Etiket: Galip Kulaksızoğlu

  • Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Ağabey

    Bugüne kadar Nasuhi Baydar‘ın hep başkası hakkında anlattıklarını dinledik. Bugün sıra kendisinde… Bedri Gürsoy, kendi deyişine bakarsak Nasuhi ağabey ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Tuncay Yavuz bize bu sohbeti aktarıyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Memleket Sporunun Otuz Senelik Kıymetli Emektarı B. Nasuhi Baydar diyor ki:

    “Uzun seneler geçen faal ve gayri faal spor hayatımda bir ‘spor telakkisi’ edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır…”

    (Spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden zavallı gençlere acırım…)

    Yazan: Bedri Gürsoy

    Nasuhi Ağabey

    Nasuhi Baydar (mebus, edib ve gazeteci) bugüne kadar spor hayatının otuz seneye yaklaşan uzun yolu içinde Türk sporuna bin bir emek sarf ederek hakkiyle hizmet görmüş, ideal, münevver, amatör bir sporcu örneğidir. Faal olarak yaptığı sporlardan maada, çok mukteda bir idareci olarak tanınan, bugün dahi hala sporumuzun selameti yolunda durmadan için için çalışan bu çok değerli şahsiyetin bütün bunlardan maada öteden beri spora müteallik yazdığı yazılardan büyük bir alaka duymuş ve daima istifade etmişizdir.

    Nasuhi Baydar, beynelmilel mahur futbol yıldızlarımızdan Fenerbahçeli Alaeddin’in ağabeyidir. Alaeddin’in yetişmesinde çok emeği vardır. Fenerbahçe Kulübü’nün müessislerindendir. Kulübünü sOn derece sever. Fenerbahçe’nin en buhranlı zamanlarında büyük bir feragat ile canla başla çalışmış çabalamıştır. Onun kulübüne yapmış olduğu büyük hizmetleri hakiki Fenerbahçeliler hiçbir zaman unutamazlar, daima minnet ve şükranla yadederler.

    Kulüpte biz küçüklere o nazik ve kibar tavrı, güler yüzü ile öyle candan ve müşfik bir alaka gösterir idi ki, bundan dolayı ona Nasuhi ağabey derdik. Bugün de onun yanında küçük bir sporcu ve Fenerbahçeli kalan bizler kendisine hala iftihar ve hürmetle ağabey demekteyiz.

    Nasuhi Baydar sporun hakiki gaye ve manasını esasından bilerek bu yolda yürüyen bizde ender yetişen kıymetli spor mütehassıslarımızdandır. Spor nedir? Sporcu kime derler? Spor ve kulüp arkadaşlığı, samimiyeti, tesanüdü nasıl olur? Bütün bunları Nasuhi Baydar’dan sorup öğrenebiliriz. (Ben Nasuhi Baydar’ın ne derece içten bir sporcu ruhu ve karakteri taşıdığını, merhum büyük sporcu Galip’in cenazesini yağmurlu, çamurlu, fırtınalı o berbat havada hendeklerden bata çıka kulüpten ta kabristana kadar takip ettiği ve sık sık omuzunda taşıdığı zaman daha iyi ve tamamile anlamıştım. O gün yanımdaki arkadaşlarıma şöyle demiştim: “İşte, kadirşinas, arkadaş ve hakiki bir sporcu numunesi daha!…”)

    Spora müteallik sorduğum suallere Nasuhi Baydar bakınız, ne manalı, ne dikkate şayan ve ibret alınacak cevaplar veriyor:

    Sporculuk Hatıraları

    • Kaç sene, hangi kulüpte ve mevkide futbol oynadınız ?
    • 1908’den 1917’ye kadar Fenerbahçe Spor Kulübü ikinci ve birinci futbol takımlarında sağ iç ve sağ açık mevkilerinde zaman zaman oynadım.
    • En kuvvetli sporculuk hatıranızı anlatır mısınız ?
    • En kuvvetli sporculuk hatıram ! Lakin hangisini kaydedeyim? Anladığım manada “sporcu” için sporun heyeti umumiyetdi ve en kuvvetli hatıralardan örülmüş nefis bir kumaşa benzer. Şayet, bende sporculuğumdan kalan en kuvvetli intibaı soruyorsanız, tereddütsüz itiraf edeyim ki, büyük annemi ikna ederek satın aldırdığım futbol kunduralarını, çoraplarını, pantolonunu ve Fenerbahçe’nin sarı-beyaz yollu ilk formasını giyip takımdaki yerime geçtikten sonra müsabakaya başlanmak üzere hakemin düdüğünü öttürmesini beklediğim unutulmaz dakikadır.

    Sonra kulübümün zaferlerine iştirak ettim.

    Daha sonra, bisiklet yarışlarına girdim, atletizmin her şubesiyle uğraştım. Yüzdüm, tenis ve kriket oynadım. Voleybol, basketbol, hentbol, vaterpolo, hokey, patenli hokey, ski yaptım. Otomobil kullandım. Spor yazıları yazdım. Bizdeki acayip spor idareciliğinde ekseriya “ihtilafları izleye çalışan adam” vazifesi gördüm ve böylece kendime mahsus bir “spor telakkisi” edindim. Bu telakki açık havada bedeni terbiyeye ve gıllügışsız arkadaşlık esaslarına dayanır. Bu telakkinin de en doğrusu olduğuna şundan dolayı inandım ki kırk beşi geçmiş olmama rağmen – tahtaya vurunuz yahut maşallah deyiniz – kendimi her vakitki gibi zinde hissediyor ve “arkadaşlar” arasında bildiğim “arkadaşlık”ın cari olduğunu görüyorum. Bir diş hastalığından kalkmamak üzere yatağa düşmüşken beni ölümden kurtaranlar onlar olduğunu nasıl unutabilirim? Ve yine nasıl unutabilirim ki rahmetli Galip’i fırtına arasında edebi istirahatgahına kadar omuzları üstünde teşyi edenler bahsettiğim telakkiye sahip binden fazla arkadaştı?

    Bizde Spor

    • Bizde profesyonelliğe taraftar mısınız?
    • Spora amatörlük gibi profesyonelliğin de bir realite olduğunu kabul etmek lazımdır. Fakat bizde profesyonelliğe taraftar olmadığımı bundan evvelki suale verdiğim cevap kati derecede izah eder sanırım. Zira, bence spor gaye değil, vasıtadır; sıhhatli, neşeli, azimli kalmak vasıtası. Ancak, spor yapayım derken kendilerini sporun kuvvetli cazibesine kaptırarak tahsillerini ihmal eden gençlerden bazıları nihayet profesyonellikte karar kılarlarsa bu gibileri önünden kaçınılmaz bir kazaya uğramış addeder ve bu zavallılara acırım. Profesyonellerin tek özürü bundan başka bir şey olamayacağı gibi kendilerini terbiye için tek çare de profesyonel olduklarını ilandan ibaret değil midir? Bu itibarla diyebilirim ki, gizli profesyonelliğe apaçık profesyonelliği tercih ederim.
    • En kuvvetli futbol devrimiz sizce hangi tarihtedir ?
    • Futbolcularımızdan yenilerini pek tanımıyorum. Eskilerden beğendiğim işte birkaç isim : Galip, Arif, Emin, Bülend, Alaaddin, Said Salahaddin, Kamil Sporel, Hasnun, Bekir… Fakat, bunlar daha çok yukarıda bahsettiğim « telakki » ye göre seçilmiş isimlerdir.
    • Bizde futbolun en kuvvetli devri hangi tarihtedir ?
    • En kuvvetli futbol devrimiz « Slavya »nın İstanbul’a geldiği ve « Türk milli takımı »nın 1924 olimpiyatlarına iştirakten sonra Şimal memleketleri turnesi yaptığı birkaç senelik devirdir.

    Binbir işinin arasında, yine o eski mütevazı ağabey şefkatini göstererek suallerime cevaplar vermek lütfunda bulunduğundan dolayı bay Nasuhi’ye bütün kalbimle teşekkür ederim.

    Bedri Gürsoy / Nasuhi Ağabey

  • İzmir ile İlk Temas

    İzmir ile İlk Temas

    Fenerbahçe, İzmir takımlarıyla ilk maçını bundan 107 sene önce, 20 Haziran 1913’de Kadıköy’de yaptı. İzmir karması İstanbul’a gelmiş, Galatasaray’a 1-0 yenilmişti. Kamuoyu “Herhalde Fenerbahçe’yi yenerler” derken, İzmirliler Kadıköy’den 4-1 yenik ayrıldılar. Aşağıda, Tanin gazetesinde yayınlanan İzmir ile ilk temas haberini okuyacaksınız. Dönemin spor atmosferine dair çok hoş detaylar içeriyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İzmir İle İlk Temas

    Dün İzmirliler ile Fenerbahçe futbol kulübü arasında Kadıköyü İttihat Kulübü’nde futbol müsabakaları parlak bir surette icra edilmiştir.

    Geçen Pazar günü Galatasaraylılara bir gol ile mağlup olan İzmirlilerin bu defa Fenerbahçelilere galebe edecekleri umumen zannedildiği halde netice bunun tamamiyle aksini göstermiş ve İzmirliler mağlup olmuşlardır.

    Oyuna başlandıktan pek az sonra idi ki Fenerbahçelilerin şaşırtma hareketleri ve çeviklikleri sayesinde top İzmirlilerin kalesine dahil oldu. Birinci gol bu suretle yapıldıktan sonra İzmirlilerde mevcut hiss-i rekabet olanca şiddetiyle tezâyüd ettiğinden bütün maharetlerini sarf ediyorlardı. Nihayet bu emellerine nail olarak ikinci golü kendileri yaparak her iki tarafta tesâvî hasıl oldu. Bunu müteakip Fenerbahçeliler yine ikinci golü takip etti. Vakt-i muayyen hulûl ettiğinden birinci kısma nihayet verilerek teneffüs esnasında idadi mektepleri talebesi arasında ip çekişmeleri yapılarak İstanbul Sultanisi talebesi Kabataş İdadisi’ne bir, Vefa İdadisi’ne iki defa galip gelerek fevkalade alkışlanmıştır. Bunu müteakip iki mağlup idadi mektepleri arasında bir çekişme yapılmış, bu defa Vefa İdadisi kazanarak meydan yine topçulara terk olunmuştur.

    Topçular ufak bir istirahatten sonra kaleler değişmiş olduğu halde oyuna başladılar. Ve işte asıl oyunun meraklı ciheti bundan sonra kendisini gösterdi. Her iki tarafın şedit tekmeleri, ani savletleri karşısında top uzun müddet yere düşmeden her iki kaleye doğru gidip geldi. Nihayet ufak bir gaflet İzmirlilere yine kaybettirdi. Bununla Fenerbahçeliler üçüncü golü yapmış oldular. Bunun üzerine büsbütün hiddetlenen İzmirliler olanca maharetlerini sarf ettiler ise de top daima kendi kaleleri önünden bir yere gitmiyordu. Kargaşalık, bir savlet, bir hücum, bir daha… Nihayet top Fenerbahçeliler tarafından dördüncü defa olarak kaleye ithal edilerek şedit alkışlar arasında oyuna nihayet verildi.

    Son ve umumi müsabaka bu Pazar günü badezzeval icra olunacaktır.

    Tanin – 21 Haziran 1913


    Not :

    Cem Ertuğrul‘un arşivinde Fenerbahçe’nin bu maçtaki kadrosu ve golleri aşağıdaki şekilde yazılmış.

