3 Mayıs 1918 tarihinde Atatürk’ün de imzaladığı, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün müthiş hatıra defterinin yukarıda görebileceğiniz ilk yazısı (Hamit Hüsnü Kayacan’ın ve Fuat Hüsnü Kayacan kardeşlerin babaları “Esbak Bahriye Nazırı Amiral” Hüseyin Hüsnü Paşa tarafından kaleme alınmıştır.
Merhum Ayetullah Bey’in babası Şevki Paşa’yı aradığımız gibi, Hüseyin Hüsnü Paşa’yı da arıyorduk ama bulmak bir türlü mümkün olmamıştı. Ta ki bir tesadüf bizi Abdurrahman Adil Eren’in aşağıdaki yazısına sevk edinceye kadar…
Ağabey kardeş; ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Başkan Hamit Hüsnü Kayacan, Fenerbahçe tarihinin en önemli isimlerinden ikisi… Vesileyle onları da saygıyla anıyoruz.
Abdülhamit devrinde, bahriyede mevki sahibi olmuş iki Hüsnü Paşalar vardı. Biri Heybeliada’da Mektebi Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa, biri de Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa idi.
Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa donanmayı Haliç’e bağlayıp çürütmüş, memleketi müdafaasız bırakmış idi. Trablusgarp harbinde İtalya’ya karşı çıkaracak gemimiz bulunmadı. Balkan harbinde bir Averof Adalar denizini kesti. Şamdan, Beyrut’tan, Adana’dan asker göndermeye mani oldu.
Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa hastalandı. Uzun müddet, Ortaköy’de, çifte yalılarında yattı.
Mektebi Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa hoş sözlü, hoş sohbetli bir zat idi. Afifti, namuslu idi, memleketini ve milletini severdi.
Hüseyin Hüsnü Paşa, Heybeliada’dan sık sık Boğaziçi’nde, Ortaköy’e taşınırdı. Bahriye Nazını Hasan Paşa’yı sık sık ziyaret ederdi. Hasan Paşa da Hüsnü Paşa’nın ziyaretinden hoşlanırdı. Ona iltifatlar eder, onunla deruni, samimi sohbetler ederlerdi.
Hüseyin Hüsnü Paşa 1318 kışlarında hemen her sabah denilecek kadar sık sık Heybeliada’dan idare-i mahsusanın 19 numaralı vapuruna biner, nazır paşasını görmeye giderdi. En son gidişi Hasan Paşa’nın ölümünden üç gün evvel oldu.
Bozcaadalı Hasan Paşa o gün artık öleceğine kani olmuş idi. İstiğfari zünup kabilden olarak Hüseyin Hüsnü Paşa’ya dert yanmaya başladı. Bahriye’nin berbatlığından, donanmanın perişanlığından bahis açtı:
“- Ne yapayım? Donanmayı Haliç’e bağla, dediler. Ben de bağladım.”
Hüseyin Hüsü Paşa mukabele etti:
“- Paşam! Donanmayı Haliç’e bağla, dediler. Amma çürüt demediler ya?”
Abdurrahman Adil Eren | 24 Kasım 1936 – Tan Gazetesi
Bundan iki sene önce “Fenerbahçe İşgalcileri Sepetledi” yazımızda değindiğimiz 30 Eylül 1923 tarihli Fenerbahçe-Coldstream Guards maçına “Resimli Gazete” mecmuasında da yer verilmiş. İngilizlerin 5-1’lik mağlubiyetinin giderayak hediye olarak değerlendirildiği maç, 10 Ağustos 1923 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 0-3 kaybettiği maçın rövanşı olarak görülmüş.
Bu sıralar Fenerbahçe’nin işgal takımlarıyla yaptığı maçlar yine sık sık gündeme geliyor. Akıl, mantık, izan ve vicdana çok uzak düşen görüşler dile getirilirken, Fenerbahçe tarihine en akıl almaz sözlerle saldırılıyor. Bu meczubane sözlerin tarihte hiçbir karşılığı olmadığını bilmekle beraber, dönem kaynaklarını aktarmayı da bir vazife addediyoruz.
Maç haberinin hemen peşinden gelen tenis haberi de ayrıca tebessüm ettiren cinsten… Zeki Rıza Sporel ve Fuat Bey (muhtemelen Kayacan’dır) arasındaki yarı final maçının sonucuna da ayrıca bakacağız. Günün birinde Fenerbahçe’nin tenis tarihçesini yazabilmek ümidiyle… Kısa ama keyifli okumalar dileriz…
Aynı gün Fenerbahçe futbol takımımız da Taksim Stadyumu’nda şehrimizde en son olarak kalan İngilizlerin teşkil ettikleri kuvvetli bir takımı mağlup etmek suretiyle giderayak İngiliz işgal kuvvetlerine hatırdan çıkmayacak bir hediye ikram etmiş oldu ve iki üç ay evvel (Coldstream) takımı ile yaptığı müsabakada üç kıymetli uzvundan mahrum olmaası hasebiyle uğradığı mağlubiyetin acısını çıkardı. İngilizler Türk takımını yenmek için bütün kuvvet ve gayretleriyle çalışmalarına rağmen yaptıkları (1) sayıya mukabil (5) sayı ile mağlup oldular.
Geçen Cuma günü Fenerbahçe kulübünün (tenis) sahasında, bu senenin tenis turnuva müsabakalarının ilk kısmı icra edildi ve Fuat ve Zeki Beylerin muvaffakıyetleriyle neticelendi. Önümüzdeki Cuma günü bu iki tenisçi yarı son müsabakasını yaparak neticeyi elde edeceklerdir.
Sporcu | 6 Kasım 1923 – Resimli Gazete (Giderayak Hediye)
Türk spor tarihinin en büyük sorunlarından biri fotoğrafların teşhisi. En büyük soru ise aynı başlıktaki gibi : Kim Kimdir?
Yukarıdaki fotoğrafı Twitter hesabımızda yayınladığımızda açıklama olarak şunu yazdık:
“Büyük ihtimalle bir spor bayramı… En sağda Muvaffak Menemencioğlu, yanında Zeki Rıza Sporel, biraz ileride Fuat Hüsnü Kayacan ve Elkatipzade Mustafa Bey. En solda Ali Sami Yen, arkalarda ise Con Kemal Onan ve Nihat Bekdik göze çarpıyor.”
Sağ olsun, kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu mesaj attı ve yanlışlarımızı düzeltti. Aşağıda mesajını aynen yayınlıyoruz. Gerçekten çok faydalı bir bilgi. Keşke bütün fotoğraflar için aynısını yapabilecek bir zamanımız, fırsatımız olsa…
Daha aşağıda ise dönemin Akşam gazetesinden fotoğrafın özeti var.
“8 Haziran 1947. Fenerbahçe Stadı. Fenerbahçe-Galatasaray spor bayramı. Ön sıra soldan : Ali Sami Yen, Dr. Ömer Seyfettin Yalkın, Saim Gogen, Elkatipzade Mustafa, Dr. Hamit Hüsnü Kayacan, Vildan Aşir Savaşır, Zeki Rıza Sporel, Muvaffak Menemencioğlu. İkinci sıra soldan : Füruzan Şansal, Mithat Ertuğ, Übeyid Çınar, Vahyi Oktay, Asaf Çınar, Mehmet Nazif Gerçin, Av. Ramiz Bakanoğlu, Hasan Kamil Sporel. Con Kemal’in sağında Suphi Batur, Hasan Kamil’in iki arkasında yüzü yarım gözüken beyaz ceketli Ulvi Yenal. Mehmet Nazif’in (papyonlu) arkasında Niyazi Sel. Nihat Bekdik’e benzettiğiniz kişi Suphi Batur. Fuat Hüsnü değil Hamit Hüsnü.”
Fenerbahçe-Galatasaray kulüpleri senelik bayramlarını dün Fenerbahçe Stadı’nda kutladılar. Memlekette en fazla sevilmiş olan iki kulübümüzün bayramı hep birlikte tesidetmek için stada her zamanki gibi kulüplerin taraftarlarından mürekkep büyük bir kalabalık toplanmıştı. Merasime saat 14 te geçit resmiyle başlandı. Deniz bandosunun temposuna ayak uyduran gelmiş geçmiş bütün Fenerbahçeli ve Galatasaraylıların iştirak ettiği bu geçit resmi çok muntazam ve heybetli oldu. Önde saçları beyazlanmış, göbeklenmiş idareci ve mütekait sporcular, ortada kulüplerin atlet, denizci, basketbolcu, boksör ve futbolcuları muntazam bir yürüyüş yaparak şeref tribününün önünde yer aldılar.
Şanlı bayrağımız direğe çekilirken hep birlikte İstiklâl marşı söylendi. Bundan sonra Galatasaray’ın 1 numaralı âzası Ali Sami Yen mikrofon başına gelerek Galatasaray’ın kısa bir tarihçesini yaptı. Ve iki kulübü birbirine yaklaştıran sebepleri saydı. Fener sahasının Türk sporunda oynadığı rolden bahsetti. Zaman zaman alkışlarla kesilen bu nutka, Fenerbahçe’nin reisi Muvaffak Menemencioğlu mukabele etti. Ve bu suretle bayramın merasim programı nihayetlenmiş oldu. Bundan sonra müsabakalara geçildi.
İlk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’ın hangi kulübe gönül verdiği “bazılarına göre” tartışmalı… Oysa hem “Kaydım Galatasaray’da, kalbim Fenerbahçe’de” demeci, hem de 17 Kasım 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ince bir detayı verilen vasiyet, Fuat Hüsnü Kayacan’ın Fenerbahçe taraftarı olduğunu şüpheye bırakmayacak şekilde ispatlıyor.
Yurdumuzda ilk defa futbol oynayan Türk sporcusu Fuat Hüsnü Kayacan dün 84 yaşında olduğu halde dünyaya gözlerini kapamıştır. Zamanın Sıhhiye Reisi Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğlu olan Fuat Hüsnü, Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri idare heyetinde vazife görmüş olan Dr. Hamit Hüsnü Kayacan‘ın kardeşidir.
1879 yılında İstanbul’da Vefa’da dünyaya gelen Fuat Hüsnü, Bahriye Mektebi (Deniz Koleji)nde öğrenci iken Kadıköy’de Papazın Çayırı’nda (halen Fenerbahçe Stadı) İngilizlerin kendi aralarında oynadıkları futbola merak sarmış ve onların arasına katılarak “Bobi” takma adıyla top oynamaya başlamıştır.
Sırasıyla İngilizlerin Kadıköy F.C. ile Moda F.C.’lerinde, Galatasaray’ın kurulmasından sonra Sarı-Kırmızı ve Fenerbahçe’nin teşekkülünden itibaren de Sarı-Lacivert forma altında oynanmıştır.
1900 yılında Reşat Danyal adındaki arkadaşı ile birlikte yalnız Türklerden kurulu “Siyah Çoraplılar” adıyla bir kulüp kurdularsa da, o zamanın istibdat idaresi yüzünden yaşatamadılar.
1912 yılında vazife ile İngiltere’ye giden Deniz subayı Fuat Hüsnü, orada İngiliz profesyonel futbol takımları ile futbolcularını tetkik etmiş ve dönüşünde birçok gazetelere gördüklerini yazmış ve futbolu tanıtmaya çalışmıştır. Deniz subaylığından ayrıldıktan sonra bir Amerikan petrol şirketinde senelerce çalıştıktan sonra emekliye ayrılmıştır. Tekrar döndüğü Galatasaray’ın Divan Heyeti üyeliği vazifesini son zamanlara kadar yapmıştır.
