Beraberlik bile şampiyon olmamıza mâni idi. Sahaya çıkarken kaptan Büyük Fikret “Hadi bakalım asıl maç şimdi” demişti…
Sedat Bayur, 1934 senesinde Fenerbahçe kulübünde futbola başlayarak 4üncü, genç ve B takımlarında oynamış ve nihayet 1936 senesinde A takımına girerek üç sezon muvaffakiyetle sağbek olarak sarı-lacivertli kadroda yer almış, tahsil için Ankara’ya gitmek zorunda kalınca da futbolu bırakmıştır.
Fakat idarecilik sahasında Fenerbahçe’ye yardım etmekten geri kalmamış ve futbol takımında umumi kaptanlık yaptığı gibi, basketbol şubesi kaptanlığına da getirilmiştir. Bu sene sıhhi sebepler yüzünden bu vazifesinden feragat eden Bayur, halen 38 yaşındadır ve Genel Sigorta’da muhasebe ve tahsilât şubeleri müdürü bulunmaktadır.
Kısa futbol hayatımda birçok mühim maçlar oldu. Bunlar arasında hâlâ unutamadığım karşılaşma ilk defa birinci takımda oynadığım bir şampiyonluk maçıdır. Zira 1936 – 37 senesinde ilk defa tertip edilen milli küme şampiyonası çok kritik bir durum arz ediyor, takımın sona kalan üç mühim maçı; Galatasaray, Beşiktaş ve Güneş karşılaşmalarını kazanması gerekiyordu.
Beşiktaş ve Galatasaray’ı yenmiş, bir tek Güneş maçımız kalmıştı. Perşembe günkü antrenmandan sonra salonda çay içiyorduk. Antrenör Elliot Pazar günkü maçtan konuşuyor ve takımı açıklıyordu. Birden omuzuma vurarak, “Pazar günü Güneş’e karşı oynayacaksın” dedi.
O kadar sevindim ve şaşırdım ki, taa maç saatine kadar nasıl oynayacağımı düşünüp, hayaller kurdum. Hatta her gece rüyamda maç yaptım. Hem ilk defa birinci takımda oynayacağım, hem de çok kritik bir karşılaşma olduğu için heyecanlıydım. Zira beraberlik halinde dahi (galiba Galatasaray olacaktı) şampiyonluğu kaybediyorduk.
O zamana kadar A ve B takımları arasında yaptığımız maçlar çok iddialı olur ve B. Fikret’le çekişirdik. Bu sebepten soyunurken kaptan yanıma gelmiş; “Hadi bakalım asıl maç şimdi, göster kendini” demişti. Bende büsbütün renk atmıştı. Neyse ki sağ haf oynayan Cevat ağabey beni teselli ederek; “Hiç heyecanlanma, antrenmanlardaki gibi oyna, göreceksin muvaffak olursun” dedi.
O gün; (30 Mayıs 1937) Hüsamettin, Sedat, Lebib, Cevat, Angelidis, M. Reşat, Niyazi, Naci, Namık, Esat, B. Fikret tertibindeki kadromuz güzel bir maç çıkardı. Oyun karşılıklı gollerle 1-0, 1-1, 2-1, 2-2, cereyan etti ve 4-2 lehimize neticelendi. Gollerimizi (aklımda yanlış kalmadıysa) Namık, B. Fikret ve Naci paylaşmıştı.
Fenerbahçe stadının pistlerine kadar dolup taştığı bu şampiyonluk maçının bir de enteresan hatırası vardır. Fenerbahçelilik aşk ve sevgisinin ne derece kuvvetli olduğunu göstermesi bakımından üzerinde duracağım.
Sol bek Lebip (Elmas), bir topa çıkışı sırasında düşerek kolu omuzundan çıktı. İlk devrenin 15inci dakikası olmasına rağmen Lebip bu haliyle bütün maçı oynayarak galibiyette maddiyattan çok maneviyat üzerine tesir edip takımı kamçılayarak rol oynamıştı.
Maçtan sonra bizler Deniz Kulübü’ndeki ziyafete giderken zavallı Lebipçik otomobille hastaneye götürülüyordu.
O zamanki Fenerbahçelilik işte böyleydi…
Sedat Bayur – 5 Aralık 1955 – Fenerbahçe Spor Gazetesi
Bir yandan da Türk spor tarihinin fenomenlerini araştırmaya devam ediyoruz. Malumunuz “Ateş-Güneş” de bunlardan biri. Aşağıdaki yazı, kulübün kuruluş senelerinde Aka Gündüz tarafından 1935 yılında kaleme alınmış. Keyifli okumalar.
Eğer (Ateş – Güneş) Kulübünü görmeden (Dikmen)e dönseydim; neye göremedim? diye donakalacaktım. Fakat ikinci başkanı Kemal Salih’in arkadaşça saygısı ve nazık kılavuzluğu ile gittim, gezdim, gördüm. Ve hem güneşlendim, hem ateşlendim hem de alevlendim.
Bizlere düne kadar siyasette (Hasta adam) ve cemiyette (ellerinden bir şey gelmeyen kalabalık) derlerdi. Bugün (en dimdik ve en dipdiri insan) diyor lar. Dedirmesini bildiğimiz ve başardığımız için. Ötekini de cemiyete verdiğimiz yüksek örneklerle (elinden her şey gelen millet) dedireceğiz. Dedirmeğe başladık bile. En yeni örnek (Ateş- Güneş) Kulübünün deyilir deyilmez (maddi manevi) kuruluşudur. İstanbulda olsun, dışarıdan gelsin, her ihtiyar ve genç aydınlıya “münevvere” her yanı güzel ve başarımlı olan (Ateş -Güneş) Kulübünü görmesini salıklarım.
Ankara’daki (Anadolu Kulübü)nden sonra Türkiye’nin hiçbir sosyetesi (Ateş – Güneş) kadar güzel, temiz, modern, hele görüklü “hedefli” ve ülkülü bir şey kuramamıştır. Bu gibi kulüplerin çoğalmasını, ömrümün çoğalmasından önce dilerim.
Güneş; Enbüyük’ümüzün doğuş adıdır. Ateş te, o adın Türk milletine verdiği hızı gösterir.
(Ateş – Güneş)in sporda ülküsü; sağlam ve zengin kafalı, sağlam ve zengin karakterli, sağlam ve zengin gövdeli bir gençlik yetiştirmek. Ve içtimai bölüsünde yolu; cemiyet hayatını her bakımdan yükseltip olgunlaştırmak…
(Ateş – Güneş)in birinci başkamı Cevat Abbas Bey arkadaşım bana armalarından, yollarından, sokak kapısına kadar anlatırken, onu hasretine ve ülküsüne kavuşan yirmi yaşında bir delikanlı heyecanı içindeydi. Öyle seyredip dinledim. O yirmi yaşında ki o zaman çarıklarını çekmiş, dürbününü asmış, silâhını kuşanmış bir halde gene bu toprağın ve bu Ulus’un uğrunda Balkandan balkana seğirtiyordu. Bugün yaşlarımız çok ilerledi. Fakat alevlerimiz sönmedi, heyecanlarımız duraklamadı.
Hattâ (Ateş – Güneş) başkanında arttığını gördüm.
(Ateş – Güneş) temelli ve zengin bir kurultudur. Burada derin bir heyecan ve sevgi ile iki temiz adı anmaktan kendimi alamıyorum değil, bunu vazife biliyorum: İktisat Vekili Mahmut Celal Beyle İş Bankası İstanbul Müdürü Yusuf Ziya Bey.
