Etiket: Hamit Hüsnü Kayacan

  • Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi

    Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi

    İlk kitabımız “Fenerbahçe Tarihi Meseleleri: 1907-1914” içerisinde Elkatipzade Mustafa Bey ile ilgili ayrı bir bölüm vardı. Merhum “müessisimiz” aslında ayrı bir kitabı hak ediyor ama ne yazık ki evrak-ı metrukesine ulaşmak mümkün olmamıştı. Kıymetli büyüğümüz Oğuz Elkatip beyefendi sayesinde bu imkansızlık zail oldu. Kendisinin teveccühü ve müsaadesiyle, Elkatipzade Mustafa Bey Arşivi artık sitemizde… Merhum kurucumuzun ruhu şâd olsun. Huzurlarınızda Fenerbahçe Mucizesini Yaratan Adam: Mustafa Elkatip.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


  • Canlı Yapraklar – XLI

    Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLI” : 1924 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XLI

    Fenerbahçe futboldaki büyük şöhretini ocağında yetişmiş ve gelişmiş çocuklarına borçludur. Esasen, memleketimizde genç takımları ilk kuran kulüp Fenerbahçe ve bu lüzumu duyan ve onu tatbik mevkiine koyan ilk idareci de Elkâtip Zade Mustafa beydir. Bu ileri görüşlü zat bu işe 1911 senesinde girişti.

    Elkâtip Zade ve takımları neden sonra diğer kulüplerimize örnek oldular…

    Fenerbahçe’de, hiç bir kulüple ölçülemeyecek nispette, şöhretli genç takımlar yetişmiştir.

    Bunların birincisi 1913 yılı genç takımıdır. Haydar, Ecvet, Fahri, Nuri, Necip Şahin, Necmi, Baron Feyzi, Zeki, Alâ, Bekir, Cafer ve Refik Osman’dan mürekkep olan bu kadro o yıl memleketimizde ilk defa olarak organize edilen İstanbul üçüncü takımlar şampiyonluğunu hiç yenilmeden almış ve Mahmut Muhtar Paşa merhumun, üzerinde: “Yarının kıymetli futbolcularına…” yazılı gümüş kupasını kazanmıştı.

    İmparatorluk devrinin spor muhibbi bu meşhur Paşasının kupaya yazdırdığı “Yarının kıymetli futbolcularına” sözü onun isabetli görüş kudretinin de mükemmel bir ölçüsüdür. Çünkü tam 10 yıl sonra, 1923’de Türk millî takımı kurulurken bu arada yetişmiş ve gelişmiş yukarıdaki gençler, yani 10 yıl önceki Fenerbahçe üçüncü takımı ay-yıldızlı ilk kadrolara esas olmuştu.

    Filhakika; ilk takımlarımızın meşhur Zeki, Alâ, Cafer, Bekir, Feyzi ve Refik Osman gibi 6 esas siması futbolu 1913’ün Fenerbahçe üçüncü takımında öğrenmiş gençlerdi.

    Futbol tarihimizin bu canlı hakikati Fenerbahçe kulübünün genç takımlar mevzuunda vaktiyle başardığı alemdarlık ve harcadığı büyük emeklerin ölmez hâtıra ve hattâ mükâfatı olarak yaşayacaktır.

    Filhakika; Sami Bey tarafından sol köşeye yazılmış şu bir kaç kelime yalnız bir şükran ifadesi değil; aynı zamanda, Fenerbahçeliler arasında cari sevgi, hürmet ve kadirşinaslık örneğidir de:

    (Fenerbahçe küçüklerinin muhterem muallimleri Fuat Beyefendiye. Bir hâtırai şükran olmak üzere takdim…)

    Bugün 30 yılını doldurmuş olan şu fotoğraftaki eski genç Fenerlileri birçok kimseler tanımayacaklar, fakat hüviyetleri sunuldukça içlerinde tanınacak ve hatırlanacaklar çok olacaktır.

    Ön sırada oturanlar, sağdan:

    Suat Belgin (Tekel levazım müdürü),

    Solaçık Seyfi, İzmir Fuar müdürü Ferruh Örel,

    Santrfor ve hâlen İstanbul futbol ajanı Sedat Taylan,

    Sağiç Şahap,

    Aynı zamanda milli atlet Haydar Aşan,

    Balkan şampiyonu tenisçilerimizden ve hâlen İstanbul Belediyesi Reis muavini Sedat Erkoğlu,

    Santrhaf ve hâlen İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret okulu müdürü Doktor Nihat Sayar.

