Etiket: Hayat Dergisi

  • Spor Toto

    Spor Toto

    Şimdilerde esamisi okunmayan fakat bir zamanlar Türk futbolseverlerin gözdesi olan Spor Toto ve Türkiye’deki ilk yıllarını anlatan yazı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Toto

    Penceresinde demir parmaklıklar olan kapının üzerinde üç ayrı kilit vardı. Üç kişi bu kilitlerden her birini sıra ile kendi anahtarlarıyla kilitlediler. Anahtarlarını dikkatle ceplerine yerleştirdikten sonra birlikte doldurdukları zaptı imza ettiler.

    Üç kilitli oda, Ankara’nın Çankırı Caddesi’nde Spor-Toto teşkilatının çalıştığı dokuz katlı büyük binanın bodrum katındaydı. Üç kişilik heyet ise, teşkilata, Maliye Bakanlığı’na ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait birer gözlemciden ibaretti. Maliye Bakanlığı’nın ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün gözlemcileri her ay yenileriyle değiştiriliyordu.

    Spor-Toto maçlarının yapıldığı her hafta Cumartesi günleri öğleden önce, başbayiliklerden gelen B kuponlarına ait desteler sayılıp kontrol edildikten sonra gözlemci heyet önünde bu odadaki özel çelik dolaplara yerleştirilir. Oda bir haftaya yakın bir zaman kilitli kalır. Ayrıca kapısında devamlı bir bekçi bulundurulur.

    B kuponlarının bu kadar sıkı güvenlik tedbirleri altında hapsedildikleri müddet içinde C kuponlarının çok hareketli ve maceralı bir hayatları vardır. Bütün değerlendirme işlemleri, elden ele dolaşan bu kuponlar üzerinde yapılır.

    Müşterilerin oynadıkları biletlerin B ve C kuponlarını bayiler yüzerlik desteler haline getirirler. Bu desteler en geç Cuma günü, listeleri ile birlikte başbayiliklere teslim edilir. Başbayilikler, çıkardıkları bayi listeleri ile topladıkları kuponları Cumartesi günü sabahı Ankara’da bulunacak şekilde sevk ederler. Sevkiyat özel torbalar içinde, mevsime ve yerine göre demiryolu veya kara yolu ile yapılır. Halen sekizi İstanbul’da, üçü Ankara’da, üçü İzmir’de, diğerleri de başka illerde olmak üzere altmış bir tane başbayilik var. Ankara’ya, her hafta ortalama olarak 200. 000 ile 300. 000 arası kupon gelmektedir.

    Kuponlar, Spor-Toto binasının en alt katındaki kabul odasında bayi listelerine göre kontrolleri yapılarak teslim alınır. Desteler halinde olan bütün kuponların köşeleri özel bir ilaca batırılır. Bu ilaç, normal ışıkta görünmeyen, ancak kuars lambasında görülebilen floresanlı bir boyadır. Her hafta rengi değiştirilen bu görünmez boyanın rengini yalnız teşkilat müdürü bilir. Böylelikle, ikramiye kazanmış bir biletin dizilere sonradan katılıp katılmadığı kuars ışığındaki kontrolü ile anlaşılmış olur. B. kuponlarına ayrı, C kuponlarına ayrı renkler verildiğinden kontrol daha sıkılaştırılmış ve her türlü hile ihtimali önlenmiş olur. Renklendirilmiş B kuponları B odasına kilitlenir. C kuponları ise iş bölümü adı verilen kutulara yerleştirilir. Her iş bölümü 2500 ile 3000 kupondan ibarettir. Kutular C odasının sorumlularına teslim edilir.

    Bütün bu işler cumartesi günü maçların başlama saatinden bir saat öncesine kadar tamamlanmış olmalıdır. Aynı gün öğleden sonra ve Pazar günü C kuponları teker teker kontrol edilir. Bu kontrollerde bayilerin ve müşterilerin yaptıkları yanlışlıklara bakılır. Her hafta yanlış veya noksan olarak doldurulmuş pek çok kupona tesadüf edilmektedir. Bazıları da fazladan şiirler, maniler yazmakta; teşkilat personeline mesajlar göndermekte; balık, kuş, nal, kadın, okla delinmiş kalp resimleri çizmekte imiş. Hatta kuponlar üzerinde ortaklar arasında kazanılacak ikramiyenin paylaşılmasına dair özel anlaşma düzenleyenler bile var.

    Bu şekildeki bütün pürüzlü C kuponları, değerlendirmeye katılmamak üzere ayrılır; B kuponları ile karşılaştırmak için ayrı bir yerde saklanır. Her iki nüshada da aynı hataları ihtiva eden biletler ikramiye almaya hak kazanamazlar. Geçen yıl on üç tutturduğu halde yaşını yazmayı unutan İstanbullu bir vatandaş 268 bin liradan, çift biletle oynayan Aydınlı başka bir vatandaş ise 479 bin liradan mahrum kalmışlardır.

    Pazar günü akşamı Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nce maçların sonuçları radyolarda ilan edilir. Pazartesi sabah artık Spor-Toto teşkilatında hummalı bir değerlendirme faaliyeti başlamıştır. İlk iş olarak basımevinde karton şablonlar üzerine on üç maçın doğru sonuçları basılır. Değerlendiricilere dağıtılır. Her birinin on dokuzar kişilik kadrosu bulunan on altı değerlendirme masası vardır. Bunların on altısı değerlendirici, birisi masabaşı, birisi sekreter, birisi de masa yardımcısıdır. Masabaşı, masanın disiplininden ve çıkardığı işten sorumludur. Alınan iş bölümlerini özel cetveline kaydeder, en çok randımanı sağlayacak şekilde personele iş taksim eder, hataları kontrol eder. Sekreter, her türlü yazı ve kayıt işlerinde onun yardımcısıdır. Masa yardımcısı ise, değerlendiricilerin her ihtiyacını, onların yerlerinden kalkıp zaman kaybına sebebiyet vermeyecek şekilde görür.

    Değerlendirme, şablonların her kolona ayrı ayrı tatbik edilmesiyle yapılır. İlk değerlendirme yukarıdan aşağıya doğrudur. Dört hata bulunan kolonlar değersiz sayıldıklarından, bulunan dördüncü hatadan sonrasına devam edilmesine lüzum yoktur, Kazanan biletler ayrılır. On üç tutturanlar derhal değerlendirme müdürüne götürülür. Diğer ikramiye kazananlarla aşağıdan yukarıya yapılan ikinci değerlendirmede bunlara eklenenler ikramiye kontrol servisine gönderilir. Bu servisten geçirilen biletlere kıymet damgası vurulur. Gerekirse kuars ışığında tetkik edilir.

    C kuponları üzerindeki değerlendirme işlemleri tamamlanınca üç kişilik gözlemci heyet tekrar bir araya gelir. Üç kilitli B odası açılır. Heyet huzurunda ikramiye kazanmış C kuponları ile B kuponları karşılaştırılır.

    İşte Spor-Toto teşkilatının bir haftalık periyodu bundan ibarettir. Artık ondan sonrası, isabet eden ikramiyelerin hesaplanmasına ve sahiplerine gönderilmesine ait olan işlemlerdir.

    Her insanın bir ümide bağlanma ihtiyacı vardır. Her kişinin kafasında çeşitli hayalleri, sahip olmak istediği birçok idealleri bulunabilir. Her insan yeryüzünde kaldığı müddetçe şansını denemek ister. Talih kuşunun hangi başa konacağı bilinmez. İşte bu ümittir ki insanı sürükler, derece derece kendine bendeder. Bazıları hayalperest olur, hatta bazıları kumarbaz…

    Spor-Toto’nun yetkilileri, işte insanlardaki bu tabii eğilimin Spor-Toto sayesinde kötü yönlere kaymaktan korunabileceğini söylüyorlar. Belli bir istatistik olmamakla beraber, toto yarışmalarının bulunduğu ülkelerde kumar ve diğer suçlar azalmakta imiş. Ümit, hayal, heyecan toto ile tatmin ediliyormuş.

    Nitekim bizdeki henüz bir buçuk yıllık Spor-Toto denemesi de ümitleri peşinde koşan nice insanımız olduğunu meydana çıkardı. Üç büyük ilde başlayan toto, bu gün, elli ile sıçramış bulunuyor. Bir buçuk yılda, 11 milyon 411 bin 639 kuponla 82 milyon 660 bin 732 liralık oynanmış; bu miktarın 43 milyon 081 bin 604 lira 55 kuruşu ikramiye olarak dağıtılmıştır. Teşkilat masrafları ve bayi komisyonları çıktıktan sonra Beden Terbiyesinin hissesine de 28 milyon 721 bin 094 lira 74 kuruş düşmüştür. Bu para özellikle spor tesislerine harcanacaktır.

    Hayat Dergisi


    Spor Toto
    Spor Toto
    Spor Toto
  • Lefter Hayat’ta

    Lefter Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Lefter Küçükandonyadis Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Lefter Küçükandonyadis

    1953 yılının ılık bir ilkbahar günüydü. Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki sayfiye şehri Cannes, hareketli günlere girmişti. Festival Sarayının önünde kalabalık kaynaşıyor, yerli ve yabancı birçok kimse festivale katılmak için gelen artistleri görmeye çalışıyordu. Bu sırada kalabalığı yaran “Nice” plakalı bir araba tam sarayın önünde durdu. Otomobilden iki genç adam inip merdivenleri tırmandılar. Az sonra meşhur Amerikalı film yıldızı Jane Russell ile karşı karşıya konuşuyorlardı. Onlardan biri senelerdir sarı-lâcivertli forması ile futbol sahalarında alkışlanan Fenerbahçeli Lefter, diğeri de Nice Kulübünün ikinci başkanı idi.

    Altıncı Cannes Film Festivali o gün başlamıştı. Aynı günün öğleden sonrası, Lefter sahildeki plâjlardan birinde pazar günü oynayacakları maçı düşünmekteydi…

    “1952-1953 mevsiminde, yakında (Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası) münasebetiyle karşılaşacağımız Nice takımında oynamıştım.” diyen Lefter Küçükandonyadis sözlerine şöyle devam etti:

    “Futbola karşı ilk alakayı yedi yaşında duymuştum. O günden bu yana durmadan topla oynadım. İlk olarak Büyükada Gençlik Kulübüne intisap etmiştim. Daha sonra bunu Taksim Kulübü takip etti. O sıralarda henüz on beş yaşımda olduğum için kulüpler buna itiraz eder, ben ise sahte lisansla maçlara çıkardım. 1943 de asker oldum. Harp yıllarında bulunduğumuz için Diyarbakır’daki askerliğim dört yıl sürdü. 1947 yılında tekrar İstanbul’a dönmüştüm. O sene çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne transfer oldum. Sırası gelmişken hemen herkesin sorduğu bir suali cevaplandırayım. Fenerbahçe’ye girişime Galatasaray’ın sol beki Ruhi kadar, Müslim Bağcılar’a vermiş olduğum söz sebep olmuştu. 1952 yılında önce İtalya’nın Fiorentina, oradan da Fransa’nın Nice Kulübüne transfer olmuştum, Bu iki sene içinde Avrupa’da yabancı formalarla sahaya çıktım. 1954 yılında tekrar çok sevdiğim Fenerbahçe Kulübüne döndüm.”

    51 defa milli formayı giymiş olan Lefter Küçükandonyadis, doğup büyüdüğü Büyükada’da oturmaktadır. Net bir günlük programı yok, Sabahları kuvvetli bir kahvaltı yaptıktan sonra antrenman için Fenerbahçe Stadı’na iner. Çalışma olmadığı günler ise açık yeşil Chevrolet’sine atlayıp İstanbul’da gezintiye çıkar. Kendisi için enteresan olan şeylerin başında balık avlamak geliyor. Meşhur futbolcu bu merakını şöyle izah etti:

    “Umumiyetle amatörler için balık tutmak bir dinlenme vasıtasıdır. Fakat bu benim için tamamıyla aksi. Balık tutarken bile, maç saatini düşünüyorum.”

    Lefter’in diğer hobby’si de Christ-Craft motoruna atlayıp, Marmara’da yalnız başına saatlerce dolaşmaktır.

    “Bütün maçlarım benim için bir heyecan kaynağı olmasına rağmen en enteresan ve zorlu bulduğum karşılaşma; Varşova’da Polonya Milli Takımını Mehmet Ali’nin gölüyle 1-0 yendiğimiz maçtır. Budapeşte’de oynadığımız Csepel maçı da zevkli bir mücadele halinde geçmişti.”

    1926 yılında Büyükada’da doğan Lefter’in, Aliki ve Ruhla isimli iki küçük kızı var. İkisi de bir zaman babalarının okuduğu ilkokulda okuyorlar. Lefter her ikisini de birbirlerinden ayırt edemeyecek kadar seviyor. Hatta sınıfta onlarla birlikte bir ders boyunca oturup geçmiş günlerini hatırladığı bile oluyor.

    Lefter Küçükandonyadis’in bu seneki Milli Lig hakkındaki fikri şöyle:

    “Bu sene formsuz durumdayız. Geçen yılki gibi hızlı başlayamadık. Biraz lâkayt oynamaktayız. 38 maçı çıkartmak kolay değil. Muhakkak ki düzeleceğiz, fakat bunun şampiyonluğumuza mâni olmasını istemiyorum.”

    Lefter bütün takım arkadaşlarını ve bu arada Basri ve Recebi örnek futbolcular olarak gösteriyor.

