Etiket: Hamdi Emin Çap

  • 1924 Derbi Kavgası X

    1924 Derbi Kavgası X

    1924 yılında Türkiye’nin ilk “Ulusal” Futbol Şampiyonluğu düzenlendi. Ankara’daki müsabakalara giden yolda İstanbul Şampiyonluğu büyük tartışmalara sahne oldu. Bu ay sitemizde, yarı finaldeki Fenerbahçe-Galatasaray kavgası ile zirveye ulaşan büyük şampiyonayı (Galatasaraylılığı ile bilinen) Cumhuriyet gazetesinden aktarıyoruz… Huzurlarınızda 1924 Derbi Kavgası X

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    27 Ağustos 1924

    Beşiktaş Şampiyon

    Federasyon kati kararını verdi.

    Federasyon’un son içtimaında Fenerbahçe’nin mağlubiyeti tasdik edilmiş ve İstanbul futbol şampiyonu olarak Beşiktaş kulübünün Ankara’ya gitmesi takarrür etmiştir.

    28 Ağustos 1924

    İstanbul Mıntıkası Kongre İntihabı

    Varid olmuştur:

    Geçen hafta Türk Ocağı’nda inikat eden Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı İstanbul mıntıkası kongresi Ankara’ya gidecek murahhasların intihabı ile meşgul olmuş ve neticede İstanbul mıntıkası namına otuz dört murahhasın îzamı takarrür etmiştir. Oradaki kulüp murahhasları pek haklı olarak umumi kongrede İstanbul mıntıkası namına iştirak edecek olan arkadaşların hangi hususatta ve ne gibi şeyler isteyeceklerini öğrenmek istemişlerdir ve bilahare intihabata geçilmesini münasip görmüşlerdi.

    Emin Ali Bey’in verdiği izahattan anladık ki Ankara’da iştigal edilecek mevaddan biri ve belki birincisi nizamnamenin tadili keyfiyetidir. İntihabata geçilmezden evvel Türkgücü’nden Nazmi Bey elinde bir liste olduğu halde: “Biz bir liste tanzim ettik, arzu buyurulursa listeye dâhil arkadaşlardan intihap edelim” dedi. Liste okundu. Maalesef birçok itiraza maruz kalan Nazmi Bey’in “Sizi fazla külfetten kurtarmak için bu listeyi tanzim ettim. Mademki liste Türkgücü murahhasları ile dolmuş diyorsunuz, vazgeçtim. Türkgücü hiç kimseyi göndermiyor” demesi üzerine Saip Servet Bey bu ifadenin zapta geçmesini teklif etti. Nazmi Bey’in bu açık ifadesi birçok takdirlere mazhar oldu. Oldukça uzun süren bir münakaşadan sonra her kulüpten birer murahhasın intihabı takarrür etti. Tasnif-i ârâ maatteessür ve maatteessüf bütün mağdur kulüplerin muhakkak şikayetini mucip olacak bir netice irae etti. Nazmi Bey’in “Türkgücü kimseyi vermiyor” demesine rağmen gruplarının tekrar iraeden çekmedikleri namzetleri yedi kişiye baliğ oldu. Diğer murahhaslar da bervech-i âtîdir:

    Türkgücü yedi, Üsküdar beş, Haliç beş, Vefa dört, Fenerbahçe üç, Beylerbeyi iki, Hisar bir, Beşiktaş bir, Yenişafak bir, Gürbüzler bir, Darüşşafaka bir ve kulüpleri ve şahsiyetleri meçhul iki kişi.

    Türkiye’de sporun banisi addedilen ve sporda birinci safta ahz-ı mevki eden ve nihayet beş yüze yakın faal azası bulunan Galatasaray’ın umumi kongrede hakk-ı kelamiye malik bir murahhası bulunmamalı mı idi? Türkiye’nin her tarafında tanınmış ve bu memleketin sporu için dünden çok çalışan Altınordu, Hilal, Nişantaşı, Süleymaniye kulüplerinin bir murahhası bulunmamalı mı idi? Ve nihayet nizamname tadilatı ile iştigal edecek bu heyette, elimize verdikleri bir nizamname ile bizlere bir direktif veren Ali Sami, Saip Servet, Fethi, Hamdi, Ziya, Orhan ve sair muhterem şahsiyetlerden hiç kimse bulunmamalı mı idi? Hiç olmazsa biraz munsifane hareket edilmeli idi. Türkgücü azaları altmış reyle intihap edildikleri zaman Ali Sami, Saip, Hamdi ve sair muhterem şahsiyetler dört beş reyde kaldılar. Bu vaziyet dahilinde kongrenin tekrar içtimaından başka çare olmadığı muhakkaktır. Hürmetlerle bu mektubun dercini rica ederim efendim. (Süleymaniyeli Kemal)

    2 Eylül 1924

    Sporcularımız Bugün Ankara’ya Gidiyorlar.

    İstanbul mıntıkasına mensup atletler bugün yola çıkıyorlar.

    Ankara’da icra edilecek Türkiye birinciliklerinde İstanbul mıntıkasını temsil edecek idmancılarımızın intihabı bitmiştir. Futbol şampiyonu olarak Beşiktaş kulübünün, atletizm birincilerinin, her sikletten güreş şampiyonlarının teşkil edeceği ilk kafileden sonra İttifak’ın heyet-i merkeziyesiyle Avrupa seyahatine iştirak etmiş olan futbolcular ve diğer atletler de Çarşamba günü yola çıkacaklardır. Buna nazaran futbol İstanbul mıntıkasını temsil edecek Beşiktaş takımından başka Galatasaray ve Fenerbahçe ile evvelce Altınordu’ya mensup diğer oyuncular da umumi müsabakalarda hazır bulunacaklardır.

    Kulüpler tarafından intihap edilen murahhasların esamisini evvelce yazmıştık. Bu murahhaslar arasında boks ile iştigal etmekte olan zevat Ankara kongresinde bir boks heyet-i müttehidesi teşkili için de ibraz-ı mesai eylemeyi kararlaştırmışlardır.

    İdman ittifakına dâhil olan diğer vilâyat ve menâtık idmancılarından bir kısmı yola çıkmış ve diğerlerinin de yakında Ankara’da hazır bulunacakları anlaşılmıştır. İstanbul boks amatörleri arasında yetişen birkaç mümtaz simanın koşucu ve atlayıcı atletlerden ve güreşçilerden bazısına çok faik oldukları meydanda iken İstanbul mıntıkası namına Ankara’ya boksör gönderilmemesi (boks federasyonunun) şimdiye kadar temadi eden ihmal silsilesine ilave edilecek kadar asar-ı lakaydiden biridir. Hele İzmir mıntıkasında İstanbul mıntıkasına da faik amatör boksörlerin mevcut olduğu anlaşıldığına göre Ankara müsabakalarında güzel bir imtihan fırsatı elde edilmiş olur ve bu zümre henüz intişara başlayan bu sporun taammümü için de pek feyizli bir hareket yerine geçerdi.

    İzmirli Hamid, Ali İhsan Beylerle İstanbul’dan Kemal, Nuri, Cevdet ve Vedat Beyler bu ilk müsabakalara kemal-i cesaretle gönderebileceğimiz mümtaz gençlerdi.

    İdman Cemiyetleri İttifakı’nın Bir Tebliği

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Riyaaseti’nden: Merkez-i umumi ve heyet-i müttehideler azasıyla millî takıma ve Paris Olimpiyatları’na iştirak etmiş olan sporculardan Ankara’da icra olunacak Türkiye birincilikleri müsabakasında hazır bulunmaları tensip edilen zevatın 2 Eylül 340 Salı günü badelzeval saat birden üçe kadar İstanbul’da Rıhtım Hanı’nda 8 numarada merkez-i umumiye müracaatları rica ve son kafilenin 3 Eylül 340 Çarşamba günü saat dokuz evvelde Haydarpaşa’dan hareket edeceği tebliğ olunur.

    3 Eylül 1924

    Sporcuların Birinci Kafilesi Dün Yola Çıktı.

    Bugün de ikinci kafilesi hareket ediyor – Polonyalılarla müsabakalar nasıl olacak? – Hangi kulüpler oyun oynayacak? – Ankara birinciliklerine kimler dâhil oldu?

    İstanbul mıntıkasına mensup atletler arasında icra edilen son müsabakalarda birincilik kazanan gençlerle İstanbul futbol şampiyonluğunu ihraz eden Beşiktaş takımı ve muhtelif spor kulüplerine mensup murahhaslar dün Ankara’ya dün Ankara’ya müteveccihen şehrimizden hareket etmişlerdir.  Dün büyük kafilenin arkasından bugün ittifak heyeti merkez-i umumi azası saat dokuzda hareket eden trene râkib olacaklar ve Ankara’daki arkadaşlarına iltihak edeceklerdir.

    Avrupa seyahatine iştirak eden futbolcularla atletlerin Ankara müsabakasına tabiien dâhil bulundukları nizamnamede sarâhaten zikredilmektedir. Buna nazaran önümüzdeki hafta için hazırlanan futbol müsabakalarının nasıl icra olunacağı pek çoklarını şimdiden meraka düşürmüşse de İttifak heyetince bunun halli için lazım gelen çarelere tevessül edilmiştir.

    Filhakika Polonyalı futbolcular 12 Eylül’de İstanbul’a gelecekler ve o esnada ise Ankara kongresi henüz neticelenmiş olmayacaktır. Bununla beraber Galatasaray’a, Altınordu’ya mensup futbolcuların bu tarihten evvel İstanbul’a avdetleri temin edilmiştir. Polonyalılarla yapılması takarrür eden müsabakalara şimdilik Altınordu, Hilal ve Galatasaray kulüpleri iştirak edecektir. Altınordu takımının Hilal futbolcularıyla teşkil edecekleri muhtelit takımla ilk müsabakayı icra etmeleri tahmin olunacağı gibi Hilal ve Altınordu’nun ayrı ayrı müsabaka yapmaları da kabildir.

    Galatasaray kulübü de Polonyalılarla çarpışacaktır. Beşiktaş ve Fenerbahçe kulüpleri için henüz takarrür etmiş bir şey mevcut olmamakla beraber ileride bu iki güzide kulüple Polonyalılar arasında maç tertibi de pek muhtemeldir. Muhtelit bir Türk takımının teşkili ise henüz büsbütün meçhuldür. Her ne kadar Fenerbahçe futbolcularının bundan böyle bir daha Galatasaraylılarla aynı takımda oynamak istemedikleri söyleniyorsa bu nevi iğbirarların pek uzun sürmeyeceğini ümit ve temenni ederiz.

    Ankara’da icra olunacak müsabakalara İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir, Eskişehir, Karesi, Konya, Adana, Trabzon, Canik, Bursa, Kocaeli ve Edirne mıntıkaları dâhil olacaktır.

    Yapılacak müsabakalara ait programı bundan evvelki nüshalarımızda tafsilatıyla dercetmiştik. Her mıntıkada yapılan son müsabakalar neticesinde İstanbul’da futbol birinciliğini Beşiktaş takımı kazandığı gibi Ankara’da Turan Sanatkaran Gücü, İzmir’de Altay, Kocaeli’de Adapazarı, Konya’da Gençlerbirliği, Trabzon’da İdman Ocağı şampiyon olmuşlardır.

    İdmancı Memurlara İzin

    Ankara’da icra edilecek spor birincilikleri müsabakasına iştirak edecek memurlara mezuniyet itası vilayete tamimen tebliğ edilmiştir.

