Etiket: Glasgow Rangers

  • Can Bartu Röportajı

    Can Bartu Röportajı

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt, yıllar boyunca Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladı. Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Can Bartu röportajı ile karşınızda…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Sinyor

    Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Can Bey?

    Ben de doğma, büyüme Fenerbahçeliyim. Babam Fenerbahçe’nin kurucularındandır. Gözümüzü İlk Fenerbahçe ile açtık. Moda-Kadıköylü’yüm. O zamanlar Kadıköy havalesinde hemen hemen 3-4 kişi Galatasaraylı, Beşiktaşlıydı. Geri kalan herkes Fenerbahçeliydi. Yıllar geçtikçe nüfus çoğaldı, farklılaştı. Ama burada doğup büyüyenler hep Fenerbahçelidir.

    Fenerbahçe’deki spor hayatınız nasıl başladı?

    Fenerbahçe’ye genç takımda basketbolla başladım. Önder Dai diye bir antrenörümüz vardı. Bana çok büyük emeği geçmiştir. Allah rahmet eylesin. Basketbol genç takımda oynarken futbol takımına geçtik. Zorla oynattılar.

    Futbola başlayışınız nasıl gerçekleşti?

    Bir maçta genç takımda takım kaptanıyım. Edirne’ye gittik ve Türkiye şampiyonuyuz. Tabii futbolcular bize nazaran daha zayıf ve kısa boylular. Onlar çıktılar, Edirne karşısında 3-0 yenildiler. Biz çıktık yendik tabii.

    O vakit Reşat Erte vardı antrenör. Aynı otelde kalıyorduk. Fenerbahçe’nin genç takımına geldi “Siz de hiç futbol oynayan var mı?” diye sordu. “Var bir tane, müthiş” dediler. Bir de kaleci Esat vardı bizde pivot oynayan. Sabahleyin ikimizi top oynamaya çıkardı. “İyi tamam bunlar oynasın” dedi. Biz de oynadık. Maçı kazandık. Ben mükemmel goller attım. Ortalık birbirine girdi. Beni omuzlarına aldılar. Tabii ben de büyük keyif aldım. Müthiş bir ortam oldu.

    Ondan sonra döndük geldik, “Sen futbol oynayacaksın.” dedi. “Ben futbol oynayamam, basketbol oynuyorum” dedim. Sonra Pazar günleri gidip Fenerbahçe Stadı’nda hazırlık maçları yapmaya başladık. Böyle başladı futbol hayatım. Sonra beni A takımına aldılar. Ama bu arada basketbol oynamaya da devam ediyordum. 

    Çabuk alıştınız mı futbola?

    Basketboldan geldiğim için popülerdim. Zaten Milli takımda da oynuyordum, o havaya alışıktım. Tabii futbol farklı, çok çok büyük tezahürat var ama kimlerle oynuyorsam oynayayım oyunlar beni fazla etkilemezdi, aynıydı. Ben o takıma, takımımın ve kendimin gücüne bakardım.

    Teknik direktörlerinizle iletişiminiz nasıldı?

    Herkesle aram çok iyiydi. Ben bir kere disiplinsiz değildim. Öyle antrenmana geç geleyim, o antrenmana çıkmayayım. Hiç öyle problemlerim olmadı. Hep esprili olduğum için herkes beni çok severdi. Bilhassa antrenörü bazen tenkit ederdim. Bunu yanlış yapıyorsunuz, bunu doğru yapıyorsunuz. Sorun olmazdı. Benim “Oynamak istedi, istemedi” gibi sorunlarım da yoktu.

    Futbolla tanıştığınızda kendinize örnek aldığınız futbolcu kimdi?

    Tabii o zamanlar herkesin idolü Lefter gibi oynamaktı. Ama Lefter gibi olmak için biraz da onun kabiliyetine sahip olmak lazımdı. Büyük bir kabiliyetti. Bilmiyorum benim öyle bir yeteneğim var mıydı? Eğer futbolcuysanız tüm Fenerbahçelilerin kafasındaki futbolcu Lefter’dir ve onun gibi olabilmek..