Vasiyeti
Merhum Fuat Hüsnü Kayacan’ın cenazesi bugün öğle namazını müteakip Kadıköy Osmanağa Camii’nden kaldırılarak, vasiyeti üzerine, Fenerbahçe Kulübü önünde bir anı duruşundan sonra ebedi istirahatgahına terk edilecektir.
Cumhuriyet Gazetesi / 17 Kasım 1963 / Vasiyet
Resim : Fenerbahçe-Galatasaray tekaütler maçı. Sağdan ikinci Fuat Hüsnü Kayacan. Diğerleri ise Fenerbahçe’den Nasuhi Esat Baydar, Galatasaray’dan Emin Bülent Serdaroğlu, Anadolu’dan Burhan Felek, Altınordu’dan Mahmut Bey ve çocukları…
20 Mart 1932 tarihli Akşam gazetesinde Sermet Muhtar Alus imzalı bir röportaj (daha önce Ali Sami Yen’den dinlediğimiz) Siyah Çoraplılar’ın hikayesini bu defa birinci ağızdan anlatırken, iyi bir Fenerbahçeli olan “Sinekemani” Nuri Duyguer’i bizlere tanıtıyor. Keyifle okuyacaksınız.
Musiki üstatlarımızdan sinekemani Nuri Bey’le görüşmeye gidiyordum. Yoğurtçu çayırının önünden değil, Cevizlik tarafındaki arka yoldan bahçenin kapısına geldim. Meğerse burası kışın Mazurya bataklıkları gibi bir hal alıyormuş. Yapışkan, vıcık vıcık, insanı kızak gibi kaydıran çamur deryasından kurtulup da bahçeye kapağı atıncaya kadar heyheyler geçirdim.
Nuri Bey’in odasında bermutat ahenk berdevam…
Tiz, pürüzsüz, falsosuz hanım sesleri; bunları idare eden üstadın pişkin kemanı…
Rasttan fasıl geçiyorlar;
Gene bir gülnihal aldı bu gönlümü, Simü ten, gonca fem, bibedel, pek güzel…
Çarü naçar, saz ve ses mayna oldu. Nuri Bey’i bir tarafa çektim ve çıtır çıtır söylettim:
Sinekemani
1 – Hariciye Nezareti’nde memurdum. Sabahleyin yüzümü yıkadım mı, akşamcıların limonlu içmek itiyatları kabilinden biraz jimnastik. Şöyle gülle ile vücudu yerine getirdim mi saz başına.
İlk sazım kanundur; sonra, ut, keman. Bir musiki faslı, neticede daire. Nezarete öğleden sonra giderdik. Erken giderseniz kimse bulunmaz. Cuma tatil; pazarı hak getire; çarşambaları da meclisi hâs günüdür; gidilmez.
Alaturka 10 vapurile döner dönmez doğru Kuşdili Çayırı. Ya sandalda kürek çekmek yahut Kurbağalıdere’de ve Fikir tepesinde hava almak, dolaşmak.
Serde gençlik var; arkadaşlar çok. Spor, gezme, falan amma musiki iptilası da aşkın. Hocam, Tellalzade’nin güzide çıraklarından Kadıköylü Ali Bey’di.
Meşk için uğramazsam, (sen de mi yan çiziyorsun?) diye başlar. Kaçamak yapmadığım zamanlar karşısına geçerim. O zatı şerif, bir defa okumaya başladı mı gözlerim dolar, dünyayı unuturdum. Çayıra gelirdim ki incin top oynuyor.
Kurbağalıdere, çınarın altındaki kahvede, barfiks, paralel, trapez halkaları vardı. Arkadaşlar gelirlerdi. Ekseri Cuma günleri Rona’nın, cimnastik muallimi Faik Bey, Yıldız kumandanının oğlu Mazhar Bey (Çamlıca’da kazaen vurulan Mazhar Paşa) gelirler, cimnastik yaparlardı.
Bazı akşamları da, şimdiki Fenerbahçe kulübünün karşısındaki köşkün bahçesinde toplanırdık. Oraya Rıza Tevfik, Selim Sırrı Bey, Sıhhat Müzesi Müdürü merhum Doktor Hikmet Bey gelirlerdi.
Bazen de Kuşdili’nde, havuzlu kahvede, sabık İstanbul Maarif Müdürü Saffet ve biraderi Kemal Bey, mütercim Feyzullah Bey toplanırlar, cimnastik yaparlardı.
İçimizde en iyi gülle kaldıran Kemal Bey, en güzel trapez yapan da acizdi.
Bir de, derede, Yoğurtçu’dan, Moda’dan, Fenerbahçe’ye sandal gezintileri ve yarışları yapardık.
Cimnastik, keman çalmama mani oluyordu. Nihayet en ehveni ve muvafıkı olarak işi futbola döktük. Bazı günlerde, akşamlara kadar beygir cimnastiği yapardık.
Futbola başladıktan sonra, ilk zamanlar, Rum, Ermeni, İngilizlerle eksersiz kabilinden, Moda çayırında oynardık.
Sonra bir Türk kulübü yapmaya kalktık. Elbiselerimiz şıktı.
Göğsünün önü, yakası, kol kapakları beyaz, gövdesi kırmızı yünlü kumaştan gömlekli, beyaz pantolonlu bir kostüm intihap ettik; başladık oynamaya, o zaman bu gibi şeyler tabii memnu. Bile bile işe giriştik. Hafızamda yanılmıyorsam ilk oyuncular şunlardı:
Mehmet Ali Bey, biraderi Neşet Bey, Reşat Danyal Bey, Hafız Mustafa Efendi, Arapzade Emcet Bey, Topçu Zabiti merhum Cevdet Bey, Bahriyeli Fuat Bey, Konstantin Efendi, Daniş Bey, Şevki Bey, bir de aciz, Baba Tahir’in Fransızca (Servet) gazetesi takdiramiz bir makale yazmış, fırsattan bilistifade Köçeoğlu Andun isminde birisi bizi curnal ediyor. Reşat Bey içimizde olduğu için, Kadıköyü’nde Veliaht Reşat efendi himayesinde bir kulüp teşkil etmiştir. Diye yukarıya çıktık.
Kuşdili karakolu komiseri Azmi Efendi bir sabah bize geldi. Top oynayanların isimlerini zabtedecekmiş. Daha bir çok aza da var.
Oyunculardan 11 kişinin ismini yazdı. Arkasından, Reşat Danyal, Mehmet Ali, Emcet Bey’leri Zaptiye Nazırı Şefik Paşa çağırdı.
Nefi hakkında irade bile çıkmış. O zaman Şefik Paşa’nın iyiliğini inkar edemeyiz. Mesele oyundan ibarettir, şayanı ehemmiyet bir şey yoktur diye işi halletti.
Musiki hocam, hanende Ali Bey vefat edince Tophaneli Sabri Bey’den meşke başladık. Bundan da başımıza bir badire çıktı.
Sabri Bey şehzade Kemalettin efendinin müezzin başısı imiş. Kemaleddin Efendi’nin müezzini içtimalar yapıyor, başına adamlar topluyor diye jurnal edilmişiz. Birleştiğimiz yeri bu hafta şurada, öteki hafta burada, değiştirerek tehlikeyi savdık. Bilenlerin hatırındadır ya, o zaman üçten fazla olundu mu kapıyı çalar dağıtırlardı.
Kışın ekseriya ava giderdim. Sair zamanlarda da Kadıköyü’nde, Kadifeli birahanenin üstünde, yahut Mühürdar gazinosunda bilardo oynardım.
Şimdi başlıca zevkim ve meşgalem Şark Musiki Cemiyeti’mize gitmek, evime gelen arkadaşlarla ve talebelerimle vakit geçirmek, diğer zamanlarda da bahçemin ağaçlarile ve çiçeklerile uğraşmaktır.
Öteden beri, (Say bağı) ile müçtemian keman çalmanın alafrangaya mahsus olduğunu, alaturkada mümkün olamayacağını iddia edip dururlar. Ben bu kanaatin yanlış olduğunu ispat etmek için çok çalıştım. Talebelerimle verdiğimiz konserlerde görüldüğü üzere buna da muvaffak oldum.
2 – En sevdiğim semt Kadıköy ve hala sevdiğim Yoğurtçu’dur. Bu evde hatta şimdi oturduğumuz bu odada doğmuşum. Ben evimden şaşmam. Apartman ziyade olsun.
3 – Neye merakım olduğunu maaziyadeten anlattım galiba. Spor cimnastik, sonra musiki.
4 – Biz eski sporculardan olduğumuz için kadında da sıhhat ve tenasübü endam taraftarıyım. Allah her güzeli başka yaratmıştır. Beyazın da kumralın da esmerin de güzeli olur. Niçin seçmeli. Güzel güzeldir. Ukalalığı hiç sevmem. Kadının en birinci şartı göründüğü gibi bulunmak ve cali olmamaktır.
Vekarını muhafaza eden sporcu hanımlarımızı çok takdir ediyorum. Züppelerden fersah fersah kaçıyorum. Bana da hak veriniz; hata mı ediyorum?
5 – Eskilerde aradığım bir şey varsa gençlik. Akşam oluyor. Günden güne gidiyoruz. Geçen günler hayal oldu.
Bir de en başlıca istediğim, musikimizin taalisi, kıymettar musiki eserlerini, herkesin seve seve takdir ettiklerini ne zaman göreceğim? Benim başlıca arzum, eski klasik musikimizi umuma telkin etmektir. Bu sebeple bedava konserler veriyoruz.
Bugün, ekseriyetin baş tacı olan hanende Münir Nureddin Bey, klasik musikiyi kimse anlamıyor diye harcı alem şeyler okuyor. Okuyuşunun sanatkarane olduğunda şüphe yok. Fakat okuyuşlarında içten terennüm ettiği eski tesir yok.
Bunun sebebi de, ihtimal, herkes zevkine varmıyor diye klasik eserleri okumadığından ve harcı alem eserlere rağbet olduğundan… Mamafih, bu hususta halk da mazurdur. Zira klasik parçaları anlamak için çok dinlemek, istinas etmek, sonra lezzet almak lazımdır. Münir Bey de pek haksız değildir.
6 – Bugün 25 yaşında olsam eski yaptıklarımı yapardım; fakat biraz daha düşünerek.
Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı tarihte ilk kez mağlup ettiği maçın hikayesini “şurada” aktarmıştık. Tarih 5 Mart 1915… Aradan bir sene ve (biri beraberlik, diğeri yenilgiyle sona eren) iki maç geçtikten sonra Fenerbahçe, Galatasaray’ı bir kez daha, bu sefer 4-0 yendi. Huzurlarınızda , yine ilk maçta olduğu gibi, Galatasaraylı Abidin Daver’in kaleminden, Fenerbahçe’nin ikinci Galatasaray galibiyeti… Yayınlayan, dönemin meşhur dergisi, Donanma.
İstanbul’un yekdiğerine en ziyade rekabetkâr olan bu iki takımı bu sene suret-i hususiyede ikinci defa olarak geçen hafta karşılaştılar. Müsabaka o kadar hararetli ve şedid oldu ki iki tarafın oyuncuları üç defa el ele geldiler. Fakat gariptir; iki seneden beri Galatasaray ile Fenerbahçe, ne vakit bir müsabaka icra etseler, mutlaka iki taraftan birinin güzide oyuncularından bazıları noksan bulunuyor.
Yalnız bir defa 329 senesi ilkbaharında her iki takım en iyi oyunculardan mürekkep ve eksiksiz idi. Lakin o müsabakada, hakemin Galatasaray’a verdiği sayıyı Fenerliler kabul etmeyerek oyundan çekilmeleri üzerine, yarım kalmıştı. Bundan maada ki müsabakalarda dediğimiz gibi bazen Fener, bazen Galatasaray tamam bir takımla meydana çıkmamışlardır.
Bu sene, sonbaharın ilk günlerinde icra edilen müsabakada Fener takımı Galip Bey’den mahrum olarak meydana çıkmış ve bir sayıya karşı altı sayı ile mağlup olmuştu. Bu defa ise Galatasaray eksiklerini ikinci derecede oyuncularından itmam edeceği bir takımla müsabakaya girerek sıfır sayıya karşı dört sayı ile mağlup oldu.
Maç Nasıl Oldu?
Hakikaten Fenerbahçe bu defa müsabakaya gayet iyi hazırlanmış ve çıkarabileceği en mükemmel ve güzide takımla oynamış olduğu halde Galatasaray; müdafi Adnan, muavin Cevat, muhacim Yusuf Ziya Beylerin yerine diğer zayıf oyuncular ikame etmeye mecbur kalmıştı. Bilhassa kalecinin müptediliği Galatasaray takımının en zayıf noktasını teşkil ediyordu. Mamafih takımlar arasındaki nispetsizliğe ve ara sıra müsabakanın müzarebeye münkalib olmasına rağmen oyunun heyet-i umumiyesi hararetli, seri ve güzel bir surette cereyan etti.
Hakem vazifesini Fuat Bey ifa eyliyordu. Bu memlekette ilk futbol oynayan Müslümanlardan olan ve futbolun gençlerimiz arasında bu derece taammüm ve intişarına pek büyük ve kıymettar hizmetler ifa etmiş olması hasebiyle idmancılarımızın bihakkın şükranına layık bulunan bu zat müsabakayı metanet ve maharetle idare eylediği gibi ciddi ve kati bir bitaraflık da gösterdi. İlk defa münazaa edenleri, velev az müddet için olsun oyundan çıkarması, pek muvafık bir tedbir idi.
Fenerbahçe tarafından yapılan dört golün ne suretle olduğunu hikaye edecek değiliz. Çünkü; herkes bilir ki; yapılan her sayı ondan çok evvelki hataların yahut muvafık harekatın neticesidir. Sayının olduğu zaman yapılan harekatın goldeki tesiri tali kalır. Bu sebeple biz Fener’in galibiyeti ve Galatasaray’ın mağlubiyeti sebeplerini tetkik edeceğiz:
Fenerbahçe’nin Galibiyeti
Fenerbahçe oyuncuları müsabakanın bütün müddet-i devamınca gayet iyi bir beraberlik ve teavün ile son derece güzel oynadılar.
Muavinlerin, daimi yardımıyla mütemadiyen beslenen ve binaenaleyh en az yorulan muhacimler gayet iyi ve müessir akınlar yapıyorlardı.
Galip ve bilhassa Hikmet, Sait Beyler; Miço Efendi’nin ve yalnız birinci partide de Nüzhet Bey’in muavenetiyle gayet iyi oynuyorlardı.
Nüzhet Bey ikinci partide asabileştiği için olacak, hemen hemen son muhacimleri hiç takviye edemedi.
Fener’in sağ akıncıları, sol taraftaki arkadaşlarının gösterdikleri itidalin aksine olarak biraz fazla asabiyet ve telaş ibraz ediyorlardı. Mamafih iyi oynadılar.
Her iki tarafın oyuncuları içinde en güzel oynayan Fener’den Miço Efendi oldu. Pek müşkül olan orta yardımcı vazifesini, Galatasaray’ın bir çok akınlarını tevkif ve iade etmek suretiyle mükemmelen ifa etti.
Muavin Sadık Bey ile müdafiler de çok iyi oynadılar, fakat Arif Bey Galatasaray’ın akıncılarından Muzaffer Bey’den topu alabilmek için biraz fazla huşunet gösteriyordu.
Galatasaray’ın Mağlubiyeti
Galatasaray’a gelince : Mösyö Emil Oberle’nin daha oyunun iptidasında ayağına gelen bir darbeden bir müddet oyunu terke mecbur olacak kadar mustarip olması, bu müstesna oyuncunun muvaffakıyetle çalışmasına mani olmuştu.
Hasnun Bey’in her nedense bugün biraz yorgun ve gevşek oynaması, Daniş Bey’in muhacimeden ziyade müdafaa ile meşgul olması, akıncıların yalnız Muzaffer ve Fazıl Bey’ler tarafından sevk edilmesini intâc etmişti. Biri zayıf fakat mahir, diğeri seri ve kavi olan bu iki genç akıncı epey hücumlar yaptılarsa da Fener’in sıkı müdafaası sayı yapmalarına mani oldu.
Merkez muavini Celal Bey müdafaa mevkilerinin her tarafına yetişerek vazifesini tamamen ifa eyledi.
Sedat Bey hem kendi yerinde oynatılmadığı hem de karşısında Fener’in en iyi oyuncuları Hikmet ve Sait Bey’ler bulunduğu için müşkülat çektiyse de yine fena oynamadı.
İki seneden beri müsabakalarda görülmeyen Galatasaray’ın emektar oyuncularından Bekir Bey’in, vazife-i askeriyelerini ifaya giden arkadaşlarından boş kalan mevkiyi doldurmak için idmansızlığına rağmen saha-i faaliyete atıldığı; biraz çabuk yorulmasından anlaşılıyordu. Halbuki o mevkide uzun boyu, sürati ve çevikliği ile pek iyi ve gayretli bir oyuncu olan Neşet Bey kemal-i muvaffakiyetle ifa-i vazife edebilirdi. Galatasaray’ın bazı böyle iyi oyuncularını unutması ve onlardan istifade etmemesi gariptir.
Müdafiilere gelince : Onlarda bilhassa oyunun ilk partisinde iyi oynadılar. Hüseyin Bey günden güne artan bir nüfuz-i nazar, itidal-i dem gösteriyor ki şayan-ı takdirdir.
Galatasaray’ın birer birer eksilen kalecilerinin yerine ikame eylemekte mecbur kaldığı yeni kalecisi bütün gayret ve fedakarlığına rağmen vazifesini tamamen ifa edemiyor. Çünkü kalecinin idman ve mümareseden ziyade fıtren kaleci doğmaya, yani kaleciler için vücud-u elzem olan soğukkanlılık, hiss-i fedakari, nüfuz-i nazar, çeviklik gibi havvas-ı mezayaya tabiien malik olmaya mütevakkıftır.
Fenerbahçe’nin kuruluş yılları üzerinde yaptığımız kaynak taramalarında karşımıza çıkan bazı haberler; İstanbul futbolunun eski çağlarına da ışık tutacak seviyeye ulaştı. Spor Tarihi yazımında Osmanlıca kaynakları ilk kez gün yüzüne çıkartırken, tespit ettiğimiz maçlarla ilgili önemli notları da sizlerle paylaşmaktan mutluyuz. Bugün Tercüman-ı Hakikat Gazetesi ile karşınızdayız. Huzurlarınızda 1907 yılında İstanbul gazetelerinde futbol! İyi Okumalar.
Bir iki haftadan beri Pazar günleri Kadıköyü’nde futbol oyunları icra edilmektedir. Dün dahi yine Kuşdili Çayırı’nda müsabakalar icra edilmiştir. Karşı gazetelerinde okunduğuna göre birkaç güne kadar Dersaadet’e Barham nam İngiliz vapuruyla İngiliz futbol oyuncuları gelecek ve şehrimiz futbol meraklılarıyla beynlerinde müsabakalar icra olunacaktır.
4 Kasım 1907 tarihli bu haberde, sonraki yıllarda İstanbul futbolunun önemli bir aktörü olarak arz-ı endam edecek olan HMS Barham gemisinin şehre geleceği bildiriliyor.
10 Teşrinisani (Kasım) 1907 / Tercüman-ı Hakikat
Yarın Kadıköyü’nde vaki Papaz Bahçesi’nde Moda ve Kadıköy futbol oyuncuları meyanında müsabakalar icra edilecektir.
3 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat
Dün Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda Moda Futbol Association Kulübü ile Kadıköy Kulübü’nün ikinci kuvveti olan Strugglers Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra olunmuştur.
Moda Kulübü şehrimizde mahareti meşhur olan Mösyo Kombr idaresinde, Strugglers Kulübü de Yani Efendi’nin idaresindedir. Moda ve Strugglers kulüpleri en mahir oyuncuları ile maça ibtidar etmişler, ilk üç çeyreğin müddeti zarfında Moda Kulübü yekdiğerini müteakip sekiz gol (oyun) yaparak son 45 dakikada da dört gol yapmış ve Strugglers Kulübü’ne hiçbir oyun vermeyerek bir muvaffakiyet kazanmıştır. Gollerin ekseri Mösyö Kombr ve Mösyö Haytong vasıtasıyla yapılmıştır.
Yine Pazar günü Kadıköyü’nde Papaz Bahçesi’nde futbol mevkiinde Kadıköy Kulübü ve Elpis Futbol Kulübü meyanında da bir müsabaka yapılmıştır.
Nikola Darmi Efendi’nin idaresindeki Kadıköy Kulübü herkesce malumdur.
Her iki taraf da bir çok mühim roller ifa etmişlerdir. Hususuyla Elpis Kulübü’nün oyuncuları yeni oldukları halde epeyce şayan-ı dikkat hareketler icra etmişlerdir.
Bir buçuk saat imtidad eden oyunun nihayetinde Kadıköy iki ve Elpis bir gol yapmıştır. Muvaffakiyet Kadıköy Kulübü’nde kalmıştır.
Bu haberin en dikkat çekici yönü; Strugglers takımının Kadıköy Futbol Kulübü‘nün ikinci takımı olarak nitelenmesi. Bu, kaynaklarda karşımıza ilk kez çıkan bir bilgi.
10 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat
Kadıköyü’nde Kuşdili’ndeki çayırda futbol için tahsis olunan mevkide dünkü Pazar günü dahi bermutad müsabakalara devam olunmuştur.
Program mucibince dün Moda Futbol Association Kulübü ile Elpis Kulübü arasında bir maç icra olunacaktı.
Moda Kulübü Mister Kombr’ın idaresinde olarak Mösyö Haytong, Mösyö Dikson, Mösyö Morgan, Fuat Bey gibi daimi ve iyi oyuncularıyla meydan-ı müsabakaya saat onda çıktılar. Moda Kulübü’nün muvaffakiyetini herkes ümit ediyordu.
Bu ümit boş değil imiş ki yekdiğerini müteakip Elpis Kulübü hiçbir muvaffakiyete nail olamadığı halde Moda Kulübü yedi gol oyun yapabildi.
Bu habere göre Fuat Hüsnü (Kayacan) Bey, o tarihlerde Moda takımı adına mücadele ediyor.
17 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat
Geçen Pazar günü Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda Beyoğlu Futbol Kulübü ile Elpis Futbol Kulübü arasında bir müsabaka icra edilmiştir.