    Ayaktakiler;

    Sağ baştaki kısaca boylu genç Suat Belgin’in ağabeysi Mocuk Hikmet merhumdur. Hikmet; milli takımımıza Fikret, Muzaffer, Niyazi ve Mehmet Reşat’ı veren Fenerbahçe’nin 1927 yılı genç takımının fedakâr antrenörü olup bu uğurda evvelâ sıhhatini, bir yıl sonra da hayatını feda etti.

    Merhum Hikmetin sağındaki beyaz saçlı zat Fenerbahçe’nin emektar uzvu ve eski reislerinden Doktor Hamit Hüsnü Kayacan merhumdur.

    Beyaz gömlekli genç de milli sağaçık ve eski Fenerbahçe genç takımlarının amatör antrenörlerinden Paşabahçe Cam fabrikası muhasebe müdürü Sabih Arca’dır.

    Sabih’in sağında solhaf Şevki, onun da sağında merhum bek Ziya görülüyor.

    Fenerbahçe kulübü, bugün, “genç takım” davasını ele almış bulunuyor. Gerçi şartlar düne nazaran çok değişmiştir. Fakat hâdisat ve hakikatler gösteriyor ki, randıman nispeti düne nazaran az da olsa, bu yola dönmeğe lüzum vardır. Bu bakımdan, Fenerbahçe kulübünde genç takım dâvasını feragat ve fedakârlıkla güden, vaktiyle o takımlardan yetişmiş, Sayın Siyami Arda’yı tebrik etmek ve ona müzahir olmak vazifedir.

    Fenerbahçe’nin 1913’ten sonraki ikinci meşhur genç takımı yukarıda resmini gördüğünüz 1924 yılı genç kadrosudur. Bu takım, 1924 yazında iki ay ilk milli takım antrenörü Hanter tarafından çalıştırılmış; sonra da, ilk Türk futbolcusu Fenerbahçeli Fuat Hüsnü Kayacan ve nihayet Sami Coşar elinde tekâmül etmiştir.

    Bu takım, o yılın genç takımları arasında tertiplenen meşhur (Fen kupası) galibidir. Ayrıca, futbol tarihimizde yurt içinde turneye çıkan ilk genç takımdır. Hatırlayacaklar çok olsa gerek; Fenerbahçe’nin 1924 genç takımı, yukardaki fotoğrafın alındığı tarihlerde, 16 eylül 1924 günü merhum doktor Håmit Hüsnü Kayacan’ın riyaseti altında İzmir’e hareket etmiş ve orada 4 muhtelif kulübün birinci – ikinci takımlar muhtelitleriyle maç yapmıştır.

    Altay’ı 8 – 0, Altınordu’yu 6 – 0, Hilâli 4 – 0 ve Karşıyaka’yı da (11 – 0) yenen Fenerbahçe küçükleri 4 galibiyet almak ve hiç gol yemeden 29 gol atmak gibi fevkalade bir başarı sağlamış ve İzmir’de umumi hayranlık uyandırmışlardı.

    İşte, yukardaki fotoğraf Türk futbolunun baktıkça insana fevkalâdelikler okuyan 1924 senesi Fenerbahçe üçüncü takımının canlı bir hâtırasıdır. 1924 sonbaharında çekilmiş ve 20 Aralık’ta Sami Coşar tarafından Fuat Hüsnü Kayacan’a hâtıra olarak sunulmuştur.

    Arkadaki takımın yedek haflarından Hikmet’tir.

    Sonra, sol müdafi Füruzan Şansal ve müteakiben de iki kaleciyi görüyorsunuz.

    Beyaz fanilalı İhsan’dır. Geçen seneler Ankara futbol ajanı idi.

    Başında kep olan da merhum Hüsnü’dür.

    Hüsnü’nün sağında (Bloke) namiyle maruf müdafi İhsan, sonra muavinlerden Ulvi Örel, gene muavinlerden hâlâ veteriner albay Hakkı Gürtay ve nihayet gene haf hattından, hâlen Devlet Demiryollarında, Hayri Başol’u görüyorsunuz.

    İki sivilden sağdaki devrin birinci takım futbolcularından ziraat mühendisi Ragıp Mağden, soldaki de Fenerbahçe’nin ilk kadrolarının teknik ve zekasıyla maruf forveti, o tarihlerde yeni kurulmuş İş bankası müfettişlerinden ve bu meşhur takımın püramatör antrenörü ve geçen yılların da Urfa mebusu Hüseyin Sami Coşardır.

    (Gelecek resim ve yazı; 32 sene evvel ilk milli takım antrenman maçında milli takımının Türk futbolunda pek meşhur 5 muhacimini, yağmurlu bir havada Kadıköy sahasında göstermektedir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 1 Ocak 1955 – Akşam Gazetesi

  • 28 Şampiyonluk Yolu

    28 Şampiyonluk Yolu

    9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.

    Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…

    Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu




    1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.

    Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.

    Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.

    Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.

    Tüm bu gerçeklerden hareketle;

    Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek

    TARİHİ İNKAR ETMEK,

    ÜLKE FUTBOLUNUN GEÇMİŞİNİ YOK SAYMAKTIR!

  • Canlı Yapraklar – XXXIX

    Canlı Yapraklar – XXXIX

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXIX” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXIX

    Fenerbahçe’nin Rusya’da Bıraktığı Tesirler

    Odesa’da 3 maç yapan Fenerliler Rusya’nın her tarafından vâki davetlere red cevabı vermişlerdi. Esasen, Şehit Arif’le rahmetli Sabri, Mühendis Mektebi’ndeki imtihanları dolayısiyle İstanbul’a dönmüşler ve kadro 12 kişi kalmıştı. Buna rağmen, Nikolayef’den gelen bir heyetin ısrarları karşısında 2 maç için oraya gidildi.

    İşte; yukarıdaki resim Fenerbahçe takımı 1914 Haziranında Nikolayef Stadı’na çıkarken alınmıştır. Bu fotoğrafta, 12’si futbolcu olmak üzere, 17 kişilik kafile tamamiyle hazırdır. İşte isimleri;

    Oturanlar sağdan; sol açık Topuz Hikmet, sol iç Sait Salâhaddin (Cihanoğlu), santrfor Dalaklı Hüseyin merhum, kaleci Karnik Arslanyan, sağ iç Otomobil Nuri merhum, sağ açık mütevaffa Miço.

    Ayaktaki 5 futbolcu ise; sağ muavin Süreyya merhum, sol bek Hasan merhum, sağ bek Kostantin Boris, santrhaf Galip (Kulaksızoğlu) merhum ve sol muavin Nüzhet (Baban)dır.

    Feslilere gelince; sağdakiler Şakir (Beşe), muavin Jan Boris ve Zeki Mazlûm; soldakiler de merhum Salâhaddin (Manço), Yahya Berki ve kafile reisi rahmetli Doktor Hâmit Hüsnü (Kayacan)dır.

    Kasketli zat ise kafileye Odesa’dan itibaren refakat eden Rus mihmandardır.

    Fenerbahçe’nin Nikolayef muhtelitine karşı 3 – 0 gibi parlak bir galibiyetle neticelenen bu maçta gollerden birincisini ilk devrede Sait Salâhaddin, diğerlerini de, ikinci devrede Dalaklı Hüseyin atmışlardır.

    Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki Rusya seyahati cidden enteresan safhalar arz eder. Evvelâ, bu seyahat Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı arasındaki yegâne spor temasıdır. Ayrıca, bugüne kadar bir Türk kulübünün Rusya’ya yaptığı ilk ve son seyahattir. Mevsim sonunda ve yorgun bir zamanına rastlayan bu seyahatin parlak bilânçosu, ayrıca, Sarı Lâcivertli kulübün tarihini süsleyen bir hâtıradır. Bilhassa, 10 günde 5 maç yapmak o tarihlerde Türk kulüpleri için alışılmamış bir keyfiyetti. Kulüplerimizin haftada 2 maç oynamaları bile görülmüş hâdise değildi. Sahada da ancak 15 günde bir sıraları geldikçe görünürlerdi.

    Bu seyahatin propaganda bakımından tesirleri büyük olmuştur. Rus halkı, kendilerine yanlış tanıtılmış Türkleri gördükleri zaman hayretler içinde kalmışlardı.

    Odesa’da çıkan bir Rus gazetesinde münteşir bir karikatür çok enteresandır. Bir çocuk annesine şöyle diyor:

    – Anne; Türkler insan yerler deniliyor. Hâlbuki bak onlar da bizim gibi…

    Annesi şöyle cevap veriyor:

    – Yavrum, bunlar o Türkler değil… Bunlar Jön Türkler!

    Filhakika; Fenerbahçe’nin maçları, Türkleri yakından görmek merakının doğurduğu alâka yüzünden, o zamanlar için fevkaladelik sayılacak 10 -15 bin seyirci tarafından takip edilmiştir. Şayanı dikkat bir nokta da seyirciler arasındaki kadın kesafeti idi. Rus kadınlarının sırım gibi Türk delikanlılarını yakından görmek için akın akın stada koşmaları futbolun yeni yeni taammüm ettiği o devir için fevkalade bir manzara idi.

