Etiket: Ferençvaroş

  • Yaşar Mumcu Röportajı

    Yaşar Mumcu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Yaşar Mumcu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe, Hep Fenerbahçe

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Yaşar Bey?

    1942 senesinde Trabzon’un Akçaabat ilçesinde bir Fenerbahçeli olarak dünyaya geldim.

    Ortaokul çağlarında herkes gibi ben de mahalle arasında top oynayarak vakit geçirdim.

    Liseye başladığım sene Akçaabat Sebatspor’ da yavaş yavaş antrenmanlara çıkmaya ve kadroya girmeye başladım. Futbol hayatımız başladı. Lise iki, lise üçüncü sınıfta Sebatspor’da oynuyordum.

    Orada üç sene oynadıktan sonra Ankara PTTSpor’a transferim gerçekleşti, orda da iki sene oynadıktan sonra 1965 yılında Fenerbahçe’ye transferim gerçekleşti.

    Yıl 1965 ve renklerine âşık olduğum takıma transferim gerçekleşmişti. Bu arada PTT’de oynarken milli takıma çağrılan tek oyuncu bendim. 

    Transferinizin gerçekleşmesinde kimler rol oynadı?

    O sene Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe beni istiyordu. Ben küçüklüğümden beri Fenerbahçeli olduğumdan bu tarafa meyil oldu.

    Fenerbahçe, kulübüme de çok ısrarcı oldu. PTT’nin 200.000 Lira borcu vardı. Benim de mukavelem vardı. “Bu parayı bize verirseniz biz de Yaşar’ı size veririz.” dediler.

    O zamanın Başkanı İsmet Uluğ; ikinci başkansa Faruk Ilgaz’dı. Geldiler, ben de o sırada tatildeydim. Dönüşte bir baktık havaalanı ana baba günü… Bütün Fenerbahçeliler, gazeteciler, yöneticiler hepsi orada, hemen otele gittik, mukaveleyi yaptık.

    Böylece İstanbul’a geldim. O yıl takıma PTT’den Ercan Aktuna ile birlikte geldik. Bir sene önce de Ziya ve Şükrü gelmişlerdi. Kaleci Ali, Özcan ve Selim vardı. Biz de Şükrü, Ali İhsan ve Ercan beraberce Kurbağalıdere’de bir bekâr evinde kalıyorduk.

    Bir sene orada kaldık sonra Şükrü ile bir sene Bahariye’de oturduk. Daha sonra da Şaşkınbakkal’a geldik. Şükrü Birant da evlenip gidince ben orada İstanbulspor’a geçen Bülent diye bir arkadaşımız vardı, onunla kaldım. Sonra askerlik, evlilik derken 1973 yılına kadar oynadım.

    Aklınıza gelen hoş bir anı var mı bu dönemi dair…

    Ankara’da Emin Cankurtaran ve Faruk Ilgaz’la mukaveleyi yaptık, parayı da Emin Ağabey otelde sayıyor. Hepsi 500’ lük…

    Eve geldim, yattık. Ertesi gün paralar cebimde uçağa bindik. Kulüpte gazeteciler karşıladı. Top sektirme falan var. Formaları giydim, paraları pantolonun cebinde soyunma odasına bıraktım. Aklım soyunma odasında, kapılar emniyetli değil.

    Eyüp Ağabey, “Ne oluyor, Yaşar nedir bu telaş?” dediğinde “Eyüp Ağabey aldığım paralar cebimde aklım orda” dediğimde nasıl güldüğünü unutamam. Resimler çekildi de, hemen bankaya gittik.

    Kaç maç, kaç gol?

    Aşağı yukarı 275 maç ve 75 gol…

    Fenerbahçe’den 1973 yılında ayrıldığınızda başka bir takımda oynadınız mı?

    Askerden sonra iki sene de Sakaryaspor’da oynadım, sonra futbol hayatımı noktaladım.

    Ticaret hayatına atıldım, önce plastik işiyle uğraştım, arkasından ham madde işiyle uğraştım.

    Bir oğlum, bir kızım var. 10 senedir de emeklilik yaşıyoruz. Tüm zamanım kulüpte geçiyor. Faruk Ilgaz Tesislerindeyiz. Briç oynuyorum.

