Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XLII” : 1923 yılından geliyor.
Şu çömelmiş grubu görecek bugünkü nesil: “Bunlar da kimmişler?” diyebilirler ve diyeceklerdir de.
Eğer bugünkü nesil, meşhur, hem de pek meşhurlarını tanımıyorsa bunun kabahati onun mudur? Asla! Bu, hepimizin suçudur.
Türk futbolu beynelmilel âlemdeki bugünkü hatırı sayılır mevkiini bir çok fedakârların geçmişteki himmet ve gayretlerine borçludur. İlk kulüplerimizin feragat sahibi idarecilerinin himmetleri, ilk takımlarımızın tertemiz ruhlu futbolcularının gayretleri olmasaydı, futbol bu memlekette bugünkü sevgi ve alâkayı toplamaz, statlarımız insan yığınlarıyla dolup taşmazdı.
Dünün bu fedakâr neslini bugünkü nesle tanıtmak lazımdır. Bu hem spor gazete ve mecmuaları ve hem de spora her memlekettekinden fazla yer veren günlük gazetelerimiz için ilk vazifelerden olmak gerekir. İşte; görülen fotoğraf, bu bakımdan ve türlü noktalardan pek kıymetli ve tarihi bir vesikadır. F.İ.F.A. ya kabulümüzü müteakip ilk defa teşkil olunan Milli Takım namzet kadrosunun ilk hazırlık maçı sırasında alınmış bulunuyor.
Filhakika; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı 1923 yılı ilkbaharında yapılması düşünülen Türkiye – Fransa milli maçı için – ki yapılamamıştır – ilk defa olarak o yılın ocak ayında Milli Takım teşkili işine girişmişti. Bu maksatla; Fenerbahçe’den Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, İsmet, Kadri, Bedri, Zeki, Alâeddin, Sabih, Altınordu’dan Nedim, Refik Osman, Şükrü, Hüsnü, Galatasaray’dan Nihat, Edip, Rüştü ve Sadi olmak üzere 17 futbolcu davet etmişti.
Bu kadronun antrenörlüğünü İttifak Reisi Ali Sami (Yen) merhum deruhte etmiş ve takıma her antrenmandan önce bir futbol kaidesinin nazari olarak gösterilmesi; bunu takiben de sahada yarım saat fi’li antrenman yapılması ve bu talimlerde müsellesi paslar, muhtelif hücum ve müdafaa şekilleri tatbiki takarrür eylemişti.
Gene bu çalışmalarda püramatör futbolcular için devam, dikkat ve itaat ilk şark olarak ileri sürülmüş bulunuyordu.
1923 senesi Ocak ayının 18inci Perşembe günü Divanyolu’ndaki (Şark Mahfeli)nde, adları yukarıda geçen 17 futbolcu önünde varılan bu kararlar gereğince, ilk milli takım namzetlerinin ilk idmanları 28 Ocak 1923 Pazar günü Kadıköy sahasında işgal ordusundan İngilizlerle yapılmıştır.
Yukarıdaki resim, o gün yağmurlu hava ve çamur bir sahada yapılan bu ilk çalışma esnasında alınmış cidden tarihi ve kıymettar bir hâtıradır. Bu resimde, ilk milli takım namzetlerinin forvet hattını teşkil eden 5 eski ve kıymetli Türk futbolcusunu görüyorsunuz.
Şimdiki Fenerbahçe stadının tahta perde ile çevrili zamanına rastlayan bu fotoğraf her bakımdan manalıdır. Ve baktıkça insana hüzün vermemesi, mazinin daha dün gibi gelen kocaman 32 senelik derinliklerinin tahassürle yâdına vesile olmaması imkânsız bulunuyor!
Tahta perdelere bakın memleketin tribünsüz yegâne futbol sahasına bakın! Yağmur, çamur demeden antrenmana koşan her yaştan vefakâr meraklılara bakın… Ve nihayet, her birinin yüzlerinde asalet, bakışlarında metanet okunan dünün mahrumiyet, kahır ve cefaya mütehammil fedakâr futbolcularına bakın!
“O halde, kimdir bunlar; o fedakârlar zümresinin bu 5 temsilcisi kimlerdir?” diyenleriniz şimdi büyük ekseriyeti teşkil ediyordur, değil mi?
İşte onlar; mevkilerine göre bakın hem de ne muntazam sıralanmışlar:
Sağ baştaki, sağ dizini çamur sahaya dayamaktan çekinmemiş genç meşhur soliç Bedridir. Fenerbahçe’nin, o sıralarda henüz (18) ini doldurmamış bu ceylân tipli açığı azimli ve gayretli çalışmasının mükâfatını birkaç ay sonra görecek ve ilk milli takımımızın solaçık mevkiini, o şipşirin ay yıldızlı forma sırtında olarak, süslemek şerefini o kazanacaktır. Bugünün kıymetli diş tabibi Bedri Gürsoy bu büyük şerefe, aynı mevkide, tam 12 defa ulaşmıştır.
Sağdan ikinci, soliç mevkiini tutmuş kara bıyıklı yağız genç Badi Şükrüdür. Süleymaniye’nin kıymettar müdafii iken o yıl Altınordu’nun pek kudretli bir muhacimi oluveren Şükrü, büyük kabiliyetine rağmen, maalesef milli olamadı ve ondan çok daha acıdır ki, pek genç yaşta hayata da veda etti.
Ortada hem tevazu, hem de ihtişamla duran genç meşhur Zeki’dir. Fenerbahçe ve milli takım kaptanı Zeki Türk futbolunda (Üstad) lakabıyla anılır. Ağır sanılırken yırtıcı hücumları, otoritesi, zekâsı, takımı sevk ve idaresi ve nihayet sağlı sollu kurşun gibi ve isabetli şütleriyle Türk futbolunun santrfor mevkiinde bir eşini daha göremediği bir kıymettir. Merkezi Avrupa kupası finalini oynayacak Först Wienna onu (Rapid)e karşı merkez muhacim oynatmak için, 28 sene önce, Viyana’ya kadar davet etmiş ve el üstünde taşımıştı. Şimdiki İstanbul Milletvekili Zeki Sporel (millî gol kralı) unvanını 15 sayı ile 30 yıldır muhafaza ediyor. Bu müstesna şeref daha kaç yıl onun uhdesinde kalacaktır, kim bilir!
Resme göre (Üstad)in solundaki, sağ iç meşhur (Alaeddin)dir. Futbola, Zeki ile beraber, 44 sene evvel Fenerbahçe dördüncü takımında başlamışlar, 4 sene sonra, yani 40 yıl önce aynı gün birinci takıma geçmişler, 7 – 0 galip geldikleri o günkü lig maçında biri sağ ve diğeri de solaçıktan (3)er gol atmışlardı. Bu garip ve şayanı hayret beraberlik, bir kaç sene sonra, mevkileri yan yana olunca Türk futbolunda ilk ahenk olan (Zeki – Alâ’) kombinezonunu yarattı ve bu, milli takımda da yıllarca yaşadı… Alâeddin Baydar harikulade kıvraklık ve top hâkimiyeti, şedit şütleri ve bu meziyetlerinin neticesi attığı sayısız nefis gollerle Fenerbahçe futbolunun sevilmesinin başlıca amillerindendir.
Nihayet; köşede, sol baştaki delikanlı sağaçık Sabih Arca’dır. Türk futbolunun ender yetişmiş incelik ve zarafet örneğidir. Fenerbahçe’nin bu kıymettar forvet ve defans oyuncusu milli takımımızın da sağaçık, soliç, solhaf, santrfor ve santrhaf mevkilerinde yıllarca aynı derecede maharetle oynamak suretiyle futbol bilgi ve kabiliyetinin enginliğini fi’len ispat ettiği gibi tertemiz spor hayatını da tevazu ve centilmenlikle taçlandırmıştır.
(Gelecek resim ve yazı; Fenerbahçe – Altınordu Ramblez muhteliti İngiliz Inflexible dritnot takımıyle 42 yıl önce Kadıköy sahasında…)
9 Eylül 2023 tarihinde yapılan Fenerbahçe Olağanüstü Tüzük Tadili Genel Kurulu‘nda Yönetim Kurulu Üyemiz Sayın Simla Türker Bayazıt‘ın fikri, emeği ve uygulamasıyla hayata geçen 28 Şampiyonluk Yolu, büyük ilgi topladı.
