Etiket: Hikmet Topuzer

  • Fenerbahçe’nin İkinci Galatasaray Galibiyeti

    Fenerbahçe’nin İkinci Galatasaray Galibiyeti

    Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı tarihte ilk kez mağlup ettiği maçın hikayesini “şurada” aktarmıştık. Tarih 5 Mart 1915… Aradan bir sene ve (biri beraberlik, diğeri yenilgiyle sona eren) iki maç geçtikten sonra Fenerbahçe, Galatasaray’ı bir kez daha, bu sefer 4-0 yendi. Huzurlarınızda , yine ilk maçta olduğu gibi, Galatasaraylı Abidin Daver’in kaleminden, Fenerbahçe’nin ikinci Galatasaray galibiyeti… Yayınlayan, dönemin meşhur dergisi, Donanma.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 4 – 0 Galatasaray

    İstanbul’un yekdiğerine en ziyade rekabetkâr olan bu iki takımı bu sene suret-i hususiyede ikinci defa olarak geçen hafta karşılaştılar. Müsabaka o kadar hararetli ve şedid oldu ki iki tarafın oyuncuları üç defa el ele geldiler. Fakat gariptir; iki seneden beri Galatasaray ile Fenerbahçe, ne vakit bir müsabaka icra etseler, mutlaka iki taraftan birinin güzide oyuncularından bazıları noksan bulunuyor.

    Yalnız bir defa 329 senesi ilkbaharında her iki takım en iyi oyunculardan mürekkep ve eksiksiz idi. Lakin o müsabakada, hakemin Galatasaray’a verdiği sayıyı Fenerliler kabul etmeyerek oyundan çekilmeleri üzerine, yarım kalmıştı. Bundan maada ki müsabakalarda dediğimiz gibi bazen Fener, bazen Galatasaray tamam bir takımla meydana çıkmamışlardır.

    Bu sene, sonbaharın ilk günlerinde icra edilen müsabakada Fener takımı Galip Bey’den mahrum olarak meydana çıkmış ve bir sayıya karşı altı sayı ile mağlup olmuştu. Bu defa ise Galatasaray eksiklerini ikinci derecede oyuncularından itmam edeceği bir takımla müsabakaya girerek sıfır sayıya karşı dört sayı ile mağlup oldu.

    Maç Nasıl Oldu?

    Hakikaten Fenerbahçe bu defa müsabakaya gayet iyi hazırlanmış ve çıkarabileceği en mükemmel ve güzide takımla oynamış olduğu halde Galatasaray; müdafi Adnan, muavin Cevat, muhacim Yusuf Ziya Beylerin yerine diğer zayıf oyuncular ikame etmeye mecbur kalmıştı. Bilhassa kalecinin müptediliği Galatasaray takımının en zayıf noktasını teşkil ediyordu. Mamafih takımlar arasındaki nispetsizliğe ve ara sıra müsabakanın müzarebeye münkalib olmasına rağmen oyunun heyet-i umumiyesi hararetli, seri ve güzel bir surette cereyan etti.

    Hakem vazifesini Fuat Bey ifa eyliyordu. Bu memlekette ilk futbol oynayan Müslümanlardan olan ve futbolun gençlerimiz arasında bu derece taammüm ve intişarına pek büyük ve kıymettar hizmetler ifa etmiş olması hasebiyle idmancılarımızın bihakkın şükranına layık bulunan bu zat müsabakayı metanet ve maharetle idare eylediği gibi ciddi ve kati bir bitaraflık da gösterdi. İlk defa münazaa edenleri, velev az müddet için olsun oyundan çıkarması, pek muvafık bir tedbir idi.

    Fenerbahçe tarafından yapılan dört golün ne suretle olduğunu hikaye edecek değiliz. Çünkü; herkes bilir ki; yapılan her sayı ondan çok evvelki hataların yahut muvafık harekatın neticesidir. Sayının olduğu zaman yapılan harekatın goldeki tesiri tali kalır. Bu sebeple biz Fener’in galibiyeti ve Galatasaray’ın mağlubiyeti sebeplerini tetkik edeceğiz:

    Fenerbahçe’nin Galibiyeti

    Fenerbahçe oyuncuları müsabakanın bütün müddet-i devamınca gayet iyi bir beraberlik ve teavün ile son derece güzel oynadılar.

    Muavinlerin, daimi yardımıyla mütemadiyen beslenen ve binaenaleyh en az yorulan muhacimler gayet iyi ve müessir akınlar yapıyorlardı.

    Galip ve bilhassa Hikmet, Sait Beyler; Miço Efendi’nin ve yalnız birinci partide de Nüzhet Bey’in muavenetiyle gayet iyi oynuyorlardı.

    Nüzhet Bey ikinci partide asabileştiği için olacak, hemen hemen son muhacimleri hiç takviye edemedi.

    Fener’in sağ akıncıları, sol taraftaki arkadaşlarının gösterdikleri itidalin aksine olarak biraz fazla asabiyet ve telaş ibraz ediyorlardı. Mamafih iyi oynadılar.

    Her iki tarafın oyuncuları içinde en güzel oynayan Fener’den Miço Efendi oldu. Pek müşkül olan orta yardımcı vazifesini, Galatasaray’ın bir çok akınlarını tevkif ve iade etmek suretiyle mükemmelen ifa etti.

    Muavin Sadık Bey ile müdafiler de çok iyi oynadılar, fakat Arif Bey Galatasaray’ın akıncılarından Muzaffer Bey’den topu alabilmek için biraz fazla huşunet gösteriyordu.

    Galatasaray’ın Mağlubiyeti

    Galatasaray’a gelince : Mösyö Emil Oberle’nin daha oyunun iptidasında ayağına gelen bir darbeden bir müddet oyunu terke mecbur olacak kadar mustarip olması, bu müstesna oyuncunun muvaffakıyetle çalışmasına mani olmuştu.

    Hasnun Bey’in her nedense bugün biraz yorgun ve gevşek oynaması, Daniş Bey’in muhacimeden ziyade müdafaa ile meşgul olması, akıncıların yalnız Muzaffer ve Fazıl Bey’ler tarafından sevk edilmesini intâc etmişti. Biri zayıf fakat mahir, diğeri seri ve kavi olan bu iki genç akıncı epey hücumlar yaptılarsa da Fener’in sıkı müdafaası sayı yapmalarına mani oldu.

    Merkez muavini Celal Bey müdafaa mevkilerinin her tarafına yetişerek vazifesini tamamen ifa eyledi.

    Sedat Bey hem kendi yerinde oynatılmadığı hem de karşısında Fener’in en iyi oyuncuları Hikmet ve Sait Bey’ler bulunduğu için müşkülat çektiyse de yine fena oynamadı.

    İki seneden beri müsabakalarda görülmeyen Galatasaray’ın emektar oyuncularından Bekir Bey’in, vazife-i askeriyelerini ifaya giden arkadaşlarından boş kalan mevkiyi doldurmak için idmansızlığına rağmen saha-i faaliyete atıldığı; biraz çabuk yorulmasından anlaşılıyordu. Halbuki o mevkide uzun boyu, sürati ve çevikliği ile pek iyi ve gayretli bir oyuncu olan Neşet Bey kemal-i muvaffakiyetle ifa-i vazife edebilirdi. Galatasaray’ın bazı böyle iyi oyuncularını unutması ve onlardan istifade etmemesi gariptir.

    Müdafiilere gelince : Onlarda bilhassa oyunun ilk partisinde iyi oynadılar. Hüseyin Bey günden güne artan bir nüfuz-i nazar, itidal-i dem gösteriyor ki şayan-ı takdirdir.

    Galatasaray’ın birer birer eksilen kalecilerinin yerine ikame eylemekte mecbur kaldığı yeni kalecisi bütün gayret ve fedakarlığına rağmen vazifesini tamamen ifa edemiyor. Çünkü kalecinin idman ve mümareseden ziyade fıtren kaleci doğmaya, yani kaleciler için vücud-u elzem olan soğukkanlılık, hiss-i fedakari, nüfuz-i nazar, çeviklik gibi havvas-ı mezayaya tabiien malik olmaya mütevakkıftır.

    Abidin Daver


    Kadrolar

    Fenerbahçe : 4 sayı
    Kaleci : Arslanyan
    Müdafi : Arif, Nuri
    Muavin : Sadık, Miço, Nüzhet
    Muhacim : Tripo, Nuri, Galip, Sait, Hikmet Beyler

    Galatasaray : 0
    Kaleci : Hamdi
    Müdafi : Cevat, Hüseyin
    Muavin : Sedat, Celal, Bekir
    Muhacim : Hasnun Galip, Muzaffer, Oberle, Daniş, Fazıl Beyler

  • Said Selahaddin Cihanoğlu

    Said Selahaddin Cihanoğlu

    1922 yılının Mart ayında, Spor Alemi dergisinde yayınlanan Said Selahaddin Cihanoğlu röportajı ile 2020’nin son yazısını yayınlamış oluyoruz. Kısacık bir metinde Türk spor tarihi okumaları için kritik detaylar verilmesi hem şaşırtıcı, hem de çok güzel olmuş.

    Yeni yılda da çalışmalarımız olanca hızıyla sürecek, diyerek bütün okuyucularımıza sağlıklı seneler diliyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tenisçi Said Bey

    Sait Bey spora ilk olarak 1320 (1904) senesinde Haydarpaşa civarında ikamet eden şair merhum Tahsin Nahid’in evinde aşılanmıştır. Büyük biraderiyle birlikte bir ziyaret günü futbolu bu genç şairin elinde tanımış ve birinci oyunu da oradaki çayırda aynı Pazar günü Tahsin Nahid, Emin Bülend ve arkadaşları arasında görmüştü. Uykusuz geçen birkaç geceden sonra merhum Nahid’in biraderi Neşet ile bu çayırda akşamları ağabeylerinden gizli olarak top çayıra çıkartılıp büyükler taklide çalışmaya başlanılmış… Bugünler arasında da Papazın Çayırı’nda (şimdiki İttihat Kulübü) yapılan İngilizlerin bir müsabakası merakı daha ziyade tezyid etmişti…

    Seneler geçmiş, Moda’daki Saint Joseph mektebinde… Türkçe muallimleri Enver Bey‘in tesis ettiği Fenerbahçe Kulübü’ne girmek için yeni bir heves uyanmıştı ve arkadaşı Hikmet ile müracaat etmek istemişlerse de yaşlarının küçük olmasından cesaret edemeyip bir iki sene sonra dahil olabilmişler. İşte bu tarih 1326’yı (1910) gösteriyormuş… O sırada ilk olarak egzersizleri Galip, Tevfik, Nasuhi, Mustafa ve Sabri ile yaparak bir senelik bir sa’iden sonra yani 328 (1912) senesinde birinci takımda görünmeye başlamış…

    330 (1914) senesinde Fenerbahçe takımıyla Odesa ve Nikolayef’de muhtelif müsabakalar yapmak için gitmiştir.