    (SON)

  • 1924 Türkiye Şampiyonluğu VII

    1924 Türkiye Şampiyonluğu VII

    Türkiye Cumhuriyetinin ilk ulusal futbol birinciliği, diğer branşlarla birlikte 1924 yılında düzenlendi. 100. yılı idrak ettiğimiz Eylül ayı boyunca konumuz bu organizasyon olacak. Huzurlarınızda 1924 Türkiye Şampiyonluğu VII

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    8 Eylül 1924

    Dün En Mühim Maçlardan Biri Yapıldı

    Harbiye sıfıra karşı iki golle Beşiktaş’a galip

    6 Eylül Cumartesi

    Beş buçukta Bahriye ve Edirne takımları alkışlar arasında sahaya çıktılar. İlk haftaymda hâkimiyeti tamamıyla Edirne almış gibi idi. Top nadiren Edirne kalesine geliyor ve ekseriya Bahriye kalesi önünde dolaşıyordu. Bahriye aleyhine verilen bir penaltıyı Edirneliler ve Edirne aleyhine olanı da Bahriyeliler kaçırdı. Birinci sınıf oyunculara malik takımların penaltı kaçırması şayan-ı af değildir. İkinci haftaymda hâkimiyet yavaş yavaş Bahriye lehine değişmeye başladı. Edirnelilerde yorgunluk başladı, nihayet Bahriye bir golle galibiyeti temin etti. Hakem Necmi Bey bugün hakkıyla ifa-i vazife edemedi. Bunun da başlıca sebebi hiç şüphesiz seyircilerin oyuna fazlasıyla bağırarak müdahalesidir. Sükûnetle seyredilen bir oyun hem seyredene ve hem de oyunculara daha zevkli ve neşeli anlar yaşatacağına şüphe yoktur. Edirne kalecisiyle sağ açıkları cidden çok güzel oynadılar. Bilhassa kaleci en tehlikeli zamanlarda ani kararlarla birçok sayıları kurtardı. Kendisini herkes gibi ben de samimiyetle tebrik ederim.

    7 Eylül Cumartesi

    Bugün sabahleyin İzmir (Altay) ile Kocaeli (Adapazarı) çarpıştılar. Hakem Hamdi Emin Bey idi. Antalya’ya karşı suhuletle üç gol temin eden Adapazarı beş golle mağlup oldu. Hakem Hamdi Emin Bey Adapazarı lehine iki penaltı kaçırdı. Mahaza esasen hiçbir hakem her şeyi tamamıyla göremez. Yan hakemleri, orta hakeme yardım etmedikçe orta hakemlerinden bazı hataların sudur-ı muhakkak bilmelidir.

    Öğleden sonra dörtte Harbiye ve İstanbul şampiyonu Beşiktaş meydana çıktı. Harbiye rüzgar altında olmasına rağmen oyuna hâkimdi. İlk haftaym bütün gayretlere rağmen sıfırla neticelendi. İkinci haftaymda Harbiye serbest vuruştan Muhtar Bey’in vuruşuyla ve Beşiktaş kalecisinin acelesi neticesi bir gol kazandılar. Birinci sınıf bir kaleci çok iyi bilirler ki taç atarken faul olursa buradan çekilecek frikik kimseye değmeden gol olmaz. Ben birçoklarının medhine rağmen Sadrettin Bey’i bu hatasından asla affedemem. Bilhassa Türkiye birinciliği müsabakasında, Beşiktaş kendi lehine verilen bir penaltıyı da kaçırdı. Biz yegâne şefimiz Refik Bey’in bu penaltıyı da bütün kuvvetiyle yüksekten auta atmasını değil, şairane bir surette –Galatasaray’a olduğu ve söylediği gibi- gole tahvilini beklerdik.

    Neticede beklendiği gibi Kemal Bey’in nefis bir golüyle Harbiye iki golle galip geldi.

    Ben, bu oyunda teknik itibariyle bir fevkaladelik görmedim, dersem her iki takım da hiddet etmesin. Yalnız müdafi ve muavinler cidden çok muvaffak oldular. Kaleci Cavit Bey’in Ankara’dan ayrıldıktan sonra pek çok yükseldiğini görüyoruz. Kendisini candan tebrik ederim. Bu oyundan Türkiye Şampiyonu hemen taayyün etmiş demektir. Hiç şüphesiz Harbiye bu birinciliği gürbüz ve çevik ve azami fedakârlığa malik idmancıları ile kimseye vermeyecektir. Zaten biz de bunu başka mıntıkaların alamayacağını zannederiz. Yalnız bakalım finale kim kalacak. Dömifinalde Harbiye’nin karşısına Bahriye düşmezse finalin bu iki askeri mıntıka arasında olacağını katiyen ümit edebiliriz.

    Ankara Turan Anadolu Sanatkaran Gücü şedit ve pek çok tehlikeli anlar geçirdikten sonra Hidayet Bey’in cidden nefis bir fazla sayısı ile bire karşı iki sayı ile Konya’ya galip geldi.

    Ankara müsabakalarda şansını inkâr etmek muvafık olamaz. İlk haftaymda rüzgâr üstünde kalan Turan ikinci haftaymda rüzgârın tebdiliyle yine rüzgâr üstünde kaldı. Konya Ankara’dan her halde daha muntazam ve iyi futbol oynadı. Fakat evvelce de söylediğimiz gibi futbol müsabakasında talihin pek büyük rol oynadığı gayrikabil-i inkârdır. Hakem Yusuf Ziya Bey yan hakemlerinden birisinin fuzuli tesirleri altında çok kaldı.

    Atletizm müsabakalarına gelince:

    İki yüz metre sürat koşusunun birinci tertibinde 35 saniyede İstanbul (Galatasaray’dan) Rauf Bey birinci, ikinciliği 36 saniye ile Ankara mıntıkası (Muhafızgücü’nden) Kadir Çavuş aldı. İkinci tertipte 36,5-2 saniyede Bahriye’den Zeki Halim Bey birinci, 38 saniyede Kocaeli (İdman Yurdu’ndan) Nurettin Bey oldular. Bu müsabaka finalinin icrası başka bir güne talik eyledi.

    (400) metre müsabakasında İstanbul (Süleymaniye’den) Ali Bey 57,5-4 saniyede birinci, İzmir (Altınordu’dan) Suphi Bey (58,5-3)de ikinci geldiler.

    (1000) metre bisiklet sürat müsabakasında İstanbul (Nişantaşı’ndan) Cavid Bey 5-2, 1,55’de birinci geldi.

    Yarın (100) metre sürat koşusu icra edilerek Rauf ve Said Beylerden dolayı hâsıl olan iştibah da hal edilmiş bulunacaktır.

    Dün gece milli bahçede yapılan güreş müsabakalarında Kocaeli’den Şeref Bey hükmen, İstanbul’dan Niyazi Bey’e mağlup oldu. Hafif sıklet müsabakasında İstanbul’dan Mazhar Bey 1,55’de Ankara mıntıkasından İbrahim Bey’i mağlup etti.

    Orta sıklet müsabakasında İstanbul’dan Necati Bey, Bahriye’den İbrahim Bey’i 3,27’de mağlup etti. Orta siklette Harbiye mıntıkasından Tayyar Bey 43 saniyede Ankara’dan Ramazan Efendi’yi mağlup etti. (Aziz oğlu)

    Kongre Müzakeratı

    İdman Cemiyetleri İttifakı Kongresi İkinci İçtimaına Ait Tafsilat

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı umumi kongresinin ikinci içtimaı dün dokuzda akdetmesi mukarrer olduğu halde on buçuğa kadar bir türlü küşat edilememiş ve nihayet reis vekili ancak onu kırk beş geçe celseyi açabildi.

    Reis Vekili Sabit Servet Bey; “Umum murahhaslar adedinin “161” olmasına rağmen divan-ı riyaset kalemine şimdiye kadar “115” murahhas ismini kaydettirmiş ve ekseriyet hâsıl olmakla kongrenin ikinci içtimaı birinci celsesini küşat ediyorum” diye başlayarak kongrenin zabıtlarını temin etmek üzere ne yolda çalışılacağını izah etti. Zaptın temin-i ifası, suret-i hali divan-ı riyasete ait olması lazım gelirken birçok zevat hitabelerde bulundu. Neticede, zabıt işleriyle meşgul olmak üzere icap edenlerin tavzifi hususunda divan-ı riyasetin mezun ve salahiyettar bulunmasına karar verildi.

    Murahhasların Vezaifi

    Bade Reis Vekili Bey’in işaretiyle Kâtip Emin Ali Bey; bilcümle menatıkın isimleri ile gönderdikleri murahhasların adedini okudu ve Adana (3), Ankara (11), Eskişehir (4), İstanbul (43), Bahriye (8), Canik (2), Trabzon (1), Karesi (6), Antalya (4), Edirne (11), İzmir (9), İzmit (5), Bursa (6), Harbiye (12), Konya (6), Atletizm (13), Güreş (6), Futbol (13), Bisiklet (6) ki ceman (161) murahhas olduğu zikredildi.

    Bütün murahhasların ayrı ayrı isimlerinin kıraatiyle, vesika ve mazbatalarının tetkiki fikriyle heyet-i umumiyesinin birden kabulü fikri hayli münakaşayı intaç etti.

    Emin Ali Bey: Divan-ı riyaset salahiyetnameleri ve imzaları birer birer tetkik etmiştir. Şayan-ı dikkat ve iştibah hiçbir nokta görememiştir. Yalnız atletizm heyet-i müttehideleri hakkında beyan-ı mütalaa olunsun. Bunlardan mesela bisiklet heyet-i müttehidesi de murahhas göndermiştir. O heyet-i müttehide müşkül müdür değil midir? Heyet-i aliyeleri teemmül buyursun. Bilahare murahhaslar da kongrede bulunup bulunamayacağı meselesi mevzubahis olsun- sözleri kongrede gürültüyü mucip oldu. Yeniden yeniye efkâr kargaşalığı husule geldi ve iş uzadı. Kongrenin hemen kararını vermesini, yeniden tetkikat icrasını talep edenler çoğaldı. Malul mazbatalar varsa onlara bakalım diyenler belirdi.

    Divan-ı riyaset mazbataları tetkik etmiştir. Malul olan vesaik varsa heyet-i umumiyeye o zaman arz olunsun mahiyetinde olan tekalif ekseriyetle kabul edilmesini müteakip reis vekili divan-ı riyasetin tetkik ettiği vesaik içinde şahsa müteallik hiçbir malul vesika olmadığını izah ile yalnız şahsa taalluk etmeyen ve fakat divan-ı riyasetin tereddüt ettiği bir şey vardır. O da nizamda tesadüf edilmeyen “Bisiklet Heyet-i İzhariyesi” namına vesaikin mevcudiyetidir. İşte bunu heyet-i aliyenize arz etmek istiyorum diyerek mezkur heyet-i müttehide murahhaslarının vesikalarının kabul ve adem-i kabulünü kongrenin heyet-i umumiyesinin takdirine terk etti.

    İşte o zaman gürültü şiddetlendi ve birbirine zıt birçok fikirler peyda oldu. Bisiklet heyet-i muhteremesinin murahhaslarının dışarı çıkması galebe çalacak gibi gözüküyordu. Hemen burada muamelesini ifa ederek teşekkül etsin, kongreye o zaman gelsin diyenler de ekseriyet kazanmak üzere idi. Nihayet:

    Bisiklet heyet-i ihzariyesini kabul edeceğiz, fakat muamelatını mıntıkalarla ikmaline kadar bisiklet heyet-i ihzariyesi murahhasları kongreyi terk etmelidirler fikri reye konarak “40” rey kazandı. İkinci zıt bir fikir olan: “Bisiklet heyet-i ihzariyesi kongreye iştirak etmelidir” teklifi de “45” rey aldı. Şu halde mesele halledilmiş mezkûr heyet murahhasları kongreye kabul edilmiş, addolunabilirdi.

    Hâlbuki bu böyle olmadan, gürültü ziyadeleşti, mesele bitmedi, olmadı, olamaz sedaları çoğaldı. Kongre artık şeklini kaybetti. Teklifini kaybeden taraf pek taşkınlık yapıyordu. Reis vekili sükûtu teminde çok müşkülata uğradı.

    Celsenin küşadında aded-i ara “115” iken şimdi iki tekâlife isabet eden reyler mecmuî “85”dir.

    Arada yirmi kadar büyük bir yekûn kaybolmuştur. Reylerin yanlış sayılma ihtimali çok variddir. Çünkü müstenkif yoktur şeklinde verilen bir takrir işi daha ziyade ta’vik etti. Reis vekilinin emriyle divan-ı riyaset kâtipleri murahhasları saymak istediler. Onu bile temin edemediler ve nihayet sahib-i takrir takririni geri aldı, aza sayılmaktan vazgeçti, bisiklet heyet-i müttehidesi de murahhas olarak kongrede kaldı.