Unutulduğunu düşünen sporcu aileleri de büyüklerini bu yolda görünce çok mutlu oldular…
Görselleri seçme ve metinleri yazma onurunu bize layık gördüğü için Simla Hanım’a sonsuz teşekkür ediyor, kronolojik sırayı herkesin görebilmesi için sitemizde de paylaşıyoruz…
Futbolun Türkiye topraklarına geldiği senelerde Saint Joseph Lisesi’nin çatısından çekilen bir fotoğrafta Papazın Çayırı. (1904) (Seyhun Binzet Koleksiyonu)Fenerbahçe’nin kazandığı ilk resmî şampiyonluk: 1911-1912 İstanbul Ligi!Prof. Dr. Erhan Afyoncu ve Prof. Dr. Vahdettin Engin tarafından arşivde bulunan, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün resmen tescil edildiğini gösteren belge. (1913)Fenerbahçeliler, ilk kez yabancı bir rakip karşısında. (23 Mart 1913)Aralarında Alaaddin Baydar ve Şekip Kulaksızoğlu gibi isimlerle beraber, Fikret Mualla’nın da bulunduğu Fenerbahçe üçüncü ve dördüncü takımları, bundan 110 yıl önce. (1913)Fenerbahçe’nin 18 yıl boyunca ikamet ettiği ve Atatürk’ün de şereflendirdiği Kuşdili Lokali’nin açılışı. (20 Mart 1914)Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’nde salonu süsleyen spor malzemeleri. Doğduğundan beri, Dünyanın En Büyük Spor Kulübü.Fenerbahçe’nin kazandığı ikinci resmî şampiyonluk: 1913-1914 İstanbul Ligi!Fenerbahçe’nin ilk yurtdışı seyahati. 1914 Rusya!Mustafa Kemal Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü ziyaret ettiği sene çekilen bir fotoğrafı. (1918)Fenerbahçe, Mustafa Kemal Paşa’nın gazetesinde! 51 gün yayınlanan gazetedeki ilk ve tek spor haberi Fenerbahçe’ye dairdi! (30 Kasım 1918)Milli Mücadele yıllarında Malta’ya sürülen ve aralarında (Atatürk’ü Fenerbahçe Spor Kulübü Lokali’ne getiren) Fenerbahçe Başkanı Sabri Toprak’ın da bulunduğu Türk devlet adamları. (1920)İşgal senelerinde esir şehrin moral kaynağı olan Fenerbahçe, Kadıköy’de bir maçtan önce. (1921)Fenerbahçeli sporcular, millî mücadelede görev yapan arkadaşları arasında. (1922)3 Kasım 1922 tarihinde İstanbul’u işgalcilerden kurtaran Türk ordusunun temsilcisi Refet Paşa, Fenerbahçe Stadı’nın balkonundan halka hitap ederken. Fonda iki Fenerbahçe Başkanı birden var. Nurizade Ziya Songülen ve Hamit Hüsnü Kayacan.Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1 Ekim 1925 tarihinde Bursa’da (hayatında izlediği ilk ve tek kulüpler arası futbol müsabakasında) Fenerbahçe-Bursa/Ankara karması maçında!Atatürk, 1919’dan tam 8 sene sonra 1927 yılında İstanbul’a geri döndüğünde, O’nu denizde ilk karşılayanlar, Fenerbahçeli denizciler olmuştu. (Seyhun Binzet Koleksiyonu)1 Temmuz 1927’de Ertuğrul Yatı ile İstanbul’a dönen Gazi, Fenerbahçe açıklarından geçerken dürbün istemiş ve Fenerbahçe’ye bakarak “Şurası ne güzel bir yerdir” demişti.Tarih boyunca Papazın Çayırı, Union Club ve İttihat Spor Meydanı olarak anılan stadyum alanı, 1932 yılında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasıyla Fenerbahçe’ye verildi.Fenerbahçe tarihinin en büyük felaketi olan 1932 Kuşdili Yangınından sonra Fenerbahçe’nin yardımına koşanların başında Atatürk geliyordu.1934 yılında Atatürk, Fenerbahçe Stadyumu’na bir büstünün konmasına özel bir telgrafla müsaade etti. Bundan sonra Fenerbahçe’nin kuruluş yıldönümleri o büste çelenk konarak kutlanacaktı.17 Mayıs 1936 tarihinde Atatürk, yanındakilerle birlikte Fenerbahçe semtine son ziyaretini gerçekleştirdi.1921 yılında Fenerbahçe ve Altınordu futbolcularıyla takviye edilen Galatasaray, bir Avrupa turnesine çıktı. Bunlar ilk millî takım denemeleri sayılabilir.Türk milli futbol takımı, ilk maçını cumhuriyetin ilanından 3 gün önce, 26 Ekim 1923 tarihinde yaptı. Takvimler 1959’u gösterdiğinde milliler 70’in üzerinde maç yapmıştı.Türkiye Cumhuriyeti’nin sportif dış temasları yalnızca futboldan ibaret değildi. Fotoğraftaki atletizm millî takımı gibi, diğer spor branşları da yurtdışına gidiyor; Galatasaray kurucularından Büyükelçi Ruşen Eşref Ünaydın gibi devlet büyükleri tarafından ağırlanıyorlardı.Millî formayı ilk kez 1948 yılında giyen Lefter Küçükandonyadis (Selahattin Torkal ile birlikte) Fenerbahçe formasıyla hem 1959 öncesinde hem de 1959 sonrasında şampiyon olan iki futbolcudan birisiydi.Fenerbahçe’de 1959 yılından önce forma giyen ve “Sarı Kanarya” lakabıyla sembol olan Cihat Arman, millî futbolcularla bir arada.Türk futbol millî takımı bir maçtan önce seremonide… Arkadaki pankarta dikkat! Birkaç kez bu göreve gelen Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Orhan Şeref Apak, ilk kez 1959 öncesinde Başkanlık yapmıştı.Türk millî futbol takımı… 1959 öncesinde neyse, 1959 sonrasında da o…1930’larda Fenerbahçe!1930’larda Fenerbahçe!1940’larda Fenerbahçe!1940’larda Fenerbahçe!1950’lerde Fenerbahçe… Bu geçiş döneminde 1959 öncesi ve sonrasında forma giyen Fenerbahçeliler bir arada…Sene 1959! Agah Erozan başkanlığındaki Fenerbahçe, 10. Türkiye şampiyonluğunu kazanıyor. O zamanlar hiç kimse “1959 öncesi başka, bugünden sonra başka!” demiyordu.Fenerbahçe’nin 11. Türkiye şampiyonluğunu kazandığı sezon! (1961)Fenerbahçe’nin Macar teknik direktörü Ignace Molnar, Türkiye’ye ilk kez 1947 yılında geldi. Daha sonra 1957 ve 1967 senelerinde iki kez daha Fenerbahçe’de görev yapan başarılı ismin de 1959 öncesi ve sonrası ayrımından hiç haberi olmadı. Çünkü böyle bir ayrım yoktu.Fenerbahçe’nin tam 5 kupa kazandığı 1967-1968 yılı şampiyonluk kutlamalarından…1973-1975 yılları arasında Fenerbahçe’de şampiyonluklara imza atan Didi ve Fenerbahçeliler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan ile bir arada…Türk futbolu, doğumundan itibaren devletin resmî makamlarının kontrolünde/muhafazasında oldu. Başbakanlık ve (görseldeki gibi) Cumhurbaşkanlığı gibi makamların adına düzenlenen kupalar da bu durumun bir göstergesiydi. 1924’den itibaren ulusal çapta oynanan futbol, bugüne kadar resmî mahiyetinden hiçbir şey kaybetmedi.
1907’den bugüne Fenerbahçe ve Türk futbol tarihini izlediniz.
Ülkemizde 1923’den sonra başlayan ve günümüzde halen devam eden “ulusal” futbol organizasyonları hem tarihi hem de hukuki olarak devamlılık gösteriyor.
Türkiye Futbol Birinciliği ve Milli Küme, 1959 yılı itibariyle “Milli Lig” adını aldıktan sonra, günümüzde ise “Süper Lig” ismiyle devam ediyor.
Türk futbolu, kurumsal kimliğini kazandığı 1923 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî tüzük ve kanun maddeleri ile yönetiliyor.
Tüm bu gerçeklerden hareketle;
Fenerbahçe’nin 28 şampiyonluğunu ve 1959 öncesini inkar etmek
Fenerbahçe futbol takımı, mütareke/işgal seneleri boyunca Ermeni karmasına karşı dört maça çıktı. Bunlardan üçüncüsü 6 Ağustos 1922 Pazar günü Taksim Stadyumu’nda oynandı. Dönemin Spor Âlemi dergisinden detaylar… Keyifli okumalar…
Bayramın üçüncü Pazar günü Taksim Stadyumu yine binlerce temaşakar ile dolmuştu. Akşam saat altı buçukta alkış tufan ile ortaya çıkan Fenerlileri müteaddit renklerden formalarıyla Ermeni muhtelit takımı takip etti.
Fenerliler:
Şekip, Hasan Kamil, Suad, Kadri, İsmet, Refik, Sabih, Ömer, Zeki, Alaaddin, Bedri Beylerden teşekkül etmiş, Ermeniler de en kıymetli oyuncuları ihtiva ediyorlardı.
Müsabakanın şiddetiyle mütenasip bir hakem bulmak için Fenerliler daha başlangıçtan itibaren çok gayret etmişlerse de Ermenilerin ısrar ettikleri İngiliz kabul edilmiştir. Rüzgar aleyhine düşen Fenerliler beş dakika kadar tehlikeli anlar geçirdikten sonra hemen oyunu kendi lehlerine çevirerek kati ve seri hücumler ile Ermeni kalecini ziyaret etmeye başladılar. Fakat her nedense top daima kalecinin fazla mahareti, direğin isabeti, pek kenardan kurtarışları ile talihi hasım kalesine giremiyordu. Bu sıralarda Bedri Bey’in güzel bir ortalayışı topu kaleden bir metre kadar içeri soktuysa da maatteessüf hakem futbol kavaidini bilmediğinden gol addetmedi ve ahalinin patırtıları arasında yine müsabakaya devam olundu.
İkinci devreye çıkıldığı zaman rüzgar lehimizde bulunuyorsa da oyuncularda şevk kalmamıştı. Müsabakanın bütün şiddetini lüzumsuz harekatı ile kıran hakemi Fenerliler değiştirmek istiyorlardı. Fakat Ermenilerin ısrarı neticesi oyuna yine aynı şahsiyet ile devam olundu. Daha partinin iptidasından itibaren top orta çizgiden itibaren Fener kalesine geçmiyor. Ermenilerin dört muhacimi de geriye geçerek kaleyi müdafaa ile meşgul bulunuyorlardı. Top aynı mevkide bocalanıyor ve arada bizim tarafımıza inerken İsmet, Refik Beylerin cansiperane çalışmalarıyla yine eski mevkiine geliyor. Pek arada bir akın yapılmak için teşebbüs edilse de (Dalgakıran) tabiriyle yad edilen Hasan Kamil’in şedit mukabelelerine maruz kalıyordu.
Kale önüne biriken Ermenilerin arasından hasım kalesine atmak kabil olamıyordu. Bilhassa Fenerbahçe muhacimlerinin birbirlerine pas vermemelerindeki taannüd de (gol) muvaffakiyetini kesrediyordu.
Açıkların kale atışları yerine ortalamaları, sağ iç muhaciminin çalımları yerine arkadaşına pası ve sol için top geldiğinde acelesi olmaya idi hasmından çok yüksek mevkide olan Fenerliler altı yedi sayı ile tam bir galibiyet mevkiine geçerlerdi.
Etraftan herkes sayı yapılmasını muntazır iken Ermeni kalesi önündeki (penaltıdan) Refik Bey şiddetli bir şutuyla sayıyı yaptı.
Top alkışlar arasında ortaya geldiğinde Ermenilerin kendi hakemleri tarafından sayılan bu golden sonra galip gelmelerine ümitleri olmadığını anladıklarından sahadan hemen mağlup bir vaziyette ayrıldılar. Bilahare Fenerbahçe oyuncuları alkışlar arasında eller üzerinde sahadan çıkarıldı.
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXVIII” : 1914 yılından geliyor.
1913/14 senesi liglerinde yaptığı 10 maçın 8’inde galip gelen ve yalnız ikinci devrenin Galatasaray ve Ramblez maçlarında 0-0 ve 3-3 berabere kalan Fenerbahçe on sekiz puvan almış ve kalesine yapılan 6 gole 36 golle mukabele edip, yine yenilmeden, ikinci defa İstanbul şampiyonluğunu kazanmıştı. Progres ve İngiliz Ramblez kulüpleri (12)şer, Galatasaray 10, Stroglez 6 ve İngiliz Telefoncuları da 0 puvan almıştılar.