    Said Selahaddin Cihanoğlu Anlatıyor

    Kendisine dokuz senelik futbol hayatının en tatlı ve en acı günlerini sorduğumuz zaman şöyle anlattı :

    “Futbolda en tatlı günüm “Futbol Şild”i için yaptığımız müsabaka anı olmuştu. Buraya kulübümüzün ismini yazdırmak dolayısıyla o sene fevkalade çalışmıştık ve son müsabaka da İngilizler ile olup galibiyet behemahal lazım idi. Çünkü berabere kalsak bile yine bu şild yine bizim aramıza gelemeyecekti… Müsabakadan on beş gün evvel bir kulüpten ziyade kardeş ocağına benzettiğim takım arkadaşlarının evlerinde toplanmaya başlamıştık. Her gece birçok ağızlardan vaadler yükseliyordu. Bilhassa Mustafa ilk gole iki sandık hurma gönderecek, davetler, ziyafetler de diğer arkadaşlarımızdan tevali edecekti…

    Müsabakaya yaklaştıkça kaptanımız Galip daimi nasihatlarını vermeye başladı. Müsabaka günü binlerce halk arasında ortaya çıktık. Muavin Kemal’in (şimdi Amerika’dadır) karşısına en belalı bir oyuncu isabet etmişti. İlk parti berabere devam etti. Devre arasında etrafımıza koşan arkadaşlarımızın elinde muhtelif iştiha-aver şeyler görülüyordu… İkinci parti de başladı ve hatta kırk geçtiği halde yine beraberliğe halel gelmemişti. Fakat bu sırada ortadan Kamil’in yer pasıyla zaviyeden attığım gol bu koca şildi ilk olarak bize kavuşturmuştu. İşte o gün spor hayatımın en kıymetli bir anıdır. Ve bundan sonra da dört sene o şildi muhafaza ettiğimizden ebedi olarak bize bırakıldı…

    En fena gördüğüm gün ise şimdiki devredir. Çünkü harpteki halk temaşadan ziyade mübareze için geliyorlar. Hatta bazılarında esliha bile mevcutmuş… Sahada birisikavga etti mi hücum emri verilmiş gibi etraftan bir akındır başlıyor… Halbuki bu sırada bütün salahiyet hakemdedir. Hatta Rusya’da yaptığımız bir müsabaka esnasında hakem, müdahale eden seyirciden birini polise teslim etmişti… Gerçi bizde evvelden de kavgalar olurdu. Fakat şimdiki gibi sokak başını beklemek suretinde değil… Mesela hatırımda kalanlardan birkaçını söylemek isterim. Merhum bizim müdafi Arif ile Galatasaraylı Muzaffer birbirleriyle karşılaşırken dişlerini sıkarak hücum ederlerdi. Sonra Galatasaray müdafii Adnan benim en can ciğer arkadaşım olduğu halde eski oyunlarda mutlaka birkaç tekmesini yerdim. Bilhassa kale önlerinde aşılanmadan ayrılmak gayrikabildi… Fakat oyundan sonra husumet kalmazdı. Şimdi yalnız bir ilan-ı harp eksik. İşte bu vaziyet beni sporun bu şubesinden uzaklaştırdı”

    Komple Sporcu

    Kendisi futbolun revaç bulduğu sıralarda hokeye de başlayıp o sene şampiyonluğu kazanan Fenerbahçe takımının da kaptanı bulunuyor idi. Ve şimdi de İstanbul’da bir hokey muhtelit takımı yapılsa müdafaa hattında birinci olarak hatıra gelecek Said’in ismidir… Bundan başka harb-i umuminin ilk sıralarında kürekçiliğe, yüzücülüğe de heves etmiş ve o sıralarda Fenerbahçe kulübünün (Belkıs) nam kotrasının serdümencisi olmuştu. Bilhassa aynı senelerde Bahriye Mektebi’ne jimnastik muallimi olduktan sonra bu hevesi tezayid etmiştir… Bir müddet krikete de merakı uyanmış ise de mahdut kimseler tarafından yapıldığından terke mecbur kalmış ve hemen o sene tenise başlamıştır. Fenerbahçe kulübünde ve Bahriye Mektebi’nde yapılan (pist)ler kendisini fazla çalıştırmaya teşvik ederek bugün memleketimizdeki ecnebiler ve bilhassa İngilizler ile boy ölçüştürebilecek kıymetli bir tenisçi olarak bu hayata da karıştırmıştır. Şimdi Fenerbahçe’nin birinci tenis grubundadır.

    Spor Alemi Dergisi / 22 Mart 1338 (1922) / Said Selahaddin Cihanoğlu

  • Yaşasın Fenerbahçe

    Yaşasın Fenerbahçe

    Dünya dört sene sürecek ve cephe gerisini de perişan edecek büyük bir savaşa doğru sürüklenirken İstanbul da bu gerilimden nasibini alıyordu. Bununla birlikte spor faaliyeti de bir yandan devam etmekteydi. Halka “Yaşasın Fenerbahçe” nidaları attıracak bir maç, 25 Mayıs 1914 tarihinde bugünün Fenerbahçe Stadyumu olan İttihat Spor Kulübü’nde oynandı.

    O gün yalnızca Fenerbahçe’nin maçı yoktu. Aslında maç bir organizasyonun parçasıydı… Maliye Nazırı Cavid Bey’in himayesinde ve riyasetinde bir “Çiçek Eğlenceleri” düzenlendi. Bahriye Nazırı Cemal Paşa ile birlikte Fenerbahçe Başkanı Hamit Hüsnü Kayacan, Salah Cimcoz ve Reji Whittall gibi Kadıköy’ün ünlü simalarının da tertip heyetinde bulunduğu organizasyonda birbirinden ilginç oyunlar oynandı. Aşağıdaki resimde göreceğiniz yumurta yarışı da bunlardan biriydi.

    Yaşasın Fenerbahçe

    Fenerbahçe İngilizlere Karşı

    Oyunlardan sonra, Fenerbahçe ile Armstrong, Telefon ve Rumblers İngiliz takımlarının karması karşılaştı. Gelin detayları İkdam gazetesinden okuyalım.

    Saat beş buçukta futbol müsabakasına başlandı. Fenerliler birinci kısmı pek iyi oynuyorlardı. Muhacimlerden Hikmet Bey’in iyi bir hücumu az kaldı bir sayı yapıyordu. İngilizler de fena değildi. Hemen beş dakika geçmeden muavinlerden Sabri Bey’in çektiği güzel bir “şut” ile Fenerbahçeliler bir gol yapmaya muvaffak oldular. İngilizlerin bundaki hatası kalecilerine ait idi. Çünkü kaleden iki adım kadar ileride durmuştu. Bu birinci sayıdan sonra, İngilizler Fenerlileri iyice sıkıştırdılar, rüzgar da onlara yardım ediyordu. Oyunun birinci kısmı hitam buldu.

    Tevzi-i mükafattan sonra nüzzâr avdet ettiler. Futbolun ikinci partisi başladı. Alelusul kaleler değiştirildi. Bu defa İngilizler pek ziyade faaliyet gösteriyorlardı. Bir aralık bu faaliyeti ifrada vardırdılar. Ve muhacim Galip Bey’i düşürdüler. Bu hareket nizama muhalif addedildiğinden Fenerbahçelilere İngiliz muhtelit takımının kalesine on iki adım mesafeden bir serbest vuruş hakkı bahşolundu. Sol muhacim Hikmet Bey’in pek şedid ve mahirane bir havalesiyle Fenerliler ikinci bir sayı yapmaya muvaffak oldular. Her taraftan (Yaşasın Fenerbahçe) nidaları yükseldi.

    Artık bu ikinci sayı İngilizleri fena halde asabileştirmişti. Galip gelmek ümidi kendilerince zayi edilmiş olduğundan hiç olmazsa berabere kalmak arzusuyla ve bütün kuvvetleriyle hücuma başlamışlardı. Bu gayret neticesinde İngilizler bir gol yapmaya muvaffak oldular. Bundan sonra futbolda pek mahir ve çevik bir oyuncu olan Galip Bey topu önüne aldı. Yavaş yavaş iterek tam kalenin hizasına geldiği sırada şedit bir havale ile üçüncü bir gol daha yapmaya muvaffak oldu. Her taraftan bir alkış tufanı koptu. Fenerlilerin bu fevkalade muvaffakiyeti herkesi neşelendirdi. Bundan sonra hiçbir taraf gol yapamadı. Vakt-i muayyenin hitamı hakem tarafından tefhim olunmakla oyuna nihayet verildi. Üç gole karşı bir gol ile Fenerbahçeliler galip geldi.

    İki seneden beri İstanbul şampiyonluğunu muhafaza eden Fenerbahçelilerin şu muvaffakiyeti her türlü takdir ve tahsinin fevkindedir.

    25 Mayıs 1914 / İkdam Gazetesi
    Fenerbahçe Spor Kulübü hatıra defterinde 11 Mayıs 1914 (Rumî) gününe dair not : 11 Mayıs Pazar: Maliye Nazırı Cavid Bey himayelerinde “Çiçek Bayramı” Fenerbahçe, İstanbul İngiliz Muhtelitini 3-1 yenmiştir.
    Yaşasın Fenerbahçe
    Tasvir-i Efkâr gazetesinde iki takımın kadrosu

    Kadro ve Kupa

    Fenerbahçe bu maça aşağıdaki kadro ile çıktı

    Kaleci : Arslanyan Efendi

    Müdafi : Arif (Şehit) ve Galip (Kulaksızoğlu) Beyler,

    Muavin :Süreyya (Mithat), Sabri (Çerkes), Nüzhet (Baba) Beyler,

    Muhacim : Miço (Dimitropoulos), Nuri (Otomobil), Wilhelm (Kohlhammer), Sait (Selahattin Cihanoğlu) ve Hikmet (Topuzer) Beyler.

    Maçın sonunda Fenerbahçe’ye “Osmanlı İttihat Mektepleri 11 Mayıs Sene 330 Müsabakası Hatırasıdır” yazılı gümüş bir kupa verildi.

    Ertesi gün yayınlanan Sabah gazetesinin “10 Lira kıymetinde” demesine karşılık Tanin’de “20 Lira değerinde” olduğu belirtilen bu güzel hatıra, 18 sene boyunca Fenerbahçe’nin Kuşdili Lokali’ndeki müzesinde sergilenecek, 1932 yılında yerinde kocaman bir boşluk bırakarak, diğer bütün zafer hatıraları ile birlikte yanacaktı.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

  • Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın Fenerbahçe Kulübü’nü Ziyareti

    Anadolu’dan doğan kurtuluş mücadelesinin 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanmasından sonra imzalanan Mütareke gereğince Refet Paşa 19 Ekim 1922’de Mudanya’dan İstanbul’a geldi. Başkent, 16 Mart 1920 tarihinden beri işgal altındaydı. Ancak kazanılan zaferin ardından Türk’ün İstanbul’da ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu ayak seslerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) adına temsil eden Refet Paşa, İstanbul’da çok önemli temaslarda bulundu. O önemli temaslardan biri de 3 Kasım 1922 tarihinde futbol takımının maçını izledikten sonra Fenerbahçe Kulübü’nü ziyareti idi. Bu yazımda Fenerbahçe Tarihi’nde ilk kez yayınlanan iki belge ve Spor Âlemi Dergisi’nin ziyaret gününe ait izlenimlerine yer vereceğim.


    Mudanya’dan İstanbul’a

    Refet Paşa, İstanbul’da coşku ile karşılandı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı veren milletin İstanbul’daki mensupları işgal altında geçirdikleri yılların yakında sona ereceğinin sevinci içerisindeydiler. Toplumun her kesiminde yaşanan bu sevinci paylaşanlar arasında şüphesiz spor kulüplerinin yöneticileri de vardı. Temmuz ayında bir araya gelerek kurdukları ülkenin ilk spor örgütü olan “Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı” (TİCİ) olarak Refet Paşa’yı karşılamakla kalmamış, gelişinden 2 gün sonra, 21 Ekim 1922’de kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulunmuşlardı. Başkanı Galatasaray’dan Ali Sami Bey (Yen) olan, üyeleri arasında Fenerbahçe’den Hasan Kamil Bey (Sporel)’in de bulunduğu TİCİ heyetinin, Refet Paşa ile bu  ilk görüşmesinin detaylarını Spor Alemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Refet Paşa’nın heyete hitaben “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu” belirtmesi, işgal yıllarında işgal kuvvetlerine karşı bir çok spor dalında verilen mücadelenin önemini ortaya koyuyor. Bu konuya yazımızın sonunda tekrar değineceğiz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Sporcularımız Arasında

    Refet Paşa Hazretleri Cumartesi günü Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Heyeti ile Spor Alemi Mecmuası Müdürünü kabul buyurmuşlardır.