    Dün her mesele kongrede uzun uzun münakaşalara sebebiyet verdi. Bunlardan birisi de müteaddit takrirlerden sonra vekâletin bila-nefs hazır bulunmadan da muteber olması fikrinin reye konması idi. Bu rey de “60”ı kazandı. “Vekâletin muteber olabilmesi kongrede iptidaren hazır bulunması lazım geldiği fikri “35” rey ancak alabildi. Reis vekili ile beraber aded-i ârâyı Emin Ali Bey de sayıyordu. Vazifesi olmadığı halde “Ekaliyet!..” diye bir kelime fırlattı. Celse çığırından çıktı. Kaybeden taraf bu kelimeyi hakaret telakki etti. Gürültü büyüdü, makam-ı riyaset cidden müşkül mevkide kaldı. Reis Vekili Bey’in Emin Ali Bey namına tarziyesi işi güç bela halledebildi. Karesi murahhaslarının bu babda tadil mahiyetinde olan müttefikan imzalı takrirleri nizamname encümenine havale edildi.

    Mahmut Bey’in celselerde hazır bulunmayan murahhasların ibate ve iaşeleri hakkındaki tekâlif etrafında birçok mütalaat dermeyan edildi ise de muhavere şeklinde kaldı:

    Menatık ve heyet bir mucib-i karar “Nizamname” ve “muamelat ve hesabatı tetkik” encümenlerine murahhaslarını intihap etmiş olduklarını beyanla heyet-i umumiyede karar verildi. Nizamname encümeni azaları bervechiatidir:

    Esad Adil Bey (Karesi), Emin Ali Bey (İstanbul), Muvaffak Bey (Bisiklet), Ahmet Fikri Bey (Güreş), Ferit Bey (Eskişehir), Mülazım Nazif Efendi (Harbiye), Ümera Lütfi Efendi (Bahriye), Kenan Efendi (İzmir), Nuri Doğan Efendi (Kocaeli), İbrahim Efendi (Konya), İbrahim Turgut Bey (Ankara), Hamdi Emin Bey (Futbol), Tevfik Bey (Antalya), Nevzat Efendi (Adana), Burhanettin Bey (Atlet), Niyazi Efendi (Canik), Ali Ulvi Bey (Bursa).

    Muamelat ve Hesabat Tetkin Encümeni azaları da bervechiatidir:

    Binbaşı Fuat Bey (Harbiye), Nurettin Bey (Canik), Süreyya Rıfat Bey (Konya), Tevfik Bey (Antalya), Ferid Bey (Ankara), Hafız Hilmi Efendi (Kocaeli), Danyal Bey (İzmir), Faris Bey (Bahriye), Nafiz Bey (Adana), Kadir Bey (Bursa), Feyzi Bey (Eskişehir), Hasan Basri Bey (Karesi), Ali Seyfi Bey (İstanbul)dur.

    Ruzname-i müzakeratın hitamına mebni 12,45 sonra da yarın (bugün) badelzeval ikide kongre üçüncü içtimaını akdetmek üzere celseye nihayet verildi. (Emineddin)

    Bugünkü Kongre İçtimaı

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı umumi kongresi riyasetinden: Bugün saat ikide kongre içtimaına devam olunacağından murahhas beylerin teşrifleri.

  • Canlı Yapraklar – XXVIII

    Canlı Yapraklar – XXVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVIII” : 1933 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXVIII

    21 Yıl Önce İstanbul Mıntıkasında Bir Toplantı

    Bilindiği üzere, bir kaç müteşebbisin uzun gayretleriyle 1921-23 senelerinde kurulan (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) kulüplerimizin müşterek faaliyetlerini tanzim ve yurtta spor ve spor aşkını tamim ve telkin maksatlarını taşıyordu.

    Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı maalesef bu iyi gayelerine ulaşamadı. Bunun muhtelif sebepleri arasında maddi imkânsızlık ve ittifak erkânının kulüpçülük hislerinden tecerrüt edemeyişleri ve dolayısile yaşanan devamlı anlaşmazlıklar da yer alır.

    Tamamıyla müstakil bir hüviyete sahip Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın asli vazifelerinde başarıdan uzak kalması Türk sporuna, nihayet, devletin müdahalesini zaruri kılmış ve 1936’da (Türk Spor Kurumu) tesis edilmiştir. Devletin spor işlerine esasından ve tamamiyle el koyması halinde tecelli eden (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü)nden önceki bu yarı resmi organizasyon bu defa da milletimizin ruh ve bünyesine intibak etmemişti. Çünkü daha ziyade totaliter idari rejimlere yaraşır, kuvvetli disiplin esasına müstenid, bir gençlik teşkilâtı mahiyetinde idi ve dolayısile ömrü iki seneden fazla sürmemiştir.

    Görülüyor ki, Türk sporu 30 yıldan beri idari bakımdan üç muhtelif devir geçirmiştir:

    Müstakilen idare edildiği (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) devri,

    Devletin müdahalesine maruz kaldığı (Türk Spor Kurumu) devri,

    Ve nihayet 15 senedir devam ede gelmekte olan ve tamamiyle devletçi (Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü) devri.

    İşte, yukarıdaki resim 1933’te (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) zamanında çekilmiş tarihi bir vesikadır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cağaloğlu’ndaki il merkezinde bir kaç oda işgal eden ve o zamanki İstanbul mıntıkasında bir toplantı anını tespit ediyor.

    Oturanlar; sağ baştaki zat mıntıka reisi İbrahim Kemal Baybora’dır. Mumaileyh, mıntıka riyasetine seçildiği zaman, kalben Fenerbahçeli olmakla beraber, resmen hiç bir kulübe mensup değildi. Talimatnameye uyulmak için ve arzuyu umumi üzere başvurulan kurada Süleymaniyeyi çekmiş ve Süleymaniyeli olmuştu.

    Baybora’nın yanındaki Halk Partisinin, İstanbul’u da içine alan, 13üncü mıntıka müfettişi ve Sinop mebusu merhum Cevdet Kerim İncedayı’dır. Cumhuriyet Halk Partisi kuruluşundan beri spora kıymet verdiğinden mıntıka müfettişi de bu kabil toplantılara sık sık iştirak ederdi.

    Ortada iki kupadan iki eliyle kura çekmekte olan zat ittifak ikinci reisi Halit Bayrak’tır. O zaman Bayezit mebusu idi.

    Onun yanında Vakit gazetesi sahibi Hakkı Tarık Us ve nihayet Profesör Hamit görülüyor.

    Ayaktakilere gelince;

    Yine sağdan birinci zat Kerim Kanok’tur. O zamanlar Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Emin Çap’ın kâtip ve tercümanı idi.

    Harb Okulu üniformasını lâbis genç Fenerbahçeli millî rekortmen atletlerden Ziya Atlet’tir.

    Onun sağında millî futbolculardan Galatasaraylı ve o tarihte Güneşli Kemal Refet Kalpakçıoğlu görülüyor.

    Kalpakçıoğlu’nun gözlerini diktiği zat ise zamanın Futbol Federasyonu Başkanı ve Devlet Matbaası Müdürü Hamdi Emin Çap’tır.

    Onun sağında hâlen İstanbul Bölge Müdürü ve o tarihte Fenerbahçe idare heyetinden meşhur aslan avcısı Sait Selâhaddin Cihanoğlu bulunuyor.

    Nihayet, sol başta Zeki Sporel’i görüyorsunuz. Bugünkü İstanbul milletvekili bu resmin alındığı günlerde memleketin en güzide futbolcusu ve Fenerbahçe kulübünün de umumi kaptanı idi.

    (Gelecek resim, 38 sene önce, 28 Ekim 1916 da, oynanmış tarihi bir Galatasaray – Altınordu lig maçına ait kıymettar bir hâtıradır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 2 Ekim 1954 – Akşam Gazetesi

  • Milli Küme’nin Amacı

    Milli Küme’nin Amacı

    1959 Öncesi Şampiyonluklar” konusunda “Sayılamaz” diyenlerin en tuhaf iddialarından biri “Bunları Türkiye Futbol Federasyonu düzenlemiyor” iken, diğer garip argüman da “Milli Küme’nin Amacı Yok” şeklinde idi.

    17 Ekim 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir yazı kaleme alan Futbol Federasyonu Başkanı Hamdi Emin Çap, iki iddiayı tek yazıyla çökertiyor.

    Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Milli Küme Teşkilinde Takip Edilen Gaye

    Ligler arasındaki müsabakaları mıntıkalara ve mıntıkalar arasındaki maçları da memlekete teşmil ederek futbolumuzu yükseltmektir.

    Memlekette milli küme teşkilindeki sebep ve saiki anlamak için evvelâ futbolu yüksek olan ecnebi memleketlerindeki teşkilâtı ve müsabaka sistemlerini tetkik etmek lâzımdır: Çünkü futbolu terakki ettiren en mühim amillerden biri de müsabaka sistemidir.

    İngiltere’de

    İngiltere’de 400’ü profesyonel, diğerleri amatör olmak üzere 4.000 kulüp ve 750.000 futbolcu vardır. Futbol mevsimi Ağustos’un son haftasında başlar, Mayıs’ın ilk haftasında biter.Bu memlekette amatör ve profesyonel kupa müsabakaları, hayırlı cemiyetler şildi, beynelmilel amatör ve profesyonel müsabakalar, ligler arası müsabakalar yapılmaktadır.Profesyonel kümede 22 kulüp vardır. Ayrıca memlekete şamil müteaddit kümeler mevcuttur.Bütün bu müsabaka teşkilatıyla İngiltere’de mevsim imtidadınca inkıtasız olarak her Cumartesi günü ve ekseriya hafta arası günleri müsabakalar yapılagelmektedir. Vasati bir tahminle bir mevsim zarfında her kulüp 50 maça yakın müsabaka yapmaktadır.Müsabaka adedinin çoğalması memlekette futbol faaliyetini ve binnetice futbol tekniğinin yükselmesini temin etmektedir.

    Fransa’da

    Fransa’da 5000 den fazla kulüp vardır. 150.000 lisanslı futbolcu mevcuttur. Bunların bir kısmı amatör, bir kısmı da profesyoneldir. 21 mıntakavi lig teşkil edilmiştir. 500’den fazla ayrıca mektep kulüpleri ve 100 küsur korporasyon vardır, Fransa’da, Fransa kupası namile bir seri müsabaka ve ayrıca lig şampiyonaları mevcuttur.Fransa, beynelmilel müsabakalara oldukça geniş mikyasta ehemmiyet vermektedir.Fransızlar yabancı milletlerden ve bilhassa İngilizlerden angaje ettikleri iyi oyuncuları takımlarına sokarlar ve bunlardan gerek ferden ve gerek takım oyunu itibarile istifade ederler. Bu sebeple Fransız futbolu her gün biraz daha terakki etmektedir.

    Almanya’da

    Almanya’da 12.000 kulüp ve bunlara mensup 1.200.000 aza vardır. Memleket 16 mıntıkaya taksim edilmiştir.Bu mıntıkaların şampiyonları dört grup halinde ve lig sistemiyle maçlar yaparlar. Yani bir defa kendi sahasında ve bir defa da rakibinin sahasında oynamak suretiyle bir kulüp diğeriyle iki defa karşılaşır ve bu dört grup şampiyonları kupa sistemine göre yani bir defa yenilen müsabakadan çekilmek suretiyle karşılaşır ve milli şampiyon taayyün eder.Bundan başka bir de millî kupa müsabakaları vardır. Bu kupa müsabakalarına her kulüp girmek hakkını haizdir. Ayrıca 16 mıntıkanın temsili takımları arasında da federasyon kupası müsabakaları yapılır.Oyuncular tamamile amatördür. Almanya’da futbol mevsimi 15 Ağustos’ta başlar, 30 Haziran’a kadar devam eder.