Saat dokuz buçukta müsabakaya ibtidar edilmiştir. Beyoğlu Futbol Kulübü oyuncuları meyanında Ahmet Robenson Bey golkiperlik, İsmet ve Mazhar Bey’ler, Ali Sami ve Bekir, Celal Efendi’ler ve Küçük Ali, Tevfik, Nikolof, Galip, Emin Bey’ler bulunuyorlar idi. Elpis Kulübü de Kaluyani Efendi’nin idaresinde idi. Esna-i müsabakada iki taraf oyuncuları kuvvet ve maharetlerini göstermişlerse de bir buçuk saat imtidad eden oyundan hiçbir netice hasıl olamamıştır.
Geçen Cumartesi günü Moda Futbol Association Kulübü ile diğer futbol oyuncuları arasında Kadıköyü’nde Kuşdili Çayırı’nda saat onda bir müsabaka icra edilmiştir.
İki taraftan da hakemliğe Şemseddin Sami Bey zade Ali Sami tayin edilmiştir. Moda Kulübü’nün oyuncularından noksan olduğu halde yine Mösyö Haytong’un idaresi altında oyuna bedi edilmiştir. Nihayet Moda oyuncuları natamam olduğuna rağmen ilk imtidad eden üç çeyreğin müddeti zarfında Fuat Bey ve Mösyö Haytong ve Mösyö Alfred tarafından iki gol yapılmış ve Moda Kulübü ihraz-ı muvaffakiyet etmiştir.
Yepyeni Bilgiler
İstanbul’da yayın yapan yabancı gazetelerin 1905-1906 yıllarında, Galatasaray’dan “Another Club” olarak bahsettiğini biliyoruz. Bunun nedeni İstibdat döneminin bu yıllarında futbolun gözetim altında tutulmasıydı. Galatasaray’ın kurucuları da muhtemelen gazetelerden gerçek adlarını yazmamalarını istemişlerdi. 1907 yılının sonunda, İstibdat yönetiminin geçen 2 yıla göre eski gücünde olmadığını düşünürsek, Tercüman-ı Hakikat’in, Galatasaray’dan “Beyoğlu Futbol Kulübü” diye bahsetmesinin altında başka bir neden olabilir.
Haberin devamında, Fuat Hüsnü‘nün de kadrosunda olduğu Moda Futbol Kulübü, “Diğer Futbol Oyuncuları” ile bir maç yaptığına yer verilmiş. Diğer oyuncuların kim olduğunu bilmesek de bu ifade bize; o dönemde futbolun amatör yapısını, günümüzdeki takım-kulüp anlayışından haylice uzak olduğunu gösteriyor. Takımların “Mahalle – Okul Takımı” statüsünde olduğunu söylemek sanırız ki yanlış olmayacaktır. Haberde sözü geçen “Diğer” oyuncuların, sahanın etrafında idman yapan kişiler ve/veya kendi takımlarında forma şansı bulamayan futbolcular olduğunu da söyleyebiliriz. Gazete’nin Galatasaray’a “Beyoğlu” adıyla yer vermesini temel alırsak, “Diğer” diye bahsedilen oyuncular topluluğunun yeni kurulan Fenerbahçe takımı olması da olasılık dahilinde. Haberin bir diğer önemli noktası ise bu maçın hakeminin iki takım oyuncularının da ortak kararıyla Galatasaray kurucusu Ali Sami Bey olması.
Haberin Fenerbahçe’yi doğrudan ilgilendiren kısmı ise Galip‘e (Kulaksızoğlu) Galatasaray kadrosunda yer verilmesi. Böylece bu haber bize Galip‘in takıma kuruluştan en az 6 ay sonra katıldığının bilgisini veriyor.
24 Kanunievvel (Aralık) 1907 / Tercüman-ı Hakikat
Şehrimizin meşhur futbol oyuncularından mürekkep olan Beyoğlu Futbol Kulübü ile Kadıköy Futbol Kulübü arasında geçen Pazar günü Papaz Çayırı’nda saat dokuz buçukta icrası müsemmim olan müsabaka tertip edildi.
Bir buçuk saat devam eden zaman-ı müsabakada iki taraf oyuncuları da hakikaten mükemmel oyunlarla ibraz-ı maharet eylemişlerdir. İki tarafın kuvvet ve maharetce olan müsavatından bir netice hasıl olamamıştır. Efrenci Kanunisani’nin 12nci Pazar günü bu iki kulüp arasında müsabakaya Kadıköyü’ndeki Papaz Bahçesi’ndeki futbol çayırında yine devam edilecektir.
Pazar günü Kuşdili Çayırı’nda da Moda Futbol Association Kulübü ile Kumkapı Kulübü arasında Moda Kulübü’nün en iyi oyuncuları bulunduğu halde icra edilen müsabakada Moda Kulübü tamam on dört (gol) oyun yaparak müsabakayı kazanmıştır. Futbol müsabakalarında on dört gol yapılması ehemmiyetli bir muvaffakiyet addolunur.
Galatasaray, “Beyoğlu Futbol Kulübü” adıyla tekrar gazetenin sütunlarında…
“Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır.” Bu satırlarla başlayan Fenerbahçe’nin Kuruluş yıllarına ait araştırmalarımızın bugünkü konusu Ziya Songülen. Nasıl ilk başkan oldu? Fenerbahçe’nin temelini atanlardan olmasına rağmen neden kulüpten ayrıldı? Union Club’ın kuruluşunda rolü neydi? Milli Mücadele’ye katkısı ne oldu? İşte Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nurizade Ziya Bey.
Nurizade Ziya Bey hakkında sıraladığımız soruları cevaplamadan önce, Fenerbahçe’nin Kuruluş hikayesine doğrudan etki ettiğini her fırsatta dile getirdiğimiz, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar geçen yıllar ile ilgili değerlendirmeler yapmamın konunun bütünlüğünü sağlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz.
Osmanlı Devleti için 1839 yılında başlayan Tanzimat; 1908’de Meşrutiyet’e, sonrasında da Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede belirleyici bir dönemi ifade eder. Bu yıllarda zayıflayan devlet, ardı ardına tavizler vererek, Batı’nın isteklerine boyun eğmiş ve bir anlamda değişim sürecine girmişti. Tanzimat ile başlayan Batı etkisi, Enver Hoca yazımızda sözü edildiği üzere, yeni okulların açılmasına sebep oldu. Bu okullarda batı felsefesi ile verilen eğitim sonucunda yeni tip bir “Osmanlı Aydın” zümresi meydana geldi. Ve bu zümre kısa sürede toplumun önemli bir parçası oldu. Aldıkları eğitimle “aydınlanma” yaşayan bu kişiler zayıflayan devlet mekanizması içerisinde yer bulmaya ve zamanla Padişah otoritesine karşı bir tehdit unsuru olmaya başladılar. Padişah ile aydınların arasında adeta bir mücadele başlamıştı. Bu mücadelede Osmanlı aydınlarının en büyük destekçisi gördükleri eğitim felsefesinin kaynağı olan “Batı” oldu. Tanzimat döneminde sadrazamlık yapan Keçecizade Fuad Paşa’nın aşağıda yer alan ifadeleri gerek dönemi, gerekse Batı’nın, Osmanlı aydını için ne ifade ettiğini anlamamızı sağlayacaktır.
“Bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet oluşturmak imkansızdır. Bunun için bir destek kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir”
Fuad Paşa’nın kastettiği yukarıdan gelen kuvvet Padişah, ona karşı gelinecek destek kuvvet ise Batılı devletlerin elçilikleriydi. Osmanlı aydını 1839-1908’e hatta 1918’e kadar süren dönemde, ülkelerinde yapmak istedikleri iyi niyetli değişimler için Batı’nın desteğini almaya çalışmışlardır. Batılı devletler ise elçilikleri aracılığı ile “aynı dili konuştukları” bu kişilerle ilişkide olmayı tercih etmişlerdir. Bu dönem Osmanlı aydınları arasında “Batılı güçlerden hangisinin desteğini alalım?” sorusunun hayli popüler olduğunu söyleyebiliriz. Padişahlık kurumu ise bir yandan aydınların yapmak istedikleri değişimi kontrol altında tutmaya çalışırken, diğer yandan da Batılı devletlerden sürekli borç almış, böylece devletin ekonomik bağımsızlığı da büyük ölçüde tehlikeye girmişti. 1881 yılına gelindiğinde borçlarını tahsil edemeyen Batılı devletler, Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kuruluşuna ön ayak olmuşlardı. Bu kurumun, devletin borçlarının denetlenmesi ve tahsil edilmesi gibi işlevleri vardı. Kısacası artık Osmanlı Devleti bir yarı-sömürge devletti.
Mehmed Ziya
Mehmed Ziya Bey, Osmanlı Devleti bu şartlar altında çözülmeye doğru giderken 1886 yılında İstanbul’da doğdu. Anne tarafından Osmanlı hanedanına mensup zengin ve köklü bir aileye sahipti. Aile üyeleri yüzyılı aşkın süredir devlet yönetiminde Sadrazam, Kaptan Paşa, Vali, Belediye Başkanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı, Büyükelçilik gibi önemli görevleri yürütmüşlerdi. Ziya Bey’in soyadı kanununa kadar isminin önünde kullandığı “Nurizade” sıfatı ise Tanzimat’ın Dışişleri Bakanlarından Mehmed Nuri Paşa’ya dayanmaktaydı. Ziya Bey’in dedesinin babası olan Mehmed Nuri Paşa, Dışişleri Bakanlığından sonra Londra ve Paris’te büyükelçilik görevini yürütmüştü. Ziya Bey’in ailesi, giriş kısmında sözü edilen Osmanlı aydınların yetiştiği bir aileydi. Bu bilgilere dayanarak ailenin batı felsefesini benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 2008 yılında verdiği röportajda Nazan Songülen Karakaş, dedesi Ziya Bey’in Osmanlı kimliğinden kopmadan ancak “İngiliz mürebbiyelerden Avrupai bir eğitim” aldığını da belirtmiştir.
Saint Joseph’ten Londra’ya
Nurizade Ziya’nın liseye kadar hangi okullarda okuduğunu bilmiyoruz. Torununun anlattıkları dikkate alındığında evde ailesinin tuttuğu öğretmenlerden eğitim almış olması da muhtemel. Liseyi ise Saint Joseph’te okuduğundan eminiz. Yine torununun anlattıklarından okulda kendisine uzun boyundan dolayı “Fil Ziya” lakabının takılmış olduğundan da haberdarız. Bu bilgi ışığında okulda popüler bir öğrenci olduğunu söyleyebiliriz. Ziya Bey 1903’te 17 yaşındayken okuldan mezun olup İngiltere’ye gitmiş, İngiltere’de İnşaat Mühendisliği eğitimi aldıktan sonra muhtemelen 1906 yılında ülkeye dönüp Duyun-u Umumiye’de memur olarak iş hayatına girmiştir. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’yi kuran kadronun başında yer alacağı süreci anlatmaya başlamadan önce buraya kadar yazılanları maddeler halinde özetlemenin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Nurizade Ziya Bey, Tanzimat dönemi ile toplumun etkin zümresi olan Osmanlı aydınlarını yetiştiren zengin ve köklü ailelerden birinin üyesiydi.
Nuri Paşa ile beraber aile Batı felsefesi ile tanışmış, diğer Tanzimat dönemi aydınları gibi devletin geleceğinin kurtulmasını batı felsefesinin geçerli kılınmasında görmüştü.
Ziya Bey, İngilizceyi liseye başlamadan aile evinde, Fransızcayı ise Saint Joseph lisesinde “ana dili” seviyesinde öğrenmişti.
Üniversite eğitimini Londra’da almış, yurda döndükten sonra da Batı etkisinin en çok hissedildiği kurum olan Duyun-u Umumiye’de çalışmaya başlamıştı.