Bütün siyasi, silahlı ve milli mücadelelerde; bütün mali ve iktisadi mücadelelerde, bütün yurt işlerinde ak ve ünlü bir varlık gösteren Celal Beyi; Türk gençliğini ateşli ve güneşli bir benlikle yetiştirme yolunda da en ön dizide görüyoruz. (Ateş -Güneş) denilen bu ülkü kaynağının kuruluşunda harcadığı terle ettiği yardımın önünde memleket hesabına baş eğmeliyiz.
Tevazuu ve çalışkanlığı ile tanınmış olan Yusuf Ziya Bey’e gelince; ancak geçen gün ilk defa yüz yüze gelmek mutunu kazandığım bu Türk çocuğu, denilebilir ki (Ateş – Güneş)in hem temel taşıdır, hem mimarbaşısı.
Her gün en az on saat ve en zor işlerle çalışan bu ortagencin öteki saatlerinde de nasıl çalıştığı ve neler yapabildiği (Ateş -Güneş)i gezdikten ve kuruluş tarihini dinledikten sonra anlaşılır.
Kulüp ve kulüpçülük nedir?
Spor ne demektir? Cemiyet halinde yaşamak nasıl olur? Bunları anlamak için (Ateş – Güneş) i görüp öğrenmek gerek.
Şimdi çok duygulandığım için bu kadarcık yazdım. Sonra biteviye yazıp anlatmağa çalışacağım.
Güneş Spor Kulübü’nün ortaya çıkışında önemli mihenk taşlarından biri de Eşref Şefik Bey’in Galatasaray’dan ihracı olayıdır. Dönemin gazetelerinde önemli isimlerin bu konuya dair yazdığı yazıları derleyelim istedik. Keyifli okumalar…
Galatasaray Spor Kulübü Reisliğinden Azamızdan Eşref Şefik Bey’in kendi kulübünün şahsiyeti maneviyesini ve oyuncularını haksız ve müstekreh mütemadi neşriyatı ile tahkir etmiş olmasını hayret ve teessüfle karşılayan idare heyetimiz mümaileyhin kulüpten kaydının terkinine karar vermiştir. Keyfiyet tebliğ olunur.
4 Ocak 1933 – Milliyet Gazetesi
Tenkide de İdman Lazım
Bir boksör için, ringde, rakibinden aldığı darbelere tahammül, bir futbolcu için karşı tarafın yaptığı gollere tahammül, bir pehlivan için güreştiği insanın oyunlarına tahammül, adalenin kuvvetine ve kendinden emin oluşuna delildir.
Fakat sporcu, silme adaleden mürekkep bir mahlûk değildir; onun bir zekâsı da vardır. Sporcunun adalesinden beklediğimiz tahammülü sinirlerinde ve zekâsında da ararız: O, bu tecrübeyi ve bu imtihanı tenkitler karşısında da geçirir. En şiddetli yazılara karşı sinirleri ve zekâsı metanetini kaybetmeyen bir sporcu, ringde, statta gösterdiği tahammülü matbuat sahnesinde de ortaya koyan dayanıklı ve kuvvetli bir adamdır. Fakat bu yazı tenkitlerine karşı sinirlenen bir sporcu da, ringde de stadda da beklediğimiz asabi mukavemetten eser yok demektir. Çünkü insanın “cümlei asabiye”si, her iki tarafta da ayni kuvvet manzumesidir ve değişmez.
Dostum Eşref Şefik, Akşam gazetesinde, Galatasaraylıların uğradığı hezimetleri tenkit ediyordu. Kulüp idaresi bu yazılardan sinirlenmiş ve Eşref’in kaydını silmeye karar vermiş. Bu herhangi bir maçta yenilişten daha fena bir sinir bozukluğudur. Bence Galatasaray’ın hezimetlerinin o kulübe mensup bir muharrir tarafından tenkit edilmesi, Galatasaraylıların kuvvetini ve şerefini gösterirdi; çünkü eskilerin “marifeti nefis” dedikleri hassanın ve “autocritique” denilen kabiliyetin en güzel örneğiydi. Eşref Şefik’i fedaya karar vermekle Galatasaray kulübü idaresi, bu kabiliyetinin zaafa uğradığını meydana vurmuş oluyor. Tenkit, canlı ve dayanıklı uzviyetler içine şifa verici bir cerrahi ameliye gibidir; dişçinin kerpeteninden kaçan ürken çocuğu yarın, daha müthiş ağrılar bekliyor.
4 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi (Peyami Safa)
Eşref Şefik Bey Dava Açıyor
Galatasaray İdare Heyetini Mahkemeye Verecek
(…) Kulüp idare heyetinin yazdığı tebliğin tarzı tahriri ve kullanılan kelime ve cümlelerin hakaretamiz bir mahiyette olması, Eşref Şefik Bey’i de çok müteessir etmiştir. Eşref Bey, dün kendisiyle görüştüğümüz vakit bize şunları söylemiştir:
“Bu sarı kırmızı renkleri daima temiz olarak tutmak istedim. Yazılarım hiçbir vakit samimi tenkit hududunu geçmemiştir. Mensup olduğum bir kulübün mağlubiyetten mağlubiyete uğraması, sarı kırmızı rengi benim gibi sevenler kadar yüreğimi sızlatmıştır. Bir kulübe mensup olmak, o kulübün renklerini taşımak demektir, fakat hiçbir vakit meddah olmak, hakikati görmemek demek değildir. Kulüp heyeti idaresinin hakkımda yazdığı tebliğde baştan nihayete kadar şahsıma hakaret edilmiştir. Matbuat kanunu, bu gibi ahvalde gayet sarih ahkâmı ihtiva etmektedir. Neşir vasıtasile şahsıma karşı yapılan bu hakaretten dolayı kulüp idare heyeti aleyhine hakaret davası ikame edeceğim. Fakat bütün bu dedikodular, beni kulübüme karşı duyduğum sevgiden ayıramayacaktır”
5 Ocak 1933 – Cumhuriyet Gazetesi
Kafamızın İdmanı
Eski şerefli günlerinin iç gıcıklayıcı zaferlerile sermest olan Galatasaray futbol takımı bu seneki resmî maçlarda hezimetten hezimete düşerken kulüp erkân ve azası da biribirlerine düşmeğe başladılar.
Galatasaray, memleketin spor tarihine kıymetli hatıralar kaydetmiş ve kendini münevver bir zümreye sevdirmiş emektar bir kulüptür. Bu kulübün futbol takımını ezeli bir rakip olarak tanıyan ve ağlarını gol demetlerile donatan Fenerbahçeliler bile bu akıbetten müteessirdirler.
Şerefli bir rakip değersiz bir düşmandan çok kıymetlidir. Fakat zamanla telafi edilecek spor mağlubiyetleri arasına bir varlığın eczasını parçalayacak sinir buhranları girmesi tehlikelidir.
Galatasaray’ın mağlubiyetlerini hiç şüphesiz samimi bir sporculuk gayretile ve gene şüphesiz salahiyettar bir kalemle tenkit eden Eşref Şefik Bey hakkında kulüp idaresinin verdiği karar işte bu tehlikenin işaretidir. Galatasaray şimdiye kadar çok şerefli zaferler kazanmıştır. Bir iki mağlubiyet ancak bir idman zaafı ve bir devre ricatidir. Muntazam bir antrenman bu sukutu tevkif edebilir.