    21 Ekim Cumartesi günü öğleden sonra Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey’in başkanlığında bir heyet Refet Paşa Hazretlerini ziyaret ederek kendisine İstanbul’daki idmancılar adına hoş geldiniz dileklerini iletmişlerdir.

    Heyet; Ali Sami, Burhaneddin, Fethi, Nuri, Hikmet, Hasan Kamil, Saib, Hamdi Beyler ile fahri üyelerden Abidin Daver ve Spor Alemi dergisi adına Sait Beylerden oluşuyordu.

    Refet Paşa’nın İdmancılarımıza Hitabesi:

    Refet Paşa, dergimiz için resimlerinin çekilmesine izin verdikten sonra, fevkalade bir samimiyet ile kabul ettiği heyet üyelerinin ayrı ayrı ellerini sıkarak kısa bir konuşma yapmışlardır:

    “Milletlerin yalnız dimağları değil bedenlerini de terbiye ve takviye etmek zorunda olduklarını, çünkü sağlam bir dimağın sağlam bir bedende bulunduğu gerçeğinin bütün milletlerce bilindiğini ve İstanbul’daki Türk gençlerinin idmancılık alemindeki başarılarını işiterek daima memnuniyet hissettiğini, yalnız vatanı kurtarmayı amaçlayan milli mücadelenin emrettiği görevleri yerine getirirken idmancılarımızın çalışmalarını yakından takip edemediği için çok üzgün olduğunu” belirtmiş ve “Gençlik her sahada olduğu gibi idmancılık sahasında da çalışmalı, yükselmelidir. Çalışmalarınızı takdir ve tebrik, bütün İstanbul idmancılarına selam ve teşekkür ederim. Sizlerin ellerini sıktığım zaman gelecekten çokça ümitli oluyor ve haklı bir gurur hissediyorum” demiştir.

    Refet Paşa, heyete hitaben İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnun olduğunu söyledikten sonra “Fikri teşebbüsü kaybetmiş milletler en büyük felaketlere ve izmihlale uğramaya mahkumdurlar. Teşebbüslerinize ve bana karşı gösterdiğiniz muhabbete teşekkür ederim. İdmancı arkadaşlarınızın her birini ayrı ayrı öpüp takdir edemediğim için çok üzgünüm. Bütün sporcu arkadaşlarınızı benim adıma selamlar ve benim tarafımdan hepsini ayrı ayrı öpersiniz” demiştir.

    26 Ekim 1922 – Spor Âlemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    “Gençler! Saltanat Sizindir!”

    Refet Paşa’nın 26 Ekim’de TİCİ Heyeti ile yaptığı görüşmeden sonra Türk Devrim Tarihi’nin en önemli olaylarından biri gerçekleşti. 1 Kasım 1922’de TBMM, Osmanlı Saltanatını kaldıran kararı kabul etti. Refet Paşa’nın, TBMM’nin bu kararını ertesi gün Dolmabahçe Sarayı’na giderek Padişah Vahdettin’e iletmesiyle Türk vatanının hakimiyeti resmen Türk Milletine geçmiş oluyordu.

    Refet Paşa bu önemli görevi yerine getirdikten sonraki ilk ziyaretini Fenerbahçe Kulübü’ne yaptı. 3 Kasım 1922’de gerçekleşen bu ziyaretin detaylarını 9 Kasım 1922 tarihli Spor Alemi Dergisi’nde bulduk. Refet Paşa’nın “Gençler! Saltanat sizindir” diyerek bitirdiği konuşmanın en can alıcı cümlesinin “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” olduğuna inanıyoruz.

    Fenerbahçe’nin İlk Başkanı Refet Paşa ile Beraber

    Refet Paşa’nın bugünün Fenerbahçe, o günün İttihat Spor Stadı’nda yaptığı konuşma esnasında çekilmiş fotoğrafı ilk kez “bu detay eşliğinde” yayınlanıyor. Zira fotoğrafın Fenerbahçe Tarihi için en önemli noktası,  kuruculardan biri olan Nurizade Ziya Bey’in de fotoğrafta yer alması… Kendisinin bugüne dek yayınlanmış fotoğraflarının sayısının azlığı düşünüldüğünde, belgenin tarihimizdeki önemi bir kat daha artmış oluyor. Bu vesileyle Suna ve İnan Kıraç Vakfı arşivinden çıkan bu değerli fotoğrafı bizlerle paylaşan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne, çalışanlarına ve özellikle Furkan Sevim Beyefendi’ye şükranlarımızı sunuyoruz.

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Hazretleri Kadıköy İttihat Kulübü’nde

    3 Kasım Cuma günü bütün idmancılar için bir bayram günüydü. Daha sabahtan yüzlerce genç vapurlarla Kadıköy İskelesine akmaya başladı. Müsabakaların yapılacağı İttihat Kulübü rengarenk bayraklar ile donanmış ve sahanın bir tarafından kapıya kadar halılar döşenmişti. Binanın içi de aynı güzellikte döşenmişti. Kuşdilindeki Fenerbahçe Kulübü ise beyaz-kırmızı, sarı-lacivert bukleler ile süslenmişti. Refet Paşa Moda yoluyla Fenerbahçe’ye ve oradan da Altınordu Kulübü’ne gidecekti. Bunun için saat 1’de Fenerbahçe gençleri Moda’ya doğru akına başladılar. Fakat bütün bu hazırlıkları Refet Paşa’nın kıraat olunan mevlitde hazır bulunması erteletmişti. Kadıköy İskelesine Nil İstimbotu ile geldiği sırada Kızılay ve İdmancı heyetleri arasında karadan Fenerbahçe’ye getirildi. Fakat zamanın az olmasından dolayı ziyaretin yapılacak müsabakalardan sonra yapılmasına karar verilerek İttihat Kulübü sahasına geçildi.

    Kulübün kapısı adeta insan kitlesinden örülmüştü. Nihayet kahraman askerlerimiz dar bir yol açabildilerse de safların arasından sızan kalabalık ile yollar yine bozuldu. Kapıdan göründüğü sırada kulübün her tarafından “yaşa” “var ol” ve alkış sesleri yükseldi. Bu alkış bütün idmancıların kalbinden gelen samimi bir sesti. Refet Paşa, karşılıklı olarak sıra olmuş Altınordu – Fenerbahçe gençleri arasından binaya giriş yaptı. Her iki takım paşanın geçişi sırasında üç defa “çok yaşa” diye bağırarak istikbal eylediler. Balkonda hususi hazırlanmış yere oturduğunda sahaya toplanan binlerce idmancılar paşaya bakmakla meşguldüler. Paşa Hazretleri alkışlar arasında ayağa kalkarak bir konuşma yaptılar.

    “Gençler! Burada, Türk Milletinin, kuvvetli Türk Milletinin en sağlam gençlerini selamlamakla bahtiyarım. Bugün sizin aranızda kuvvetli Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür. Fakat bu iş efendiler, düne kadar tam değildi. Büyük Millet Meclisi dün verdiği kararla bu muazzam işi tamamladı. Bu sabah gazeteleri eline alanlar öğrendiler ki Türkiye’de ancak bir saltanat vardır. Ve o saltanat da sizindir. O saltanat milletindir. Vay ona dokunmak isteyen baykuşlara, yarasalara, gece kuşlarına! Vay ona dokunmak isteyecek şaha, padişaha, vezire, paşaya! Bu padişahlık ey ulu milletim, yalnız ve yalnız size aittir. Ve gençler! Saltanat sizindir.”

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi
    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa Fenerbahçe Kulübü’nde

    Paşa’nın Saltanatın kardırılmasının verdiği coşkuyla yaptığı bu konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu futbol takımları arasında bir maç oynandı. Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre 0-0 biten maçın ardından. Refet Paşa, 1932 yangınında yok olan Kuşdili binamızı ziyaret etti. Paşa’nın Fenerbahçe Kulüp merkezinde yaşadıklarını, kulübün o dönem bir orkestrası olduğu gibi detaylarla beraber Spor Âlemi Dergisi’nden öğreniyoruz.

    Konuşmanın ardından Fenerbahçe – Altınordu müsabakası başladı. Ve Paşa Hazretleri bu heyecanlı müsabakayı merakla takip buyurdular. Maç sonunda verilen çay ziyafetinden sonra Paşa Hazretleri binlerce halk arasında Fenerbahçe Kulübü’ne geliyordu. Meraklı kalabalık ve kulüp üyeleri bahçeden kapıya kadar iki sıra dizilmişlerdi. Paşa büyük tezahürat arasında binaya ayak bastığı sırada kulüp orkestrası tarafından istiklal marşı çalınmaya başlanmıştı. Marşın beraberce söylenmesinden sonra eskrim yapıldı ve paşaya kulüp gezdirilerek üst kata çay içmeye çıkıldı. Burada kulübün idare heyeti ve idmancıları ayrı ayrı paşaya taksim edildiler. Nihayet tekrar salona geçildi. Orkestra burada bazı parçalar çaldıktan sonra üyelerin “yaşa”ları arasında Paşa, kulüpten ayrıldı.

    9 Kasım 1922 – Spor Alemi Dergisi

    Refet Paşa’dan “En Büyük Günü Beraber Geçirdiği” Fenerbahçe’ye

    Bu çalışmada Fenerbahçe Tarihi’ne kazandırdığımız bir diğer belge de Refet Paşa’nın, kulübü ziyareti sırasında kendisine sunulan Kulüp Hatıra Defteri’ne yazdıkları. Refet Paşa İlk kez transkripte edilen satırlarında şunları demekteydi:

    “En büyük günü beraber geçirdiğim Fenerbahçe’ye… 3 Kasım 1922 Refet Paşa”


    Ali Sami Yen’in Anısına Saygıyla

    Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinden iki gün sonra kendisi ile görüşen TİCİ Heyetinin Başkanı, Galatasaray’ın kurucusu, Ali Sami Bey’in hatırasını saygıyla anmak istedik. Ali Sami Bey’in, Spor Alemi Dergisi’nde yer verilen ifadelerini içeren metin, şüphesiz erken dönem futbol araştırmaları yapan tarih meraklıları için önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu önemli metnin hem transkripte edilmiş halini hem de orijinalini yayınlamadaki amacımız, yazarını saygıyla anmanın yanı sıra, tarihi istedikleri tarafa eğip bükme işinde mazhar olanlara da bir ders vermektir.

    “Fakat bu teşkilatı takdir etmek kafi değildir (yeterli değildir)  tatbikinde de (uygulamada da) istical (acele) etmeliyiz. Onun için mücadele-i milliyenin idmancılar saflarında açtığı şerefli boşluklara rağmen en büyük harbimiz esnasında bu işin esasatını vaz ettik (esaslarını ortaya koyduk) ve bütün mahrumiyetlere (eksikliklere) rağmen teşkil ettiğimiz (oluşturduğumuz) takımlarla İstanbul’da ecanibin (yabancıların) en kuvvetli idmancılarını mağlup ederek milli coşkunluğun mütehassiri olan (özlemini çeken) ahalimize (halkımıza) bazı sürur (sevinç) dakikaları geçirebildik”

    Ali Sami Bey, Refet Paşa’ya yaptığı konuşmada şöyle diyor:

    “İşgal yıllarında yabancılarla yapılan spor müsabakaları,  milli mücadelenin esaslarını ortaya koymuş ve büyük zorluklarla yapılan bu mücadeleler sonrasında alınan galibiyetler, işgal altındaki İstanbul’da milli coşkunun özlemini çeken insanlara bir sevinç kaynağı olmuştur”

    Refet Paşa'nın Fenerbahçe Kulübü'nü Ziyareti

    Refet Paşa’nın (Ali Sami Bey’in kendisine yaptığı açıklamadan bir hafta sonra o günün İttihat Spor, günümüzün Fenerbahçe Stadı’nda) sporcularla buluştuğu gün yaptığı konuşmada yer alan  “İstanbul idmancılarının yabancı devlet kuvvetlerine karşı kazandıkları başarılardan dolayı çok memnunum” ve “Türk Milletinin gençleri arasında geçirdiğim bugün hayatımın en mutlu günüdür. Gençler kazanılan bu büyük zaferde sizin payınız çok büyüktür” ifadeleri şüphesiz Ali Sami Bey’in sözlerini daha da anlamlı kılıyor. Kendisini tekrar saygıyla anarken; verdiğimiz tarih dersini pekiştirecek birkaç soruyla yazımızı sonlandırıyoruz.