Jön Türkler
Nurizade Ziya Bey’in futbola olan ilgisini Moda’da büyümesi ile ilişkilendirebiliriz. O dönem futbolun doğduğu topraklarda büyüyen her çocuk gibi bu spora merak sarmış, yapılan maçların izleyicisi olmuştu. Çoğunluğu gayrimüslim olan sınıf arkadaşları ile okul ortamında yaşanan olası sportif rekabet ve sonrasında oluşan hırsı, ilk gençlik yıllarına etki eden olaylardı. Fenerbahçe’nin kuruluşunda yer almış diğer Saint Joseph Liseli öğrencilerde de aynı duyguların oluştuğunu biliyoruz. Nurizade Ziya Bey’in, Londra’da futbolun nasıl bir spor olduğunu ve gerçek anlamda nasıl oynanması gerektiğini gördüğünü de söyleyebiliriz.
Fenerbahçe’nin doğuşunun anlık alınmış basit bir karar olmadığı, bir felsefeye dayandığı üzerinde ısrarla durduğumuz noktalardan bir tanesi. Bu aşamada 1900’lerin başından itibaren etkinliğini arttıran Jön Türkler hareketi ile ilgili kısa bir bilgilendirme yapmanın yerinde olduğunu düşünüyoruz. Tanzimat’ta batı etkisi ile başlayan aydınlanma sonrasında oluşan Osmanlı aydınları, devlet yıkılmaya doğru gittikçe aralarında organize olmaya, Keçecizade Fuad Paşa’nın yazımızın başında aktardığımız sözlerine atıfla halkı da alttan gelen bir kuvvet olarak organize etmeye çalıştılar. Jön Türkler gerek yaptıkları yayınlarla gerekse yurt içi ve yurt dışı temaslarla Padişah Abdülhamit’in en büyük muhalifi oldular.
Fener’in Bahçesi’ndeki Koalisyon
Jön Türk hareketi zamanla İttihat ve Terakki Partisi’ne evrilecek, 1908 yılında ilan edilen Meşrutiyet’in de mimarı olacaktı. Devlet kadrolarında çok sayıda destekçileri vardı. Bunlardan bazıları zamanla yurtdışına kaçtı, sürgün edildi veya tutuklandı. Bu hareketin Fenerbahçe ve Nurizade Ziya Bey ile ilişkisi Jön Türklerin kendi aralarında yaşadıkları fikir ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Jön Türkler’in devletin kurtuluşu için öne sürdükleri fikirlerden ikisi Batıcılık ve Türkçülük’tü. Bu iki fikir, aynı amaca hizmet etmek için doğmuş ve Jön Türk hareketinin içindeki dinamizmi sağlamıştı. Zamanla ise bir koalisyona dönüşmüştür. İttihat ve Terakki ile başlayan bu koalisyon, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da etki etmiş, “Türk kimliğine sahip ancak Batı felsefesini de benimsemiş bir devlet anlayışı” genç Türkiye’nin rehberi olmuştu.
Peki bu koalisyonun Fenerbahçe’nin kuruluşu ile ilgisi neydi? Enver Hoca araştırmasında ortaya koyduğumuz bilgileri tazeleyerek soruyu cevaplamaya başlayalım. Ortaya attığımız tezde “Saint Joseph Lisesi’nin Türk ve Müslüman öğrencilerinin, yabancı bir misyonun üyesi olan okulda, devlet tarafından görevlendirilen bir öğretmen tarafından bir araya getirilerek Fenerbahçe’ye insan kaynağı sağlandığını” söylemiştik. Bu öğretmen Enver Hoca’ydı. Enver Hoca zamanın ruhuna uygun fikirlere sahipti. Nitekim, yarı sömürgelikten, sömürge olmaya giden ve parçalanan devletin kurtuluşu için okulda öğrencilerine “Türklük ve Müslümanlık” paydasından çıkmadan “hürriyet” duygusunu aşılamaya çalışmıştı. Öğrenciler okulda bu fikirle donanırken, dışarıda ise okuldan mezun ağabeyleri Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları bir futbol kulübü kurmaya hazırlanıyorlardı. İşte Fenerbahçe, Enver Hoca’nın “Türkçü” söyleminin, Nurizade Ziya Bey’in “Batıcı” fikirlerle şekillenen felsefesinin birleşmesinden doğdu.
Fenerbahçe’nin İlk Başkanı
Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Ayetullah, Necip ve Asaf Beylerin ortak özellikleri sadece yaşadıkları semt değildi. Bu dört arkadaş da yabancı dil bilen, batı felsefesini benimsemiş kişilerdi. Asaf Bey tıpkı Nurizade Ziya Bey gibi İngiltere’de eğitim alıp İstanbul’a dönmüştü. Ayetullah Bey, Moda’nın bir diğer Fransız okulu olan Faure Mektebi’nde okumuş bir Osmanlı aydınıydı. (Daha önceden Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi’ne dayanarak Ayetullah Bey’in Saint Joseph mezunu olduğunu kabul ediyorduk. Ancak Araştırmacı Cem Argun’un Saint Joseph öğrenci listelerinde Ayetullah Bey’in kaydına rastlamadığını bize iletmesinden sonra bu bilgiyi güncellemiş bulunmaktayız.) İlerleyen yıllarda kulübün düştüğü sıkıntılı dönemde Üsküdar ile yapılan birleşme toplantısında sinirlendiği anda “Fenerbahçe benim” cümlesini Fransızca söyleyecek kadar da bu dile hakimdi. Fenerbahçe’nin kurulduğu yıl 16 yaşında olan Necip Bey ise Osmanlı modernleşmesinin başladığı okullardan biri olan Deniz Harp Okulu’nda öğrenciydi.
Nurizade Ziya Bey bu kadronun lideri konumundaydı. Rüştü Dağlaroğlu’nun onun için yazdığı şu tanımlama, bu liderliğin kaynağını açıklamakla birlikte, yukarıda yaptığımız “Batı” vurgusunu da destekler niteliktedir. “Mükemmel mali durumu ve İngiltere’de tahsil etmiş olmasının verdiği görgü ve spor aşkıyla dört başı mamur bir hüviyetteydi”
“Işık Saçan Fener”
Klasik Fenerbahçe tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’nin kurucuları arasından sıyrılıp liderliği ele almasının sebebi olarak mali durumundan dolayı takımın ilk formalarını alıp, masrafları üstlenmesi ön plana çıkarılmıştır. Bu durum göreceli olarak doğru olmakla birlikte, Nurizade Ziya Bey’in kulübün insan kaynağını sağlayan Saint Joseph Lisesi’nin bir mezunu olarak okul kadrosu ile ilişkileri yürütmesi de bu liderlikte etkilidir. Nitekim, futbolcu Hasan Basri’yi Fenerbahçe’de oynamaya ikna etmeye giden heyette o ve Enver Hoca vardır.
Fenerbahçe’nin ilk amblemi olarak ‘Işık saçan Fener’in seçilmesi dönemin ruhunu yansıtan bir başka öğedir. Enver Hoca’nın yönlendirdiği öğrencilerle birlikte Nurizade Ziya Bey ve arkadaşları Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinin yakınlarında antrenman yapmaya başladıklarını biliyoruz. Nurizade Ziya Bey ve arkadaşlarından hangisinin feneri amblem olarak önerdiğini bilmesek de, Jön Türklerin benimsediği ‘Pozitivizm’ akımına gönderme yaptığı açıktır. Kulübün ambleminden sonra ismi de ilk antrenmanların yapıldığı yere atıfla “Fenerbahçe” olarak seçilecektir. Liderliği ile arkadaşları arasından sıyrılıp Fenerbahçe’nin ilk başkanı olan Nurizade Ziya Bey’in kulübün liglere katılması için ilk temasına da öncülük etmiştir. Rüştü Dağlaroğlu’nun anlatımıyla forma ve malzeme satın aldıktan sonra ligi organize eden James LaFontaine ile karşılaşan Fenerbahçe heyeti, ondan lige katılım sözü almıştır. Bu hikayenin iki aktörünün hayatı yakın gelecekte bir kere daha kesişecek ve kuruluş yıllarının bir başka meselesinde karşımıza çıkacaktır.
Görevi Bırakış
Nurizade Ziya Bey’in bir yılı biraz aşkın başkanlık döneminde Fenerbahçe, ilk kez katıldığı ligde başarılı olamadı. Takım futbolcu bulmakta zorlanıyor, Fuat Hüsnü gibi başarılı oyuncular futbol takımının zayıf olmasından dolayı Fenerbahçe’ye katılmak istemiyorlardı. Bu durum kulüpte moralleri bozuyor, başarısız saha sonuçlarını tersine çevirecek motivasyonun sağlanmasını engelliyordu. Nurizade Ziya Bey, ilk takımın savunmasında forma giyiyordu. Kaynaklarda başarılı bir futbolcu olduğuna dair kayıtlara rastlamıyoruz. Ancak, Rüştü Dağlaroğlu, sert şut çektiğine dair bir bilgi aktarmaktadır. Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe forması ile günümüze ulaşmış tek fotoğraf var. 1908 yılının son günü yayınlanan Musavver Muhit dergisinde yer alan bu fotoğraf, Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bıraktığı günlere rastlıyor.
Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkilerini kesmesi aşamalı olarak gerçekleşmiştir. 1909 yılı içerisinde başkanlık görevini bırakmış, 1910 yılında ise kulüpten istifa ederek ayrılmıştır. Öncelikle bilinmesi gereken, o dönem kulübü kuran gençlerin aslında birer sporcu olmasıdır. Hepsi, günümüzün “amatörlük” tanımı içerisinde değerlendirmelidirler. Günümüzün aidiyet anlayışını temel alarak o dönem insanlarını eleştirmek şüphesiz haksızlık olacaktır. Sürekli alınan yenilgilerin, kulüp için yaptığı maddi fedakarlıklar ile birleşmesiyle Nurizade Ziya Bey’in başkanlığı bırakmasının iki nedeni ortaya çıkmıştır. Bu noktada karşımıza bir başka neden olarak değerlendirilebilecek “Union Club” meselesi çıkmaktadır. Bu mesele, Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuşundaki etkisi diğer iki nedenin de çok ötesinde anlamlar içermektedir.
Bir Türk – İngiliz Kulübü: Union / İttihat
Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı bırakmasının Union Club’ın kuruluşunda yer almak istemesi ile yakından ilgisi vardır. Fenerbahçe’ye yaptığı maddi desteğinin karşılığını sahada alamayan Nurizade Ziya Bey, spor yöneticiliği kimliğini, siyasi kimliği ile birleştireceği bu kuruluşta yer almak için Fenerbahçe başkanlığını bırakmış ve dönem tanıklarının aktardığı üzere kulübü ihmal etmeye başlamıştı. Rüştü Dağlaroğlu’na göre Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın kurucuları arasında yer alması onun “büyük davalara girişmek istemesi” ile ilgiliydi. Dağlaroğlu’nun bu muhteşem tespitini ilerleyen satırlarda açıklayacak ve bir anlamda ileriye taşımış olacağız. Belirtmekte yarar olan bir diğer husus da Nurizade Ziya Bey’in kulüpteki aktif görevlerini bırakmasının Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart Vakası” diye anılan olaylar sonrasında gerçekleşmesidir. 31 Mart Vakası’nın en önemli sonucu Ülkede 30 yıldır süren istibdat rejiminin hükümdarı İkinci Abdülhamit’in tahttan indirilmesidir. Bu tarihten sonra Meşrutiyet’in mimari İttihatçılık hareketi, ülkedeki etkisini arttırmaya başlamıştır.
