan topları fırlatır, kim önce kapacak diye oynarken orada bir atlama hevesi geldi ama hala kalecilikte gözüm yoktu. İyi topa vururdum, yaşıma göre santrafor oynamayı düşünmüştüm.

    O 1957 yıllarında hayalimde yaşattığım Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yerlere, göklere sığdıramıyordum. Ne gariptir ki tesadüfler insanı öyle bir yerlere getiriyor ki Fenerbahçe Spor Kulübü’nde forma giymek nasip oldu bana…

    Peki, Fenerbahçe’deki spor hayatınız nasıl başladı?

    10 sene sonra geldim Fenerbahçe’ye yani 1967 yılı…

    Önce ağabeyim öğretmen çıktı bizleri yanına Çanakkale’ye aldı, önce Çanakkale sonra bir sene de Kastamonu’da kaldık.

    1960 yılında da Ankara’ya geldik. Toprakspor genç takımda lisanslı oldum. 13-15,5 yaşları arası ikinci buluğ dönemi başlar o dönem kemik boyunun en çok uzadığı dönemdir. Benim de o dönemde bacaklarımın boyu 66’dan 80 cm’ye vurunca bacaklar vücudu taşıyamaz oldu.

    O sırada Ankara karmasının antrenörü Sabri Kiraz vardı. Sabri Kiraz Ankaragücü’nün kum havuzunda atlatarak beni kaleciliğe yönlendirdi. O senede beni Ankara genç karmasının kalesine koydu. Tuttuk Türkiye şampiyonu olduk. Tatlı gelmeye başladı.

    Bir sene lisanssız okumak için Adıyaman’a gittim. Öbür sene ablam öğretmen olmuştu Rize’ye tayini çıktı. Onun peşinden gittim, tesadüf Rize karmasıyla oynadım şampiyon olduk. Rize’de Güneşspor Kulübü vardı. Beni hemen angaje etti. Bir takım elbise, bir gömlek, bir şemsiye, okul kitapları ve lokanta fişi karşılığında. Çok başarılı oldum.

    Trabzon’la oynadığımız maçı milli hakem Ankara PTT’ de çalışan Necdet Hoyrat yönetmişti. Oradaki başarılı oyunumdan dolayı beni PTT’ye önerdi.

    1965-1967’de ise milli ligde top oynadım. 1967’de lise son sınıf öğrencisiyken okul müdürümüze Faruk Ilgaz, Semih Bayülken, Fikret Arıcan, Ahmet Erol geldi. Müdür, “Fenerbahçe Spor Kulübü’ne gitmezseniz bu okul bitmez.” dedi. Ondan önce de Coşkun Özarı Şekerspor’u çalıştırırdı, bizi Galatasaray’a önermişti. Seksen bin lira veriyordu. Ben Fenerbahçe Spor Kulübü’nün verdiği yetmiş bini kabul ettim, geldim. Hayalim gerçekleşmişti.

    Fiilen 24 yıldır Fenerbahçe’ye 12 yıl da futbolculuğa antrenörlük, yöneticilik, genel koordinatörlük olmak üzere hizmet verdim.

    Bugün 40-41 yaşına kadar oynayan kaleciler var. Siz neden erken bir yaşta bıraktınız?

    1977 senesiydi, futbolu 11 yıldan sonra bıraktım.

    Çim saha yok, kışın kum zımpara gibi yerlere yatarsın, koşullar çok zor geldi.

    Başkanımız Faruk Ilgaz 1977-78 sezonu için Radomir Antiç ile birlikte Radmillo İvançeviç’i eski Yugoslavya’nın Partizan takımından Fenerbahçe’ye transfer etmek istiyordu.

    Bana “Eğer bu transfer gerçekleşmezse bizde bir sene daha oynar mısın?” diye sordu. Ben üç defa boş mukavele imzalamıştım, kulüp bizim kulübümüz ben Fenerbahçeliyim. Fenerbahçeli olan Fenerbahçe’ye karşı forma giymez. Bana da her zaman cazip teklifler geldi ama gitmemiştim.

    Sonra bu transfer gerçekleşince Faruk Başkanımız “Hizmetlerinden dolayı teşekkür ederiz.” diye yazan bir mektup gönderdi. Benim bir sene yaşamımı temin edip, jübilemi yaptı ve bana “Senin bunca yaptıklarından sonra Fenerbahçe hiçbir zaman bunun altında kalmaz, istediğin tarih senin jübilendir.” dedi.

    Sezonun ilk hazırlık maçını bana jübile olarak verdiler. Bu da Kulübümün ve Faruk Başkanımın bana yaptığı bir jesttir. Kampa gittik 21 gün kampımız vardı, Antiç’in işi oldu ve ben eşofmanı ve eldiveni çıkardım.

    Futbol kariyerinizden sonra Türk sporuna katkılarınız neler oldu?

    Bir projeyi gerçekleştirmek için kaleci yetiştirmek adına hazırladığım projeyi Fenerbahçe’ye sundum.

    Mert Günok, Volkan Babacan, Recep Güler, Melih Özçelik’i altyapıda yetiştirdim.

    2000 senesinde federasyon istedi, U15, U16, U17, U18 hepsinin kalecisi Fenerbahçe’nin kalecisiydi, bunları da ben yetiştirdim, bundan da gurur duyuyorum. Bugün milli takım kalecisi benim kalecimse artık Türk futbolunda bir misyon sahibi oldum diye düşünüyorum.

    Sporu bıraktıktan sonra sesinizin güzelliği keşfedilmiş ve Zeki Müren’in alt kadrosunda şarkı söylediniz, spordan sonra çok farklı bir iş dalı değil mi?

    Antrenörlük dönemimde bir maç dönüşü Türk sınırına girerken Türkiye hasretiyle bir şarkı mırıldanmaya başladım. TRT’nin spor spikeri ile aynı arabadaydık.

    Bana kulak vermiş “Bir spor programında şarkı okur musun?” diye sordu.

    Ben de “Okurum.” dedim.

    Ben gayri ciddiydim. İstanbul radyo evinde “Unutturamaz Seni Hiçbir Şey” şarkısını söyledim kasete aldılar. O zaman sadece TRT Televizyonu var. Jenerik geçiyor, “Yavuz Şimşek şarkı okuyacak” diye… Sesimi beğendiler.

    O zamanın gazino patronlarından Osman Kavran, Fahrettin Aslan beni aradılar. O zaman Ateş Böceği Ercan komşumuzdu. Beni Osman Kavran’a götürdü. Zeki Müren’in alt kadrosunda çıkmaya başladım. İzmir’e Fuar’a gittik. Fakat çok farklı bir dünyaydı, ayak uydurmam zor oldu, eşimden ve çocuklarımdan uzak kalıyordum. Baktım bu iş bana göre değil, ticarete atıldım.

    1986 senesinde Fenerbahçe Spor Kulübü Tahsin Kaya başkanlığındaki yönetime girdim. O dönemdeki kaleci Adem’i çalıştırdım.

    Başkan Ali Şen zamanında haftada iki kez fahri olarak Nurettin’le, Yaşar’a antrenman yaptırdım.

    Bu ara altyapıdayken Ogün Ağabeyle Marmara Üniversitesi Spor Tesisi’ni beş seneliğine kiraladık. Altyapıdan futbolcu yetiştirecektik. Emin Ağabey’den spor malzemelerini aldık. Hüsnü Ağabey’den Grundig marka video, televizyon aldık. Yılmaz Yücetürk’ü işin başında getirdik. Hasan Özaydınlı da sorumlu oldu.

    Bugün U15 – 16 – 17 varsa tarihi o zamana bağlıdır. Sonra 1994’de Hasan Özaydınlı Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı olunca bana “Altyapı genel koordinatörlüğüne geleceksin” dedi.

    O sırada TFF kaleci antrenörlüğü mecburiyeti getirdi. Benim hiçbir müracaatım yokken Başkan Hasan Özaydınlı beni TFF’nin açmış olduğu kursa yazdırmış, ben de devam ettim. Elliye yakın kursa katıldım.

    Sonra “Fenerbahçe’de yine geniş çaplı bir altyapı oluşacak” dendi. Burada da 56 talebe oldu her sabah özel çalışma yapıldı. Bu çocuklar 2 yaş 3 yaş üstü tekniğe sahip oldular. A takım kadrosuna dâhil olunca bu sefer proje için Hollandalılar geldi. Ben bıraktım. 2005- 2006 arası Zico’ya dışarıdan gelen önerileri değerlendireceğimi söyledim ve Federasyona tamam dedim. 

    Televizyonda hiç kaleci yorumculuğu yapmanız için istek geldi mi?

    Lig TV’den gelmişti teklif, sonra kaldı. Faydalı olabilir düşüncesindeyim.

    Türkiye sizi 1967-68 yılındaki Manchester maçıyla tanıdı, bir kez de siz o günü anlatabilir misiniz?

    1967- 68’ de tüm kupaları aldık. Hah bir de Balkan Kupası… Balkan Kupası deyip geçmeyin Avrupa düzeyinde bir kupa.

    Biz Kınalı Ada’da kamp yapıyoruz. Hep baba oyuncular var, kuradan Manchester çıktı. Manchester da 1966 Dünya Kupası’nı almış, o takımdan da 6 oyuncusu var. Manchester City takımını toprak sahalardan çıkıp böyle kaliteli sahalarda nasıl yenersin zaten yeniliriz düşüncesiyle sahaya çıktık. Kaleciye ne kadar top gelirse kalecinin kendini o kadar gösterme şansı var.

    Allah yardım etti, çok dikkatli ve iyi oynadım. Maç bitince kendimi Kıbrıslı bir Türk’ün omuzlarında buldum. Maç bitti 0-0. Bütün İngiliz seyircisi ayakta beni alkışladı.

    Ertesi gün Samim Var spor sorumlusu “Gazeteleri aldın mı? Bundan daha güzel bir haber olur mu? Dünya sporundasın, herkes senden bahsediyor.” dedi.

    Bir iki tanesini buldum. En çok üzüldüğüm de evde soba tutuşturayım derken hanım hepsini yakmış. Bir başlık şöyleydi:

    “Dünya sporu için ne gece!”

    Bir de dünya çapında üç yıldız dağıtmışlar. Biri Muhammet Ali Clay’e giderken… Bir yıldız da bana düşmüştü.

    Tabii o maçın rövanşı buradaydı.

    Mithatpaşa Stadı’nda rahat 50 bin kişi vardı. Taç çizgisine kadar seyirci doluydu.

    Biz burada havaya girdik, ilk yarı bir gol yedik, 50 bin kişi bir sessizlik kibrit sesleri geliyor sadece…

    İkinci yarı 1-1 oldu. Sonra 2-1 nasıl yendik bilemiyoruz. Eledik adamları. Bize prim sözü vermişlerdi ve de sözünü tuttu Kulüp. Hem de kendini sıkıntıya sokarak.

    Kaç kez milli maça çıktınız, Fenerbahçe Spor Kulübü’nde aldığınız şampiyonluklar?

    13 defa milli oldum o zamanlar zaten senede bir tane maç olurdu. İki tane Türkiye Kupası, 5 lig şampiyonluğu özel kupalar, Balkan Kupası, TSYD Kupası.

    Taraftarlar için neler söyleyeceksiniz?

    Taraftarla hiç sorunum olmadı, iyi bir Fenerbahçeliydim. Bu taraftar bizi bizden daha iyi tanıyor. Her zaman minnettarım onlara. Özellikle de bu sene yaşadığımız üzücü olaylarda Kulübümüze tam destek verdikleri için.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Abandone

    Abandone

    1929 voleybol birinciliğini kazanan “Ateş” takımı, aslında Fenerbahçe idi! İkdam gazetesine göre yarı finalde Galatasaray’ı abandone ederek finale yükselen Fenerbahçe, finalde de Kabataş’ı yenerek şampiyon oldu… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Voleybol Turnuvası

    Ateş Takımı Hiç Mağlup Olmadan Turnuva Birincisi Oldu

    Beyoğlu Amerikan Kulübü tarafından tertip edilen voleybol müsabakaları, dün aynı kulüp salonunda Ateş ve Kabataş takımları arasında yapılan final maçıyla neticelenmiş oldu. Müsabakalar, baştanbaşa heyecan ve alaka ile takip olunuyordu.

    Bilhassa final yaklaştıkça ve netice tebellür etmeye başlayınca, maçların etrafında biriken hararet ve alaka da tekâsüf etmeye başlamıştı.

    Mamafih müsabakaların tarzı cereyanını dikkatle takip edenler, turnuvada şehrimizin en kuvvetli teşekküllerini temsil eden ekipler içinde bilhassa “Ateş” namı altında turnuvaya giren Fenerbahçe oyuncularının neticeye en kuvvetli namzet olduklarını görüyorlardı.

    Üç-dört senedir yapılan bütün resmi ve gayri resmi müsabakalarda temayüz eden Fenerbahçeli voleybolcular, Ateş namı altında girdikleri bu turnuvada da hakikaten ateş gibi oynayarak nazarı dikkati celbe muvaffak oldular.

    Ateş takımının bütün rakipleri yenmek suretiyle finale yaklaştığı sırada karşısında iki kuvvetli rakip vardı: Kabataş, Galatasaray…

    Kabataş takımı, Beşiktaş kulübünün voleybolcularını ihtiva eden kuvvetli bir teşekküldür.

    Galatasaray’a gelince, Kabataş’ı mağlup etmek suretiyle Ateş’in karşısında dömi finale kalmıştı. Ateş-Galatasaray maçında Galatasaray abandone ederek mağlup oldu.

    Finale Ateş-Kabataş kalmışlardı. Mamafih bütün maçlarını kazanan Ateş’in vaziyeti, Galatasaray’a bir mağlubiyeti olan Kabataş’a nazaran daha çok emindi.

    Dün Amerikan Kulübü’nde hakem M. Grodetski’nin idaresinde, bu çok ehemmiyetli maçı yapmak için karşılaşan iki rakibin takımları şöyle idi:

    Ateş – Bedi (Kaptan), Yusuf, İsmet, Sadi, Aziz, Lütfi.

    Kabataş – İbrahim (Kaptan), Sadi, Edip, İhsan, Vildan, Osman.

    İlk devre Ateş’in mahsus faikiyeti altında 12-15 bitti. İkinci devrede Ateş’in tefevvuku daha kuvvetle hissolunuyordu. Nitekim bu devrede Ateş takımının 15 puanına karşı, Kabataşlılar ancak 4 puan yapabildiler.

    Ateş takımı bu suretle hakkı olan birinciliği almış oldu. Tebrik ederiz. Yapılan tasnife nazaran Kabataş ikinci ve Galatasaray da üçüncüdür.

    19 Ocak 1929 – İkdam