    Kendisi bugüne kadar bütün Avrupa’yı karış karış dolaşmış. En beğendiği ülke İsviçre. Daha sonra Montecarlo ve Nice. “Buraları hakikaten yaşanılacak yerler” diyor.

    Lefter yazısını bitirmeden evvel kendisinin başından geçen enteresan bir hadiseyi nakletmek yerinde olacak, Bu hâdiseyi şöyle anlattı:

    “İtalya’dayken küçük bir Topolino otomobilim vardı. Antrenmanlardan sonra atlar, yeni tanımaya başladığım Fiorentina şehrini dolaşırdım. Yine böyle bir gezinti esnasında idi. Az önce virajı hızla dönmüş, tramvay yoluna çıkmıştım. Bu anda, iliklerime kadar titrediğimi hissettim, Zira önümdeki tramvay ani bir fren yapmıştı. Birden kendimi onun üstünde buldum. Arabayı geri vitese takıp harekete getirmem bir an meselesi olmuştu. Hâdise yerini hemen terk etmeliydim. Öyle de yaptım. Bu sırada vatman beni tanımış olacak “Lefter, Lefter kaçma ben de Fiorentinalıyım. Otomobilinin tamponunu al da öyle git” diye bağırıyordu. Hakikaten benim arabanın ön tamponu tramvaya takılıp kalmıştı… Onu sonradan tramvay idaresine giderek aldım!…”

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Can Hayat’ta

    Can Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Can Bartu Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Can Bartu

    Dundan birkaç yıl önce meşhur bir spor muharririmiz şöyle yazıyordu:

    “…bu genç sporcuya futbolu bir an önce bırakarak çok muvaffak olduğu basketbola hız vermesini tavsiye ederim. Zira Can’ın futbol hayatı hiç de muvaffakiyetli geçmeyecek.”

    Bu yazıyı aylar ve yıllar takip etti; şimdi Fenerbahçe’nin genç oyuncusu Can, sade Türkiye’de değil Avrupa’nın birçok memleketlerinde harika bir futbolcu olarak vasıflandırılıyor…

    1936 yılında Moda’da dünyaya gelen Can Bartu, Yeldeğirmeni Ortaokulu’ndayken basketbol ve voleybol oynamaya başlamıştı. Basketbolda şayanı hayret bir başarı gösteriyordu. 15 yaşında Fenerbahçe basketbol genç takımına alınan Can, pek az bir zaman içinde (A) takımına transfer oldu. Aradan iki sene geçmişti ki Can’ın (A) takımında millî olduğunu görüyoruz. Macarlara karşı oynadığı bu ilk maçta 12 sayı yapmıştı. Gazeteler hep ondan bahsediyordu.

    Can bu arada futbola da başlamıştı. Bunu kendisi söyle anlatıyor:

    “Topla elle oynamaktan bıkmıştım. Onu zıplatmadan yerde sürerek oynamak istiyordum, Birkaç ayak darbesi bunu mümkün kıldı… Futboldan bayağı hoşlanmıştım… Bu sıralarda B. Fikret ve basket antrenörü Önder Dai de futbola çalışmama önayak oluyorlardı. 18 yaşımda Fenerbahçe futbol takımının bazı maçlarında oynamaya başladım. Aynı sene her iki branşta birden milli olmuştum. Bugüne kadar da 14 defa basketbol, 16 defa da futbol milli takımında yer aldım.”

    Can’ın antrenman günleri dışında hiçbir programı yok. “Hayatın akışına göre kendimi bırakırım” diyor. Yalnız otomobiline atladığı gibi kendine gelişigüzel bir program çizdiği de olur.

    Halen vatani vazifesini yapan Can’a ilerdeki düşünceleri hakkında bir sual soracak olursanız muhakkak ki şöyle cevap verecektir: “İlk önce önümüzde bir transfer mevsimi var. Bu ayda her şey olabilir, zira hepimiz için bu mühim bir meseledir. Futbolu İtalya’da oynamak isterim, yaşamak meselesine gelince de tereddütsüz İsveç diyeceğim.”

    Şimdiki halde futbolun haricinde ayrı bir meşgalesi yok, “Sadece” diyor, “Akşam gazetesinde haftada bir, iki defa yazı yazıyorum.” Mamafih futbolu bırakmadan önce iş hayatına atılacağını da ilâve etmekten geri kalmıyor,

    Can, giyim hakkında fazlaca titiz. “Her sene” diyor “Avrupa’da bir hayli dolaşıyoruz. Bu sebeple ekseriyetle dışarıdan giyinmeye imkân buluyorum, Kışın İngiliz, yazın ise İtalyan stiline göre giyinirim.” Laf arasında bazı Avrupa şehirlerinde kupon elbise satan mağazaların müşterisi olduğunu da öğrenmek mümkün oluyor.

    Genç futbolcunun ismi Avrupa’da zaman zaman yanlış telâffuz ediliyor. Mesela son seyahatlerinde Macaristan’da “Gan”, Fransa’da ise “Kan” diye çağırılmıştı, Bu da ona fazlasıyla garip geliyormuş.

    Genç futbolcu, bugüne kadar oynadığı maçların en enteresanı olarak Amsterdam’da Hollanda’yı (2 – 1) mağlup ettikleri maçı şöyle anlatıyor:

    “90.000 kişi önünde oynuyorduk. 1 – 1 berabere durumdaydık. Sol bek İsmail’den bir top almıştım. Gerilerden ilerlemeye başladım, kimse üstüme gelmiyordu, 18 e girdim önüme gelenleri çalımlıyordum. Bu sırada Metin’in sola deplâse olduğunu gördüm ve topu ona doğru gönderdim… Az sonra arkadaşlarım ikimizi kucaklamışlardı, Metin galibiyet golümüzü atmıştı… O günü hala unutamam.”

    Akşamüstleri ekseriyetle Hilton’a çay içmeye gidiyor. Zaten müzikle ara si çok iyi. Bilhassa İtalyan parçalarından hoşlanıyor. Koleksiyonundaki son plâğı Julia. Mamafih bu son seyahatinde albümünün zenginleştiği söyleniyor.

    Yaz günlerinin kışa nazaran daha iç açıcı olması genç futbolcunun sıcak mevsimi tercih etmesine sebep oluyor. Bekâr olan Can’ın gerek kulübe, gerek gazeteye ve evine gelen mektupları cevaplandırması hayli zor oluyormuş.

    Son olarak kendisine, “Günün kadını nasıl olmalıdır?” şeklinde bir sual sormuştuk, genç futbolcu bunu da şöyle cevaplandırdı.

    “Günün kadını; sadelik ve şirinliği üstünde toplamış bir görünüşte olmalıdır. Ayrıca bana göre modern olmasını bilen her kadın güzeldir».

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Basri Hayat’ta

    Basri Hayat’ta

    Haluk Kılıç ağabeyin arşivindeki Hayat dergilerinden şahaneler çıkmaya devam ediyor: Basri Dirimlili Hayat’ta!

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Basri Dirimlili

    Hayat futbol yıldızlarımızı, stadyumların dışında bütün hususiyetleri ve değişik fotoğraflarla anlatmaya devam ediyor. Bu ilgi çekici röportaj serimizde bu hafta da Fenerbahçeli Basri Dirimlili’yi sunuyoruz.

    1930 yılında Silistre’de doğan Basri Dirimlili, Jandarma Kumandanı olan babasının tayini ile küçük yaşta Eskişehir’e gelmişti. Daha çok küçük olduğu için sokaklarda oynuyor, akşama kadar eve girmek istemiyordu. Bir gün onu evinden hayli uzakta futbol sahasının kenarında oturmuş, sahada oyun oynayanları seyrederken buldular…

    Aradan zaman geçti… Küçük Basri ilkokulu bitirmiş, Sanat Enstitüsü’ne devam eden bir delikanlı olmuştu. Bu arada futbolla alâkadar oluyordu. Önce İstiklal takımında, daha sonra da Enstitü takımında ondan bahsedilmeye başlandı. Aradan kısa bir zaman daha geçmişti ki Basri, Eskişehir Demirsporu’na geçti, Genç futbolcu o seneleri şöyle anlatıyor:

    “Hocalarım Şükrü Duyar ve Adil Atal’ın devamlı teşvikleriyle antrenmanları hiç kaçırmadan futbola devam ediyordum. 1945 – 1946 yıllarında Demirspor’a geçişim bence futbol hayatımın ilk adımı sayılabilir. O zamanlar Eskişehir’deki takımlar çok kuvvetliydiler. Belki bana öyle geliyordu… Yalnız şu var ki çok sıkı maçlar oluyordu. Bir taraftan futbol oynarken, diğer taraftan da Demirspor’da oksijen kaynakçısı olarak çalışmaktaydım.

    1950 yılında askerlik dolayısıyla Havagücü’ne girdim ve burada iki sene devamlı olarak oynadım. Bu sıralardaydı Milli takım ve Ankara karmasına çağırıldım. Sırası gelmişken söyleyeyim. En çekindiğim oyuncu Gündüz Ağabeydir (Kılıç). Havagücü’nde oynadığım ikinci seneydi, Galatasaray’la karşılaşıyorduk. 4 – 2 galip çıktığımız o günkü maçta karşısında oynadığım ‘Baba’ bana hayli korkulu dakikalar geçirtmişti.

    Ordudan ayrılışım 1952 yılına rastlar. Terhis edilir edilmez, ilk işim Fenerbahçe’ye girmek oldu. Zaten Sarı-Lâcivert renklere karşı büyük bir sempati duyuyordum, Ayrıca o zaman Hava Generali olan Feyzi Uçaner de Fenerbahçe’ye intisap etmem için beni teşvik ediyordu. Böylece 1952 – 1953 mevsiminde Sarı – Lâcivertli forma ile birinci takımda oynamaya başladım. Santrhafta yer alıyordum ve bu camianın uzun zaman bir parçası olacağımı o zamandan anlamıştım. Fenerbahçe’yi hakikaten çok seviyorum.”

    Basri Dirimlili sabahları erken kalkıyor. İlk işi Kadıköy’de, Bahariye’deki evinin verandasına çıkıp temiz hava almaktır. Sonra doğruca mutfağa gidip iki nar ve iki portakalı prese koyup suyunu içmek de ikinci işi. Bunları ses alma makinesinden gelen hafif müzikle kültür-fizik hareketleri takip ediyor. Bu da bittikten sonra yatağına girip şöyle yarım saat kadar gazete ve mecmuaları devretmesi her sabah yaptığı işlerden. “Her gün, diyor. Akşam ve Hürriyeti okurum. Cuma günleri de tabiî Hayat’ı”

    Basri, şimdilik futboldan başka bir şey düşünmüyorum demesine rağmen Eskişehir’deki tekstil makineleriyle de alâkadar oluyor. Kısacası bir taraftan futbol oynarken diğer taraftan da istikbalini düşünüyor denilebilir. Bekâr olan meşhur futbolcunun evi Avrupa’dan aldığı ve zaman zaman kendine hediye edilen eşya ile dolu. Evin diğer kısmında kalmakta olan Mikro Mustafa “Basri ağabeyin çeyizi hazır bekliyor. Ama bakalım ne zaman?” diye arkadaşına takılmaktan geri kalmıyor.

    Bugüne kadar 30 defa millî olan Basri dört kardeşin ikincisi. “Biz” diyor “İki erkek, iki kızkardeşiz. En küçük kız kardeşim Erenköy Kız Lisesi’nde okuyor. Her cumartesi onu mektepten alıp gezdirip eğlendirmek birinci vazifemdir. Kardeşlerimi çok severim.”

    O da bütün diğer arkadaşları gibi Avrupa’da futbol oynamak istiyor ama şimdilik buna imkân olmadığını da ilâve ediyor arkasından. Evlilik hakkındaki fikri müspet. “Zamanı gelince insan ister istemez evlenmeye mecbur” diyor. Diğer taraftan giyim ve moda mevzuundaki fikirleri ise şöyle: “Temiz giyinmek tabii ki iyi bir şey. Moda derseniz ona uymaya mecburuz. Zaten her Avrupa’ya gidişimizde ister istemez modayı takip etmek zorunda kalıyoruz.”

    Basri’nin en çok hoşlandığı memleketler: İsviçre ve İsveç. Günün melodilerini de takip ediyor. Zaten ses alma makinesinin bantları onlarla dolu. Boş vakitlerinde müzikle alâkadar oluyor. Fakat bütün uğraşmalarımıza rağmen en çok sevdiği parçayı açıklamadı bir türlü. “Bu” diyor “Sırdır”.

    Meşhur futbolcu son olarak Millî Lig için şunları söyledi “Bütün idealimiz geçen seneki gibi Sarı-Lâcivert renklere bir şampiyonluk kazandırmaktır.”

    Hayat Dergisi – 1959

    Röportaj: Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar: Mahmut Küçük


  • Güle Güle Yüksel Gündüz

    Güle Güle Yüksel Gündüz

    Bir Fenerbahçe kahramanını daha kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz… Güle Güle Yüksel Gündüz. Seni asla unutmayacağız, unutturmayacağız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Fotoğraflar ve Hayat dergisi mecmuası “yukselgunduz.blogspot.com” adresinden alınmıştır.