Öncelikle Kadıköy’ün İstanbul’da futbolun doğduğu topraklar olduğunu yinelemekte yarar vardır. Kadıköy’ün en popüler futbol alanı ise bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerdi. Kuşdili Çayırı, Papazın Çayırı ile birlikte bu alan futbol oynamak ve izlemek isteyenlerin ilk aklına gelen yerlerden biriydi. Burhan Felek’in anlatımına göre 1906 yılında Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde manzara şöyleydi:
“Birkaç bin izleyici var. Ne giriş parası var ne bilet. Yalnız halkın oyun sahasına girmemesi için futbol sahası ölçülerinden ikişer metre kadar geniş köşelere yuvaları evvelden hazırlanmış demir kazıklara gerilen çelik halat tel gerilmiş.”
Lig maçları bu amatör koşullarda oynanırken, Nurizade Ziya Bey, beş kişi ile beraber, İstanbul’da futbol organizasyonunun profesyonelleşmesi için ilk adımı attılar. Bu o dönem için gerçekten de büyük bir davaydı. Union Club, dönemin ruhuna uygun olan ismiyle 1908 yılının son günlerinde kuruldu. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan bu kulüp İttihat ve Terakki Partisinin “İttihat” ismini kendisine isim olarak seçmişti. Şimdi bu kulübün diğer kurucularından kısaca bahsedelim.
Whittal ve LaFontaine
Osmanlı arşivine baktığımızda futbol ile ilgili olan belgelerin tarihi 1890’lere kadar iner. Bu tarihlerde, dönemin zabıtaları tarafından futbol oynandığına dair yazılan raporlarda dikkat çeken bir isim vardır: Bay Whittal. “Kadıköy Moda’da ikamet eden Mösyö Whittal’in oğullarının öncülüğünde İstanbul’da oturan 25 kadar genç Kuşdili Çayırında toplanarak her Cumartesi top oynamaktadırlar.” İstanbul’da futbolun öncülerinden olan Bay Whittal, Union Club’ın kuruluşunda yer alan iki İngiliz’den biridir. Diğeri ise İstanbul futbolunun erken dönemi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı James LaFontaine’dir. Fenerbahçe kurucu heyetinin kuruluştan hemen sonra liglere katılmak için söz aldıklarını yukarıda belirttiğimiz, İstanbul Futbol Ligi’ni yöneten kişi olarak Bay James LaFontaine, Bay Whittal ile birlikte Union Club’ın kurucuları olmuşlardır.
“İngiliz” Mehmed Rıfat
Kulübün, dört Türk kurucusundan ikincisi Mehmed Rıfat Bey’dir. “İngiliz” lakabıyla tanınan Mehmet Rıfat Bey, o tarihlerde Londra Büyükelçiliği görevini tamamlayıp İstanbul’a dönmüştü. Meşrutiyetten sonra devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İttihat ve Terakki Partisi, kendisini Dışişleri Bakanı olarak görevlendirmek istiyor ancak o bunu kabul etmemekte direniyordu. İttihat ve Terakki’nin bu görevlendirmede ısrar etmesinin nedeni, parti için oluşan “İngiliz Karşıtı” algısının önüne geçmekti. Nitekim Mehmed Rıfat, ısrarlara dayanamayacak ve 1909 yılının Şubat ayında Dışişleri Bakanı olacaktır. Bir İttihatçı olduğunu bildiğimiz Nurizade Ziya Bey’in ikna aşamasının bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Dağlaroğlu’nun kastettiği ‘büyük davalar’dan biri de şüphesiz budur.
Mareşal Cemil Topuzlu
Günümüzde Mareşal olarak bilinen “Müşirlik” rütbesi ile Padişah Abdülhamit’in doktorluğunu yapan Cemil Topuzlu Paşa, anılarında bize Union Club’ın kuruluşu hakkında en net bilgileri veren kişidir. Union Club’ın dört Türk kurucusundan biri olan Cemil Paşa, İttihatçı kadroya katılmasından sonra 1909 yılında çıkan tasfiye kanunu ile askerlikten ayrılmıştır. Union Club’ın kuruluş dönemi bu kanunun çıktığı günlere denk gelmektedir. Cemil Topuzlu anılarında Union Club’ın kuruluşunda maddi destek verenlerden biri olarak Arif Hikmet Paşa ismini yazar. Meşrutiyetten sonra Bahriye Nazırı olan Arif Hikmet Paşa, 31 Mart Olayı’ndan sonra Abdülhamit’e tahttan indirildiğini söylemeye giden heyetin üyelerinden biridir. Union Club’ın, sadece adıyla değil Türk kurucuları ve maddi destekçileri ile birlikte bir “İttihatçı” kulüp olduğunu söyleyebiliriz.
Union Club Nasıl Bir Kulüptü?
Nurizade Ziya Bey’den başlayarak kurucularının siyasi ve toplumsal rollerini açıkladığımız Union Club, takımlar kurup, diğer kulüpler ile mücadele eden bir spor kulübü kimliğine sahip değildi. Ticari ve özel bir işletmeydi. Detaylarını belgeleriyle aşağıda aktaracağımız bu oluşum aynı zamanda İstanbul’da futbolun profesyonelleşmesi için atılan en büyük adımdı. Kulübün faaliyete geçmesiyle, bir anlamda spor kulüplerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasının da provası yapılmış oluyordu. Union Club’ın kurulma fikri Cemil Topuzlu’nun daha önceden sitemizde detaylarıyla yayınladığımız anılarına göre Bay Whittal’den çıktı. Bay Whittal, Cemil Paşa’nın evinde verdiği davette kendisine şunları söylemişti:
“Paşa, çok şükür, hürriyete kavuştunuz, bundan sonra gençlerinizin toplanması daha kolay olur. Görüyorum ki sizde futbol merakı henüz başlamak üzere, halbuki bu spor İngiltere’de umumi ve milli bir oyun halini almıştır. Futbolun, ırkın ve gençliğin tekamülü için de büyük faydaları vardır. Türkiye’de de futbolun gençlik arasında ilerlemesini arzu ediyorum. Bu itibarla Kadıköy cihetinde bir stadyum kuralım, hem halka futbolu sevdirmiş, hem de bu oyunu ilerletmiş oluruz, ve kulübün müessisleri, yani bizler maddeten istifade ederiz”
Görüldüğü üzere yukarıda yaptığımız “profesyonelleşme” ve “ticari işletme” vurgusu bu satırlarla doğrulanmaktadır. Bay Whittal ile Cemil Paşa’nın bu sohbetine tanıklık eden; Nurizade Ziya Bey, Arif Hikmet Paşa, Mehmed Rıfat Bey ve James LaFontaine, davetin ertesi günü tekrar bir araya gelip kulübün kuruluşunun maddi esaslarını görüştüler.
1908’de Osmanlı Para Sistemi
Union Club kurucularının karara bağladıkları maddi esaslara geçmeden önce dönemin Osmanlı Para Sistemi hakkında genel bilgilere yer vereceğiz. Şüphesiz bu bilgileri vermekteki amacımız, okuyucunun konuyu daha iyi anlamasını sağlamak olduğu kadar, genel tarih yazıcılığında yer alan sebepsiz yüceltme ve alçaltmalara da karşı çıkmak olacak. 1900’lerin başında Osmanlı’da kullanılan paralar ve birbirine oranları şöyleydi. Temel birim olan 1 lira; 5 mecidiye / 100 kuruş / 4000 paraya eşitti. Union Club’ın kurulduğu yıl Cemil Topuzlu’nun maaşı 250 – 500 lira arasındaydı. Cemil Topuzlu’nun maddi kazançları üzerinden örnek vermek gerekirse, Osmanlı arşivinde karşımıza çıkan bir belgede 1903 yılında devletin Cemil Paşa’ya ait bir maden arazisini 3.500 lira bedelle satın aldığını biliyoruz.
Union Club Kuruluyor
Cemil Paşa anılarında, kurucular toplantısında kulübü kuracakları yer olarak bugünkü Fenerbahçe Stadının olduğu yeri belirlediklerini ve Ülkedeki diğer tüm araziler gibi Padişaha ait olan bu arazinin alınması için bizzat devreye girdiğini söyler. Aynı toplantıda kulübü kurmak için 3000 liraya ihtiyaç olduğunu da belirlediklerini söyler. Bu rakamı kendi aralarında toplamışlardır. Kendisinin ve Arif Hikmet Paşa’nın 250’şer lira verdiğini, Nurizade Ziya Bey ve Mehmed Rıfat Bey’in ne kadar verdiğini hatırlamadığını, geri kalan paranın da iki İngiliz üye tarafından tamamlandığını belirtir. Bu “tamamlama” ifadesinden İngilizlerin Türklerden daha fazla para verdiklerini anlıyoruz.
Cemil Paşa ertesi gün sarayın kapısını çalmıştır. Kendi deyimiyle “O sıralarda Sultan Hamit, mevkii sarsıldığı için, her talebi kabul ediyordu. Bu sebepten, Hünkârın, tarlayı vereceğine emindim.” Ancak işler planlandığı gibi yürümemiştir. Cemil Paşa gibi düşünen çok kişi olduğundan bu dönemde kendisine gelen devlet arazilerinin satın alınmasına yönelik istekler karşısında bir denge sağlamaya çalışan Padişah stat arazisini vermek yerine uzun süreli kiralanmasına izin vermiştir. Hatırlanacağı üzere, Fenerbahçe Tarihi’nde bu olaya ait belgeler ilk kez sitemizde yayınlanmıştı. Padişah Abdülhamit ile Cemil Paşa, arazinin yıllık kiralama bedeli olarak 30 altın üzerinde anlaşmışlardı. Böylece, kulüp için gerekli arazi ve inşaat için gereken para temin edilmiş oluyordu. Union Club Kuruluş Nizamnamesi 7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald & Eastern Express Gazetesi’nde yayınlandı. Bu belge ile kulübün yapısı ve üyelik sistemi ile ilgili detaylara ulaşmış oluyoruz.
Union Club Kuruluş Nizamnamesi
UNION CLUB Tesis tarihi: 1908 Komite: Başkan: Mr.Whittal Kasadar: James LaFontaine İdare heyeti: Nurizade Ziya, Cemil Paşa, Rıfat Bey, James LaFontaine
Union Club, atletik ve spor oyunlarının bütün çeşitlerinin gelişimi ve tanıtımı için ve bu sportif cereyanları icra etmek için uygun bir mecra sağlamak üzere Türk ve İngiliz centilmenleri tarafından tesis edilmiştir. Kulüp saha bina ve müştemilatı, Kadıköy Papaz Bahçesi’ne yerleştirilmiştir ve şunları içerir:
1) 500 metrelik At yarışı ve Bisiklet parkuru 2) Kriket, Futbol, Rugby, Hokey ve diğer sporlar için çim saha 3) 1000 kişilik tribün 4) Resepsiyon, özel balkonlar, restoran, bar, kart oyunları odası, özel soyunma odaları ve kulüp binası 5) Tenis kortu 6) Patenli hokey pisti 7) Güreş platformu
Kulüp, Eylül ayında bütün eksik işleri tamamlanarak kesin olarak açılacaktır. Şu anda devam eden çalışmalar açılış tarihine kadar bitirilecektir.