Fakat en mütehassıs azasının içten gelen bir teessürle ortaya attığı kusurları benimseyecek yerde acı söyleyen bu dost ağzını tıkamaya kalkmak bir kulübün maneviyatında telafisi güç rahneler açar.
Anlaşılıyor ki tenkide karşı kalplerimizde teşekkür ve tesamüh yerine hala kin ve istan hissediyoruz.
Her şeyden evvel tenkit ve münakaşa işin kafamızın idman etmesi lazımdır. Çünkü bu idmansızlık spor mağlubiyeti gibi geçici bir akıbet değil, bizi gülünç ve biraz da müstebit yapan bir afettir.
Galatasaray izmihlal âsarı gösterir göstermez, en yakın dostu Eşref Şefik’in kaydını sildi. Eşref Şefik –idare heyetine göre- artık Galatasaraylı değildir.
Oh!.. Artık mesele kalmadı demektir. Kulüpteki bozgunlara, idaresizliklere, hoşnutsuzluklara sebebiyet veren, meğerse, Eşref Şefikmiş. Mağlubiyetlerin en büyük âmili bu arkadaşmış…
Eğer Eşref Şefik Galatasaray’ın mağlup olacağını evvelden yazmasaymış, galibiyet muhakkakmış.
İdare mekanizması bozuktur, futbol ekibi çalıştırılmıyor, bu şekilde galibiyet temin edilmesi imkansızdır, demek müstekreh neşriyat yapmakmış.
Meğer mensup olduğu kulübün düzeltilmesini istemek “mensup olduğu kulübün şahsiyeti maneviyesini tahkir” imiş…
Bir kağıt, bir kalem, gazetelere bir tebliğ: Eşref Şefik Bey’in kaydını terkin ettik…
Bundan böyle idare heyetini herkes sevecek, idare mekanizması kronometre gibi işleyecek, futbol takımı artık galip gelecek…
Doğrusu, idare heyetinin kulüp işlerini tanzim için bir çırpıda bulduğu çareye deyecek yok…
Vakti evailde, mahalle mekteplerindeki çocuklar, elifbeyi bir türlü öğrenemiyorlarmış. Dersi zihinlerine yerleştiremeyince aralarında karar vermişler:
Hocayı öldürelim.
Karar mı karar. Ellerine birer sopa alıp, köşebaşında hocayı beklemeye başlamışlar. Oradan geçen bir zat, çocuklara sormuş:
Ne yapıyorsunuz burada?
Hocamızı bekliyoruz.
Neden?
Onu öldüreceğiz.
Sebep?
Elifbeyi öğrenemiyoruz.
Ayol, hocayı öldürürseniz yerine başkası gelir, elinizde ise elifbeyi öldürün!
Eşref Şefik’i –hem de salahiyetleri yokken– kulüpten addetmemekle işler düzelecek mi? Eşref artık tenkit etmeyecek mi? Doğru yolu göstermeyecek mi? O olmazsa, başkası yazamaz mı?
Bu neşrettikleri tebliğden sonra –bize kalırsa– idare heyeti, kendi kayıtlarını silmelidirler…
5 Ocak 1933 – Vakit Gazetesi (Selami İzzet)
Vur Abalıya!
Eskiden, her futbol mağlubiyetinin sayılı sebepleri vardı: İlkbaharsa, rüzgârın altına düşmek; yazsa, güneşe karşı oynamak; güzse, çamura batmak; mevsim müsaitse hakemin haksızlığı; hakem adilse, şanssızlık!
Bu beş gizli düşmandan biri, muhakkak her yaptığımız milli maçta bizim on bir oyuncumuzun ayrı ayrı ayaklarına dolaşır, nefeslerini tıkar, hücumlarını keser, şütlerini çelerdi.
Fakat bu beş düşmandan üçü, rüzgâr, güneş, yağmur, tabiatın korkunç kuvvetleri olduğu için kolay kolay başa çıkılmaz. Dördüncüsü, hakem denen münferit hâkimdir ki ona söz söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Beşincisi olan şansa gelince, bu gizli sihirbazın, yeryüzünde oyuncağı olmayan kim var?
Bundan dolayıdır ki galip gelmek için, yalnız on bir rakibini değil, rüzgârı, güneşi, yağmuru, hakemi, şansı da mağlup etmeye mecbur olan takımlarımız, ekseriya sahadan başları önderine düşük çıkıyorlardı.
Son günlerde, bu yenilme salgınına Sarı-Kırmızılılar tutuldular: Beşiktaş’a yenildiler, İstanbulspor’a yenildiler, Süleymaniye’ye yenildiler… Sebep? Bunu, Galatasaray idaresi uzun uzun düşünmüş, aramış ve bulmuş: Güneş değil, rüzgâr değil, yağmur değil, hakem değil, şans değil. Ya kim? Söyleyeyim: Eşref Şefik Bey’in tenkitleri!
Ve Eşref Şefik Bey’i kulüpten ihraç etmişler…
Bu adilane kararlarile Galatasaray’ı gelecek mağlubiyetlerden kurtaran idare heyetini tebrik ederiz.
“1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda, en başından beri “1959 Öncesini İnkar, Devleti İnkardır” noktasında duruyoruz. Aşağıda okuyacağınız Türk Futbolunun İdari Tarihçesi, bu tezimizi kanıtlayan bir derleme olarak tarihe geçiyor.
Gerek Türkiye Futbol Federasyonu’nun kuracağı komisyon, gerek kulüplerimiz ve gerekse araştırmacılar; bu derlemeden istifade ederek, Fenerbahçe Spor Kulübü tarihçilerine dair tezlerin ne denli isabetli olduğunu tahlil etme imkanı bulacaktır.
“İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” 269 maddelik son nizamname taslağı üzerinde çalışmaya başladı.
“İşte, bu tarihlerde İsviçre’den tahsilden dönen Galatasaray’ın eski futbolcularından Yusuf Ziya Öniş, beraberinde getirdiği İsviçre Spor Teşkilatı nizamnamesini Galatasaray kulübünün 1 numaralı kurucusu Ali Sami Yen, Anadolu kulübünden Burhanettin Felek ve Fenerbahçe kulübü kurucularından Nasuhi Baydar ile beraber tercüme ederek 20 maddelik bir tüzük meydana getirmişlerdir” (San, Ünsi ve Var) “…
“20 maddelik yönetmeliğin yetmeyeceği, “ayrıca kurulması düşünülen teşkilatın yalnız futbol değil, yapılan bütün spor dallarını kapsamasının da ön plana alınmasının zorunlu olduğu anlaşılmıştır.” (Ertuğ)
20 Haziran 1921
Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Baron Pierre de Coubertin, Lozan’dan Selim Sırrı Tarcan’a yazdığı mektubunda şöyle diyordu:
“Aziz meslektaşım; Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin son toplantısında Türkiye temsilcisi olarak yeniden aramıza katılmanızı rica etmekle görevlendirildim. Koşullar, görevinizi bir süre kesintiye uğratmış olsa da herkesin belleğinde yer etmiş bulunan kişisel dostluk duygularında hiçbir eksilme olmamıştır. Bu mektubu en içten duygularımla birlikte bunun güvencesi olarak kabul etmenizi rica ederim.”
27 Kasım 1921
İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi’nin Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı tüzel kişiliğine esas olacak nizamnamesi Dâhiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) onayına sunuldu.