    Hayat Mecmuası Röportajı

    Röportaj : Semiral Bilbaşar – Fotoğraflar : İnal Tengizman

    Genç futbolcuları tanıtmak ve okuyucularımıza onların hususi hayatlarından küçük bilgiler verebilmek için hazırladığımız röportaj serisinin beşinci yazısında bu hafta Fenerbahçe santrforu Yüksel Gündüz’ü bulacaksınız…

    Tren İstanbul istikametinde hızla ilerliyordu. Fenerbahçe’nin genç futbolcularından Yüksel Gündüz kompartımanda yalnız başına oturmuş gözleriyle pencerenin dışında durmadan değişen manzarayı seyrediyordu. Tekerleklerin ray üzerinde çıkarttığı muntazam vuruşlar genç futbolcuyu hayal âlemine doğru çekip götürmüştü. Düşünceler ve hayaller birbirini kovalıyor, İstanbul onun için biraz yabancı bir şehir. Orada hem futbol oynayıp hayatını kazanacak hem de tahsiline devam edecekti. Bunlar kolay yapılacak şeyler değildi tabii. Sonrasında bir müddet düşünmekten vazgeçiyor. Tren küçük bir istasyonda duruyor, okuldan henüz çıkmış gri önlüklü çocuklar yolun kenarında el ele tutuşmuş oyun oynuyorlardı. Genç futbolcu gayri ihtiyari gene eski günlere dalıp gidiyor, çocukluk günlerine…

    Kütahya’nın bir kazası olan Tavşanlı’da 1937 senesinde ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Yüksel ilkokula orada başlamıştı. Kendisinden küçük olan kız kardeşi evin bahçesinde oynarken o çantasını yüklenip bir elini gri önlüğünün cebine sokarak mektebe giderdi. Yüksel ikinci sınıfı henüz bitirmişti ki ailesiyle Ankara’ya göçtüler. Artık Yenimahalle’de oturuyorlardı. Küçük Yüksel önce Dumlupınar ilkokulunu bitirmiş daha sonrada Cebeci ortaokulundan mezun olmuştu. Orta mektepteyken futbola başlamıştı. O zaman futbol oynamasının tahsiline mani olacağını söylemişlerdi ama şimdi o İstanbul’a futboldan kazanacağı para ile okumaya gidiyordu…

    Genç futbolcu önce Dışkapı kulübünde oynamaya başlamış 1954 yılında Ankara genç karmasına çağrılmıştı. Daha sonra Gazi lisesine başladığı sırada Güneş kulübüne de girmiş bulunuyordu. Yüksel’in futbol hayatının dönem noktası Genç milli takıma çağrılması ile başladı denebilir. Junior takımımızın güvenilir bir elemanı olan Yüksel önce İtalya’ya sonrada Macaristan’a gitmişti. İtalya’ya gidişini bir türlü unutamıyor. Bu onun ilk gezisiydi ve İtalya’da ne kadar güzel bir ülkeydi… Güzel günler geçirmişlerdi orada…

    Macaristan’dan döndükleri zaman Fenerbahçeli idareciler kendisiyle alakadar olmuştu. O da zaten Fenerbahçe’yi diğer kulüplerden çok daha fazla seviyordu. Bu sebeple kontrat imzalamakta tereddüt etmedi. Formaliteler tamamlanmıştı ama Yüksel, Fenerbahçe’de oynayamıyordu. Çünkü eski kulübü Güneş bazı güçlükler çıkartmıştı. Böylece genç futbolcu bir yıl beklemek ve bu arada sadece Fenerbahçe’nin özel maçlarında oynamak zorunda kalmıştı. Nihayet 1958-1959 sezonunda artık muntazam oynamak üzere İstanbul’a gidiyordu.

    Vakitte hiç ilerlemiyordu… Tren tekerleklerinin raylarda çıkarttığı seste genç futbolcunun asabını bozmaya başlamıştı. Sonra saatler birbirini kovaladı iki taraflı köşkler ve villaların süslediği tren yolunun hemen kenarından Fenerbahçe stadyumunun tribünlerini görünce büyük bir heyecan duydu. Bu sahada antrenman ve maçlar yapacaktı…

    1958-1959 mevsimi Yüksel için iyi bir başlangıç olmuştu. Takımın her iki açık mevkiinde yer alıyor ve başarılı maçlar çıkarıyordu. Mevsim sonunda B milli takımına seçilmekte gecikmedi. Genç futbolcu geçen yıl Anadolu lisesinden mezun olarak bu yılda İktisat ve ticari ilimler akademisine devam etmeye başladı.

    Sabahları genellikle 7.30’da kalkar. Antrenman olmadığı zaman mektebe gider. Bu itibarla kendine belirli bir program yapabilmesi imkânsız. Kadıköy Mühürdar’da oturuyor. Kışın bekâr hayatı geçirmesine mukabil yazın annesi ve kız kardeşini İstanbul’a getirtiyor.

    Yüksel Gündüz’ün okul ve meslek hayatı dışında en fazla alaka duyduğu şey pul koleksiyonunu zenginleştirmektir. Zaman zaman pullarını odanın içine yayıp saatlerce onların başında zaman geçirir. Alaturka ve alafranga müzikten hoşlanıyor, bol bol kitap okuyor. Ders kitapları haricinde klasiklere de rastlamak mümkün. 1,73 boyunda ve 64 kg olan Yüksel henüz askerliğini yapmamış. Evlenmeyi düşünmediği gibi “daha zaman çok erken” demekten geri kalmıyor. Futbol dışında iki sene atletizmle meşgul olan genç futbolcunun Ankara’da gülle ve disk atmada iki birinciliği var. Avrupa’ya gittiği zamanlar “giyim ve ev eşyasından başka şey almam.” diyor.


    Fotoğrafları

  • Agah Erozan

    Agah Erozan

    Fenerbahçe’de Başkanlığın Tarifini Literatüre Hediye Eden Adam

    Fenerbahçe’nin 23. Başkanı. Demokrat Parti’nin (DP) 27 Mayıs’ta tutuklanıp Yassıada’ya gönderilen milletvekili, aynı zamanda Meclis Başkanvekili. Fenerbahçe tarihinde ise sadece “Ülkede iktidara kim gelirse Fenerbahçe’de de o gelir” klişesi içerisinde anılan bir aktör. Tarihi dönemeçlerden geçmesine, Fenerbahçe’yi 1959’da düzenlemeye başlayan “Türkiye Profesyonel Futbol Ligi”nin ilk şampiyonu yapmasına rağmen hakkında yazılanlar paragraflarla sınırlıydı bugüne kadar. Okuyacaklarınız bu sınırları kaldırmak için kaleme alındı. Fenerbahçe ile kesişen yolu, siyasi hayatı, 27 Mayıs, Yassıada günleri ve sonrası. Bir döneme damgasını vuran isimlerden olan Agah Erozan ve hayat hikayesi…

    Agah Erozan

    Mudanya’dan Meclise

    Agah Erozan 1910 yılında Mudanya’da dünyaya geldi. Babası Ahmet Hamdi Bey, Kurtuluş savaşı yıllarında direnişe aktif olarak katılan ve Bursa’daki Kuvva-i Milliye’nin ileri gelenlerinden bir tüccardı. Bu sayede savaştan sonra İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiş ve madalya aile miras olarak bugünlere gelmiştir. Erozan’ın özgeçmişini 1958 yılında yayınladığı bir makalede konu eden, dönemin DP muhalifi Akis dergisine göre Ahmet Hamdi Bey bir İttihatçıdır.

    Agah Bey’e Fenerbahçeliliğin İttihatçı genlerinden miras kalıp kalmadığı şimdilik bir muammadır. Aynı dergiye göre ailenin soyu edebiyatçı Aşık Paşazade’ye dayanmakta, aile bu bağlantı nedeniyle “Aşıkzade” ismini Türkçeleştirerek “Erozan” soyadını almaktaydı.

    İlk ve orta öğrenimini doğduğu yerde tamamladıktan sonra Bursa Lisesi’ni bitiren Agah Erozan, kendi söylemiyle iyi bir eğitim almıştır. Okul hayatındaki başarısını ilkokulda aldığı eğitime borçlu olduğunu söyleyen Erozan , 1930 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1933 yılında okulu bitirdikten sonra yedek subay olarak askerliğini tamamlar ve 1934 yılında Bursa’ya döner.

    Erozan’ın ilk işi, dönem bürokrasisinde özel kalem müdürlüğü olarak adlandırılabilecek maiyet memurluğudur. Bu memuriyet sırasında mezun olduğu Bursa Lisesi’nde yarı zamanlı öğretmenlik yapacak ; tarih, coğrafya ve Fransızca dersleri verecekti. Bu görevden sonra kaymakam olan Erozan, 1944 yılına kadar çeşitli ilçelerde bu görevi sürdürür. Bu tarihte ise merkeze atanır.

    1946 yılında Kartal kaymakamı olur.

    1949 yılında Tekirdağ Vali Yardımcılığına atanır. Dönemin İçişleri Bakanı Emin Erişirgil ile arası açılınca seçimler öncesinde DP’ye geçer ve Bursa milletvekili adayı olur. Erozan, vali yardımcısıyken İç İşleri Bakanı ile arasının açılmasının nedenini “kendisine verilen kanunsuz bir emri yerine getirmemesi” olarak açıklamıştır. Erozan bu sebeple polis kontrolüne tabi tutulduğunu, milletvekili olduktan sonra kürsüden söyleyecektir. Erozan’ın kendisi gibi milletvekili olan oğlu Ahmet Kamil Erozan’a göre babasının tek parti yönetimi ile çekişmesi 1946 yılı seçimleri ile başlamıştır. Agah Erozan, İstanbul’da Fatih Kaymakamı iken, “seçim sonuçlarının ne olursa olsun ‘Halk Partisi’ adayları lehine açıklanmasına yönelik emri” yerine getirmemiştir.

    “DP Horoz Partisidir”

    Türkiye, 1950 seçimlerine gelene kadar Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı yıllarında 2 kez çok partili hayata geçmeyi denemiş ama başaramamış, kurulan partiler kısa sürede kapatılmıştı. İkinci Dünya Savaşının 1945’te sonra ermesi ile bir diplomasi başarısı olarak ülkeyi savaşa sokmamayı başaran Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ülkenin yönünü batıya çevirmişti. Avrupa’yı kana bulayan savaş ülkelerin demokrasi ile yönetilmesinin gerekliliğini ortaya koymuş ve tek parti, tek adam gibi diktatöryel yönetimlerin tasfiye edilme gerekliliği doğmuştu.

    Dünyanın; Hitler, Mussolini gibi liderlerle bir kez daha karşılaşmamasının tek çaresi demokrasi ve çok partili yönetimlerdi. Savaştan karlı çıkan ve tarihsel yayılmacı emelleri ile Türkiye için her zaman bir tehdit olan Sovyet Rusya’ya karşı Türkiye’nin tarafı Amerika oldu. İnönü, batı bloğuna girmek için ülkede çok partili bir demokrasi kurulmasının zorunluluğunu biliyordu.

    İşte bu siyasi şartlar, toplumdaki artan memnuniyetsizlik ile birleşti ve 1946 yılında DP’nin kurulmasına etki etti. Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki parti, 1946 seçimlerine katıldı. “Açık oy-gizli sayım” metoduyla yapılan ve bu yönüyle “şaibeli” olarak tarihe geçen seçim sonucunda 61 milletvekili kazanan parti varlığını ispat ediyordu. 1950 Seçimleri ise ülkenin kaderini değiştirdi. DP, kuruluşunun 4.yılında iktidarı devralıyor, Erozan memleketi Bursa’dan TBMM’ye giden 12 milletvekilinden biri oluyordu.

    Erozan’ın Meclis çalışmaları 2 döneme ayrılır. 1950’den 1954’e kadar geçen ilk dönem; Erozan’ın “DP horoz partisidir.” cümlesini kürsüden söylemesiyle başlar. Artık ülkede “horozlanacak” bir parti varsa o da DP’dir.

    Türkiye’nin dünya savaşından sonra başlayan batı blokuna dahil olma çabalarının DP dönemindeki devamı olan Kore’deki savaşa asker göndermesi bu yılların en dikkat çekici gelişmesidir. Bu olay genel olarak siyasi nedenlerle gerçekleşmiş olsa da Erozan’a göre ekonomik sebepler de barındırıyordu. Gazeteci Çetin Altan; Erozan’ın, CHP’nin konu hakkındaki muhalefetine karşı “Asker yerine mercimek, bulgur gönderseydik diyenler; bilmiyorlar mı ki, asker yerine erzak gönderdiğimizde, dolar yerine de, sadece teşekkür gelecekti.” sözlerini yıllar sonra köşesinde aktaracaktı.

    Bu dönemde Erozan, İçişleri komisyonunda çalışıp, bu komisyonun sözcülüğünü yapmıştır. Mülki idareden meclise gelen bir milletvekili olduğu için bu dönemdeki çalışmaları emniyet teşkilatı ve iç işleri bakanlığı üzerinde yoğunlaştırmış, 1953 yılında Meclis İdare Amiri seçilmiştir.

    Devriye Sokak No:8 Moda

    Erozan’ın Meclisteki 2. dönemi 1954 seçimlerinden sonra başlar. Seçimlerde oyunu 3,5 puan arttırarak 58,5’e çıkaran DP, bu oy oranıyla henüz kırılamamış bir rekoru da elinde bulundurmaktadır. Erozan seçimlerin hemen ardından 27 Mayıs’a kadar aralıksız sürdüreceği Meclis Başkanvekilliği görevine seçilir.