İstanbul şampiyonu Fenerbahçe parlak muvaffakiyetini Nisan ve Mayıs aylarında muhtelif cemiyetler ve bilhassa (Osmanlı İttihad ve Terakki Fırkası) tarafından tertiplenen cidden heyecanlı kupa maçları galibiyetleriyle taçlandırırken Çarlık Rusyasından bir davet aldı. Ruslar, Cablo Stren kumpanyası direktörü delâletiyle vaki müracaatlarında Fenerbahçe takımını, bütün masrafları üzerlerine alarak, üç maç için memleketlerine çağırıyor; Türk takımının fevkalâde bir hüsnü kabule mazhar olacağından şüphe edilmemesini de rica ediyorlardı.
Fenerbahçe kulübü bu daveti kabul etti ve 26 Mayıs 1914 pazartesi günü yola çıktı. Galata rıhtımından (Koca Petro) adlı Rus vapuruyla ilk defa olarak yurtdışına çıkmakta olan Fenerbahçe’ye yapılan teşyi merasimi İstanbul şampiyonunun şanına yaraşır bir tantana ve fevkaladelik arz etmiştir.
Kulüp reisi Doktor Hamit Hüsnü’nün başkanlığındaki 19 kişilik kafilede 4 idareci ve 14 futbolcu vardı. İdareciler Zeki Mazlum, Yahya Berki, Şâkir Beşe ve Selâhaddin Manço. Futbolcular da Arslanyan, Galip, Arif, Hasan, Dalaklı Hüseyin, Boris kardeşler, Süreyya Sabri, Miço, Otomobil Nuri, Nüzhet, Sait Selâhaddin ve Topuz Hikmet’ti.
Şampiyon takımın kaptanı ve santrforu Hasan Kâmil (Sporel) ile sağ muavin Kemal (Aşki) pek az önce Mişigan üniversitesinde tahsil için Amerika’ya hareket ettiklerinden bu seyahate katılamamışlardır.
Odesa’ya varan Fenerbahçeliler, haklarında yapılan neşriyat, reklâmlar ve sokaklarda gözlere çarpan büyük afişler dolayısile, muazzam bir kalabalık ve Çarlık spor teşkilâtı erkânı tarafından hararetle karşılanmışlar ve pek muhteşem bir bina olan Balşayı Moskovskaya yâni «Moskova Sarayı»na misafir edilmişlerdir. Odesa Cemaat-i İslamiye reisi Gani Efendi ile bir İtalyan ve bir Rus kendilerine mihmandar olarak vazifelendirilmiş bulunuyorlardı.
Fenerbahçe Odesa’da 3 maç yaptı. Evvelâ şehrin ikincisi Şaka kulübü ile 1-1 berabere kaldı. Sonra, şampiyon Sporting’i 1-0 yendi ve nihayet, son maçta, Odesa muhtelitine 3-0 yenildi. Son maçın mağlubiyetle neticelenmesinde müdafaanın en kıymetli unsurları Arif ile Sabri’nin mühendis mektebindeki imtihanları dolayısile bir gün önce İstanbul’a hareket etmeleri başlıca amildir. Bu sıralarda Fenerbahçe kafilesine mektup ve telgraflar yağıyor, Rusya’nın her tarafından davet ediliyorlardı. Bunlardan Nicolayef şehri adına gelen bir heyetin ısrarları reddolunamadı, takım angajmanını bitirmiş ve Arif ile Sabri’nin İstanbul’a dönmeleriyle 12 kişi kalmış olmasına rağmen iki maç için Nicolayef’e gidildi.
Birinci maçta (Nicolayef Club)a karşı, sakatlık dolayısile, 10 kişi ile oynamakta bulunan Fenerbahçe, Sait Selâhaddin’in bir şutunun son dakikada direkten dönmesi akabinde yediği talihsiz bir golle yenilmiş, ikinci maçta ise fevkalâde bir oyundan sonra Nicolayef muhtelitini 3-0 mağlup etmeğe muvaffak olmuştur.
Nicolayef’te iken Kiyef’ten vaki ısrarlı davet de kabul edilmek üzere idi ki Odesa konsolosu Şâkir Paşazade Tahir Bey’in ikazı üzerine bundan vazgeçildi. Zira siyasi ahval çok kötüleşmiş, Birinci Cihan Harbinin kokuları duyulmağa başlanmıştı. Nitekim takım Karadeniz boğazının kapanmasından 3 gün önce İstanbul’a döndü.
Fenerbahçeliler Rusya’da fevkalâde hüsnü kabul gördüler. Şereflerine hemen her akşam muhteşem ziyafetler verildi. İçlerinde bir kaç İngiliz’in de bulunduğu Odesa şampiyonuna karşı kazandıkları galibiyetten sonra arabalarına kadar Rus halkının elleri üstünde tasındılar. Kendilerine birçok kıymetli hediyeler verdiler. Bu arada avcı olduğunu öğrendikleri Sait Selâhaddin’e de cins bir av köpeği hediye ettiler. Hulâsa, bu seyahat Fenerbahçe için her bakımdan muvaffakiyetli ve yapılan propaganda dolayısile memleket için de hayırlı oldu.
İşte yukarıdaki resim Fenerbahçe’nin 41 yıl önceki 5 maçlık Rusya seyahatinin çok kıymettar bir hâtırasıdır. 19 kişilik kafileden, merhum Dalaklı Hüseyin hariç, 18’ini maçlardan önce Odesa stadını ziyaretleri esnasında ve bir arada gösteriyor. Bu tarihi ve kıymettar hâtıranın gözlerimizin önünde canlandırdığı simalardan ekserisi bugün artık aramızdan ebediyete göçmüş bulunmaktadırlar! 41 sene önce Rus topraklarında muzaffer olup Türkün ve Fenerbahçe’nin şanını yükselten bu kıymettar grup içinde ilk futbol neslimizin en büyük aslarını bulacaksınız. Bunlar içinde kimler yok ki!
Resimde olmayan merhum Dalaklı Hüseyin’den başka rahmetli Hasan ve Galipler, merhum Sabri, Nuri ve Süreyyalar. Şehit Arifler. Rahmetli Hamit Hüsnü’ler ve Selâhaddin Mançolar… İşte… Hepsi o heybetli tavırlarıyla karsınızdadırlar. Sanki ölmemişlerdir. Ve sanki “Türk futbolu ve Fenerbahçe yaşadıkça biz de yaşıyoruz!” demekteler…
Fenerbahçeyi bugünkü Fenerbahçe yapan ve kılanlardan Türk sporunun bu büyük kıymetlerini tanımayanlara huşu ile sunalım: Sağdan itibaren ayaktakiler: Yahya Berki, Santrfor Nüzhet (Baba) ki halen Nevyork basın ataşesidir. Yedek müdafilerden Jan Boris, santrhaf merhum Sabri, ilk futbol oynayan Türklerden meşhur Hasan merhum. Şakir Beşe, sağ acık müteveffa Miço, merhum Selahaddin (Manço) ve nihayet Türk futbolunda plonjon mucidi namdar kaleci Karnik Arslanyan.
Oturanlar, yine sağdan: Müdafi Galip merhum, sol açık Hikmet (Topuz). Soliç Sait Selâhaddin (Cihanoğlu), sağiç rahmetli Otomobil Nuri, kafile ve kulüp başkanı Dr. Hamit Hüsnü (Kayacan) merhum, müdafi şehit Arif, Zeki Mazlum, muavin K. Boris ve nihayet muavin Süreyya merhum.
(Gelecek resim ve yazı: Fenerbahçe’nin yine Rusya seyahatine ait hâtıralardır. Takım Nicolayef’te maça çıkarken ve Ruslar ile gazetelerinin Fenerbahçe futbolu ve Türkler hakkında)
15 Nisan 1964 tarihli Hürriyet gazetesinde Fenerbahçe’nin 1922-1923 kadrosu. Bir diğer deyişle, esir şehrin moral kaynağı, gol yemeyen takım… Keyifli okumalar…
Ayaktakiler: Sabih Arca, Alaaddin Baydar, Zeki Rıza Sporel, Ömer Tanyeri ve Bedri Gürsoy
42 sene evvel bir “Silindir” gibi, önüne gelen takımı ezen ve bunun sonucunda da “Gol yemeden” şampiyon olan Fenerbahçe takımı, 42 sene sonra şereflerine verilen ziyafette buluştular… Hem de kulüp değiştirmemiş olarak…
“Bu fevkalâde takımın tertibi nasıldı?” diyeceksiniz.
Sayalım. Hem de o günkü lakapları ile:
Kulaksız Şekip, Dalgakıran Hasan Kâmil, Çengel Cafer, Arap Kadri, Yavuz İsmet, Sırım Fahir, Keçi Sabih, Kıvır Alâaddin, Üstad Zeki, Beleş Ömer ve Ceylân Bedri…
Sahaya 10 Kişi Çıktılar
“Fenerbahçeliler Cemiyeti” her sene verdiği ziyafete, bu sene bir orijinalite katmak için, “Gol Yemeyen Fenerbahçe Takımı” oyuncularını bu ziyafete davet ederek, geceyi haklı olarak onlara hasretti.
Fenerbahçe takımı sahada olduğu gibi, ziyafette de hazırdı. Fakat bir eksiği ile… Sağbek Hasan Kâmil Sporel hasta olduğu için, bu ziyafete gelememiş ve mesajını göndermişti:
“Bu defa sahaya 10 kişi çıkın, yine galip geleceksiniz. Çünkü sizde, hakiki Fenerbahçelilik ruhu var”
Tesadüfen Kaleci Olmuş
“Gol yemeden şampiyon olan” takımın kalecisi Şekip Kulaksızoğlu haklı olarak, bütün dikkatleri üzerine topladı. Gol yememesi hayret uyandırdı.
“Ben” dedi “Tesadüfen kaleci oldum. O tarihlerde kalecimiz Almanya’ya gidince, beni kaleye geçirdiler. Şampiyon olduğumuz sene, kaleye hiç top gelmedi. Top gelse, belki gol olacaktı.”
Bu söz üzerine Şekip Kulaksızoğlu dakikalarca alkışlandı.
Hepsi Hatıralarını Anlattı
Fenerbahçe’nin 352 maçında yer alan ve 470 gol atan Kaptan Zeki Rıza’ya “Hiç gol fırsatı kaçırdınız mı?” diye bir sual soruldu. Zeki Rıza gülerek “Hayatta çok fırsat kaçırdım ama hiç gol fırsatı kaçırdığımı hatırlamıyorum” dedi.
Fenerbahçeli futbolcuların hepsi hâtıralarını anlattılar.
Ömer Tanyeri, “Beleşçiliğini” izah edip, topların kafasına ve ayağına çarparak kaleye girdiğini, Profesör Fahir Yeniçay, sahada ihtar bile almadığını söyledi. Candan alkışlandılar.
“Gol yemeyenlerin” şerefine verilen ziyafette yenildi, içildi. Hatta sonunda göbek bile atıldı.