İİHM’nin kuruluş amaçları, kısaca, “Türkiye’deki beden eğitimi ve spor işleriyle spor kulüplerine yardım etmek, üye kulüpler arasındaki ilişkileri kurala bağlayıp düzenli-dostça yürümesini sağlamak, yeni sporcuların yetişip yeni kulüplerin kurulmasına önayak olmak, her türlü spor, beden terbiyesi ve idman faaliyetini idare, teşvik, himaye ve tensip ve Türk idmancılığını dâhilde ve hariçte tam salahiyetle temsil etmektir.”
22 Mayıs 1922
İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı adıyla tüzel kişilik kazandı.
İİHM, doğal gelişme süreçleri içinde, tescil işlemlerinin bittiği 22 Mayıs 1922 tarihinde, yerini, Cemiyetler Kanunu’na göre kendisi de tüzel kişi olan ve bu yönüyle Türkiye’nin ilk biçimsel spor yönetimi olarak beliren “federatif” nitelikteki TİCİ’ye bırakmıştır.
25 Haziran 1922
‘Milli Olimpiyat Cemiyeti’ yerine ‘Kaim Cihan Müsabakalarına İştirak Cemiyeti’ kuruldu.
Gerçek anlamda Türkiye’nin ilk ulusal olimpiyat komaitesi olan ve yürürlükteki dernekler hukuku hükümlerine göre özel hukuk tüzel kişisi olarak kurulan örgütün Reis-i Fahrîsi Şehzade Abdurrahim Efendi, Reis-i Hamîsi Şehzade Ömer Faruk Efendi, Reis-i Aslîsi Ziraat Müdür-ü Umumîsi Hasip Bey, Reis Vekiller Pertev Paşa ve Kemal Paşa, üyeleri Celal ve Dr. Server Kamil Beyler, saymanı Abidin Bey, veznedarı Ahmet Vefik Bey, merkezi İstanbul, faaliyet sahası ise bütün Türkiye olarak belirlendi.
Türkiye’nin 1924 Olimpiyatları’na katılabilmesi için hükümetten istenen yardımın tutar ve gerekçelerini açıklayan ve Ali Sami Yen ile Selim Sırrı Tarcan’ın ortak imzalarını taşıyan mektup için:
“14 Teşrinisani ve 613/110 Numaralı Lütufnameleri ile Talep Olunan Malumatın Berveçh-i Zir Arzı” (TMOK Arşivi)
14 Temmuz 1922
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, Fenerbahçe kulübü binasında ilk toplantısını yaptı. Bu toplantıda ilk heyet-i merkeziye oluşturuldu.
31 Temmuz 1922
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın genel merkez toplantısında cemiyetin ilk başkanı olarak Ali Sami Yen ve öteki Meclis-i İdare üyeleri seçildi.
24 Ağustos 1922
TİCİ Meclis-i İdaresi, geçici atletizm, güreş ve futbol encümenleri (federasyon) oluşturmuş, başkanlıklarına ise sırayla kendi başkan yardımcıları Burhan Felek ve Ali Seyfi’yle, üye Yusuf Ziya Öniş’i getirmiş, encümen üyelerinin de encümen başkanlarınca TİCİ Meclis-i İdare üyeleri arasından seçilmelerini öngörmüştür.
1 Kasım 1922
Türkiye İdman Mecmuası dergisinde yayınlanan bir yazıdan:
“Kurtuluş Savaşı’nın sona ermesiyle, yalnız İstanbul’da yapılmakta olan spor türlerinin bütün Anadolu’ya yayıldığını, sırasıyla Ankara, İzmir, Rize, Trabzon, Konya, Mersin, Adana, Zonguldak, Sivas, Erzurum, Samsun, Bursa, Balıkesir, Eskişehir, Edirne’de 1922 yılı sonlarında yapılmaya başlandığını öğrenmekteyiz. Bu suretle spor türleri bütün yurtta yayılmakta ve dolayısıyla yalnız İstanbul’un dar bir bölgesi içinde sıkışıp kalarak örgütlenmiş TİCİ’nin genişletilmesi ve bölgeleri içine alacak duruma getirilmesi görüşü çoğunluk kazanmaktadır.” (Çeki – 1 Kasım 1922)
10 Kasım 1922
TİCİ Genel Merkezi, Ekim ayının başında yapması gereken üçüncü toplantısını yaptı.
“Cuma günü Fenerbahçe kulübünde yapılan toplantı beş saatten fazla sürmüştür. Bu toplantının yalnız futbol federasyonunun çalışması konusundaki tartışma ile geçtiğini öğrenmekteyiz. Bu suretle de yalnız bir Futbol Federasyonu kimliği altında çalışmalarını sürdürmektedir.” (Çeki – 1 Kasım 1922)
“İşbu teşkilat-ı umumiyeyi ihzar, ikmal ve tatbik eylemek üzere, en eski idman cemiyetleri murahhasları ve en maruf Türk idman mütehassıs ve muallimlerinin iştirakiyle 1340 (1924) senesi umumi kongresi toplanana kadar umumi kongre salahiyetini haiz” bir Heyet-i İhzariye kuruldu ve eski yönetim kurulunun bu geçici heyet olarak görevde kalması kararlaştırıldı.
Nizamname “Türkiye’nin aksam-ı memalikinde” (Madde 1) örgütlenilmesini öneriyor ve idman mıntıkalarını “memleketin vaziyet-i coğrafiye ve iklimiye, vesait-i nakliye ve teşkilat-ı mülkiyeye göre tefrik edilen hudutlar dahilinde (Madde 4) kuruyordu.
16 Mart 1923
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı yeniden örgütlendi.
13 Nisan 1923
Şehzadebaşı’nda Letafet Apartmanı’nda Kumkapı kulübünde yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu kuruldu.
21 Mayıs 1923
Cenevre’de yapılan toplantıda Türkiye Futbol Federasyonu’nın FIFA üyeliği onaylandı.
2 Ocak 1924
Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı, İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararnameleriyle hem “kamu yararı gözeten dernek” statüsü edindi, hem de Türkiye’yi dışarıda temsil etmeye hükümetçe yetkili kılındı.
4 – 12 Eylül 1924
Birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.
5 – 12 Eylül 1924
TİCİ 1. Kongresi, Ankara’da Türk Ocağı’nda toplandı.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.
TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.
Kongreye Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Canik (Samsun), Edirne, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Karesi (Balıkesir), Kocaeli, Konya ve Trabzon “şehir” mıntıkaları katılırken, ordu mıntıkalarından Harbiye ve Bahriye de temsilci göndermişti.
Federasyonların kuruluş ve ikamet kararları alındı. İşbu Federasyonların 1928 Olimpiyatları hazırlığına şimdiden başlaması kararlaştırıldı. Yeni bölgeler kuruldu ve her sene Türkiye birincilik müsabakalarının farklı yerlerde düzenlenmesi kararı verildi.
18 – 20 Eylül 1925
TİCİ 2. Kongresi, Ankara’da Belediye Salonu’nda toplandı.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hamî” Başkanlığı, Başbakan İsmet İnönü ise “Fahrî” Başkanlığı kabul ettiler.
TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.
Açılış konuşmasını yapan Başbakan İsmet Paşa “Memleketimizde spor teşebbüsü henüz sizin idare etmekte olduğunuz son şekliyle birkaç senelik teşebbüs olmakla beraber az zamanda kat ettiğimiz mesafeler bu işi hususi teşebbüslerin hevesleri için vücuda getirdikleri ve mesul oldukları bir teşkilat haricine çıkarmış, memleketin hayat-ı umumiyesinde bütün mücadelâtında onu bir mevki sahibi etmiştir.” dedi.
Türkiye birinciliklerinin bir arada olmayıp spor mevsimine göre yapılması kabul edildi.