    Artık partinin ileri gelenlerinden sayılmakta ve yıldızı günden güne parlamaktadır. Erozan’ın adı 1955 yılında toplanan DP’nin 5.Büyük kongresine katılan şeref üyelerinden biri olarak kayıtlara geçer. Erozan’ın bu kayıttaki adresi fazlasıyla dikkat çekicidir. “Devriye Sokak, No:8, Moda” adresi parti kayıtlarında Erozan’ın ev adresi olarak geçmekte, Fenerbahçe’nin kurulduğu semt, ileride başkanı olacak Agah Erozan’a ev sahipliği yapmaktaydı.

    Agah Erozan Meclis Başkan Vekili olarak oturuma başkanlık ediyor. (Ahmet Kamil Erozan Arşivinden)

    Hafızlar Derneği Başkanı

    DP, 1957 yılından itibaren siyasette gücünü yitirmeye başlamıştır. Bu yıl yapılan seçimlerde DP’nin oy oranı 11 puan düşerek %47,8’e inmiş. Muhalefetteki CHP ise aldığı %41 oyla güçlenmiştir. Partisi ile ters orantılı olarak Agah Erozan ise siyasette yükselmeye devam etmektedir. Akis’e göre bu durum kendisinin sıkı çalışması ile ilgilidir.

    Erozan erken yatıp erken kalkmakta, her sabah saat 6’da meclisteki odasında mesaisine başlamaktaydı. Meclis Başkanvekili olarak meclis iç tüzüğünü ezbere bilmesi başta milletvekillerinin olmak üzere, basının dikkatini çekecek, Aziz Nesin kendisinden “Hafızlar Derneği Başkanı” diye bahsedecekti. Üzerinde konuşulan hemen her konu hakkında gerekli tüzük maddelerini ve zabıtlara geçen konu üzerinde daha önceden yapılmış tartışmaları ezbere bilmesi milletvekillerinin gülmesine neden olacak, bu durum karşısında: “Bazı arkadaşlar da nizamnameyi ezberden okumamdan şikayet ediyorlar. Bu benim vazifem icabıdır. Hatta bendeniz TBMM dahili nizamnamesini (iç tüzüğü) değil Fransa, İtalya, İngiltere Meclislerinin nizamnamelerini de ezbere yakın biliyorum” diyerek karşılık verecektir.

    Agah Erozan’a yöneltilen eleştirilerin odak noktasında yönettiği oturumlarda iktidar-muhalefet arasında gözetmesi gereken tarafsızlık ilkesini dikkate almaması vardı. CHP lideri İnönü, Mecliste bir çok kez dile getirdiği bu tespitini; 1958 yılında Kırıkkale’de yaptığı konuşmasında da tekrar edecek, “Başkanlık divanı tarafsız değildir” diyecektir. Bu suçlama Erozan’ın karşısında Yassıada yargılamalarında çokça çıkacak, idam cezası ile cezalandırılmasının temel sebebi olacaktır.

    Erozan’ın 1955’ten sonra milletvekili kimliği ile üzerinde durduğu dikkat çekici konulardan bazıları; çocuk ölümlerinin araştırılması, kira artış oranlarının belirlenmesi, kolluk kuvvetlerinin ödeneklerinin arttırılması, trenlerde servis edilen yemeklerin fiyat ve kalite kontrolünün sağlanması gibi sosyal konulardır. Erozan’ın sözü geçen bu gibi konular hakkında bilgiye dayalı konuşmalar yaptığı dikkatlerden kaçmamıştır. Erozan’ın özellikle bütçe görüşmelerinde söz aldığı ve görüşmelerde aktif olduğunu görüyoruz. Erozan, Bütçe görüşmelerine neden önem verdiğini şu sözlerle açıklar: “Bütçenin meclisten geçişini sabır, dikkat ve aksatmadan izlediğiniz takdirde bir fakülte bitirmiş olursunuz”

    Erozan, sadece döneminin değil, parlamento tarihinin faal milletvekillerinden biridir. 1920-2018 yılları arasında TBMM’de 8104 milletvekili görev yapmıştır. Bu milletvekillerinin tutanaklarda yer alma sayıları toplamı 1519’dur. Bu verilerle TBMM’de milletvekili tutanak aktivite katsayısını 0,20 olarak belirleriz. Agah Erozan’da ise bu sayı 76’dır.

    “L” Tribünü

    Agah Erozan’ın Fenerbahçe ile yollarının kesişmesi 1957 yılına rastlar.

    Tek parti döneminde Şükrü Saracoğlu’nun başkanlığı altında 16 yıl yönetilen Fenerbahçe’de iktidarın DP’ye geçmesi ile DP’li başkanlar dönemi başlamıştır. Fenerbahçe kongresinde kaynayan kazanlardan önce Osman Kavrakoğlu sonra Zeki Rıza Sporel ve en sonunda da Agah Erozan çıkacak; Erozan’ın yerine gelen Medeni Berk’in başkanlığı ise 27 Mayıs ile yarım kalacaktı.

    Kamuoyunda Fenerbahçe’nin iktidara paralel şekilde yönetilmesi konusunda genel bir yargı vardır. 1957-1960 yılları arasında İstanbul’un 3 büyük kulübünün başkanının siyasi kimliklerini göz önüne aldığımızda bu durumun Fenerbahçe’ye özel olmadığı; Fenerbahçe’nin yazılı basında daha fazla yer alan, toplum dinamiklerine daha fazla etki eden yapısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. DP’nin iktidardaki son 3 yılını; Beşiktaş DP Çanakkale Milletvekili Nuri Togay’ın, Galatasaray ise İzmir Milletvekili Sadık Giz’in başkanlığında tamamlayacak, her iki milletvekili de 27 Mayıs ile birlikte Yassıada’da yargılanacaktı.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 14 Temmuz 1957 yılında yapılan kongresinde kulüp üyeliğine kabul edildi. İstanbul’daki evi Moda’daydı. Kendi deyimiyle “çocuk yaşlardan beri” Fenerbahçeliydi. Kulübe üye olmadan önce maçları o zamanın şeref tribünü sayılabilecek “şeref locası”nın önündeki “L” tribününden, çoğu zaman o tribündeki tek milletvekili olarak takip ediyordu. Başkan olduktan sonra oğulları ile birlikte verdiği röportajda “ikisi de iyi top oynuyor. İleride Fenerbahçe’de oynayacak ve transfer ücreti istemeyecekler” diyen Erozan, kendisi için “Futboldan anlamaz” eleştirilerini de böylece karşılıksız bırakacaktı. Bu röportajda babası ile birlikte fotoğraflanan Erozan’ın oğullarından Mehmet’in, üzerine Fenerbahçe forması ile Zeki Rıza Sporel’den futbol dersi alması yıllar sonra haber olacaktı.

    Kaynayan Kazan : 1957

    Fenerbahçe’yi Erozan’ın kulübe üye olduğu 1957 yılı kongresine götüren gelişmeler, kulüp tarihinde “kongre” olgusunu yansıtması açısından önemlidir. 50.Yılına Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında; geçen sezonun İstanbul Profesyonel Ligi’nin ikincisi olarak başlayan Fenerbahçe, 1957 yılı boyunca çekiştiği Galatasaray’ı sezonun son maçında yenerek averajla şampiyonluğu kucaklamıştı. Şampiyonluğun son maça kalması, yıl boyunca kulüp içerisindeki kongre kulislerinin hareketlenmesinin en büyük nedeni olarak gösterilebilir.

    Basında muhalefetin kongre hazırlıklarına başladığı haberleri sezonun ikinci yarısının ikinci maçında Beykoz’a karşı alınan 1-0’lık yenilgi ile başlar. Bu dönemin Fenerbahçe kulislerinin başrolünde iki aktör vardır. Osman Kavrakoğlu ve İsmet Uluğ.

    DP Rize Milletvekili olan Osman Kavrakoğlu iki dönem önce kulübe başkanlık yapmış, mücadeleci kişiliği ile camiada etkisini sürdüren biridir. “Yavuz İsmet” lakabıyla Fenerbahçe’de top koşturmuş İsmet Uluğ ise kulübün yeniden yapılanmasının gerekliliğini ortaya koyan açıklamaları ile öne çıkmaktadır.

    İsmet Uluğ kendilerine “Fenerbahçeli İdealistler” adını veren bir grup üyenin liderliğini üstlenmekte ve “Kulübün esaslı prensip ve disiplin hataları yüzünden yıpranmış bir idare heyeti ve sarsılmış bir bünyesi vardır. Radikal ve esaslı tedbirler alıp bu istikamette kararlar vermenin önemli olduğu kanaatini taşıyoruz” sözleriyle amaçlarını ortaya koyup; Nisan ayında kongreye gidilmesini istemektedir.

    Kavrakoğlu ise DP’li arkadaşı Zeki Rıza Sporel’in yönetim kurulunda 2. Başkanlık görevini sürdürmektedir. Başkan ile uzun süren anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasıyla görevinden istifa eden Kavrakoğlu, kongre kazanını ateşleyen kişidir.

    Kulübün kongre havasına girmesi ile Başkan Sporel, önce Uluğ’a ikinci başkanlığı teklif etmiş ancak olumlu cevap alamayınca, idealistlerle ardı ardına toplantılar yaparak muhalefeti sakinleştirmeye çalışmıştı. Kavrakoğlu bu gelişmeler olurken sessizliğini korurken İdealistler yapısal değişikliklerin önemine dikkat çekmeye devam etmişlerdi. “Zengin bir idarecinin etrafa kendi kesesinden para dağıtarak kongreyi kazanmak yolunda sarfettiği gayret artık netice vermeyecektir. Çünkü işlenen hatalar onlara çoktan bu davayı kaybettirmiştir” diyerek kongrenin Nisan ayında toplanması için toplanan imzaların 200’ü bulduğunu beyan ettiler.

    Sporel yönetimi ise mevcut üye sayısının 800 civarı olduğunu göz önünde bulundurarak toplanan imza sayısının gerçek dışı olduğunu söylüyor, karşılığında Uluğ cephesi tarafından “kulübün 50.yılı kutlamaları bahane edilerek kongreyi ertelemeye çalışmakla” ile itham ediliyordu.

    İdealistlerin bu saldırıları sırasında bazı bağımsız üyeler, bir şahsın uzun seneler üst üste idareci seçilmesini engellemek için kulüp tüzüğünün değiştirilmesini isterken; kulüp Haysiyet Divanı kamuoyunda bile şaşkınlık yaratan bir karar alıyor, “defterler üzerinde tahrifat” yaptığı gerekçesiyle Rüştü Dağlaroğlu’nu kulüpten ihraç ediyordu.

    Sezonun finali olan Galatasaray maçı öncesi İstanbulspor ile 1-1 berabere kalan Fenerbahçe futbol takımı, kongre saflarının iyiden iyiye belirlenmesine neden oldu. Camiadaki tedirginlik sürdüğü sırada Kavrakoğlu sahne aldı ve Kadıköy grubuna dahil olduğunu açıkladı. İdealistler ise İstanbul Grubu ile beraber hareket etmeye karar verdiler. Şampiyonun belli olacağı 30 Nisan’daki Galatasaray maçını Fenerbahçe futbol takımı 3-0 kazandı. Fenerbahçe’yi şampiyon yapan maçın gollerini Lefter, Niyazi ve Ergun atıyordu. Böylece kulüp, 8 Haziran’daki 50.yıl kutlamalarına şampiyon ünvanı ile çıkıyordu.

    Şampiyonluk ve 50.yıl kutlamaları kongre çalışmalarını yavaşlatmadı. Kavrakoğlu, yaklaşan kongre öncesinde camiaya stadın inşası için 1,5 milyon kredi bulduğunun müjdesini verip ısınma turlarına başlıyor, Uluğ ise kongrenin Haziran’dan Temmuz’a ertelemesi üzerine yönetimi şikayet etmek için dernekler masasına başvuruyordu. Bir ara kongreye “hiçbir gruba angaje olmadan” gireceğini söyleyip Kadıköy grubundan ayrılan Kavrakoğlu, kongre öncesinde tekrar Kadıköy grubu saflarına katılıyordu. Kongre 14 Temmuz 1957’de yapıldı. Kadıköy Grubu’nun listesinin başında Zeki Rıza Sporel ve Osman Kavrakoğlu isimleri, İstanbul Grubu’nun listesinde ise İsmet Uluğ ve Tevfik Taşçı vardı. Kongrede; Kadıköy Grubu’nun listesi firesiz seçiliyor, Dağlaroğlu affediliyor, Agah Erozan üyeliğe kabul ediliyordu.

    Baş döndüren kulis faaliyetleri esnasında kongreden iki gün sonra verilen bir beyanat belki de Agah Erozan’a Fenerbahçe başkanlığına giden yolu açmıştır. İstanbul Grubu’nun “kazanırsak Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan’ı fahri başkan yapacağız” vaadi onlara seçimi kazandırmasa da bir sonraki kongre için Erozan’a başkanlık yolunu açan stratejiyi belirlemiştir.

    1958 Kongresi’ne giderken, Muhalefet Kavrakoğlu için “De Gaulle” diyor.

    Karma Liste

    Fenerbahçe kongresi açısından; Zeki Rıza Sporel’in başkanlığında geçen 1958 yılı, 1957 senesi ile neredeyse aynı olayların, aynı tartışmaların, aynı vaatlerin yaşandığı bir yıl oldu. Tek fark; İstanbulspor’a iki maçta da yenilip Galatasaray’dan ise sadece bir beraberlik alabilen futbol takımının İstanbul Liginde şampiyon olamamasıydı.