    Araştırdığım kaynaklara göre sarı lacivert forma ile 326 maç 162 gol attınız…

    İsmet Pulcu’nun istatistiğine göre tüm hakemli maçlarda 284 tane gol atmışım.

    Fenerbahçe’de oynarken en çok gol atmak istediğiniz takım hangisiydi?

    Her maçta gol atmak isterdim. Ama atmaktan çok attırmaktan daha fazla hoşlanırdım. Bir adam var santrfor oynar sahada hiçbir şey yapmaz, sadece golü düşünür ve gol atar. Ve sonunda gol attı diye kahraman olur. Benim öyle bir fikrim yoktu. Gol pası vermek ve iyi oynamak daha önemliydi benim için.

    En iyi anlaştığınız oyun arkadaşınız?

    “Puşkaş Ergun” lakaplı Ergün Öztuna takıma sonradan İzmir’den gelmişti. Onunla çok iyi anlaşırdık. Egoist olmayan bir futbolcuydu. O zamanlar Fenerbahçe’de top oynarken herkes haddini bilirdi. Şimdi bakıyorsunuz çoğu süper star gibi oynamak istiyor ve hatalar yapıyorlar. Herkes haddini bilecek ona göre oynayacak.

    Maça çıkmadan önce uğur getiren herhangi bir simgeniz veya hareketiniz var mıydı?

    Hayır.

    Derbi maçları öncesi duygularınız?

    Bir keresinde bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynayacağız. Ben bir gece evvel yattım uyudum. Hatta herkes bana kızdı: “Nasıl rahat uyuyabiliyorsun?” diye. Basketbolda derbileri oynadığımdan fark etmiyordu bana. Ama bir stres de oluyordu tabii. Galatasaray 1 puan öndeydi. Maçı 3-0 kazandık. O sene, o maç sonunda Fenerbahçe şampiyon oldu.

    Türk milli takım formasını basketbol ve futbolda da giyerek her iki branşta da ülkemizi temsil eden tek sporcu oldunuz. Futbolda ilk milli maçınız hangi ülke ile oldu? Bu ilk milli maçınızdaki hisleriniz…

    Top oynamaya başladığımdan 3 ay sonra ilk milli maçta oynadım. Polonya ile oynadığımız bir maçtı. Milli maç farklı, soyunma odası farklı, seyirci farklı o atmosfer, o milli hisler farklı. O zaman daha mı kuvvetliydi bu hisler nedir. O formayla İstiklal Marşı söylemek çok farklı bir duygu.

    Sizin futbol oynadığınız yıllardaki Türkiye-Avrupa şartlarını kıyaslarsak…

    Şu anda aralarında fark yok. Ama o zamanlar fark çoktu.

    Biz haftada iki kere antrenman yapardık: Salı ve Perşembe. Çarşamba, Cumartesi ve Pazar da lig maçı oynardık.

    Avrupa çok farklı, halı gibi sahalar. Bizim buralar balçık çamur.

    Avrupa’da futbolcuya başka bir şekilde ihtimam gösteriyorlar. Tesisler, formalar güzel. Bizimse yırtık formayla bile çıktığımız oldu.

    Beşiktaş Stadyumu’nda o büyük tribün yoktu, oradan buz gibi rüzgar eserdi. Bizim merserize ince formalarımız vardı. Soğuk delip geçmesin diye içimize bir öne bir arkaya gazete kâğıdı koyardık.

    İtalya’dayken formalarımız yündü. İçine atlet verirlerdi.

    Şimdi Türkiye’de de bunları veriyorlar. Tek fark burada kimi yarım kollu kimi uzun kollu çıkıyor. Orada böyle bir şey yok. 

    İlk Avrupa transferiniz nasıl gerçekleşti?

    Avrupa toplam 7 sene sürdü. İlk Fiorentina’da oynadım. Oradan, Venezia’ya kiralık gittim. Sonra tekrar Fiorentina’ya döndüm. Sonra Lazio satın aldı. Fiorentina’ya giderken Fenerbahçe benden çok kazanmıştı.

    Yeni ülke, yeni takım, yeni taraftarlar. Bu yedi sene içinde eksikliğini yaşadığınız neler oldu?