    Bugün baktığınızda futbol oyuncuları kulübümüzde çok geniş imkânlara sahip, siz geçmişe döndüğünüzde en büyük zorluk sizce neydi?

    Zorlukların en başında benim için ayakkabılar geliyordu. Ayakkabılar güzel değildi; toprak sahalarda oynadığımız için kramponların altındaki çivilerin ayağımızın altına battığını çok iyi hatırlıyorum. Maç bitiyor, bizim ayaklarımız kanıyordu.

    Bir tane ayakkabımız, bir tane formamız, bir tane eşofmanımız vardı. Bunlar her maçtan sonra yıkanıyor, ertesi gün aynı şeyi giyiyorduk. Şimdi on tane forma var. Terledin çıkar, bir diğerini giy, seyirciye at, her maça başka bir forma düşüyor. Doğal olarak o günkü şartlarda biz bunları göremedik. Devre arasında bile forma değişiyor şimdi.

    Sahalar çok kötüydü. Ankara’da, Eskişehir’deki sahalar çimdi. İstanbul’da Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Yeşildirek, Sarıyer ve İstanbulspor oynuyordu fakat sahalar kötüydü.

    Hem cumartesi hem pazar oynuyorduk. Oyuncu değişikliği yoktu, sakatlansan bile o maçı bitirmeliydin.

    Şimdi malzemeler, sahalar, toplar süper. Bizim toplar 3,5 kilo diyelim yağmuru yediği zaman 4,5 5 kiloya ulaşıyordu. İstediğin hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyordun.

    Örnek aldığınız futbolcu kimdi?

    Can Bartu’ya hayrandım. Bir de Naci Erdem’in son seneleriydi. Onlar büyüktü biz çocuk sayılırdık onların yanında.

    Futbol yaşamınızda sizi etkileyen bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?

    Milli takımda Portekiz’le oynuyorduk. Maçta sol açığa koydular beni. Aşağıdan ayaklarım titriyor sahanın ortasına gidemiyordum. Bunu hiç unutmam.

    Kaç kez milli formayı giydiniz?

    O yıllarda milli takım maçları çok değildi. Yedi kez milli forma giydim.

    1968 yılı kupalarla dolu bir yılımızdı. 1967-68 senesinde Lig Şampiyonluğu, Türkiye Kupası, TSYD, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupası maçlarını kazanarak 5 kupayı birden aldık. Bir de Balkan Kupası. Bu başarılar yakalanırken siz de takımdaydınız…

    1968 gerçekten en başarılı yılımız Balkan Kupası maçlarında hem sağda hem solda oynuyorum fakat orta uç’a koydular beni “Allah Allah” dedim. 3 gol attım 3-0 aldık.

    Bir sonraki maçlarda Romen ve Bulgarlarla oynadık. O maçta da 3-1 yendik, ben de attım. Çok renkli bir yıl olarak futbol tarihine geçti.

    UEFA Kupası’nda ilk golü siz attınız ve bunu UEFA yetkililerinin 38 yıl sonra sizi kura çekimleri için davet ettiklerinde öğrendiniz. Türkiye için yine gurur verici bir olay oldu. UEFA Kupası’nın 1971 yılında oynanan bu ilk maçında atılan gol İngiltere’nin “Biz attık” itirazlarına rağmen sizin ve ülkemizin onur kaynağı oldu. Biraz anlatabilir misiniz?

    14 Eylül 1971 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Ferencvaroş maçında atmış olduğum bu golün UEFA Kupası tarihinin en önemli golü olduğunu ben de 38 yıl sonra tüm Türkiye ile birden öğrendim.

    1971-72 sezonundan itibaren tüm takımların katılabildiği bir statüye kavuşan UEFA Kupası’nda atılan ilk golüymüş.

    Fenerbahçe-Ferencvaroş olarak kura çektik. Maç 1- 1 bitmişti. O golün tarihe geçeceğini bilemezdim. Her ne kadar UEFA Kupası’nın ilk golü benden gelse de bunda Fenerbahçe’nin payı çok büyük.