    Geçen sezon şampiyonluğun son maça kalması dolayısıyla sürekli kaynayan kazanların altı, bahar mevsimi ile birlikte tekrar ateşlendi. Aktörler yine aynıydı. Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ. Verilen demeçlerin, gruplardaki bölünmelerin, istifaların, görev kabul etmemelerin bile geçen sene ile aynı olduğu bu süreç; 1957 Kongresinde yönetime giren Kavrakoğlu’nun, Başkan Zeki Rıza Sporel ile tekrar anlaşmazlığa düşüp istifa etmesiyle başladı. Sporel, ondan boşalan koltuğu Uluğ’a önerdi ancak teklif reddedildi. İsmet Uluğ’un sahneden çekilmesi böylece kısa sürmüş oluyordu. Artık Sporel ve Kavrakoğlu resmen rakiptiler. Kavrakoğlu, takımı içine düştüğü bu kötü durumdan ancak kendisinin kurtaracağını söylüyor ve değişmeyen vaadini tekrarlıyordu: “Stadın inşaatını tamamlayacağım”

    Erozan’ın adaylık süreci kongreye 20 gün kala Haziran ayı içinde başladı. Zeki Rıza Sporel’i 2 dönemdir destekleyen Kadıköy Grubu bu sefer Kavrakoğlu karşısında işinin zor olduğunu biliyordu. Eski başkanlardan Kavrakoğlu’nun Sporel ile gergin ilişkileri ve yaptığı muhalefetin, futbol takımının şampiyon olamadığı bir sezondan sonra yapılacak kongrede başkanlığı alması neredeyse kesindi. Kadıköy Grubu, Kavrakoğlu’nun karşısına ondan daha güçlü birini çıkarmalıydı. O isim çok geçmeden bulundu. Geçen sene gerçekleşen kongrede kulübe üye yapılan, DP Bursa Milletvekili ve Meclis Başkanvekili Agah Erozan.

    Erozan’ın başkan adayı olarak ortaya çıkış sürecinde iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Bunlardan ilki Erozan’ın, Kadıköy Grubunun liderliğini yürüten ve özünde CHP’li olan Semih Bayülken – Muhittin Bulgurlu ikilisine başkan olma isteğini söylemesi, diğeri ise ikilinin Erozan’ı başkanlık için uygun bulup teklif götürdüğü yönündedir. Her iki görüşü birlikte değerlendirdiğimizde spor-siyaset ilişkisinin “karşılıklı fayda” ekseninde ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Erozan ise başkan seçildikten verdiği röportajda “Kulübe hizmet edebilme düşüncesiyle arkadaşlarımızın davetini kabul ettim.” diyecek ve ikinci görüşün doğruluğunu destekler ifadeler kullanacaktı.

    Fenerbahçe 1958 yılındaki kongreye 3 adayla girdi. Kavrakoğlu muhalefetin, Erozan Kadıköy grubunun adayıyken, Sporel de başkan sıfatıyla yarışa katıldı. 6 Temmuz’da yapılan kongrede kazanan “karma liste” oluyor ; son iki senenin aktörleri Zeki Rıza Sporel, Osman Kavrakoğlu, İsmet Uluğ, Agah Erozan ile birlikte Fenerbahçe’yi yönetmek için seçiliyordu. Yönetim kurulu ilk toplantısını seçimden bir gün sonra yapacak ve Sporel ile Kavrakoğlu başkanlığa aday olmayacak, Erozan Fenerbahçe’nin 23.başkanı olarak seçilecekti.

    Kulübün o zamanki tüzüğüne göre listelerden en çok oyu alanlar yönetim kurulunu oluşturuyor, kurul kendi içerisinde görev dağılımı yaparken başkanını da seçiyordu. 1958 yılında seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında; 2 eski başkan (Sporel – Kavrakoğlu), 2 gelecekteki başkan (Uluğ – Ilgaz) ve Erozan’ın yer alması, kurulu bünyesinde 5 başkan barındıran yönetim kurulu olarak tarihe geçiriyordu.

    7 Temmuz 1958 – Fenerbahçe İdare Heyeti

    Çifte Kupalı Rekor

    Erozan başkan seçildikten sonra yapacaklarını sıralarken bilinenlerin dışına çıkmadı. “İkilik bitmeli” diyerek Fenerbahçe’deki gruplaşmaya dikkat çekti. Stad sorununu çözeceğini ve tüm şubelerle birlikte futbol şubesi kadrosunun da transferlerle güçlendirileceğini söyledi. “Fenerbahçe’nin şerefi için futbol oynayan, koşan, atlayan, güreşen, denizlerde mücadele eden, basketbol oynayanların, hem bugünkü hakları korunacak, hem de kadirşinaslık vazifesi olarak istikballerini hazırlayıcı tedbirler alınacaktır” demecini vererek sporculara güven vermek istedi.

    Fenerbahçe futbol takımı 1958-1959 sezonuna Yüksel Gündüz ve Mustafa “Mikro” Güven’in de aralarında bulunduğu 5 transferle kadrosunu güçlendirerek başladı. Özcan, Şükrü, Basri, Nedim, Seracettin, Osman, Avni, Naci, Necdet, Akgün, Ergun, Yüksel, Mustafa, Şeref, Can, Lefter, Niyazi, Hüseyin; Macar Teknik Direktör Ignace Molnar yönetiminde Ağustos ayında İstanbul Futbol Liginde mücadeleye başladılar. Fenerbahçe son İstanbul Ligi’nde; yaptığı 18 maçın 14’ünü kazanıp yalnızca 4 beraberlik alarak sezon sonunda şampiyonluğunu ilan etti.

    Türk futbolunda değişen yeni sistem ile İstanbul Ligi’ni ilk 8 sırada bitiren takımlar Türkiye Ligi’ne katılmayı hak kazandılar. Günümüzde hala devam eden organizasyon, iki gruplu lig sistemi ile başladı. Fenerbahçe, oynadığı 14 maçta sadece 2 beraberlik alarak beyaz grup maçlarını lider bitirdi. Her iki lig organizasyonunu da yenilgisiz bitiren Fenerbahçe, kırmızı grubu lider bitiren Galatasaray ile final maçlarına çıktı. İlk Maç 10 Haziran 1959’da oynandı ve Metin Oktay’ın gölü ile Galatasaray’ın 1-0’lık galibiyeti ile sonuçlandı.

    Bu sonuç ile Fenerbahçe futbol takımının 10 Ağustos 1958’de başlayan yenilmezlik serisi sona ermiş olsa da Fenerbahçe tarihinin halen kırılamayan rekorlarından biri olarak tarihteki yerini korumaktadır. Sözü geçen 10 aylık süre zarfında Fenerbahçe resmi ve özel 54 maça çıkmış, sadece 8 kez berabere kalıp, hiç yenilmemişti.

    Rövanş maçı ilk maçtan 4 gün sonra yine Mithatpaşa Stadı’nda oynandı. Yüksel, Naci, Mustafa ve Şeref, Fenerbahçe’yi 4-0’lık galibiyete taşıyan golleri atıyorlardı. Yeni başkanı ile ligin yeni organizasyonunda uzun bir maratonu iki şampiyonluk ve rekor ile kapatan Fenerbahçe futbol takımı için artık Avrupa’ya açılma zamanı gelmişti.

    1958-1959 Türkiye Futbol Ligi Şampiyonluk Kupası (Alper Katmer Arşivinden)

    Nice Üçlemesi

    Fenerbahçe, 1959-1960 sezonunda Türkiye’nin şampiyonu olarak Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılma hakkını kazandı. Şampiyon Kulüpler Kupası organizasyonu ilk kez 1956 yılında başlamış, bu yıl İstanbul Şampiyonu Galatasaray, Dinamo Bükreş’e elenmiş; 1958-1959 sezonunda ise Federasyon Kupası Şampiyonu Beşiktaş, Real Madrid’e elenmekten kurtulamamıştı.

    Fenerbahçe’nin ilk kez çıktığı Avrupa arenasında ilk turdaki rakibi Macar Şampiyonu Csepel takımıydı. 13 Eylül 1959’daki ilk maçta alınan 1-1’lik skordan sonra kamuoyu Fenerbahçe’nin şampiyonaya veda edeceğini düşünmeye başlamıştı. Maçın rövanşı 23 Eylül’de oynandı ve alınan 2-3’lük galibiyet Fenerbahçe’ye, hem kendisi hem de ülkesi adına, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını verdi.

    Fenerbahçe’nin 2.turdaki rakibi Fransız Şampiyonu Nice takımıydı. Futbol tarihimizde bir Fransız takımı ile karşılaşan ilk takım bu eşleşme ile Fenerbahçe oluyordu.

    19 Kasım 1959’da İstanbul’daki eşleşmenin ilk maçı öncesi Basındaki genel kanı Nice maçlarının Csepel eşleşmesinden daha zorlu geçeceği yönündeydi. Ancak Fenerbahçe güzel bir oyunla maçı 2-1 kazanıyor, rövanş yolculuğu öncesinde umutlanıyordu. Eşleşmenin 3 Aralık’taki 2. Maçı öncesi UEFA Genel Sekreteri Pierre Delauney, Nice takımının 2-1 lik galibiyeti söz konusu olursa 3.bir maç ile turu atlayan takımın belirleneceğini deklare ederken, Fenerbahçe Başkanı Agah Erozan, Fransız basınındaki “kesin galibiyet” havasına karşın “Dikkat etsinler bu gelen Fenerbahçe’dir” diyordu. Geçen sezon aynı organizasyonda Beşiktaş’ı eleyen Real Madrid’in Başkanı Santiago Bernabeu ise Fenerbahçe-Nice eşleşmesinde desteğinin “şöhretli Türk takımına” olduğunu beyan ediyordu.

    Maçtan iki gün önce Nice’e ulaşan Fenerbahçe kafilesine çocuklarının hastalığı sebebiyle eşlik edemeyen Erozan’ın yerine Faruk Ilgaz başkanlık ediyordu. Bu gelişmelerle çıkılan eşleşmenin ikinci maçından önce Nice şehride son yıllarda görülmemiş bir yağış başlıyor, hatta maçın ertelenmesi bile gündeme geliyordu. Maçın ilk yarısı 0-0 sona eriyor, ikinci yarıda üst üste 2 gol bulan Nice tur atlamaya yakınken; Fenerbahçe hücuma geçiyor, Şeref’e ceza sahasında yapılan faul sonucunda verilen penaltıyı Lefter 83.dakikada gole çevirip, son sözü 3.maça bırakıyordu.

    Üçüncü maç için iki kulübün arasında ortaya çıkan anlaşmazlığın konusu maçın oynanacağı yer üzerineydi. Nice takımı Barcelona üzerinde ısrar ediyor, Fenerbahçe ise iki ülke arasındaki uzaklıktan dolayı buna karşı çıkıyordu. UEFA kararını 10 Aralık’ta “Cenevre” olarak açıkladı. Karar öncesinde UEFA’yı etkilemek için Barcelona’yı ziyaret eden Nice kulübü üyelerinin çabaları boşa çıkıyor, UEFA nezdinde Fenerbahçe’nin Barcelona itirazı haklı görülüyordu. Agah Erozan, “Bu yolda giriştiğimiz mücadeleden galip çıkmaktan dolayı sevinçliyiz. Avrupa Futbol Birliği tarafsızlığını göstermiştir.” demeciyle kulübün diplomatik başarısını ilan ediyordu.

    19 Kasım 1959 / Nice maçında Fenerbahçe Kadrosu (Oğuz Topoğlu Arşivinden)

    Cenevre’deki maç öncesi Fenerbahçe camiası çok heyecanlıydı. Döviz bulundurmanın devlet iznine bağlı olduğu o yıllarda, Cenevre’ye seyahat etmek için 60.000 kişi Maliye Bakanlığına döviz talebiyle başvuruyor ; Bolu’dan 50 kişi iki otobüs ile İsviçre’ye yola çıkıyor, turizm acentaları gazetelere maç için ilanlar veriyordu. Bu heyecan Başkan Erozan’ın demeçlerine de yansıyordu. Maçın sonucu göz önüne alındığında başkanın açıklamalarının takımın tedbiri elden bırakmasına etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. “Fenerbahçe kurulduğu günden bu yana daima hücumda muvaffak olmuştur. Dikkat edilecek olursa müdafaa maksadiyle çıkmış olduğu maç adedinin pek az olduğu görülecektir. Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur.”

    Bolulu Fenerbahçeliler Cenevre yolunda – Aralık 1959 (Fenerbahçe Dergisi’nden)

    Fenerbahçe kafilesi Erozan başkanlığında 19 Aralık’ta Cenevre’ye ulaştı. Erozan, futbol takımı için Türk halkından dua isterken, futbolculara 500 bin liralık prim verdiğini ilan etti.