Üyelik: A) Tam Üyelik: 2 lira giriş (ilk yıl için), 4 lira üyelik sözleşmesi – kulüp evi, tribünler ve saha kenarı için B) Normal Üyelik: 1 lira (ilk yıl için), 2 lira üyelik sözleşmesi – tribünler ve saha kenarı için C) Saha kenarı üyeliği sadece 1 lira
Bütün sorularınız için icra ve idare komitesi sekreteri James LaFontaine’e başvurunuz.
Görüldüğü üzere Union Club, sadece futbola değil, tüm spor dallarında faaliyet göstermek için kurulan ticari bir işletmeydi. Kulübe üç tip üyelikle giriş yapılabiliyordu. Günümüzün sağlık ve sosyal kulüplerinin üyelik sistemine çok benzeyen bu sistem, Union Club’ı dönemin diğer kulüplerinden ayıran en önemli unsurdur.
7 Ağustos 1909 tarihli The Levant Herald and Eastern Express gazetesinden
Saha Kiralanıyor
Yazımızın başında belirttiğimiz gibi Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den kopuş süreci ikiye ayrılır.
İlkinde, yaptığı maddi katkının karşılığını sahada başarı olarak alamaması belirlemiş, Başkanlığı bırakmış ve Union Club’ın kuruluşunda mesai harcamaya başlamıştır. Bu süreç 1910 yılına kadar devam etmiştir.
Peki 1910 yılına kadar geçen sürede Başkan olmadığı yıllarda Nurizade Ziya Bey ile Fenerbahçe Kulübü arasındaki ilişki nasıldı?
Bu süreçte Ziya Bey’in Fenerbahçe ile ilişkisini kesmediğinden eminiz. Ancak kulüp içerisinde aktif görev almadığı da bir gerçektir. Kendisinin başkanlığı bırakmasından sonra antrenman yapacak yer bulmakta zorlanan takımın, malzeme ve ekipman tedarikinde de sıkıntı çektiği kaynaklara yansımıştır.
Kulüp üyeleri, Fenerbahçe’deki üyeliği devam eden Nurizade Ziya Bey’den yardım talep etmişlerdir. Bu yardım talebini karşılıksız bırakmayan Nurizade Ziya Bey, oyuncuların Union Club sahasında antrenman yapmaları için gereken meblağı, kurucusu olduğu Union Club’a ödemiştir. Bu meblağ Dağlaroğlu’na göre 17 lira, Nurizade Ziya Bey’in torunu Nazan Songülen Karakaş’a göre 20 liradır. Esat Nasuhi Baydar’ın 1913 yılındaki ifadesine göre, Fenerbahçe takımı bu sahada idman yapmaya başladıktan sonra İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştır.
Fenerbahçe’den İstifa
Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe’den istifa tarihi olarak Dağlaroğlu, 1910 yılını verir. Bu tarih Fenerbahçe’nin katıldığı İstanbul Futbol Ligi’ndeki 2. sezonuna işaret etmektedir. İlk sezonda aldığı 5.likten sonra, bu sezonda da takım başarısızlığını sürdürmiş, kötüleşen durum ile birlikte de Nurizade Ziya Bey, kulüpten istifa etmiştir.
“Kötüleşen durum” ifadesinin altında yatan nedenleri maddiyata bağlamanın yanlış olmayacağı düşüncesindeyiz. Union Club’ın kurucularından biri ve aktif yöneticisi olarak Nurizade Ziya Bey’in bu dönemde Fenerbahçe’deki arkadaşlarının taleplerine maruz kaldığını söyleyebiliriz. Nitekim Nazan Songülen Karakaş’ın, “Ziya Bey’i darıltıyorlar ve Ziya Bey kulüpten ayrılıyor” ifadesi bu yargımızı desteklemektedir.
İstifa edip kulüple ilişkisi kesildikten sonra kulübün içine düştüğü maddi sıkıntılar, Nasuhi Esat Baydar’ın anılarında yer verdiği şu satırlarda gizlidir:
“Fenerbahçe Spor Kulübü birkaç sene, yersiz ve yurtsuz kaldı. Beş kuruş aylık taahhütlerimiz ile top satın alarak maçlarımızı yapar, toplantılarımıza da (evlerimizin) misafir odalarımızı tahsis ederdik. Arkadaşlardan birine ait olduğu halde hemen her gece evden eve taşındığı için müşterek malımız haline gelen bir semaverimiz vardı. Şeker ve gevrek tedarik eder, semaveri yakar, o buram buram tüterken etrafına dizilir, hülyalara dalardık.”
Nurizade Ziya Bey’in başkanlıktan istifa etmesinden sonra Fenerbahçe, Ayetullah Bey başkanlığı altında yönetilmeye başlandı. Ayetullah Bey’in kulübü ayakta tutmak için gösterdiği çaba, Üsküdar Kulübü ile birleşme görüşmeleri; Kuruluş araştırmalarımızın sonraki bölümlerinde ele alınacak konulardır.
Şimdi Nurizade Ziya Bey’in hayatının sonraki yıllarına göz atalım. Bu yıllar, siyasi kimliği ve sosyal statüsü hakkındaki önermelerimizi desteklemesi açısından gayet önemlidir.
Fenerbahçe Tarih yazımında Nurizade Ziya Bey’in Union Club’ın açılışından bir kaç yıl sonra Fenerbahçe’ye döndüğü ancak herhangi bir görev almadığı yazılmaktadır. Cemil Paşa’nın Union Club’ın beklenen geliri getirmemesi ve Balkan Savaşı’nın ardından başlayan Birinci Dünya Savaşı ile kulübün el değiştirmesine yönelik ifadeleri bu bilgiyi desteklemektedir. Nitekim Fenerbahçe 1912 yılında ilk şampiyonluğunu almış, ayakları üstünde duran bir kulüp haline gelmişti. Döneme ait herhangi bir kaynakta Nurizade Ziya isminin geçmemesi, 1910 yılında yaşanan kırgınlığın izlerinin sürdüğünün bir göstergesidir.
Nurizade Ziya Bey’in ismine 1910 yılından sonra ilk kez 1918 tarihli bir belgede rastladık. Bu belgede Nurizade Ziya Bey, Almanya’nın Frankfurt şehrine eğitim almak için gittiği belirtiliyordu. Belgede dikkat çekici nokta, Duyun-u Umumiye idaresinde memur olarak göreve başlayan Nurizade Ziya Bey’in artık “müfettiş” olduğuydu.
9 Mart 1921 tarihli Evening Mail gazetesinden
Londra Konferansı’nda
Almanya’dan yurda ne zaman döndüğünü bilmesek de Dağlaroğlu’nun dile getirdiği 1921 yılında gerçekleşen Londra Konferansı’na katıldığı bilgisine sahiptik. Yukarıda göreceğiniz belge ile hem bu bilgiyi doğrulamış, hem de Nurizade Ziya Bey’in birkaç faaliyetini daha gün yüzüne çıkarmış oluyoruz. Evening Mail Gazetesi arşivinden elde ettiğimiz bu belgede, Kurtuluş Savaşı sürerken Londra’da toplanan konferansa Ankara Hükümeti adına katılan heyette yer alan Nurizade Ziya Bey’in bir açıklaması yer alıyor. Bu açıklamada Nurizade Ziya Bey, konferansa gelmeden önce üzerinde tartışma yaşanan bir mesele için Samsun ve Trabzon’a seyahatler yaptığını dile getiriyor. Açıklamasının altındaki imzadan heyetteki görevinin “Secretary” yani “Katiplik” olduğunu anlıyoruz.
Nurizade Ziya Bey’in Fenerbahçe Kulübü ile olan ilişkilerinin 1910’dan sonra mesafeli olduğunu ve kulüpte herhangi bir görev almadığını biliyoruz. Bugüne kadar yaptığımız kaynak taramalarında kendisine ait iki fotoğrafa rastladık. İlki Refet Paşa’nın 3 Kasım 1922 tarihinde adı İttihat Spor olarak değişen Union Club Sahasında yaptığı konuşma sırasında çekilen (yukarıdaki) fotoğrafı. Bu fotoğrafın hikayesini geçtiğimiz hafta yayınladığımız “Refet Paşa’nın Fenerbahçe’yi Ziyareti” yazısında yayınlamıştık.
Son olarak 1923 yılındaki Fenerbahçe – Slavya maçı öncesinde çekilmiş bir fotoğrafı paylaşarak araştırmamızın sonuç kısmına geçiyoruz. Bu fotoğrafta “Fenerbahçe Kurucusu” olarak tanımlanan Nurizade Ziya Bey, dönemin Fahri Başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi ile görülmektedir.
24 Temmuz 1339 (1923) tarihli Spor Âlemi dergisinden.
Sonuç
Türk Spor Tarihi yazıcılığının en büyük eksikliğinin, ülkede yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeleri gerektiği gibi dikkate almaması olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalarımızı bu eksikliği gidermek üzerine yoğunlaştırmamızın nedeni de erken dönem futbolun siyasetle olan ilişkisinin yadsınamaz boyutta oluşudur. Cumhuriyet döneminde ise bu ilişkinin, kulüpler ve siyasi iktidarlar için, karşılıklı fayda sağlama gibi amaçlar güttüğü ortadadır.
Ancak Fenerbahçe Tarihi özelinde yapılan “Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki Partisi’ne dayanarak var olduğu” yargısı dayanaksızdır. Çünkü Fenerbahçe’yi kuran kadro, İttihat ve Terakki’yi meydana getiren felsefeden gelmiştir. Araştırmalarımızı Tanzimat dönemine dayandırmamızın sebebi de budur. Zira kurucular yalnızca dönemin şartları gereği bu ilişkiyi kurup, geliştirmemişlerdir. Felsefeleri, Jön Türk hareketinin yarım yüzyıl içerisinde gelişen düşünüşleri ile paraleldir.
Nurizade Ziya Bey’in Batıcılığı ile Enver Hoca’nın Türkçülüğünün, “Jön Türk” ve devamında “İttihatçı” hareket içerisinde karşılığı vardır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin İttihat ve Terakki döneminde desteklenmesinin nedeni, kurucularının felsefesinden kaynaklanmaktadır.
Union Club’ın kuruluşu bu önermemize net bir örnektir. İngiltere ile ilişki kurmak isteyen parti yönetimi Nurizade Ziya Bey aracılığı ile bunu gerçekleştirmeyi amaçlamış, Mehmed Rıfat Bey örneğinde de görüldüğü gibi başarılı da olmuştur. Selim Sırrı Tarcan da Nurizade Ziya Bey’in aktif bir İttihatçı olduğunu söylemektedir. Bu yargılarımız, Nurizade Ziya Bey’in Türk Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında Ankara Hükümeti’ne verdiği diplomatik katkıyla da desteklenmektedir. Henüz belge ve kaynaklar ile doğrulanmasa da; Nurizade Ziya Bey’in Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Ankara’da oturduğu ve Mustafa Kemal Paşa ile yakın ilişkide olduğuna dair ortaya atılan tezler de bulunmaktadır.
Union Club’ın kuruluşu, eksikliğini vurguladığımız tarih yazıcılığının içerisinde değerlendirilebilecek meselelerden birisidir. Genellikle “Nurizade Ziya Bey ve birkaç İngiliz arkadaşıtarafından kurulduğu” yazılan bu işletmenin, ortaya çıkan belgeler ve yeniden değerlendirilen kaynaklardan sonra Türklerin çoğunlukta olduğu bir heyet tarafından kurulup, yönetildiğini bugün ortaya koymuş bulunuyoruz. Sermayesinde Türklerin ve Fenerbahçe kurucularından Nurizade Ziya Bey’in payı olan bu kulübün inşa ettiği stadın, Şükrü Saracoğlu döneminde Fenerbahçe’ye verilmesi, sadece Saraçoğlu’nun Fenerbahçeliliği ya da İttihatçı gelenekten gelmesi ile açıklanamaz.