    Mateosyan, Galip, Ahmet Cevat, Kemal, Wilhelm, Hüseyin, Nuri, Said Selahaddin (1), Nüzhet, Hasan Kamil (2), Hikmet (1)

  • Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca

    “Fenerbahçe’nin ‘Kuruluş’ hikayesinin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar süren Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme yılları içerisinde; toplumsal, politik hatta ekonomik olarak incelenmesi gereken özel bir anlamı vardır. Fenerbahçe’nin kuruluşu farklı bir bakış açısıyla değerlendirilip, yeniden yazılması gereken tarihi meseleleri de içerisinde barındırır. Kulübün kurumsal tarih tezi kapsamında kabul ettiği olgulardan birçoğunun bugün ‘mesele’ olarak değerlendirilmesinin sebepleri, döneme ilişkin kaynakların yetersiz olması ve az sayıdaki araştırmacının resmi tarih tezinden ayrılmamak konusunda gösterdikleri bilinçli çabadır. Fenerbahçe’yi kuran ve kuruluşunda pay sahibi olan kişilerin hayat hikayeleri ve kuruluştan sonra geçen yıllardaki faaliyetleri; ‘Fenerbahçe’nin Kuruluşu’nu özel kılan ana unsurlardır. Bu unsurlar, dönem için kalıplaşmış yargıların değişmesi ya da bazı ender durumlarda da desteklenmesi için yeniden yazdığım Fenerbahçe’nin kuruluş tarihinin ana dayanaklarından birisi olacaktır.”

    Bir süredir üzerinde çalıştığımız “Fenerbahçe’nin Kuruluşu” adlı kapsamlı araştırmanın giriş kısmı bu satırlarla başlıyor. Detayları önümüzdeki aylarda araştırma yayınlandığında gün yüzüne çıkacak olan birçok “mesele” var bu dönem ile ilgili. Bugün, Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesinin en önemli meselesini bu yazının konusu olarak sunmak istiyoruz: “Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Enver Hoca”

    Kadıköy, Saint Joseph ve Fenerbahçe

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol, Saint Joseph Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin kuruluşu, 1864 yılından beri Moda’da faaliyet gösteren bu okulun varlığı ile yakından ilgilidir.

    Moda ve Kadıköy, İstanbul’un “Küçük Britanya” diye anılan, yabancı nüfusun çoğunlukta olduğu bir semtlerinin başında gelmekteydi. Kadıköy bu demografik yapısı nedeniyle başkent genelinde hüküm süren Padişah Abdülhamit kaynaklı baskıdan etkilenmemekte; semtte, şehrin geri kalanına göre “Liberal” bir yaşam tarzı hüküm sürmekteydi. Gittikçe zayıflayan devlet mekanizmasının varlığını sürdürebilmesi için yabancı devletlerle kurduğu ilişkilerde “denge” politikasını benimseyen Padişah, genellikle onları kızdırmamak için kendi topraklarında yaşayan yabancıların özgürlüklerine dokunmuyordu.

    Futbol, İstanbul’da, bu koşulların bir araya gelmesiyle Kadıköy’de doğdu. Bu doğumun hangi yıla denk geldiği tartışmalı olsa da İstanbul’da yabancılara yönelik yayın yapan Levant Herald Gazetesi’nin 1 Aralık 1906 tarihli sayısında yer alan şu ifadelerin tartışmayı bitirecek nitelikte olduğu düşünülebilir. “Futbol, çok uzun yıllardır İstanbul’da oynanmasına rağmen, 1895-1897 yılları arasında şehri ziyaret eden İngiliz Kraliyet gemilerinin mürettebatıyla yapılan maçlarla başarılı bir şekilde hayatımıza giriş yapmıştır.”

    Gazetenin değerlendirmesine göre artık Kadıköy’ün genç nesli futboldan başka bir şey düşünmemekte, havanın güneşli ya da yağmurlu olmasını önemsemeyen 5000’e yakın kişi önemli maçları seyretmek için toplanmaktaydı.

    Futbol Sıkı Takip Altında

    Yabancıların özgürce futbol oynadıkları Kadıköy’de Türklerin bu spora ilgi duymamaları düşünülemez. Ancak ülkede yaşayan yabancılara ve Müslüman olmayan vatandaşlara karşı izlenen hoşgörülü politikadan, Türkler faydalanamıyor, Black Stockings örneğinde olduğu gibi en ufak girişim bile cezalandırılıyordu. Özetle, bu dönemde futbol “sıkı takip altındaydı.”

    Türklerin özendikleri yabancılar gibi futbol oynamaya başlamasında iki büyük etken vardır. Bunlar, 1839’da başlayan Tanzimat dönemi ile eğitimde modernleşme kapsamında açılan okullar ve 1902 yılından sonra ülkede siyasi iklimin değişmesidir.

    1854’te Beyoğlu’nda ilk açtığı binasından 1864 yılında Moda’ya geçen ve 1870’de bugünkü yerine geçen Saint Joseph Lisesi ve 1868’de açılan Mekteb-i Sultani, Fransız eğitim sistemine göre dizayn edilmişti.  Arnavutköy’de 1863 yılında açılan Robert Kolej ise Amerikan eğitim sisteminin İstanbul’daki temsilcisi konumundaydı. Bu üç okulun yapısı birbirinden farklı olsa da Türk futbolunun doğuşunda rolleri büyüktür.

    Müslüman olmayan öğrencilerden kurulu Robert Kolej’in futbol takımı İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı. Kolejin öğretmenlerinden Reşat Danyal, Black Stockings’i kuran kadroda yer almış ve kısa ömürlü bu kulübün başkanlığını yapmıştı.

    Osmanlı Devlet mekanizmasına memur yetiştirmek üzere kurulan Mekteb-i Sultani 1905 yılında bünyesinden Galatasaray Futbol Takımı’nı çıkarmış ve bu takım ilk Türk takımı olarak İstanbul Futbol Ligi’ne katılmıştı.

    Okullar Hafiye Baskısından Kurtuluyor

    Peki Türk gençleri daha birkaç sene önce peşlerindeki hafiyelerin baskısından top oynamaya korkarken nasıl oldu da takım kuracak kadar cesaret buldular?

    Bu sorunun yanıtı gelişen siyasi olaylarda gizlidir. Devlet, bu yıllarda doğuda çıkan ve hızla yayılan vergi isyanları, Balkanlar’daki kaynaşmalar, Ermeni ayaklanmaları, yurtdışına kaçan Jön Türkler’in faaliyetleri ile uğraşıyordu. Bozulan ekonomiyi de hesaba katarsak, Türklerin futbol oynaması bu sayılanların yanında dikkate alınacak bir tehlike değildi. Ki zaten Mekteb-i Sultani, Osmanlı seçkinlerinin çocuklarını devlete memur olarak yetiştiren bir okuldu. Bu sebeple başlayan sportif faaliyetlere engel olunmaması okulun öğrencilerine bürokrasinin tanıdığı bir ayrıcalıktı. Moda’da eğitim veren Saint Joseph ise, tıpkı Robert Kolej gibi yabancı misyonu tarafından kurulmuş, bu özelliği ile Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olmadan eğitim veriyordu.

    Kurthan Fişek’in Türkiye Spor Tarihi adlı kitabındaki analizi bu dönemde okulları ile kurulan futbol takımları arasındaki ilişkiyi net bir şekilde açıklamaktadır: “Takımların büyük bölümünün mektepli oluşu, her türlü örgütlenme ve kalabalıklaşmanın yasak olduğu bu dönemde, okul duvarları arkasında ve spor yapılmasının sağladığı güvenceyle açıklanabilir.”

    Her üç okulun öğrenci sayılarını incelediğimizde Müslüman öğrenci sayısının en fazla olduğu okul Mekteb-i Sultani’ydi. Saint Joseph’in Türk futbolunun başlamasına en büyük etkisi Fenerbahçe’nin kuruluşundaki payından birkaç yıl önce Mekteb-i Sultani’nin futbol topu ile tanışmasıyla ortaya çıktı.  Saint Josephli bir öğretmenin Fransa’dan getirdiği futbol topu, bir öğrenci aracılığıyla Mekteb-i Sultani’ye gelmişti. Bu olaydan yıllar sonra Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, 1904 yılında Kadıköy’de izlediği maçtan sonra bir takım oluşturmaya karar verdi. Galatasaray ve Robert Kolej gibi okul takımlarının da içinde olduğu İstanbul Futbol Ligi’nin karşılaşmaları bugün Fenerbahçe Stadı’nın olduğu yerde oynanıyordu.

    Yabancıların tekelinden çıksa da hakimiyetlerinde oynanan ve çoğu kez de üstünlükleriyle biten lig maçlarının izleyicileri arasında Kadıköylü Türk gençleri de vardı. Bu gençlerin 1907 yılına gelindiğinde Fenerbahçe’yi kuran kadroyu oluşturduklarını açıklıkla söyleyebiliriz. Peki Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Hoca bu kadronun neresinde yer alıyordu? Enver Hoca bugün neden Fenerbahçe Tarihi’nin bir meselesi olarak değerlendiriliyor?

    Enver Yetiker’in Hayatı

    Basit bir internet aramasında karşımıza çıkan biyografisinin ötesinde bir hayat hikayesi var Enver Yetiker’in. Bu hikaye ile beraber kendisi hakkında daha önce sorulmamış soruları sorup, yanıtlarını bulmaya çalışacağız. Hayatının Fenerbahçe ile kesişen döneminden öncesini aktarmadan önce bir teşekkür ile başlamak istiyorum. Barış Eymen’in saatlerce yaptığı arşiv taramalarından bulduğu vesika olmasaydı, Enver Hoca ile ilgili soruları asla soramayacağımızı bilmenizi isterim. Binlerce sayfalık “Sicill-i Ahval” defterlerinden birinde bulduğu Enver Hoca’nın sicil kaydını transkripte ederken duyduğum heyecanı, umarım satırlarıma da yansıtabilirim.

    Devlet memurlarının resmi faaliyetlerinin kaydının tutulduğu Sicill-i Ahval Defteri’ne göre; Enver Efendi, 1869 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası Ayasofya Dersiamlarından Adilcevazlı Abdurrahman Hulusi Efendi’dir. Dersiamlık, zamanın medreselerine özel bir sınavla alınan ve dini ve sosyal alanlarda ders verebilen özel statülü müderrislere verilen isimdi. Bu mesleğin önemi devletin istihdam ettiği dersiamların tüm ülke sınırları içerisinde toplamda 120 kişi olmasıyla açıklanabilir.

    Enver Efendi orta ve lise eğitimini tamamladıktan sonra, Mülkiye Mektebi’ne girdi. Cumhuriyet döneminde Ankara’ya taşınan Mekteb-i Mülkiye, o yıllarda İstanbul’da eğitim veriyordu.  1892 yılında 23 yaşındayken okulu bitiren Enver Efendi, ‘gümrük memuru’ olarak göreve başladı. Kayıtlara göre, Arapça ve Fransızca biliyordu. 1907 yılının Ağustos ayında ‘istatistik kalemi müdür yardımcılığı’na yükseldi. 1909 yılına kadar bu görevde kaldı. Bu tarihte ‘müfettiş yardımcısı’ oldu ve Bulgaristan sınırına atandı. Enver Efendi’nin sicili kayıtları 1912 yılına kadar geliyor ve gümrük müfettişi olarak yürüttüğü kariyerinin aşamalarını ortaya koyuyor.

    Saint Joseph Lisesi’nde Bir Türkçe Öğretmeni

    Görüldüğü üzere Enver Efendi’nin sicilinde öğretmenlik yaptığı ile ilgili bir kayıt yok. Biz ise Enver Hoca’nın 1904 yılından itibaren  Saint Joseph Lisesi’nde öğretmenlik yaptığını, özel arşivlerde ulaştığımız fotoğraflarından biliyoruz. Peki Saint Joseph ile devletin ilişkileri nasıldı? Bahsedildiği gibi Saint Joseph, Fransa merkezli bir misyon okuluydu. Arşivleri incelediğimizde okul ile ilgili bazı vesikalara rastladık. Zaptiye ve Maarif Bakanlıkları memurlarının hazırladıkları raporların yer aldığı bu vesikalarda, okulda okutulan bazı kitapların İslam dinine hakaret ettiği iddiaları yer alırken, Müslüman ailelerin çocuklarını bu okula göndermesinin engellenmesi istenmekteydi. Bu bilgiler ışığında Enver Hoca’nın hayatının buraya kadar kısmı ile ilgili sormamız gereken bir soru var:

    “Bir devlet memuru olan Enver Efendi, devletin alenen karşısında durduğu bir okulda nasıl öğretmenlik yapabilmektedir ve bu görev sicil kayıtlarında neden yer almamaktadır?”