    Fenerbahçe 23 Aralık 1959’da, 45 gün içerisinde Nice takımıyla oynadığı 3.maçtan, 1-5 yenik ayrıldı. Kaleci Özcan’ın yaptığı hataların gazetelerde konu edildiği maçın, bu sonuçla bitmesinin en büyük nedeni ise yağan aşırı yağmur ile ağırlaşan saha zeminiydi. Son aylarda gerek yönetim gerekse teknik heyet içerisinde baş gösteren huzursuzluklar Nice maçları dolayısıyla buzdolabına kaldırılmıştı. Bu maçtan sonra buzdolabının kapısı açıldı. Bütün sorumluluğu üstüne almanın yürüttüğü görevin bir gerekliliği olduğunu dile getiren Erozan, Nice yönetiminin maçın ertelenmesi yönündeki önerisini prensipte kabul etmiş; ancak bu öneriyi teknik direktör Molnar’a ilettiğinde, kendisinden maçı oynamanın daha avantajlı olacağı karşılığı almıştır. Molnar’ın maçı oynama ısrarı Fenerbahçe’nin elenmesine neden oluyor, kapağı açılan buzdolabından ise “kongre pastası” çıkıyordu.

    Şampiyon Kadınlar

    Fenerbahçe Agah Erozan döneminde amatör branşlarda tıpkı futbolda olduğu gibi başarılı bir dönem geçirdi. Özellikle kadın branşlarına verilen önem dikkatlerden kaçmamaktadır. Erozan döneminde kadın voleybol takımı İstanbul ve Türkiye şampiyonu olarak çifte kupa ile sezonu tamamlamıştır. Bu takımın efsane oyuncusu Ayten Salih, Erozan’ın kendileri ile yakından ilgilenen bir başkan olduğunu söyler. Kadın basketbol takımı ise İstanbul Şampiyonu olmuş olsa da, Türkiye Şampiyonasını ikinci sırada tamamlamıştır. Erozan döneminde İstanbul Ligi’ndeki 3.sezonunu yaşayan erkek voleybol takımı, İstanbul Şampiyonasını 5.sırada bitirmiştir.

    Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı (Nazmiye Kor arşivinden)

    1959 yılında Boks şubesi İstanbul şampiyonluğunu İETT’ye kaptırarak 2.olmuş, Türkiye şampiyonasında ise 54 kg’da mücadele eden Muammer Sevinti ile altın madalya kazanmıştır. Yelken branşı Erozan döneminde sporcu Zekai Tüker ile Fenerbahçe’ye gümüş madalya getirmiştir.
    Fenerbahçe Atletizm şubesi ise 1959 yılını İstanbul Kulüplerarası Şampiyonası’nda Beşiktaş’ın önünde birinci tamamlayarak üst üste beşinci şampiyonluğunu kazanıyor; aynı yıl genç erkekler, yıldız erkekler, ve Türkiye Kros Şampiyonu da olarak Erozan döneminin başarılı branşlarından biri oluyordu.

    Erkekler Basketbol şubesi İstanbul şampiyonasını 3.olarak tamamlamasına rağmen, Gençlerde ve büyüklerde Türkiye Şampiyonu oluyor, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’na katılıyordu.

    Fenerbahçe erkek basketbol takımı için Avrupa şampiyonası maceralı başladı. İlk tur kurasında İsrail’in Maccabi Tel Aviv takımı çıkmıştı. 5 Kasım 1959 tarihinde Uluslararası Basketbol Federasyonu (FIBA); İsrail şampiyonunun Maccabi olmadığını belirterek, Fenerbahçe’ye devam etmekte olan İsrail Ligi’nin şampiyonuyla 1960 başında oynamayı isteyip istemediğini sordu. 8 Kasım’da Fenerbahçe, Maccabi’yi 1958-1959 İsrail Basketbol Şampiyonu olarak gördüğünü, başka bir rakibi kabul etmeyeceğini açıkladı. Sonuçta FIBA, Fenerbahçe’nin Maccabi Tel Aviv ile oynaması gerektiğini onayladı. Türk Dışişleri, Fenerbahçe’ye Kudüs’te olmamak koşuluyla İsrail’de bir maç yapma izni verdi. Ancak bu defa Maccabi’nin maç tarihinde sahaya çıkamama sorunu ortaya çıktı. FIBA, 23 Kasım 1959 tarihinde Maccabi’ye 48 saat süre verdi. Bu süre içerisinde Maccabi’nin şampiyonadan çekildiğini açıklamasıyla 1 Aralık 1959 tarihinde FIBA, Fenerbahçe’nin ikinci tura yükseldiğini ilan etti. Fenerbahçe’nin ikinci turdaki rakibi son iki senenin güçlü ekibi Bulgaristan’ın Akademik takımıydı. İlk Maçı 61-69 kaybeden Fenerbahçe, 10 Şubat 1960 yılındaki rövanş maçından da 55-70 yenik ayrılarak kupadan elendi.

    30 Ocak 1960 Fenerbahçe:61-69:Akademik

    Lefter & Can

    Günümüzde “Fenerbahçe tarihinin efsane futbolcuları hangileridir?” sorusunun cevaplarının içinde en çok yer alan isimlerden ikisinin Lefter Küçükandonyadis ve Can Bartu olacağı kesindir. Fenerbahçe tarihinin ilerleyen yıllarda “efsane” olarak anılacak, cenaze törenleri Fenerbahçe Stadı’nda yapılacak bu iki futbolcusu, Erozan döneminde takımı sırtlayan oyunculardı. İki futbolcunun başkan için de özel olduğu, sadece bu iki futbolcu ile ilgili anılarının günümüze kadar gelmesinden kolaylıkla anlaşılabilir.

    Erozan’ın her iki oyuncu ile ilgili anıları Halit Deringör ve İslam Çupi’nin satırları aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Halit Deringör, Erozan’ın “ilk defa Fenerbahçe gibi bir takıma yönetici olmayı yadırgadığını”, bunun sonucundan da futbolcularla “senli benli olup” mesafeyi kapattığını yazar. Deringör’e göre bu durum, Erozan’ın “hoşsohbet ve nüktedan” biri olmasıyla yakından ilgilidir.

    İslam Çupi de Lefter’in Nice eşleşmesinin 2.maçında attığı mucizevi penaltıdan sonra Erozan’ın elindeki viski bardağını döndürerek“o penaltıyı ben bile atamazdım” ironisine köşesinde yer verir. Deringör’ün aktardığı Erozan-Lefter anısı Nice eşleşmesinin 3.maçı için ikilinin Cenevre’de olduğu sırada yaşanmıştır. Erozan; futbolcularla şakalaşan, onlarla arkadaş gibi zaman geçirmektedir. Maç öncesi iskambil kartlarıyla oyunlar yaptığı sırada Lefter’e dönerek: “Yarın gol atarsan seni bara götüreceğim, hem senin Rumcan var bize yardımcı olursun” diyecektir. Bu şaka Lefter’i hem şaşırtıp aynı zamanda da utandıracaktır.

    Erozan’ın Can Bartu ile olan anısı, Bartu’nun “araba sevdası”nın eseridir. 18 Mart 1959 yılında İnönü Stadı’ında oynanacak bir Beşiktaş için Fenerbahçe takımı arabalı vapur ile Kabataş’a geçmiştir. Takım Kabataş’ta sevgi gösterileri ile karşılanır. Can Bartu, Başkan Erozan’ın samimiyetine güvenip arabasını kullanma izni ister. Bartu, arabalara olan merakından başkanının arabasını kullanmak istemiş; isteğinin kabul edildikten sonra geçtiği şoför koltuğundan, önünde giden arabaya çarptıktan sonra inmek zorunda kalmıştır. Takım maça giderken gerçekleşen bu kaza, Erozan’ın müdahalesi ve konumunun etkisi ile tatlıya bağlanır. Devlet arşivlerinde karşımıza çıkan bir belge, Agah Erozan’ın Devlet Malzeme Ofisi’nce ithal edilen arabalardan birini, bu kurumdan satın almasına verilen iznin yer aldığı kararnamedir . Kararname 7 Şubat 1959 tarihlidir ve konu edinilen maç tarihi ile arasında bir ayı biraz aşan bir süre vardır. Her ne kadar marka ve modeli bilinmiyorsa da, Can Bartu’nun dikkatini çeken bu arabanın büyük olasılıkla Erozan’ın kararname ile satın aldığı araç olduğunu söyleyebiliriz.

    1959 yılı sonrası, futbolcuların popüler kültürün bir parçası olmaya başladığı dönemdir. 1960 yılında ligin popüler futbolcuları ile röportajlar yayınlayan Hayat Dergisine göre, röportajı yayınlanan 7 ünlü futbolcudan sadece Can ve Lefter’in otomobilinin olduğu bilinmektedir. Kim bilir belki de Can Bartu araba almaya, Erozan’ın arabasını kullandıktan sonra karar vermiştir.

    Can Bartu ve Lefter Küçükandonyadis

    Olağan Kongre – Fevkalade Kongre

    Agah Erozan, seçildiği kongre dışında, başkanlığı döneminde 2 kongre yaşadı. İlki, geçmişteki kongrelere oranla daha sakin geçen ve daha az tartışmanın yaşandığı 1959 kongresidir. Kongre öncesinde, gruplar birleşip özeleştiri yapacak kadar rahattılar. Birleştiklerini “her yıl gazetelere mevzu olmaktan başka bir işe yaramayan ve kulübümüz için yıpratıcı bir mahiyet taşıyan kongre faaliyetlerini bu sene kendi aramızda halletmek istiyoruz” sözleriyle açıklayıp bu satırların yazarının hislerine tercüman olan gruplar, her sene alışılagelen kongre faaliyetlerini nadasa bırakıyorlardı.

    Erozan ise, bütün branşlarda kulübe şampiyonluk yaşatmış bir başkan olarak Fikirtepe’de 100.000 kişilik bir stad projesi vaadi ve “Fenerbahçe bir bütündür ve bütün kuvvetini bu bütünden almaktadır” sloganıyla kongreye hazır olduğunu gösteriyordu.

    12 Temmuz’da yapılacak kongre öncesinde, kongrelerin önemli aktörlerinden Kavrakoğlu’nun “Fenerbahçe’de muhalefet yok, kongreye tek liste girilecek” beyanatını vermesi ile Fenerbahçe’nin yaklaşan kongresi üzerindeki ilgi neredeyse kaybolmuştu. Erozan’ın yeniden başkanlığına kesin gözüyle bakılıyordu. Tam bu esnada Molnar krizi patladı ve kongre havası tekrar camiaya hakim oldu.

    Faruk Ilgaz-Agah Erozan-Müslim Bağcılar (Vecdi Teker -Paşalı Birol- Arşivinden)

    Sezonun bitimiyle önceden bu kararı aldığı yönetim tarafından bilinen Teknik Direktör Molnar’ın görevine son verildi. Bu kararın alındığı toplantıda daha önce “tek liste” vurgusu yapan Kavrakoğlu, Erozan ile sert tartışmalara girdi. Tartışmaların temelinde Kavrakoğlu’nun yönetimin “aşırı masraf” yaptığı düşüncesi vardı. Ne de olsa Fenerbahçeli Fenerbahçeli’nin kurduydu ve şampiyonlukların geldiği bir sezondan sonra bile kavga edecek bir neden bulunabilir, bulunamadığında da yaratılabilirdi. Kavrakoğlu tartışma sonrasında, kongrede Erozan’ın listesinde yer almayacağını kesin bir dille beyan etmişti. Tartışma basında “kongre sath-ı mailine giriş” olarak tanımlandı ve birkaç gün sonra Erozan ve Kavrakoğlu’nun kongrede şanslarının eşit olduğu tahmini spor sayfalarında yerini buldu .

    Erozan nabız yoklamak için kongreden 10 gün önce başkanlıktan istifa ettiğine ilişkin mektubu yönetim kuruluna verdi. Böylece yönetim kurulundaki arkadaşlarının tepkisini ölçmek istiyor, kongreye gireceği şartları planlamayı amaçlıyordu. Erozan, basına ise “kongreyi rahatlatmak için” istifa ettiğini ve kongreye kadar sade bir yönetim kurulu üyesi olarak görev yapacağını dile getiriyordu. Başkanın bu hamlesi kendisi için olumlu sonuç veriyor; kurul istifayı kabul etmeyerek, Erozan’ın kongreye yönetici arkadaşlarının desteği ile girmesini sağlıyordu.

    Kongre bu şartlar altında başladı. Erozan’a yönetilen tek eleştiri kongre öncesindeki tartışmalardan da tahmin edileceği gibi, “israf” üzerineydi. Kimsenin sportif başarısızlık üzerine söyleyeceği söz yoktu. Erozan, kongre konuşmasında üyelere “başarı-para” denklemi kurarak, “İsraf da laf mı? Fenerbahçe altın bir devir yaşıyor. Tam 9 şampiyonluk. Fenerbahçe kulübü bir spor kulübüdür, yağ ticarethanesi değil” diye sesleniyor, böylece muhaliflerin gardını düşürüyordu.