    Fenerbahçe futbolunun Ruslar üzerinde bıraktığı intiba çok müspet ve hatta sihirkâr olmuştur. Rus halkı futbolcularımızı hararetle alkışlanmış, statlar “Bravo Türko!”. sesleriyle çınlamıştır. Hatta Odesa ve Cenubi Rusya şampiyonuna karşı kazanılan galibiyetten sonra seyirciler Fenerbahçelileri bindikleri brik arabalarına kadar eller üstünde taşımışlar, Rus süvarileri inzibatı güçlükle temin edebilmişlerdi. Bir Rus hakem idaresinde oynanan bu maç çok sert cereyan etmiş, Ruslar mağlubiyetten kurtulmak için çok gayret harcamışlardı.

    Rusların haşin oyunlarına Fenerbahçe’nin incelikle mukabele edip zafere ulaşması Rus seyircisini hayran bırakmıştır. Esasen, Fenerbahçe’nin; Arslanyan, Galip, Arif, Hasan, Sabri, Süreyya, Miço, Otomobil Nuri, Nüzhet, Sait Salâhaddin ve Topuz Hikmetten mürekkep kadrosunu göz önüne almak bu hususta tatminkâr bir kanaat uyandırır. Her biri büyük istidat ve devirlerinin asları olan bu kıymettar futbolcular yalnız namağlup bir şampiyon kadroyu teşkil etmekle kalmamakta; aynı zamanda, o devir için futbol tekniğinin de şaheser örneğini yaşatmaktaydılar.

    Fenerbahçe’nin noksan ve yorgun takımının Rus şampiyon muhtelitlerini ve şehir muhtelitlerini kendi topraklarında mağlubiyetlere sürüklemesi o tarihlerde Türk futbolunun Rus futboluna üstün olduğunu pekâlâ ispata yeter bir keyfiyetti. Nitekim, Cenubi Rusya şampiyonu (Odesa Sporting Club) a karşı kazandığı galibiyetten sonra Rus şampiyonunun İngiliz antrenörü hayretini gizleyememiş ve hatta kafile reisi Doktor Hamit Hüsnü’nün, Fenerbahçe’nin henüz bir antrenör elinde çalışmadığı hakkındaki sözlerine de inanmak istememişti.

    Bu zatın Rus gazetelerinde intişar eden Fenerbahçe takımı ve futbolu hakkındaki aşağıdaki sözleri, yarım asra yakın bir zaman sonra, bugün, cidden büyük bir kıymet iktisap etmiş bulunuyor!

    “Türk takımının futbol bilgi ve tekniği fevkalâdedir. Bizim takımdan çok kuvvetliler… Bilhassa süratleri mucibi hayretim oldu… Fenerbahçe takımının antrenör nezaretinde hiç çalışmadığı hakkında kafile reisi doktor beyin sözlerini hayretle karşıladım. Bu derece kuvvetli ve süratli bir heyetin İngiliz ana sporunu bir antrenör nezaretinde çalışmadan tatbik edebilmesi cidden maharettir. Misafir heyeti bir İngiliz’in, hem de İskoçyalı’nın çalıştırmış ve yetiştirmiş olmasını akla yakın görüyorum.”

    Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki Çarlık Rusya turnesi Türk futbol tarihinde parlak bir sahife teşkil eder.

    (Gelecek resim ve yazı; “Beykoz Zindeler Yurdu” futbol takım 28 sene evvel kuruluş devrinin ilk kadrosuyla Taksim stadyumunda.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 19 Aralık 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXVIII” : 1914 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXXVIII

    Fenerbahçe Rusya’da

    1913/14 senesi liglerinde yaptığı 10 maçın 8’inde galip gelen ve yalnız ikinci devrenin Galatasaray ve Ramblez maçlarında 0-0 ve 3-3 berabere kalan Fenerbahçe on sekiz puvan almış ve kalesine yapılan 6 gole 36 golle mukabele edip, yine yenilmeden, ikinci defa İstanbul şampiyonluğunu kazanmıştı. Progres ve İngiliz Ramblez kulüpleri (12)şer, Galatasaray 10, Stroglez 6 ve İngiliz Telefoncuları da 0 puvan almıştılar.      

    İstanbul şampiyonu Fenerbahçe parlak muvaffakiyetini Nisan ve Mayıs aylarında muhtelif cemiyetler ve bilhassa (Osmanlı İttihad ve Terakki Fırkası) tarafından tertiplenen cidden heyecanlı kupa maçları galibiyetleriyle taçlandırırken Çarlık Rusyasından bir davet aldı.       Ruslar, Cablo Stren kumpanyası direktörü delâletiyle vaki müracaatlarında Fenerbahçe takımını, bütün masrafları üzerlerine alarak, üç maç için memleketlerine çağırıyor; Türk takımının fevkalâde bir hüsnü kabule mazhar olacağından şüphe edilmemesini de rica ediyorlardı.      

