Etiket: Halit Çapın

  • Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Türkiye’nin Gerçek Sevgisi

    Fenerbahçe tarihinin en güzel yazılarını ve tamlamalarını yazan kalemlerden birisi Halit Çapın. “Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar” sözünün sahibi olan büyük Fenerbahçeli, “Türkiye’nin Gerçek Sevgisi” diyerek halkın Fenerbahçe’ye olan muhabbetini üç kelimede eksiksiz bir şekilde tanımlamış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Sevgisi

    Memleketimiz “O deniz ülkesiydi”… Ve de “sevdalı değil, karasevdalıyız” Fenerbahçe’ye…

    Ben çok küçümen olduğumdan mı büyüktü Fenerbahçe o geçmiş zamanlar? Yoksa kocadık mı ne, ondan mı küçülmede giderek Fenerbahçe?

    Padişah sülalesince… İmparatorlar ve dahi krallarca bir büyük armada… Sevgisi babadan çocuğa geçen… Miras diye evlad-ü riyale bırakılan… Öyle bir şey ki başka bir yerlerde görülesi yok…

    Babam Fenerbahçeliydi… Ben ve kardeşlerim de öyle olduk… Kızım, anasının dayanılası olmayan Galatasaraylılığına karşın, Sarı-Lacivert renkleri taşımakta… Şükrü Gülesin’in bir zamanlar dediğince, “Türkiye’de her çocuk Fenerbahçeli doğar. Sonra bazıları başka takımları seçer…” Geçmiş tarihlerde bir yazıma ben, “Ayıptır söylemesi, ben Fenerbahçeliyim” diye girmiştim… Yetmez mi anlatmaya?

    Karamelalardan çıkardı Fenerbahçe, kendisinden uzakta olanlara…

    Cihat’lar, Murat’lar, Ahmet’ler, Halil’ler, Samim’ler, Müjdat’lar, Mehmet Ali’ler… Suphi’ler, Donanma Kamil’ler… Ve diğerleri ve diğerleri… Ütüleyip biriktirirdik, kıymetli pullar biriktirircesine…

    Ben ilk canlı Fenerbahçe’yle İzmir’de tanıştım. Bıyıklarım ne zaman çıkacak diye düşler kurduğum günlerde… Milli küme şampiyonluğu için Fenerbahçe ve Altay karşı karşıya… Fener’in şampiyon olması için dört sıfırlık bir yengi gerek… Yoksa şampiyon Galatasaray. Altay’da şimdi anımsadığım Clark kardeşler… İki İngiliz… Topa öyle vuruyorlar ki meşin yuvarlağın haykırdığını duyuyorsunuz acıdan… Ama kalede Cihat… Anlatılmaz ki… Tarzan denilen Mehmet Ali anlatılmaz ki… Suphi, Halit, Erol ve karamele kağıtlarındaki o eski ve sevgili tanışlarım…

    Ve maç dört sıfır Fenerbahçe’nin…

    O zamanlar Fenerbahçe’ye çekilen “Ole!” bütün yaşamı boyunca İspanya’da çekilmedi El Cordobes’e…

    Ve ne zaman anladım ben Fenerbahçe’nin büyüklüğünün, Galatasaray ve Beşiktaş’ın büyüklüğünden soyutlanamayacağını? Çokça bir zaman sonra. Ne zaman ki Galatasaray ve Beşiktaş büyüktü, Fenerbahçe de büyüktü… Galatasaray’ı da tutarım o yüzden, Beşiktaş’ı da… Onlar olmasa Fenerbahçe hangi büyük yengilerle taht kuracaktı gönüllerde…

    Yaşar Kemal Akçasaz’ın Ağaları’nda Derviş Bey’e “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler” dedirtir…

    Ve işte o güzel futbolcular çekip gittikten sonra statlardan, yürüyen zamanla birlikte arkadaş oldular benle… Çoğu dost oldular… O yüzden severim ben eski Fenerbahçeliler kadar eski Galatasaraylıları ve de eski Beşiktaşlıları.