Gece, hakikaten zevkli ve unutulmaz bir gece olmuştu.
Fenerbahçeliler salonu geç saatte terk ederlerken şöyle konuşuyorlardı:
“Bir daha, böyle bir araya gelebilmek için, bizim takımın sezon boyunca gol yememesini mi bekleyeceğiz? Bunu biz göremeyiz, çocuklarımız da hatta torunlarımız da göremezler…”
Rıdvan Yelekçi | 15 Nisan 1964 – Hürriyet Gazetesi
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olan yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXXI” : 1912 yılından geliyor.
Türkiye’de İzmir’de İngilizler tarafından ilk defa 1894 te oynanmağa başlanan futbol, İstanbul’da da ilk defa 1897’de yine İngilizler tarafından oynandı. İstibdat rejimi TürkJeri cemiyet kurmaktan menettiğinden ilk spor kulüplerini memleketimizde İngiliz ve Rumlar kurdular ve ilk defa olarak bu kulüpler tarafından 1904/5 senesinde 4 takım arasında bir lig teşkil olundu. Bu takımlar İngiliz elçilik gemisi İmojen, İngiliz Moda, Rum Elpis ve İngilizlerle Rumların müşterek kurdukları Kadıköy’dür.
İşte; tam 50 senedir devam eden İstanbul lig maçlarının temeli böyle atıldı. Bu ligin kurucuları avukat Henri Pears ve James La Fontaine, maçları iddialandırmak ve alâka toplamak için İngiltere’den muhteşem bir gümüş şild getirttiler. Bu şild, her sene lig birincisine bir sene için verilecek ve 10 sene sonunda en çok İstanbul şampiyonluğunu kazanan kulüp ebedi sahibi olacaktı.
Seneler ilerledikçe lige Galatasaray, Rum Stroglez, Fenerbahçe, İngiliz Ramblez, tatlı su frenklerinin kurdukları Progres ve İngiliz telefoncuları da dâhil oldular. Ligin harareti gittikçe artıyor, iddia büyüyordu.
Bir kaç fedakâr Türk gencinin büyük müşkülâtla kurabildikleri Fenerbahçe 1909/10 ve 1910/11 senelerinde üst üste iki defa beşinci oldu. 1911/12 senesinde ise Ramblez, Stroglez, Progres ve Kadıköy kulüpleri karşısında yegâne Türk kulübü olarak müsabakalara katıldı. İstanbul liglerinde ilk iki sene ancak beşinci olan Fenerbahçe’yi bu üçüncü katılışında da aynı akıbetin beklediği umumi kanaat halinde iken netice tamamiyle aksi çıktı ve Fenerbahçeliler 5 galibiyet, beraberlik ve 7’ye karşı 16 gol ve 21 puvanla senenin İstanbul şampiyonu olmağa muvaffak oldular. İkinciliği de 20 puvanla İngiliz Ramblez takımı kazandı.
Genç Fenerbahçe takımının daha tecrübeli ve kurt rakipler önünde hiç yenilmeden İstanbul şampiyonu olması umumi efkârda takdirle karşılanmış ve bugünkü, hiç bir kulübümüze nasip olmamış, o cidden büyük sevginin ilk tohumları o senenin bu tarihi ve muzafferane maçlarında atılmıştır.
Fenerbahçe takımı, o sıralarda, bugün için akla sığmaz büyük mahrumiyetler içinde kıvranıyordu. Barındığı ver, futbolcularından mühendis Mektebi talebesi Kemal Aşkın’ın Kuşdilindeki evinin bahçesinde bir odadan mürekkep ufacık bir kulübe idi. Bu lokalin mobilyası da yine âzaların, evlerinden taşıdıkları bir masa 6 sandalyeden ibaretti. 44 sene önce bu halde olan bugünün muazzam Fenerbahçesi, mensuplarının isabetli görüşleriyle, bu tarihi ve kıymettar şampiyonluklarının bir fotoğrafhanede tespitini düşündüler ve o devrin meşhur (Foto Resne)sine gittiler.
İşte aşağıdaki tarihi fotoğraf Fenerbahçe’nin ilk İstanbul şampiyonluğunun, evvelce Babıali’de kâin olan Resne fotoğrafhanesinde çekilmiş pek kıymetli hâtırasıdır ve hiç bir yerde neşrolunmamıştır. 44 sene evvelki İstanbul şampiyonlarından acaba kaçını tanıyacaksınız? Hepsini tanıyabilecekler bugün parmakla gösterilecek kadar az ise de, biz sizlere, toprağa mevdu olan büyük ekseriyetini rahmetle anmanız şartıyla ve tazimle takdim edelim:
Fesli gençlerden sağdaki Hulki, soldaki de Yahya Berki’dir. Her ikisi de Fenerbahçe’nin adları daima hürmetle yâda lâyık fedakâr mensuplarıdır.
Hulki Bey, Trakyalı bir çiftçinin çocuğu ve Fenerbahçe’nin âşığı bir gençti.
Yahya Berki ise, 1910 senesi yazında kulübün bütün mensupları istifa etmişken son olarak Galip merhumun uzattığı istifanameyi alırken: “Ya ben istifamı artık kime vereyim?” diyen ve Galip merhumdan “Sen de Allaha ver!” cevabını alan zattır. Yâni bir ara, henüz Kemal Aşkın’ın kulübesine de yerleşmeden önce, yersiz Fenerbahçe’nin tek mensubu olarak kalmış; sebat etmiş ve Fenerbahçe’yi yeniden kurmuştur.
Ayaktaki 3 gençten sağ baştaki Emir zade Arif’tir. O sene kulübün reisi, takım ve devrinin de o meşhur müdafii idi. Birinci Cihan Harbi sonunda şehit olmuştur.
Ortadaki beyaz fanilalı kulübün o zaman ikinci reisi ve kalecisi Zeki Mazlum, soldaki de müdafi Elkâtip zade Abbas merhumdur.
Sandalyede oturan üç genç, şampiyon kadronun muavin hattıdır. Sarı-Lâcivert renkleri bin bir yokluk içinde fedakârane koruyan ve şampiyon da çıkaran bu leventler sağdan itibaren İzzi, Sabri ve Hüseyin’dir. Bugün, maalesef, her üçü de rahmeti rahmana müntakildirler!
Oturanlar hücum hattıdır. Sağ başta umumi kaptan Hasan Kâmil Sporel (hâlen Sokoni Vakum Türkive Umum Müdürü), onun sağında Sait Selâhaddin Cihanoğlu (Beden Terbiyesi İstanbul Bölge Müdürü), ortada merhum Galip, onun sağında rahmetli otomobil Nuri ve nihayet mühendis Kemal Aşki’dir.
Galip merhumun önünde İngiliz kulüplerince İngiltere’den getirtilen 10 senelik meşhur gümüş şild görülüyor. Fenerbahçe bu şildi 1915 senesine kadar hiçbir kulübe kaptırmadı ve böylece, onun ebedi sahibi olmak şerefini de kazandı. Bu şild, gerçi, 1932 yangınında kulüp binası ile beraber yanmıştır. Fakat büyük hâtıraları ve ebedi şerefi bakidir.
(Gelecek resim ve yazı: Türk Milli Takımının 31 sene önceki ilk Polonya seyahati)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXVI” : 1922 yılından geliyor.
İstiklâl harbi ve İstanbul’un işgali devrine rastlayan 1922 yılında, ilk defa olarak, futbolümüzde Milli Takım kurma fikirleri doğmuştu.
Aynı senenin Mart ayında, spora büyük önem veren gazetelerin başında gelen, (Akşam)ın: «Türk Milli Takımı kimlerden mürekkep olmalıdır?» başlıklı anketi çok alaka çekmiştir. Görülen ve gösterilen alaka Taksim stadyum idaresiyle kulüpler ileri gelenlerini harekete geçirmiş ve 1922 Haziran’ında tecrübe mahiyetinde Milli Takım kadroları teşkiline başlanmıştır.
Bu gayri resmi Milli Takımların birincisi 15 Haziran 1922’de Taksim stadında Anadolu kulübünden Burhan Felek üstadın hakemliğinde işgal kuvvetlerinden bir İngiliz muhtelitiyle karşılaşmak üzere kuruldu. Zeki ve Nihat’ın birer golüne İngiliz merkez muhacimi cevap verince stad (Zito) ve (Hurra) sesleriyle yerinden oynamış, fakat yine Zeki’nin bir üçüncü golü dâvayı halledip maç 3-1 kazanılmıştı.
Bu tecrübe maçları 19 Haziran’da yine İngilizler ve 22 Haziran’da Ermeni muhteliti karşısında tekrarlandı ve bunlar da 9-1 ve 5-0 kazanıldı. 9-1’lik maçta o zamanın meşhur Zeki – Alâeddin kombinezonu İngiliz ağlarını delik deşik etmişti.
Bu 3 tecrübe maçında Milli Takım, halkın büyük sevgisiyle kucaklanmıştır. Millet ve memleketin yaşamakta olduğu elim hadisat bu sevginin fevkaladeliğinde bilhassa müessirdi. Yalnız, takımın muayyen bir forması yoktu. Her maça türlü türlü kulüp formalarıyla çıkılıyordu. Bunun büyük noksanlık teşkil ettiği görüldüğünden 4 üncü tecrübe maçında takıma muayyen bir forma seçildi ve giydirildi. Bu, göğsü kırmızı bantlı beyaz formadır. Yâni, bugünkü Milli Takım forması şeklinde fakat Ay-Yıldız yok.
İlk defa olarak 2 Temmuz 1922 Pazar günü giyilen bu forma ile 4üncü tecrübe maçı yine İngiliz muhtelitine karşı oynandı. Bu maç, 4 müsabakanın en heyecanlısı oldu. Bilhassa yeni formaya karşı Türk seyircisinin gösterdiği sevgi tezahürleri stadı yerinden oynattı.
Milli Takım sahaya: Nedim (Altınordu), Cafer (Fenerbahçe), Hasan Kâmil (Fenerbahçe), Ekrem (Anadolu). İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe), Emin (Altınordu), Alâeddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Şükrü (Anadolu), Sabih (Fenerbahçe) tertibinde çıkmıştı.
Yusuf Ziya (Öniş) in idare ettiği bu maçta ilk golü frikikten Refik Osman atmış, Zeki’nin ikinci devredeki pek şiddetli şütlerle yaptığı 3 golden sonra maç 4-0 kazanılmıştı. Müsabakadan sonra muzaffer futbolcularımızın, sahaya dolan halkın omuzları üzerinde ve coşkun tezahürat arasında mükâfat masasına taşınmaları göz yaşartıcı bir heyecan ve sevinç tablosu teşkil etmiştir.