Fenerbahçe Stadı’nın temelinde kurucusunun sermayesi vardır.
Fenerbahçe tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Kayacan kardeşlerin büyüğü (ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan‘ın ağabeyi) Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, vefatından bir süre önce Öz Fenerbahçe dergisine verdiği röportajda, Fenerbahçe’ye gelişini ve kulübün Kuşdili Lokali‘ne geçişini hikaye etmiş. Muhtemelen aklınıza “Bunun neresi bir Kadıköy hazinesinin aralanan sır perdesi oluyor?” suali gelmiştir. Haksız sayılmazsınız. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nde, Fenerbahçe Kulübü’nün Hazine-i Hassa’dan kiraladığı ve yangın felaketine kadar 18 sene boyunca ikamet ettiği bu muhteşem binaya dair, yeni bir belge ortaya çıktı. Aşağıda önce Hamit Hüsnü Bey’in hatıratını, sonra da kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonu ile Padişah V. Mehmed’in iradesini göreceksiniz. Keyifli okumalar.
1308 (miladi 1892) yılında Mekteb-i Tıbbiye’den neş’et ettikten sonra, ertesi sene rahmetli arkadaşım Hakkı Şinâsi Paşa ile birlikte irade-i seniye ile Almanya’ya gönderildik. Almanya’da uzun süren bir tahsil ve ihtisastan sonra memlekete avdette Bâbıâlide İbrahim Nazif’in eczahanesinin üzerinde bir muayenehane açarak tabipliğe başladım.
Spora karşı öteden beri içimde engin bir sevgi vardı. Bu arada biraderim Fuat ile birlikte Galatasaray Kulübü’ne intisap ettik. Fuat futbol oynuyordu. Ben de idareci oldum. Hatta Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinde kafile reisliğini ben deruhte ediyordum.
Memleket dışına ilk defa çıkan Galatasaray’ın bu seyahatinden dönüşte, hâlen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berkî bir gün muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken, bana : “Bugün gel seni bir yere götüreyim” dedi ve beraberce çıkarak Kadıköyü’ne geçtik. Yahya beni Altıyolağzı’nda, iki sokağı birleştiren, müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. İşte burası Fenerbahçe kulübü idi.
Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakite kadar oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı. Evim Erenköy’de olduğu için, her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavanarasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.
Yeni Lokale Geçiyoruz
Bir gün Fenerbahçeliler bana bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icabettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköyü’ndeki evimin komşusu Nafıa Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek Fenerbahçe’nin fahrî reisliğini üzerine aldı. Ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.
Zaman geçip gidiyor, Fenerbahçemiz daima olarak inkişaflar kaydediyordu. Âza adedi de günden güne artmakta olduğundan, Altıyolağzı’ndaki müselles evin tavanarası bize dar gelmeye başlamıştı. Yeni bir lokale ciddi olarak ihtiyacımız vardı. Bu arada Kurbağalıdere üzerinde bir binada bulunan Uhuvvet Kulübü’nün iki odasının boş olduğunu haber aldık. Biri altta, diğeri üstte olan bu iki oda muvakkat bir zaman için bizim ihtiyacımızı karşılayabilecekti. Oraya taşındık.
Lâkin, taşındıktan birkaç gün sonra bütün âzada bir adem-i memnuniyet başgösterdi. Zira bu Uhuvvet Kulübü denilen yer bir kumarhane gibi bir şeydi. Fenerbahçemizin bir kumarhane ile aynı çatı altında bulunması hiç de hoş bir şey değildi. El altından sondajlara başladım. Ve öğrendim ki Hazine-i Hassa’nın maçı bulunan bu binanın müsteciri bulunan Uhuvvet Kulübü kontrat müddetini hayli geçirdiği halde taksitlerini ödememişlerdir.
Bir Hal Çaresi Kendini Gösteriyor
Bu hal, Uhuvvet Kulübü’nü buradan çıkarmamıza yarayacaktı. Zihnim hep bu mesele ile kurcalanmaya başladı. Bir gün muayenehaneme bir hasta geldi. Kendisini muayene ettikten sonra, hasta defterine ismini kaydettirmek için sordum :
İsminiz?..
Ahmet.
Ne işle iştigal ediyorsunuz?..
Hazine-i Hassa hukuk müşaviriyin..
Birdenbire sevincimden çıldıracaktım. Ahmet Bey de bir şey anlamamış tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. Hemen kendisini iskemleye oturtarak ben de karşısına geçtim ve Uhuvvet Kulübü’nün hikayesini uzun uzadıya bütün teferruatı ile kendisine anlattım. Çarşamba günü kendisine gelmemi söyleyerek gitti. Çarşamba’yı iple çektim ve randevu saatinde gittim.
Ahmet Bey’den Allah razı olsun, çok kolaylık gösterdi ve alâkadar oldu. Usulen müzayede yapılması icabettiği halde bu işi müzayedesiz hallediverdi. Lâkin kontratın bir şahsın üzerine yapılması icabediyormuş. Bilâtereddüt senede 80 altın lira üzerinden kendi üzerime kulübü kiraladım. O zamanki kazancım çok şükür yerinde idi. Avrupa’da ihtisas yapmış olmam dolayısıyla muayenehanem dolup taşıyordu. Bu parayı kendim seve seve verdim.
Kontratı cebime yerleştirdikten sonra muayenehaneye bile uğramadan soluğu doğruca kulüpte aldım. Erken gelişim çocukları hayrete düşürmüştü. Hepsi hayretlerini izhar ettiler. Cebimden kontratı çıkarıp gösterdiğim zaman hepsi yerlerinden zıpladılar ve boynuma sarıldılar. İşte bu manzara benim için milyonlarca altından daha kıymetli idi.
Bu bayram sevinci yatıştıktan sonra Uhuvvet Kulübü idarecilerine gittim ve kontratımı göstererek artık binayı tahliye etmeleri lazım geldiğini ileri sürdüm. Şiddetle reddettiler ve çıkmayacaklarını söylediler. Bu vaziyet karşısında Kuşdili karakoluna şikayette bulundum ve üç gün içinde polis marifetiyle tahliye olundular. Yalnız o kadar kızmışlardı ki çıkarken binada ne cam bıraktılar, ne çerçeve. Hatta bahçedeki demir parmaklıkları bile söküp götürdüler. Artık koskoca bina tamamen bizim, yani Fenerbahçe’nin malı olmuştu.
Bütçe Meselesi
Kulübün altındaki gazinoyu da 25 Lira kira ile yine koyu bir Fenerbahçeli olan Hamdi’ye kiraladık. Bütçemiz çok zayıftı. Bu yüzden paraya ihtiyacımız vardı. Bu müşkül içinde çırpınırken bir gün Hazine-i Hassa’dan bir protestoname aldık. Ahkâmı kontrata binaen kulübün tahliyesi isteniyordu. Bu vaziyet karşısında derhal soluğu Ahmet Bey’in yazıhanesinde aldım. Meğerse gazinoyu Hamdi’ye kiralamamız buna sebep olmuş.
Ahmet Bey’le birlikte tekrar komisyonlara, heyetlere girdik çıktık ve neticede yine kontratı üzerimizde bıraktık fakat bu sefer senelik 80 altından 100 altına çıkmıştı. Bizi bir düşüncedir almıştı. Bu bir servetti, bunu nasıl verebilecektik?.. Çocuklar bol keseden : “Ben 3 Lira veririm, “Ben 5 Lira veririm” diye atıyorlardı. İçlerinde en ateşlileri, Allah gani gani rahmet eylesin Galip’ciğimdi. Kendilerine:
“Çocuklar“, dedim; çok vaadedip hiç vermemektense az vaadedip vermeyi tercih edin…
Bir gün Sultan Reşad’a yapılacak bir konsültasyon için Yıldız Sarayı’na gitmiştim. Orada aziz dostum başmabeyinci Tevfik Bey’e rastladım. Kendisine vaziyeti anlattım. Huzura girdi ve yarım saat sonra dışarı çıktığı zaman yüzü gülüyordu :
İrade-i seniye ile mezkûr bina senede 40 altından 10 sene müddetle Fenerbahçe Kulübü’ne kiralanmıştır. Keyfiyet Hazine-i Hassa’ya bildirilecektir. Haydi sen kalk git de çocuklara müjdeyi ver..” diyordu.
Hamit Hüsnü Kayacan
Ve işte Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonunu yaptığı o evrak; yani Padişah’ın iradesi… Fenerbahçe tarihini çok seviyoruz.
Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi… Kuşdili’nde Hazine-i Hassa’dan kiralanan ebniyede teşkil edilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nün mevcudiyetini sürdürebilmesi ve beklenen hizmeti verebilmesi için kira bedelinin yarıya indirilmesi ve mukavele müddetinin uzatılmasına dair kulüp heyet-i idaresine ait talebin uygun bulunduğu.
Ümid-i istikbal olan gençlerin fikren olduğu mertebeye bedenen de kavi yetişebilmelerini temin için 1 mart 1331 tarihinden itibaren üç sene müddet ve senevi seksen lira ücret ile kuşdilinde hazine-i hassadan isticar edilen ebniyede teşkil olmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübünden intifa edilen hıdemat-ı müfide ve mühimmenin istihkakı muhtelif şubeler küşadına ve levazım-i esasisinden madud olan alet ve edevatın atide tedarikine mütevakıf olup halbuki mezkur kulübün idame-i mevcudiyeti için erbab-ı hamiyet tarafından verilmekte olan ianat-ı cüziyyeden mütehassıl varidatın bir kısm-ı mühimi bedel-i icara ita edilmekte olunması kısmının temin-i maksad mümkün olamamakta olduğundan sebeb ile saye-i füyuzat-vaye-i hazret-i padişahiden kulübçe bu hususa arz ve ifa edilmekte olan mesere-i sa’i ve ikdamın pek müfid neticelere mazhar buyurulması içün bedel-i icarın kırk liraya tenziline ve kulübçe ihtiyac ile münasib tadilat ve tevsiatın vücuda getirilmek üzere müddet-i mukavelenamenin dahi sekiz sene daha temdidine delalet edilmesi kulüb-i canibden hazineye verilen arzuhalde istida olunmuş ve hakikaten mezkur idman kulübü tarafından memleketimizde terbiye-i bedeniyyenin inkişaf ve intişarı zımmında ibraz edilen hıdemat paye-i mühim olup işbu hizmetin daire-i istifadesi bir kat daha tevsi ve hamiyet-i idarenin bu babdaki hem gayretlerini de teşvik için müsteda-i vakıanın tervici muvafık görülmekte bulunmuş ise de emr ü ferman-ı hümayun cenab-ı tacidar-ı her ne ü ca ile şeref müteallik buyuruluyor ise de mantuk-ı feyze tevfik-i hareket-i muhat-ı alem-i abd bu babda emr ü ferman hazret-i men’ül lehmindir.
17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla 35. yılında Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesi yer almış… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Huzurlarınızda, Bir Fenerbahçeliden kuruluş hikayesi. Keyifli okumalar.
1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.
Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.
Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.
İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.
Birinci Dünya Savaşı
Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.
Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.
Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.
Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak‘ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.
Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.
Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.
Bütün Sporlarda Fenerbahçe
Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.
Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.
Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:
“Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”
Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.
Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.