    Avusturya’da

    Avusturya’da mıntıka futbol teşekkülleri 9 tanedir. Bunlar ayrı ayrı federasyon mahiyetinde iseler de yalnız Avusturya federasyonuna merbutturlar. Kulüpler mıntıka federasyonlarına bağlıdırlar. 32 profesyonel ve 600’e yakın amatör kulüp vardır. Her mıntıka federasyonu kendi şampiyonasını yapar. Bunlardan yalnız Viyana federasyonu amatör ve profesyonel müsabakalarını müştereken organize eder. Mevsim, dağlık mıntıkalarda Nisan’dan Teşrinievvel’e kadar ve Viyana ve sair mıntıkalarda Kânunuevvel’e kadar devam eder.Diğer memleketlerde olduğu gibi Avusturya da beynelmilel müsabakalara girmektedir.

    İtalya’da

    İtalya’da, 3000’e yakın kulüp olup 29.000 futbolcu vardır. İtalya’nın teknik organizasyonu şöyledir:Millî kümeye 48 takım, birinci kümeye 121 takım, ikinci kümeye 324 takım ve üçüncü kümeye 643 takım iştirak etmekte ve ayrıca 166 ihtiyat takımlar, 101 genç takımlar müsabakası yapılmaktadır ki 2300’den fazla takım müsabakalara iştirak etmektedir.Amatör ve profesyoneller arasında: bir tefrik yapılmamaktadır. Görülüyor ki İtalya dâhili futbol faaliyeti noktasından zengin bir program tatbik etmektedir.


    Yukarıda bahsettiğimiz beş memlekette ve bunlara benzeyen Çekoslovakya ve Macaristan gibi memleketlerdeki futbolun inkişafına demiryolları ve tayyareler büyük bir amildir.Memlekete şamil futbol organizasyonları ancak nakliye vesaitinin bolluğu ve ucuzluğu ile yapılabilmektedir.

    Romanya’da

    Balkanlara gelince, Romanya’da 34 mıntıka, 500’den fazla kulüp ve 28.000 den fazla futbolcu mevcuttur.Romanya’da üç nevi müsabaka yapılmaktadır. Millî şampiyona, Romanya, kupası, bir de Kral kupası vardır.Millî şampiyona iki seri üzerinden oynanmaktadır:1 – Milli küme A serisi,2 – Millî küme B serisi.Milli küme A serisi Romanya’nın en iyi on iki kulübünden mürekkeptir ki bunun şampiyonu memleket şampiyonu addedilir.B serisinde ise dört kulüp üzerinden müsabakalar yapılır. Bunların birincileri arasında yapılan müsabaka neticesinde birinciliği kazanan kulüp A serisinin sonuncusile karşılaşır. B serisinde de ayni usul caridir.Romanya kupası müsabakalarına bütün kulüpler iştirak edebilir. Kral kupası müsabakaları ise beş mıntıkanın temsili takımları arasında yapılır.

    Yugoslavya’da

    Yugoslavya’da, 14 mıntıka ve 645 kulüp vardır. Mıntıkalarda lig maçları yapılır ve bunun neticesinde sekiz kulüp şampiyonaya ayrılır.

    Bulgaristan’da

    Bulgaristan’da 16 mıntıka, 119 kulüp ve 11.500 futbolcu vardır. Mıntıkalarda lig maçları yapılır. Mıntıka şampiyonları kupa sistemine göre karşılaşarak Bulgaristan birincisi taayyün eder.Kral kupası ve temsili takımlar arasında müsabakalar ayrıca yapılmaktadır.

    Yunanistan’da

    Yunanistan’da 11 mıntıka ve 189 kulüp mevcuttur. Atina, Pire ve Selânik mıntıkaları federasyonun müessisleri bulunmaktadır. Diğer mıntıkalar A, B, C serisi üzerine taksim edilmişlerdir.A serisine dâhil bulunan mıntıkaların birinci ve ikinci takımları milli kümeye dâhildir. Her mıntıka kendi şampiyonasını yapar. Ve A serisine dâhil mıntıkalarına temsili takımları arasında federasyon kupası müsabakaları yapılır. B serisindeki mıntıkalar da aralarında kupa müsabakaları yaparlar.


    Görüyoruz ki bazı memleketler futbol müsabakalarını daha fazla mıntıkavi faaliyete hasrediyorlar. Ve bazıları da mıntıkavi müsabakalardan ziyade memleket mikyasında müsabaka serileri tertip ediyorlar. Mahallî futbol inkişafları çoğaldıkça bunları müteaddit mıntıkalar arasına yaymak suretiyle faaliyet hududunu genişletiyorlar.

    Futbolu tamamen inkişaf etmiş ve her yerde stadyumlar yapmış memleketler mıntıkalardan mıntıkalara sirayet eden müsabakalara ehemmiyet veriyorlar.

    Futbol tekniği en fazla ilerleyen memleketlerin bu son sistemi tatbik etmiş olduğunu anlıyoruz.

    Biz de bugünkü şerait ve imkânlar içerisinde milli küme nüvesini meydana getirmekle bu yola doğru bir adım atmış bulunuyoruz. Bu hareketimizle ligler arasındaki müsabakaları mıntıkalara ve mıntıkalar arasındaki maçları da memlekete teşmil etmek ve nihayet memleket bünyesinden çıkacak takımları beynelmilel sahalara daha kuvvetli olarak hazırlamak ve Türkiye milli takımına tam bir temsil kudreti vermek gayesini istihdaf ediyoruz.

    Futbol Federasyonu Reisi Hamdi Emin Çap | 17 Ekim 1936 – Cumhuriyet Gazetesi

  • Fikret Arıcan Albümü

    Fikret Arıcan Albümü

    “Büyük” Fikret Arıcan… Halit Çapın’ın “Fenerbahçeliler Başkanınızla Gururlanabilirsiniz” dediği “Büyük” Fikret Arıcan albümü ile karşınızdayız… Kahraman futbolcumuzun ailesine ulaşma ümidimizi gerçekleştiremezsek bu müthiş yayınla Fenerbahçe tarihine muazzam bir armağan daha veren kıymetli büyüğümüzün hatıralarını sizlerle buluşturmanın gururunu yaşayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: “Büyük “Fikret Arıcan, Fenerbahçe’nin en çok Türkiye şampiyonluğu yaşayan isimlerinden biri… Yedi şampiyonlukla başı geçen “Naci Bastoncu” ve “Esat Kaner”den sonra Cihat Arman ve Fikret Kırcan ile birlikte kendisinin 6 şampiyonluğu var. Bu zaferlerde 87 maçta 35 golü var… Hepsi nur içinde yatsın…


    “Büyük” Fikret Arıcan Albümü

  • Büyük Fikret Bölüm XI

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Fenerbahçe tarihinin en çok Türkiye şampiyonluğu kazanan beş isminden birisi olan ve Fenerbahçe’ye hem futbolcu, hem teknik direktör, hem de Başkan olarak hizmet eden “Büyük” Fikret Arıcan‘ın kitabından pasajlar ile karşınızdayız. Huzurlarınızda: Büyük Fikret Bölüm XI

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Büyük Fikret

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Takım Kaptanlığındaki En Büyük Sorunum

    Kaleci Bedii takıma yerleştiğinde Hüsamettin ve “Uzun” lakabı ile anılan Necdet aynı seviyede üç kalecimizdi. Tercih çok güçtü. Takımda oynamayan gücenir, burulurdu. Fakat zamanla bu iş de kendiliğinden halloldu.

    Bir ecnebi maçı oynayacaktık. O gün kalede Bedii vardı. Ama kendisinin büyük mazereti olduğundan yerini Uzun Necdet’e bıraktı. Necdet de kadar güzel oynadı ki, maçı seyreden Sayın Orgeneral Fahrettin Altay maçtan sonra Necdet’i tebrik etmekten kendini alamadı. Bu başarı “Kazanan takım değişmez” kaidesine uygun olarak bir süre gitti…

    Bütün üstün vasıflarına rağmen Bedii hastalanmış, ameliyat olmuş, daha sonra babasının ölümüyle takımdan uzak kalarak formdan düşmüştü. Böylece futbolu bırakmak zorunda kaldı. Esasen kendisi yüksek tahsilli bir gençti ve sigortacılık mesleğinde ilerleyerek umum müdürlük seviyesine erişti. Bu durumda futbol oynamıcıak onun için zaten çok zordu.

    Zamanla Uzun Necdet de kulübümüzden ayrıldı. Biz yine fedakâr ve vefakâr kalecimiz Hüsamettin’e kalmıştık. Bu satırları yazarken Hüsamettin’in fedakârlığına değinmek isterim.

    Beşiktaş’la bir şampiyonluk maçı için Kadıköy sahasında karşılaşacaktık. Siyah – Beyazlıların her şeyi sayılan Şeref Bey ölmüştü ve O’nun hatırasına saygı göstermemiz gerekiyordu. Maç başında yapılan bir dakikalık saygı seremonisinin bizim takıma hiç yaramadığı söylenebilir. Neşem yine kaçmıştı. Yapmamak olmazdı. Göğsümüze matem işareti olarak siyah kurdele taktık ve sahaya çıktık. Mağlubiyetimiz halinde Beşiktaş şampiyon olacaktı. Büyük bir mücadele oldu ve Beşiktaş çok baskılı oynadı. Biz beraberliği kurtarmak istiyorduk. O gün Beşiktaş’ın bütün akınlarını Hüsamettin fedakâr biçimde önlüyordu. Ancak maçın son dakikasında elinin parmağı kırılmaz mı? Ben yanına gittiğimde Beşiktaş kaptanı Hakkı’da oradaydı. Elinin orta parmağı ters dönmüştü. Onu düzelttiler ve Hüsamettin elini sardırmadan “Takımı kalecisiz bırakmam. Ben oynayacağım” diye tutturdu ve oynadı. Son dakikada Hakkı’nın gollük bir şutunu kurtardıktan sonra Hakkı bana dönerek, “Herif ölse bugün O’na gol atamayacağız” dedi. Oyun böylece berabere son buldu biz de şampiyon olduk. Hüsamettin’in buna benzer fedakârlıkları çoktur.

    Bu arada emektar Lebib’i de unutmamak gerek. Bir maçta omuzu kırıldı. O da oyunun sonuna kadar devam etti. Bu gibi misaller her Fenerbahçeli sporcu için mümkündür. Sporcularımızın bu gibi fedakârlıkları daima yapacaklarından eminim…

    Çok Sevdiğim Galatasaraylı Suphi Batur ile Aramızda Geçen Bir Olay

    Uzun yıllar Galatasaray’a yenilmiştik. Takımımız o sene büyük bir çalışma devresine girerek liglere hazırlanmıştı. O zaman lig ve şilt şampiyonlukları aynı yıl içinde yapılmaktaydı. Bu iki müsabaka için de Galatasaray’la mücadele ettik. Ligde hedefimize kavuşmuş ve Sarı – Kırmızılıları 3-2 yenmiştik.