İşte, yukarıdaki resim o tarihi 2 Temmuz 1922 maçının pek kıymettar bir hâtırasıdır ve maçın iki devresi arasında alınmıştır. O nihayetsiz heyecan ve muazzam zafer gününün bu canlı hâtırası önünde bugün huşu ile eğilmemek kabil mi? Bunu, tam mânasiyle duymak ancak o acı işgal devrini yaşamış olmakla mümkündür.
İşte, 33 sene evvelki o muazzam günün 11 muzaffer Türk çocuğunu bilmeyenlere tanıtalım:
Sağ baştan: Alâeddin (Baydar), merhum Emin, Sabih (Arca), Nedim (Kaleci), takım kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), Ekrem, Zeki (Sporel), Refik Osman (Top), Dr. İsmet (Uluğ), Cafer (Çağatay) ve nihayet merhum Badi Şükrü.
Fotoğrafta da görüldüğü üzere, o tarihlerde Taksim stadında henüz tribün yoktu. Seyirci ile futbol sahası arasında mânia da yoktu. Böyle sahada inzibatı ekseriya Darüleytam izcilerinin mükemmelen görür bulunmaları o zamanın seyircisindeki spor duygusu ve intizam mefhumunun bugünkünden daha ileri olduğu mânasına alınsa nasıl olur?!
(Gelecek resim ve yazı: 30 sene evvel İstanbul’da oynanan ilk Bulgar milli maçına aittir.)
Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XXV” : 1926 yılından geliyor.
Mısırlılarla ilk futbol temasımızı Fenerbahçe – Galatasaray muhteliti 1926 Şubatında Mısır topraklarında yapmıştı. Aynı yılın ağustos ayında ise İskenderiye ve Mısır şampiyonu «El-ittihad» İstanbul’a gelmiş ve takımlarımızla karşılaşmıştır.
El-ittihad o tarihlerde (Prens Faruk kupası)nı kazanmıştı. 9 oyuncusu beynelmilel olan çok kuvvetli bir kadroya sahipti ve Balkanlarda 13 maçlık büyük bir turneye çıkmıştı.
Mısır futbolunun hemen hemen en kuvvetli devrinde şampiyon El-ittihad’ın bu Balkan turnesi o zamanlar büyük alâka toplamıştır. Filhakika; kâmilen çikolata renkli Mısırlı futbolcular bugünkü Brezilyalıları andıran futbollarıyla her tarafta seviliyor ve üstelik mağlûbiyet yüzü görmüyorlardı.
El-ittihad İstanbul’da ilk maçını 20 Ağustos 1926 Cuma günü Taksim stadında müteveffa İngiliz hakem Mister Allen’in idaresinde İstanbul ikincisi Fenerbahçe ile yaptı ve Alâeddin’le Sedat’ın attıkları gollerle 2-1 mağlûp oldu. Fenerbahçe bu maçta bütün tarihinin en parlak oyunlarından birini çıkarmış ve ancak bu sayededir ki çok kuvvetli rakibini yenmeğe muvaffak olmuştu.
Nitekim aynı El-ittihad’ın iki gün sonra, 22 Ağustos 1926 Pazar günü İstanbul şampiyonu Galatasaray’ı 6-0 yendiğini hatırlatmak bu hususta bir fikir verir.
El-ittihad, 1926 senesindeki bu Balkan turnesinde ceman 13 maç yaptı. Fenerbahçe kulübü için ne mutlu bir hâtıradır ki 13 rakibin tek galibi olmak şerefini kazanmıştır. 12 maçta galip gelen ve yalnız Fenerbahçe’ye mağlup olan Mısır şampiyonunun idarecileri memleketimizden geçip Mısır’a dönerlerken vapurlarına giden gazetecilere şu beyanatı verdiler:
“Burada teessüs eden dostluğumuz inşallah Fenerbahçelilerin Mısıra yapacakları seyahatle kuvvetlenecektir. Fenerbahçe’nin davetimizi kabul ve Mısır’ı ziyareti hem bu dostluğun kuvvetlenmesi için bir vesile, hem de Balkan turnesinde yegâne galibimiz olan bu takımdan intikam almak için bir fırsat olacaktır.”
Fakat bütün davetler gibi Fenerbahçe kulübü, dış temaslara pek mütemayil olmamak hatalı prensibi sebebiyle bir Mısır seyahati yapamadığından –El-ittihadın temennisi tahakkuk etmemiştir.
İşte, yukarıdaki resim 20 Ağustos 1926’nın o büyük zafer hâtırasını canlandırıyor. Mısır şampiyonu, Taksim stadyumunda maçtan bir kaç dakika önce Fenerbahçelilerle bir aradadır.
Ortadaki şapkalı, Fenerbahçe’nin o zamanki umumi kaptanı Hasan Kâmil Sporel’dir. Yanındaki fesliler de Mısırlı idarecilerdir. Sol başta şapkasını elinde tutan zat umumi kâtip Muvaffak Menemencioğlu’dur. Yanında gazeteci Salim Hamdi görülüyor.
Bu maçın galiplerini seçebiliyor musunuz? Yerde, başında kep olan beyaz fanilalı kaleci Nedim (Kaleci)dir. Onun sağında, sıra ile Cevat, Ulvi, Fayid, Şevki, Bedri, Fazıl… Ayaktakiler de, sol baştan: Kaptan Zeki, Sedat, Alâeddin, Haydar, Firüzan ve Kadri’dirler.
(Gelecek resim ve yazı, Milli Futbol Takımımızın 33 sene evvelki ilk tecrübe maçlarından bir hâtıradır.)
Bundan tam 101 sene önce Çeklerin meşhur futbol takımı SK Slavia Praha İstanbul’a geldiğinde yaşananları, geçen yıl Milliyet gazetesinden Celal Umut Eren‘e ve Goal internet sitesine özet olarak anlatmıştık. Şimdi de huzurlarınızda dönemin meşhur dergisi Spor Alemi’nden tafsilatlı bir yazı ile Slavya’nın İlk İstanbul Macerası var. Keyifli okumalar…
12 Temmuz Perşembe günü akşamı (Karnaro) vapuruyla misafirlerimiz şehrimize geldiler. Rıhtım üzerinde daha sabahtan dolmuş olan halkın –vapurun gecikmesi ve ertesi güne kalmak ihtimalinin de ileri sürülmesinden- mühim bir kısmı dağılmıştı. (Karnaro) vapuru saat altı buçuğa doğru Galata rıhtımına yanaşmış ve Slavya’nın on dokuz futbolcusunu Kavaklar’da istikbal etmiş olan Fenerbahçe, Galatasaray, Altınordu kulübü murahhaslarıyla beraber altı buçukta İstanbul toprağına ayak basmışlardır.
Slavyalı misafirlerimizi rıhtım üzerinde bir kısım sporcular ile Çekoslovak memleketi namına Doktor Klemans, Doktor Sivetlik, Mösyö Kohut karşılamışlar ve şehir namına Vali Haydar Beyefendinin namına vekili de mevcuttu. Ayrıca mecmuamız namına da Selahaddin Bey bulunmuştur.
Rıhtım üzerinde Matmaze Kohut tarafından misafirlere güzel bir buket takdim edildikten sonra nutuklar teati edilmiş ve oradan doğru kendilerinin ikametlerine tahsis edilen Kohut Oteli’ne gitmişlerdir.
Oyuncular ile Birlikte Kimler Geldi?
Çekoslovak Futbol Federasyonları Reisi Doktor (Peligan), Futbol Federasyonu Reisi Mösyö (Kanta), Çekoslovakya’daki Alman Federasyonu Reisi Doktor (Lenhart), Slavya’nın Reis-i Sanisi Mösyö (Coelos), Fahri Katib-i Umumi Mösyö (Lavfer) ve birkaç gazeteci.
13 Temmuz Cuma
Cuma günü misafirlerimiz Selamlık Resm-i Alisi ile şehrimizin muhtelif yerlerini ziyaret ederek akşamı saat beş buçukta Taksim’de Galatasaray ile karşılaşmışlardır.
Slavya 7 – 0 Galatasaray
Bir aydan beri ağızlarda dolaşan, spor muhitinin yegâne meşgalesini teşkil eden büyük ve tarihi günlerden: 13 Temmuz Cuma.
Bugün Galatasaraylılar Çekoslovakların meşhur Slavya takımıyla çarpışacak. Eski Taksim Kışlası’nın büyük kapısı önünde toplanan sporcular, bir an evvel biletlerini tedarik edip kendini içeri atabilmek üzere gişelere yapılan tehacüm, gruplar halinde toplanmış meraklıların hararetli mübahase ve münakaşaları günlerden beri dillere destan olan Slavya oyuncularının kabiliyet ve maharetleri hakkındaki türlü türlü anlatışlar ahalinin sabırsızlığını tezyid ediyordu.
Futbol sahasının etrafını şimdiye kadar henüz şahidi olamadığımız bir kalabalık kuşatmış. Gözler saatlere ve kapıya matuf, herkes bekliyor… Birden başlar kımıldandı. Ahali arasında bir hareket görüldü ve alkışlar içinde oyuncular sahaya dâhil oldular. Merasim-i mahsuseyi müteakip Hamdi Bey’in hakemliğiyle oyuna altıya çeyrek kala başlanıldı.
İlk dakikalarda Çekoslovakların oyunu ahali üzerinde inkisar-ı hayale uğratıcı bir tesir yaptı. Bu kadar gürültü ile mevzubahis edilen Slavya takımının hakikaten bunlar olup olmadığını herkes yekdiğerine sormaya başlamıştı. Galatasaraylılar topu hasım kalesi önünde tutmaya muvaffak oluyordu. Necip Bey bu aralık kaleye pek yakın bir mesafeden şutlarını dışarı atmak suretiyle iki gol kaçırmıştı. Fakat oyunun bu şekli çok devam edemedi. Bir çeyrek saat süren bir müphemiyetten sonra Çeklerin oyunu inkişaf etmeye ve Galatasaray takımında da yavaş yavaş yorgunluk alaimi belirmeye başlamıştı. Slavya oyuncuları kısa ve mütevali paslar yapıyor, top mütemadiyen ayaktan ayağa gidip geliyordu. Bu oyuncuların harekâtında biraz bataet meşhud olmakla beraber o kadar muntazam pas yapıyorlardı ki dünyanın en mukavim müdafaa oyuncuları –alışmamış oldukları takdirde- bu şekildeki bir tabiyeye uzun müddet dayanamazdı. Galatasaray takımı da böyle bir vaziyete maruz kaldı. Bu aralık Slavyalılar ilk gollerini kale direği kenarından Galatasaray kalesine ithale muvaffak oldular. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi ve biraz sonra da bir üçüncüsü takip etmişti. İkinci partide bu miktara dört sayı daha ilave ettiler. Müsabaka bu suretle sıfıra karşı yedi sayı ile Çekoslovakların galibiyetiyle neticelendi.
