Milliyet gazetesinin 5 Temmuz 1965 tarihli nüshasında Mehmetçik Basri’nin Jübilesi haberi okuması pek keyifli enstantaneler ile süslü… Sizi baş başa bırakalım.
Can, Lefter’e “Penaltıyı sana bıraksaydım ‘Turgay’a bu halimle gol attım’ diye öğünürdün” dedi.
Mehmetçik geldi… Krallar gibi gitti…
Mithatpaşa seyircisi Türk futbolunun cesur, atak ve teknik futbolcusunu alkışlar içerisinde uğurladı…
Bu gösteri Türk futbolcusuna ve efendice spor yapan herkese gösterilebilecek kadirşinaslığın en güzel örneği idi…
Basri Dirimlili’nin jübile maçı, yıllardır özlediğimiz bir müsabaka idi… Bu maç, birkaç yıl öncesinin Turgay, Ahmet, Basri, Şeref, Naci, Kadri, Hilmi, Suat, Metin, Can, Lefter on birini gözlerimizin önüne getiriverdi. 11’i de o günkü Milli Takımın enerjisini, kuvvetini ve tekniğini taşıyor gibiydiler. O günkü kadar hırslı o günkü kadar gol arayan bir arzuları vardı…
Şöhretler Takımının seçicisi antrenör ve meneceri Necati Karakaya idi.
22 yıldız futbolcu, Galatasaray’ın malzemecisi Cin Ali ve ondan başka kimse yoktu soyunma odasında. Fenerbahçe’ye karşı oynayacakları sistemi şöyle izah etti:
“Fenerbahçe bizi toplama bir takım olarak görecek… Sizler de kendinizi göstermek için tribünlere oynayacaksınız. Sizden takım oyunu istiyorum. Bizim klasik 4-2-4 oynayacağımızı zannedecekler. İlk anda altı forvet ile saldıralım. Fakat bunu yapmamıza imkân yok. Zira kalede Turgay var. Karambollere giremez. Onun demirli kolunu düşünerek, defans, adam adama markaj yapacak. WM oynayacağız. İçler kademeli olarak ileri geri fırlayacak. Zaten bunları size anlatmağa lüzum yok. Çünkü hepiniz artık, Türkiye’nin her takımında antrenör olabilecek seviyeye geldiniz. Topu ayağınızda tutmayınız kâfi…”
Yıldızlar takımının seçici -menecer – antrenörü Necati Karakaya odadan çıktı, bitişik odanın kapısından içeri girdi. Sarı- Lacivertliler de şöhretlere karşı tatbik edecekleri taktiği tartışıyorlardı. Bir kenarda Basri, Lefter, Can, Şeref kafa kafaya vermişlerdi. Karakaya, onlara sokuldu ve şöyle konuştu:
“Çocuklar, Turgay bu maça kolundaki demiri ile çıkıyor. Ona şarj yapmayınız.”
Kaptan Şeref şu cevabı verdi:
“Hiç merak etme ağabeycim. Turgay oynadığı müddetçe top havadan gider. Ama Necdet kaleye girerse kendilerini kollasınlar.”
Maçın dördüncü dakikasında ceza sahasına Naci ve Kadri’yi çalımlayarak dalan Lefter, altı pas çizgisinde şutunu atarken Feriköylü haf Turgay tarafından düşürüldü. Hakem Hakkı Çaktırma tereddütsüz penaltıyı verdi. Turgay sararmış, solmuştu. Metin ve Naci ise hırsla itiraz ediyorlardı. Lefter topa koşarken, Can topu aldı ve dikti. Turgay’a baktı. Gerildi. Topa fişek gibi yanaştı, ayağını uzattı ve raket gibi havalandırdı. Top direğin üzerinden giderken, rahat bir nefes alan Turgay’a bakarak gülüyordu.
Devre arası Lefter, Can’ın yanına yanaştı. “Penaltıyı, neden bana bırakmadın” dedi. Can onun şivesini taklit ederek şöyle konuştu: “Vre Leftercim. Sana bıraksaydım golü atardın. Sonra senelerce, tekaüt olmuşum. Bastonla Turgay’a gene gol atmışım diye öğünürdün.”
Fenerbahçe’nin soyunma odasında bir baston vardı.
İkinci yarıya çıkarken, bunu oraya getirmiş olan muzip Osman: “Lefter ağabey bastonunu unuttun” dedi.
Maçın ilk devresi çok süratli geçmiş mide sinirinden kıvranan iki futbolcu soyunma odasında öğürüyordu. Biri şöhretlerden Metin Oktay, diğeri Fenerbahçe kaptanı Şeref Has…
Şeref, Lefter’e takılıyordu:
«Daha hâlâ, gelip de kaptanlığı elimden alırsın diye korkuyorum.»
Spor Yazarları – Artistler maçının ilk devresinde, Artistlerin soyunma odasında hava çok elektrikli idi.