    Günlerden bir gün Kulis Kulüp’te oturuyorum… Şükrü geldi (Gülesin). İki dirhem bir çekirdek… “Nikaha mı?” dedim… “Yok” dedi. “Hakkı kaptan benle, Kemal’i (Beşiktaş’ın o unutulmaz santrforu) yemeğe davet etti. Ona gidiyoruz”… Sonra Mücap düştü (Ofluoğlu), “Hadi siz de gelin” dedi. Şükrü ile Kemal yan yana olduklarında çok vahimleşmekteler… Yanlarında ciddiyet, ölü… Ve kalkıp gittik… Hakkı kaptan içerde… Şükrü de Kemal de 45 yaşlarını geride bırakmışlar… Kaptan’ın önünde ceketlerini iliklediler… O oturmadan oturmadılar, o çatalı almadan eline, dokunmadılar hiçbir şeye… O konuşmadan konuşmadılar da. Ben böyle bir sahneyi az gördüm… Vakit geçince Mücap aldı laf sazını eline. “Kaptan Hakkı” gülmekten fenalıklar geçirmekte… Kaptan güldüğü için diğer ikisi de gülmekte… Ve sonra dedi ki Hakkı, “Mücap Bey” dedi. “Mücap Bey, ben bunlarla uğraşmaktan sizler gibilerle tanışma olanağını bulamadım hiç. Bunlarla uğraşmaktan hep…”

    Şükrü de Kemal de başlarıyla onayladılar.

    Çok zaman geçti aradan… Bir şey ettim… Fenerbahçe sevgisi miydi o, yoksa gazetecilik mi? Hala bilmem, bilemem… Polis muhabirliği yapıyordum. Gizli polis bülteni geçti elime bir gün… Bültende Metin Oktay’ın askerlik görevi yüzünden polis tarafından arandığı yazılıyordu. Görüldüğü yerde tutuklanması isteniyordu. Ve Metin ertesi gün Galatasaray forması altında maça çıkacaktı. Oturup haberi yazdım. “Polis tarafından aranan Metin Oktay bugün Mithatpaşa Stadı’nda” diye… Abdi İpekçi, coşkusunu bir yerde, sadece bir yerde orta yere koyardı: Galatasaray takımı sahaya çıktığı zaman… İnanmazsınız ama Abdi Bey küfür bile ederdi Galatasaray için… Ve yine o Abdi Bey, o haberi Milliyet’in birinci sayfasına koydu. Metin Oktay tutuklandı hemen… Bir hafta boyunca telefon kanalıyla Galatasaraylılardan işittiğim küfürü, bütün yaşamımda duymadım.

    Ve sonra biz Metin Oktay ile dost olduk… Arkadaş değil, dost… Hem büyük bir futbolcu, hem iyi bir insandı o… Hani “O güzel atlara binip çekip gidenlerden…”

    Bunları neden mi anlatıyorum? Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş özdeşleştirmesi yapmak için…

    Şimdinin futbol aşığı gençler için ne büyük kayıp o zamanların üç büyüklerini seyretmemiş olmak… Lefter profesörlük unvanını YÖK’ten almamıştır… Çim yoldurarak, bel kırdırarak almıştır. Bir gün spor servisinde Baba Gündüz’le laflıyorum… “Baba” dedim, “Neden bıraktın Galatasaray’ı?” Kendine özgü gülümsedi, şaka mı, ciddi mi bilmem, dedi ki: “Üç sıfırlık maçta bizim Kamil’e Lefter’i tut dedim. Sonuç malûm. Sonuç, ikimizin de Kamil’in de benim de sonucum…”

    O maçta Lefter bizim sevgili Kamil’i çok tribünlere yolladı. Kamil’i bir rakkase etti çıktı ki vah vah… (Yarın Kamil’den telefon. Validenin ve pederin hatırını sormak için.)

    Can, şimdikilerin kafaya sıçrayamadıkları kadar kaldırırdı sol bacağını havaya… Raket gibi… Lefter profesörse, o en azından doçentti, biline… Öyle bir “senyor”u Fenerbahçe’nin artık göresi olası değil…

    Ben futbolu ve Fenerbahçe’yi Cemil’ler, Ziya’lar, Şenol’lar, Birol’lar, Ercan’larla birlikte bıraktım. Yani benim kuşakla birlikte… Sahalarda artık bir deli Basri, bir Mehmetçik Basri olmadığı için…

    Maçlarına falan gitmiyorum artık… Üzülmekle yetiniyorum…

    Sirano Berjerak’ın dediğince, “İstemem eksik olsun…”

    Ben geçmişin büyük armadasını görmüşüm… Şimdiki Fenerbahçe’yi ne edeyim: “İstemem eksik olsun…”

    Kiralıklarla, alınıp satılanlarla, Viç’lerle, hiçlerle dolu bir takım. Her şeyi parada arayan bir yönetim istemem, eksik olsun…

    Ve Attila İlhan’ın bir dizesiyle noktalayayım lafı:

    “Vurdun kanıma girdin, itirazım var…” FENERBAHÇE…

    Halit Çapın | 13 Mayıs 1984 – Milliyet Gazetesi

  • Romantik Fenerbahçeli

    Romantik Fenerbahçeli

    Rahmetli Hasan Pulur, 2003-2004 şampiyonluğundan hemen sonra kaleme aldığı “Romantik Fenerbahçeli” başlıklı yazısında, kulübün vefa duygusundan beslendiğini yazmış ve (başrollerinde Suat Belgin ile Halit Deringör‘ün olduğu) Fenerbahçe tarihinin çok enteresan bir hikayesini anlatmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Romantik Fenerbahçeli

    Herkes bilir ki biz Fenerbahçeliyizdir, hem kalben, hem kayden Fenerbahçeliyiz, kulübün 3089 numaralı üyesiyiz…

    Ama biz “romantik” Fenerbahçeliyiz…

    Romantik Fenerbahçelinin gönlünde ince hesaplar yoktur, onun için önemli olan sarı-lacivert formadır, bu forma onun tabusudur, ona toz kondurmaz.

    Bu yüzden, Mustafa Denizli’yi insan olarak sever ama Fenerbahçe’nin başında olmasını kabul edemez, onun dönemindeki şampiyonluğa bile buruk bakar…

    Niye?

    Çünkü Mustafa Denizli, Galatasaray’ı çalıştırırken Fenerbahçe’yi kıracak laflar etmiştir.

    “Romantik” Fenerbahçeli, bu yıl şampiyon takımın kadrosundan sadece bir futbolcuya karşı tepkilidir; takımın en iyi oyuncularından “Tomas”ı affedemez, çünkü bu oyuncu sarı-lacivertli formayı sırtından çıkarıp yere atmıştır. Her ne kadar Daum’a kızmış olsa da yere atılan forma Fenerbahçe’nin formasıdır, affedilemez.

    İşte o “romantik” Fenerbahçeli, Türkiye’nin en büyük stadyumunu, en çağdaş sahasını, tesislerini yapan Aziz Yıldırım ve arkadaşlarına minnet duygusuyla doludur.

    Şampiyon takımın yöneticileri oldukları için mi?

    Hayır, sadece şampiyonluk için değil!

    O stadyuma, Fenerbahçe’ni yıllarca başkanlığını yapan, Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun adını verdikleri için…

    Yeni yapılan kulüp binasına eski başkanlardan Faruk Ilgaz’ın adını verdikleri için…

    Basın tribününe, Fenerbahçe’yi yazılarıyla şiirleştiren İslam Çupi’nin adını verdikleri için…

    Şampiyonluk elbette çok önemlidir, hele ahir ömründe Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu gören “romantik Fenerbahçeliler”i ağlatacak kadar önemlidir.

    Ama “vefa duygusu” da en az şampiyonluk kadar önemlidir.

    Halit Çapın’ın dediği gibi:

    “Ahir ömrümüzde içimizdeki sevdanı yeni baştan yeniledin, kalp atışlarımıza bir başka ritim getirdin, aziz Fenerbahçe…”

    Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının vefa duygusuna her Fenerbahçeli saygı duymalıdır, unutmamalıdır.

    Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan, sadece şampiyonluk kupaları ya da rakip takımın kalelerine giren toplar değildir.

    Ödenemeyen Su Faturası

    Bir örnek…

    Yıl 1948, Halit Deringör Fenerbahçe takımının solaçığıdır, Londra Olimpiyatı’na gidecek futbol takımına seçilmiştir, fakat bazıları oyunlar oynayarak, Halit Deringör’ü kadrodan çıkarırlar. Fenerbahçe kulübü, bunu kabul etmez, “Madem siz benim futbolcumu entrikayla kadrodan çıkardınız, biz de onu kendi paramızla Londra’ya gönderiyoruz” der.

    Halit Deringör, kulübün parasıyla Londra’ya gider, bir ay kalır, döner, cebinde kulübün verdiği paradan bir miktar kalmıştır. Bir gün Galata Köprüsü’nde, kulübün muhasebecisi Sual Belgin’le karşılaşır. (Spor yorumcusu Kemal Belgin’in babası) Suat Belgin sıkıntılıdır, Halit Deringör zorlayınca anlatır, su parasını ödeyemedikleri için, Fenerbahçe Stadı’nın ve kulübün suyu kesilmiştir, 400 Lira bulmak için zengin Fenerbahçelilerden “Yağcı Ali”nin dükkanına gitmektedir.

    Halit Deringör sorar:

    “Su borcumuz ne kadar?”

    “400 Lira!”

    “Al ben sana 400 Lirayı vereyim, sen de bana karşıya geçmek için vapur parası ver, bir kuruşum yok!”

    Suat Belgin inanmak istemez, bu 400 Lira, Halit Deringör’ün Londra’da arttırdığı, kulübün parasıdır, ona kimse bu paranın hesabını sormayacaktır ama o da “romantik” bir Fenerbahçelidir.