    Bu soruya yanıt verebilmek için önce Enver Hoca’nın öğretmenlik günlerine dönmemiz gerekiyor. Enver Hoca’nın iki öğrencisinin anlattıkları hem o günlerde Saint Joseph’in yapısı hem de öğretmenleri ile ilgili değerli bilgiler veriyor.

    Öğrencileri Anlatıyor

    Bu öğrencilerden ilki Said Selahattin Cihanoğlu. 1971 yılında “Sporculuk ve Avcılık Hatıralarım” adıyla yayınladığı anılarında o günleri şöyle anlatıyor: “1905 senesinde Kadıköy’ünde Sen Jozef Fransız Mektebi’nde talebe idim. O devirde mektepte Bulgar, Romen, Yunanlı hatta Rusya’dan gelen talebeler vardı. Mekteb-i Sultani’de olduğu gibi talebeler arasında yapılan spor müsabakalarında daima bu ecnebi talebeler birincilik alırlardı. O zamanlar ecnebi talebelerden birincilik koparmak bir mesele idi, buna hep hasret içinde idik.”

    Cihanoğlu’nun anlattıklarından anlıyoruz ki, okulda zaten azınlıkta olan Türk öğrenciler, sportif yarışlarda yabancı arkadaşlarının gerisindeler ve bu durum onları bir hayli rahatsız ediyor. Yüzyılın başından itibaren özellikle Balkanlarda yükselen milliyetçilik akımının, başkent topraklarında da yaygınlaşmaya başladığını, Jön Türkler’in de etkisiyle özellikle genç kuşakta bir uyanış olduğunu da değerlendirmeye almalıyız. Öğrencileri futbol topu ile tanışmış hatta bunu karşı kıyıdaki Mekteb-i Sultani ile de tanıştırmış olsa da bu dönemde Saint Joseph’ten belirli bir düzen içerisinde çıkmış bir futbol takımına rastlamıyoruz.

    Futbolun doğduğu toprakların merkezinde oldukları düşünülürse öğrencilerin bu spora ilgili oldukları yönünde fikir yürütebiliriz. Nitekim bu yolla giden araştırmacılar, Moda’daki bir başka Fransız okulu olan Faure Mektebi’nin Rum oyunculardan oluşan futbol takımını, Saint Joseph futbol takımı ile karıştırmışlar, hatta Mekteb-i Sultani öğrencilerinin futbol takımının ilk maçlarını Saint Joseph ile yaptığını ileri sürmüşlerdir.

    Bugün Faure Mektebi’nin varlığı ve Galatasaray’ın ilk futbol maçını bu okulun takımı ile yaptığı ortaya çıkmasına rağmen, birçok kaynakta ve Fenerbahçe resmi internet sitesinde bu yanlış bilgi yer almaktadır. Saint Josephli Türk öğrencilerin yabancı arkadaşlarına özenerek ve onların gerisinde kaldıkları için rahatsızlık hissederek geçirdikleri günlerde karşılarına Enver Hoca çıkmıştır.

    Bir diğer öğrencisi Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca’yı şöyle tarif ediyor: “Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız. Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin ‘Niçin’ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük”

    Belgeler

    Okuldaki Türk öğrencilerin psikolojisini ve Enver Hoca’nın karakteri hakkındaki izlenimlerini gördükten sonra sorduğumuz soruların yanıtlarına geçebiliriz. Bu soruların ortaya çıkma nedeninin Enver Hoca’nın sicil kaydında Saint Joseph’de öğretmen olarak yaptığı görevin yazılı olmaması olduğu söylenmişti. Dikkat çeken bu bilginin üzerine okul hakkında resmi makamlarca yazılan raporların içeriği de eklenince Enver Hoca’nın öğretmenliği hakkında aydınlatılması gereken bir şüphe oluşmuş oldu. Bu şüpheyi girmek için Saint Joseph Lisesi arşiv kayıtlarına bakma yönündeki çabamız sonuçsuz kaldı. Nihayetinde Salt Arşivi’nde karşımıza çıkan bir belge Enver Hoca’nın Saint Joseph’de öğretmenlik yaptığını kanıtlamamızı sağladı. Bu belge, Osmanlı Bankası’na ait bir mevduat cüzdanıydı ve Enver Hoca’nın karşısında “Saint Joseph Koleji Türkçe Öğretmeni” yazıyordu. Bu aşamada devam eden arşiv taramasında karşımıza çıkan bir vesika, oluşan soruların yanıtlarına ulaşmamızı sağladı.

    Vesika 1897 yılına aitti ve Gümrük Nezareti’nden Hariciye Nezareti’ne yazılmış bir raporu konu ediyordu. Raporda, Saint Joseph Lisesi’ne Fransa’dan gelen kitapların içeriklerinin kontrol edilmesi sırasında okul tarafından gönderilen görevli ile çıkan tartışma detaylı şekilde anlatılıyordu.

    Bu rapor Gümrük Nezareti’nin okul ile olan ilişkisini ortaya çıkarması anlamında büyük öneme sahip. Çünkü rapor yazıldıktan birkaç yıl sonra bir gümrük memuru olan Enver Efendi’nin okulda öğretmenliğe başlamasının sebebi bu raporda gizli. Gerek bu bilgiler gerekse o dönemin öğrencilerinin aktardıkları birleşince Enver Efendi’nin Enver Hoca olarak okula girmesinin bir görevlendirme sonucu gerçekleştiği anlaşılıyor.

    Devlet Tarafından Görevlendirilen Bir Memur

    Okulu dışardan kontrol etmenin zorluğuna karşın devlet otoritesinin, içeriye bir kişi sokarak olan biteni öğrenmek istemesi sorunun yanıtıdır. Abdülhamit döneminde istihbarat faaliyetlerine verilen önemi de göz önünde bulundurduğumuzda ortaya attığımız tez böylece bir temele oturmuş oluyordu. Enver Hoca, devlet tarafından görevlendirilen bir memur olarak Saint Joseph’e girmişti. Nitekim Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi adlı eserinin 1987 yılındaki genişletilmiş baskısında yer verdiği Enver Hoca’nın şu ifadeleri de tezimizi destekleyecek nitelikteydi. “Rolüm, istibdat içinde kıvranan gençlere hürriyet sevgisi aşılamaktı. Futbol toplantıları bu iş için en uygun zamanlardı.”

    Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda oynadığı rol Saint Joseph’de öğretmen olmasıyla başladı. Kulübün tarih yazımında farklı dönemlerde değişik şekillerde değerlendirilen bu rol, günümüze kadar hep tartışıldı.

    Enver Hoca kendi deyimiyle “baskıcı düzen içerisinde ezilen” Türk gençlerine hürriyet düşüncesini aşılamak için futbolu seçmişti. Abdülhamit’in bir memuru olarak görevlendirildiği okulda “Hürriyet” fikrini benimsetmeye çalışması ilk bakışta bir tezat olarak görülebilir. Ancak mezun olduğu Mülkiye’nin Jön Türk fikirlerinin yaygınlaştığı bir okul olması bu durumu biraz da olsa açıklığa kavuşturmaktadır.

    Enver Hoca’nın 1913 yılında dönemin İttihatçı Maliye Bakanı Cavit Bey döneminde İngiliz Crawford isimli bir gümrük uzmanına hazırlatılan sınavı kazanarak müfettiş olan üç kişiden biri olduğu da düşünülürse fikren Abdülhamit ideolojisinden uzak olduğu ortaya çıkmaktadır.

    Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerinden Nasuhi Esat Baydar, Enver Hoca ile bir derste yaşadığı diyaloğu şöyle aktarıyor. “Bir gün derste arkadaşlardan biri: ‘Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece ortaya çıkmış. Bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu?’ dedi. Yaman bir psikolog olan, bize daima ölçülü olmamızı tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile benimsetme yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi: ‘Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir’”

    Enver Hoca’nın futbol hakkında sorulan soruya verdiği yanıttan, öğrencileri arasında futbolun popüler olduğu, top oynamak istense de sosyal ve dini baskılardan oynanamadığı anlaşılıyor. Şüphesiz Saint Josephli Türk gençleri lig maçlarını takip ediyorlardı. Kurulan takımlardan da haberdardılar.

    Enver Hoca Fenerbahçe’nin Kuruluşunda Nerede?

    Bu paragraf ile birlikte Enver Yetiker’in Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolü üzerine yapılan tartışmaları ve karşıt görüşleri değerlendireceğiz. Öncelikle belirtmek gerekir ki Enver Hoca’yı Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu sayanlar Saint Josephli Türk öğrencileri. Yaptığım alıntılarda da görüldüğü üzere Nasuhi Esat Baydar ve Sait Selahattin Cihanoğlu bu görüşü anılarında aktarıyorlar.

    Karşı tarafta ise kulübün bir diğer kurucusu Necip Okaner’in yazdığı mektup aracılığı ile bu görüşe karşı çıkışı var.

    Nasuhi Esat Baydar Anlatıyor

    Nasuhi Esat Baydar’ın İdman Dergisi’nde 1913’te yazdığı yazıda belirttiği görüşü ile Necip Okaner’in 1952 yılında yazdığı mektup arasında geçen 39 yılda Enver Yetiker’in kuruluştaki rolü kaynaklardaki farklılıklardan da görüleceği üzere hep tartışmalı kalmış.

    İlk görüşü destekler ifadeleri aktararak başlayalım. Kuruluşun 6.yılında, Nasuhi Esat şunları söylüyor: “1907 yılında Saint Joseph Türkçe öğretmeni Enver Bey, eski öğrencilerinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp kurmak arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları katılmış ve akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı. Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları oluşturdukları kadroya bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir siyasi fikre mal edilmemesi için Fenerbahçe ismini bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına hız verdi, böylece dört beş ay içinde üye sayısı yirmiye ulaştı. Biraz sonra Enver Bey ‘Fahri Başkanlık’ makamından çekildi. Kulübün yönetimi, girişken ve faal olan Nurizade Ziya Bey’e verildi.”  

    Nasuhi Esat Baydar, 1913 yılında anlattığı kuruluş hikayesini 1944 yılında Öz Fenerbahçe Dergisi’ne verdiği röportajda detaylandırıp, son cümlesiyle de bir anlamda tamamlıyor: “Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık. Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize oranla yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, Enver Bey’i bulduk. İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun toplumsal faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda yardımlaşma ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe Kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neşelenmeleri amacıyla Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.”

    Sait Selahattin Cihanoğlu Anlatıyor

    Said Selahattin Cihanoğlu ise Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşundaki rolünü şöyle anlatıyor: “Türkçe hocamız Enver Bey isminde çok sevdiğimiz ve kendisine büyük bir hürmetle bağlandığımız bir kişi vardı. Enver Bey her cumartesi günleri, öğleden sonra bizi Fenerbahçe’ye futbol oynamaya götürürdü. İki takım yapardı. Birinin ismi Fenerbahçe, diğeri de Sen Jozef olurdu. o devirde Abdülhamit korkusuyla kulüp ismini vermeye kimse cesaret edemezdi. Türk öğrenciler arasına yabancı ve yerli gayrimüslim öğrencileri doldururdu. Yıllar böylece pek çabuk geçmişti. 1907’de Nurizade Ziya Bey, Ayetullah, Bahriyeli Enver (Yazarın Notu: Necip Okaner’in ön adı Enver’di) ve Hakkı Beyler Fenerbahçe Kulübü’nü kurma girişiminde bulundular. Enver Hoca kulübün isminin Fenerbahçe olması konusunda ısrar ediyordu. Özel bir yaratılışta ve Avrupai zihniyette bir kişi olan Ziya Bey Reis oldu. Çok mükemmel İngilizce bilen Ziya Bey Moda’daki İngilizlerle derhal temasa geçerek kulübü geliştirdi.”

    Rüştü Dağlaroğlu Anlatıyor

    İki öğrencisinin aktardığı bilgilerin benzerini 1949 yılında Enver Yetiker ile yaptığı röportajdan sonra Öz Fenerbahçe Dergisi’nde yazdığı uzun yazıda dile getiren Rüştü Dağlaroğlu ise, onun kulübü kuran bir numaralı üye olduğunu ilan etmişti. Yazıda dikkat çeken iki konu vardı. Birincisi Enver Hoca’nın kulübün renkleri olarak kırmızı-beyaz’ı seçmeyi düşünse de bu renklerden “milliyet”i temsil ettiği için vazgeçerek Fenerbahçe çayırındaki papatyalardan esinlenerek sarı-beyaz’da karar kıldığıydı. İkinci konu ise kulübün idare heyeti seçilirken Nurizade Ziya Bey’in başkan olduğu, Enver Hoca’nın resmi bir görev almadığıydı. Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin gerçek kurucusu olduğunu öne süren bu görüşleri 4 madde ile özetleyebiliriz:

    – Saint Joseph’de öğretmenlik yaparken bir futbol kulübü kurma fikri Enver Hoca’ya aitti.