    En başta insan olarak derdimi anlatamıyordum, sonra yavaş yavaş attım onu üstümden.

    Türkiye ile İtalya arasındaki fark, onlar daha mantıklı düşünüyorlar daha bilinçli oluyorlardı.

    İtalya’da oynanan maçlar ancak birkaç gün konuşulur. Ondan sonra da gelecek maçlar konuşulur. Bizde ise çok da fanatik. Çok şeyler yapmış biri olarak oraya gittim. Onlar beni çok sevdiler, futbol stilimi zekâmı sevdiler. Hiç yabancılık çekmedim.

    Sinyor’dan önce burada bir lakabınız var mıydı?

    İtalya’da herkese “Sinyor” diyorlardı. Halbuki ben buradan giderken benim lakabım Baron’du. Aslında sinyor lakabını alarak küme düştük. (Gülüyor)

    Peki, döndükten sonra ülkemizle kıyasladığınızda ne gibi prosedürler garip gelmeye başladı?

    Ben İtalya’dan geldim. Fenerbahçe’de oynuyorum. Ankara’ya gidiyoruz. O zamanki ismiyle Yeşilköy Havalimanı’nda yemek yiyoruz. Bir tane ufak şarap istedim. Bu problem oldu. İdareciler “Vay şarap içiyor” dediler.

    İtalya’da herkes şarap içiyor. Tabii 5 şişe şarap içmiyor ama bir ufak yani bir kadehlik şişelerde suyla karıştırır içerdim daha hafif olsun diye. İtalya’da 4 kişilik masaya bir litre şarap bir de mineral su verirler. Yemekte bu içilirdi. Eğer bir tane daha isterseniz antrenöre gidersiniz, izin alırsınız, bir tane daha doldurursunuz. Ama ben ikinci bardağı almaya kimsenin gittiğini de görmedim.

    Biz bazı kavramları çok abarttık. Mesela kamp yapıyorsunuz bir şehirde, maça çıkacaksınız, “Aman kamptan çıkmasın.” derler. Yurt dışında öyle değildi. Futbolcular dolaşırlar, kahve içerler, otururlar, yemeğine saatinde gelirler. Gece yatacakları zaman, zamanında yatarlar. Nereye gittin, ne yaptın problem olmaz. Bunlar bizde hep problemdir.

    Fiorentina-Glasgow Rangers maçı ile Avrupa Kupaları’nda final maçı oynayan ilk Türk futbolcusu oldunuz… (1.1.1961)

    Fiorentina kupada finale kalmış, ben de gidince Glasgow’da Hydenpark’ta Atletico Madrid’le oynadık ve 1-1 berabere kaldık. Öyle bir yağmur vardı ki elinizi çıkartamazsınız. 1-1 bitmişti maç.

    Yıl 2007… Geçmiş yıllarla karşılaştırırsak şu an nasıl bir Fenerbahçe var?

    Şu anda gayet iyi durumda, tabii dileğimiz iyi neticeler alabilmek. Çünkü mükemmel bir stadyum var, antrenman sahaları var. Biz öyle bir stadyumda antrenman yapıyorduk ki bir taraftan otlar çıkmış, bir tarafta çamur. Çamura bassan bir türlü basmasan bir türlü. Mithatpaşa’da oynuyoruz, o zaman orası da aynı şekilde balçık çamur.

    Şimdi gayet bilgili doktorlar. O zamanlar bir ortopedist doktor vardı. Bizle meşgul olurdu ama bilgisi biraz kısıtlıydı. Şimdi her şey çok farklı ve modern.

    Sizi heyecanlandıran ya da sıkıntı yaşadığınız dönem hangisiydi?

    Beni heyecanlandıran olay tabii İtalya’ya gitmem. Gidecek miyim, gitmeyecek miyim, başarılı olacak mıyım? Bayağı sıkıntılı bir dönem geçirmiştim.

    Spor hayatınızda yaşadığınız en kötü anınız?

    O zamanki idarecilerle problemim vardı. Onların derdi benim Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başına geçmemem, yönetici olmamam. Ben de bunu istemiyordum ama o zamandan yolu kesmek istediler.