    İşte Fenerbahçelilik budur.

    Şampiyonluk kutlu olsun!

    Hasan Pulur | 12 Mayıs 2004 – Milliyet Gazetesi (Romantik Fenerbahçeli)

  • Cengiz Topel

    Cengiz Topel

    Şehit Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel, 1964 yılı 8 Ağustos’unda işkenceyle katledildi. Bir hafta sonra 15 Ağustos 1964’de Milliyet gazetesinde yayınlanan cenaze haberinde büyük Fenerbahçeli kalem Halit Çapın şunları yazdı :

    “Bundan böyle bazı geceler Kıbrıs göklerinde rüzgar kanatlı bir uçak dolaşacak. Herkes göremeyecek o uçağı… Gülen gözlü bir savaş pilotu olacak içinde… İnanmış kişiler ‘Onun uçağı’ diyecekler… ‘112. Filo’dan Savaş pilotu Cengiz Topel’in uçağı..’ Ellerini kaldırıp selamlayacaklar… Sonra; Selam sana Selçuk kartallarının çocuğu…”

    Cengiz Topel’in naaşı, Kıbrıs’ta Türk doktorlarına teslim edildiğinde bir başka Fenerbahçe efsanesi, Dr. Ayten Salih de oradaydı. Kitabının ilgili bölümünü buraya almak istedik. Aziz şehidimize bir kez daha saygıyla…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dillirga Alevler İçinde

    1964’ün yaz aylarında Erenköy (Dillirga) olayları patlak verir… 1 Ağustos 1958’de, “İş Bankası Müfettiği” kimliğiyle Kıbrıs’a gelerek Türk Mukavemet Teşkilatı’nı (TMT) ada çapında örgütleyen ilk Bayraktar, Kore gazisi Rıza Vuruşkan, şimdi bu ok stratejik bölgenin Sancaktarıdır. TMT tarihine göz atanlar, ona dair şu bilgilerle yüzleşirler:

    “Kore savaşlarında büyük yararlılıklar göstermiş, askeri raporlarda ‘ciddi, ağırbaşlı, cesur, disiplini seven, mütevazı, gizli harekat tekniğini çok iyi bilen’ biri olarak tanımlanan Yarbay Rıza Vuruşkan 1958’in yaz aylarında TMT liderliğine atanır. Ankara’daki başkan yardımcısı İsmail Tansu’dur. ‘Doğan’ kod adlı Tansu, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Kıbrıs Türk Kültür Derneği’ni karargah olarak kullanırken, ‘Başkurt’ kod adını alan Rıza Vuruşkan, 1 Ağustos’ta tarihi görevine derhal başlatmak talimatıyla ve beş kişilik ekibiyle 31 Temmuz 1958 günü Kıbrıs’a gelir. Pasaportunda ‘Ali Conan’ yazan Vuruşkan’ın görünüşteki işi, “Türkiye İş Bankası Müfettişliği” idi. Uzun vadeli gerçek görevi ve hedefi ise 15 bin kişilik bir gizli direniş teşkilatı kurmaktır. Hemen görevine sarılan Rıza Vuruşkan, kısa sürede Kıbrıs Türk toplumunun o güne dek tanık olduğu en büyük gizli örgütlenmeyi başarır. Adanın her yanındaki Türk öğretmenler, memurlar, toplum seçkinleri ve spor kulüpleri, TMT’nin hızla kurulmasını ve yaygınlaşmasını sağlar”

    Vuruşkan’ın Erenköy’deki kurmayları arasında ünlü Kıbrıslılar olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde korgeneralliğe kadar yükselen ve Erenköy’deki görevinden sonra Lefkoşa’da “Cenk Taburu”na komuta edecek olan “Cenk Bey” kod adlı Üsteğmen Ali Atun ile o sıralar Türk ordusunda mecburi askerlik görevini “teğmen” rütbesiyle sürdüren eğitimci Ahmet Savalaş vardır. Artık oralarda sık sık şiddetli ve kanlı çatışmalar olmaktadır. Ağustos’ta savaş doruğa ulaşır.