    Erozan’ın ikinci hamlesi ise zaten elinde olan avantajı kesin zafere dönüştürdü. “İkiliğin kalkmasını temenni ediyorum” diyerek, yıllardan beridir kavgalı olan, aynı yönetim kurullarında yer alsalar bile aralarındaki küslüğün kulüpteki herkesin bildiği Sporel ve Kavrakoğlu’nu kürsüye çıkartıp, onları öpüştürüp barıştırdı. İktidar partisinin 2 üyesi, DP gücünü günden güne kaybederken küs kalmamalıydı. Onları barıştırma görevi de Meclis Başkanvekili Erozan’a düşmüştü. Kongre, sahnedeki üçlüyü çılgınca alkışladı. Erozan bu şartlarla kongreyi kazanıp başkanlığının ikinci dönemine başlayan isim oldu. Seçilen yönetim kurulunda; Kavrakoğlu, Uluğ, Ilgaz görev alan isimlerdendi. Yıllar sonra Kadıköy grubunun ve Fenerbahçe kongresinin önemli isimlerinden Semih Bayülken bu kongre ile ilgili şu demeci verecektir: “Bugüne kadar 27 kongre kazandım. Bir tek mağlubiyetim var, o da Agah Erozan’a”

    Fenerbahçe İdare Heyeti – Dönemin tüm aktörleri bir arada: Müslim Bağcılar, Kavrakoğlu, Erozan, Uluğ, Ilgaz

    Fenerbahçe’de Sona Doğru

    Fenerbahçe 1959-1960 sezonunun ilk 4 haftasında 2 galibiyet 2 beraberlik alarak başladı. Erozan kongreyi kazandıktan sonra Eylül ayına kadar böbrek ameliyatı olduğu Münih’te kalmış; döndükten sonra ligde alınan beraberliklere Csepel karşısında iç sahada alınan beraberlik de eklenince, camiadaki huzursuzluk artmıştı. Futbol takımının bu şartlara rağmen Csepel’i deplasmanda yenip tur atlanması da huzursuzluğun bitmesine yetmemişti. Nitekim kongrenin fitili, yapılan yönetim kurulu toplantısında “tasarruf tedbirleri” konu başlığı altında ateşlendi.

    Bu kez sahnede tekrar İsmet Uluğ vardı. Yönetim kurulunun tasarruf tedbirleri gereği Nice maçı öncesi kamp yapılmasına izin vermemesi ve futbol profesyonel kadrosunda kesintiye gitmesi üzerine Uluğ, Erozan ile tartışıp genel kaptanlık görevinden istifa ediyordu. Tartışmanın boyutları demeç savaşlarına yansıdığı kadarıyla büyüktü. Erozan, Uluğ’un istifasını “Fenerbahçe camiasından 40 umumi kaptan, 100 reis çıkar” diye sıradanlaştırırken, Uluğ ise “İstifama sebep kampa girilip girilmemesi değil, profesyonel kadronun 13’e indirilmesidir. Reis ‘40 umumi kaptan, 100 reis çıkar diyor’ Bu sözün eksik tarafı Agah Bey gibi umumi kaptanın 40 değil, 800 Fenerbahçe azası içerisinde 799 tane olduğudur.” demeciyle köprüleri atıyordu. Uluğ’dan sonra genel kaptanlık görevini Kavrakoğlu devralıyor ve Yönetim Kurulu, Karagümrük karşısında alınan 2-0’lık yenilgi sonrasında Nice maçlarının bitimiyle olağanüstü kongreye gitme kararı alıyordu.

    Nice eşleşmesinin 3.maça kalması üzerine ara verilen kongre tartışmaları; bu maçta alınan 1-5’lik yenilginin, ligde Beşiktaş ve Göztepe’ye karşı alınan yenilgilerle birleşmesiyle tekrar alevlendi. Fenerbahçe muhalefetinin, kongreyi kazanmak için, kulübü yönetenlerin siyasi ya da toplumsal kimliğini dikkate almaksızın, DP’ye mensup milletvekillerinden birinin başkan adayı olarak aramaya başlaması bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Nitekim son kongreden sonra uyum içerisinde çalışmaya başlayan Erozan-Kavrakoğlu ikilisine karşı bu defa DP Antalya Milletvekili Atilla Konuk başkanlık için muhalif grupların radarına girmiştir.

    1960 Ocak ayı kongre tartışmalarının yeniden başlayıp sonuçlandığı aydır. Uluğ’un sert muhalefeti, Kavrakoğlu’nun idareyi ele alması, Erozan’ın kongreye gitmeyi kabul edip aday olmayacağını açıklaması bu ay içerisinde gelişen olaylardır. Bu ay içerisinde muhalif gruplar Atilla Konuk’tan vazgeçerek yeni bir adayın adını ortaya atmışlardır: DP Ordu Milletvekili Atıf Topaloğlu. Bu ismin Menderes tarafından da kabul gördüğü gazete sayfalarına yansıyordu. Kısa süre içerisinde bu iki ismin de üzeri çizilecek, iktidar partisinden başkan adayı aramakta olan Fenerbahçe muhalif grupları, Menderes’in önerisini kabul edecek, böylece Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Medeni Berk’in adaylığı kesinlik kazanacaktı. Adaylığın açıklandığı 23 Ocak 1960 tarihinde kulübe üye bile olmayan Medeni Berk; 18 Şubat’ta üye olmak için kulübe başvuracak , 6 Mart’ta yapılan seçimi kazanıp başkanlık görevi Agah Erozan’dan devralacaktı. İki başkanın görev yaptığı bu sezonun sonunda şampiyonluk ipini ise Beşiktaş göğüsleyecekti.

    “Türkiye’de Tanınmak Neymiş…”

    Agah Erozan başkanlıktan ayrıldıktan sonra, Meclis’teki başkanvekilliği görevine geri döndü. 27 Mayıs askeri darbesine kadar da bu görevini sürdürdü. Erozan, 6 Temmuz 1958’den 6 Mart 1960’a kadar 609 gün Fenerbahçe başkanlığı yapmış; bu dönemde Fenerbahçe futbol takımı yaptığı 104 maçta 299 gol atıp, 76 golü kalesinde görmüştür. Erozan’ın Fenerbahçe’si, günümüzün lig organizasyonunun ilk şampiyonu olmuş, Avrupa kupalarında tur atlayan ilk Türk takımı ünvanını almıştır. 1959 Yılında, Türk spor tarihinde ilk kez bir spor kulübü üç ana branşta birden şampiyon olmuştur.

    OrganizasyonOGMBAY
    Özel Maç32261512226
    Özel Kupa7610224
    İstanbul Ligi181404477
    Türkiye Ligi42343510028
    Avrupa Ş.K.Kupası5221811

    Meclis Başkanvekili iken Fenerbahçe’ye başkan olan ve bu durumun dönemin muhalif mizah yazarı Aziz Nesin tarafından “Meclis başkanvekili desen kimse tanımaz. Fenerbahçe Başkanı desen memedeki çocuklar bilir.” şeklinde tarif ettiği durum için Agah Erozan’ın yaptığı tespit; hem spor kulüplerinin toplumsal hayata ve siyasete etkisini, hem de Fenerbahçe başkanlığı ünvanının ne kadar büyük bir sorumluluğu da bünyesinde barındırdığını göstermesi açısından önemlidir. Bir diğer deyişle geleceğe ışık tutacak niteliktedir.

    “Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Fatih Kaymakamı oldum. Milletvekili oldum. Parlamentoya girdim iç tüzüğü hafızladım. Bana ‘hafız’ dediler. Sonra parlamento başkanı oldum. Ama beni çok az kişi tanıdı. FB başkanı olunca adeta şaşırdım. Yüz numaraya girerken çıkarken bile manşetlere çıktım” , “Türkiye’de tanınmak neymiş ben Fenerbahçe’ye başkan olunca öğrendim.”

    Yassıada

    Agah Erozan’ın hayatı 27 Mayıs sabahı tüm DP’lilerinki gibi değişti. On yıl önce yine bir mayıs sabahı başlayan siyaset macerasının sıradaki durağı İstanbul’daki Davutpaşa kışlası, son durağı ise uzun yargılamaların gerçekleşeceği Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada olacaktı.

    Durum Agah Erozan özelinde böyleyken, 27 Mayıs darbesi Fenerbahçe’yi de etkiledi. Kulüp on yıldır DP’lilerce yönetiliyordu ve mevcut başkanı Medeni Berk tıpkı Beşiktaş ve Galatasaray’ın başkanları gibi DP milletvekiliydi. Fenerbahçe’nin Ankara’daki bürokratik işlerini yürüten ve kulübü başkentte temsil eden Naci Barlas, yayınlanmamış anılarında ihtilal havasının kulübe etkisinden şöyle bahseder: “Ankara’ya döndüğüm zaman bir de baktım ki 27 Mayıs ihtilali Demokrat Parti ile beraber Fenerbahçe kulübüne karşı yapılmış. Normal olarak bütün idareye el koymuş olan askeri idare spor teşkilatını baştan sonra değiştirdi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nün ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun başına birer albay getirilmiş. Bunlar normal gibi gözükse de Yassıada’ya giden milletvekillerinin yarısı Fenerbahçeli. Meclis Başkan Vekili Agah Erozan eski Fenerbahçe başkanı. Medeni Berk hali hazırda Fenerbahçe başkanı. Menderes Fenerbahçe sempatizanı. Osman Kavrakoğlu eski Fenerbahçe Başkanı. Şimdi burada söylediklerim benim intibaım veya tahminim değil. İhtilalin Jandarma Genel Komutanı yaptığı General Abdürrahim Doruk benim amcamdı. Ben Ankara temsilcisi olarak federasyon ile beden terbiyesi ile boğuşuyorum. Kendisine maruz kaldığımız haksızlıkları anlatınca bana: ‘Fenerbahçe, DP ağırlıklı ve sanki bu ihtilali tasvip etmiyormuş ve ihtilale karşıymış intibaı var askerlerde’ diye söylemişti.”

    Darbenin gerçekleştiği 1959-1960 sezonunda Beşiktaş’ın ardından ikinci olan Fenerbahçe’nin; 12 takımın katıldığı ve askerlerin, darbenin lideri adına kamuoyundan sempati kazanmak amacıyla düzenlediği “Cemal Gürsel Kupası” kupasına katılmasına ve finalinde Galatasaray’ı yenip şampiyon olmasına rağmen darbe yönetimi ile yıldızı barışmadı.

    Kulüp, 1960-1961 sezonunda Galatasaray ile çekişirken askerlerle ilişkileri geren bir dizi olay gerçekleşti. Önce, 1.Ordu Komutanı Cemal Tural’ın kulübü ziyaretinde duvarda asılı olan Menderes fotoğrafına verdiği tepki olay oldu. Sonra boşalan Fenerbahçe yönetimini seçmek için yapılan kongrede 2. başkanlığa Yassıada sanıklarından Dr.Fahri Atabey’in seçilmesi ile ilişkiler iyice gerildi. 5 Mart 1961’de İstanbul’da oynanan Gençlerbirliği maçından sonra ise kopma noktasına geldi. Hakem kararlarının “hatalı”dan “kasıtlı”ya evrilmesi sonucu çıkan olaylardan sonra askerler, “Fenerbahçe’yi sportif faaliyetlerden men etmeyi” gündeme getireceklerdi.

    Erozan Yassıada’daki hücresinde

    Fenerbahçe Başkanı Yatağını Yapmaz

    Fenerbahçe cephesinde 27 Mayıs gelişmeleri olarak bunlar yaşanırken Agah Erozan darbe sabahı diğer DP milletvekilleriyle beraber tutuklandı. Erozan ilk olarak Davutpaşa Kışlasına götürüldü. Buradaki günleri ile ilgili dönem basınında yer alan haberde, “Davutpaşa kışlasının en neşeli ismi Agah Erozan, koğuş arkadaşlarına bilhassa Fenerbahçe’nin istikbalinden bahsetmektedir” denilmekteydi. Agah Erozan Davutpaşa kışlasından sonra, askeri idarenin DP iktidarını yargılamak için seçtiği Yassıada’ya gönderildi. Onun için zor günler bundan sonra başladı. Tutukluların Yassıada’ya gönderildiği Yeşilyurt’ta askerler tarafından şiddet görenlerden biri de Erozan’dı. “Alçak Herif, İsmet Paşa’yı meclisten kovarsın, Fenerbahçe’yi bu hale sokarsın ha” sözleri eşliğinde saldırıya uğrayan Erozan’a, Yassıada vardıklarında uygulanan şiddet daha da artmıştır.

    Milletvekili arkadaşı Mithat Perin yaşadıklarını aktarırken Agah Erozan’ın başına gelenleri şöyle aktarır: “Agah bir dayak sağanağına tutulmuştu. ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye tekraren bağırarak kurtulmaya çalışıyordu. Geçirdiği kriz sonrasında bayılmış, baygınken ‘Yaşasın Türk Ordusu’ diye sayıklamaya devam ediyordu. Verilen ilaçlarla ancak sakinleşebilmişti.” Perin, yaşadıklarından sonra Agah Erozan’ın “Bunlar bizi asacaklar” dediğini ve “asılma” lafını ilk kez ondan duyduğunu not düşer.

    Erozan’ın Adnan Menderes ile ilgili öngörüsü de aynı yöndeydi . Bu iki öngörüden Erozan’ın ruh haline hakim olan karamsarlık açıkça farkedilebilmektedir. Erozan’ın Yassıada’ya gelişinde gördüğü kötü muamele adanın komutanı olan Yarbay Tarık Güryay’ın müdahale etmesini gerektirecek kadar şiddetlidir. Bu şiddet, Güryay’ın Erozan’a tekme atan yüzbaşıyı “tevkif ettirmek” zorunda bırakacak boyutlardadır. Erozan’ın Yassıada’da duygulandıran anlardan biri Fenerbahçe başkanlığı yaptığı için kendisine beklenmedik bir anda gösterilen saygı olmuştur: “Yassıada’da iken tutuklu milletvekilleri yataklarını kendileri yaparlardı. Bir gece bir gedikli yanıma geldi. ‘Merhaba Agah Bey’ dedi. Bu görevlinin beni Meclis’ten tanıdığını düşünerek ben de ‘Merhaba’ dedim. Ama hiç tanımıyordum. Gedikli, hemen arkasına döndü, onbaşıya seslendi. ‘Onbaşı bana bir er gönder, Fenerbahçe başkanı yatağını yapmaz’ İşte bu olay beni hayli mütehassıs etti dostlarım. Bunun için Fenerbahçe büyük bir kulüptür.”