    Kulüpten Serkan Acar beni aradı. UEFA’dan sana mektup var dediğinde merak etmiştim. Yanına gittim, anlattı. Meğer UEFA tarihindeki ilk golü ben atmışım. Monaco uçak biletlerimizi first class aldılar, deniz manzaralı odalar, kapıda arabalar… Futbol oynarken görmediğim itibarı o günlerde gördüm. Bizim zamanımızda öyle lüksler yoktu tabii.

    Fenerbahçe Televizyonu’nun eski çalışanlarından Yusuf Kenan tercüman olarak yanımdaydı. Sonra kuraları çektik, bir de ödül verdiler. UEFA Başkanı Platini’nin verdiği akşam yemeğine katıldım.

    Bana ‘Bizi kırmayıp buraya kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederim.’ dedi.

    Ben de ona ‘Beni hatırlayıp davet ettiğiniz için çok mutluyum’ dedim.

    Sonra söz Fenerbahçe’den açılınca Platini “Fenerbahçe, hep Fenerbahçe” diyerek elimi sıktı. Bu benim için unutulmaz bir andı.

    Şimdiki Fenerbahçe Spor Kulübü’nü nasıl buluyorsunuz, maçları seyretmeye stadımıza gelebiliyor musunuz?

    Gelişimler her şey acayip, dört dörtlük bir stat, her şey yüzde yüz farklı. Sevdiğim oyuncular… Özellikle Alex.

    Her maça geliyorum, maç seyretmeye bayılıyorum. Eskiden Şeref Tribünü’nün sağından seyrediyordum. Şimdi yine öyle bir yer var oradan seyrediyoruz.

    Sanki biz oynuyoruz gibi eve nasıl yorgun geliyorum anlatamam. Geçen sene yapılan olayların ise tümden haksızlık olduğunu düşünüyorum.

    Taraftarımıza ne mesajınız var?

    Yuhalanma olduğunda dağılıyordum. Sanki kulağımın dibinde söylüyorlar gibi etkiliyordu bazen.

    Alex yuhalandığında Başkanımız Aziz Yıldırım’ın olgunluğunu unutamam, başkan kalktı ve alkışladı tüm millet sustu.

    Alex’in başkana olan sevgisi, varlığı arttı. Tek isteğim oyuncuları yuhalamasınlar, sabırlı olsunlar, sakin olsunlar, sezonu beklesinler, anlık tepkiler çok kötü.

    Eski sporcular olarak beklentileriniz neler?

    Başkanımız elinden geldiği kadar yakınlık gösteriyor, ihtiyacı olanlara yardım ediyor, ben memnunum. Huzur evi de yapılırsa tam olur.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Büyük Fikret Bölüm VII

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Yabancı Diyarlarda Top Oynama Teklifi

    Bulgaristan’ın Sofya kentinde yapılan Balkan Oyunları’ndan sonra Türkiye döndüğümüzde o zamanın İngiliz antrenörü Mister Pegnam beni yanına çağırarak, İngiltere’de top oynayıp oynamayacağımı sordu. Futbol tarzımın İngiltere için geçerli olduğunu söylüyordu. Kabul ettiğim takdirde profesyonel futbol hayatımda çok başarılı olacağımı ve maddi yönden hayli yüksek bir ücret alacağımı ima etti.

    Genç yaşta bu teklif cazip olabilirdi. Ancak geçim problemimi asla futbola bağlamak istemiyordum. Hemen reddettim.

    Daha sonra bir millî maçımıza hakem olarak gelen sonra da İtalya Federasyonuna Başkan veya üye olan Moro adlı bir futbol adamı da beni İtalya’ya götürmek istedi. Orada rahatlıkla oynayabileceğimi, daha da ileri giderek zamanın meşhur solaçıkları Bastin ve Osri kadar şöhret yapabileceğimi söyledi.

    Cevabım yine, “Hayır” oldu. Çünkü vatanımdan ayrılarak dilini bilmediğim bir ülkede garip kalmak istemiyordum. Bu durum futboluma muhakkak etki yapacak ve başarı kazanamayacaktım.

    Türkiye’den dış ülkelere dil bilmeden gidip başarı gösteren gencimiz yok gibidir. Ancak Türk olup futbol ve dillerini oralarda geliştirenler müstesna…

    Futbol hayatımın en başarılı devresi 1928-1939 yılları arasında. Bu devrede Avrupa Karması’na aday gösterilmem de bunun ispatıdır.

    İnançlarım

    Futbol hayatımda şimdi tasvip etmediğim batıl inançlarım vardı. Bunları üzerimden atana kadar çok mücadele ettim. Bu ise ancak yaşlandıktan ve aksi sabit olduktan sonra mümkün olabildi.

    Örneğin, kaptan olduktan sonra hakem tarafından yapılan kur’a atışlarına katılmak istemezdim. Karşı kaptanın kazandığını söyleyerek tercih yapmasını rica ederdim. Bir gün bunu fark eden bir kaptan arkadaşım, aynı benim yaptığım gibi yaptı, peşinen “Siz kazandınız” dedi. Ben de kendi teklifimin aynına olmaz diyemedim ve rüzgârla beraber olan kaleyi seçtim. Maçı kazandık. Böylece bu derdimden kurtulmuş oldum.

    Maça giderken yolda bir papaz veya cenaze görmek bana hiç yaramazdı, sanırdım. Allah’tan, kıyafet kanunu çıktı ve papazlar elbiselerini değiştirdiler, bu görüntüden kurtuldum. Fakat cenaze görmek çok uzun sürdü. İnanın maçlara gözüm kapalı giderdim. Çünkü kış günlerinde cenazeler maç saatlerinde kaldırılıyordu. Yöneticilik hayatımda da bir cenaze olayı vardır.

    Galatasaray’la Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı oynamak için Kızılcahamam’daki kamp yerinden Ankara’ya doğru yola çıkmıştık. Yanımda Cemil’in transferine adı karışan Sultan Demircan da vardı. Birden bir araba bizi solladı ve trafik sıkışınca önümüzde durdu. Bir de baktım arabanın bagajında bir tabut vardı. Sesim soluğum kesildi. Sultan ne sorsa, ne söylese cevap vermiyordum. O da bozuldu. Başladı önümüzde oturan çocukların çok sevdiği Bekir’e sataşmaya… Bekir eski güreşçi, Sultan kabadayı. İkisi de silahlı. “Eyvah…” dedim, “Cenaze hükmünü gösteriyor.” Neyse onları yatıştırdık. Maçı da aldık ve bu hoş olmayan itikadımdan kurtulmuş oldum. Ama uzun süre maçlara gözlerim kapalı gittiğimi unutamam.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Unutamadığım Olaylar

    Macaristan’ın meşhur Ferençvaroş ekibi İstanbul’a gelecekti. O devrin Avrupa’da ün yapmış birçok futbolcusu ve şöhreti Şaroşi kardeşler takımla beraberdi. Maçlar özel olduğu için seyircileri memnun etmek isteyen yöneticiler bu iki kardeşin gelmesini şart koşmuşlardı. Ferençvaroş ve Şaroşi kardeşler İstanbul’a geldiler ve bu büyük takımı yendik. Yabancılara karşı markajdan kurtulduğum için en başarılı oyunlarımdan birini çıkarmıştım. Onlar da ülkelerine dönerken, “Siz de bize geldiğiniz zaman Fikret’te beraber gelecek…” şartını koşmuşlar. Bunu yazan gazete yazarının bir başka kulübe mensup olduğunu söylersem olayın değeri daha iyi anlaşılır sanırım.

    Arzulanması Hoş Olmayan Bir Olay

    Romanya’nın CFR futbol takımı İstanbul’a gelmişti. O zaman Galatasaray ve Beşiktaş’ı yendikten sonra son maçını bizimle oynadı.

    Güzel bir oyun tutturduk ve maçın son dakikasına kadar 2-1 galip durumda geldik. Son dakikada bizim ceza sahası yakınında bir taç kazanmıştık. Mehmet Reşat ağır davrandı atmak için… Bunu fırsat bilen Romenler topu elinden kaptılar ve taç atışını yaptılar. Çocuklar şaşkın bakarken top çoktan bizim filelere gitmişti. Açıkgöz misafir takım hemen orta noktaya toplandı halkı selamlayarak sahadan çıktı. Biz yine şaşkındık.

    Hakeme Müjdat Gezen’in babası Necdet Gezen’le itiraz ettik. Orta hakem Adnan Akın’dı. Durumun ne olduğunu sordum O’na… Akın, “Canım siz 2-1 galipsiniz…” dedi ama sahadaki görüntü öyle değildi.