    Dr. Ayten Salih oraya gitmeki için hemen gönüllü olur. Ne ki, çarpışmalar şiddetlendiğinden dolayı artık geç kalmıştır. Dillirga, yalımları gittikçe büyüyen bir alev çemberinin içindedir. Girişler ve çıkışlar durdurulmuştur. Dr. Burhan Nalbantoğlu’nu bu konuda kendisinden daha şanslı görmekte ve ona gıpta etmektedir!.. Nedeni ise Nalbantoğlu’nun huzursuzluğun gelişini o kendine özgü duyarlılığı ve dikkatiyle her zaman herkesten önce hissetmesi ve hemen oraya koşmasıdır. .. Dr. Ayten onu “gerçek bir askeri doktor” olarak görüyordu. İşte şimdi çarpışmaların ortasında, Nalbantoğlu yine Erenköy’deydi.. En kötü günlerde Mağusa’ya ulaşabilen, Mağusa hastanesini kuran ve Beşparmak Dağları’na ilk çıkan Boğaz’daki sahra hastanesini yaratan doktor da hep o olmuştu.

    Hava Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının isabet aldığı, kendisinin paraşütle atladığı, yere inince Rumlarca vurulup esir alındığı Lefke bölgesinden TMT komutanlığına gelen telsiz mesajlarından öğrenilmiş ve durum doktorların da bilgisine sunulmuştu. Dr. Ayten Salih 1964 Ağustos’undaki olaylarla ilgili olarak şunları şöylemektedir:

    “Ben de bir ara, Lefke’de dönem görevimi yaparken olayı bir göz tanığından dinledim… Uçağı isabet alan rahmetli Cengiz Topel, paraşütü ile yere varınca ayağa kalkmış ve Lefke yönünde Türk mevzilerine doğru koşmaya başlamış. Bölgedeki Rum mevzilerinden açılan ateşle vurulunca yere düşmüş ve teslim alınmış. Bir ara Lefkoşa Rum Hastanesi’nde olduğunu öğrendik. Dualarımızla hep onu kurtaracağımızı sandık ama… Bir gün Dr. Kaya ve Vedia Atalay hemşirenin onun aziz naaşını almaya gittiklerini duyduk. Lefkoşa Genel Hastanesi’ne getirildiği zaman, genç pilotun ölüm nedeni araştırılırken ben de orada idim. Gerçi naaşına Rumlarca da otopsi yapılmış, açılıp dikilmişti.. Ama yapılan işkence izlerini yok edememişlerdi. Çok feci durumdaydı. Bu konuda ‘Dr. Kaya’ kitabının ilgili bölümünde daha detaylı bilgi verilmektedir, ben tekrar etmeyeceğim.”

    Dr. Ayten’in Romanı (Ahmet Tolgay)

  • Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    18 Ağustos 1984 tarihinde Halit Çapın, Milliyet gazetesindeki köşesinde muhteşem bir yazı daha kaleme aldı ve “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” diyerek Fenerbahçe’nin “Büyük” Fikret’ini, Fikret Arıcan’ı anlattı. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz

    Bir rüzgar ne kadar bekler rüzgar olmayı?.. Bir dalga, dalgacasına kayalara vurmayı?.. Bir kuş ne kadarda öğrenir uçmayı?

    Ve bir adam, başında eğreti değil, gerçekçi “BÜYÜK” sıfatını taşıyan bir adam, kendi evinde, hiç dışarı çıkmadan, etrafında evlâdı-ayalı ne kadar süre dayanır kendisine “Başkan” denilmesi için?

    Büyükse dayanır… Çünkü gerçek büyükler dayanma güçleri, hoşgörüleri, iğreti değil, dosdoğru sevgileri olanlardır… Ve onlar, günümüz dünyasında gerçekten büyük oldukları için, sahte büyüklerin arkasında yarım asırı aşkın bir süre de beklemesini bilenlerdir…

    Fenerbahçe’nin başında şimdi tam 60 yıl önce, 12 yaşındayken formasını giymiş ve bir daha; bugüne değin bir daha çıkartmamış birisi var… BÜYÜK FİKRET…

    Fenerbahçe gerçek bir başkana, gerçek bir büyüğe kavuştuğu için sevinçliyim…

    Ben Baba Gündüz ile çoook içtim… Baba Hakkı ile bir kere içtim… Günlerden bir gün, Büyük Fikret ile kadeh tokuşturmazsam sayım suyum yok… Bunun nedenlerinden biri Büyük Fikret’in babamın en yakın arkadaşı olmasıydı… Babam tek kelime konuşmadığı halde, bir metre yakınına sokulmadığı halde, “Büyük Fikret” der, başka bir şey demezdi, lâf Fenerbahçe’den açıldığında…

    Ve kocadığında, beraber Fenerbahçe maçlarına gittiğimizde, bir tek “Lefter” der, sonra yine Büyük Fikret’i anlatırdı…