    Sıra şilt maçına gelmişti. Solaçık oynadığım için Galatasaray’da sağhaf oynayan Suphi Batur ile mücadele edecektik. Oyun büyük bir hız ve hırs içinde başladı. Galatasaray ligin rövanşını almak isterken biz yılın son meyvesini toplamak istiyorduk. Seyirciler Suphi Batur’a “Kuş” adını takmışlardı. Top bana gelince bir ağızdan “Kuş… Kuş…” diye bağırıyorlardı ve onu sinirlendiriyorlardı… Suphi Batur’un bu tezahürattan bana sert hareketler yapması da seslerin daha çok yükselmesine sebep oluyordu…

    Zeki ikimizin arasına uzun bir top attı. Suphi Batur uzun bacaklarıyla yavaş, bense kısa bacaklarımla hızla koşarak topa yetişmeye çalıştık. Suphi ağabey benden önce yetişti ve topa dokundu. Kaleci Avni de topu almak için çıkmıştı. Falsolanan top Sarı – Kırmızılı filelere gitti. Gençliğimden olacak Suphi ağabeyin yanına yaklaştım, “Eh Suphi ağabey… Şimdi maçtan sonra Fenerbahçeliler seni omuzlarına alacaklar. Herhalde iyi bir şey…” dedim. Bana çok kızdı… Az sonra bir top sürüyordum… Bana bir çelme taktı… Durmadım ve sürmeğe devam ettim. Baktım oyuncularda hiçbir hareket yok… O zaman durdum ve hakem Hamdi Emin Bey’in bir düdük çaldığını işittim… Bana sahadan çıkmamı söylüyordu… Sebebini sordum, “Düdük çaldığım halde durmadın ve seyircileri tahrik ettin, çık dışarı…” dedi. Galatasaray’a da penaltı vermişti. Zeki Bey penaltıyı gole çevirdi maçı 3-1 kazandık fakat çok üzgün izledim maçı saha kenarından… Hamdi Emin Bey’in bu kararı maç yöneten hakemlere ve kendisine hücum eden futbolculara bir ders olmalıdır…

    Zeki Bey’in Beni İlk ve Son Haşlaması

    Ankara’da Ankaragücü ile bir deplasman maçı oynuyorduk. Maça yenik başlamıştık. Çok kötü bir futbol çıkarıyorduk. Devre arasında soyunma odasına geldiğimizde Zeki Bey çatık kaşlarla bütün futbolcuları haşlamaya başladı. Doğrusu ya ben üstüme almamıştım. Sonunda bana döndü ve “Sen ne biçim oynuyorsun? Biraz çalış ve doğru oyna…” dedi. Şaşırmıştım. Ona elimden geleni yaptığımı söyleyecek oldum… Bana ters ters bakarak, “Ben Fikret’ten Fikret gibi oyun beklerim… Fikret’i Fikret’le mukayese ederim. Kendine gel ve çalış…” dedi… Çok utanmıştım. Bu sözlerin ışığı altında sahaya çıktık ve ikinci yarıda fırtına gibi oynayarak maçı 4-1 aldık… Bu sözleri hiç unutmam ve her sporcunun kendisine düstur edinmesini isterim…

    (DEVAM EDECEK)

    Büyük Fikret Bölüm XI

    Fotoğraf-1) Yabancı takımlardan biriyle yaptığımız maç öncesinde Hüsnü’lü Fenerbahçe takımı.

    Fotoğraf-2) Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 1-0 yendiği ve şampiyon olduğu maçın devre arası. Soldan sağa: Nihat, Lütfü, Celal, Cevat, Zeki, Rasih, Fikret Arıcan, hakem Nuri Bosut, Şaban ve Tevfik.

    Fotoğraf-3) Büyük yakınlık gördüğümüz Sovyetler Birliği’nde okuyan bir Türk talebesi ile çektirilen resim.

  • Canlı Yapraklar – IX

    Canlı Yapraklar – IX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – IX” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – IX

    1921 deki müracaatımız üzerine FIFA bizi 1923 Mayısında Cenevre’deki ilk toplantıda ittifakla üyeliğe kabul etmişti. Artık beynelmilel teşkilâta giren Türkiye için Olimpiyatlara katılmak imkânı sağlanmış oluyordu. Fakat bu iş için gereken para nereden temin olunacak ve bunu kim verecekti?

    İstiklal savaşından elde harap ve perişan bir yurt, çok fakir ve yorgun bir millet olarak çıkmıştık, Henüz kurulmuş Cumhuriyet hükümeti o müşkül duruma ve çok dar bütçesine rağmen gençliğin imdadına koştu ve Paris Olimpiyatlarına iştirak edebilmemiz için 50 bin lira verdi.

    Olimpiyatlarda katılacağımız 4 branştan biri futbol idi.

    Futbol memleketimizin en revaçta sporu olmak mevkiine yükselmişti. Türk gençlerinin ve bilhassa Fenerbahçe’nin karanlık mütareke senelerindeki fasılasız ecnebi zaferleri halkımız üzerinde futbola karşı büyük alâka ve sevgi yaratmıştı. İşte; bugün futbolun memleketimizde en çok sevilen ve alâka çeken spor olmasının ilk sebebini o karanlık işgal senelerinde milletimizin yegâne teselliyi o devrin ruhlu, azimkâr ve yenilmez takımı Fenerbahçe’nin düşman takımlarına karşı kazandığı zaferlerde aramak hakikatin ifadesi olur. Hatta Maarif Vekili merhum Necati Bey Olimpiyatlar tahsisatının ayrılması münasebetiyle Aralık 1923 te Türkiye Milli Olimpiyat Cemiyeti’ne yolladığı bir telgrafta (Gençlerimizin yabancı takımlar karşısında kazandıkları muvaffakiyetlerin Anadolu’da uyandırdığı memnuniyet) ten bahsetmekle devirdeki Fenerbahçe zaferlerinin tesir ve şümul derecesi hakkında mükemmel bir fikir vermişti.

    Türk gençlerinde futbola karşı görülen fevkalâde fıtri istidadın neticesi olan başarılar hakikaten iftihar olunacak derecede idi. Ecnebi takımlar Türk futbolcularının ferdi kudret ve kabiliyetleri önünde takdirlerini gizlemiyorlar, hele bu pür amatör gençlerin henüz bir antrenör yüzü görmediklerini öğrendikleri zaman hayretler içinde kalıyorlardı. Filhakika, o zamanlar fedakâr mensuplarının feragatli gayretleriyle bin bir yokluk içinde varlık yaratan kulüplerimiz için ecnebi mütehassıslara sahip olmak bir hayal idi.

    Futbolumuz yeni yeni, o da küçük bir yüzdelik olarak, bazı kulüplerimize para getiriyor, bununla da forma, pantolon, ayakkabı, top gibi bir takımın ilk ihtiyaçları ancak karşılanabiliyordu. Birinci lige dâhil ekseri kulüplerimiz için bile (antrenman) diye bir mevzu yoktu.

    Sahalara, on beş günde veya üç haftada bir maçtan maça çıkılırdı. Bir iki kulüp eğer haftada bir gün, o da bazı azalarıyla, antrenman yapmak mazhariyetine erişebiliyor idiyse onların da antrenörleri ya takım kaptanları veya daha yaşlı idealist bir ağabeyleri idi.

    Hulasa, amatörlük bütün ruh ve candan ihtişamıyla Türk futbolunda hâkimdi.

    Fakat fıtri istidat ve şahsi kabiliyetlerin ilk defa katılacağımız Olimpiyatlarda başarı için kâfi gelemeyeceği takdir olunuyordu. Türk futbolunu mütehassis bir ecnebi antrenör elinde ve metodik bir çalışma sonunda ferdilikten kurtarıp cemi bir spor hüviyetine sokmak artık bir vecibe olmuştu. Türk olsun, yabancı olsun her sporsever bunda gecikmenin günah olduğunda müttefiktiler.

    Futbol Federasyonu, 50 bin liralık tahsisatın da sağladığı imkânla, 1924 Paris Olimpiyatlarına gidecek kadromuzu seçmek ve ona ahenk ve beraberlik sağlamak için tecrübeli bir antrenör temini işine girişti ve Billy Hunter adlı 45 yaşlarında İskoçyalı bir zat 6 ay için angaje edildi.

    Hanter, milli takımdaki, 6 aylık müddetini ikmal ettikten sonra 4 yıl da Galatasaray’ı çalıştırmış ve bu kulübümüzü 4 yıl İstanbul şampiyonu yapmıştır. Bir ecnebi antrenörünün teknik kabiliyeti kısmen ve nispeten zayıf bir takımımızı çalıştırdığı müddet içinde mütemadiyen şampiyon çıkarması, Türk kulüplerinin ecnebi hocalara ne kadar muhtaç oldukları ve buna kavuştukları gün ne büyük muvaffakiyetler gösterebilecekleri hakkında mükemmel bir fikir vermiş ve bu tecrübeye bütün Türk kulüplerince 4 yıl gıpta ile şahit olunmuştu. 200 lira maaşına kesesinden ödemek suretiyle Hunter’ı 4 yıl Galatasaray’a kazandırmış olan prens Ali Haydar bey merhumun bu suretle Türk futboluna da ettiği hizmetin pek büyük olduğunu kabul etmek gerekir.

    Hunter İstanbul’a geldikten sonra bir müddet kulüplerimizin maçlarını seyretti. Müteakiben de yapılan seçme müsabakalarında hazır bulunup 30 kişilik bir kadro ayırdı. İşte, bu kadro 5 Nisan 1924 ten itibaren şimdiki Fenerbahçe stadında kampa alınmıştır.

    Antrenör Hunter ferdi kıymet ve kabiliyetlerini beğendiği fakat takım halinde zayıf bulduğu futbolcularımıza bu tarihten itibaren kampta bir ay ameli ve nazari dersler vermiş, ferdi ve cemi bütün antrenman şekillerini talim ve tatbik ettirdikten sonra kafile 8 Mayısta Paris’e hareket etmiştir.

    İşte, yukarıdaki resim futbol tarihimizin ilk milli takım kampında ilk ecnebi antrenör nezaretindeki çalışmaların bir sahnesini canlandırıyor. Hunter ortadaki beyaz pantolon ve beyaz gömlekli zattır. Top kontrolünü arttırmak için baytar Kâmil’e Fenerbahçe stadında şimdiki büyük beton tribünün arkasında direk talimleri yaptırmaktadır.

    Baytar Kâmil futbolümüzde (cambaz) lakabıyla maruf olup Fenerbahçe’nin Birinci Dünya Savaşından sonraki kadrosunda haf oynardı. Bilâhare, İstiklâl Harbine katılmak üzere, Anadolu’ya gitmiş, futbola Muhafızgücü’nde devam etmiştir. Seçme müsabakalarında antrenör tarafından beğenildiğinden kampa alınmıştı. Olimpiyatlara götürülen baytar Kâmil Milli Takımımızın 1924 şimal turnesinde Finlandiya ve Estonya’ya karşı soliç merkiinde ikl defa milli olmuş kıymetli futbolcülerimizdendir.

    Resmin sol tarafındaki sırtı dönük zat bilâhare Futbol Federasyonu Başkanlığı vazifesini yapan Altınordulu Hamdi Emin (ÇAP) tır. O sıralarda Federasyon ikinci reisi idi.

    Sağda baytar Kâmil’in idmanlarını dikkatle takip eden kendi talim sıralarını bekleyen iki genç futbolcu ise Fenerbahçe ve Milli Takımımızın meşhur sağaçıkları Bedri (GÜRSOY) ve Sabih (ARCA) dırlar. Bu iki fevkalâde açıktan Bedri (12), Sabih de (9) defa enternasyonal olmuşlardır.

    (Gelecek resim ve yazı: 32 yıl önceye ait bir Fenerbahçe – Süleymaniye lig maçıdır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 22 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi

  • Bu Koltuk Başka Koltuk

    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Türk futbolu 2021-2022 yılını yönetim katında büyük çalkantılarla geçirirken, biz 1986 yılına gidelim ve İslam Çupi‘nin “Bu Koltuk Başka Koltuk” dediği Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı üzerine yazdıklarına bakalım. Yazının son cümlesi müthiş bir tespit içeriyor. Aradan geçen 36 yıla rağmen hâlâ iyileşmeyen bir hastalığın teşhisi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Futbol Federasyonu Başkanlığı, öyle sıradan bir “baş” değil, ciddi bir “baş”tır.

    Alman Futbol Federasyonu Başkanı Neuberger, dilediği anda telefonun ahizesini kaldırır ve başbakanı ararsa, Kohl’un kafasından düşürmediği adamdır.

    Havelange, FIFA Başkanı olmadan önce, 25 yıl icra-i büro ettiği Brezilya futbolunun patronluğu sırasında cumhurbaşkanı ile haftada bir mutlaka bir sabah kahvaltısı eder ve ülke futbolunu sahası ile parası ile enine boyuna bir devlet masasına yatırırlardı.

    İtalya, İspanya, İngiltere gibi futbolda Avrupa krallığını sürdüren ülkelerde, futbol federasyonu başkanları, devlet protokolü içinde mütalaa edilir şekilde bir ciddi sarıp sarmalanmış adamdır.

    Enver Sedat’ın kızının düğün töreninde hazırlanan evrensel davetiye protokolünde Alman futbolunun imparatoru Franz Beckenbauer’in de bulunması, futbolculukta süper star olmanın futbol federasyonu başkanı kişiliğinde saygın bir ağırlık kazanmanın çok ciddi ve önemli bir mesele olduğunu belgelemektedir.

    1985 yılında Türkiye’de “ya davulcuya, ya zurnacıya” giden Futbol Federasyonu Başkanlığı, başlama yılı olan 1923’te hiç de hafife alınmış bir pamuk ipliği değildi.