Her İki Takımın Oyununu Biraz Tahlil Edelim
Galatasaray: Heyet-i umumiyesi itibariyle azimperver ve gayretli oynadı. Fakat oyuncular arasında teşrik-i mesai yok denilebilecek derecede azdı. Müdafaa imkân dâhilinde çalıştığı halde muhacimler muvaffak olamadılar. Hasım kalesine doğru yapılan birkaç münferit teşebbüs hüsn-i netice veremedi. Bu hatta kendisinden en fazla iş beklenen Arif Bey çekingen oynamasından dolayı muvaffak olamadı. Biraz daha itina ile Galatasaray bugünkü müsabakada rakibine hiç olmazsa bir gol yapabilirdi. Yalnız takımına ithal ettiği Hüsnü Bey çok çalışmıştı.
Gelelim Slavya takımına: Bu takım hakkında kati bir fikir dermeyan etmezden evvel bugünkü oyunlarını esas olarak kabul edersek o da Slavya takımının muvaffakiyetinin başlıca amilini paslarının mükemmeliyetinde aramalıdır. Bununla beraber oyunları biraz batî görünüyordu. Münferit akın yapıyorlar fakat pas tevziatında o derece muvaffak oluyorlar ki koştukları gözükmediği halde topu hasım oyuncuları arasından dolaştıra dolaştıra kale önüne geliyorlar. O zaman netice-i katiyeyi hasıl edecek olan şutlarını kaleye atıyorlardı.
Akşam saat dokuzda Galatasaray mektebinde Galatasaray kulübü tarafından seksen kişilik büyük bir ziyafet çekilmiştir.
Ziyafette Vali Haydar, mebuslarımızdan Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyefendiler ile Çekoslovak sefareti mümessili ve birçok ekâbir ve kulüp rüesası hazır bulunuyordu. (Yemek Listesi) Kıymalı Mekteb-i Sultani Böreği, Koyun Rostosu, Patlıcan Karnıyarığı, Galatasaray Pilavı, Kırmızı-Sarı Tatlı, Dondurma, Alaturka Kahve idi.
Yemeğin hitamında Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey misafirlere kulüp namına beyan-ı hoşamedi ettikten sonra seyahat hakkında fazla teshilat gösteren Çekoslovak mümessiline de teşekkür etmiştir. Nutka mümessil tarafından bizzat cevap verilerek bu gibi mesut günleri gördükten memnuniyetini alenen tebrik ederek alkışlandı.
Vali Haydar Beyefendi, Ercüment Ekrem Bey, Çekoslovak Federasyonu Reisi ve Slavya takımının reisi ve kaptanları tarafından da birer nutuk verilmiştir. En nihayet Hamdullah Suphi Bey’in sporcular için pek canlı olan nutku fazla alkışlandı. Hamdullah Bey nutkunda Türk sporcularının 1924 Olimpiyatı’na gitmesi ve memleketimizde spor kulüplerinin himayesini ve kendi ve arkadaşları namına muavenette elinden gelen kuvveti sarf edeceğini söylemiştir. Bilahare Ekrem ve Afif Beyler tarafından pek fazla alkışlanarak mektebin müzesinde istirahati müteakip saat on ikide müsamere nihayetlendirilmiştir.
14 Temmuz Cumartesi
Misafirlerimiz bugün de boğazın serin havasını teneffüs ederek güzel bir gezinti yapmışlar ve akşamı saat 8,30’da Çekoslovak mümessilliği tarafından Novotni’de muhteşem bir ziyafette bulunmuşlardır.
Salon Türk ve Çekoslovak bayraklarıyla donatılmıştı. Ziyafette Vali Haydar Beyefendi, Çekoslovak sefareti mümessili ve memleketimizdeki Çekoslovaklar, sporcularımız hazır bulunuyordu. Ziyafetin son dakikalarında Refet Paşa da heyete iştirak etmiş ve Selahattin Adil Paşa namına da bir yaver hazır bulunmuştur.
Yemeğe orkestra tarafından Türk milli marşı ve Çekoslovak milli marşının çalınmasıyla başlanıldı. Taamın nihayetinde İstanbul’daki Çekoslovak cemiyeti reisi tarafından bir nutuk irad edilmiş ve buna Vali Haydar Bey cevap vermiştir. Bilahare mümessil, kulübün reisi de ayrı ayrı nutuklar vermişler ve kulübün reisi tarafından Vali Haydar Bey ile Tanin başmuharriri Hüseyin Cahit Beylere Slavya’nın rozetleri hazirunun alkışları arasında takılmıştır.
Nutukların hitamında Çekoslovak cemiyeti reisinin kızı milli elbise ile milli şarkılar okumuş ve etraftan pek samimi tezahürat arasında şarkısını nihayetlendirebilmiştir.
Müsamere saat on ikide nihayetlendirilmiştir.
Slavya Kulübü Reisi ile Muharririmiz Selahaddin Bey’in Yaptığı Mülakatta Slavya Takımının Son Maçları Hakkında Elde Edilen Fazla Tafsilat
Slavyalılar bu turnesinde oyunlarına 1 Temmuz’da Romanya’nın Cluj şehrinde başlamışlardır. Bu müsabakaya çıkan Çekoslovak muhtelit takımı olup Slavya’dan Ştapal, Çapek, Kojel, Zayfert oynamış ve altıya karşı sekiz ile Çekoslovaklar galip gelmişlerdir. (5) Temmuz’da bu takım Prag’a avdetinde Kosice muhtelit takım ile çarpışmışlarsa da bunda da sıfıra karşı on ile kazanmışlardır… Ertesi gün Slavya Prag, Slavya Kosice’ye karşı oynayarak sıfıra karşı altı ile tekrar galip gelmişlerdir.
8 Temmuz’da Slavya, Ongarişe kulübüne karşı çıkmış, bunda da sıfıra karşı iki ile galip gelmiştir. Takım 8 Temmuz akşamı hareket etmiş, Bükreş-Konstanna tarikiyle 12 Temmuz’da şehrimize muvasalat etmişlerdir.
Slavya’nın Meşhur Oyuncusu Mazar’ın Başına Gelenler
Sparta’nın sabık sol açığı ve dünyanın en iyi oyuncularından olan meşhur (Mazar) bu son seyahate iştirak edememiştir. Buna sebep de geçen sene Noel’de İsviçre’de yapılan bir maçtan avdette Karlsruhe’de yapılan aktarma esnasında elindeki fotoğraf makinesini birinci trende unuttuğundan tekrar trene dönmüş fakat avdette tren hareket ettiği esnada atladığından sukût neticesinde ağır surette yaralanarak hastaneye yatırılmıştır. Hâlihazırda (Kaledenor)da tedavi ediliyor.
15 Temmuz Pazar
Sabah Kohut’ta antrenör tarafından oyuncular istirahat ettirildi ve yevmi idmanları yaptırıldı.
Slavya 7 – 0 Altınordu
Program mucibince Altınordu-Slavya maçı Temmuz’un on beşinci Pazar günü yapılacaktı. Galatasaray maçında sahayı kuşatan binlerce seyirci bugün yine gelmişler, sabırsızlıkla oyuna intizar ediyorlardı. Takımlar beşi otuz beş geçe sahaya çıktılar. Hakem Galatasaray kulübü reisi Ziya Bey’di. Kaleler intihap edildi ve altıya yirmi kala oyuna başlandı. Slavya takımı bugün büsbütün başka bir şekilde oyun oynuyordu, iki gün evvel gördüğümüz üç dört metrelik kısa paslar, bize ağır görünen hareketler kalmamıştı. Bilakis paslar uzun, akınlar seri ve mühlik, vuruşlar sıkı idi. Altınordu’ya müsabaka başladıktan yedi dakika sonra ilk gol yapıldı. Nedim Bey bugün biraz asabi görünüyordu. Altınordu müdafaasında Feyzi Bey oldukça muvaffak oluyordu. Diğer oyuncuların da ellerinden geldiği kadar gayretli oynamalarına rağmen Çekoslovak oyuncularının akınlarını tevkif etmek müşküldü. Bu suretle ilk haftaymda Slavya lehine dört gol kaydedilmişti.
İkinci haftaymda üç gol daha yaptıklarından müsabaka sıfıra karşı yedi ile neticelendi. Seyircilerimiz müsabakaları mümkün mertebe sükûnetle temaşaya atf-ı ehemmiyet etmelidir.
Üçüncü golden evvel yapılan “hendbol”ü oyunu uzaktan takip etmekte olduğu bir sırada hakem göremedi. Emrivaki olan bir şeyi ahalinin itirazları arasında beşinci gol olarak kabul etmesi halka pek ziyade tesir etmişti. Çünkü herkes bu yapılan sayının (ofsayd) olduğunu görmüş ve daha pek evvelden bağırmaya başlamıştı.
16 Temmuz Pazartesi
Sabah ufak bir gezintiden sonra Moda deniz hamamında deniz banyosu yapılıp saat üç buçukta Fenerbahçelilerin ziyafetine geldiler. Fenerliler misafirleri şerefine kulüplerini rengârenk bayraklar ile donatmışlar ve ziyafette Reis-i Fahri Şehzade Ömer Faruk Efendi hazretleriyle kulübün hamilerinden Cafer Paşa, damat Abdülmecid Bey ve damat Abdülraif Beyefendiler hazır bulunuyordu. Otomobiller ile kulübe getirilen misafirler aza tarafından karşılandıktan sonra kütüphane, hatıralar, mükâfatlar gösterilip kulübün hazırlanmış olan üç futası mavi, sarı formalı kürekçiler idaresinde bahçedeki iskeleden ikişer ikişer misafirlerini alarak ufak bir tenezzüh yaptıktan sonra Otel Belvü’ye getirdiler ve orada hazırlanan çay ziyafetinde hazır bulundular.
Ziyafete kulüp müessesanı ile Çekoslovak mümessili de gelmişti. Çayın nihayetinde Şehzade Ömer Faruk Efendi kulübü namına gayet selis bir Almanca ile bir nutuk irad etmiş ve buna Slavyalıların reisi tarafından verilen cevapta kendisinin kulübünün aza-ı hamiyesi meyanına ithal edildiğini söyleyerek alkış arasında alamet-i mahsusası olan rozeti şehzademizin göğsüne talik etmiştir. Bundan sonra mümessil, Çekoslovak Federasyonu Reisi tarafından birer nutuk irad edilmiş ve bilahare verilen nutuklar İhsan Bey tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir.
Ziyafetin hitamında tekrar futalar ile misafirler Moda iskelesine getirilmiş ve “Yaşa” nidaları arasında vapur teşyi edilmiştir.