    Sorular

    Soru 1 – “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısı hangi tarihi kaynaklara dayanmaktadır? Dönemin spor örgütünün lideri ile ülkeyi kurtaran iradenin temsilcisinin ifadeleri yukarıda görüleceği üzere gayet açık iken lütfen tarihi kanıtlarınızı yayınlayınız. Yok eğer bu yargı size ait ise,  yapılan maçların skorunu bile bilmeden yaptığınız yayınlarınız da ortadayken bu yargınıza nasıl güveneceğiz?

    Soru  2 – Tez statüsünde olan Akademik bir çalışmaya danışman olan ya da onay veren öğretim görevlilerinin altına imza attıkları metnin içerisindeki bariz hataları (maç skoru gibi) görmemeleri çalışmanın konusuna ilişkin bilgisizliklerinden mi yoksa dikkatsizliklerinden mi kaynaklanmaktadır?

    Soru 3 – Bir kurumun tarihi, bir araştırmacıya yazdırılırken, o araştırmacının o kurumun tarihi hakkındaki görüşleri dikkate alınmalı mıdır? Mesela “Fenerbahçe yabancılarla maç yaparak onların işgal ettikleri ülkedeki varlıklarını meşrulaştırmalarına yardım etti” yargısına sahip bir araştırmacıya Fenerbahçe Tarihi yazdırılabilir mi?

    Soru 4 – İstanbul’un işgal yıllarında  yabancılarla yapılan maçların istatistiklerinin yer aldığı tabloda “Fenerbahçe” ve Galatasaray” isimlerini yer değiştirdiğini varsayalım. Ali Sami Bey yukarıda yer alan konuşmasından farklı bir konuşma yapar mıydı?

    Soru 5 – Fotoğraf üzerinden tarihçilik yaparken daha doğrusu yapmaya çalışılırken, fotoğrafın yer aldığı sayfaların devamında neler yazdığının günün birinde ortaya çıkacak olması akıllara gelmemekte midir? 

    Soru 6 – Refet Paşa, Saltanatın kaldırıldığını Padişaha bildirmesinin ertesi günü, onun tabiriyle “EN BÜYÜK GÜNÜ” beraber geçirdiği Fenerbahçe Kulübü’nün fahri başkanının kim olduğunu bilmeyecek bilgi düzeyinde bir komutan mıdır? Eğer öyleyse onu bu göreve atayan Mustafa Kemal Paşa’nın bilgi düzeyi hakkında neler düşünülmektedir?

  • İzmir ile İlk Temas

    İzmir ile İlk Temas

    Fenerbahçe, İzmir takımlarıyla ilk maçını bundan 107 sene önce, 20 Haziran 1913’de Kadıköy’de yaptı. İzmir karması İstanbul’a gelmiş, Galatasaray’a 1-0 yenilmişti. Kamuoyu “Herhalde Fenerbahçe’yi yenerler” derken, İzmirliler Kadıköy’den 4-1 yenik ayrıldılar. Aşağıda, Tanin gazetesinde yayınlanan İzmir ile ilk temas haberini okuyacaksınız. Dönemin spor atmosferine dair çok hoş detaylar içeriyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İzmir İle İlk Temas

    Dün İzmirliler ile Fenerbahçe futbol kulübü arasında Kadıköyü İttihat Kulübü’nde futbol müsabakaları parlak bir surette icra edilmiştir.

    Geçen Pazar günü Galatasaraylılara bir gol ile mağlup olan İzmirlilerin bu defa Fenerbahçelilere galebe edecekleri umumen zannedildiği halde netice bunun tamamiyle aksini göstermiş ve İzmirliler mağlup olmuşlardır.

    Oyuna başlandıktan pek az sonra idi ki Fenerbahçelilerin şaşırtma hareketleri ve çeviklikleri sayesinde top İzmirlilerin kalesine dahil oldu. Birinci gol bu suretle yapıldıktan sonra İzmirlilerde mevcut hiss-i rekabet olanca şiddetiyle tezâyüd ettiğinden bütün maharetlerini sarf ediyorlardı. Nihayet bu emellerine nail olarak ikinci golü kendileri yaparak her iki tarafta tesâvî hasıl oldu. Bunu müteakip Fenerbahçeliler yine ikinci golü takip etti. Vakt-i muayyen hulûl ettiğinden birinci kısma nihayet verilerek teneffüs esnasında idadi mektepleri talebesi arasında ip çekişmeleri yapılarak İstanbul Sultanisi talebesi Kabataş İdadisi’ne bir, Vefa İdadisi’ne iki defa galip gelerek fevkalade alkışlanmıştır. Bunu müteakip iki mağlup idadi mektepleri arasında bir çekişme yapılmış, bu defa Vefa İdadisi kazanarak meydan yine topçulara terk olunmuştur.

    Topçular ufak bir istirahatten sonra kaleler değişmiş olduğu halde oyuna başladılar. Ve işte asıl oyunun meraklı ciheti bundan sonra kendisini gösterdi. Her iki tarafın şedit tekmeleri, ani savletleri karşısında top uzun müddet yere düşmeden her iki kaleye doğru gidip geldi. Nihayet ufak bir gaflet İzmirlilere yine kaybettirdi. Bununla Fenerbahçeliler üçüncü golü yapmış oldular. Bunun üzerine büsbütün hiddetlenen İzmirliler olanca maharetlerini sarf ettiler ise de top daima kendi kaleleri önünden bir yere gitmiyordu. Kargaşalık, bir savlet, bir hücum, bir daha… Nihayet top Fenerbahçeliler tarafından dördüncü defa olarak kaleye ithal edilerek şedit alkışlar arasında oyuna nihayet verildi.

    Son ve umumi müsabaka bu Pazar günü badezzeval icra olunacaktır.

    Tanin – 21 Haziran 1913


    Not :

    Cem Ertuğrul‘un arşivinde Fenerbahçe’nin bu maçtaki kadrosu ve golleri aşağıdaki şekilde yazılmış.

    Mateosyan, Galip, Ahmet Cevat, Kemal, Wilhelm, Hüseyin, Nuri, Said Selahaddin (1), Nüzhet, Hasan Kamil (2), Hikmet (1)

  • Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    16 Haziran 1935 tarihinde Fenerbahçe kuruluş yıldönümünü kutladı. Günün en güzel etkinliklerinden biri Fenerbahçe ve Güneş tekaütleri arasında yapılacak olan gösteri maçıydı. Maçtan bir gün önce Tan gazetesi, spor sayfasında “Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe” başlıklı bir görsel ile beraber, aşağıdaki ilk yazıyı yayınladı. Ertesi gün, yine Tan gazetesi, 1-1 biten emekliler maçıyla ilgili en güzel detayları veren gazete olmuştu. O yazı da hemen ilkinin altında. Keyifli okumalar…


    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe

    Bugünkü en enteresan numaralardan biri de mütekaitler maçıdır. Mütekaitler maçı! Mütekaitlerin gazetelerdeki isimlerini gördükçe onlara mütekait demeye insanın dili varmıyor ve daha dün sahalarımızda göklere çıkaracak kadar alkışladığımız bu gençlerin mütekaidin sınıfına girmiş olmaları insanın yüreğini sızlatıyor. Düşünün; Zeki mütekait, Cafer mütekait, Sabih mütekait, Sadi mütekait, Kemal Rıfat mütekait, Ulvi mütekait, hepsi mütekait!

    Daha dün, şu Zeki, şu Ulvi’nin kalesine boyuna gol tıkar, Ulvi Zeki’nin arka arkaya ağlarına taktığı gollerini yememek için kendisini o köşeden bu köşeye, bu köşeden o köşeye atardı! Bunlar daha dün, daha dün denecek kadar yakın zamanın herkesin bildiği, canlı, hakiki hatıraları değil mi? Düşünün aynı oyuncular, bugün yine karşı karşıya oynuyorlar. Bunların mütekait olduklarına bin şahit lazım!

    Ya o Kemal Rıfat’la Bedri’nin dünkü karşılaşmalarından sonra bugün mütekait olan çatışmalarına ne dersiniz, ne buyurursunuz? Yine pek iyi hatırlarsınız ki, eski Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında Kemal Rıfat, Bedri’yi boyuna kızdırırdı. Bedri, Kemal Rıfat’ı geçebildiği zaman ise, yavaşçacık : “Resmî olsun!” diye latife eder, bunun üzerine Kemal Rıfat arkasına dönüp top arar ve o topu ararken Bedri tâ korner köşesine kadar akıttığı topu oradan Galatasaray kalesine şandelleyerek şutunu çakardı.

    Hey gidi günler hey! Bizim o günlerden hatırımızda kalan bu çeşit manzaralardır ki, bugünkü tekaütler maçına, büyük değer verdiriyor, içimizde merak uyandırıyor. Mütekaitler maçı diyerek geçmeyin; bu oyun hakikatte dört beş sene evvelki o meşhur, o hararetli Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının biraz nefesi eksin bir tekrarı, eski Fener-Galatasaray oyuncularının yeniden sahneye çıkması demek olacaktır.

    16 Haziran 1935 – Tan Gazetesi – Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe


    Fenerbahçe-Güneş Mütekaitleri Yenişemediler

    Tekaütler maçı şöyle oldu:

    Aralarında şişmanlamış veya şişmanlamaya yüz tutmuşlar da bulunan mütekait futbolcuların topa vuruşlarından başlayarak sahada yer alıncaya kadar geçen zaman içinde herkes eski futbolcuları görmekten bir haz duyuyor, bir kısmı da tanıyamadıkları futbolcuların kim olduklarını birbirinden sorarak anlamaya çalışıyordu :

    • Şu kim yahu?
    • Tanımıyor musun? Necip Şahin. Meşhur Şişyanak… Dur, sana onun kendi anlattığı bir vak’asını söyleyeyim. Bir gün Karaköy’deki poğaçacıya gitmiş, yiyeceğini yemiş, tam çıkarken çırak tezgahtakine seslenmiş : “Yanağı şişten yüz dirhem al!”. Sohbeti de, oyunu da eğlencelidir ha!
    • Ya şu şişmancası…
    • Onu ben de bilmiyorum.

    Başka birisi atılıyor.

    • Galatasaray’ın eski merkez muavini Sabit…

    Birisi adeta keyifle bağırıyor:

    • Aman üstada bak, bayağı göbeklenmiş…
    • Sen ona bakma, bu kadar adam içinde en iyi şut atacak yine odur.

    Başka tarafta başka bir muvahere:

    • Cafer acaba yine eskisi gibi ortalığı biçecek mi dersiniz?
    • Bacaklarında derman kalmışsa huylu huyundan geçmez.

    İki bayan konuşuyor:

    • İçlerinde en değişmeyen yine Bedri…
    • Sanki ötekilerin hepsini tanıyormuş gibi konuşuyorsun…

    Kısacası eski futbolcular arasındaki bir maçın bu kadar neş’e ve bu kadar ilgi uyandıracağı umulmazdı.