    Bir Maradona Şimdi Neyse, O da Oydu

    Kendisi bilmez ama ben bir yerde kızgınımdır Büyük Fikret’e… Şükrü’yü Beşiktaşlı yaptığı için… Şükrü hep aynı şeyi söylerdi, “Türkiye’de her çocuk Fenerbahçeli doğar, sonra başka bir takımı seçer” derdi. Şükrü bu lafı kendiyle derdi. Fenerbahçe’nin sol tarafında Büyük Fikret olduğu için yeğlemiştir Beşiktaş’ı o… Büyük Fikret şöyle hikaye eder: “Türkiye’nin en iyi sol açıklarından biri de Şükrü Gülesin idi. Bir gün bir toplantıda ‘Ben de Fenerbahçeliyim ama, ağabey benim takıma gelmeme mani oldun’ dedi. Şaşırdım. Bu durumdan haberim yoktu. Oysa onun için kendi mevkimi değiştirebilirdim, bunu anlatmaya çalıştım. Sanırım ikna oldu…”

    Büyük Fikret’in Fenerbahçe serencamı daha 12 yaşındayken 1924 yılında Fenerbahçe’nin dördüncü takımına girmesiyle başlar… Yetiştiği yer şimdi apartman tarlası olan Cevizlik Çayırı’dır. Büyük Fikret 16 yaşında ilk defa birinci takım formasını giymiş ve Fenerbahçe o gün Bekir’in golüyle Slavya’yı 1-0 yenmiştir.

    Zamanlar zamanları kovalamış ve Büyük Fikret çok az eğlentisi olan bir ülkede, kısa bir sürede, bir efsane kişi olup çıkmıştır… Şimdi kuşakların anlayamayacağı bir şekilde… Ya da şöyle diyeyim… Bir devirlerde Büyük Fikret tek başına bir Beatles topluluğuydu… Bir Elvis Presley’di… Bir Maradona şimdi neyse, o da oydu. Gazetelerde ve dillerde ve sahalarda o sohbetlerde ve düşlerde…

    Benden bu kadar.

    Gelin getisini sporumuzun usta kalemlerinden dinleyelim:

    Namık Sevik : Sahada top koşturduğu yılları az hatırlıyorum. Ona bütünüyle yetişebilmek isterdim doğrusu. Kendisini bugünlerimde tartabileyim, tanıyabileyim diye. Ama çocukluk hatıralarım dahi bana böylesine dev bir futbolcuyu günümüze dek göstermedi.

    İslam Çupi : Fikret abi ile kaç bin kere karşılaşsam, kaç yüz kere laf etsem, kendi futbolculuğundan zırnık söz etmezdi. Kendini övmek, kendi kuşağının futboluna ağıt düzmek Fikret abinin insanı insan yapan kural kitabında yoktu. Oysa benden daha büyükler yaşı 57-58’lerde gezinip, bu Büyük Fikret klasiğini enine boyuna çevirmişlere göre hüküm kesin ve açıktır : “Büyük Fikret Türk futbolunun gelmiş, geçmiş en büyük futbolcusudur.”

    Turgay Şeren : Bugünkü genç neslin hayallerinde dahi oluşturamayacakları bir futbol stili, bir çalım zerafeti, bir gol koklayışı vardı.

    Halit Kıvanç : Bizim kuşak Büyük Fikret’i, ilk baharında değil de sonbaharında izledi. Mahalle maçlarında topa vuruşumuz değişmiştir Büyük Fikret’i gördükten sonra. Sahi nasıl da yatardık topun üstüne Büyük Fikretleşebilmek için… Oysa topa değil, yere yatsak da, amuda kalksak da farketmiyordu… Büyük Fikret taklit edilemiyordu ki…

    Necmi Tanyolaç : Şimdi dördüncü takımlardan birinci takımlara yükselen Büyük Fikret’leri bir hatırlayın. Bir de birinci takımlarda oynayan dördüncü sınıf futbolcuları… O zaman Fikret’lerin niçin büyük olduklarını anlarsınız. Yaşını geri almak elimde olsa şöyle bir beş dakika seni seyretmek isterdim…

    Eşfak Aykaç : Bu müstesna kabiliyet ‘sol açık’ olarak tanınmasına rağmen fevkalade kabiliyetiyle, bugünün futbolunu, bundan kırk küsur yıl önce, her yerin adamı olarak oynamış ve kendini memleket futbol tarihine, bütün zamanların en “BÜYÜĞÜ” olarak tescil ettirmiştir.