    Fenerbahçe kulübü bu daveti kabul etti ve 26 Mayıs 1914 pazartesi günü yola çıktı. Galata rıhtımından (Koca Petro) adlı Rus vapuruyla ilk defa olarak yurtdışına çıkmakta olan Fenerbahçe’ye yapılan teşyi merasimi İstanbul şampiyonunun şanına yaraşır bir tantana ve fevkaladelik arz etmiştir.      

    Kulüp reisi Doktor Hamit Hüsnü’nün başkanlığındaki 19 kişilik kafilede 4 idareci ve 14 futbolcu vardı. İdareciler Zeki Mazlum, Yahya Berki, Şâkir Beşe ve Selâhaddin Manço. Futbolcular da Arslanyan, Galip, Arif, Hasan, Dalaklı Hüseyin, Boris kardeşler, Süreyya Sabri, Miço, Otomobil Nuri, Nüzhet, Sait Selâhaddin ve Topuz Hikmet’ti.      

    Şampiyon takımın kaptanı ve santrforu Hasan Kâmil (Sporel) ile sağ muavin Kemal (Aşki) pek az önce Mişigan üniversitesinde tahsil için Amerika’ya hareket ettiklerinden bu seyahate katılamamışlardır.      

    Odesa’ya varan Fenerbahçeliler, haklarında yapılan neşriyat, reklâmlar ve sokaklarda gözlere çarpan büyük afişler dolayısile, muazzam bir kalabalık ve Çarlık spor teşkilâtı erkânı tarafından hararetle karşılanmışlar ve pek muhteşem bir bina olan Balşayı Moskovskaya yâni «Moskova Sarayı»na misafir edilmişlerdir. Odesa Cemaat-i İslamiye reisi Gani Efendi ile bir İtalyan ve bir Rus kendilerine mihmandar olarak vazifelendirilmiş bulunuyorlardı.      

    Fenerbahçe Odesa’da 3 maç yaptı. Evvelâ şehrin ikincisi Şaka kulübü ile 1-1 berabere kaldı. Sonra, şampiyon Sporting’i 1-0 yendi ve nihayet, son maçta, Odesa muhtelitine 3-0 yenildi. Son maçın mağlubiyetle neticelenmesinde müdafaanın en kıymetli unsurları Arif ile Sabri’nin mühendis mektebindeki imtihanları dolayısile bir gün önce İstanbul’a hareket etmeleri başlıca amildir.       Bu sıralarda Fenerbahçe kafilesine mektup ve telgraflar yağıyor, Rusya’nın her tarafından davet ediliyorlardı. Bunlardan Nicolayef şehri adına gelen bir heyetin ısrarları reddolunamadı, takım angajmanını bitirmiş ve Arif ile Sabri’nin İstanbul’a dönmeleriyle 12 kişi kalmış olmasına rağmen iki maç için Nicolayef’e gidildi.      

    Birinci maçta (Nicolayef Club)a karşı, sakatlık dolayısile, 10 kişi ile oynamakta bulunan Fenerbahçe, Sait Selâhaddin’in bir şutunun son dakikada direkten dönmesi akabinde yediği talihsiz bir golle yenilmiş, ikinci maçta ise fevkalâde bir oyundan sonra Nicolayef muhtelitini 3-0 mağlup etmeğe muvaffak olmuştur.      

    Nicolayef’te iken Kiyef’ten vaki ısrarlı davet de kabul edilmek üzere idi ki Odesa konsolosu Şâkir Paşazade Tahir Bey’in ikazı üzerine bundan vazgeçildi. Zira siyasi ahval çok kötüleşmiş, Birinci Cihan Harbinin kokuları duyulmağa başlanmıştı. Nitekim takım Karadeniz boğazının kapanmasından 3 gün önce İstanbul’a döndü.      

    Fenerbahçeliler Rusya’da fevkalâde hüsnü kabul gördüler. Şereflerine hemen her akşam muhteşem ziyafetler verildi. İçlerinde bir kaç İngiliz’in de bulunduğu Odesa şampiyonuna karşı kazandıkları galibiyetten sonra arabalarına kadar Rus halkının elleri üstünde tasındılar. Kendilerine birçok kıymetli hediyeler verdiler. Bu arada avcı olduğunu öğrendikleri Sait Selâhaddin’e de cins bir av köpeği hediye ettiler. Hulâsa, bu seyahat Fenerbahçe için her bakımdan muvaffakiyetli ve yapılan propaganda dolayısile memleket için de hayırlı oldu.      

    İşte yukarıdaki resim Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki 5 maçlık Rusya seyahatinin çok kıymettar bir hâtırasıdır. 19 kişilik kafileden, merhum Dalaklı Hüseyin hariç, 18’ini maçlardan önce Odesa stadını ziyaretleri esnasında ve bir arada gösteriyor.       Bu tarihi ve kıymettar hâtıranın gözlerimizin önünde canlandırdığı simalardan ekserisi bugün artık aramızdan ebediyete göçmüş bulunmaktadırlar! 41 sene önce Rus topraklarında muzaffer olup Türkün ve Fenerbahçe’nin şanını yükselten bu kıymettar grup içinde ilk futbol neslimizin en büyük aslarını bulacaksınız. Bunlar içinde kimler yok ki!      

    Resimde olmayan merhum Dalaklı Hüseyin’den başka rahmetli Hasan ve Galipler, merhum Sabri, Nuri ve Süreyyalar. Şehit Arifler. Rahmetli Hamit Hüsnü’ler ve Selâhaddin Mançolar… İşte… Hepsi o heybetli tavırlarıyla karsınızdadırlar. Sanki ölmemişlerdir. Ve sanki “Türk futbolu ve Fenerbahçe yaşadıkça biz de yaşıyoruz!” demekteler…      

    Fenerbahçeyi bugünkü Fenerbahçe yapan ve kılanlardan Türk sporunun bu büyük kıymetlerini tanımayanlara huşu ile sunalım: Sağdan itibaren ayaktakiler: Yahya Berki, Santrfor Nüzhet (Baba) ki halen Nevyork basın ataşesidir. Yedek müdafilerden Jan Boris, santrhaf merhum Sabri, ilk futbol oynayan Türklerden meşhur Hasan merhum. Şakir Beşe, sağ acık müteveffa Miço, merhum Selahaddin (Manço) ve nihayet Türk futbolunda plonjon mucidi namdar kaleci Karnik Arslanyan.      

    Oturanlar, yine sağdan: Müdafi Galip merhum, sol açık Hikmet (Topuz). Soliç Sait Selâhaddin (Cihanoğlu), sağiç rahmetli Otomobil Nuri, kafile ve kulüp başkanı Dr. Hamit Hüsnü (Kayacan) merhum, müdafi şehit Arif, Zeki Mazlum, muavin K. Boris ve nihayet muavin Süreyya merhum.      

    (Gelecek resim ve yazı: Fenerbahçe’nin yine Rusya seyahatine ait hâtıralardır. Takım Nicolayef’te maça çıkarken ve Ruslar ile gazetelerinin Fenerbahçe futbolu ve Türkler hakkında)  

    Rüştü Dağlaroğlu – 9 Aralık 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XXI

    Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXI” : 1925 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XXI

    Fenerbahçe, futbolda ilk taşra temasını 1913’de İstanbul’a gelen İzmir muhtelitiyle yaptı.

    İzmir muhteliti o tarihlerde tatlı su frenklerinden kurulurdu. Aralarında tek bir Müslüman Türk görülmezdi.

    Fenerbahçe: Mateosyan, Şehit Arif, merhum Galip, merhum Süreyya, müteveffa Vilhelm, Kemal Aşkı, merhum Otomobil Nuri, Hasan Kâmil, Nüzhet, Sait Salahaddin ve Topuz Hikmet’ten mürekkep kadrosiyle bu takımı, 42 sene evvel, 7 Haziran 1913 Cuma günü 4-1 yendi. Gollerin ikisini Hasan Kâmil (Sporel), diğerlerini de Topuz Hikmet’le Sait Salâhaddin (Cihanoğlu) atmışlardı.

    Fenerbahçe’nin ilk taşra maçı İzmir’le olduğu gibi, ilk taşra seyahati de yine İzmir’e yapılmıştır. Üçüncü takımın 1924 Eylülünde merhum Doktor Hâmit Hüsnü Kayacan’ın başkanlığında yaptığı 4 maçlık bu seyahat ve sıfıra karşı 29 gol atarak temin ettiği 4 galibiyet İzmir’de unutulmaz hâtıralar bırakmıştır.

    Fenerbahçe üçüncü takımının Türk futbolunun beşiği olan İzmir’de verdiği bu futbol ziyafetinin müspet tesirleri o derece büyük olmuştu ki, 6 ay sonra birinci takım da davet olunuyor ve yaratılan sevgi kat kat yükseliyordu.

    Bu defa, Doktor Hâmit Hüsnü’nün ağabeysi, ilk Türk futbolcusu, Fuat Hüsnü Kayacan’ın riyasetinde İzmir’e giden Fenerbahçe birinci takımı orada 5 maç yaptı ve yine hiç yenilmeden (1)e karşı (25) gol atıp İzmir’i yerinden oynattı.

    İşte, yukarıdaki resim 5 maçlık bu seyahatin 4üncü müsabakası olan Fenerbahçe – İzmir muhteliti maçından önce alınmıştır, 27 Mart 1925 cuma günü yapılan bu müsabakayı 7-0 Fenerbahçe kazanmıştı.

    Kenan, Sezai, Burhan, Vahyi Hamit, Baron Feyzi, Zeki, Ali, Mamako Saim, Necati ve Nebil tertibindeki İzmir muhtelitine karşı; Şekip, Kadri, Cafer, Ulvi, İsmet, Fahir, Alâaddin, Şahap, Zeki, Sabih ve Bedri şeklinde çıkan Fenerbahçe’nin gollerinden dördünü Zeki, ikisini Sabih ve birini de Bedri atmıştır.

    İşte, yukarıdaki resim 30 sene önce, Alsancak Stadı’nda mahşeri bir kalabalık önünde yapılan bu tarihi maçın muzaffer çocuklarını göstermektedir.

    Sağ baştaki iki fesliden öndeki meşhur Çelebizade Sait merhum, gerideki de üçüncü takımdan sol muhacim Seyfi’dir. Sonra sırasıyla Fahir, Doktor İsmet, Saadet, Şahap ve Alâaddin görülüyorlar. Ortadaki fesli kafile başkanı ve müessis aza, ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan’dır. Onun sağında, o zamanlar pek moda olan, Sarı – Lâcivert çubuklu ceketiyle takım kaptanı Zeki (Sporel) görülmektedir. Diğer futbolcular sıra ile Cafer, Kadri, Ulvi ve Doktor Bedri’dir.

    Yine o zamanlar moda olan beyaz zemin üzerine yakası Sarı lâcivert çubuklu yün süveterli genç aynı zamanda rekortmen atletlerden olan üçüncü takım sağ açığı Haydar (Aşan)dır.

    Elinde fotoğraf makinesi bulunan fesli genç de ikinci takım müdafii Halid’dir.

    Yerdekilere gelince, bunlardan top üzerine oturan Sabih, diğerleri de Şekip ve üçüncü takım haflarından Hayri’dir.

    (Gelecek resim ve yazı; 22 yıl önceki Süleymaniye futbol takımını galip geldiği bir Galatasaray lig maçından önce Taksim stadında canlandırmaktadır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 14 Ağustos 1954 – Akşam Gazetesi

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Hüseyin Hüsnü Paşa

    Hüseyin Hüsnü Paşa

    3 Mayıs 1918 tarihinde Atatürk’ün de imzaladığı, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün müthiş hatıra defterinin yukarıda görebileceğiniz ilk yazısı (Hamit Hüsnü Kayacan’ın ve Fuat Hüsnü Kayacan kardeşlerin babaları “Esbak Bahriye Nazırı Amiral” Hüseyin Hüsnü Paşa tarafından kaleme alınmıştır.

    Merhum Ayetullah Bey’in babası Şevki Paşa’yı aradığımız gibi, Hüseyin Hüsnü Paşa’yı da arıyorduk ama bulmak bir türlü mümkün olmamıştı. Ta ki bir tesadüf bizi Abdurrahman Adil Eren’in aşağıdaki yazısına sevk edinceye kadar…

    Ağabey kardeş; ilk Türk futbolcusu Fuat Hüsnü Kayacan ve Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye geçen Başkan Hamit Hüsnü Kayacan, Fenerbahçe tarihinin en önemli isimlerinden ikisi… Vesileyle onları da saygıyla anıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İki Hüseyin Hüsnü Paşalar

    Abdülhamit devrinde, bahriyede mevki sahibi olmuş iki Hüsnü Paşalar vardı. Biri Heybeliada’da Mektebi Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa, biri de Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa idi.

    Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa donanmayı Haliç’e bağlayıp çürütmüş, memleketi müdafaasız bırakmış idi. Trablusgarp harbinde İtalya’ya karşı çıkaracak gemimiz bulunmadı. Balkan harbinde bir Averof Adalar denizini kesti. Şamdan, Beyrut’tan, Adana’dan asker göndermeye mani oldu.

    Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa hastalandı. Uzun müddet, Ortaköy’de, çifte yalılarında yattı.

    Mektebi Bahriye Nazırı Hüseyin Hüsnü Paşa hoş sözlü, hoş sohbetli bir zat idi. Afifti, namuslu idi, memleketini ve milletini severdi.

    Hüseyin Hüsnü Paşa, Heybeliada’dan sık sık Boğaziçi’nde, Ortaköy’e taşınırdı. Bahriye Nazını Hasan Paşa’yı sık sık ziyaret ederdi. Hasan Paşa da Hüsnü Paşa’nın ziyaretinden hoşlanırdı. Ona iltifatlar eder, onunla deruni, samimi sohbetler ederlerdi.