    Hakem Komitesi Reisi Nüzhet’in düdüğü öttü. Fenerbahçe ve Güneş mütekaitleri şu şekilde sıralandılar:

    Fenerbahçe : Nedim Kaleci, Cafer Çağatay, Hasan Kamil Sporel, Süreyya Mithat, Sait Selahattin Cihanoğlu, Kadri Göktulga, Sabih Arca, Suat Subay, Zeki Rıza Sporel, Hikmet Topuzer, Bedri Gürsoy

    Güneş : Ulvi, Hüseyin (Hayati), Mehmet Nazif, Ahmet Arif, Kemal Rıfat, Hayri, Sabit, Yusuf Ziya, Necip Şahin, Latif, Müfid

    Maç Başlarken

    Fenerbahçe kapı tarafındaki kaleyi aldı. Güneş Papazın Bahçesi’ndeki kalede.

    Bir tarafın kaptanı Hasan Kamil, öbür tarafın Papaz Kemal.

    Hakem Baba Nüzhet.

    Kur’ayı Güneş kazandı.

    Oyun başlamak üzere. Herkeste bir heyecan. Bütün oyuncular yerlerinde. Bunları seyretmek için çocukları, çolukları, kayın valideleri, kayın pederleri sıralanmışlar, merakla seyre hazırlanıyorlar.

    Fenerbahçeliler ileri akına başladı. Kemal Rıfat ilk akını kesiyor. Suat ortalıyor. Zeki alamadı. Kadri akınları kesiyor ve Papaz Kemal canla çalışıyor. Ziya dehşet! Gülmemek için insan kendini zor tutmalı. Halk kahkahadan kırılıyor.

    Fenerbahçe mühim bir tehlike atlattı.

    Oyun başlayalı bir iki dakika oldu. Top Dalgakıran Hasan Kamil’de. Aptal Mehmet yaman oynuyor. İki dakika sonra; Nedim kalenin direğine yanaşmış, Sabit’i atacağı korneri bekliyor. Korner çekildi. Yusuf Ziya, Necip Şahin kalenin önünden ayrılmıyorlar!

    Çocuklar boyuna annelerine:

    • Babama bak! Babama bak! Ne güzel koşuyor! diye heyecanla bağırıyorlar.

    Oyun tam ortada. Şişme alaimi kendini gösteriyor. Top Ziya’da. Şutu çekti ama kenardan auta gitti.

    Gülen gülene. Halk kırılıyor.

    Fener Rüzgar Altında

    Oyun oynanıyor ama rüzgar şiddetli. Topu Zeki aldı, Bedri’ye verdi, Aptal Mehmet kesti. Hikmet bir şut çekti, Ulvi kurtardı.

    Mukabil akın : Hasan Kamil, Necip’i geçti, Hayri kurtardı. Yere düşüp kalkanları görmeyin! Fakat hacıyatmaz gibi bir düşen beş dakika sonra kalkıyor. Hele doksan ile yüz kilo arasındakiler, görülecek şey…

    Top ortada dolaşıyor ve her iki takım bütün kuvvetlerini sarf ediyorlar. Bu maç, en mühim maç kadar herkesi alakadar ediyor.

    Bir zamanlar memleket futbolunun en yüksek şahsiyetlerini görmeyin… Hepsi göbeklenmişler!

    Güneş kalesine doğru akın. Kemal Rıfat kurtardı. Sadi karşıladı. Topu tutmak için vaziyet alanlar, ayaklarının arasında resmi geçit yapan topa seyirci kalıyorlar. Belli ki şişkinlik başladı.

    Fener kalesine gelen topu Kadri kurtardı, sağdan Sabih’e verdi, tenisçi Suat aldı, Kemal Rıfat yine kurtardı. Allah Allah! Çalım da yapıyorlar. Zeki aldı, ateş gibi gidiyor. Fakat Hayri kurtardı.

    Yusuf Ziya güzel bir pas kaçırdı.

    Ortada pürheyecan iki taraf çalışıyor. Cafer görülmemiş bir kurtarış yaptı. Ziya ve Necip’in kombine akınını kırdı. Fakat Ziya aldı, sürüyor. Bizim esrarengiz bugün ömür! Fakat bir türlü gol yapamıyor!

    Sağdan Sabih ile Güneş kalesine akın başladı. Karşısında Usturumcalı Hüseyin. Fakat Hüseyin biraz sonra şişti, yerine Hayati girdi. Aman ne zevkli futbol! Düşen ve kalkandan topun ilerlemesine imkan yok!

    Aptal Mehmet alelûsul gözü kapalı hücum ediyor. Ne olur ne olmaz, herkes ihtiyatlı. Kimse, bu tekaüt maçında ayağını kırdırmak istemiyor. Hakikaten ne zevkli oyun!

    Fenerbahçe kalesinin önü görülecek şey: Hasan Kamil topu kurtardı ama az kalsın kendi kalesine gol de yapacaktı, fakat kornerle kurtardı.

    Necip Şahin bir gol yapmak için, kale önünde, delik arıyor. Korner çekildi. Kale önüne düştü… Derken penaltı!

    Fenere Penaltı

    Nedim vaziyetini aldı. Top çizgide. Ziya çekiyor. “Plase atayım!.” derken top dışarı gidiyor ve Necip de “Keşke ben atsaydım!” diyor.

    Ziya elleriyle : “Ne yapayım kaçtı!” demek istiyor.

    Fakat hakikaten bu takımda iyi oynayanlar var. Biraz antrenman yapsalar, belli ki oynayabilecekler! Güneş’e bir akın olup da neticelenmeyince Fenerliler : “Vah, vah!” diye bağırıyorlar, Güneşliler ise : “Çok şükür kurtulduk!” diye seviniyorlar.

    Zeki, eskisi gibi bir takım vücut hareketleriyle topu alıyor, sürüyor!

    Fakat herkes öyle şişmiştir ki sahayı terk eden edene ve bu esnada hakem imdada yetişti, düdüğü çaldı.

    Oyuncular kan ter içinde, yavrularının, hatta torunlarının yanlarına dönüyorlar. Çocuklar, babalarına limon yetiştirmekle meşgul :

    Nedim meşhur cakasında berdevam.

    Bu komedinin birinci devresi böylece sıfır sıfıra bitti.

    Fenere Gol

    Aynı oyu devam ediyor, derken beşinci dakikada Fenerbahçe’ye bir penaltı verildi ve bu penaltıyı Ziya çekerek topu Fenerbahçe ağlarına takmaz mı?!

    Güneş : 1, Fenerbahçe : Sıfır.

    Bundan sonra Fenerbahçe’nin akınları başlıyor ama tesirsiz. Kornerler, şutlar, driblingler gırla gidiyor. Fakat birdenbire Fenerbahçe, Güneş kalesi önündeki kargaşalıktan istifade ederek bir gol yaptı, şiddetle alkışlandı ama, ne yazık ki, bu gol sayılmadı. Ofsayt sayıldı.

    Güneşe Gol

    Ama çok geçmeden, hak yerini buldu ve bir akın neticesinde Güneş’e ilk gol oldu. Bu gol, sanki eski Fener-Galatasaray oynuyormuş gibi dakikalarca alkışlandı.

    Kaleye doğru verilen pası Suat tam kale önünde yakaladı ve müdafii çalımla geçerek golü tıkadı.

    Şimdi iki tarafta büyük canlılık var. Belli ki iki taraftan biri galibiyet golünü yapmak istiyor.

    Fenerbahçeliler boyuna akın yapıyor, fakat Ulvi de boyuna kurtarıyor.

    Oyunun bitmesine pek az var. Fakat buna rağmen ikide bir saat soranlar çok. Ve nihayet çok geçmedi. İki takım, berabere kalarak, mütekaitler maçı bitti.

    17 Haziran 1935 – Tan Gazetesi

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Galatasarayı Habire Yenen Fenerbahçe
  • Fenerbahçe’yi Kimler Kurdu? Kimler İhya Etti?

    Fenerbahçe’yi Kimler Kurdu? Kimler İhya Etti?

    Fenerbahçe Spor Kulübü Müzesi’nde 1923 tarihli bir kulüp nizamnamesi var. Bu nizamnamede “Kulüp Müessislerinin Kıdem Sırasıyla İsim ve Hüviyetleri” başlıklı bir de liste bulunuyor.

    Kıymetli tarihçimiz Rüştü Dağlaroğlu da “1907-1987 / Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi” kitabında, aşağıdaki girişi yaparak, bir başka liste yayınlamış :
    “Kulüp, bir taraftan göz boyamak amacıyla, yönetim kurulunu devirmek diğer taraftan düşman başkomutanı General Charles Harington’un ünlü sporculuk hüviyetinden yararlanmak suretiyle, İngiliz işgalinden kurtulunca, 1922 yılında yeni bir tüzük hazırladı. Bu tüzüğün 2. maddesinde, (Kulübü Tesis ve İhya Edenler) başlığı altında otuz ad yazılıdır. Bu maddedeki (Tesis) sözü ile kulübü kuranlar, (İhya) sözüyle de düşman tarafından kapatıldıktan sonra, gizli toplantılarla, yaşatanlar kast edilmiştir. İşte, kısaca, Müessesan Heyeti (kurucular Kurulu), adıyla anılan ve adları yazılı 30 kurucu, 1925’lerdeki meslek ve görevleriyle şunlardır.

    Merhum Rüştü Dağlaroğlu’nun sözünü ettiği tüzük ile müzede sergilenen nizamname aynı mı, bilmiyoruz ama (ikisini de sırayla aşağıda göreceğiniz) listeler birbirinden değişik… Biz önce ortak isimleri ve aradaki farkları görelim istedik.


    Hem 1923 Nizamnamesi, Hem de 1987 Tarihli Kitap Listesinde İsmi Olanlar

    Enver BeySabık Rüsumat Müfettişlerinden
    Fuat Hüsnü BeyBahriye Binbaşılarından
    Galip BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Hamit Hüsnü BeyDoktor
    Hikmet BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Hüseyin Sami BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyHududu Sıhhiye Muhasebecisi
    Kemal Aşki BeyMühendis
    Mehmet Reşat BeyAnadolu Demiryolları Memurlarından
    Mustafa Bey (Elkatipzade)Tacir
    Nasuhi Bey (Nazikizade)Türkiye İdman Cemiyetleri Müfettişi
    Ömer Nazıma BeyKomisyoncu
    Sabri BeyPosta ve Telgraf Müdür-i Umumisi
    Sait Selahattin BeyBahriye Jimnastik Muallimi
    Sait Tevfik BeySpor Âlemi Gazetesi Sahibi
    Selahattin Manço BeyBanka Memurlarından
    Şakir BeyAshab-ı Emlaktan
    Tevfik Bey (Haccarzade)Tacir
    Yahya BeyZiraatçi
    Ziya Bey (Nurizade)Düyunu Umumiye Müfettişlerinden

    1923 Nizamnamesi’ndeki Listede İsmi Yazılı Olup 1987 Tarihli Kitapta Bulunmayanlar

    Alaaddin Bey (Nazikizade)Sanâyi-i Nefîse Mekteb-i Âlisinden
    Emin BeySeyrisefain Mübayaa Memuru
    Hasan Kamil BeyMakine Mühendisi
    Hüseyin BeyDava Vekili
    İsmet BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Muhsin Yeğen BeyAshab-ı Emlaktan
    Müfit BeyDuhan Şirketi Memurlarından
    Sabih BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Saip Şevket BeyT.İ.C.İ ve Millî Mahsulât Şirketi Müdür-i Sabıkı
    Zeki BeyBaytar