    Fenerbahçeliler! Başkanınızla artık gururlanabilirsiniz…

    Halit Çapın

  • Hociyindi

    Hociyindi

    Nasuhi Esat Baydar, portrelerinde bu defa hemen hiçbirimizin bilmediği ilginç bir simaya yer veriyor. Hociyindi, yani Fenerbahçe’nin sarıklı hocası… Tuncay Yavuz‘un, Bedri Gürsoy‘un kaleminden aktardığı Alaaddin Baydar portresinde yazılı olan hikayeyi hatırlarsınız. Orada şöyle bir enstantane vardı :

    “Maçın beraberlikle biteceği aşikardı. Zira artık düdük çalmasına iki dakika kalmıştı ki, Alaaddin bir aralık ne yaptı yaptı kaptığı topu evirdi kıvırdı, çevirdi, çalım yaptı ve sıkı bir burun şutu çekti. Topu İngiliz kalesinin ağlarına geçirdi. Halk sevinçten coştu. Avaz avaz “yaşa Ala, var ol Ala” diye haykırmaya başladı. Bir aralık seyirciler arasından beyaz sarıklı, sakallı bir hoca efendi cübbesini toplaya toplaya sahaya fırladı ve Alaaddin’i kucaklayıp öptü: “Bugünü bana gösterdin ya evlat, Allah senden razı olsun” diye bağırmaya başladı. Seneler geçti, hala bugün futbol meraklıları ve biz futbolcular bu vakayı hiçbir zaman unutamayız ve daima gülerekten bahsederiz.”

    İşte beyaz sarıklı, sakallı, vatanperver hoca efendi, bu yazıdaki Hociyindi… Halit Çapın’ın dediği gibi; Biz Fenerbahçeliyiz, bizden çok adam çıkar. Size keyifli okumalar olsun, Hociyindi’yi bulmak da bizim boynumuzun borcu olsun..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şimdiki çocuklar bilmezler. Bizim mektepte öğreticilerimize “Hoca efendi” diye hitap ederdik. Bazı haylazlar da kendilerini sık sık cezalandıran bunlardan öc almak isterken hoca efendi sözünü, tahkir makamında “koca hindi”in hafif şekliyle “hociyindi” gibi tekerlerlerdi.

    Bizim de Fenerbahçe’de, fakat kendisinden alınacak öcümüz olmayan, bilakis pek hoşlandığımız, hakkımızda gösterdiği alakaya pek duygulandığımız ve bu sebeplerle hociyindi diye çağırdığımız bir dostumuz vardı. Beyaz sarıklı, cübbeli, hayderili, galoş kunduralı, velhasıl, o zamanın bütün din adamları kılığında bir hoca, ve zannedersem, Kadıköyü’nün Gazhane semtinde bir camiin imamı veya müezzini idi. Kuşdili çayırlarından futbol oynandığı günlerde uzaktan uzağa seyircimiz olurdu. Zaman geçtikçe bizlere daha çok yaklaştığını fark ettik. Bir iki sene sonra yakın bir aşinamız gibi idi. Kim bilir hangi bahane ile günün birinde o bize veya biz ona bir şeyler söyledik. Böylelikle aramızda ahbaplık peyda oldu. Nihayet, kulübe girmeye, bizlerle oturup futboldan, futbol maçlarından, sporun her cinsinden bahse cür’et etti.

    Fenerbahçe’nin Ateşli Bir Taraftarı Oldu

    Cür’et etti, diyorum, çünkü saçlı ve sakallı, cübbeli ve sarıklı bir zatın, gençlerle, gavur icadı futbola dair konuşması, bununla da kalmayıp onların kulüplerine girmez, onların yaşayışlarına az çok katılması – devrin geleneğine göre- hoş görülmeyebilirdi. Ancak imam efendi uyanık insandı. Batıl itikatlara inanmazdı. Başkalarına da inanmamak tavsiyesinde bulunurdu. Hatta, daha ileri gider “Er kişi zorlu olmalıdır” yahut “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” gibi sözlerle bizleri spora ve kulüpçülüğe teşvik ederdi. Zaman geçtikçe hocayindi Fenerbahçe’nin ateşli bir taraftarı oldu. Yenilirsek üzülür, gözleri dolar, maçta gayret göstermemiş olanları ayıplardı. Yenersek sevinir, sevincini bizlerden fazla belirtirdi. Bir zafer günü, fesinin üstündeki sarığı çözdükten sonra, şerefimize bir kadeh bira içtiğini bile hatırlarım.

    Gel zaman git zaman, Birinci Cihan Harbi’ni takip eden Mütareke devri oldu. Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, İstanbul galip devletlerin işgali altına girmiş, ekalliyetler azmış, her şey memleketi aleyhine dönmüştü. Vatanın istikbali bahis mevzuu idi. Bir güler yüz görmek kabil değildi. Yalnız iki hadise, Mustafa Kemal’in Anadolu’da mukavemeti, Fenerbahçe’nin İstanbul’da futbol galibiyetleri gönüllere ferah veriyordu, dersem mübalağa etmiş olmam.