    Hüseyin Hüsnü Paşa 1318 kışlarında hemen her sabah denilecek kadar sık sık Heybeliada’dan idare-i mahsusanın 19 numaralı vapuruna biner, nazır paşasını görmeye giderdi. En son gidişi Hasan Paşa’nın ölümünden üç gün evvel oldu.

    Bozcaadalı Hasan Paşa o gün artık öleceğine kani olmuş idi. İstiğfari zünup kabilden olarak Hüseyin Hüsnü Paşa’ya dert yanmaya başladı. Bahriye’nin berbatlığından, donanmanın perişanlığından bahis açtı:

    “- Ne yapayım? Donanmayı Haliç’e bağla, dediler. Ben de bağladım.”

    Hüseyin Hüsü Paşa mukabele etti:

    “- Paşam! Donanmayı Haliç’e bağla, dediler. Amma çürüt demediler ya?”

    Abdurrahman Adil Eren | 24 Kasım 1936 – Tan Gazetesi

  • Kim Kimdir?

    Kim Kimdir?

    Türk spor tarihinin en büyük sorunlarından biri fotoğrafların teşhisi. En büyük soru ise aynı başlıktaki gibi : Kim Kimdir?

    Yukarıdaki fotoğrafı Twitter hesabımızda yayınladığımızda açıklama olarak şunu yazdık:

    “Büyük ihtimalle bir spor bayramı… En sağda Muvaffak Menemencioğlu, yanında Zeki Rıza Sporel, biraz ileride Fuat Hüsnü Kayacan ve Elkatipzade Mustafa Bey. En solda Ali Sami Yen, arkalarda ise Con Kemal Onan ve Nihat Bekdik göze çarpıyor.”

    Sağ olsun, kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu mesaj attı ve yanlışlarımızı düzeltti. Aşağıda mesajını aynen yayınlıyoruz. Gerçekten çok faydalı bir bilgi. Keşke bütün fotoğraflar için aynısını yapabilecek bir zamanımız, fırsatımız olsa…

    Daha aşağıda ise dönemin Akşam gazetesinden fotoğrafın özeti var.

    “8 Haziran 1947. Fenerbahçe Stadı. Fenerbahçe-Galatasaray spor bayramı. Ön sıra soldan : Ali Sami Yen, Dr. Ömer Seyfettin Yalkın, Saim Gogen, Elkatipzade Mustafa, Dr. Hamit Hüsnü Kayacan, Vildan Aşir Savaşır, Zeki Rıza Sporel, Muvaffak Menemencioğlu. İkinci sıra soldan : Füruzan Şansal, Mithat Ertuğ, Übeyid Çınar, Vahyi Oktay, Asaf Çınar, Mehmet Nazif Gerçin, Av. Ramiz Bakanoğlu, Hasan Kamil Sporel. Con Kemal’in sağında Suphi Batur, Hasan Kamil’in iki arkasında yüzü yarım gözüken beyaz ceketli Ulvi Yenal. Mehmet Nazif’in (papyonlu) arkasında Niyazi Sel. Nihat Bekdik’e benzettiğiniz kişi Suphi Batur. Fuat Hüsnü değil Hamit Hüsnü.”

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe-Galatasaray Bayramı

    Fenerbahçe-Galatasaray kulüpleri senelik bayramlarını dün Fenerbahçe Stadı’nda kutladılar. Memlekette en fazla sevilmiş olan iki kulübümüzün bayramı hep birlikte tesidetmek için stada her zamanki gibi kulüplerin taraftarlarından mürekkep büyük bir kalabalık toplanmıştı. Merasime saat 14 te geçit resmiyle başlandı. Deniz bandosunun temposuna ayak uyduran gelmiş geçmiş bütün Fenerbahçeli ve Galatasaraylıların iştirak ettiği bu geçit resmi çok muntazam ve heybetli oldu. Önde saçları beyazlanmış, göbeklenmiş idareci ve mütekait sporcular, ortada kulüplerin atlet, denizci, basketbolcu, boksör ve futbolcuları muntazam bir yürüyüş yaparak şeref tribününün önünde yer aldılar.

    Şanlı bayrağımız direğe çekilirken hep birlikte İstiklâl marşı söylendi. Bundan sonra Galatasaray’ın 1 numaralı âzası Ali Sami Yen mikrofon başına gelerek Galatasaray’ın kısa bir tarihçesini yaptı. Ve iki kulübü birbirine yaklaştıran sebepleri saydı. Fener sahasının Türk sporunda oynadığı rolden bahsetti. Zaman zaman alkışlarla kesilen bu nutka, Fenerbahçe’nin reisi Muvaffak Menemencioğlu mukabele etti. Ve bu suretle bayramın merasim programı nihayetlenmiş oldu. Bundan sonra müsabakalara geçildi.