    1987 Tarihli Kitaptaki Listede İsmi Yazılı Olup 1923 Nizamnamesi’nde Bulunmayanlar

    Ali Muhittin (Hacıbekir) BeyŞeker Tüccarı
    Asaf (Beşpınar) BeyDeniz İnşaat Mühendisi
    Ayetullah BeySu Şirketinde Memurdu
    Doktor Nazım Bey 
    Enver (Yeğin) BeySarıyer Belediye Muhasebecisi
    Hakkı Saffet (Tarı) BeyBankacı
    Hulki (Malkoç) BeyZiraatçı
    Hulusi BeyEski Nafia Nazırı
    İhsan Ziya BeyUrla Hakimi idi
    Necip (Okaner) BeyAkdeniz Denizüssü Komutanı

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Suret-i Teşkili ile Maksadı / Matbaa-ı İkdam – 1339 (1923)
    Kulüp Müessislerinin Kıdem Sırasıyla İsim ve Hüviyetleri

    Nurizade Ziya BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    Enver BeySabık Rüsumat Müfettişlerinden
    Galip BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Nazikizade Nasuhi BeyTürkiye İdman Cemiyetleri Müfettişi
    Haccarzade Tevfik BeyTacir
    Yahya BeyZiraatçi
    Elkatipzade Mustafa BeyTacir
    Kemal Aşki BeyMühendis
    Sait Selahattin BeyBahriye Jimnastik Muallimi
    Hasan Kamil BeyMakine Mühendisi
    Hikmet BeyDüyunu Umumiye Memurlarından
    Selahattin Manço BeyBanka Memurlarından
    Ömer Nazıma BeyKomisyoncu
    Şakir BeyAshab-ı Emlaktan
    Emin BeySeyrisefain Mübayaa Memuru
    Mehmet Reşat BeyAnadolu Demiryolları Memurlarından
    Nazikizade Alaaddin BeySanâyi-i Nefîse Mekteb-i Âlisinden
    Hamit Hüsnü BeyDoktor
    Zeki BeyBaytar
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyHududu Sıhhiye Muhasebecisi
    Saip Şevket BeyT.İ.C.İ. Muhasebecisi ve Millî Mahsulât Şirketi Müdür-i Sabıkı
    Fuat Hüsnü BeyBahriye Binbaşılarından
    Müfit BeyDuhan Şirketi Memurlarından
    Sabri BeyPosta ve Telgraf Müdür-i Umumisi
    Hüseyin BeyDava Vekili
    Sait Tevfik BeySpor Âlemi Gazetesi Sahibi
    Hüseyin Sami BeyDüyunu Umumiye Müfettişlerinden
    İsmet BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Sabih BeyTıp Fakültesi Müdavimlerinden
    Muhsin Yeğen BeyAshab-ı Emlaktan

    Rüştü Dağlaroğlu : 1907-1987 / Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi
    Kulübü Tesis ve İhya Edenler

    Nuri zade Ziya (Songülen) BeyNATTA Seyahat Bürosu Sahip ve Müdürü
    Ayetullah BeySu Şirketinde Memurdu
    Necip (Okaner) BeyAkdeniz Denizüssü Komutanı
    Enver (Yetiker) BeyGümrük Müfettişi
    Kulaksızzade Galip BeySerbest
    Hintli Asaf (Beşpınar) BeyDeniz İnşaat Mühendisi
    Hulusi BeyEski Nafia Nazırı
    Hulki (Malkoç) BeyZiraatçı
    Fuat Hüsnü (Kayacan) BeySokoni-Vakum Şirketi Beykoz Müdürü
    Hamit Hüsnü (Kayacan) BeyDoktor
    Hakkı Saffet (Tarı) BeyBankacı
    Mehmet Reşat (Pekelman) BeyDevlet Demir Yolları Hareket Müfettişi
    İhsan Ziya BeyUrla Hakimi idi
    Nazikizade Nasuhi Esat (Baydar) BeyMilletvekili
    Şakir (Beşe) Bey 
    Selahattin Manço BeyZonguldak Kömür Şirketi Memuru
    Elkatipzade Mustafa BeyFes Tüccarı
    Enver (Yeğin) BeySarıyer Belediye Muhasebecisi
    İbnürrefik Ahmet Nuri BeyPiyes Yazarı
    Sabri (Toprak) BeyZiraat Bakanı
    Doktor Nazım Bey 
    Ağabeyzade Ömer Nazıma (Elbi) BeyKomisyoncu
    Çelebizade Sait Tevfik BeyChevrole Oto Acentası Memuru
    Hüseyin Sami (Coşar) Beyİş Bankası Umum Müfettişi
    Haccarzade Tevfik (Taşçı) BeyKibrit Şirketi Satış Memuru
    Yahya Berki (Karagözoğlu) BeyZahire Borsası Tevzi Memuru
    Hikmet (Topuz) BeyRıhtım Şirketi Veznedarı
    Sait Selahattin (Cihanoğlu) BeyYüksek Deniz Ticaret Okulu Öğretmeni
    Ali Muhittin (Hacıbekir) BeyŞeker Tüccarı
    Kemal (Aşkın) BeyYüksek Mühendis
  • Topuz Hikmet

    Topuz Hikmet

    Evet, bugün kullandığımız arma onun eseri.. Cem Ertuğrul’un kayıtlarına göre Topuz Hikmet, 1912’de Fenerbahçe formasını giymeye başladı. 1924 yılında yayınlanan bir dergi yazısında “bir nokta-i nazar ihtilafından ötürü” birkaç oyuncu ile beraber Fenerbahçe’den ayrıldığı yazıyor. Sene 1916 idi. Galatasaray’a gitti ve (yine Cem Ertuğrul kayıtlarına göre) 22 Aralık 1916 ve 20 Eylül 1918 tarihleri arasında dört kez Fenerbahçe’ye karşı forma giydi. Galatasaray bu maçların üç tanesini (4-1, 3-2 ve 4-0) kaybetmiş, birini de 3-2 kazanmıştı. 21 Aralık 1917’de oynanan o maçın galibiyet golünü Topuz Hikmet attı. Mütarekeden hemen sonra Fenerbahçe’ye geri döndü ve işgal seneleri boyunca, aralıklarla da olsa maçlara çıktı. 12 Mayıs 1922’de son kez Fenerbahçe formasını giydi. Formayı ondan devralan meşhur futbolcumuz Bedri Gürsoy, portrelerinden birinde ona yer verdi. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Topuz Hikmet

    Hasnun Galiplerin, Celallerin, Nedimlerin, Otomobil Nurilerin, Ariflerin, Galiplerin, Hasan Kamillerin, Oberlelerin, Nüzhet Abbasların devirlerinde bir de Galatasaray’ın Emin Bülent’i, Fenerbahçe’nin de Hikmeti sol açık mevkilerinde nam salmışlardı.

    Kısa boylu, tıknazca olduğu için futbol meraklıları Hikmet’e (Topuz) lakabını koymuşlardı.

    Bir zamanlar küçük kulüpçüler ve meraklılar bu meşhur futbolcuları -nefes almaktan bile korkarak” vecd içinde hayran hayran seyrederdik. İşte bu meyanda da Hikmet’in kurşun gibi sıkı şutlarını hayretten ve takdirden ağzımız bir karış açık bir halde avuçlarımız acıyıncaya kadar alkışlardık.

    Hakikaten ne müthiş şutlardı onlar… Hikmet bu bomba gibi şutlarını kendisine mahsus bir şekilde çekerdi. Herkes gibi gerile gerile topa vurmaz, sadece sol ayağını kaldırıp vuruş vaziyetine sokar ve birden topa çakardı. Ama nasıl? O anda şimşek çaktı sanırdınız ve ayağın topa indiği o çelik darbeden ve o yerden nasıl olup da ateş çıkmadığına hayret ederdiniz.

    Hikmet’in futbolculuğu baştan başa görülmemiş bir tarzda idi. Sağ ayağı adamakıllı zayıftı. Lakin Hikmet bütün maç imtidadınca o tarzda manevralı bir oyun oynardı ve topa vuruş yapardı ki bu kusurunu derhal kapatırdı. Driplinglerinin, paslarının vücud ve ayak çalımlarının, şutlarının, kaleye inişlerinin, kafa vuruşlarının, korner atışlarının, penaltı çekişlerinin fevkalade ve tamamıyla kendisine göre bir hususiyeti vardı.

    Ekseriyetle yanında sol iç olarak oynayan Sait Selahattin ile Hikmet zamanının en teknik kombinezonunu gösterirlerdi. Bu iki değerli oyuncu o derece anlaşmışlardı ki adeta birbirlerinin en ufacık bir hareketlerinden ne yapacaklarını kavrayıverirlerdi.

    Hikmet’in kale zaviyelerini bulan yerden çektiği şutları ve golleri, uzaktan isabetli top ortalamaları, bilhassa penaltıları fevkalade mükemmeldi. (Bugün bile meraklılar arasında bu şöhretini muhafaza etmektedir. Hâlâ : “Nerede o Hikmet’in şutları!”, “Nerede o Hikmet’in penaltı atışı!” diye stadyumlarda onu hatırlayarak bağıranlara çok rastlanır.)

    İşte ben de “Vaktiyle sol açık oynadığım için şöyle bir tabir kullanayım” futboldaki mevki arkadaşım ve hocam üstat sol açık Hikmet’i, futbol tarihimizin bu unutulmasına imkan olmayan şahsiyetini bir kere daha burada hayranlıkla ve hürmetle anmayı bir sporcu vazifesi bildi.

    Bedri Gürsoy, 23 Aralık 1941 – Akşam Gazetesi

  • Fenerbahçe Sol Açığı Bedri Bey

    1920’li yılların “Resimli Ay” mecmuasında Çelebizade Sait Tevfik tarafından yapılan sporcu söyleşilerine devam ediyoruz. İşgal yıllarındaki Fenerbahçe’nin sembol oyuncularından “Ceylan” lakaplı Bedri Gürsoy ile yapılan söyleşiyi Barış Kenaroğlu çevirdi. Keyifli okumalar…

    * * * * * *

    Avrupa turnesinde yüzümüzü güldüren bu mahir oyuncumuz henüz yirmi yaşında bir gençtir. Türkiye’nin hem de yegane sol açığı olan Bedri Bey, spora nasıl intisab etmiş, nasıl muvaffak olmuştur.

    Bu küçük sevimli oyuncumuzu bilmeyiz ki idman aleminde sevmeyen var mıdır? Küçük boyu, zarif vücudu, güzel yüzü ile daima etrafına ve bilhassa kulübü taraftarlarına kendini fazlaca alkışlattıran Bedri’nin hatıratını almak için kendisini sevgili kulübünde görmüştüm. Ona mazisini sorduğum zaman düşündü. Nasıl düşünmesin ki, küçük yaşında milli takımın hakiki oyuncusu olduğu halde daha spor tarihi pek yenidir. Bende çok iyi hatırlarım ki birkaç seneler evvel bu küçük oyuncuyu üçüncü takımlar arasında çapraz vuruşlarıyla sevmiş ve tebrik etmiştim. Aradan birkaç sene geçmeden bu oyuncu birbiri arkasına iki büyük mevkiye sahip olmuştur. Bunlardan birincisi Fenerbahçe birinci takımına girmesi, ikincisi de bir çok garazkârların arasında milli takıma dâhil olmasıdır. Henüz daha darülfünun sıralarında tahsil gören bu oyuncumuzun yaşı yirmiyi geçmediğine nazaran kendisinden Türk milli takımı için daha pek çok hizmetler beklenebilir.

    İşte pek küçükken tanıdığım bu oyuncu kulübün soyunma odasında etrafına sıralanmış elbise dolaplarına dayanarak hatıratını bakınız nasıl anlattı:

    Futbola olan çıldırasıya aşkım 1327 senesinden başlar. Şimdi yirmi yaşında olduğuma nazaran demek ki o zaman sekiz yaşında imişim. Şayet on iki sene evvelki Bedri’yi muhayyilemde canlandırarak ortaya çıkaracak olursam şu neticeyi bulurum: her dakika koşmak, oynamak, sıçramak, atlamak isteyen ele avuca sığmayan lastikten bir makine… İşte Bedri… O vakitler biz – şimdiki küçük bahtiyar futbolcular gibi – bir usul ve nizam dairesinde futbol oynamazdık. Biz o zamanlar futbol oynuyoruz diye beş on kişi toplanır ve bir yuvarlak paçavra parçasının arkasından güneş doğarken başlayarak, batarken bitirmek üzere mütemadiyen koşar, gözümüz ne yemek ne içmek görürdü.