28 Eylül – 1 Ekim 1926
TİCİ 3. Kongresi, Ankara’da toplandı.
TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.
Kongrenin açış konuşmasını yapan İsmet Paşa, TİCİ “yöneticileri ve kongre üyelerine, mıntıkaların ve federasyonların şikâyetlerinin yersiz olduğunu, her şeyin hükümetten beklenmemesi gerektiğini, hükümetin spora maddi-manevi desteğini verdiğini, hükümetin spor teşkilatına verdiği önem ve saygı derecesini kendilerinin de gösterdiği zaman daha iyi neticeler elde edileceğini, çünkü gençliğin Türk milletinin istikbali olduğunu bunun için çalışmalarda ciddi ve disiplinli olunması gerektiğini” belirtti.
TİCİ’nin kongre temsilci heyetini kabul eden ve onlara oldukça uzun bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ise sözlerini şöyle bitiriyordu:
“Sizi bana gönderen hassas insanlardan mürekkep gençlik cevvaliyetiyle vatan ve milliyet aşkıyla hal-i feveranda bulunan kongrenize teşekkür ederim. Sizi avdet ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı’nın teşkiline badi bütün insanların güzel niyetlerine ve baria muvaffakiyetlerine müteşekkir olarak selamlarım. Sözlerimde işaret ettiğim ciddi muvaffakiyatı bana, hükümet-i cumhuriye ve cumhuriyetin sahib-i aslisi ve murakıbı olan büyük Türk milletine fiilen gösterebileceğiniz zamana büyük Türk milleti namına muntazır olduğum sözlerini son sözlerim olarak söylerim.”
2 – 10 Eylül 1927
İkinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Muhafızgücü şampiyon oldu.
6 – 9 Eylül 1927
TİCİ 4. Kongresi, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.
TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.
Kongrenin açılış konuşmasını yapan Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey; “spor faaliyetlerinin federasyon suretiyle teşekkülünü ve bir program dâhilinde faaliyet yapılmasını arzu ettiklerini, sporun memleketin hayati mesele olduğunu, Türk sporculuğunun diğer yıllara nazaran çok ilerleme gösterdiğini ve bu kongrenin eğitim, ordu, bahriye ve spor teşkilatlarıyla meşgul olacağı için diğer kongrelerden daha büyük önem arz ettiğini” belirtti.
Bu kongrede nizamname değişikliğiyle, umumî kongrelerin bir yerine iki yılda bir toplanması, mahallî ve millî şampiyonlarla, heyet reislerinin müsabakaları ücretsiz izlemeleri hükme bağlandı.
21 Mayıs 1928
1246 sayılı “Türkiye’de Gençlik Teşkilatlarının Türk Vatandaşlarına Hasrı Hakkında Kanun” Resmî Gazete’de yayınlandı.
Kanun metni şu şekildeydi:
Madde 1) Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek mekteplerde ve gerek mektep haricinde izcilik, keşşaflık, boyskotluk veya diğer nam ve unvan altında izcilik teşkilatı vücuda getirmek hakkı münhasıran Türk vatandaşlarına aittir.
Madde 2) Birinci maddede zikredilen teşkilatı ecnebiler vücuda getiremeyeceği gibi bu kabil teşkilata ecnebi gençler dâhil olamazlar.
Madde 3) Türk vatandaşlarından olanlar dahi birinci maddede zikredilen teşkilatı ancak Maarif Vekaleti’nin müsaadesiyle ve o vekaletin emir ve murakabesine tabi olmak vücuda getirebilirler.
Madde 4) Bu kanun neşri tarihinden muteberdir. Madde 5) Bu kanunun ahkâmını icraya Dahiliye ve Maarif Vekilleri memurdur.
2 – 8 Ocak 1931
TİCİ 5. Kongresi, bir önceki kongreden 4 yıl sonra, Ankara’da Halk Fırkası merkezinde toplandı.
TİCİ Başkanlığına Ali Sami Yen seçildi.
Bu kongrede alınan kararlardan bazıları;
Genelkurmay, Maarif, Sağlık ve Harici Vekilliklerinden genel merkeze oy hakkı olmayan birer delege gönderilmesi ve bunların müşavir üye olarak alınması;
Hokey, Boks, ve Tenis federasyonları iptal edilerek bu sporların şimdilik tatbik edilmekte oldukları bölge idman heyetlerine bırakılması;
futbol, güreş, atletizm, denizcilik ve eskrimin birer federasyon olarak muhafaza edilmesi;
Binicilik, atıcılık, uçuculuk, kızakçılık ve dalgıçlık gibi ordu sporları için, ordu sporları federasyonu namı altında bir federasyon kurulması ve sporcuların, spor turnelerinde gazete muhabirliği yapmamaları idi.
20 – 25 Haziran 1932
TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı.
Merkezi umumî, bu toplanışında İstanbul mıntıkası ile Futbol Federasyonu arasındaki ihtilafı da inceledi ve kongrede bulunan müfettişlerin raporunu, Futbol Federasyonu başkanının izahatını ve İstanbul mıntıkası merkez heyeti reisi Orhan Beyin konuya ilişkin raporunu dinledi.
Meselenin incelenip karar verildiği son toplantıda, kendisiyle alakalı olduğu için hakem durumunda bulunmasının uygun olmayacağından Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Beye toplantıdan çıkması rica edilmiş, o da bunun üzerine salondan çıkmıştır.
Kongrede bir konuşma yapan Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreteri Recep Peker; “Partinin spor işleriyle ve sporculukla fevkalâde alakadar olduğunu, spora maddi-manevi her türlü desteği verdiğini, sporculuğun esaslı bir şekilde tanzim ve teşkilinin zaruri olduğunu, hükümetin spora bu sene önceki senelerden daha fazla para tahsis ettiğini, profesyonelliğe karşı olduklarını ve bunun için her türlü girişmeleri reddettiklerini, Türkiye birinciliklerini önümüzdeki sene yapacaklarını, kulüplerin, sporcuları kendi menfaatleri için değil millet için yetiştirmesi gerektiğini” belirtti.
Bu kongrede federasyon seçimleri de tartışmalı geçti. Eski federasyon başkanları ve erkanından hiç biri vazife kabul etmek istememiş, bütün ısrarlara rağmen şiddetle reddetmişlerdi. Fakat neticede gene onlar seçilerek bir emrivaki karşısında bırakıldılar.
7 – 10 Ekim 1932
Üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. İstanbulspor şampiyon oldu.
13 Ekim – 10 Kasım 1933
Dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
25 – 28 Ekim 1933
TİCİ 7. Kongresi, Ankara Spor Salonu’nda toplandı.
Kongre heyeti umumiyesi; Cumhuriyetin 10uncu yıl dönümü nedeniyle Bursa’da yapılamayan Türkiye futbol birinciliğinin gelecek sene Bursa’da yapılması kararlaştırıldı. Federasyonların raporlarını inceleyen komisyonun “beş sene müddetle Türkiye birinciliği yapmayarak bu paranın mıntaka sahalarına tahsisi” hakkındaki teklifi kabul etmedi.
12 – 29 Ekim 1934
Beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.
24 Ağustos – 8 Eylül 1935
Altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
13 – 18 Nisan 1936
TİCİ 6. Kongresi, Ankara’da Halkevi’nde toplandı. Kongrenin son gününde, voleybol ve basketbol federasyonlarının kurulmasına ve cezaların affına, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı namı altında 14 yıl faaliyet gösteren bu teşkilatın nizamnamesinin maksadı temine kâfi gelmediği için yeni icaplara göre hükümler taşıyan bir nizamname ile teşkilat 18 Nisan 1936 tarihinden itibaren adının “Türk Spor Kurumu” olarak değiştirilmesine karar verildi.