17 Temmuz Salı
Sabahleyin şehrimizin münasip mahallelerinde yapılan gezintiden sonra üçüncü maça başlandı.
Fenerbahçe 1 – 10 Slavya
Galatasaray ve Altınordu kulüplerinin mağlubiyetinden sonra bütün enzar İstanbul’da yerli ve ecnebi takımları mağlup eden Fenerbahçe’ye dikilmişti. Meraklılar bugün Fenerbahçe’den galibiyet değilse de muvaffakiyetli bir müsabaka bekliyor ve yabancıların hiç olmazsa bir gol yemeden buradan uzaklaşmamasını arzu ediyordu.
Saat beş buçuğa doğru stadyum gişeleri önündeki izdiham gayrikabil-i tasvir bir hal almıştı. Muhacimin kitlelerini bir hal-i intizama almak üzere jandarmaların muavenetine ihtiyaç görülmüşken ahali bilet almak üzere birbirini çiğniyordu. Hiç şüphesiz Türk toprağında bugünkü kadar mühim bir müsabaka daha henüz icra olunmamış ve hiçbir maçta bu kadar çok temaşakar görülmemişti. Saat altıya çeyrek kala ahalinin alkışları arasında oyuncular sahaya çıktılar. Slavya takımının ısrarı üzerine hakem olarak bu heyetin kendi aralarından bir zat intihap edilmişti.
Hakem, vazifesini –bir iki “hendbol” istisna edilirse- pek güzel ifa etti. Bununla beraber her ne de olsa zairlerden hakem intihabı usule muhaliftir.
Altıya sekiz kala oyuna başlandı. Beş dakika devam eden kararsız vaziyetten sonra Çekoslovak oyuncuları nagehani bir gol yaptılar. Kısa bir fasıladan sonra bunu bir ikincisi takip etti. Bununla beraber Fenerliler de boş durmuyor, ekseriyetle hasım kalesi yakınlarında tutunmaya muvaffak oluyorlardı. Fakat hasım müdafaası mükemmel vaziyet almış, akınları ve pasları kesiyor ve topu kendi muhacimlerine yetiştiriyordu. Yüksek kabiliyetli ve mücerreb beş muhacim karşısında fedakarane sarf-ı mesai eyleyen Fenerbahçe müdafaası mekik dokurcasına pas yaparak ilerleyen hasım oyuncularını tevkifte güçlük çekiyordu. Atletik idmanlarda esasen sağ bacağı zedelenen Fener merkez muhacimi kasıklarına yemiş olduğu şiddetli bir darbenin tesiriyle oyuna devam edemeyecek bir hale gelmişken azmini toplayıp vazifesine devam etti. Bir aralık Fener muhacimleri tarafından yapılan bir akında tevkif edildikten sonra top yine Fener kalesi önlerinde dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Fahir Bey’in topu ayağından kaleye doğru atmasından üçüncü gol de oldu. Bundan sonra bir dördüncü gol de oldu ki bu doğrudan doğruya her iki müdafiin pek ileride bulunmasından vakti zamanında ilerleyen rakip oyuncuya yetişilememesinden ileri gelmiştir. Topu ayağından uzaklaştırmadan süren muhacim karşısında Şekip Bey kaleden çıkmak imkânını görememiş ve bu suretle gol olmuştur. Beşinci gol ceza sahası dâhilinde Kadri Bey’in topa eliyle dokunması üzerine verilen bir “penaltı”dan yapıldıktan bir müddet sonra muayyen vakit hulul etmekle oyuna fasıla verilmiştir.
İkinci haftayma başlandığı zaman Sabih ve Alaaddin Beyler yerlerini değiştirmişlerdi. Top iyi vaziyetlerde pek çok defalar ortalandı ise de fakat muhacimler ekseriya dağınık bir halde bulunduklarından bu güzel fırsatlar kaçtı. Herhangi bir cenahtan top sürülürken beş muhacimin birden ilerlemesi mümkün olamıyordu. Bu suretle top kale önlerine geldiği zaman bir tarafın bir veya iki oyuncusuna mukabil hasım muavin ve müdafaa hattını karşısında buluyor ve hücum bittabi müsmir olamıyordu. Yedinci golden sonra Alaaddin Bey sağdan topu sürerek karşısındakileri geçti ve topu yakından kaleye havale etti. Kaleci bunu iade etmek üzere iken top kale önünde husule gelen ufak bir kargaşalığı müteakip Zeki ve Ömer Beylerin de inzimam ve muavenetleriyle içeri atıldı.
Üç günün üç müsabakası esnasında boğazlarda düğümlenip kalan “Gol” kelimesi binlerce sinenin var kuvvetleriyle stadyumu inletti. Pek pahalıya mal olmakla beraber şeref kurtulmuştu. Fakat Çekler üç gol daha yapmaya muvaffak oldular ve neticede bire karşı on gol ile Slavya takımı maçı kazandı. Fenerbahçe’nin bugünkü müsabakasına biraz da talihsizlik karışmıştı.
18 Temmuz Çarşamba
Bugün de muhtelit takımımızın oyunu vardı.
Muhtelit Takım 3 – 7 Slavya
Epeyce münakaşadan sonra icrası taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz’un on sekizinci Çarşamba günü icra olundu, bir gün evveline nispetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakaların neticesini merakla bekliyordu. Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti.
Bu takımın esaslı azasından İsmet ve Hasan Kamil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirak edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavya maçını idare eden zat intihap edilmişti. Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavya sol beki Ratsa en ümitbahş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevazin bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu. Evvelki maçlarda iki müdafinin göstermekte olduğu lakaydane hareketlerden bugün eser görülmüyordu. Slavya aleyhine verilen bir ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavya takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor. Fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu. Zeki Bey, Alaaddin’in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine ithal etti ve etraftan Bravo’lar, Yaşa’lar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym oldu. İkinci partiye başlandı. Mütekabil akınlarına devam edip gidiyor. Çekler birçok “hendbol” yapıyorlar. Avrupa’da nam kazanmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması her halde çok çirkin bir şey. Tevfik Bey’in yanlış bir hareketi bir ceza vuruşuna meydan veriyor ve Çekler bu suretle dördüncü sayılarını yapıyorlar.
Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit takımın kalesine girdi. Bizimkiler güzel bir akın yaptılar ve bu esnada hasım aleyhine bir korner oldu. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şutla adeta kaleye tıkadı. Ümit etmedikleri bu neticeden Slavya oyuncuları şaşalamaya başladılar. Bununla beraber oyunlarındaki ahenk hiçbir veçhile bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. Fakat Bedri Bey’in hücumuyla Alaaddin Bey de güzel bir gol yaptı. Bu son müsabaka da üçe karşı yedi ile Slavya takımının galibiyetiyle neticelendi ise de Çeklerin yapmış oldukları gollerden biri “ofsayd” idi.
Bilaistisna bütün oyuncularımız muvaffak oldular. Ferdi kabiliyetler nispetinde futbolda esas ve amil-i muvaffakiyet olan teşrik-i mesaide de günden güne terakki edersek böyle takımlarla boy ölçüşebileceğimize kani olmalıyız. Elverir ki bihakkın çalışalım ve sporun her şubesinde olduğu gibi futbolda da en mühim noktanın vücuda ve sıhhate itina olduğunu unutmayalım.
Akşamleyin gündüzki zaferin tesiratı arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareket ile Fatih Daire-i Belediyesi’ndeki şehremanetinin ziyafetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyafette Refet Paşa hazretleri, Vali Beyefendi, Slavya ile çarpışa oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu.
Yemeğin hitamında verilen nutuklar arasında Refet Paşa’nın sözleri pek ziyade alkışlanmış ve nutkunu şu cümleler ile nihayetlendirmiştir. “Hayır, sizin maneviyatınız kırık değildi. Son maçlarınızda bulundum. Çok kahramanca çarpıştınız. Yalnız onlar bizden fazla idi ve hem çok fazla idi. Siz oyunlarını hemen kaptınız, çalıştınız ve bugün misafirlerimiz şehrimizden daha uzaklaşmadan ettiğimiz istifadeyi kendilerine de gösterdik. Birinci günü yedi tane yedik. İkinci günü yedi tane yedik. Üçüncü günü on tane yedik, fakat bir tane yaptık. Dördüncü günü yedi tane yedik, fakat üç tane yaptık. İhtimal bir daha oynar isek berabere kalacağız. Fakat misafirlerimiz şunu hatırlamalıdırlar ki kendilerine teşekkür etmekle beraber bu yapılan sayıları behemehâl gelecek seneye kadar çalışıp kendilerine ödeyeceğiz ve bu çalışmaya da her Türk muavenet edecektir.”
Nutkun hitamında herkes kemal-i memnuniyetle yanındaki misafirlere tercüme ile meşguldü ve nihayet saat 12’de tramvaylar ile bu son ziyafet de terk edildi.
Ziyafet Esnasında Elde Edilen Bazı Notlar
Yanımızda bulunan bir oyuncuya son turnede on dört gün zarfında dokuz oyun nasıl yapıldığını sorduğumuz zaman cevabında demişti ki: “Biz spor yapmak için dolaşıyoruz. Bunun için hayatımız muntazamdır. Ertesi günü müsabaka icra edilecekse sabahleyin saat altıda yarı belimize kadar soğuk su duşu yaparak sekize kadar yatakta istirahat ve sekizden sonra tekrar ufak bir gezinti, on ikide yemeğimizi yedikten sonra yatarız. Oyun zamanı antrenörümüz yataktan kaldırır ve maça gideriz. Bu vaziyette bir gün evvelki yorgunluktan vücudumuzda hiçbir eser görülmez…”
19 Temmuz Perşembe
Öğleyin Kohut’ta verilen ziyafetten sonra, misafirlerimiz (Graç) vapuruyla saat dörtte şehrimizden hareket etmişlerdir. Şehir namına Ercüment Ekrem Bey, Galatasaray namına Reis Ziya, Fenerbahçe namına Fuat Hüsnü, Saib Beyler, mecmuamızdan Sait Tevfik, Türk İdman Mecmuası’ndan Tahir Beyler ve birçok sporcular da teşyie iştirak etmişlerdi. Saat dörtte hareket eden vapura misafirlerimiz saat ikide gelmişler ve kalan iki saatlik müddet zarfında milli şarkılar söylenmiş ve her iki taraf da birbirlerini alkışlamışlardır.
Misafirlerimiz hareket ederken yadigâr olmak üzere teşyie gelenlerini feslerini istemişler ve bu talep de idmancılarımız tarafından kabul edilerek kendilerine verilmiş ve fessiz avdet edilmiştir.
Takımlarımız Hakkında (Sokas)tan Öğrendiklerimiz
Galatasaray’ı nasıl buldunuz?