Takım kaptanı Memduh Ün: “Çocuklar doğru dürüst oynayın” derken, son derecede sinirli görünen Fikret Hakan bir nutuk çekti: “Buraya artist arkadaşlarımızı temsilen geldik. Bu oyunla bizi rezil edeceksiniz. Biz kan – ter içinde didinirken, bir iki kişi atraksiyon yapıyor. Burada film çevirmiyoruz. Türk futbolunu temsil ediyoruz.”
Artistler – Spor Yazarları maçı için gerekli izin stadyuma gelmemişti. Stat Müdürü Hayrullah Güvenir şöyle konuşuyordu: “Artistlerin de, Spor Yazarlarının da futbol oynamak için doktor raporları yok. Sonra biri sahada kalır. Al başına belâyı…”
Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…
Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?
Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.
Spora Beyoğluspor’da başladınız…
Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.
Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?
Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…
Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…
1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.
Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…
48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.
Kırılamamış gol rekorunuz var…
Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış.
Kafa golleriniz de çok ünlü…
Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…
Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?
1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.
Derbi maçlarında neler yaşardınız?
Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.
En mutlu olduğunuz an?
Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.
Çok teknik direktörle çalıştınız.
Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.
Uğurlarınız var mıydı?
Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.
Örnek aldığınız oyuncular?
Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.
1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?
Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.
Ya tribünler…
Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.
Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…
Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.
“Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?
Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.
1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.
Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…
Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.
Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?
Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.
Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?
Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…
Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz?
Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.
Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?
Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.
Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?
Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.
Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…
Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.
Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?
Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.
3 Eylül 1967 günü Fenerbahçe Balkan Kupası’nda Arnavutluk takımı Partizan ile oynuyor. Maç aynı zamanda Osman Göktan’ın da jübilesi. Tribünleri dolduran 28.307 seyirci için bir de sürpriz var. Emekli Fenerbahçeli futbolcular ile sinema yıldızları maçı. 9 Eylül 1967 tarihli Pazar Dergisi’nin konuyla ilgili yaptığı haber şöyle:
Emekli Fenerbahçeliler Şöhretleri Yendi
Geçtiğimiz Pazar günü Mithatpaşa Stadı’nı dolduran kalabalık Fenerbahçe Partizan Balkan Kupası maçından önce büyük bir sürprizle karşılaştı. Beyaz perdenin aşina oldukları yüzleri, sırtlarında formaları sahada top kovalıyorlardı. Artistler takımının karşısında da Fenerbahçe’nin emeklileri yer almıştı. 10 yıl Fenerbahçe’ye hizmet eden film prodüktörü Osman Göktan’ın futbola veda edişi dolayısıyla düzenlenen bu jübile maçında başlama vuruşunu tanımış film yıldızı Hülya Koçyiğit yaptı. Üzerinde beyaz çizgili lacivert ceket pantolon bulunan, saçları kısa kesilmiş Koçyiğit’i seyirciler önce erkek sandılar.
Artistler takımının kaptanı rejisör prodüktör Mehmet Ün, Fenerbahçe emeklilerin kaptanı ise Cihat Arman’dı. Artistler takımında Fikret Hakan, Memduh Ün, Kuzey Vargın, Önder Soner, Kartal Tibet, Tanju Gürsu, Necip Tekçe, Süleyman Turan, Feyzi Tuna, Yılmaz Duru, Orhan Günşiray, Yılmaz Gündüz gibi ünlüler yer alıyordu… Fenerbahçeliler takımı ise şu şekilde kurulmuştu: Cihat Arman, Selahattin, Melih, Ahmet, Boncuk Ömer, Naci Taka, Halit, Küçük Erol, Sudi, Suphi, Kasap Halil, Müjdat, Mikro Mustafa, Fecri Ebcioğlu…
Maçın başlama vuruşunu Hülya Koçyiğit yaptığı halde, bu vuruş artistlere uğur getirmedi. Emeklilere 1-0 yenilmekten kurtulamadılar. Maçta en çok göz dolduran oyuncu, artist maçlarında göze çarpan kaleci Fikret Hakan oldu. İyi Plonjon yaptı, alkışlandı… Fakat ikinci devrede geçmiş günlerin ünlü Fener sağ açığı küçük Erol’un attığı golü uçmasına rağmen önleyemedi.
Ahmet Tarık Tekçe’nin kardeşi Necip Tekçe eskiden Emniyet takımında sol açık oynamıştı. Artistler maçında sahada dolaşıp durdu. Göz dolduramadı. Günşiray deparlarla dikkat çekti. Santrafor Memduh Ün yaşının 50’ye yaklaşmasına rağmen eski tecrübesini zarif, hafif hareketlerle yerinde kullandı. Kendini yormadı ve takdir topladı. Artistlerin menajeri Necdet Tosun ise yürüyüşü, koşuşu ile seyircileri bol bol güldürdü.
Beyaz perdenin ünlüleri böylece futbol sahasında yenik fakat alkışlara boğulmuş olarak ayrıldılar.
Bu gösteri maçının ardından oynanan maçı Fenerbahçe 3-2 kazanıp finale çıkacak ve futbolda ilk uluslararası kupayı ülkemize getirecektir. Öyküsünü sitemizde yazmıştık. “Şurada” okuyabilirsiniz.