    Hakemlere dönerek “Kabahat sizde değil, sizi hakem yapanlarda…” dedim. (Aman bunu Önder ve bazı isyankâr futbolcular duymasın). Tabii bu sözlerim rapor edildi, ceza aldım ve takımımı eksik bıraktım. Hoşa gitmeyen hareketlerimin göze batmaya başladığını hissediyordum. Bu ceza çok sürmedi. Milli maç nedeniyle affedildim ve bir daha yapmadım.

    Büyük Fikret Bölüm VII

    Babamın Benim için Söyledikleri

    Cezadan sonraki milli maçta oynayacaktım. Maçtan önce çıkan Akşam gazetesinin birinci sayfasına, “Fikret oynuyor” diye yazmışlardı ve büyükçe bir fotoğrafımı basmışlardı. Aynı gazetenin aynı sayfasında yeni bir demiryolunun açılışını yapacak olan Başvekil İsmet İnönü’nün de fotoğrafı vardı. Babam gazeteyi görünce, “Bu memleket nereye gidiyor yahu?” diye söylendi. “Sen bir oyunbaz, o da memleketi kurtaranlardan biri… Hem de Başvekil… Rezalete bak…”

    Bu sözler o devrin taassubunu gösterir. Sonradan bütün gazeteler spor sayfalarını ayırdılar. Rahmetli babam sağ olup futbolcuların boy boy fotoğrafını görse acaba ne derdi bilmem…

    Eski Sporcuların Dürüstlüğü

    Takım arkadaşlarım ve kulübüme mensup sporcular kadar sahada bir buçuk saat mücadele ettiğim fakat çok yakın arkadaşlık yaptığım sporcular da vardı.

    Hakkı Yeten, Eşref Bilgiç, Şeref Görkey gibi Beşiktaşlılar, Leblebi Mehmet, Suphi Batur, Şadlı, Necdet Cici gibi Galatasaraylılar, Samih Duransoy, Nevzat ve Fahri gibi İstanbulsporluları sayabilirim. Ben, bu kardeşlerimle saha dışında ne kadar dost olmuşsam tabiatım icabı saha içinde o kadar hırçındım.

    Milli maç için seyahatte bulunuyordum. Bir takım arkadaşım, “Fikret” dedi, “İyi ki, bu seyahatte seni yakından tanıdım. Sahadaki haline hiç benzemiyorsun. Yani daha önce seni sokakta biriyle kavga ederken görsem onunla bir olup seni döverdim…”

    Bunlar bana hep ders olmuştur. Kendimi yaptığım işlerde hep haklı sanırdım. İtirazda bulunurdum. Fakat işler hiç de sandığım gibi değilmiş. Sporcuların dürüstlük ve tahammül göstermeleri gerekiyormuş. Bunun genç sporculara örnek olmasını dilerim.

    Dürüstlüğe bir misal vereyim. Bir Beşiktaş maçında Şükrü Erkuş gol atmıştı. Fakat bu gole karşı taraf oyuncuları itiraz ettiler. Ancak hakem gol kararı vermişti. Israrlar karşısında aynı hakem Şükrü Erkuş’un yanına giderek durumu sordu. O da topla eliyle oynadığını söyledi. Hakem de sayıyı iptal etti. Gençlerimizin bunun gibi olayları kendilerine örnek almalıdırlar.

    (DEVAM EDECEK)


    Fotoğraf-1) 1937’de Maarif Kupası da bizim oldu. Fotoğrafta, Niyazi, ben, Esat birlikte görülüyoruz.

    Fotoğraf-2) Yabancılarla yaptığımız maçlarda büyük başarılar elde eden ve de Avrupa’da ismini sık sık duyuran Fenerbahçe takımı soldan sağa: Cihat, Yaşar, Ali Rıza, Melih, Aytan, Rebii, Lebib, Reşat, Şaban, Esat, Naci, Basri. Öndekiler: Ben, hakemler Adnan Akın, Kemal Halim, Şadi Tezcan.

    Fotoğraf-3) Fenerbahçe dergisinde çıkan bir karikatür.

    Fotoğraf-4) Ankara’da yaptığımız maçlardan birinden önce ben, heykel önünde görülüyorum.