    İşgal kuvvetlerinin Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin futbol takımlarını maça çağırıyor ve yeniyorduk. Bu maçlarda Hociyindi hâlâ gözlerim önündedir: Oyunun gidişine göre, çehresi bembeyaz, mosmor, pespembe olur, elleri titrer, vücudu dikleşir. Yahut aşına bir darbe yemişçesine büzülürdü. Ve nihayet, gol sayısı lehimizde çoğalınca neş’esine pâyan olmazdı. Son dakikasında Alaaddin’in tek golile galip geldiğimiz çetin bir maçta Hocayindi, adeta kendini kaybetti; Alaaddin’in peşisıra koşmaya başladı. Onu kucaklamak, tebrik etmek istiyor, bir taraftan da iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Hocayindi, Fenerbahçe’nin bu golünü millî zaferin de müjdecisi saymıştı; gerçekten duygusunda da aldanmamıştı. “Birleşin, el ele verin, yenilmezsiniz” diyen o değil mi idi? Bir şeye inanmak, onun taraftarı olmak memleketi de sevmek için bir sebeptir. Ben Hociyindi’yi Fenerbahçe’nin bir taraftarı olduğu kadar, kuvvetli bir vatanperver olarak da tanıdım.

    Nasuhi Baydar

  • Eski Zamanlar Gibisince

    Eski Zamanlar Gibisince

    Şampiyon bitirdiğimiz 1982-1983 sezonunda oynanan ve 1-4 geriden gelerek 4-4 berabere kaldığımız Galatasaray maçına dair ikinci yazı, Halit Çapın’dan geliyor : “Eski Zamanlar Gibisince…”

    İslam Çupi ile birlikte, yirminci yüz yılın ikinci yarısında Fenerbahçe Spor Kulübü edebiyatını meydana getiren Halit Çapın‘ı rahmetle analım ve sizlere keyifli okumalar dileyelim.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İstanbul İstanbul Olalı

    Ben işte dört dörtlük olay diye buna derim…

    Ben buna Fenerbahçe derim.. Ben buna Galatasaray derim… Ve de ben bu katiyyen bir final değildi derim… Bir şampiyonluk için koşuşturma hiç değildi derim… Ben buna bir Fenerbahçe-Galatasaray hesaplaşmasıydı ki, tastamamına eskilerin anlattığınca derim… Geçmişin yeniden yaşandığı bir güçtü derim…

    Kırkpınar dün Edirne’de değil, İstanbul’daydı… Güreşin hasosu, kıran kırana Ali Sami Yen Stadı’ndaydı… Bu böylece kabullenile derim…

    Bazı bazı zamanlar, bazı gözler, eskinin yeni baştan yaşandığını görürler diye rivayet ederler… Herkesler değil ama, bazıları bitamam eskiyi olduğunca yaşar derler… Dün işte öyle bir şey oldu… Bir eski Galatasaray, bir eski Fenerbahçe maçı oldu… İşte bazıları oradaydılar ve de gördüler…

    Dün Haziran şaşkınlıktan feriştahını şaşırdı… Deniz durdu kaldı, rüzgar dindi kaldı… Fenerbahçe 4-1 yenikti… Fenerbahçe bitikti… Fenerbahçe cemaati bir musalla taşına uzatılmış takımlarının karşısında matemdeydi… Matemde miydi?.. Sonrasına ne derseniz deyin, isterseniz mucize deyin… Olmazcasına bir şey deyin… Yıkanmaya hazırlanan bir ölümün dirilişi deyin… Hani bazı bazı çocukların çok seneden sonra doğum tarihleri sorulduklarında “Ben Fener’in, Galatasaray’la 4-4 berabere kaldığı maç günü doğmuşum” diyecekleri gibi… Hani bazı bazı gençlerin “Ben Fener’le Galatasaray’ın o korkunç beraberliklerinin olduğu günün devresi terhis olmuştum askerden” diyecekleri gibi…

    Fenerbahçe ile Galatasaray dün bir tarih düştüler : Haziran’ın ilk pazarı… Anneler, babalar günü gibisince…

    Dün gece İstanbul’u görecektiniz… İstanbul’u içki masalarında görecektiniz… İstanbul’u balkonlarda, teraslarda gece kulüplerinde sazlarda barlarda görecektiniz… İstanbul bütün gece Galatasaray ile Fenerbahçe’nin neden büyük olduklarını, onlara neden büyük denildiğini anlattı durdu… Anlattı durdu, diğer bütün kentlere çok zamandır yaşamadığı büyük bir keyifle…

    Halit Çapın / Eski Zamanlar Gibisince