    Türk futbolunun ilk Federasyon Başkanı, kendisine “esrarengiz adam” lakabı iliştirilen Yusuf Ziya Öniş’tir.

    Atatürk takımının başoyuncuları arasında olan Yusuf Ziya’nın yanına girmek için 15 gün öncesinden randevu alınır, esrarengiz adam İngiliz kuponu giyer, bir iki lisanı kusursuz konuşurmuş…

    Öniş’ten sonra o koltuğa oturmuş Muvaffak Menemencioğlu, Hamdi Emin Çap, Sadi Karsan, Vildan Aşir Savaşır, Ulvi Yenal da, saygın kişilikleri, engin kültürleri, lisan rahatlıkları ile Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “devlet içinde devlet” olma gibi bir yüce makama çevirmişlerdir.

    Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “koltuğuna yakışan adam” ağırlığında tutan son iki isim vardır. Orhan Şeref Apak ve Hasan Polat…

    12 Eylül’den sonra Yılmaz Tokatlı’nın şahsında “paşa”laşmaya başlayan federasyon sedareti, ne yazık ki, kısa sürdü.

    Türkiye’de özellikle son 15 yılda Futbol Federasyonu Başkanlığı, müthiş bir kişilik erozyonuna uğramıştır, yani tilt…

    Seçilen isimler, telefon rehberi nizamında ve çabukluğunda düzenlenmiş, makamın saygınlığı eritilmiş, tüm futbol icraatı, politik bir otomatiğe bağlanmış ve Futbol Federasyonu Başkanlık makamı, herkesin bağırıp çağırdığı bir “odacılar odası” küçümserliğine hapsedilmişti.

    Türk futbolunun ölümüne, Milli Takım mevtasına ağıt yakanlar, esas ölünün Futbol Federasyonu Başkanlık odasında yattığının acaba neden farkında değillerdi?

    Bu bakımdan, görevin Ali Uras’a verilmesini, nihayet düşünenleri alkışlamak gerek…

    Sayın Uras’ın şahsında Futbol Federasyonu Başkanlığı çok ciddi, çok saygın, lisan bilen, tıp neşteri evrensel olan çok önemli bir insana teslim edilmiştir.

    Verilen görevin, alınan nöbetin ne mene belalı bir iş olduğunu en iyi bilen insan, bizzat Sayın Uras’ın kendisidir.

    Bana göre, başarı her şeyi yenilemekten geçiyor, Federasyon’un 06 Ankara adresinden tutun da, koltuk masasına, bugüne kadar orasını han kapısı yapmış ve ne kadar insan varsa, onları da yok ederek yeni ufuklara, yepyeni bir kadro ile yeni ve dinamik bir anlayışla uçmalıdır Ali Uras…

    Yanına eskiye ait hiçbir şey almamalıdır. Çünkü, futbolumuz bugüne kadar ne çekti ise, “Eskiler alıyorum” diyenlerden çekti…

    İslam Çupi | 9 Aralık 1986 – Milliyet Gazetesi

  • 1924 Olimpiyat Hatıraları

    1924 Olimpiyat Hatıraları

    Günümüz Türk spor basınına bakıldığında, aşağıdaki türden bir hatıratın bundan sonra kaleme alınabileceğii düşünmek pek de mümkün değil. İşte Burhan Felek merhumun kaleminden, 1924 Olimpiyat Hatıraları.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Not : “1959 Öncesi Şampiyonluklar” hakkında söylediğimiz bir şey var: “1959 öncesini inkar Cumhuriyeti inkardır”

    Burhan Felek, aşağıdaki cümleleriyle bu sözümüzün ne denli doğru olduğunu teyit ediyor. Bu bir kanuni devamlılık meselesidir. Fenerbahçe haklıdır!

    “O tarihte (1924) Beden Terbiyesi Kanunu henüz çıkmadığından, sporun idaresi bütün Batı memleketlerinde olduğu gibi kulüplerin üzerinde değil, Spor Federasyonu ve Millî Olimpiyat Komitelerinin idaresi altındaydı. Aslına bakarsanız bütün Beden Terbiyesi Kanunu’nda ne kadar tüzük ve nizamname varsa, hepsinin temelini “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın koyduğu esaslara dayanılarak çıkarılmıştır. Bu da o devirde, pek mükemmel olan Fransız Spor Teşkilâtı’nın üç parmak kalınlığındaki nizamnamelerdeki spor programları, spor rekor ve şampiyon , listelerini havi kitaptan alınmıştır. Bu teşkilâtın adı, “Fransız Spor Atletik Dernekleri Birliği Nizamnamesi” idi. Bizimki de, “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” nizamnamesi olmuştu.”


    Geçmiş Zaman Olur Ki

    Olimpiyat Hatıraları

    Bu günlerde dünya spor âleminde konuşulan lâf, Moskova Olimpiyatları’na gidilip gidilmemesidir. Bu satırların sahibi de, bu hususta bir fikir ve oy sahibidir. Ama bu yazılarda onu ifadeyi yersiz bulurum.

    Rusların Afganistan’ı istilâ etmesi, dünya milletleri üzerinde öyle bir tesir yaptı ki, safi bir spor gösterisi olan olimpiyatları bu yolda baskı vasıtası olarak kullanmaya kadar gittiler. Kim gitti diye sorarsanız, cevabı basit. Hükümetler gitti. Bu yolda asıl söz sahibi olan olimpiyat millî ve beynelmilel teşkilâtları henüz bu yolda menfi bir karar almış değillerdir.

    Neyse, bunu bırakalım da, bizim hatıralarımıza gelelim. Türkiye, 1924 8. Paris Olimpiyatları’ndan başlayarak 1928 Amsterdam, 1936 Berlin, 1948 Londra, 1952 Helsinki, 1956 Melburn, 1960 Roma, 1964 Tokyo, 1968 Meksika, 1972 Münih, 1976 Montreal Olimpiyatlarına katılmıştır. Bu tutumunu da, yani olimpiyatlara katılma geleneğim değiştirecek hiçbir şey olmamıştı… dedikten sonra, birinci olimpiyatlara katılışımızın hafızamda kalan anmaya değer noktalarını hikâye edeyim.

    Beden Terbiyesi Kanunu ve Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı

    O tarihte (1924) Beden Terbiyesi Kanunu henüz çıkmadığından, sporun idaresi bütün Batı memleketlerinde olduğu gibi kulüplerin üzerinde değil, Spor Federasyonu ve Millî Olimpiyat Komitelerinin idaresi altındaydı. Aslına bakarsanız bütün Beden Terbiyesi Kanunu’nda ne kadar tüzük ve nizamname varsa, hepsinin temelini “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nın koyduğu esaslara dayanılarak çıkarılmıştır. Bu da o devirde, pek mükemmel olan Fransız Spor Teşkilâtı’nın üç parmak kalınlığındaki nizamnamelerdeki spor programları, spor rekor ve şampiyon , listelerini havi kitaptan alınmıştır. Bu teşkilâtın adı, “Fransız Spor Atletik Dernekleri Birliği Nizamnamesi” idi. Bizimki de, “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” nizamnamesi olmuştu.

    Burada bu malûmatı keselim de, işin öteki tarafına geçelim.

    Yolculuk Başlıyor

    O devirde, bizim bu teşkilâtın reisi Ali Sami merhumdu. Ali Sami’nin, benim spor çalışmalarıma çok güveni vardı. Ben, teşkilatta hem ikinci başkan, hem de Atletizm Federasyonu Başkanı’ydım. O devirde üç federasyonumuz vardı. Futbol Federasyonu Başkanı Yusuf Ziya merhumdu, Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetkeri Bey merhum ve Atletizmin de bendim. Atletizmi kimse almak istemezdi. Çünkü bizim memlekete göre, en başarısız ve rağbet görmeyen spor dalıydı. Benim elimde o devirde gerçekten amatör atlet olarak sporuna bağlı 5-10 kişi vardı. Bunların başında Semih, Mehmet Ali Aybar, Ömer Besim, yüksek atlayıcı Haydar gibi çocuklar gelirdi. Ben bunları kendi evlâdım gibi severdim, hâlâ da severim. En genci 65’i geçmiş olan bu beylere “çocuklar” diye hitap ederim. Onlar da, bu hitabımı hiç yadırgamazlar.

    Tavuklu Menü

    1924 Olimpiyatlar’ı iki kısımda cereyan etmişti. Birinci kısım mayıs başlarındaki futbol turnuvasıydı. Daha ilk adımda, birinci kafile başkanının seçiminde merhum Yusuf Ziya ve o zaman da Fenerbahçe kulübüne hâkim olan Ali Naci merhum ile, aramızda ihtilâf çıktı. Ali Naci Bey, benim için, “Lisan bilmez” diye yazdı. O, Nasuhî Baydar’ın kafile başkanı olmasını istiyordu. Halbuki, Nasuhi Bey, teşkilâtta bir vazife sahibi değildi. Seyahate ait tertibatı Yusuf Ziya merhum almıştı. Bizi İstanbul’dan Marsilya’ya kadar tam 10 günde götürecek Jak Freresme admda bir büyük şilebe bindirdi. Gemi Varna’dan canlı tavuk yüklemiş ve tavuk kafesleri baş güverteye konmuştu.

    Gemi yürürken tavuk pisliği ve kokusu bütün güverteyi kaplıyordu. Gemi büyük olduğu için Korent Kanalı’ndan geçemeyerek Mataban Burnu’dan dolaştı ve tam 10 günde bizi Marsilya’ya ulaştırdıydı.

    Hâlâ hatırımdadır. Fuat adında Hariciye’de iş sahibi bir arkadaşımız vardı. Onun bir de lâkabı vardı ama pek hatırlayamayacağım. Bizim vapur bilmem ne sebeple Cenova Limanı’na uğrayınca, orada Kançılar olan Fuat, bizi ziyarete geldi. Biz de, mutemet Otomobil Nuri ile Kaleci Nedim’i karaya gönderip tereyağı, reçel, peynir, kakao gibi kahvaltılık yiyecek aldırdık. Çünkü günlerden beri yemekte çiğ baklavayla tuzlu mönü balığı haşlaması yemekten anamız ağlamıştı. Yusuf Ziya merhum, geminin 24 yatağı olan 12 kamarasını tutmuştu. Ama yemek bedelini üçüncü mevkiden ödediği için, biz eğer Bulgar tavuk sahiplerini kandırıp günde birkaç tavuğu yemeseydik açlıktan helâk olacaktık.

    Müshil

    Uzatmayalım, Marsilya’ya sağ-salim vardık. Ha! Gemide idareci olarak kafile başkanı ben, Futbol Federasyonu Başkanı Yusuf Ziya, İkinci Başkan Hamdi Emin, mutemet Altınordulu Otomobil Nuri ve bir de futbol antrenörü Billy Hunter adındaki İskoçyalı mükemmel antrenör vardı. Bu adamı Yusuf Ziya, İsviçre’de tahsili sırasında oranın Servette adındaki bir kulübünde tanımış ve oradan Türkiye’ye almıştı. Gemide güvertede koşu ve kondisyon idmanları yapılıyordu.

    Bu sırada bir hususî vaziyete işaret edeceğim. Bindiğimiz Fransız şilebi İstanbul’dan kalkarken liman idaresi, gemide doktor olmadığı için, limandan ayrılmasına izin vermedi. O sırada merhum Doktor İsmet, mektebi yeni bitirmişti. Kumpanya onu doktor olarak hizmete aldı ve biz o suretle hareket ettiydik. İsmet, hakikatte Millî Futbol Takımının yan haf beki idi. Bu yüzden gemi doktorluğu hizmetine çok ehemmiyet verdi. Bir gün bana, Doktor Sabih’in hastalık bahane ederek idmana çıkmadığını rapor etti. Ben Sabih’e gittim. Çocuğun biraz ateşi vardı. Başı ağrıyordu. Sordum. Üç gündür dışarı çıkmadığını öğrenince, kendisine bir müshil ilacı verdik düzeldi.

    Domuz Eti Olmasın!

    Gemi Marsilya’ya varınca, Vaux Port denilen eski limanda bir yemek istedik. Çocukların hepsi birden:

    — Domuz eti olmasın! diye bağırıyorlardı.