    Aslında benim yönetimde yer almak gibi bir idealim de yoktu. Öyle bir tedirginlik duydular, beni satmak istediler. Fenerbahçe camiası ayağa kalktı. En kötü anım o.

    Hâlbuki her kulüp başarılı futbolcusuna sahip çıkmalı. Benim böyle şeylerde gönlümde yoktu. Teknik direktör olsun, kulüp başkanlığı olsun hiçbir zaman yer almak istemedim. Ayrıca üç kez başkanlık teklif ettiler, kabul etmedim.

    Sizce sporcuların endişeleri nelerdir?

    Şu andaki sporcular bizim zamanımızdaki sporculardan çok farklı. Bizim zamanımızda ve bizden evveller arkadaş topluluğu içinde kimin parası varsa o yemek parasını verirdi. İdareciler fazla medya önünde değillerdi. Gazeteciler onlarla fazla konuşmazdı, televizyon da yoktu, spor sayfaları da azdı. Şimdikiler yazmak için bir de malzeme istiyorlar.

    Spor hayatında sakatlığın uzun sürmesi korkutucudur. Bir keresinde menüsküs oldum. Karar verdim İtalya’ya gideceğim. Hastanede yer ayırttılar. Bazı idareciler “mahsus yapıyor, oynamak istemiyor” dedi. Oysaki her futbolcu oynamak ister. Gittim iç menüsküs ameliyatı oldum. İki hafta sonra da maça çıktım Ankara’da kupa maçında Ankara Demirspor’a. 40 metreden de gol attım.

    O devirdeki idarecilerde bir itimatsızlık, bir tuhaflık vardı. Yani Türkiye’de o devirde idareci hep kendine bir rant sağlamak bir yerlere yükselmek için Fenerbahçe Spor Kulübü’ne başkan olmak isterdi. Bu arada tabii ki Fenerbahçeli olanlar da var. Sayın Aziz Yıldırım için böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü Aziz başkanın kendi işleri var. Hiç bir beklentisi, çıkarı yok.

    Sakatlanmaktan korkar mıydınız?

    Ben sakatlanma riskim olur diye düşünüp topa girmemezlik etmem. Korkak tipler vardır. Hele İtalya’da korkak damgası yediniz mi üstünüzden atamazsınız.

    Eski sporcular olarak bir araya gelebiliyor musunuz? Vakıf organizasyonlarınız oluyor mu?

    Vakıf kurulduğunda ilk vakıf başkanı bendim. Sonra ayrıldım, istifa ettim. Herkesin kendi yoğun çalışmaları var. Ben onlardan büyüğüm de. Toplanıp toplanmıyorlar mı bilemiyorum.

    Kendinize benzettiğiniz futbolcu?

    Yok.

    Ya beğendiğiniz?

    Teknik olarak bakarsan Alex’i beğeniyorum ama çok ruhsuz oynuyor. Fenerbahçe kaybetmiş, kazanmış hiç ilgilenmiyor. Kendi markalitesi bu. Büyük bir enerji de sarf etmiyor.

    Yabancı olduğundan kaynaklanıyor olabilir mi?

    Zannetmiyorum, oyun karakteri bu.

    Size göre golün iyisi, kötüsü olur mu?

    Golün güzeli olur tabii ama gol goldür. Size puan getirecek golse en güzel gol odur. Bir de golün yapılışı var, şıklığı var, vuruşu var, topun gittiği yer var, topun hızı var bunların hepsi farklı. Ya da kaleciyi ters yere yatırıp, atmak var. Bunlar şık goller. Ama golse; gol, goldür.

    Gol demişken bir maçta da kalecilik yaptınız…

    Kalecilik yaptım. Turgay sakatlandı, ben geçtim kaleye. Milli maçtı. Türkiye-Romanya maçıydı. Bir tane gol yedim. O golü de bizimkiler attı, Büyük Ahmet. Kambur Ahmet derdik.

    Sizce yabancı futbolcuların faydalarının yanı sıra zararlı bir yönü de var mı?

    Büyük paralar veriliyor. Bu da kriz yaratabiliyor.

    Taraftarın gücü nasıl oyuna yansır?

    Maç başladıktan sonra oyuncular taraftarın bağırmasını pek duymazlar. Ama tabii Fenerbahçe taraftarı müthiş bir tezahürat yapıyor. Şimdi stadın üstü de kapandı, sahanın içine giriyor tezahürat. Tabii bu çok büyük bir güç.

    Protesto da etmiyor Fenerbahçe seyircisi, en güzel tarafı bu. Çünkü protesto ettiğinizde oyuncu kötü oynamışsa daha çok kaybedersiniz oyuncuyu. Bir oyuncuya kızabilirsiniz ama bir şey söylemeyeceksiniz.

    Fenerbahçe takımını hiç beğenmiyorsan küfür etmeye de gerek yok, maça gelmezsin. Yani zevk almadığın şeye yağmurda, çamurda neden gelirsin. Ama keyif alıyorsanız her şeye değer. Taraftarın olumsuz bir davranışında futbolcuların bazısı umursamaz, bazısının eli ayağı birbirine dolaşır. Bu futbolcunun kendine olan itimadından kaynaklanır.

    Genel olarak şimdiki futbolcularda size garip gelen olaylar var mı?

    Benim garibime giden, burada yeri geliyor 55. 000 seyircinin önüne çıkıyorsun, o futbolcu sahaya çıkıyor saçlar yağlı yağlı tıraş olmamış. Bir de maçı televizyon veriyorsa 20 milyon izleyicinin önüne çıkıyorsun. Pırıl pırıl çıksınlar.

    Bir de dövmeler. Onu da anlayamıyorum, niye dövme yapıyorlar? Arada bir kolunu da öpüyor kendi kendine. Herhalde bir isim yazmış. Bizim zamanımızda olsa alay konusu olurdu.

    Şimdi daha da acısını söyleyeyim bir takım sahada oynuyor. Bu takım gol attığı vakit takımı için gol atıyor. Şimdi bir tanesi Milli takımdaydı, gol pası veriyor boş kaleye gol attırıyor. Arkadaşı gol pası veren arkadaşını öpeceğine tribüne gidip elindeki yüzüğü öpüyor, bir şeyler yapıyor. Bu olmaz.

    Sen gol pası veren futbolcuya git. Takım budur, birleşmen lazım. Bazen sevinçle koşarken bir depar yapıyor maçın içinde yapması mümkün değil. Tutamıyorsun da adamı giderken, o anda sakatlık bile olabilir. Boynu, bacağı kırılabilir. Öpecekler ya ötekiler de, gelen giden adamın kafasına vuruyor. Böyle bir sevinme nerden çıkmış. Golü atan pişman olacak gol attığına.

    Sporcu nasıl olmalı?

    Düzgün hayat yaşayacak, yapılan davranışlar, tarzı, kimliği hepsi mantık çerçevesi içinde olacak. Profesyonelce yaşayacak. Çünkü büyük para kazanıyorlar ve oyunculukta zaman kısa.

    Ben profesyonel futbolcu iken 30.000 lira almıştım. O zaman bu paraya ev, araba gelmiyordu. Şimdi çok çok daha farklı. Bunu hakkedip, değerlendirmeliler.

    Maçları izlemeye sık sık gelebiliyor musunuz? Bir tribün anınız var mı?

    Rahat bir şekilde gelip, gidebiliyorum.

    Çok anım var tabii.

    Maç izlemek için çok küçüktüm. Fenerbahçe-Kasımpaşa maçı vardı. Cihat, Murat, Arap Samim oynuyordu. Arap Samim çok kötü oynuyordu. İki de gol attı.

    Tribündekiler; “Ya Arap Samim al o iki golünü de çek git ya” diye bağırdılar. Çok espriler olurdu kapalı tribünlerde.

    Vazgeçemedikleriniz…

    Purom. Bir bırakabilsem. 4 paket sigara içiyordum. Kasığımdan dizime kadar atardamar % 60 tıkandı. Kılcal damarları ilaçla açtılar. O yüzden puroyla devam ama bu da zararlı.

    Okuduğum bir yazıda çok zengin olduğunuz hatta daha ileri giderek petrolcü bir babanız olduğu yazıyordu? Bazı taraftarlarda size İstanbul’un Sivori’si diye hitap ediyorlardı.