    – Enver Hoca, öğrencileri arasından birçok kişiyi kulübe kazandırmıştı.

    – Kulübün adı ve renkleri Enver Hoca tarafından belirlenmişti.

    – Enver Hoca, kulübün ilk idare heyetinde görev almamış,  sadece Fahri Başkanlık görevini yürütmüştür.

    Karşıt Görüşler ve 1 Numara Kim Sorusu

    Bu görüşlere karşı Necip Okaner’in 1952 yılında Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektuptaki ifadeleri koyabiliriz. Okaner mektubunda “Enver Bey’in kulüpte hiçbir zaman resmî olarak görev almadığını, kulübün kuruluşu ile bir alakası olmadığını” belirtmiştir.

    Bu görüşü paylaşanlardan biri de 2007’de yayınlanan Asr-ı Fener’in yayın kuruludur. Kitapta Enver Hoca’nın kurucu olduğunu söyleyen Nasuhi Esat’ın bu iddiasının diğer tanıklarca doğrulanmadığı, Nasuhi Esat’ın bu iddiayı ortaya atmasının sebebi olarak da kendisini Fenerbahçe’ye kazandıran kişinin Enver Hoca olması yazmaktadır. Kitaba göre Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişi Nurizade Ziya Bey’dir. Rüştü Dağlaroğlu’nun 1949 yılında benimsediği görüşünden vazgeçtiği de kitapta yer alan bir diğer ifadedir.

    Gerçekte Dağlaroğlu, 1949 yılındaki düşüncelerinden Necip Okaner’in 1952 yılında kendisine yazdığı mektuptan hemen sonra vazgeçmemiştir. Bunun en büyük kanıtı Enver Yetiker’in 1955 yılında ölümünün ardından Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı veda yazısıdır. Bu yazı “Fenerbahçe Kulübü büyük ve muhterem kurucusu ve 1 numaralı üyesini kaybetmiş bulunuyor” diye sonlanmaktadır.

    Fenerbahçe’nin tarihini 1957 yılında kitaplaştıran Dağlaroğlu’nun görüşünü Enver Yetiker’in ölümünden sonra değiştirdiği kesindir. Kapsamlı eserinde Enver Yetiker için “Öğrencilerinin Fenerbahçe’yi kurmasına içten yardımcı olmuş ve kulübün ilk üyeleri arasında yerini almıştır.” ifadesini kullanması görüşünü değiştirdiği tarihi belirlememizi sağlamıştır.

    Kitabını 1987 yılında, o yıla kadar genişleterek yeniden yayınlayan Dağlaroğlu, Bu kez Enver Yetiker’i kurucular sıralamasında 4.sıraya yerleştirmiştir. Yazılanlar ışığında Enver Hoca’nın kurucu olmadığını ileri sürenlerin görüşleri üç maddede özetlenebilir:

    – Enver Hoca’nın kurucu olduğu iddiası öğrencisi Nasuhi Esat Baydar’a aittir ve diğer tanıklarca desteklenmemektedir.

    – Enver Hoca, Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırarak kulübe katkı sağlamıştır.

    – Fenerbahçe’yi  iki arkadaşı ile beraber kuran Nurizade Ziya Bey, Enver Hoca’yı Fenerbahçe ile tanıştıran kişidir.

    Kulübün Enver Yetiker’e Bakışı

    Peki Fenerbahçe Spor Kulübü kurumsal olarak Enver Yetiker’e nasıl bakmaktadır? Bu sorunun yanıtı için bakmamız gereken ilk yer şüphesiz kulübün tüzükleri. Fenerbahçe’nin ilk tüzüğü 1913 yılında yazılmış ve içerisinde kurucuların isimlerine yer verilmemiş. 1923’te yazılan ikinci tüzükte ise kurucular kıdemlerine göre şu sırayla yer almıştır:

    1. Nurizade Ziya (Songülen)
    2. Enver Bey (Yetiker)
    3. Galip Bey (Kulaksızoğlu)
    4. Nasuhi Esat Bey (Baydar)
    5. Haccarzade Tevfik Bey (Taşçı)

    Şimdi de 2016 yılında kabul edilen kulübün son tüzüğünün 2.maddesinde yer verilen kurucuları sıralayalım:

    1. Ziya Songülen
    2. Ayetullah Bey
    3. Necip Okaner
    4. Asaf Beşpınar 
    5. Enver Yetiker

    İlk tüzük ile son tüzükte yer alan kurucular listesi arasındaki fark dikkat çekici durumdadır. 1923’te 2.sırada yer verilen Enver Bey, 2016’da 5.sırada kendine yer bulmuş gözüküyor. İki listenin de ortak tarafları Nurizade Ziya Songülen’in kurucular listesinde ilk sırada olması ve sırası değişse de Enver Hoca’nın her iki listede de yer almasıdır.

    Şüphesiz kurucular listelerindeki tutarsızlıklar, yıllara göre silinen ve eklenen isimler bambaşka bir araştırmanın konusu. Asıl konumuza dönecek olursak, Enver Yetiker’in kulüple 1949 yılına kadar kaynaklarda yer alan hiçbir teması olmamıştır. Bu tarihte ise Fenerbahçe Stadı’nın açılışında, açılışı yapan kişilerden biri olarak fotoğraf karelerine girmiştir. Enver Hoca’nın 1955’teki ölümünün ardından kulübün gazetelere verdiği ölüm ilanında kendisinden “Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi” diye bahsedilmiştir. Yüksek olasılıkla Rüştü Dağlaroğlu tarafından kaleme alınan bu ilan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kurumsal olarak Enver Yetiker’i son kez anmasıdır.

    Günümüzde resmi internet sitesinde yer alan tarihçede Enver Yetiker’den şu şekilde bahsedilmektedir: “Kulübün ismi, başkanı, amblemi ve formaları seçilmiş, mesele sadece formaları giyerek bu ismi tescil ettirecek 11 Türk gencinin bir araya getirilmesine kalmıştı. Bu konuda da en mühim rolü St. Joseph Mektebi Türkçe Öğretmeni Enver (Yetiker) Bey üstleniyordu.” Bu ifadeden, Fenerbahçe kurumsal tarih tezinin, önceki sayfalarda sözü edilen ikinci görüşe paralel olduğu; Enver Hoca’nın kulüp kuruluşundaki katkısının, takıma oyuncu bulmaktan öteye geçmediği anlaşılmaktadır.

    İstiklal Madalyalı Kurucu

    Enver Hoca’nın hayatının Fenerbahçe ile kesişmeyen yıllarında yaşadıklarını sıralayarak meselenin çözümleme bölümüne geçelim. Enver Bey, 1909 yılında müfettiş yardımcısı olarak Bulgaristan sınırına atandı. 1913 yılında girdiği sınavı kazanarak müfettiş oldu ve sırasıyla Trabzon ve İzmir’de görev aldı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı yılda görev yeri Sirkeci, görevi ise gümrük müdürlüğü idi. Anadolu’ya silah kaçırılmasında aktif görev alması sebebiyle 1938 yılında İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ölene kadar Kızıltoprak İstasyon Caddesi’nde yaşadı.

    Enver Hoca için yapılan tartışmalar ve yıllar içerisinde değişen değerlendirmeler böylece sona eriyor. Çalışmanın sonuç kısmında değerlendirmelerimizi aktaracağız.

    Sonuç

    Öncelikle  iki zıt görüşün düşüncelerinin tek ortak noktası Enver Hoca’nın Fenerbahçe’nin kuruluşunda öğrencilerini takıma kazandırmasıdır. İki yıl önce kurulan ve Galatasaray adını alan Mekteb-i Sultani futbol takımında top oynamaya başlayan Galip (Kulaksızoğlu) onun son sınıftaki öğrencilerindendi. Galip’in Galatasaray’dan ayrılarak yeni kurulan Fenerbahçe’ye gelmesinde Enver Hoca’nın payı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kuvvetli varsayımın yanında alt sınıflardaki öğrencileri Galip ile temas ettirerek Fenerbahçe için idman yapmalarını sağladığı dönemin iki tanığı tarafından teyit edilmiş bir gerçektir. Galip’in ortaokulu Mekteb-i Sultani’de okuduktan sonra liseye Saint Joseph’de başlaması ve kısa süre Galatasaray’da top oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye katılmasını “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar kurdu” şeklinde değerlendirmelere karşı Enver Hoca’nın kişiliği ve Saint Joseph’deki faaliyetleri, öne sürülecek kuvvetli bir olarak argüman olarak elimizdedir.

    Enver Hoca’nın Büyük Rolü

    Enver Hoca’nın gerçek kuruculardan olmadığını öne sürenlerin en etkili söylemi olan Nasuhi Esat Baydar’dan başka tanık olmadığı görüşü de Sait Selahattin Cihanoğlu’nun aktardıklarıyla çürümektedir. Kulübün adı, renkleri gibi daha detaylı araştırma ve farklı kaynaklardan onay gerektiren konular üzerinde olmasa da, takım oluşturma aşamasında Enver Hoca’nın katkısı konusunda şüphe yoktur. Özellikle Sait Selahattin’in ilerleyen yaşına rağmen berrak bir zihne sahip olduğu bilgisi, Enver Hoca’nın rolü hakkında yaptığımız değerlendirmelere dayanak olmuştur.

    Mektup

    Her iki tanığın da Saint Josephli olması sübjektif değerlendirme yaptıkları şüphesini doğursa da, son tüzükte adları sıralanan 5 kurucudan sadece Necip Okaner’in Saint Joseph ile ilgisi yoktur. (Okaner’in 1952’de Rüştü Dağlaroğlu’na yazdığı mektup düşünüldüğünde bu ayrıntı daha da önemli hale gelmektedir. Bugün Dağlaroğlu Ailesi’nde bulunan mektubun deşifre edilmesi konunun açıklığa kavuşması için önemlidir) Dolayısıyla Fenerbahçe’nin, kurulduğu semtin bu en büyük okulu ile inkar edilemez bir bağı vardır. Kulübün kuruluşundan kısa bir süre geçtikten sonra başlayan Meşrutiyet dönemi ve devamında İttihat ve Terakki rejiminin de etkisiyle zayıflatılmaya çalışılan bu bağ şüphesiz okulun Fransız misyonunu temsil etmesinden kaynaklanmaktadır.

    Fenerbahçe Tarihinin En Önemli Noktası

    Meşrutiyet devrinin temellerini atan Jön Türkler’in başat aktörlerinden Mizancı Murat’ın yakın geçmişte verdiği tarih derslerinin etkisinin sürdüğü bir ortamda Mülkiye’den mezun olan Enver Hoca’nın yabancı bir misyon okulunun içinde, devletin görevlendirmesiyle başladığı görev sırasında, üstelik yabancıların çoğunlukla yaşadığı bir semtte, birkaç Müslüman Türk öğrenci ile bir kulübün altyapısını oluşturması Fenerbahçe Tarihi’nde öne çıkarılması gereken en önemli noktadır.

    Enver Hoca’nın bir Türkçe öğretmeni iken beden eğitimine verdiği önem, birlik beraberlik ve yardımlaşma üzerine yaptığı vurgular ve modernist bakış açısı dönemin ruhunu yansıttığı gibi; kulübün fikri altyapısının oluşmasına da etki etmiştir.