    Bilmiyorlardı ki, domuz eti Avrupa’da lüks bir ettir ve her lokantada bulunmaz. Neyse, hâlâ hatırımdadır, patlıcanlı bir yemek yedik, karnımız doydu. O devirde adı PLM (Paris-Liyon- Marsilya) olan trene akşam üzeri bindik. 14 saat tren yolculuğundan sonra Liyon garına vardık. Bizi orada ataşemiz Mösyö La Croix bekliyordu.

    Aksaray Yangın Yeri

    Liyon Gar’ı kapalı bir gardır. İçinde, “metro” denilen yeraltı trenine inen merdivenler vardı. Kafilemizle hemen metroya bindik ve “Kolombe” stadına giden Porte Champeter Porte denilen Paris’in kapılarından birinden -bizde de Eğri Kapı, Edirnekapı, Mevlânakapı var ya!- bizi ikamet edeceğimiz Olimpiyat Köyü’ne götürecek elektrikli trene bindik. Turnemiz bitmeden evvel çıktığımız kapı Paris’in eski istihkâmlarının enkazının yanındaydı. Kafilede yedek kaleci Hamit:

    — Yahu! 10 gün deniz, 1 gün tren, gene gele gele Aksaray yangın yerine geldik! diye bir espiri yaptı.

    Bu çocuğun bir mecliste bulunuşu, insanı ne kadar neşelendirirdi, tarif edemem.

    Olimpiyat Köyünde

    Bindiğimiz eletrikli tren, bizi Kolomb köyüne götürdü. Oradan da, ilk defa Fransızların icat ettikleri Olimpiyat Köyü’ne gittik. Galiba, tren pek yakınında duruyordu.

    Biz odalarımızı tam köyün kapısına yakın yerde seçtik ve büyük direğe bayrağımızı çektik. Her biri dörde bölünmüş, 4 odadan ibaret kare şeklinde ahşap kulübeler pek konforlu değildi. Hatta ondan sonraki memleketlerin olimpiyat köyleri şöyle dursun, bizim İzmir’deki Akdeniz Oyunları’nda atletleri yatırdığımız binamızdaki konforun onda biri yoktu.

    Bir kere, ayakyolu ve banyolar evlerin dışında idi. Sabahleyin yüzümüzü yıkamak ve ihtiyaçlarımızı defetmek için yağmura ve çamura bakmadan açık havaya çıkacak ve kömür tozundan yapılmış çamurlu yollarda bir hayli gittikten sonra ayakyoluna ve lavaboya varıyorduk.

    Yunanlılar Geldi!

    Yugoslavlar bizden bir gün sonra geldi, bir gece kaldılar, hemen hesabı kestiler ve Paris’te bir otele indiler. Biz kaldık. Zaten paramızı da yatırmıştık. Galiba o günlerde bütün masraf içinde adam başına 55 frang veriyorduk. Bir Türk lirası da 19 frang kadar tutuyordu. (O devirde bir altın 4 kâğıt lira ederdi.)

    Bir gün odamda otururken çocuklar geldiler:

    — Reis Bey! (O zaman başkan sözü icad olunmamıştı) yanımıza Yunanlılar geldiler biz buna dayanamayız, patırdı çıkar.

    — Durun bakalım, nereden anladınız Yunanlıların geldiğini!

    — Bayraklarından. Gelin bakın.

    Gittim baktım, Yunan bayrağına pek benzeyen ve Yunan bayrağındaki istavroz yerine, güneş bulunan bir bayrak. Sonradan anladık ki, Uruguay bayrağıymış. Adamlar o turnuvada olimpiyat şampiyonu olmuşlardı.

    Baron de Coubertin

    Olimpiyat Köyü’ndeki evlerimiz bitişik olduğu halde en yakın komşumuz olan Uruguaylıları biz tanımıyorduk. Bize bunu, Kolombe köyüne geldiğimizin ertesi gün ziyaretine gittiğimiz modern olimpiyatların kurucusu meşhur Baron de Coubertin haber verdi.

    Bu harikulâde temiz yürekli ve kibar bir adam olan ve bütün servetini şu olimpiyat davasına harcayarak son zamanlarda başkalarının yardımına muhtaç hale gelen Baron’u, o zaman Paris’in meşhur Konkord Mey- danı’na bakan bir köşe binadaki Olimpiyat Komitesi Merkezi’nde tanıdık.

    Trende Hadise

    O gün Olimpiyat Köyü’nden Paris’e Baron’u ziyarete giderken elektrikli trende bir hadise oldu. Yanımızda ataşemiz Mösyö La Croix olduğu halde gidiyorduk. Henüz Türkiye’de şapka yayılmamıştı. Bizim çocukların kiminde bildiğimiz kırmızı püsküllü fes, kimisinde de İstiklâl Harbi’nin yadigâri astragan kalpak vardı. Böylece bizim Müslüman bir ülkenin çocukları olduğumuz anlaşılıyordu. Trende biz oturuyorduk. Ortadaki direğe dayanmış bir sarhoş işçi duruyordu. Üstü başı berbat, kirli bir tulum giymişti. Bize baktı baktı, başladı Fransızca söylenmeye:

    — Ben Muhammed’i tanırım. Benim pek iyi dostumdur! dedi.

    O sırada bizim çocuklar pirelendiler. Otomobil Nuri:

    — Ben bu herifi döverim! dedi.

    Ben yatıştırdım. Herif Fransızca söylenip duruyordu:

    — Zaten Paris’te yabancılardan başka kimse kalmadı!

    Bu muhavereler cereyan ederken, bir Fransız yolcu:

    — Bunlar olimpiyatlara gelmiş bizim misafirlerimizdir. Neden rahatsız ediyorsun? diye sarhoş işçiye çıkışınca, başka bir Fransız lafa karıştı:

    — Siz ne karışıyorsunuz mösyö? dedi.

    — Bunlar bizim misafirimizdir. Bu adam onları rahatsız ediyor. ‘

    — Onlar kendilerini müdafaa etsinler. Size ne?

    — Ne demek, siz ne karışıyorsunuz bana? diye ayağa kalktı, öteki de ayağa kalktı, iki Fransız bizim hesabımıza dövüşecek. Derken, bir tünele girdik. Elektrikler söndü. Simsiyah oldu ortalık. Tünelden çıktığımız zaman ikisi de yerlerinde oturuyorlardı.

    Allah Kerim

    Baron de Coubertin ile sohbetimiz uzun sürmedi. Galiba yukarılarda bahsetmiştim. Biz, yoldayken futbol turnuvasında kur’alar çekilmiş, bize o devrin en kuvvetli takımı olan Çekler çıkmıştı. Baron bizi teselli için:

    — Ümitsizliğe düşmeyin. Bakınız, Uruguay diye bir memleketin takımı buraya gelirken her uğradığı yerde maçları kazanarak geldi. Biz bunların adını bile duymamıştık. Allah kerim! falan gibi sözlerle bizi teselli etti.

    Oradan çıktık, gene tıpış tıpış Kolombe köyüne döndük. Komşularımız Uruguaylılar kara kuru insanlardı, içlerinde Habeş teninde olanlar da vardı. Her gün sabahtan Paris’e gider, gece dönerlerdi. Bizim çocuklara da Paris’te eğlendiklerini söylerlerdi. Bizim zavallılar ise, maçtan evvel Paris’e gitmeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı.

    Nedim Kaleci’nin Kanlı Elleri

    Çeklerle olan maçı, Paris’in en berbat stadlarından biri olan Saint Quint Stadı’nda oynadık. Burası meşhur Sacré Coeur Kilisesi’nin bulunduğu Bute Montnade’de idi ve Paris’in en yüksek (120 metre) semtiydi.

    1924 senesi mayıs başlarında oynanmış olan bu maçı, oynamış veya görmüş olanlardan arkadaşlarımız vardır. Doğrusunu isterseniz, o devrin en büyük ve kuvvetli takımlarından olan Çeklerin önünde biz ufalıyorduk. Adamların en kısası 1.80 boyundaydı. Bu maçta kaleci Nedim, bugünkü kalecilerin yaptığı gibi, gelen oyuncunun ayaklarına atılarak top kurtarmaları yaptı ve o devirde kalecilerin eldiven giymesi âdet olmadığından elleri kan içinde kaldı. Birinci haftayımı (3-0) kapadık.

    İkinci Yarı 2-2 Bitiyor

    Antrenör Billy Hunter psikolog bir hocaydı. Haftayımda bize:

    — Sizin ayakkapların kramponları bozuk. Stadın otları da bozulmuş onun için düşüyorsunuz! dedi ve güya, kramponları birkaç çivi ile takviye etti.

    İkinci haftayımda takım kendini toparladı, biz Çeklere bir gol attık ve tam maçın biteceği dakikada Çekler bir penaltı yaptılar. Bilindiği gibi, penaltı ve kornerde maç bitse de, atış yapılır ve atılmasıyla biter. Penaltıyı Bekir attı, gol oldu. Böylece 1924’de ilk defa iştirak ettiğimiz olimpiyat oyunlarının futbol turnuvasını Çekler’e karşı 5-2 kaybettik. Çünkü, ikinci haftayımda Çekler de, bize iki gol daha atmışlardı. Yani, ikinci ‘haftayımı biz 2-2 sonuçlandırmıştık.

    Bekir’in penaltı atışı, pek meşhur Çek kalecisini aldatmıştı. O devirde Türk futbolcuları içinde ayağının yüzüyle olduğu kadar dış yanıyla da şut atanlar vardı. Avrupa’da böyle bir şey görmedim. Kaleci, sağ ayağı ile vurmaya hazırlanan oyuncunun ayağının yüzüyle kepçeleyerek atacağı şutu, tabiî olarak kendisinin sağında karşılamaya hazırlanıyordu. Halbuki Bekir, sağ ayağının dış kenarıyla şut çekti ve top kalecinin solundan içeri girdiydi. Hiç unutmam, maçı beraberce seyrettiğimiz Hamdi Emin bana:

    — Arpa ektik, darı çıktı! diye, Bekir’in yanlışlıkla topu ters istikamete attığını sanmıştı.

    Kim Demiş?

    Maçı, o civar halkından başka seyreden yokt;u. Bunlar da, sanırım 6-7 bin kişi kadardı. Adamlar bizi değil, Çekleri seyre gelmişlerdi.

    Anlaşılan Fransız gazeteleri “Türkler futbol oynayamazlar” mealinde yazılar yazmış olmalı ki, maçtan sonra dağılan halk arasında, ‘Türkler pekâlâ futbol oynuyorlar. Kim demiş futbol bilmez diye? İşte ikinci haftaymı berabere bitirdiler.” diye konuşuyorlardı.

    Turne

    Maçtan sonra köye döndük.

    Futbol takımımız, evvelden kararlaştırılmış bir program mucibince, bir şimal turnesine çıkacaktı. Bu turneyi İsveç Futbol Federasyonu Reisi ve Yusuf Ziya merhumun şahsî dostu Jonson adındaki biri ayarlamıştı. Hatırımda kaldığına göre, bu Jonson, o devirde futbol âleminin sözü geçen simalarındandı ve bir gözü de takmaydı.

    Çeklere karşı çıkardığımız takımın formasyonunu iyi hatırlamıyorum. Bunları bizim Halûk San arkadaşımız iyi bilir. Ama kalede Nedim vardı. Bekler Ali ile Kadri idi. Haf beklerinin ikisini bilmiyorum. Ortada Aslan Nihat, sağda Yavuz İsmet vardı. Söldakini hatırlayamıyorum. Forvette soldan sağa Alaaddin, Zeki, Bekir, Leblebi Mehmet mi, bilmiyorum ama, Bedri vardı.
    Maçtan sonra takım hemen şimal turnesine çıkacaktı. Yusuf Ziya merhum:

    — Bana para lâzım, başka türlü turneye çıkamam! demez mi?

    Ben, 20’den fazla adamı aylarca nasıl beslerim? Elimde 15 bin Fransız frangı para vardı. Hepsini almadan gitmedi.

    Aman Kaçalım Buradan!