    İşte birkaç sene ben mini mini vücudu bu usul ile yaktım ve zehirledim. Bir gün mektebin taşlık bahçesinde bir duvar bir kale diğer duvar bir kale, bir tarafta on-on beş, diğer tarafta yirmi kişi, ortada bir taş parçası “futbol maçı” yapıyorduk. Oyuncular içinde ben en ufakları, lakin en fedaileri idim. Öyle ki taş parçasının arkasından ona buna çalım yapıp pire gibi sıçrayarak taşlığın üstünde, çocukların ensesinde parende atıyor ve karşı duvara arka arkaya gol atıyordum.

    Bir gün ne oldu bilmiyorum başım hızla duvara çarptı. Gözümü açtığım zaman kendimi eczahanede buldum. Başım tehlikeli surette yarılmıştı, sarıyorlardı. Evde bir hafta kadar yattım. Başımdan geçen bu kazadan sonra artık evden futbol oynamama kat’iyen müsaade etmiyorlardı. O zaman İttihad Spor Kulübü’nün tam karşısındaki evi satın almıştık. Futbolun her Cuma ve Pazar önüme kıskandırıcı bir ziyafetini koyan bu güzel sahanın karşısında ben ciğer görmüş kedi gibi, bakar bakar yutkunurdum. Kendimi büyük maçları kıymetli oyuncuları görmekle teselli ediyor ve avutuyordum. O zamanlar bir Galip’i bir Hikmet’i bie Arif’i görünce kalbim çarpmaya başlardı. Sevincimden çıldırıyordum.

    Birkaç ay kadar geçti. İyiden iyiye yine başladım. Lakin bu defa  – çok maç seyrettiğimden olacak – az çok futbolun usul ve nizamını öğrenir gibi olmuştum. Arkadaşlarım çantalarını ve feslerini çıkarıp Kuşdili çayırına iki kale yapıp oyuncu almak için ayak yaptıkları zaman beni almak için çalışırlardı. Artık mektebde maharetim söyleniyordu: “Bedri Bey’in bir çalımı var ki, beş altı kişiyi yutturuyor, pire gibi kaçıyor”

    1333 senesinde Kadıköy sultanisi dahilinde iki kulüp vardı: Hilal ve Küçük Ocak. Ben Hilal’in kalecisi idim. Mektep, futboldaki kabiliyetimi inkişaf ettirdi. 1334 senesinde Alaaddin Bey oyunumu beğenmiş ve beni Fenerbahçe’ye yazdırmıştı. Artık hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. Bir zaman geldi ki Fenerbahçe üçüncü takımında oynamaya başladım. Mektepte de maçlar yapardık. Galatasaray, İstanbul Sultanisi, Aşiyan Mektepleri ile yaptığımız maçlar ekserisinde galip gelirdik. Bu galibiyetlerde büyük hisselerim olurdu.

    1335 senesinde Fenerbahçe ikinci timinde sağ iç olarak oynamaya başladım. Çok güzel oynuyordum, çabuk terakki ediyordum. Bilhassa futbolda hiç kimsenin vuramadığı bir vuruş icat etmiştim. Şayan-ı hayret bir çeviklik ile bu vuruşu yaptığım zaman çok takdir olunurdum.

    Bir gün Galatasaray ikinci takımı ile Fenerbahçe ikinci takımı maç yapıyorduk. Ben sağ iç, Zeki Bey’in kardeşi Arif orta muhacim idi. Oyun başladıktan pek az zaman sonra Galatasaray’dan Arif bize bir gol yaptı. Top ortaya geldi. Arif bana bir pas verdi. Ben topu santra çizgisinden biraz açtım ve bir iki kişiye çalım yaptıktan sonra kaleye kırk yarddan bir şut çektim. Top havalandı, döndü dolaştı, rüzgarla beraber kalenin zaviyesinden içeri girdi.

    1336 senesinde ilk defa olarak Beylerbeyi’ne karşı birinci timde – takımın diğer azaları natamam olduğundan – sol açık mevkiinde oynadım. O gün güzel oynadım. Ve bir gol attım. Sonra Vefa’ya Selimiye’ye karşı oynadım ve hepsinde muvaffak oldum.

    1337’de Altınordu – Fenerbahçe maçında sağ açıkta cidden güzel bir oyun oynadım. O gün Cafer’i çalımla geçip Nedim’e bir gol  atınca kendimi dünyanın definesine gark etmişler sandım. Bu oyundan sonra hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. En büyük kusurum futbolun ilk heveskar mübtedileri gibi, çok fazla çalım yapmak ve gol heveslisi olmaklığım idi. Daha sonra İngilizlerle olan maçlarımız gelir… İngilizlerle hemen her hafta Taksim’de ve İttihad Spor kulübünde gayet müntezim ve heyecanlı maçlar yapardık. Ben sol açık veya sol iç oynuyordum.

    Bir gün futboldaki maharetine prestij ettiğim biri bana dedi ki: “görüyorsun ki İstanbul’da şimdi iki halde iyi bir sol açık var.. işte senin için rakipsiz olarak serbestçe yürüyebilip muvaffak olacağın yegane saha… çalış memleketin en iyi sol açığı olacaksın..”

    Filhakika pek çok çalıştım. Sol ayağımla hiç vuramazken az zaman sonra sol vuruşlarımda, ortalayışlarımda mühim farklar görmeye başladım.

    İngilizlerle yaptığımız maçlardan ben çok istifade ettim. Çalımsız seyir geliştirdim. Şahsi oyundan vazgeçtim. Oyunumda seri ve bariz bir terakki mevcuttu. Bilhassa süratim ve çevikliğim hasmın önünden sıyrılıp uzun ….kalmaya sevk olup ortaya içlere isabetli pas verişlerim başlıca meziyetimi teşkil ediyordu. İngilizlerle olan maçların ekserisinde çok muvaffak olurdum. Bir gün geldi ki artık İstanbul muhtelit takımında yer tutmaya başladım.

    Artık İngilizler gitmişti. Lakin hariçten takım getiriliyordu. (Slavya – İstanbul Muhtelit Takımı) maçında futbol hayatımın parlak bir yıldızı saydığım fevkalade bir oyun oynadım. O gün karşımda enternasyonal bir muavin olan – bu defa olimpiyatta bize karşı oynatılmayıp daha kuvvetli bir hasma saklanılan – meşhur oyuncu tamamiyle acz göstermiş ve futbolun bütün hilelerine müracaat etmişti. Arkamdan tekme vuruyor, çelme takıyor, eteğimi çekiyordu. Lakin bütün bunlara rağmen ben bir lastik top gibi sıçrıyor, yıldırım gibi onun kalesine akıyordum. O günkü gollerin ikisinde de büyük bir hissem vardı.

    Slavya’yı, Romanya Milli Takımı takip etti. O gün fevkalade bir surette hazırlandığım maçı maatteessüf feci bir surette sakatlanarak başlangıcında terk etmeye mecbur kaldım. Hastanede iki aya yakın yattım. Futbolun apansız geliveren bu menfus hediyesi beni bu uğurdaki aşkımla hayatıma veda ettirecek diye çok korktum. Lakin çok şükür iyileştim ve maşukuma yine kavuştum. Sakatlandıktan sonra yaptığım maçlarda bacağımda ufak bir arıza kaldığından tabii olarak muvaffak olamadım. Lakin birkaç ay sonra eski oyunumu yeniden iktisab ettim.

    Türklerin de 1924 olimpiyatlarına iştirak etmeleri tekerrür etmiş ve bir Türk futbol grubu ihzar edip milli takımı meydana çıkarması için bir antrenöre ihtiyaç hissedilmişti. Çok geçmeden günün birinde Mister Hunter namında bir İngiliz futbol antrenörü Eskişehir’de seçme müsabakalarında hazır bulundu. Hunter’ın ilk nazarında takdirini celb edip beğendiği oyuncular meyanında ben de vardım.

    Bir zaman geldi ki Paris olimpiyatlarına iştirak etmek üzere yola çıkan Türk futbolcuları meyanında ben de bulunuyordum. Paris’te Çekoslavaklara karşı çıkan Türk timinde sol açık olarak oynadım. O gün diğer ekser arkadaşlarım gibi beklenilen oyunumu oynayamadım. O gün zaten bir iki kişi müstesna kimse muvaffak olamadı. Bunun en büyük sebebi ise aylar geçtiği halde büyük ve heyecanlı bir maçtan uzak ve yabancı kalmamızdı. Yoksa o gün karşımıza ihtiyat oyuncusu ile çıkan Çek takımı mağlup etmemiz pek de uzak bir hayal değildi.

    Futbol Avrupa turnesine çıkarak İsveçlilere karşı, “Reval”de Estonya milli takımına karşı, “Krakow”da “Lodic” “Prezemişil” de Lehlilere karşı olan oyunlarda muvaffak oldum. Bilhassa Estonya milli takımına karşı oynarken tam zamanında üç kişiyi atlayarak yapmış olduğum golün galibiyet üzerine iyi bir tesiri oldu. İşte şimdi Avrupa’dan pek çok istifade ederek avdet ettim. Kulübümde idmanlarıma muntazaman devam ediyorum. 1328’den 1340’a kadar olan hatıratımın muhayyilemde canlanan bazı aksamı bundan ibaret.

    Şimdi hal-i hazırda yirmi yaşındayım. Fenerbahçe kulübünün ve milli takımın sol açığı bulunuyorum. Türkiye’nin en iyi sol açığı olduğuma kaniyim. Bu kanaatim azmimin kolları arasında daima yaşayacaktır. Daha yaşım küçük olduğundan futboldaki bu muvaffakiyetimi bir mani zuhur etmediği takdirde muhafaza ve terakki ettirebilirim. Bunun için çalışacağım daima çalışacağım. Futbolu zeka, cesaret, azim, sebat, nezaket, münakaat gibi evsaf ve mezayatı kolları arasına alan bu güzel oyunu daha pek çok ilerleteceğim. En iyi oyunum iki sene sonra olacaktır.”

  • Sol Açık Bedri

    Sol Açık Bedri

    1920’li yılların “Resimli Ay” mecmuasında Çelebizade Sait Tevfik tarafından yapılan sporcu söyleşilerine devam ediyoruz. İşgal yıllarındaki Fenerbahçe’nin sembol oyuncularından “Ceylan” lakaplı sol açık Bedri Gürsoy ile yapılan söyleşiyi Barış Kenaroğlu çevirdi. Keyifli okumalar..

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    * * * * * *

    Ceylan Bedri

    Avrupa turnesinde yüzümüzü güldüren bu mahir oyuncumuz henüz yirmi yaşında bir gençtir. Türkiye’nin hem de yegane sol açığı olan Bedri Bey, spora nasıl intisab etmiş, nasıl muvaffak olmuştur.

    Bu küçük sevimli oyuncumuzu bilmeyiz ki idman aleminde sevmeyen var mıdır? Küçük boyu, zarif vücudu, güzel yüzü ile daima etrafına ve bilhassa kulübü taraftarlarına kendini fazlaca alkışlattıran Bedri’nin hatıratını almak için kendisini sevgili kulübünde görmüştüm. Ona mazisini sorduğum zaman düşündü. Nasıl düşünmesin ki, küçük yaşında milli takımın hakiki oyuncusu olduğu halde daha spor tarihi pek yenidir. Bende çok iyi hatırlarım ki birkaç seneler evvel bu küçük oyuncuyu üçüncü takımlar arasında çapraz vuruşlarıyla sevmiş ve tebrik etmiştim. Aradan birkaç sene geçmeden bu oyuncu birbiri arkasına iki büyük mevkiye sahip olmuştur. Bunlardan birincisi Fenerbahçe birinci takımına girmesi, ikincisi de bir çok garazkârların arasında milli takıma dâhil olmasıdır. Henüz daha darülfünun sıralarında tahsil gören bu oyuncumuzun yaşı yirmiyi geçmediğine nazaran kendisinden Türk milli takımı için daha pek çok hizmetler beklenebilir.