    1923 Tüzüğünde sıralanan kurucular listesi şüphesiz hatalıdır. Ancak ilk iki sırada yer alan Nurizade Ziya Bey ve Enver Bey isimleri bu hatalı sıralamanın içerisinde doğru yerleştirilmiş iki isimdir. Kulübün maddi ihtiyaçları, 1903 yılında Saint Joseph’den mezun olduktan sonra eğitimini İngiltere’de tamamlayıp yurda dönen Ziya Bey tarafından sağlanmış, Enver Hoca ise kulübe insan kaynağı bulmuş, öğrencilerini kulübe yönlendirmiştir. Ziya Bey’in gerek maddi gücü gerekse popüler bir kişi olması bu görev dağılımında etkili olmuştur. Kulübün kuruluşunda yer alan bu iki isim, tıpkı diğer kurucu Necip Okaner gibi kuruluştan 1 yıl sonra kulüp yönetiminden ayrılarak bir daha aktif  görev almamışlardır. Bu ayrılışlar ve kulübün girdiği bunalım, tamamlanacak olan çalışmamızın içerisinde detaylarıyla analiz edilecek konu başlıklarından biridir.

    Barış Kenaroğlu


    Fotoğraflar

  • Vizörün içindeki Kuşdili

    Vizörün içindeki Kuşdili

    İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (Suna ve İnan Kıraç Vakfı) arşivinden muhteşem bir Kadıköy fotoğrafı çıktı. İlk gördüğümüz andan beri “Vizörün içindeki Kuşdili bize ne anlatıyor?” sorusunu sorduk ve tabii ki en güzel yanıtı Alican Küçükcan ağabeyimizden aldık. Muhteşem bir fotoğraf ve bir o kadar muazzam bir yazı… “Keyifli okumalar” demeden önce belirtmeden geçmeyelim; fotoğrafın bulunduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim beyefendiye saygılarımızla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bir Ressam ve Bir Düş

    Bahariye’de, bir köşkün cihannümasından Kuşdili, Hasanpaşa ve Acıbadem’e baktığımızı düşlüyorum, hani derler ya! uyandığında gerçekmiş hissi veren bir düş. Önümüzde uzanan görüntü hünerli bir ressamın elinden damlamış adeta. Her fırça darbesi bin bir özenle vurulmuş tuvale: 

    Buradan Karacaahmet’e kadar uçsuz bucaksız servi ormanının hışırdadığını biliyoruz. İlerisi göz görebildiği yere kadar hep mezarlık. Kuşdili çayırında eğlenenler hayatla ölümün sınırında olduklarını hiç düşünmüyorlar. Gülüyor, söylüyor, top oynuyorlar. Daha geçen hafta pazar günü Moda Futbol Kulübüyle, İngiliz Bahriyelileri İmogene kıran kırana bir maç yaptılar burada. Bu hızlı gösterinin galibi 1-0’lık sonuçla Moda oldu.. 3000 meraklı, kalesinde nefis plonjonlarla birçok şutu kurtaran Alex Sophiano’yu çılgınca alkışladı. Sophiano,hakemin  düdüğünden sonra omuzlarda taşındı. 

    Solumuzda uzanan ahşap denizinin altındaki Kuşdili çayırında sadece top oynanmadı. O geniş alan,  Kadıköylülerin hava almaya çıktıkları, ağır faytonların, ıhlamur ağacından yapılma geniş landoların cirit attıklarını, çayırda kurulan panayırda, şimdi tarih olmuş şerbetçilerin, kağıt helvacıların, muhallebicilerin, baloncuların ceplerinin şiştiği, yeldirmeli, maşlahlı güzellerin boy gösterdikleri, kısaca Kadıköy havalisinin eğlendiği geniş bir seyran yeri olmuştur. 

    Fenerbahçe Lokali

    Bu resim geçen yüzyılın başlarına ait. Tam da, Üsküdar kumandanı Bedirhani Ali Şamil Paşa, erkekleri Kuşdili’ne, kadınları Yoğurtçu’ya  pay etmeye uğraşıp, feryadını kimseye dinletemediği günler. Çayırın Kurbağlıdere kıyısına Galatalı Hamdi Reis’in çalgılı gazinosu kurulacak. Hamdi, evvelinde Galata’da kumar kahvesi işletmiş, Abdülhamit’in meşhur yaveri Fehim Paşa’nın adamlarından. Bu gazinonun yanında birkaç yıl sonra Fenerbahçenin lokalini göreceğiz. 

    Lokal bahçe içerisinde ve iki katlı olacak. Fotoğrafta yerleri boş ama, dış kapıdan girince sağ tarafındaki açıklığa tenis kortları yapılacak sonrasında. Bina inşa edildiğinde dereye bakan kapısı, köşede piyanosu olan, maroken koltuklu genişçe bir salona açılacaktır. Solda iç içe olan iki soyunma odasında, Zeki Rızalar, Alâlar, Kadriler çubuklu formalarını giyecekler. Suat, karbeyaz pantolununu, tişörtünü giyip, kortta raket sallayacaktır. Üst kattaki müzede kupalar, resimler ve hatıraların çerçevelenmiş halleri duracak. Fenerbahçe Kulübünün minnetsiz idmancısı, sarı lacivert forma altında bütün sporları yapmaya ve yaymaya çalışmış; kayıkhanede sandalları kalafatlayacak, korttaki fileleri eliyle örecek kadar fedakar Fenerbahçeli Galip, 6 Haziran 1932 günü lokal yandığında en çok gözyaşı dökecek olan sporcu olacaktır. 

    Fenerbahçe Lokali, alevlere teslim olmadan önce ulvi bir görev için koluna pazubant takmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya silah ve cephane sevkinin yapıldığı bir istasyon, Cumhuriyet yolunda ise önemli bir ‘yapı’taşı olmuştur. Ulu Önderin lokali ziyareti bu binada yaşanmış önemli dakikalardandır. 1920 yılında Hamit Hüsnü’nün lokalin yanına yaptıracağı kayıkhanede çok sayıda kürekçi filizlenecektir. 

    Fenerbahçe futbol takımı bu fotoğrafın içindeki sahalarda oyununu geliştirdi. Üzerine seneler sonra Dereağzı tesislerinin kondurulacağı Kördere Çayırı, Kurbağlıdere’nin hemen yanındaki Gemici çayırında Fenerbahçe idmancılarının izleri vardır. 

    Papazın Bahçesi

    Resmin sağ gerisinde, fotoğrafçı vizörünü biraz daha çevirseydi Kadıköy’ün ‘ehli diller yatağı’ denilen Papazın Bahçesini görecektik. Orası, doğanın yeşil sessizliğine meftun Ahmet Rasim’in müdavim olacağı, ağaçlar altında bir cennetti. Bahçeye bahar akşamları bülbül dinlemeye gelen çok olurdu. Ahmet Rasim orda etrafına şair Andelip, Eyüplü Neş’e, Muhsin, Borazan Tevfik, Ayı Raşidi toplar, alem yapardı. Papazın Bahçesinde bülbül sesi dinleyenler,  birkaç sene sonra, bahçenin hemen yan parseline yapılacak sahada, Fenerbahçeli sporcuların futbol sahasında icra edecekleri ahenkli sesleri duyacaklardı. Kurbağalıdere’nin doğusunda kalan bu alan vaktiyle Kardinal Andon Hassunyanın uhdesinde olduğu için bu ismi almıştı. 

    Fotoğrafın tarihinin 1905 civarı olduğunu tahmin ediyorum. Aşağıda, Kurbağlıdere yolunda,  bir sene kadar sonra 1906’da Göztepe istasyonunda vurulan Şehremini Rıdvan Paşa’nın katilleri yakalanacak ve apar topar Selimiye kışlasına götürülecekler. 

    Kurbağlıdere çayırında top peşinde koşanlar bu derdestten habersiz birçok maç yaptılar. Eski başkentin ilk futbolcularını şehire tanıtan La Fontaine’in Kadıköy Futbol Kulübü, “Harrier” denizcileriyle bu sahada yaptıkları sıkı gösteri maçı üzerinden yıllar da geçse de hep anılmıştır.

    Kadıköylüler 

    Ünlü besteci, Fenerbahçeli futbolcu Cafer Çağatay’ın babası Ali Rıfat Çağatay Yoğurtçu Köprüsü’nü geçince sol kolda kalan bir eve taşınalı bir sene bile olmamış daha. Köprü, fotoğrafın ortalarında beliren ahşap haliyle karşımızda.. Derenin iki yakasını kavuşturan ilk gerdanlık 30’lu yıllarda betona dönecek. Köprü, üzerindeki parke zemini, tramvay rayları, kendine hiç de yük olmayan, sırtından atladıktan sonra Bostancı’ya dek gidecek motrislerle eşsiz görüntüler verecekti. Kadıköy kumluktan kalkan tramvay arabalarına binip, bu civarda araçtan ineceklerden biri de (Ceylan) Bedri olacaktır. Bedri, sırasıyla Papazın çayırı, Silahtarağa, Union Kulüp, İttihadspor, Fenerbahçe Stadı isimleriyle bilinecek stadın tam karşısında oturacaktır. Futboldan sonra mesleği dişçiliğe dönecek, ilk milli maçımızın sol açığı Bedri’nin muayenehanesi Altıyolağzı’nda eskiden postahane olarak kullanılan sarı bir binadaydı. Binanın mimarı ilk futbolcularımızdan meşhur Hasan’ın babası Mehmet Ağaydı. 

    Fondaki yükselti Çamlıca tepesi.. İrtifa kaybederek yaklaşınca, Acıbadem’deki ortodoks kilisesinin apak halini farkediyoruz..Hemen sağında, pek seçemesek de :)  Kadıköy sularının çıktığı kaynak Üçpınar var. Abdülhamidin Başhafiyesi Ahmet Paşa’nın Peynirci Çiftliği denilen arazisinden geçen üç derecikle kucaklaşıp, Gazhane üzerinden Kadıköy çeşmelerine ulaşıyor bu ‘ab-ı hayat’.

    Bu hayat suyundan içenlerden biri de “Black Stocking” takımının ilk ve tek maçında  on birde kendine yer bulabilmiş  Sinekemani Nuri’dir.. Üstat, Namık Kemal’in küçük kardeşi Naşid Bey’in kızıyla evlidir. Fotoğrafçı, panoramik görüntü için makinesini ayarlarken Nuri belki de, Yoğurtçuçayırı caddesi 40 numaralı evinde, göğüse yaslanması sebebiyle ‘sinekeman’ adını almış kemandan battalca aletini çalıyordur. Ömrünü jimnastiğe ve musikiye  adamış olan Nuri Bey kalben Fenerbahçeliydi. Türk Sanat Musikisi’nde dev bir isim olarak kabul edilen, sarı lacivertlilerin ele avuca sığmaz sağ açığı Münir Nureddin ise Yoğurtçu çayırının karşısındaki evde oturmaktadır. 

    Fotoğrafın kadrajında kanat çırpan, buradayım diye uçuşan epeyi ayrıntı olduğu malum, onları da başka bir Kadıköy klişesi altında yakalar, konuştururuz efendim; sağlıcakla…

    Alican Küçükcan

    Vizörün içindeki Kuşdili
  • Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi

    Fenerbahçe tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Kayacan kardeşlerin büyüğü (ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan‘ın ağabeyi) Doktor Hamit Hüsnü Kayacan, vefatından bir süre önce Öz Fenerbahçe dergisine verdiği röportajda, Fenerbahçe’ye gelişini ve kulübün Kuşdili Lokali‘ne geçişini hikaye etmiş. Muhtemelen aklınıza “Bunun neresi bir Kadıköy hazinesinin aralanan sır perdesi oluyor?” suali gelmiştir. Haksız sayılmazsınız. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri‘nde, Fenerbahçe Kulübü’nün Hazine-i Hassa’dan kiraladığı ve yangın felaketine kadar 18 sene boyunca ikamet ettiği bu muhteşem binaya dair, yeni bir belge ortaya çıktı. Aşağıda önce Hamit Hüsnü Bey’in hatıratını, sonra da kıymetli tarihçimiz Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonu ile Padişah V. Mehmed’in iradesini göreceksiniz. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Sevgisi

    1308 (miladi 1892) yılında Mekteb-i Tıbbiye’den neş’et ettikten sonra, ertesi sene rahmetli arkadaşım Hakkı Şinâsi Paşa ile birlikte irade-i seniye ile Almanya’ya gönderildik. Almanya’da uzun süren bir tahsil ve ihtisastan sonra memlekete avdette Bâbıâlide İbrahim Nazif’in eczahanesinin üzerinde bir muayenehane açarak tabipliğe başladım.

    Spora karşı öteden beri içimde engin bir sevgi vardı. Bu arada biraderim Fuat ile birlikte Galatasaray Kulübü’ne intisap ettik. Fuat futbol oynuyordu. Ben de idareci oldum. Hatta Galatasaray’ın yurt dışına yaptığı ilk Macaristan seyahatinde kafile reisliğini ben deruhte ediyordum.

    Memleket dışına ilk defa çıkan Galatasaray’ın bu seyahatinden dönüşte, hâlen zahire borsasında bulunan sevgili ahbabım Yahya Berkî bir gün muayenehaneme geldi. Dereden tepeden konuşurken, bana : “Bugün gel seni bir yere götüreyim” dedi ve beraberce çıkarak Kadıköyü’ne geçtik. Yahya beni Altıyolağzı’nda, iki sokağı birleştiren, müselles şeklindeki bir evin tavan arasına çıkardı. İşte burası Fenerbahçe kulübü idi.

    Genç Fenerbahçeliler beni büyük bir samimiyet ve hürmetle karşıladılar. O gün geç vakite kadar oturduk, çay içip sohbet ettik. Bu yuvanın sıcak havası üzerimde silinmez bir intiba bırakmıştı. Evim Erenköy’de olduğu için, her akşam muayenehaneden eve dönerken bu tavanarasına uğruyor ve Fenerbahçelilerin arasında tatlı saatler geçiriyordum.

    Yeni Lokale Geçiyoruz

    Bir gün Fenerbahçeliler bana bu samimi yuvanın reisliğini teklif ettiler. Bu vazifenin daha imtiyazlı bir şahsa verilmesi icabettiğini söyleyerek bu samimi teklifi reddettim ve Fenerbahçe Kulübü’nün riyasetine gelmesi için Erenköyü’ndeki evimin komşusu Nafıa Nazırı Hulusi Bey’den ricada bulundum. Hulusi Bey bu ricamı kabul ederek Fenerbahçe’nin fahrî reisliğini üzerine aldı. Ben de Galatasaray’dan istifa ederek Fenerbahçelilerin arasına katıldım.

    Zaman geçip gidiyor, Fenerbahçemiz daima olarak inkişaflar kaydediyordu. Âza adedi de günden güne artmakta olduğundan, Altıyolağzı’ndaki müselles evin tavanarası bize dar gelmeye başlamıştı. Yeni bir lokale ciddi olarak ihtiyacımız vardı. Bu arada Kurbağalıdere üzerinde bir binada bulunan Uhuvvet Kulübü’nün iki odasının boş olduğunu haber aldık. Biri altta, diğeri üstte olan bu iki oda muvakkat bir zaman için bizim ihtiyacımızı karşılayabilecekti. Oraya taşındık.

    Lâkin, taşındıktan birkaç gün sonra bütün âzada bir adem-i memnuniyet başgösterdi. Zira bu Uhuvvet Kulübü denilen yer bir kumarhane gibi bir şeydi. Fenerbahçemizin bir kumarhane ile aynı çatı altında bulunması hiç de hoş bir şey değildi. El altından sondajlara başladım. Ve öğrendim ki Hazine-i Hassa’nın maçı bulunan bu binanın müsteciri bulunan Uhuvvet Kulübü kontrat müddetini hayli geçirdiği halde taksitlerini ödememişlerdir.

    Bir Hal Çaresi Kendini Gösteriyor

    Bu hal, Uhuvvet Kulübü’nü buradan çıkarmamıza yarayacaktı. Zihnim hep bu mesele ile kurcalanmaya başladı. Bir gün muayenehaneme bir hasta geldi. Kendisini muayene ettikten sonra, hasta defterine ismini kaydettirmek için sordum :

    • İsminiz?..
    • Ahmet.
    • Ne işle iştigal ediyorsunuz?..
    • Hazine-i Hassa hukuk müşaviriyin..

    Birdenbire sevincimden çıldıracaktım. Ahmet Bey de bir şey anlamamış tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. Hemen kendisini iskemleye oturtarak ben de karşısına geçtim ve Uhuvvet Kulübü’nün hikayesini uzun uzadıya bütün teferruatı ile kendisine anlattım. Çarşamba günü kendisine gelmemi söyleyerek gitti. Çarşamba’yı iple çektim ve randevu saatinde gittim.

    Ahmet Bey’den Allah razı olsun, çok kolaylık gösterdi ve alâkadar oldu. Usulen müzayede yapılması icabettiği halde bu işi müzayedesiz hallediverdi. Lâkin kontratın bir şahsın üzerine yapılması icabediyormuş. Bilâtereddüt senede 80 altın lira üzerinden kendi üzerime kulübü kiraladım. O zamanki kazancım çok şükür yerinde idi. Avrupa’da ihtisas yapmış olmam dolayısıyla muayenehanem dolup taşıyordu. Bu parayı kendim seve seve verdim.

    Kontratı cebime yerleştirdikten sonra muayenehaneye bile uğramadan soluğu doğruca kulüpte aldım. Erken gelişim çocukları hayrete düşürmüştü. Hepsi hayretlerini izhar ettiler. Cebimden kontratı çıkarıp gösterdiğim zaman hepsi yerlerinden zıpladılar ve boynuma sarıldılar. İşte bu manzara benim için milyonlarca altından daha kıymetli idi.

    Bu bayram sevinci yatıştıktan sonra Uhuvvet Kulübü idarecilerine gittim ve kontratımı göstererek artık binayı tahliye etmeleri lazım geldiğini ileri sürdüm. Şiddetle reddettiler ve çıkmayacaklarını söylediler. Bu vaziyet karşısında Kuşdili karakoluna şikayette bulundum ve üç gün içinde polis marifetiyle tahliye olundular. Yalnız o kadar kızmışlardı ki çıkarken binada ne cam bıraktılar, ne çerçeve. Hatta bahçedeki demir parmaklıkları bile söküp götürdüler. Artık koskoca bina tamamen bizim, yani Fenerbahçe’nin malı olmuştu.

    Bütçe Meselesi

    Kulübün altındaki gazinoyu da 25 Lira kira ile yine koyu bir Fenerbahçeli olan Hamdi’ye kiraladık. Bütçemiz çok zayıftı. Bu yüzden paraya ihtiyacımız vardı. Bu müşkül içinde çırpınırken bir gün Hazine-i Hassa’dan bir protestoname aldık. Ahkâmı kontrata binaen kulübün tahliyesi isteniyordu. Bu vaziyet karşısında derhal soluğu Ahmet Bey’in yazıhanesinde aldım. Meğerse gazinoyu Hamdi’ye kiralamamız buna sebep olmuş.

    Ahmet Bey’le birlikte tekrar komisyonlara, heyetlere girdik çıktık ve neticede yine kontratı üzerimizde bıraktık fakat bu sefer senelik 80 altından 100 altına çıkmıştı. Bizi bir düşüncedir almıştı. Bu bir servetti, bunu nasıl verebilecektik?.. Çocuklar bol keseden : “Ben 3 Lira veririm, “Ben 5 Lira veririm” diye atıyorlardı. İçlerinde en ateşlileri, Allah gani gani rahmet eylesin Galip’ciğimdi. Kendilerine:

    • Çocuklar“, dedim; çok vaadedip hiç vermemektense az vaadedip vermeyi tercih edin…

    Bir gün Sultan Reşad’a yapılacak bir konsültasyon için Yıldız Sarayı’na gitmiştim. Orada aziz dostum başmabeyinci Tevfik Bey’e rastladım. Kendisine vaziyeti anlattım. Huzura girdi ve yarım saat sonra dışarı çıktığı zaman yüzü gülüyordu :

    • İrade-i seniye ile mezkûr bina senede 40 altından 10 sene müddetle Fenerbahçe Kulübü’ne kiralanmıştır. Keyfiyet Hazine-i Hassa’ya bildirilecektir. Haydi sen kalk git de çocuklara müjdeyi ver..” diyordu.

    Hamit Hüsnü Kayacan


    Ve işte Barış Kenaroğlu’nun transkripsiyonunu yaptığı o evrak; yani Padişah’ın iradesi… Fenerbahçe tarihini çok seviyoruz.

    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi
    Bir Kadıköy Hazinesinin Aralanan Sır Perdesi… Kuşdili’nde Hazine-i Hassa’dan kiralanan ebniyede teşkil edilen Fenerbahçe Spor Kulübü’nün mevcudiyetini sürdürebilmesi ve beklenen hizmeti verebilmesi için kira bedelinin yarıya indirilmesi ve mukavele müddetinin uzatılmasına dair kulüp heyet-i idaresine ait talebin uygun bulunduğu.

    Hazine-i Hassa-i Şahane – Tahrirat Kalemi – Aded 88

    Ümid-i istikbal olan gençlerin fikren olduğu mertebeye bedenen de kavi yetişebilmelerini temin için 1 mart 1331 tarihinden itibaren üç sene müddet ve senevi seksen lira ücret ile kuşdilinde hazine-i hassadan isticar edilen ebniyede teşkil olmuş olan Fenerbahçe Spor Kulübünden intifa edilen hıdemat-ı müfide ve mühimmenin istihkakı muhtelif şubeler küşadına ve levazım-i esasisinden madud olan alet ve edevatın atide tedarikine mütevakıf olup halbuki mezkur kulübün idame-i mevcudiyeti için erbab-ı hamiyet tarafından verilmekte olan ianat-ı cüziyyeden mütehassıl varidatın bir kısm-ı mühimi bedel-i icara ita edilmekte olunması kısmının temin-i maksad mümkün olamamakta olduğundan sebeb ile saye-i füyuzat-vaye-i hazret-i padişahiden kulübçe bu hususa arz ve ifa edilmekte olan mesere-i sa’i ve ikdamın pek müfid neticelere mazhar buyurulması içün  bedel-i icarın kırk liraya tenziline ve kulübçe ihtiyac ile münasib tadilat ve tevsiatın  vücuda getirilmek üzere müddet-i mukavelenamenin dahi sekiz sene daha temdidine delalet edilmesi kulüb-i canibden hazineye verilen arzuhalde istida olunmuş ve hakikaten mezkur idman kulübü tarafından memleketimizde terbiye-i bedeniyyenin inkişaf ve intişarı zımmında ibraz edilen hıdemat paye-i mühim olup işbu hizmetin daire-i istifadesi bir kat daha tevsi ve hamiyet-i idarenin bu babdaki hem gayretlerini de teşvik için müsteda-i vakıanın tervici muvafık görülmekte bulunmuş ise de emr ü ferman-ı hümayun cenab-ı tacidar-ı her ne ü ca ile şeref müteallik buyuruluyor ise de mantuk-ı feyze tevfik-i hareket-i muhat-ı alem-i abd bu babda emr ü ferman hazret-i men’ül lehmindir.

    25 Receb 1333 / 26 Mayıs 1331 Hazine-i Hassa Müdür-i Umumisi

  • Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu

    Nasuhi Baydar‘ın Öz Fenerbahçe yazılarına devam ediyoruz. Sırada Fenerbahçe’nin 1 numaralı üyesi Enver Yetiker var. Nasuhi Bey “Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey” diyerek bu idealist öğretmeni yâd etmiş. Bu arada kuruluş tarihine de bir yorum katmış. Fakat 1913 tarihinde yazdığı “Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi“nde yine kendisi 1907 yılını telaffuz ediyordu. Türk spor tarihi yazılırken kaynakların eskiden yeniye doğru taranması böyle durumlarda işe yarıyor işte. Her zaman için daha eski olan, daha muteberdir… Muhtemelen takvim geçişlerindeki mutad hatalar nedeniyle 1907 değil 1908 şeklinde belirtilmiş. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Yıkılma Devrinde Bir Kurucu Hoca Enver Bey

    Ufak tefek, elmacık kemikleri çıkık, kılığı itinasız, ilk bakışta dikkati çekmeyen bir adamdı. Fakat kara gözlerini gözlerinize diktiği ve söz söylemek için etlice dudaklarını oynattığı anda şahsiyetinin sihrine kapılırdınız.