    Kafile gittikten sonra biz, yani Sait Çelebi, Nasuhi Baydar ve ben Paris’e döndük. Benim işim vardı. Asıl olimpiyatların gelecek ikinci kafileyle olimpiyat geçit resmine iştirak için tekrar Paris’e dönecek, Futbol Millî Takımımızı hazırlayacaktık.

    Sait Çelebi’yle Nasuhi Baydar, kendi hesaplarına Paris’te kalıyorlardı. Ama, ara sıra konuşuyorduk. Paris Olimpiyatları’nın birinci kısmının hikâyesini bitirirken, başımızdan geçmiş bir 1 hadiseyi zikredeyim. Bunları o zaman da yazmıştım ama, genç nesiller tabiî okumamışlardır.

    Sait Çelebi meraklı bir çocuktu. Paris’i gezip görmek istiyordu. Bu gayreti sırasında Ahmet isminde bir Cezayirli Arap bulmuştu. Nasıl bulmuş, nerede bulmuş bilmem. Aslında bu Ahmet, Cezayirli Araplaşmış bir Fransız veya Fransızlaşmış bir Araptı. Adı da Ahmet değil, Armand’dı. Ama biz bunları sonra öğrendik.

    Arap dostumuz Ahmet, bizi o lokalden bu lokale gezdirip duruyor ve paralarımızı harcatıyordu. Bu arada bir gece bizi futbol oynadığımız semte, yani Sacré Coeur = Sakre Kör civarında bir yere götürdü. Kapıda, polis gelirse önlemek ve içeriye haber vermek için iki külhanbeyi bekliyordu. Girdik.

    Karanlık denecek kadar loş bir yer. Hafif bir piyano çalıyor. Arkalıksız basık kahve iskemlelerine oturduk, önümüze bir masa, bir de şampanya şişesi getirdiler. Tek konsomasyon şampanya imiş. O zamanki parayla 150 frank. Gözümüz lokalin aydınlığına alıştıktan sonra, gördük ki, gittiğimiz yer homoseksüellerin gittiği bir yermiş. Köşede bucakta birbirleriyle sevişen kadın ve erkekler görünce, işi çaktık. Gerçi bir anormal ve her yerde her zaman görülebilen bir yer değildi. Ama nihayet bizim bu tarakta bezimiz ve böyle bir niyetimiz olmadığı için, bir müddet sonra canımız sıkıldı ve kendimizi de pek emniyette hissetmez olduk. Bu sırada benim aklıma geldi. O gün İstanbul’dan posta havalesiyle bana ilerdeki hazırlıklar için 37 bin frank, gelmişti. Para akşam üstü geldi. Bankaya koymaya vakit bulamadım. Ucuz ve küçük otelimin kasasını da o kadar emniyetli saymadım. Onun için parayı cebime koymuştum. Sait’in kulağına:

    — Benim üstümde 37 bin frank, var! der demez, az kalsın küçük dilini yutuyordu.

    — Aman kaçalım buradan! dedi ve bizi getiren Ahmet’e haber vermeden çıktık ve büyük caddelere kadar yüzlerce ayak merdiveni arkamıza bakmadan koşarak indik. Paris’in büyük ve kalabalık bulvarlarına inince rahat bir nefes aldık.

    Sporcu Ülke Dışına Çıkınca Değişir

    Bu hatıralarımı okuyan idareciler isterlerse bundan çok ders alabilirler. Çünkü, sporcu memleket dışına çıktığı zaman büsbütün başka bir şahıs oluyor ve ona göre idaresi de zorlaşıyor. Bu sözlerimi muhtelif vesilelerle memleket dışına kafile götürmüş idareciler şüphesiz tasdik ederler… dedikten sonra, gelelim Paris Olimpiyatlarımın ikinci ve asıl olimpik safhasına.

    Paris’in güney kapısına yakın yerde kiraladığım yer bir kız pansiyonuydu. Yaz münasebetiyle boş olduğundan kiraya veriliyordu. Yatakları, döşemesi bizi memnun edecek haldeydi. Ne var ki, yatak sayısı 25-30 kadardı. Onun için Otomobil Nuri Bey’in Paris’e getirmesini tellediğim futbol kafilemiz —ki, 20 kişi kadardı— Paris’te çok kalamayacaktı. Zaten işi bitmiş olan bu sporcular ikinci kısmıyla birlikte olimpiyat geçit resmine iştirak ettikten sonra, memlekete dönmeleri lâzımdı.

    Hangisinin daha evvel geldiğini bilmiyorum. Ama, Ali Sami Bey merhumun başkanlığındaki güreşçi, halterci, bisikletçi ve atletlerden mürekkep ikinci kafile de gelince, ikisi birlikte tuttuğumuz pansiyona sığmadılar, bazı odalara ilâve yataklar koyduk. Kafilelerin Paris’te toplanmalarından bir veya iki gün sonra 8. Paris Olimpiyat Oyunları resmen Fransa Cumhurbaşkanı tarafından açılacak ve amatörlük yemini edilecekti.

    Uzatmayayım, 8. Paris Olimpiyatları açılış gününde kafilemiz oldukça temiz ve muntazam bir şekilde bayrağımızı taşıyarak geçit resmine iştirak etti ve yemin esnasında and içme kürsüsünün etrafında dizildi. Birinci gün merasimden başka bir şey yapılmadı ve yerlerimize döndük.

    Ali Sami Bey’in Çocukluğu

    Teşkilât başkanı Ali Sami Bey, futbol kafilesinin vapur beklemeksizin —çünkü bu vasıta her zaman bulunamıyordu— tren yoluyla İstanbul’a avdet etmesini emretti ve kafilenin pasaportlarını galiba Nuri Bey’e vererek onları yolcu etti.

    Fakat kafileden 3 kişi söz dinlemedi. Bunlar Futbol Millî Takımının gözbebekleri Aslan Nihat, Zeki ve Yavuz İsmet beylerdi. Üçü de bugün Allah’ın rahmetine kavuşmuş bu çocukların isyanları Ali Sami Bey’i ve umumiyetle kafile disiplin ruhunu çok sarstı. Çocukları pansiyondan çıkardı ve pasaportlarıyla yol paralarını Paris Başkonkosolosumuza vererek bunların asker olmaları ve Paris’e kendi mesuliyeti altında gönderildikleri için, isyan etmelerine karşı işi hükümete bırakıyordu. Bu hareket şüphesiz çocukluktu. Müsabakaları olmadığı için Paris’te bir müddet eğlenmek istiyorlardı.

    Bu durumların ne kadar sürdürdüklerini bilmiyorum. Ama geceleri gizli gizli pansiyondaki arkadaşlarının odalarına gelip yattıklarını biliyorduk. Bu hadise böylece savuşturulduktan sonra ikinci olimpiyat kafilesinin meseleleri başgösterdi.

    Ömer Besim Yoğurt İstiyor

    O devirde bizim yegâne güvendiğimiz atlet Ömer Besim’di. Renginin koyuluğu, küçücük vücudunun güzelliği ve koşu sisteminin şayan-ı dikkat ritmi (koşu temposu) seyircilerin hemen dikkatini celbediyordu. Pansiyon mutfağı çocuklarımızın alıştığı yemekleri hazırlıyor ve her gün mutlaka bir ızgara et veriyordu. Ömer Besim, günün birinde:

    — Ben yoğurt isterim! dedi.

    O tarihlerde yoğurt , Fransa’da nadir bulunur bir gıdaydı. Hele bizim kaldığımız Porte d’Orlean semtinde adını bilen bile yoktu. Bulamadık yoğurdu. O da et yemedi, bir şeftali yedi, yarışı kazanamadı. Zaten kazanamayacaktı. Ama bunu sebep diye gösterdi.

    Bunları şimdiki idarecilere anlattığımın sebebi, en mazbut sporcuların bile, memleket dışında tamamen şahsiyet değiştirdiklerini göstermektir.

    Fiyaka Pahalıya Mal Oluyor

    Müsabakalar devam ediyordu. Güreş ve halterde iddialıydık. Çoban Mehmet, henüz güreş kafilemize girmediğinden Paris’te yoktu. Hatırımda kaldığıma göre, bizim Üsküdarlı Fuat, Tayyar merhum, galiba Hilmi Bey’le Mazhar’ı getirmişlerdi. Haltere merhum Gülleci Cemal girmişti. Bilhassa bu çocuktan çok ümidimiz vardı. Çünkü kendisi 52 kilo olduğu halde kendi ağırlığının hemen hemen iki mislini kaldırıyordu. Bir kusuru, halter sistemi eski sistemdi. Yani şimdiki gibi halterin altına girip bacaklarıyla yukarı kalkmıyor, halteri yerden ellerinin üstüne kadar kollarıyla kaldırıyordu. Zaten Paris’te muvaffak olamamasının sebeplerinden biri de buydu. Ama daha iyi netice alamamasının başka bir sebebi vardı. O da, fiyaka satmak.

    Bu, nasıl olmuştu?

    Paris’te Cemal’in sırtına kendine göre güzel ve siyah bir mayo almak istedim. Faubourg Montmartre’deki spor malzemesi satan bir mağazaya gittim. Adam bize mayo çıkarırken, Cemal duvarda asılı duran, vaktiyle kuvvet artırma ve gösterme âletlerinden biri olan tam 9 yaylı sandok dediğimiz iki elle açılan âleti eline aldı. Dükkân sahibi bunu görünce, Cemal’e Fransızca:

    — O senin oynayacağın oyuncak değil, mösyö! dedi.

    Cemal bana:

    — Ne diyor Reis Bey? deyince, ben de boş bulundum.

    — O senin oynayacağın oyuncak değil, diyor! dedim.

    Bu söz üzerine Cemal, Extenseur = Sandok’u eline aldı ve dükkân sahibinin şaşalamış gözleri önünde 3 defa, hem de ağır ağır açtı ve kapadı. Adam:

    — Formidable! deyip duruyordu.

    O günkü fiyakada kol adalelerini çok zorladığı için müsabakaya kolları ağrıyarak girdi ve ancak 8. olabildi. Bunu yapmamış olsaydı, madalya almasa bile, dördüncü veya beşinci olması muhakkaktı. Çünkü bu çocukta kuvvet vardı, metod yoktu. Metodu da, hemen orada rakiplerinden öğrenebilirdi.

    Tecrübe

    Güreş sporu o devirlerde iki milletin hemen hemen inhisarı altındaydı, İsveçliler ve Macarlar. Hatırladığıma göre, Paris Olimpiyatları’nda Beynelmilel Güreş Federasyonu Başkanı Smith adında bir İsveçli idi. Güreş ve halter müsabakaları Paris’in meşhur kış velodromunda yapılıyordu. Muazzam bir kapalı salon olan burada birçok sporcuları tanımak fırsatını buldum. Bir gece müsabakalar geç bitti. Bizim çocuklar ve diğer kafileler gittiler. Ben nedense sona kalmıştım. O tarihte Ali Sami ve ben, bazı toplantılar dolayısıyla şehirde bulunmak mecburiyetindeydik. O sebeple şehirde Paris-Nice adında bir otele taşınmıştık. Kış Velodromu’ndan çıktıktan sonra otele kadar beni götürecek vasıta aradım. Saat geceyarısını hayli geçtiği için metro dahil hiçbir vasıta yoktu. Ve ben bu mesafeyi tam 1.5 saatte yaya olarak yürüdüm. Otele geldiğim zaman bacaklarım tutmuyordu.

    Nihayet işler bitti. Ben, Ali Sami Bey’le kafilenin hesap-kitaplarını kapamak için Paris’te kalmak üzere kafileyi yola koyacağımız gün bir haber aldık. “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” muhasebecisi, pek emin ve güvenilir, zengin bir adam sandığımız zat, teşkilât kasasından 15 bin lira çalıp, ortadan kaybolmuştu. Paris Olimpiyat hatıralarını, bu kötü haberle kapadık. Bu olimpiyatlarda Türkiye, sadece bir olimpiyat oyunlarının atmosferi, âdetleri, zorluk ve kolaylıkları nedir? Bunun hakkında bir fikir edinmiş oldu. Bu tecrübe, 1928 Dokuzuncu Olimpiyatlarda çok işimize yaradı.

    Burhan Felek