“Türk Spor Kurumu, ‘yarı-resmî niteliğine ve CHP parti örgütünün parçası olmasına karşın, dernekler hukuku hükümlerine göre son kurultayında adını Türk Spor Kurumu olarak değiştirmiş bir ‘özel hukuk tüzel kişisi’, bu yönüyle de Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın yasal devamıdır.” (Kurthan Fişek)
29 Haziran 1936
Türk Spor Kurumu Dergisi yayın hayatına başladı.
İlk sayıda yayınlanan “Maksadımız” başlıklı yazıda şöyle deniyordu:
“Bu sene sekizinci kongresini akdeden “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı,,, nizamnamesini yeni esaslara göre değiştirerek ismini de [Türk Spor Kurumu] na tahvil etmiştir.Bu yeni esaslara göre Türk Spor Kurumu; Yurdu kurtaran Ulu Önder Kamâl Atatürk’ün cumuriyet ve istiklalimizi kendisine tevdi etmiş olduğu Türk Gençliğini, ruhi ve manevi bakımdan olduğu kadar bedeni ve maddi bakımdan da bu değeri ölçülmez vediayı koruyabilecek iktidara sahip, şuurlu, canlı, bir düşünceli ve bir hareketli [bir sporcu gençlik birliği] halinde ilerletip geliştirmek vazifesini üzerine almıştır.Türk Spor Kurumu; bu vazifesini yaparken gençlerin sıhhat şartlarını göz önünde tutarak memlekette teknik icaplara uygun zevkli bir spor faaliyeti uyandırmıya çalışacak ve bu faaliyetin, ahlâklı ve vatansever Türk Gençliği için millî vasıfları hâiz ve o gayelere müteveccih olmasını temine dikkat ve ehemmiyetle uğraşacaktır.Bugün ilk sayısı çıkan Türk Spor Kurumu Dergisi Türk Spor Kurumunun bu yoldaki çalışmalarında, fikirlerinin yayım organı olacaktır.”
21 Mart – 11 Temmuz 1937
Birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
13 Şubat – 5 Haziran 1938
İkinci Millî Küme düzenlendi. Güneş şampiyon oldu.
23 Haziran 1938
İcra Vekilleri Heyetince 6 Haziran 1938 tarihinde Yüksek Meclise arzı kararlaştırılan (Spor Teşkilatı) hakkındaki kanun lâyihası esbabı mucibesi ile birlikte 23 Haziran 1938’de Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliğine sunuldu..
29 Haziran 1938
3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu ile “Başbakanlığa bağlı” Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu.
Gençlik Spor Bakanlığı’nın onayıyla federasyon kurmak, ülke çapında spor tesisi yapımıyla ilgili çalışmaları yürütmek, sporcu ve kulüplerin tescil, vize ve transfer işlemlerini izleyip kayıtlarını tutmak, Spor-Toto uygulamalarını düzenlemek ve yurttaşın spordaki bilgi ve ilgi düzeyini yükseltmekti.
Kanun Maddesi 6) Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin merci ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mesuldür.
1939
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nce çıkarılan bir talimatnameyle TİCİ’den TSK’ya devredilen Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, BTGM’ye bağlandı.
19 Mart – 9 Temmuz 1939
Üçüncü Millî Küme düzenlendi. Galatasaray şampiyon oldu.
31 Mart – 7 Temmuz 1940
Dördüncü Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
21 – 22 Eylül 1940
Yedinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Eskişehir Demirspor şampiyon oldu.
12 Mart 1941
Resmî Gazete’de 15309 numaralı kararname yayınlandı.
“İlişik (1) sayılı listede yazılı kulüplerin hizalarında gösterilen adlar altında birleştirilmeleri ve (2) sayılı listede yazılı olanların da kapatılmaları; Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 15/2/1941 tarih ve 1320 sayılı tezkeresile yapılan teklifi üzerine 3530 sayılı kanunun 13 üncü maddesinin son fıkrasına tevfikan İcra Vekilleri Heyetince 1/3/1941 tarihinde kabul olunmuştur.”
30 Mart – 6 Temmuz 1941
Beşinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.
12 – 15 Temmuz 1941
Sekizinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.
23 – 25 Mayıs 1942
Dokuzuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.
3 Haziran 1942
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 4235 sayılı yasayla Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.
14 Mart – 19 Mayıs 1943
Altıncı Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
12 Mart – 19 Mayıs 1944
Yedinci Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.
27 – 30 Mayıs 1944
Onuncu Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
11 Mart – 20 Mayıs 1945
Sekizinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
12 – 29 Mayıs 1945
On birinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Harbiye şampiyon oldu.
6 Nisan – 12 Mayıs 1946
Dokuzuncu Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
25 – 28 Mayıs 1946
On ikinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Gençlerbirliği şampiyon oldu.
22 Mart – 25 Mayıs 1947
Onuncu Millî Küme düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.
24 – 26 Mayıs 1947
On üçüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankara Demirspor şampiyon oldu.
21 Mayıs – 5 Haziran 1949
On dördüncü Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Ankaragücü şampiyon oldu.
18 Mart – 21 Mayıs 1950
On birinci Millî Küme düzenlendi. Fenerbahçe şampiyon oldu.
1 – 11 Haziran 1950
On beşinci Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Göztepe şampiyon oldu.
17 – 27 Mayıs 1951
On altıncı Türkiye Futbol Birinciliği düzenlendi. Beşiktaş şampiyon oldu.
13 Mayıs 1960
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 7474 sayılı yasayla Başbakanlık makamına bağlandı.
29 Ağustos 1962
Profesyonel Futbol Yönetmeliği, Resmî Gazete’de yayınlandı.
Madde 1) Bu Yönetmelik, profesyonel takım kuran kulüplerle profesyonel futbolcular ve bu teşekkül ve şahıslarla Futbol Federasyonu arasındaki münasebetlerde tatbik olunur.
85. maddede “Bu yönetmelik hükümlerini Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü yürütür” deniyordu.
11 Şubat 1970
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, 1-21/1156 sayılı kararname ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlandı.
1977
Devlet Planlama Teşkilatı’nın “Beden Eğitimi ve Spor Özel İhtisas Komisyonu Ön Raporu” yayınlandı.
“Federasyon birçok kulübün bir araya gelerek aynı amaç için birleştikleri bir topluluktur. Spor kulüpleri aynı amaç için birleşerek Federasyon’u kurarlar ve bunların yöneticilerini kendi aralarından seçerler. Anayasamızın 29’uncu maddesi gereğince herkes dernek kurrar. Spor kulüpleri de birer dernek olduğuna göre 1630 sayılı Dernekler Kanunu derneklerin federasyon ve konfederasyonlar halinde birleşebileceklerini belirlemektedir ve aynı kanun gereğince de uluslararası beraberlik ve işbirliği sağlayabilirler. Bu durum yurdumuzda ilk federasyonların kurulduğu 1922 yılından 1936’ya kadar Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı zamanında uygulanmıştır.”
7 Kasım 1982
Yeni Anayasa’da ilk spora yer verildi. Böylece ülkemizde ilk kez spor ve sporcu Anayasa’nın teminatı altına alındı.
14 Aralık 1983
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü 179 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Milli Eğitim ve Gençlik ve Spor Bakanlığı bünyesinde yer aldı.