    Tabii ki yok öyle bir şey.

    Halamın evi vardı Boğaz kıyısında Yeniköy’de, şu an Kalkavanlar’ın evi. İtalya’da çıkan dedikodular bunlar.

    İstanbul’un Sivori’si diye hitap ederlerdi. Sivori Arjantinli, Juventus’da oynayan müthiş bir futbolcuydu. Hatta derlerdi ki Pele buraya gelsin Sivori kadar oynasın. Sonra Pele’ye İtalya’da tedavi olurken soruyorlar “kaç gol atıyorsun senede”, “75 gol” diyor. “İtalya’ya gelsen kaç gol atarsın?” Tabii İtalya’da oyun daha sert “50 gol atarım” diyor. Ve İtalya’da 14 golle gol kralı oluyor. Sivori ilk 4 senede 29, 32, 33, 35 gol atmış, 7 tane ayak kırmış farklı bir oyuncu.

    Taraftarlara mesajınız nedir?

    Oyuncuların iyi oynamaları veya kötü oynamaları önemli değil madem bu takımı seviyorsunuz maçlarda destekleyeceksiniz. İyi oynarken herkes destekler. Önemli olan kötü oynadığında da sonuna kadar yanında yer almak. Taraftar böyle belli edecek kendini ve farkını. Doğma, büyüme Fenerbahçeliyim. Basketbol ve futbola senelerimi verdim. Artı son senemde de para almadan oynadım. Buna rağmen bugün Galatasaray daha iyi oynarsa bunu söylerim. Söyleyemesem bu beni rahatsız eder. Söylerken de rahatsız olmuyor muyum tabii oluyorum. Ama sonuna kadar Fenerbahçeliyim.

    Sibel Kurt – Fenerbahçe Resmî Dergisi Röportajı

  • Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Slavya’nın İlk İstanbul Macerası

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Slavyalılar Şehrimizde İken

    12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.

    Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.

    Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.

    Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?

    Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.

    13 Temmuz Cuma

    Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.

    Slavya 7 – 0 Galatasaray

    Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.

    Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.

    Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.

    İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.

    Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim

    Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.                

    Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır.  Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.

    Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.

    Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.

    Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.

    Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    14 Temmuz Cumartesi                

    Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.

    Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.

    (Yemek Listesi) Slavya Çorbası, Mayonezli Levrek Balığı Fileto (Tezyin edilmiş), Elmalı Strudel, Piyaz, Dondurma, Meyve, Kahve.

    Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.

    Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.

    Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.

    Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat                

    Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.

    8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.

    Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler                

    Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    15 Temmuz Pazar                

    Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.

    Slavya 7 – 0 Altınordu                

    Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.

    İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.

    Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.

    16 Temmuz Pazartesi                

    Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.

    Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.

    Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.

    17 Temmuz Salı                

    Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.

    Fenerbahçe 1 – 10 Slavya                

    Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.

    Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.

    Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.

    Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.

    İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.

    Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.

    18 Temmuz Çarşamba                

    Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.

    Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya                

    Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.

    Nedim – Cafer, Tevfik – Feyzi, Nihat, İbrahim – Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, Emin

    Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.                

    Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.

    Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.

    Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.

    (Yemek Listesi) Çorba, Börek, Havyarlı Levrek, Kuzu Fırını, Piliçli Pilav, Kayısı Tatlısı, Meyve, Dondurma, Ayran, Kahve

    Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”

    Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.

    Slavya'nın İlk İstanbul Macerası

    Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar                

    Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”

    19 Temmuz Perşembe                

    Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.

    Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.

    Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz

    • Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
    • Pek nazik…
    • Altınordu’yu?
    • Mukavim ve şiddetli…
    • Fenerbahçe’yi?
    • Çok mahir…
    • Muhtelit takımı?
    • Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.

    Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı

    “Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:

    • “Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.

    Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:

    • “Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.

    Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:

    • “İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”

    Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.

    • “Ha, şöyle!” dedi.

    Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!

    • “Bugün ‘Çapek’ çok fena, çok!” dedi. “Öyle fena ‘şut’lar çekiyor ki”

    Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:

    • “Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”

    Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:

    • “Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
    • “Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
    • “Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
    • “Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
    • “Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”

    Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.

    F. Hüsnü