    İşte pek küçükken tanıdığım bu oyuncu kulübün soyunma odasında etrafına sıralanmış elbise dolaplarına dayanarak hatıratını bakınız nasıl anlattı:

    Çocukluk Yılları

    Futbola olan çıldırasıya aşkım 1327 senesinden başlar. Şimdi yirmi yaşında olduğuma nazaran demek ki o zaman sekiz yaşında imişim. Şayet on iki sene evvelki Bedri’yi muhayyilemde canlandırarak ortaya çıkaracak olursam şu neticeyi bulurum: her dakika koşmak, oynamak, sıçramak, atlamak isteyen ele avuca sığmayan lastikten bir makine… İşte Bedri… O vakitler biz – şimdiki küçük bahtiyar futbolcular gibi – bir usul ve nizam dairesinde futbol oynamazdık. Biz o zamanlar futbol oynuyoruz diye beş on kişi toplanır ve bir yuvarlak paçavra parçasının arkasından güneş doğarken başlayarak, batarken bitirmek üzere mütemadiyen koşar, gözümüz ne yemek ne içmek görürdü.

    İşte birkaç sene ben mini mini vücudu bu usul ile yaktım ve zehirledim. Bir gün mektebin taşlık bahçesinde bir duvar bir kale diğer duvar bir kale, bir tarafta on-on beş, diğer tarafta yirmi kişi, ortada bir taş parçası “futbol maçı” yapıyorduk. Oyuncular içinde ben en ufakları, lakin en fedaileri idim. Öyle ki taş parçasının arkasından ona buna çalım yapıp pire gibi sıçrayarak taşlığın üstünde, çocukların ensesinde parende atıyor ve karşı duvara arka arkaya gol atıyordum.

    Bir gün ne oldu bilmiyorum başım hızla duvara çarptı. Gözümü açtığım zaman kendimi eczahanede buldum. Başım tehlikeli surette yarılmıştı, sarıyorlardı. Evde bir hafta kadar yattım. Başımdan geçen bu kazadan sonra artık evden futbol oynamama kat’iyen müsaade etmiyorlardı. O zaman İttihad Spor Kulübü’nün tam karşısındaki evi satın almıştık. Futbolun her Cuma ve Pazar önüme kıskandırıcı bir ziyafetini koyan bu güzel sahanın karşısında ben ciğer görmüş kedi gibi, bakar bakar yutkunurdum. Kendimi büyük maçları kıymetli oyuncuları görmekle teselli ediyor ve avutuyordum. O zamanlar bir Galip’i bir Hikmet’i bie Arif’i görünce kalbim çarpmaya başlardı. Sevincimden çıldırıyordum.

    Sol Açık Bedri

    Birkaç ay kadar geçti. İyiden iyiye yine başladım. Lakin bu defa  – çok maç seyrettiğimden olacak – az çok futbolun usul ve nizamını öğrenir gibi olmuştum. Arkadaşlarım çantalarını ve feslerini çıkarıp Kuşdili çayırına iki kale yapıp oyuncu almak için ayak yaptıkları zaman beni almak için çalışırlardı. Artık mektebde maharetim söyleniyordu: “Bedri Bey’in bir çalımı var ki, beş altı kişiyi yutturuyor, pire gibi kaçıyor”

    1333 senesinde Kadıköy sultanisi dahilinde iki kulüp vardı: Hilal ve Küçük Ocak. Ben Hilal’in kalecisi idim. Mektep, futboldaki kabiliyetimi inkişaf ettirdi. 1334 senesinde Alaaddin Bey oyunumu beğenmiş ve beni Fenerbahçe’ye yazdırmıştı. Artık hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. Bir zaman geldi ki Fenerbahçe üçüncü takımında oynamaya başladım. Mektepte de maçlar yapardık. Galatasaray, İstanbul Sultanisi, Aşiyan Mektepleri ile yaptığımız maçlar ekserisinde galip gelirdik. Bu galibiyetlerde büyük hisselerim olurdu.

    1335 senesinde Fenerbahçe ikinci timinde sağ iç olarak oynamaya başladım. Çok güzel oynuyordum, çabuk terakki ediyordum. Bilhassa futbolda hiç kimsenin vuramadığı bir vuruş icat etmiştim. Şayan-ı hayret bir çeviklik ile bu vuruşu yaptığım zaman çok takdir olunurdum.

    Bir gün Galatasaray ikinci takımı ile Fenerbahçe ikinci takımı maç yapıyorduk. Ben sağ iç, Zeki Bey’in kardeşi Arif orta muhacim idi. Oyun başladıktan pek az zaman sonra Galatasaray’dan Arif bize bir gol yaptı. Top ortaya geldi. Arif bana bir pas verdi. Ben topu santra çizgisinden biraz açtım ve bir iki kişiye çalım yaptıktan sonra kaleye kırk yarddan bir şut çektim. Top havalandı, döndü dolaştı, rüzgarla beraber kalenin zaviyesinden içeri girdi.

    İlk Takımdayım

    1336 senesinde ilk defa olarak Beylerbeyi’ne karşı birinci timde – takımın diğer azaları natamam olduğundan – sol açık mevkiinde oynadım. O gün güzel oynadım. Ve bir gol attım. Sonra Vefa’ya Selimiye’ye karşı oynadım ve hepsinde muvaffak oldum.

    1337’de Altınordu – Fenerbahçe maçında sağ açıkta cidden güzel bir oyun oynadım. O gün Cafer’i çalımla geçip Nedim’e bir gol  atınca kendimi dünyanın definesine gark etmişler sandım. Bu oyundan sonra hevesim ve şevkim bir kat daha arttı. En büyük kusurum futbolun ilk heveskar mübtedileri gibi, çok fazla çalım yapmak ve gol heveslisi olmaklığım idi. Daha sonra İngilizlerle olan maçlarımız gelir… İngilizlerle hemen her hafta Taksim’de ve İttihad Spor kulübünde gayet müntezim ve heyecanlı maçlar yapardık. Ben sol açık veya sol iç oynuyordum.

    Bir gün futboldaki maharetine prestij ettiğim biri bana dedi ki: “görüyorsun ki İstanbul’da şimdi iki halde iyi bir sol açık var.. işte senin için rakipsiz olarak serbestçe yürüyebilip muvaffak olacağın yegane saha… çalış memleketin en iyi sol açığı olacaksın..”

    Filhakika pek çok çalıştım. Sol ayağımla hiç vuramazken az zaman sonra sol vuruşlarımda, ortalayışlarımda mühim farklar görmeye başladım.

    İngilizlerle yaptığımız maçlardan ben çok istifade ettim. Çalımsız seyir geliştirdim. Şahsi oyundan vazgeçtim. Oyunumda seri ve bariz bir terakki mevcuttu. Bilhassa süratim ve çevikliğim hasmın önünden sıyrılıp uzun ….kalmaya sevk olup ortaya içlere isabetli pas verişlerim başlıca meziyetimi teşkil ediyordu. İngilizlerle olan maçların ekserisinde çok muvaffak olurdum. Bir gün geldi ki artık İstanbul muhtelit takımında yer tutmaya başladım.

    Dış Temaslar Başlıyor

    Artık İngilizler gitmişti. Lakin hariçten takım getiriliyordu. (Slavya – İstanbul Muhtelit Takımı) maçında futbol hayatımın parlak bir yıldızı saydığım fevkalade bir oyun oynadım. O gün karşımda enternasyonal bir muavin olan – bu defa olimpiyatta bize karşı oynatılmayıp daha kuvvetli bir hasma saklanılan – meşhur oyuncu tamamiyle acz göstermiş ve futbolun bütün hilelerine müracaat etmişti. Arkamdan tekme vuruyor, çelme takıyor, eteğimi çekiyordu. Lakin bütün bunlara rağmen ben bir lastik top gibi sıçrıyor, yıldırım gibi onun kalesine akıyordum. O günkü gollerin ikisinde de büyük bir hissem vardı.

    Slavya’yı, Romanya Milli Takımı takip etti. O gün fevkalade bir surette hazırlandığım maçı maatteessüf feci bir surette sakatlanarak başlangıcında terk etmeye mecbur kaldım. Hastanede iki aya yakın yattım. Futbolun apansız geliveren bu menfus hediyesi beni bu uğurdaki aşkımla hayatıma veda ettirecek diye çok korktum. Lakin çok şükür iyileştim ve maşukuma yine kavuştum. Sakatlandıktan sonra yaptığım maçlarda bacağımda ufak bir arıza kaldığından tabii olarak muvaffak olamadım. Lakin birkaç ay sonra eski oyunumu yeniden iktisab ettim.

    Türklerin de 1924 olimpiyatlarına iştirak etmeleri tekerrür etmiş ve bir Türk futbol grubu ihzar edip milli takımı meydana çıkarması için bir antrenöre ihtiyaç hissedilmişti. Çok geçmeden günün birinde Mister Hunter namında bir İngiliz futbol antrenörü Eskişehir’de seçme müsabakalarında hazır bulundu. Hunter’ın ilk nazarında takdirini celb edip beğendiği oyuncular meyanında ben de vardım.

    Paris Olimpiyatları

    Bir zaman geldi ki Paris olimpiyatlarına iştirak etmek üzere yola çıkan Türk futbolcuları meyanında ben de bulunuyordum. Paris’te Çekoslavaklara karşı çıkan Türk timinde sol açık olarak oynadım. O gün diğer ekser arkadaşlarım gibi beklenilen oyunumu oynayamadım. O gün zaten bir iki kişi müstesna kimse muvaffak olamadı. Bunun en büyük sebebi ise aylar geçtiği halde büyük ve heyecanlı bir maçtan uzak ve yabancı kalmamızdı. Yoksa o gün karşımıza ihtiyat oyuncusu ile çıkan Çek takımı mağlup etmemiz pek de uzak bir hayal değildi.

    Futbol Avrupa turnesine çıkarak İsveçlilere karşı, “Reval”de Estonya milli takımına karşı, “Krakow”da “Lodic” “Prezemişil” de Lehlilere karşı olan oyunlarda muvaffak oldum. Bilhassa Estonya milli takımına karşı oynarken tam zamanında üç kişiyi atlayarak yapmış olduğum golün galibiyet üzerine iyi bir tesiri oldu. İşte şimdi Avrupa’dan pek çok istifade ederek avdet ettim. Kulübümde idmanlarıma muntazaman devam ediyorum. 1328’den 1340’a kadar olan hatıratımın muhayyilemde canlanan bazı aksamı bundan ibaret.

    Şimdi hal-i hazırda yirmi yaşındayım. Fenerbahçe kulübünün ve milli takımın sol açığı bulunuyorum. Türkiye’nin en iyi sol açığı olduğuma kaniyim. Bu kanaatim azmimin kolları arasında daima yaşayacaktır. Daha yaşım küçük olduğundan futboldaki bu muvaffakiyetimi bir mani zuhur etmediği takdirde muhafaza ve terakki ettirebilirim. Bunun için çalışacağım daima çalışacağım. Futbolu zeka, cesaret, azim, sebat, nezaket, münakaat gibi evsaf ve mezayatı kolları arasına alan bu güzel oyunu daha pek çok ilerleteceğim. En iyi oyunum iki sene sonra olacaktır.”