21 Mayıs 1986
T.B.M.M.’de kabul edilen 3289 sayılı “Gençlik ve Spor Hizmetleri Kanunu” ile Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü adı, Beden Terbiyesi ve Spor Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi.
5 Mayıs 1988
T.C. Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nün “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri “Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:
Ülkemizde de her geçen gün gelişen profesyonel futbolun, Batıda olduğu gibi profesyonelce yönetilmesi zaruret haline gelmiştir. Profesyonel futbolun, amatör futbol şartlarına göre düzenlenmiş teşkilat ve kaidelerle yönetilmesi çeşitli aksamalara yol açmaktadır. Bu nedenlerle, profesyonel futbolun, profesyonelce yönetilmesi ve böylece futbolumuzun daha ileriye götürülebilmesi maksadıyla, özel hukuk hükümlerine tabi ve tüzelkişiliği haiz Türkiye Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri hakkındaki bu Kanunun hazırlanması gerekmiştir.”
27 Mayıs 1988
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.
2 Mart 1989
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonunun Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair Kanun” kabul edildi.
1989
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün Başbakanlık Devlet Bakanlığı’na bağlanması nedeniyle adı “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” oldu.
10 Nisan 1992
Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Yusuf Namoğlu ve 33 Arkadaşının, 27.5.1988 Tarih ve 3461 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim Komisyonu Raporu’ndan:
“Ülkemizde futbol faaliyetleri uzun yıllar Beden Terbiyesi ve Gençlik Spor Genel Müdürlüğü çatısı altında ve ona bağlı Futbol Federasyonu eliyle yönetilmiştir. Futbolun ülke sporu içindeki yeri ve önemi dikkate alınarak, özerkleştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Bu amaçla 3461 sayılı Kanun çıkarılmış, futbolun, içinde yer alan birimler ile kurum ve kuruluşlar eliyle kendilerinin seçtikleri kişiler tarafından yönetilmesi amaçlanmıştır. Ancak, bilahara 3461 sayılı Kanunun seçime ilişkin hükümleri 3524 sayılı Kanunla değiştirilerek, Federasyonun organlarının atama yoluyla görevlendirilmesi uygun görülmüştür.”
17 Haziran 1992
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.
18 Şubat 2000
Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:
3.7.1992 tarihinde yürürlüğe konulan 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” ile profesyonel futbolun gelişmesine engel teşkil eden hususların ortadan kaldırılması, futbolun idarî, malî ve hukukî yönden özerk bir yapıya kavuşturularak uluslararası norm ve standartlara uygun bir yapının oluşturulması hedef alınmıştır. Özel hukuk hükümlerine tâbi, tüzelkişiliğe haiz özerk bir federasyonu öngören bu Kanun kapsamında, futbol adına çağdaş bir çalışma ve gelişme ortamının tesis edildiğine ve bu suretle futbolla ilgili tüm sorunların giderileceğine dair kamuoyunda beklentiler yaratılmıştır. Ancak, Kanunun yürürlüğe girdiği 1992 tarihinden itibaren hâsıl olan gelişmeler kamuoyunda yaratılan bu olumlu beklentilere cevap vermede yetersiz kalmıştır.
14 Nisan 2000
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.
12 Mayıs 2004
Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’ndan:
“Ülkemizde profesyonel futbol faaliyetleri 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca kurulmuş bulunan Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yürütülmektedir. Kanunun 1 inci maddesine göre futbol faaliyetleri millî ve milletlerarası kurallara göre yürütülür, teşkilâtlandırılır ve geliştirilir. Futbolun sürekli gelişmesi ve uluslararası niteliği nedeniyle süratle değişen şartlara uyumun sağlanabilmesi için anılan Kanunda değişiklikler yapılması zorunlu hale gelmiştir.”
25 Mayıs 2004
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.
29 Kasım 2007
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kabul edildi.
5 Mayıs 2009
T.B.M.M.’de “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” kabul edildi.
2011
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın kurulması; 6/4/2011 tarihli ve 6223 sayılı Kanunun verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu’nca 3/6/2011 tarihinde kararlaştırıldı.
Kanun Hükmünde Kararname ile teşkilat yapısında değişikliğe gidilen Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 3289 sayılı kanunda yer alan “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” ibaresi “Spor Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.
2018
10/07/2018 tarihli 1 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde “Spor Genel Müdürlüğü” olan adı “Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğü” olarak değiştirildi.
Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm X
Yunanlılarla siyası ve kültürel bir dostluk havasına girmiştik. Spor temaslarımız sıklaşmıştı. Bunların neticesi olarak meşhur Yunan takımı Olimpiakos’la karşılaşmamız kesinleşti. Müsabaka İstanbul’da Taksim Stadı’nda yapılacaktı. Maç günü Taksim Stadı o senelerin rekoru sayılacak seyirci ile doluydu. O kadar ki papazlar bile maça gelmişlerdi. Benim fena itikatlarımdan biriydi maçtan önce papaz görmek. Kendi kendime söylenip duruyordum. Bir hadise olacaktı sonunda oldu da…
Maçın sonlarına doğruydu… Alaattin ağabeyim sağdan güzel bir vuruşla galibiyet golümüzü attı. Ben de direğe vurarak içeri girmekte olan topa bir daha çakarak ağlara gönderdim. Bugün bile Avrupa’da sevinç alameti olarak yapılıyor bu iş…
Ama karşı takımı çok sinirlendirdiği de muhakkak… Neyse… Topu alarak hızlıca santraya doğru gidiyordum. Arkamdan Yunan kalecisinin koşarak bana yaklaştığını hissettim. Fakat kaleci bir anda ortadan kayboldu. Arkamı döndüğümde kaleci yerdeydi. Seyircinin arasına girmekte olan bir subayı ancak görebildim. Biraz daha oynadık maç bitti. Ertesi günkü gazeteler bu hadiseden biraz bahsettiler.
Olay kapandı sanırken, iki gün sonra çalıştığım yere bir inzibat eri gelerek Merkez Kumandanlığı’ndan çağrıldığımı söyledi. Şaşırmıştım. “Ne oluyor?” diye acele gittim. “Galiba beni askere alıyorlar” diyordum. Beni bir albayın odasına çıkardılar. Kendisi sert bir lisanla kaleciye yumruğu kimin attığını sordu. Görmediğimi söyledim. Albay inanmıyordu. Hakikaten görmemiştim.
Ertesi gün Zeki Bey’le beni yine çağırdılar. Uzun uzun soruşturdular. İkimiz de görmediğimizi söyledik. Ama albay ısrar ediyordu. Kızgın bir sesle, “Bu bir subay… Onu mutlaka bulacağız. Yoksa hepimiz ya tekaüt olacağız yahut Şark’a sürüleceğiz. Başvekilin emri var” dedi. Bize adeta yalvarıyordu adam… Kendisine yardımcı olmamızı istiyordu. Hakikaten görmemiştik.
Bir gün sonra beni yine çağırdılar. Albay, “Biz yumruğu vuranın bir doktor yüzbaşı olduğunu tespit ettik. Bunların arasında var mı?” diyerek bana üç tane doktor yüzbaşı gösterdi. “Tanımıyorum” dedim. Öfkeleri gün geçtikçe artıyordu.