Pek nazik…
Altınordu’yu?
Mukavim ve şiddetli…
Fenerbahçe’yi?
Çok mahir…
Muhtelit takımı?
Fevkalade… Bu maçta oynayan orta muhacim ve orta muavin, bizim takıma şimdiden iştirak edebilirler.
Slavya’nın Antrenörü “Muallim” Mister Con Madden ile Spor Âlemi namına Bahriye Binbaşısı Fuat Hüsnü Beyefendi’nin Mülakatı
“Slavya” futbol timinin dimağı, muvaffakiyetlerinin amili Mister Madden orta boylu, çakır gözlü, vasat çapta bir zat, İngilizlere has sükûtilik bunda da nümayan. Az söyler, çok dinler. Söz söylerken muhatabının fikrini mühim nukata imale için lüzum gördüğü kelimelere ve cümlelere kuvvet verir, ifadesini kısa fakat manidar cümlelerle telhis etmeyi sever, futbolun inceliklerini ve (Association)ın ne demek olduğunu onun lisanından işitecek olursanız bizi rub’ asırdan beri kendisine bazice edinen bu oyunun serairini anlarsınız. Slavya’nın ikinci müsabakasında seyircilerin teşvik ve tergib feryatları kulaklarımda medid uğultular peyda ederken söylediklerini not ediyordum:
“Ne zaman, on bir kişi bir olursa o zaman ‘Association Futbol’ olur.” dedi.
Sonra sustu. Oyunun seyrini takibe koyuldu. Biraz kurcaladım:
“Bizim futbolumuzu nasıl buldunuz?” dedim.
Bir müddet cevap vermedi. Gözleri çayıra merkûz, oyunu takipte berdevam. Sonra:
“İyi” dedi. “Oyuncular futbolu anlamışlar. Fakat ‘vahdet’ yok. ‘Sükûnet ve itidal’ yok. Seyirciler de öyle. Bağırma çağırma oyuncularda asabiyet tevlid eder. Muhakeme kalmaz, oyun çorbaya döner.”
Altınordu aleyhine ilk gol yapıldı. Mister Madden’ın gözleri parladı.
“Ha, şöyle!” dedi.
Tekrar sükût! İkinci bir gol daha! Mister Madden’ın neşesi zail oldu!
Anladım, muhakkak ve malum galibiyetin onun ruhuna bir tesiri yok. O yalnız bir fotoğraf makinesi gibi dest-i terbiyesine mevdu şakirdanın vaziyetlerini, hatalarını bir nida-ı takdir ve asabiyet ile meşgul. Yüzünde beliren küçük bir tebessüm, bazı kere kaşlarında husule gelen çatkınlık kendi talebelerinin hareketlerinde görülen muvaffakiyet veya hataların inikâsından başka bir şey değil. Bu mizaç-ı sükûtiliği kırmak, bir girizgâh bulmak, bir zemin-i mükâleme aramak için kafa patlattım. Birdenbire hatırıma geldi:
“Mister Madden” dedim. “Siz gençliğinizde kim bili ne kadar mühim oyunlarda bulundunuz.”
Büyük sportmenin can alacak noktasını bulmuştum. Artık çenesi açıldı. Slavya kulübü üçüncü golünü yaparken:
“Evet” dedi, “Ben İskoçum. Bizde futbol çok ileridir. Glasgowluyum, ‘Celtic’ profesyonel kulübünde senelerce oynadım ve üç sene de ‘Maçanter Nasyonel’de sentr, insayd, autsayd, rayt forvard oynadım. Bu herkese müyesser olmamıştır… Bir İskoç timinde üç sene bir mevki kazanmak çok büyük bir şeydir. Şimdi kırk sekiz buçuk yaşındayım, on sekiz buçuk senedir Slavya kulübüyle beraberim. Onlara ders veriyorum. İdman yaptırıyorum. Aynı zamanda cerrahlık vazifesini de görüyorum. İncik, çıkık ve burkulmaların tedavisinde ihtisasım vardır. İngiltere’deyken bunları bir cerrah arkadaşımdan tahsil etmiştim.
“Slavya kulübünde işe başladıktan ne kadar zaman sonra bir muvaffakiyet elde edebildiniz? Yani oyuncuları ne kadar müddet zarfında ıslah edebildiniz?”
“Bir buçuk sene sonra, zaten ilk zamanlar teşkil-i mümanaat ve müşkülatı iktihamla geçti. Hiç kimse fenni futbola itimat etmiyor ve bu oyunun kendine has bir ‘teknik’i olabileceğine inanmıyordu… Bilalüzum maksatsız ve gayesiz topa vurarak saatlerce futbol oynamakla bu oyunu öğrenebileceklerine iman ediyorlardı. Fakat zamanla ve gösterdiğim bir-iki basit tatbikat ile işe akılları ermeye başladı. Şimdi hepsi buna mutidir. İdmanlarını, mümareselerini ve hatta yevmi harekâtlarını bile ben tanzim ederim.”
“Bizim sizin gibi bir muallimimiz olsa acaba ne kadar müddet zarfında futbolu öğrenebiliriz?”
“Bir sene bile sürmez. Zira ferden tekâmül etmiş oyuncularınız var. Yalnız muntazam idman usulü dairesinde mümarese lazım. Bunlar yapıldı mı, fenni futbol kendiliğinden husule gelir.”
Mülakatı burada kesmeye mecbur oldum. Oyunun seyri ve biraz da sertliği bizim sportmeni benden ziyade alakadar ediyordu. Şimdi ben de Mister Madden’ın on sekiz senelik sa’yinin meşkûr netayicini seyre ve yapılan golleri tadada başlamıştım.
Ağırlığı Selahattin Giz fotoğraflarından oluşan YKB arşivinde Fenerbahçe fotoğrafları birbirinden müthiş sahneleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu arşiv araştırması esnasında bizden yardımını esirgemeyen Ayhan Uçar ağabeyimize sonsuz teşekkür ediyor, kendisiyle beraber çalışan ve aynı derecede bize yardımı dokunan büyük Fenerbahçeli merhum Abdullah Gül ağabeyimizi de saygıyla anıyoruz.
Zeki Rıza Sporel, idarecilik yıllarında Kadıköy’de saha kenarında.“Sarı Kanarya” Cihat Arman kaptanlığında Kadıköy’de.Fenerbahçe sahaya çıkıyor.Zeki Rıza Sporel, Hakem Şazi Tezcan ve Nihat Bekdik.Fenerbahçe ve Galatasaray takımları Kadıköy’de bir arada.Taksim Stadı’nda bir maç. Fenerbahçe kaptanı Zeki Rıza Sporel.Fenerbahçe-Hilal maçında!
Soldan sağa Elkatipzade Mustafa Bey, Şekip Kulaksızoğlu, Ragıp Ziya Mağden, Cafer Çağatay, Zeki Rıza Sporel, Sabih Arca, Alaaddin Baydar, Kadri Göktulga, Hasan Kamil Sporel, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri ve Fahir Yeniçay.Rakibi seçemedik ama bizimkiler orada… Ömer Tanyeri, İsmet Uluğ, Bedri Gürsoy, Sabih Arca ve Alaaddin Baydar kadraja girenler.Muhtemelen bir Tıbbiye müsabakası… İsmet Uluğ Fenerbahçe formasıyla oralarda imiş. Sabih Arca birkaç sıra solda oturuyor.1934 yılı yıldönümü törenlerinde Zeki Rıza Sporel son kez takımının başında kaptan olarak sahaya çıkıyor…Meşhur Fenerbahçe-Slavya maçlarından birinde Taksim Stadyumu’nda…Taksim Stadı’nda kim bilir hangi rakibe karşı, flama değişimi…Yine bir flama değişimi… Bizimkilerden fazla futbolcu girememiş kadraja ama Muvaffak Menemencioğlu orada!Halit Deringör, yine bir sol çıkarmış, topu kaleye gönderiyor!Alışılmadık bir hediye :) Cihat Arman kahkahalara boğulmuş. Yüzler gülüyor! Esat Kaner, Lebip Elmas ve Fikret Arıcan diğer göze çarpanlar…İngiliz takımı Hurra çekerken bizimkiler “Ne oluyor?” dercesine :)Rakip gözükmüyor ama Slavya olduğunu tahmin ediyoruz. Zira Zeki Rıza Sporel beyaz “muhtelit takım” forması ile Taksim Stadı’nda…Taksim Stadı’nda bir derbi hatırası… Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel ve Galatasaraylı Nihat Bekdik, maç öncesinde…Fenerbahçe-Galatasaray ikinci takımları Kadıköy’de karşı karşıya… En solda Fenerbahçeli “Ceylan” Bedri Gürsoy.Yine Taksim Stadı, yine bir derbi hatırası… Yine Fenerbahçeli Zeki Rıza Sporel ve Galatasaraylı Nihat Bekdik.Fenerbahçe’nin ilk Türkiye şampiyonluğunu kazanan 1933 yılı kadrosu, en solda Teknik Direktör Jozsef Schweng ile.Taksim Stadı’nda bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı hatırası!Papazın Çayırı, Union Club, İttihat Spor Sahası ve Fenerbahçe Stadyumu… En müthiş resimlerinden biri.Fenerbahçe Stadı… Sene 1932… Birbirinden müthiş detaylar var fotoğrafta…“Bombacı” Bekir Refet Teker, seneler sonra Fenerbahçe formasıyla ve arkadaşlarıyla birlikte…Fenerbahçe ve Admira kaptanları… Bizim kaptan “Sarı Kanarya” Cihat Arman.Fenerbahçeliler, 1927 yılında Slavya Prag’ı yendikten sonra kulübün bahçesinde zafer pozu veriyorlar.Taksim Stadı’nda devre arasında limon yiyerek dinlenen iki müthiş Fenerbahçeli… Zeki Rıza Sporel ve Şekip Kulaksızoğlu.1933 yılı Türkiye güzeli Nazire Hanım, Fenerbahçe Stadı’nda başlama vuruşunu yapıyor. Alaaddin Baydar, Zeki Rıza Sporel ve Muzaffer Çizer santra noktasında…Fenerbahçe Taksim Stadı’nda sahaya çıkıyor! “Biz bu maçı alırız” özgüveni bir fotoğrafa bu kadar yansıyabilir.Havadan Kadıköy – 1 / 6Havadan Kadıköy – 2 / 6Havadan Kadıköy – 3 / 6Havadan Kadıköy – 4 / 6Havadan Kadıköy – 5 / 6Havadan Kadıköy – 6 / 6#TaraftarınFenerbahçeTarihi… Acaba kim bu fotoğraftaki ağabeyimiz.Fenerbahçe Stadı’nda istenmeyen olaylar. #TaraftarınFenerbahçeTarihi