    Saint-Joseph Koleji’nde Türkçe hocamız Enver Bey’i, evde ve sokakta sık rastlamadığımız insanlardan olduğu için, çok beğenir ve severdik. Bilgisi genişti. Derhal prensiplere intikal eden bir zekası vardı. Her şeyin “Niçin”ini araştırdığı, bulduğu ve kolayca anlattığı için her bilmediğimizi kendisinden öğrenebileceğimizi düşünürdük.

    Bir gün derste, arkadaşlardan biri söz istedi:

    • Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin başlarını kesenler ve bunları birbirine atarak oynamışlar; top oyunu da böylece zuhur etmiş, ve bunun için, top oynamak günahmış, doğru mu? dedi.

    Yaman bir psikolog olan, bize daima itidal tavsiye eden, her fikrini bir ayetle, bir atasözü ile, bir kısa hikaye ile telkin yolunu tutmuş olan Enver Bey’in o günkü hiddeti görülecek şeydi:

    • Topu kesik başa benzetenlerin kafaları kopsun! diye söze başladı ve “Oyun çocuklarla gençlerin başlıca haklarındandır; çocuklarına oyunu yasak edip onların hareket ve faaliyetini haylazlık ve terbiyesizlik sayan milletler ölüme mahkumdur. Medeni dünyanın gençleri top oynuyorlarsa siz de top oynayın, bunun aksi gerilik ve bedeviliktir” derken susuverdi: Sultan Hamit saltanatının son demleri idi.

    Bir iki hafta geçmedi, Enver Bey güvendiği birkaç talebesine, “Fenerbahçe” adıyla kurulmakta olan futbol kulübüne girmelerini tavsiye etti. Sınıfımızın en yaşlısı olan Galip’le temas edecektik. Galip de bizi, bir tatil günü, Fenerbahçe’ye gidip egzersiz yapmak üzere, Moda İskelesi’nde buluşmaya davet etti. Orada kulüp idare heyeti ile tanıştık : Nurizade Ziya, Hasan, Ayetullah, Bahriyeli Necip, Hintli Asaf Beyler, bize nispetle yaşlı başlı adamlardı. Fenerbahçe’de, fenerin önündeki genişlikte, “Kadıköy Kulübü”nün iki meşhur oyuncusu, Hasan ve Hüseyin’le Enver Bey’i bulduk.

    İngiltere’den yeni getirilmiş olan sarı ve beyaz yollu kulüp formalarımızı Ziya Bey dağıttı. İki takım halinde karşı karşıya dizildiğimiz zaman Enver Bey ortada yer aldı. Ve bize, futbolun içtimai faydalarından, takım ruhundan, birbirine yardımın her dinde esas olduğundan, yakın zamanlarda tesanüd ihtiyacını şiddetle hissedeceğimizden bahsederek topa ilk vuruşu yaptı. Fenerbahçe kulübü, memlekette yeni bir devir başlamak üzere iken, gençlerin birbirini tutmaları, sevmeleri, kuvvetlenip neş’elenmeleri maksadile 1908 ilkbaharında, Hoca Enver Bey tarafından kurulmuştur.

    Nasuhi Esat Baydar

  • Fenerbahçe’nin Yanyalı Futbolcusu Şefkati

    Fenerbahçe’nin Yanyalı Futbolcusu Şefkati

    Nasuhi Baydar bu defa akrabalık bağları açısından da önemli bir ismi, Fenerbahçe’nin Yanyalı Futbolcusu Şefkati Bey’i anlatıyor. Sadrazam Talat Paşa’nın kayınbiraderi Şefkati, ilk futbolcularımızdandı. Keyifli okumalar…


    Osmanlı İmparatorluğu acayip bir topluluktu. Bu toplulukta her kavim kendi diliyle konuşur, kendi geleneğine göre yaşardı. Din, aslında sağlam olmayan bu yapıyı -ancak zamanın şartları sayesinde ve geçici olarak- ayakta tutan kıvamı kaçmış bir harçtı. Müslüman Şefkati de, çocukluğunda, tahsil için gönderildiği İstanbul’da, Türkçe’yi Yanya kıyılarında söylenildiği gibi telaffuzdan bir türlü kurtulamamıştı. Saint Joseph Koleji’nde, akşamın geç saatlerine kadar devam eden Türkçe dersinde, etrafa karanlık çöker çökmez, havagazı lambasını yakmaya, nedense, hep o talip olur, gırtlaktan gelen kalın ve hırıltılı sesiyle sorardı :

    “- Hocayfendi, lambayı yaktırttıtatırayım mı?”

    Bizler de bu sese ve bu sual tarzına gülerdik. O zaman Şefkati kızarır, ırkına mahsus palavracı tavriyle, beş parmağını birbirinden ayırarak hepimizi tokatlamaya hazır kocaman elini gösterirdi. Bizler, bu tehdit karşısında omuz silkince, hiddetlenenlerin nefislerini sabır ve sükuna zorladıkları zaman kullandıkları ayetlerden birini (bilmem, nereden öğrenmişti) mırıldayarak, başını iki yana sallaya sallaya, yerine oturur ve hepimize küserdi.

    Şefkati, Yanya zenginlerinden Hulusi Bey’in oğlu idi. Babasından her ay ona bir avuç altın gelir, o da bu parayı gelişigüzel harcar, bir kısmını da ilk günlerde girmiş olduğu Fenerbahçe Kulübü’nün ihtiyaçlarına tahsisten zevk alırdı. Hem cömertliğinden, hem dinamik oyunundan, hem de temiz arkadaşlığından dolayı Şefkati’yi çok sever, kendisiyle tahammülü nispetinde şakalaşırdık.

    Otomobil Nuri’den önce, takımın sağ açığı Şefkati idi.

    Vücudu kuvvetli, oyunu sertti. Karşısındakini çalımla, driblingle geçemeyince kuvvetinden faydalanmaya kalkar, ceza vuruşuna sebep olur, bu sefer hakeme kızar, kalın sesiyle Rumca bir şeyler söyler, kaptanın (Galip’in) ihtarıyla karşılaşırdı:

    “- Şefkati, seni bir daha oynatmayacağım”

    “- Oynatmazsan gebermem ya!”

    “- Sus, Şefkati!”

    “- Sustum!”

    Susarken de bir daha söylenmeyeceğini dudaklarına elini götürüp işaretle anlatır, fakat vâdini biraz sonra unuturdu.

    Galip, Fenerbahçe’nin yumuşak üsluplu oyununa alıştırmak için en çok Şefkati ile uğraşmış, buna muvaffak da olmuştu. Öğretim sistemi şu idi: Şefkati’nin beğenmediği hareketlerini egzersizlerde fazlasıyla kendisine tatbik ederdi. “Karşındakine çarpıyordun, çarpınca rakibin bu hale geliyor” der, ve çivi gibi vücuduyla çarpıp onu yere sererdi. “Oyunda durmadan söyleniyorsun, arkadaşlarını da seyircilerini de rahatsız ediyorsun” der ve yüzünü Şefkati’nin yüzüne yaklaştırarak ve onun mimiğini taklit ederek söylenir, bağırırdı.

    Galip’in Elinde Yumuşayan Fenerbahçe’nin Yanyalı Futbolcusu Şefkati

    Şefkati, bir iki sene içinde, sakin olduğu kadar çevik, becerikli olduğu kadar nazik bir futbolcu haline geldi. Bunda iyi niyetinin, kendini terbiye etmek azminin de büyük hissesi vardı. Mesela, hatırlarım, hiç ağzına koymadığı viskiden, bir toplantıda, üç kadehi ardı sıra yuvarlayıp iradesini kaybedince, alaylarına maruz kaldığı Galip’i, küçücük tırnak çakısıyla güya vurmaya kalkışmıştı :

    “- Artık geberteceğim, Galip’i! diyordu.

    Ertesi gün aklı başına gelip de hadise kendisine anlatılınca:

    “- Bre tövbe, dedi, içmeyeceğim bir daha bu coni içkisini! ve içmedi.

    Şefkati rahmetli Sadrazam Talat Paşa’nın kayınbiraderi idi. Birinci Cihan Harbi sonunda Paşa gibi, o da ortada görünmez oldu. Sonra, İkinci Cihan Harbi başında, Şefkati’ye Fenerbahçe Stadı’nda, büyük bir maçta rastladım. Denizyollarında küçük bir memuriyet kabul etmiş, genç bir kızla evlenmiş, Kalamış’ta oturuyordu. Kendine has heyecanıyla boynuma sarıldı. Evini ziyaret etmemi ısrarla istedi. Hatta gün tayin etti. Fakat, ikinci buluşmamız mukadder değilmiş; Bir kalp sektesinden göçüp gitti.

    Oh, benim hafif ruhlu çocukluk arkadaşım, kabrinin berisinde, bilsen seni nasıl için titreyerek anıyorum!

    Nasuhi Baydar

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

    17 Mayıs 1942 tarihli “Vatan” gazetesinde, “Bir Fenerbahçeli” imzasıyla 35. yılında Fenerbahçe’nin kuruluş hikayesi yer almış… Böyle yazılar, unuttuğumuz insanları hatırlamak açısından önemli. Her bulduğumuza burada yer vereceğiz. Huzurlarınızda, Bir Fenerbahçeliden kuruluş hikayesi. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kadıköy’den Doğan Güneş

    1907 yılında idi. Türk spor semasında bir güneş doğdu. Kadıköy gençliği başlarında Ziya Nuri, Ayetullah, Enver, Asaf, Yahya olduğu halde Türk spor tarihinde şerefli sayfalar açan, bugün başlı başına bir tarihi olan Fenerbahçe’nin temelini attılar. Bu temiz yuvayı kurdular.

    Fenerbahçe’nin ilk kuruluş günlerinde büyük zorluklara rağmen yılmadan çalışan gençler, her türlü müşkülatı yendiler ve memleket sporuna bu eşsiz denecek yuvayı sarsılmaz bir cemiyet haline getirdiler.

    Fenerbahçe ismini Kadıköyü’nün, o tabiatın bütün güzelliklerini bir araya getirmiş Fenerbahçe’den, renklerini de o zümrüt çayırları süsleyen baharın ilk çiçeği papatyanın sarı-beyaz renginden aldılar.

    İşte bu arada merhum Galip’i, Fuat Hüsnü’yü, meşhur Hasan’ı, Hamit Hüsnü’yü, Tevfik Haccar’ı, Hasan Kamil’i, Kemal Aşki’yi, Mustafa Elkatib’i, Sait Selahattin’i, Yahya’yı Fenerbahçeliler arasına karışmış görüyoruz.

    Birinci Dünya Savaşı

    Fenerbahçe Umumi Harp’ten evvel çok sıkıntı geçirdi. Fakat azimkar gençlerin çalışmasıyla bu buhranlara göğüs gerildi. Kemal Aşkı’nın verdiği bir tek kulübede çalışmalarına devam etti. Ve Moda, Kadıköy, Strugglers’ın yanında yer aldı.

    Fenerbahçe her gün daha kuvvetli bir hale geliyor ve yeni elamanları arasına alıyordu. Elkatip Mustafa’nın geceli gündüzlü çalışmasıyla Türk futbol tarihinde birer yıldız olarak parlayan Zeki’ler, Bekir’ler, Sabih’ler, İsmet’ler, Arif’ler, merhum Sırrı’lar, Ragıp’lar, Fenerbahçe kadrosunda yer aldılar.

    Biz yine Fenerbahçe’nin o şerefli tarihine geçelim : Fenerbahçe bu sırada bir buhran devresi geçirdi. Bekir ve Otomobil Nuri de dahil olduğu halde birinci takımın sekiz dokuz kişisi ayrılarak diğer bir kulübü tesis ettiler. Fakat bu buhran Fenerbahçe’yi sarsmadı. Bilakis daha ziyade çalışamaya sevk etti. İşte bu aradadır ki Fenerbahçe takımında yeni yıldızlar parladı.

    Umumi harp sıralarında idi, gençler memleket müdafaası için vatan sınırlarına koştular. Spor faaliyeti sekteye uğradı. İşte bu buhranlı devrede merhum Sabri Toprak‘ı Fenerbahçe’nin başında görüyoruz. Bu büyük insanın himmeti ile Fenerbahçe bu arada yeni bir binaya da sahip oldu ve Kuşdili’ndeki yanan binaya yerleşti.

    Fenerbahçe asıl tarihini, o ölmez sevgisini mütareke yıllarındaki galibiyetleriyle yaptı. Sevgisini bir mezhep haline getirdi. Her önüne gelen ecnebi takımını yenerek spor tarihimizde şerefli sayfalar açtı.

    Fenerbahçe tarihinde Mustafa Elkatip’ten sonra merhum Mocuğu da unutmamak icap eder. Mocuk zamanın Mustafa’sı olmuştu. Onun çalışmasıdır ki Büyük Fikret, Muzaffer, Niyazi, Mehmet Reşat gibi futbol yıldızları parladı.

    Bütün Sporlarda Fenerbahçe

    Fenerbahçe futbolda olduğu gibi diğer spor sahalarında da başta yer aldı. Bilhassa teniste memlekete, merhum Galipleri, Suatları, Sedatları, Zekileri, Saitleri, Tevfikleri kazandırdı.

    Denizde, atletizmde de büyük muvaffakiyetler gösterdi. Fenerbahçe’ye hizmet edenler arasında merhum Sabri Toprak, sporcu Hariciye vekilimiz Şükrü Saracoğlu, eşsiz sporcu Galip, Ali Muhiddin Hacıbekir, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil, Fuat Hüsnü, Hamit Hüsnü, Tevfik Taşçı, Hayri Celal, Muvaffak Menemencioğlu’nun isimlerini zikredebiliriz.

    Fenerbahçe tarihinde açılmış bir şerefli yaprak daha var. O da Ebedi Şef Atatürk’ün kulübü ziyaretinde hatıra defterine kaydettiği birkaç satırdır. Büyük kurtarıcı ihtisaslarını şöyle ifade ediyor:

    “Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta mazharı takdir olmuş bulunan asarı mesaisini işitmiş ve bu kulübü ziyaret ve erbabı himmetini tebrik etmeyi vazife edinmiştim. Bu vazifenin ifası ancak bugün müyesser olabilmiştir. Takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim”

    Fenerbahçe tarihini süsleyen şerefli sayfalar arasında Slavya, El-İttihad galibiyetleri ve daha bunun yüzlerca açılmış zafer sayfaları da vardır.

    Fenerbahçe’nin ölmez bir tarihi, şerefli bir mazisi var ve bundan sonra da daha bir çok sayfalar açılacaktır.

    Bir Fenerbahçeliden Kuruluş Hikayesi

  • Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Gazi Büstü’nün Açılışı ve Zeki Rıza Sporel’in Jübilesi

    Tam 86 yıl önce bugün, 1 Haziran 1934 tarihinde Kadıköy’de Fenerbahçe’nin 26. kuruluş yıldönümü törenleri yapıldı.

    Atatürk’ün kulübümüze bıraktığı ikinci güzel hatıra olan (bugün Fenerbahçe Müzesi’nin girişinde, hemen sağda duran) Gazi Büstü, stadımıza o gün konuldu.

    Yeni tribünlerin inşası bitmişti. Stadın kuzey yönündeki kalenin yanına 45 dakikalık büyük bir saat konmuş, onun da yanına skoru gösteren tabelalar yerleştirilmişti. Bunlardan başka sahaya radyo tesisatı da kurulmuştu.

    O gün Fenerbahçe Stadı’nda o güne kadar memlekette görülmeyen bir seyirci kitlesi toplanmıştı.

    Törenden önce Türk, Yunan ve Avusturyalı atletler arasında atletizm müsabakaları yapıldı. Asıl merasime ise saat 16:30’da başlandı. Önce Fenerbahçeli denizciler, atletler, tenisçiler, futbolcular ve voleybolcular bir geçit resmi yaptılar ve halkın alkışları arasında bütün tribünlerin önünden geçtikten sonra sahanın ortasında durdular.

    Bu sırada askeri bando İstiklal Marşı’nı çaldı ve Fenerbahçeli bir sporcu da Türk sancağını merasim direğine çekti. Marş bittikten sonra kapalı tribünleri önünde Gazi Hazretlerinin büstünün açılışı yapıldı. Kadıköy Kaymakamı kısa bir nutuk söyledikten sonra Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı eşliğinde ve halkın dakikalarca süren alkışıyla, büstün üzerindeki sarı-lacivert örtüyü açtı.

    Önce Fenerbahçe Kulübü adına bir konuşma yapıldı. Bunu Bolu Milletvekili (Atatürk’ün yaveri) Cevat Abbas Gürer’in nutku takip etti.

    Fenerbahçeli sporcular yüzleri Gazi büstüne dönük olarak şu şekilde ant içtiler:

    “Türkün Ulu Gazisi,

    Senin açtığın yolda, senin göstereceğin yolda yürüyeceğimize, bizlere emanet ettiğin Cumhuriyeti kanımızla, canımızla koruyacağımıza, Türk ruhu, Türk asaleti, Türk sporculuğu mertliğiyle senin arkandan yürüyeceğimize, gözlerimizi senden ayırmayacağımıza ant içeriz…”

    Bugünün başka bir önemi daha vardı… Zeki Rıza Sporel, Fenerbahçe ve Türkiye spor tarihinin en büyük golcüsü, futbolculuk yaşamına o gün noktayı koydu.

    Çocuk denecek yaşta, senelerce muhteşem bir ikili oluşturacağı Alaaddin Baydar ile birlikte Fenerbahçe’de oynamaya başlamış; Burhan Felek’in “Bunları buraya çelik çomak oynamaya mı getirdiniz?” diye aklınca alay ettiği maçta 7-0’lık Anadolu maçında tam 4 gol atarak gelecek yıllara vuracağı damgayı göstermişti.

    İşgal yıllarının muhteşem Fenerbahçesinin unutulmaz forvet hattı Alaaddin Baydar, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Sabih Arca ve Zeki Rıza Sporel’den oluşuyordu. Harington Kupası maçında İngiliz kalesine giren iki gol de onun eseriydi. Yıllar sonra başkanlığını da yapacağı Fenerbahçe’ye aktif futbol sahasında veda ettiği gün gazeteler onun için şunları yazıyordu.

    Dün, Türkiye’nin en kıymetli ve emektar bir futbolcusu, Zeki Rıza; son maçını yaptı ve faal futbol hayatına veda etti :

    Zeki, senelerce Fener takımında, kulübü’nün rengine şeref vermek için mânen, maddeten bütün varlığı ile çalışmış, takımının kaptanlığını ve baş kaptanlığını yapmış, memlekete yüzlerce kıymetli sporcu yetiştirmek de büyük âmil olmuştur.

    Milli takımın en eski oyuncusu ve kaptanı olan Zeki, Türk sporunun şerefi için senelerce uğraşmıştır. Yüzlerce gol atmıştır.

    Rubu asırlık spor hayatında Zeki’nin etrafındaki oyuncular belki yüzlerce defa değişmiş ve bizde en meşhur oyuncuların bile yıldızları hemen daima yedi sekiz seneden evvel söndüğü halde, Zeki’nin yıldızı rubu asırlık bir zamanda daima parlamıştır.

    Türkiye’nin en çok tanınmış bir sporcusu olan Zeki Rıza, en fazla sevilen sporcular arasına girmek bahtiyarlığını da kazanmıştır.

    Zeki, senelerce şereften şerefe koşturduğu takımında dün son oyununu oynarken, yalnız sarı-lacivertliler değil, bütün efkâr-ı umumiye, bu emektar Türk sporcusunun takdirle seyrediyor ve alkışlıyordu.

    Belki senelerce yeri doldurulamayacak olan Zeki’nin, faal spor hayatından uzaklaşmasından duyacağımız hüznü, ancak şimdiden sonra da kulübüne ve Türk sporuna manen yapacağı hizmetleri düşünerek hafifletmeye çalışmalıyız.

    Uzunluğu kadar da temiz bir spor hayatına malik bulunan Zeki Rıza, bütün Türk sporcularına numune olmaya bugün tam manası ile hak kazanmış bulunuyor.

    2 Haziran 1934 tarihli Haber gazetesinden

    Artık Fenerbahçe’de kaptanlık “Büyük” Fikret Arıcan’ındır…

    Fenerbahçe tarihinin en duygu dolu fotoğraflarından birini de sona bıraktık.

    Fenerbahçe’nin 1907’de kurulduğu ilk günlerden beri her şeyi olan Galip Kulaksızoğlu, kaptanlığı kendisinden devralan Zeki Rıza Sporel’in jübilesinde… İki büyük futbolcu, iki büyük başkan kucaklaşıyorlar. Arkada bekleyen diğer sporcuların yüzündeki saygı ifadesine bakar mısınız?

  • Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Olimpiyat dergisinin 1933 yılında yayınladığı “Fenerbahçe’nin 25. Yılı Özel Sayısı”nda söz sırası Hayri Celal Atamer’de… Konusu, Fenerbahçe’ye emek sarf edenler! Derginin diğer yazılarına “şuradan” ulaşabilirsiniz. Bitene kadar müstakil sayfaları yazıların arasına da koyacağız. Yine onlardan biri… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’ye Emek Sarf Edenler

    Fenerbahçe’nin bugünkü iftihara değer halini bulmasında onu idare edenlerin namütenahi samimiyet ve kulüpçülüğü ne kadar mühim birer amil olmuşsa, uzun harp seneleri esnasında, azasının ve idarecilerinin askerde bulundukları sırada da, yalnız başına büyük bir feragatle kulüp kapısının kapanmasına mani olan ve isimleri eski Fenerbahçelilerin kalplerine altın birer çivi gibi kazılı kalan aziz büyüklerinin yenilere numune olacak fedakarlıkları da birer sebep teşkil etmiştir.

    Bu zevatın başında şimdiki Manisa mebusu Sabri Beyefendiyi zikir edebiliriz. Fenerbahçe idarecileri kendilerinden kulübün başında reis olarak bulundukları esnada bir büyük kardeş, bir baba gibi şefkat ve insanlık görmüşlerdir. İdare ile bilfiil meşgul olmadıkları zaman da uzaktan, yakından isabetli direktiflerine esirgememişlerdir.

    Sabri beyefendinin İstanbul’dan ayrılıp da bilmecburiye kulüpten maddeten uzaklaşmaları üzerine kulüp riyasetini Dr. Hamit Hüsnü Beyefendi deruhte etmişlerdir kendileri muhakkak ki kulübün bugün bu hale gelmesi için çok çalışmışlardır.

    Harbin en şiddetli zamanında kulüp kapısını açıp kapayan bir Fenerbahçeli vardı: Mustafa

    Ben kulüpçülük ve Fenerbahçelilik hissini, sönmek değil, bilakis bir yanardağ olarak içinde taşıyan ve her şeyini kulüp karasevdasına feda’dan çekinmeyen, faziletin ve ahlak sağlamlığının bir numunesi olarak şimdiki stat müdürümüz Galip’i tanıyorum. Galip gibi sporcu ve fedakar bir azası olmayan kulüplere acırım.

    Fenerbahçe 25 sene evvel 8-10 ülkülü gencin kalbinde bir kıvılcım iken bugünkü yanardağ haline gelinceye kadar muhtelif safahat geçirmiş ve bu safahat esnasında bütün mesuliyetleri omuzlarına alarak dahili ve harici müşkülatla uğraşan kendi öz kaynağından doğmuş aziz ve yılmaz evlatlar yetiştirmiştir. Bunların isimlerini saymak ve onlara sıra vermek bugün ne kadar müşküldür.

    Hangisini söylemeli, Tevfik’i mi, Nasuhi’yi mi, Sami’yi mi, Burhan Asaf’ı mı, Hulki’yi mi, Şakir’i mi, Yahya’yı mı, Ömer’i mi, Zeki Mazlum’u, hangisini Zaten bütün bu isimleri saymakta da bir fayda yoktur. Binaenaleyh bence şu şekilde bir sual irat etmek daha doğru olur:

    Fenerbahçe’ye hangi Fenerbahçeli hizmet etmemiştir? Bu kulübün bu hali bulmasında hangi Fenerbahçelinin emeği ve alın teri yoktur.

    Hayri Celal Atamer