O zaman Gülhane Hastanesi’nde şimdiki Profesör Rasim Adasal, bizde futbol oynayan Selahattin ve Deniz Hastanesi Başhekimi olan İhsan Meriç de doktordu… Bu iş hepimizi dertlendirmişti. Fakat yumruğu vuran yüzbaşı sonunda bulundu. Merkez Kumandanlığı rütbesi tespit edilen ne kadar doktor yüzbaşı varsa çağırıp maç günü nerede olduklarını sormaya başlamış. Yumruğu vuran maç has tası Yüzbaşı Hilmi, o gün maça gitmediğini ve öğretmenleriyle vapur gezisine iştirak ettiğini söyleyince ondan şüphelenmişler. Öğretmenleri de Merkez Kumandalığı’na çağırıp durumu tahkik etmişler. Bu tahkikat sonunda Yüzbaşı Hilmi’nin doğru söylemediği ortaya çıkınca yumruğu vuranın o olduğu anlaşılmış. Fakat yüzbaşının talihi yaver gitti. Yunanlılar da bizim federasyona başvurarak benim arkamdan koşmak suretiyle kendi kalecilerinin hadiseye sebebiyet verdiğini ve cezalandırıldığını bildirmişler. Böylece Yüzbaşı Hilmi cezadan kurtuldu. Sadece Şark’a tayin edilerek cezalandırıldı.
O zamanlar fizik tedavileri için gerekli aletler yalnız Gülhane Hastanesi’nde vardı. Ben de bu tedaviler için gerektiğinde Gülhane’ye giderdim. Yüzbaşı Hilmi’yi, Rasim Adasal’ı, Selahattin ve Ihsan Meriç’i orada tanıdım. Kendileriyle çok yakın arkadaşlık ettim. İhtiyaç olduğunda daima oraya gider, tedavi görürdüm…
Esat’ın Kulübe Gelişi
Bizim Fenerbahçe Stadı’nda çok zaman küçük takımlar aralarında maç yaparlardı. Bir gün ekserisi Rum olan Atlas takımı ile diğer bir takım maç yapıyorlardı. Biz futbolcular ve idareciler seyrediyorduk. Bu futbolcular arasında ufak tefek sayılacak birini gördük. Bazı arkadaşlarımız kendisini tanıyor ve iyi futbol oynadığını söylüyorlardı. Orada da hemen göze batmıştı. Kendisini hemen kulübe aldılar, birkaç maç sonra birinci takıma girdi. Türkiye’de yetişen tüm futbolcuların en tekniklerinden biri olarak gelişti. Bütün kısmetsizliği milli maçların olduğu devirlerde hasta yatmasıydı. O devirlerde çok seyrek yapılan milli maçlarda oynayamaması nedeniyle sporseverlerin gözünden uzak kaldı. Ufak boyuna rağmen Gündüz Kılıç’a bile kafa topu bırakmadığını herkes bilir…
Güneş Takımı ile Birlikte Yaptığımız Romanya Gezisi
1935 senesiydi… Vatani vazifemi yapmakta olduğum için çok iyi aklımda kalmış. Güneş takımıyla Bükreş’te iki maç yapmak için Romanya’ya gittik. Bu seyahatimize Yusuf Öniş, Zeki Rıza Sporel, Nusret Bey gibi spor idarecileri de katılmışlardı. Bükreş’e o devirde “Küçük Paris” ismi veriliyordu. Orada iki müsabaka yapacaktık. Oyun tarzım itibariyle küçük ve sıkışık sahalarda top oynamayı hiç sevmezdim. Taksim ve Şeref stadlarının çamur, kum ve kömür tozu zeminlerinden gına gelmişti.
Romanya’da yeşil bir sahada maç yapacağımızı düşündükçe memnun oluyorduk. Oynayacağımız sahada bir maç varmış. Gidip görmeyi çok arzuladım ve gittim. Bir de ne göreyim ufacık basketbol sahası gibi bir saha, iki takım maç yapıyor, birbirlerine bol gol atıyorlar. 6-1 bitti maç. Neşem kaçmıştı. Akşam Zeki Bey ve Yusuf Ziya Bey’e, “Biz bu sahada maç kazanamayız. Top oynayamayız” dedim.
Şimdiden yenilgiyi kabul etmek lazımdı. Duyardım, orada gördüm Yusuf Ziya Bey idarecilik vasfı yüksek bir kişiymiş. Çok da olanaklı bir insan. Derhal Romen idarecileri çağırarak bu sahanın değiştirilmesini, orada top oynayamayacağımızı aksi halde geri dönebileceğimizi bildirdi. Hem de kesin bir lisanla… Onlar maddi sıkıntılarının olduğunu, bu sahaya bağlandıklarını, aksi olduğu takdirde, aklımda kaldığına göre iki bin lira tazminat ödemek zorunda kalacaklarını söylediler. Yusuf Ziya Bey münakaşayı uzatmadan “Bu tazminatı kabul ediyoruz, gidin, halledin” dedi.
Onlar da bizi o zamanın en büyük statlarından Onef Stadı’nda oynattılar. Stat o zamana kadar hiç oynamadığımız kadar güzeldi. Takımda ilk defa Rum asıllı ve İtalyan tebalı Bombino ile beraber oynuyordum. O Türkiye’de yetişen gayri müslümler arasında ön sırada yer alırdı. O gün futbol hayatımın en güzel oyunlarından birini çıkardım ve bir de gol atarak maçı 2-1 kazanmamazı sağladım. Bambino’nun bana verdiği pasları unutmam mümkün değil… Bizden bir hafta önce Romenler aynı sahada İngilizler’i 3-2 yenmişler. Şöhretli solaçık İngiliz Bastin’de oynuyormuş. O günkü oyunumla Bastin’le mukayese edilmeye başlandığımı öğrendim. Bu hadise ve o güzel saha hatıralarım arasında büyük yer tutar. Sıra ikinci maçımıza geldi. Romenler bizi yine o küçük sahaya sokmak istediler. İdarecilerimiz razı olmadı. Bu durumda ikinci maçımızı oynamadan ve ödenmeyen masraflarımızı almadan yurda dönmek zorunda kaldık. O sırada bulunduğumuz süre içinde bir taksi parasını ödeme hadisesi geçti başımızdan…
Bizim kafileyle beraber İş Bankası hissedarlarından Münip Bey adında bir işadamı da gelmişti. Orada hastalandı. Kendisine bir daire ve bir hastabakıcı tutarak tedavi ettirdik. Ona geçmiş olsuna gittim. Yanımda Hüsamettin de vardı. Galibiyetimizden son derece mütehassıs olan Münip Bey bize mükâfat olmak üzere meşhur Romen revüsünde iki bilet aldırdı. Kapıdan bir taksiye binerek ayrıldık. Şoför bizi yarım saat dolaştırdı. Bükreş’in içinde ve revünün önünde indirdi. Hüsamettin’le şöyle bir etrafımıza baktık az önce ayrıldığımız Münip Bey’in bulunduğu binadan yüz metre kadar ilerdeyiz. Adama teşekkür ederek çıkarıp biraz para verdik. “Allah senden razı olsun ahbap… Bizi gezdirdin. Fakat buna hiç ihtiyacımız yoktu…” diyerek gönderdik… Hiç unutmam şoförün gıkı çıkmadı…
(DEVAM EDECEK)
Fotoğraf-1) Fenerbahçe’nin 30. yıla girerken Yunan muhtelitini 2-0 yendiği maçtan sonra Orhan Nurah’ın karikatürü…
Fotoğraf-2) Devrin sayılı hakemlerinden biri de Refik Osman Top’tu… Fotoğrafta, Refik Osman bir maçımızı başlatmadan önce bizlerle konuşurken…
Fotoğraf-3) Kırmızı-Beyaz’da Fikret Arıcan için bir karikatür.