    Erozan Yassıada’da duruşma salonuna yürürken.

    Mahkeme ve İdam Kararı

    Tutukluların bu şartlar altında tutuklu olduğu olduğu Yassıada’da “Yüksek Adalet Divanı” adıyla kurulan mahkemede 19 ayrı davaya bakıldı. Agah Erozan bu davaların en önemlisi olan 401 sanıklı “Anayasayı İhlal Davası”nda Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı’ndan sonra 19 numaralı sanık olarak yargılandı. Savcılar kendisine yönelttikleri suçlamaların temelini “Meclis başkanvekili sıfatıyla başkanlık divanında ve yönettiği oturumlarda tarafsız olmaması” üzerine kurmuşlardı.

    Duruşmalarda, muhalefet tarafından verilen önergelerin gündeme alınmaması ile suçlanan “Riyaset (Başkanlık) Divanı”nın üyesi olarak sorgulamaya tabi tutuldu. Aldığı kararların ve yönetiminin “Partizanca” olduğu ve demokratik yönetime değil partisine hizmet ettiği, “yeterli çoğunluk olmadan oylamaları yaptırıp taraflı yönetim sergilediği iddia edildi. Mahkemenin Erozan’ın tarafsızlığını özellikle sorguladığı olay muhalefet partisi CHP için bir tahkikat komisyonu kurulmasına yönelik önergenin görüşüldüğü oturumdaki yönetimidir. DP tarafından verilen önergede CHP; iktidarı, Türk kadınlarını, dost ve müttefikleri kötülemekle, halkı hükümete karşı isyana teşvikle ve orduyu siyasete karıştırmakla suçlanarak, parti hakkında 15 milletvekilinden oluşan bir tahkikat (araştırma) komisyonu kurulması teklif ediliyordu. Mahkeme bu komisyonu muhalefeti fiilen ortadan kaldırmak olarak değerlendiriyordu.

    Erozan savunmasına bu komisyonun kurulmasına “muhalefet şerhi” koyduğunu dile getirerek başladı: “Bunun bir şiddet tedbiri olacağı, huzursuzluk yaratacağı hususu üzerinde mutabık kaldık. Riyasette olduğum için oy da vermedim. Grupta kabul edildiğinde de grupta değildim. Bunları Bir gün Yassıada’ya geleceğimi hesap ederek yapmadım. Nizamnameye hürmetimden ve vicdanımın sesine uyarak yaptım”


    Erozan’a göre Meclis içtüzüğünde yapısal sorunlar vardı ve bu yapısal sorunlar DP öncesi dönemlerin mirasıydı. Erozan bu durumun düzeltilmesi için hukuk fakültesinden hocası olan Anayasa Profesörü Sıddık Sami Onar’ı ziyarete gidişini, meclisin daha demokratik bir yapıya kavuşması için gösterdiği çabanın bir göstergesi olarak, savunmasında şu ifadelerle aktarır: “1959 yılında üniversiteden hocam Sıddık Sami Bey’e gittim. Bizzat makamında ziyaret ettim. Kendisine meclis içtüzüğünü verdim. ‘Bunda çok eksikler var, bilhassa genel görüşme konusunda. Genel görüşmelerde milletvekillerinin daha serbestçe konuşmasını sağlayacak bir zemin hazırlamak lazım’ dedim” Üniversiteler ile DP’nin kavgalı olduğu bu dönemde Erozan’ın bu girişimi sonuçsuz kalacak; Profesör Onar, darbeden sonra askeri yönetimin yeni anayasayı yapması için göreve çağırdığı üniversite hocalarının başında yer alacaktır.

    Agah Erozan ve diğer sanıkların 11 Mayıs 1961’de başlayan yargılamaları, 5 Eylül 1961 tarihinde sonuçlandı. Mahkeme Erozan’ın savunmasını yeterli bulmadı. Duruşmalar sürerken Hakim Salim Başol’un kendisi hakkında yaptığı “İmrendiğiniz demokrasilerde bu makama (Meclis başkanvekilliği) geçecek kimseler partileri ile alakalarını kesiyorlar. Haydi bizden evvelkiler kesmedi, biz de kesmedik diyelim. Ama hiç değilse fiilen mümkün olduğu kadar tarafsızlığınızı muhafaza etmeniz gerekirdi.” yorumu karara da yansıdı ve Sanık Erozan; “1950’den beri anayasayı ihlal eden bütün kanunlara müspet oy vermiştir. Sanık meclis müzakerelerini reis vekili sıfatıyla idare ederken tarafsız hareket ettiği yolundaki müdafaası varid görülmemiştir. Sanığın fiil ve hareketi anayasayı ihlal suçuna asli iştirak mahiyetindedir.” denilerek idama mahkum edildi. Böylece Yassıada’nın ilk günlerinde “bunlar bizi asacak” kehaneti doğru çıkıyor; Erozan, 15 arkadaşı ile birlikte idama mahkum oluyordu.

    Erozan’ın Yassıada duruşmaları başlamadan soruşturma komisyonuna yaptığı savunmanın kapak sayfası (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivinden)

    Fenerbahçe Vapuru

    Kararlar açıklandıktan sonra Erozan, idamlık koğuşlara doğru giderken; beraat eden az sayıda sanık ve yakınları acı bir rastlantı sonucu “Fenerbahçe” vapuru ile İstanbul’a yola çıkıyor, Erozan ise idam edilmeyi beklemeye başlıyordu.

    27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve daha sonra kendisine “Milli Birlik Komitesi” adını veren askerler, sadece 3 kişinin idam cezasını onayladılar. Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Eski Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Eski Bakanı Hasan Polatkan infaz edildi. Erozan ve 11 idam mahkumu arkadaşının ise korktukları başlarına gelmedi ve cezaları ömür boyu hapse çevrildi. DP politikalarının zaman zaman demokrasiye ve yurttaşlar arasındaki eşitlik ilkesine ters düştüğü, ayrıştırıcı ve ötekileştirici olduğu söylenebilir. Ancak Yassıada yargılamalarının “adalet” kavramı içerisinde değerlendirilemeyeceği bugün kamuoyunun üzerinde hemfikir olduğu nadir konulardandır. Özellikle idamların ülkenin geleceğine negatif etkisi yadsınamaz bir gerçektir.

    Erozan’ın hayatının sonuna kadar tutuklu kalacağı yer olarak Kayseri Bölge Cezaevi seçilmişti. Erozan, 1961’den 1964’e kadar bu cezaevinin 4 numaralı hücresinde kaldı. Ancak birçok arkadaşı gibi zamanla onun da sağlık sorunları baş göstermiş, bu sebeple “sürekli hastalık raporu” almıştı. Yerel hastaneden aldığı bu raporun Adli Tıp Kurumu tarafından da onaylanmasıyla tahliye edilme ihtimali belirmişti. Bu ihtimal, hakkında verilen sağlık raporlarını inceleyen Cumhurbaşkanı Gürsel’in onayıyla gerçeğe dönüştü ve Erozan tahliye edildi.

    Erozan tahliye edildikten sonra Kadıköy’e yerleşti. Bir süreliğine çalışma hayatının ilk yıllarında yaptığı öğretmenlik mesleğine geri döndü. Çamlıca ve Kadıköy Kız liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Serbest avukatlık faaliyetlerinde bulundu.

    Fenerbahçe’den Kopmadı

    Erozan cezaevinden çıktıktan sonra da Fenerbahçe ile ilgisini hiç kesmedi. Maçları tribünden izlemeye devam etti. Hakemi kastederek “neden bu siyahlıya Fenerbahçe forması giydirmediniz?” gibi sorular sorduğu rivayet edilen Erozan’a, Fenerbahçe’nin aldığı kötü sonuçlardan sonra taraftar tarafından “yeniden başkan ol” çağrısı bile yapıldı. İnönü Stadında 19 Eylül 1965’te oynanan ve Fenerbahçe’nin 2-0 kaybettiği Vefa maçı sonrası yapılan bu çağrıya “bizden geçti, görevi devrettik” diye karşılık veren Erozan, Fenerbahçe mali ve genel kongrelerini hiç kaçırmadı. Kulübün akil insanlarından biri olarak kimi zaman anılarını anlattı, kimi zaman da tavsiyelerde bulundu.

    1973 yılı mali kongresinde ortaya koyduğu öneri kırk yıl sonra hayata geçecek ve her yıl yapılan kongrelerde enerji kaybeden Fenerbahçe; başkanını, Erozan’ın önerdiği gibi 3 yılda bir seçmeye başlayacaktı. Erozan, Fenerbahçe yönetimlerinin eski başkanları bir araya getirip fikirlerine başvurduğu toplantılara katılmayı da ihmal etmeyecekti.

    Erozan tahliye olduktan sonra aktif olarak politika ile ilgilenmedi. 1974’e kadar siyasi yasaklı olarak kaldı. Bu tarihte kendisiyle birlikte 295 eski DP’linin siyasi yasaklarının affedilmesine rağmen politikaya girmedi. Kendi deyimiyle, “başına gelenlerden sonra politikaya girmek hatta bu kararı almak bile kolay değildi”. Bir “merkez sağ parti” geleneği olarak, DP’nin devamı olan Adalet Partisi’ne (AP) eski arkadaşlarıyla beraber üye olmasına rağmen aktif siyasete hiç girmedi. Siyasette gençlerin önünü açan hareketleri destekledi.

    Agah Erozan, Fenerbahçe’nin 23.Başkanı, 2 Eylül 1993 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti. Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi. Mezarı, ölümünden 34 yıl önce, bugünkü Türkiye Süper Ligi’nin ilk şampiyonluk maçında Galatasaray ağlarına giden Fenerbahçe’nin 4.golünden sonra bacaklarına sarılan ve o günden sonra Fenerbahçeli olan “Vecdi” adlı bir çocuk tarafından her yıl ziyaret edilmektedir.

    Fenerbahçe Başkanları – 1966

    Son Söz

    Agah Erozan’ın “Fenerbahçe’nin başına, kulübün toplumdaki etkisi ve popülaritesinden faydalanmak için iktidar partisi DP tarafından atanmış bir politikacı” olduğu; dönem ile ilgili bilgi veren kaynaklarda sıkça yer alan bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeye karşı çıkmanın tarihi gerçekleri reddetmek olacağı açıktır.

    Sadece bu dönemde değil, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yöneten iradeler çoğunlukla ülkeyi yöneten irade ile paralellik göstermiştir. Ancak okuduğunuz satırlarda da yer bulduğu gibi bu durum sadece Fenerbahçe’ye özgü değildir. 27 Mayıs gerçekleştiğinde İstanbul’un 3 büyük kulübünün de başkanı milletvekilidir.

    Kulüp başkanlarının ülkeyi yöneten siyasi parti bünyesinden olması aslında sadece partilerin değil kulüplerin de yarar sağlamayı amaçladığı bir “karşılıklı fayda” yöntemidir. Son tahlilde Agah Erozan DP’li bir politikacı olduğu için Fenerbahçe Başkanı olmuştur. Bugün ise tarih Agah Erozan’ı, Fenerbahçe’nin bünyesi ve yapısı hücuma müsaittir. Fenerbahçe’nin kendine has oyunu hücumdur” ve “Türkiye’de tanınmak neymiş, Fenerbahçe’ye başkan olunca anladım” diyen Fenerbahçe Başkanı olarak yazmaktadır.

    “Agah Erozan, hakemleri futbolcu zannedecek kadar futboldan anlamamaktadır”, “Yurtdışı deplasmanlarında ‘ekmek arası pastırma’ yiyecek kadar boğazına düşkündür”, “Agah Erozan, Fenerbahçe’ye başkan olmadan önce Galatasaray Lisesi’nde vekil öğretmenlik yaptığı için Galatasaraylıdır ” Agah Erozan ile ilgili dönem kaynaklarında yer alan ve bu satırların yazarınca hafif tabirle “haksız” olarak nitelendirilen değerlendirmelere rastlanmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Agah Erozan futboldan ve spordan anlamaktadır. Fenerbahçe başkanı olmadan çok önce maçlara gitmektedir. Hatta maçları izlediği tribün bile bilinmektedir. 1950’lerde, Fenerbahçe ile tarihi ve organik bağları olan semt, Moda’da oturmaktadır. Erozan, sadece futbolda değil amatör branşlarda da şampiyon bir başkandır.

    Günümüzde spor kulüplerine olan aidiyetin, bir siyasi partiye olanından çok öte bir üst kimlik tanımı olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla Agah Erozan için yapılan bu “haksız” değerlendirmeler dönemin siyasi atmosferinden etkilenerek yapılmışlardır. O atmosfer içerisinde “Fenerbahçe’ye bir karış toprak kazandırmadılar” denilen başkanların kazandırdıkları kupalar ve şampiyonluklar; bugün spor endüstrisi içerisinde Fenerbahçe’yi büyük yapan, kulüp ekonomisine katkı sağlayan ve sağlamaya devam edecek olan unsurlardır.

    Barış KENAROĞLU / Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu