Etiket: Franz Beckenbauer

  • Kaptanın Seyir Defteri

    Kaptanın Seyir Defteri

    Necmi Tanyolaç, Ziya Şengül için yazdığı yazıya “Kaptanın Seyir Defteri” başlığını uygun görmüş… Son yılları düşününce hüzün veren bir metin…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kaptanın Seyir Defteri

    Ziya tam 10 yıldır Fenerbahçe’de oynuyor.

    Futbolun hakkını vere vere…

    Sarı – lacivertli formayı teriyle yıkaya, yıkaya…

    Ziya Şengül, Fenerbahçe’de geçen yıl futbolu bırakan Nedim’in yerine kaptan olmuştur. Bu konuda tek laf edilir; Kaptanlık Ziya’nın hakkıdır. Kaptanlık Ziya’yı olgunlaştırmış, sorumluluk Ziya’ya yakışmıştır.

    Türkiye liginin kıyasıya bir meydan savaşı haline geldiği 74’de Ziya’nın Fenerbahçe gibi bir takımda taşıdığı yük kaldırılır gibi değildir.

    Ziya’nın futbol kişiliği çok anlatılmıştır. Kimliğinde ana – baba adı kadar açık bir özelliği vardır. “Büyük futbolcu”. Eskilerin “Sahada şiir yazıyor” dediği sınıftandır Ziya… Günümüzde azalan, çok azalan “iyi futbolcu” sınıfının bir devamıdır. Fenerbahçe’nin şampiyonluk kavgasında bayrağı elinde taşırken, biraz da o sınıfın kavgasını devam ettirmektedir.

    “Ziya’ya kaptanlık ve sorumluluk yakıştı” demiştik. Sahalara yepyeni bir kaptan getirmiştir bu sorumluluk. Sakin, ağır başlı ve fazla mesai yapan bir işçi… Ziya Şengül, Fenerbahçe’nin bazen kaptan köprüsünde, fakat çok zaman da kazan dairesinde saatlerini geçirmektedir.

    Fenerbahçe’yi kupada ve ligde söz sahibi yapan son haftalara dönelim. Berabere biten Bursaspor maçı. Datcu, belki de ligdeki ilk büyük hatasını yapıyor. Kale boş, top Tezcan’ın ayağında, kepçeliyor. Bursa seyircisi ayakta. Goldür kaleye giden… Ama, Ziya olmasa… Kaptan gerilerden koşmuyor da uçuyor sanki. Boş kale önünde gövdeden koparcasına ikiye ayrılmış iki ayak, belki de ligin akışını değiştirecek golün kaderini auta atıyor.

    Kaptanın hâtıra defterini karıştıralım şimdi de…

    Yıl 1944. Plevne’de doğmuş. Babası berber, anası ev kadını…

    Şengül ailesi, Ziya çok küçük yaşlardayken yurda gelmişler. Plevne’den gelen bir ailenin bankada birikmiş parası, apartmanları, hanları yoktur. Hayata yeniden başlamışlar. Ziya, futbolu ilk tanıdığı Ankara 19 Mayıs Stadı’nda gazoz satarak evine yardım ettiğini iftiharla anlatıyor.

    Büyümüş Ziya. PTT’ye girmiş. İlk maç, ilk forma, ilk lisans. Bulgar genç milli maçında İstanbul seyircisi yepyeni bir stille el sıkışıyor. Yıl 1962, Bu, Ziya’dır. Talihsizlik… Ziya’nın ayağı kırılıyor. İyileşiyor.

    Ve Fenerbahçe. Yıl 1964. Ziya Fenerbahçe’de santrfor olarak işe başlıyor. Metin Oktay gibi bir kralın ardından 5 gol farkla gol yarışması ikincisi.

    Yıllar, futbolun çarkına takılıp dönerken, Ziya hızla gelişiyor. Milli takımın orta sahasına ziya saçan bir yıldız gelmiştir. Köln’de Alman basını, 1 – 1 biten Alman maçında Ziya’ya kalem ve alkış tutuyor. Boy boy resimleri çıkıyor dergi ve gazetelerde. Beckenbauer, Ziya’yı kendine benzetiyor. “Aramızda bir fark var. O sarışın, ben esmerim!”

    “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?” diye bir lâf vardır. Niçin övdüm onu biliyor muşunuz? Olayların ve savaşın alabildiğine devam ettiği sahalarda Ziya, Fenerbahçe’yi bir operatör serinkanlılığıyla futbolun hasta gövdesinden kesip, alma görevini de başarmıştır.

    Kaptanlık, kola bant, kafaya şapka takmak değildir.

    Necmi Tanyolaç

  • Bu Koltuk Başka Koltuk

    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Türk futbolu 2021-2022 yılını yönetim katında büyük çalkantılarla geçirirken, biz 1986 yılına gidelim ve İslam Çupi‘nin “Bu Koltuk Başka Koltuk” dediği Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı üzerine yazdıklarına bakalım. Yazının son cümlesi müthiş bir tespit içeriyor. Aradan geçen 36 yıla rağmen hâlâ iyileşmeyen bir hastalığın teşhisi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Futbol Federasyonu Başkanlığı, öyle sıradan bir “baş” değil, ciddi bir “baş”tır.

    Alman Futbol Federasyonu Başkanı Neuberger, dilediği anda telefonun ahizesini kaldırır ve başbakanı ararsa, Kohl’un kafasından düşürmediği adamdır.

    Havelange, FIFA Başkanı olmadan önce, 25 yıl icra-i büro ettiği Brezilya futbolunun patronluğu sırasında cumhurbaşkanı ile haftada bir mutlaka bir sabah kahvaltısı eder ve ülke futbolunu sahası ile parası ile enine boyuna bir devlet masasına yatırırlardı.

    İtalya, İspanya, İngiltere gibi futbolda Avrupa krallığını sürdüren ülkelerde, futbol federasyonu başkanları, devlet protokolü içinde mütalaa edilir şekilde bir ciddi sarıp sarmalanmış adamdır.

    Enver Sedat’ın kızının düğün töreninde hazırlanan evrensel davetiye protokolünde Alman futbolunun imparatoru Franz Beckenbauer’in de bulunması, futbolculukta süper star olmanın futbol federasyonu başkanı kişiliğinde saygın bir ağırlık kazanmanın çok ciddi ve önemli bir mesele olduğunu belgelemektedir.

    1985 yılında Türkiye’de “ya davulcuya, ya zurnacıya” giden Futbol Federasyonu Başkanlığı, başlama yılı olan 1923’te hiç de hafife alınmış bir pamuk ipliği değildi.

    Türk futbolunun ilk Federasyon Başkanı, kendisine “esrarengiz adam” lakabı iliştirilen Yusuf Ziya Öniş’tir.

    Atatürk takımının başoyuncuları arasında olan Yusuf Ziya’nın yanına girmek için 15 gün öncesinden randevu alınır, esrarengiz adam İngiliz kuponu giyer, bir iki lisanı kusursuz konuşurmuş…

    Öniş’ten sonra o koltuğa oturmuş Muvaffak Menemencioğlu, Hamdi Emin Çap, Sadi Karsan, Vildan Aşir Savaşır, Ulvi Yenal da, saygın kişilikleri, engin kültürleri, lisan rahatlıkları ile Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “devlet içinde devlet” olma gibi bir yüce makama çevirmişlerdir.

    Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “koltuğuna yakışan adam” ağırlığında tutan son iki isim vardır. Orhan Şeref Apak ve Hasan Polat…

    12 Eylül’den sonra Yılmaz Tokatlı’nın şahsında “paşa”laşmaya başlayan federasyon sedareti, ne yazık ki, kısa sürdü.

    Türkiye’de özellikle son 15 yılda Futbol Federasyonu Başkanlığı, müthiş bir kişilik erozyonuna uğramıştır, yani tilt…

    Seçilen isimler, telefon rehberi nizamında ve çabukluğunda düzenlenmiş, makamın saygınlığı eritilmiş, tüm futbol icraatı, politik bir otomatiğe bağlanmış ve Futbol Federasyonu Başkanlık makamı, herkesin bağırıp çağırdığı bir “odacılar odası” küçümserliğine hapsedilmişti.

    Türk futbolunun ölümüne, Milli Takım mevtasına ağıt yakanlar, esas ölünün Futbol Federasyonu Başkanlık odasında yattığının acaba neden farkında değillerdi?

    Bu bakımdan, görevin Ali Uras’a verilmesini, nihayet düşünenleri alkışlamak gerek…

    Sayın Uras’ın şahsında Futbol Federasyonu Başkanlığı çok ciddi, çok saygın, lisan bilen, tıp neşteri evrensel olan çok önemli bir insana teslim edilmiştir.

    Verilen görevin, alınan nöbetin ne mene belalı bir iş olduğunu en iyi bilen insan, bizzat Sayın Uras’ın kendisidir.

    Bana göre, başarı her şeyi yenilemekten geçiyor, Federasyon’un 06 Ankara adresinden tutun da, koltuk masasına, bugüne kadar orasını han kapısı yapmış ve ne kadar insan varsa, onları da yok ederek yeni ufuklara, yepyeni bir kadro ile yeni ve dinamik bir anlayışla uçmalıdır Ali Uras…

    Yanına eskiye ait hiçbir şey almamalıdır. Çünkü, futbolumuz bugüne kadar ne çekti ise, “Eskiler alıyorum” diyenlerden çekti…

    İslam Çupi | 9 Aralık 1986 – Milliyet Gazetesi

  • Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Bu güzel yıldönümünün açılışı Tapfereritter‘in yazısıyla yapıyoruz. Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu ile sevince boğduğu 1989 yılının son maçını, sıkı bir taraftarın gözüyle okuyalım.


    100… 101… 102 ve 103!

    Rıdvan Dilmen sol kanatta topu aldığında, herkes onun bir anda birinci vitesten beşinci vitese takacağını ve kaleye yöneleceğini biliyordu ama akıl ve mantık beş kişinin içinden geçerek bunu yapacağına ikna olmuyordu. “Şeytan”lık buradaydı.. 

    Bir başka gariplik, normalde orta sahada takımın üçüncü ciğeri olarak görev yapan Turhan Sofuoğlu’nun, Rıdvan Dilmen’in geçmeyi deneyeceği deliği kapatmaya çalışan Sarıyer savunmasının göbekte bıraktığı boşluğu burnu gol koklayan santrafor edasıyla farkedip, penaltı noktasına doğru yönelip elini kaldırarak gollük pas istemesiydi. “Rambo” olmak kolay değildi.

    Oğuz Çetin’in, Rıdvan Dilmen’in geçebileceği tek deliği görüp, o deliği aydınlatan topuk pası da alelade bir hareket değildi. Bir mühendislik harikasıydı. “İmparator” lakabı oynadığın futbolla kazanılırdı. Franz Beckenbauer gibi..

    Pozisyonun gelişimi, o sezon formunun zirvesine çıkmış Rıdvan Dilmen’in golü atacağına işaret ediyordu. Ama bir engel vardı: O dönemin refleksleri en müthiş ve karşı karşıya pozisyonlarda son derece başarılı kalecisi Yaşar Duran Sarıyer’deydi. “Şeytan”a “dur” dedi.

    Ama o sezon Fenerbahçe karşısındaki rakip kaleciler, son viteste çalışan bir tenis topu atma makinesi karşısındaki tenisçiler gibiydi. Türk futbolunda görülmedik bir “bütün hatlarıyla hücum” performansı sergileyen Fenerbahçe’de dönen topu gol yapacak en az bir futbolcu illa ki vardı.

    Çünkü takım zaten 2 yese 3 gol, 3 yese 4 gol atan bir takımdı. 100. gol Turhan Sofuoğlu’na nasip oldu. 100. golü atacak oyuncuya verilecek otomobil hediyesini de o sezon ölümcül kazaya uğramış Samsunspor’a hibe etmişti “Rambo”..

    Fenerbahçe’nin 21’inci Türkiye Şampiyonluğu

    Fenerbahçe’nin 21. Türkiye şampiyonluğunu ilan ettiği 4-3’lük Sarıyer maçı iddiasız bir karşılaşma değildi. “Son hafta beraber seyircilere bol gol izletelim” türünden bir maç değildi. Sarıyer kazansa bir sonraki sezon Galatasaray yerine Boğaz’ın “Beyaz Martıları” gidecekti UEFA Kupası’na. Ama Sarı Kanaryalar “gelin gibi süslenmiş” stadyumunda taraftarına zehir etmemişti şampiyonluk gününü. Sarıyer maça asıldıkça asılmış ve “eski Fenerli” Selçuk Yula’nın 1, “müstakbel Fenerli” Sercan Görgülü’nün iki golüyle 3-3’ü bile yakalamıştı. Ama Fenerbahçe işine bakardı. Galibiyetine bakardı. Yendi ve ezeli rakibini yolladı Avrupa Kupalarına.

    Zaten onun için Milliyet gazetesinin ertesi gün manşeti “Şikesiz.. Lekesiz.. Tertemiz” idi.

    Sarı-Lacivert Bir Mutluluk Günü

    Bu mutlu sonda “Şeytan” vardı.. “Rambo” vardı.. “İmparator” vardı.. Bir de “Kral” olmalıydı. Aykut Kocaman da bu lakabı o maçta aldı, tacını bu maçta taktı. O, Fenerbahçe’nin Zeki Rıza Sporel (1933), Ali Rıza Tansı ve Naci Bastoncu (1935), Melih Kotanca (1940, 1945 ve 1946), Lefter Küçükandoniadis (1950), Ogün Altıparmak (1970-71), Osman Arpacıoğlu (1972-73), Cemil Turan (1973-74, 1975-76 ve 1977-78) ve Selçuk Yula’dan (1981-82 ve 1982-83) sonra çıkardığı 10. “Türkiye Gol Kralı”ydı. Her şeyden öte, benzersiz bir şampiyonluktu bu. En fazla gol*, en yüksek gol ortalaması, en fazla galibiyet, en yüksek puan, en iyi averaj.. Bütün rekorlar Fenerbahçe’nindi. Kırılacağı da yoktu..

    11 Haziran 1989.. Sarı-lacivertli ve mutlu bir gündü.

    * Sonradan, bazı takımlarla dört maç yapılan ve iki etaplı ligde atılan golleri dikkate alıp yapay rekorlar icat edilmeye çalışılsa da, bu rekor da “şikesiz, lekesiz ve tertemiz” Fenerbahçe’nindi..   

    Tapfereritter

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fenerbahçe'nin 21'inci Türkiye Şampiyonluğu... 11 Haziran 1989 tarihli Şampiyonluk Turundan