Etiket: İdman

  • Asırlık Bir Üst Kimlik Fenerbahçelilik

    Asırlık Bir Üst Kimlik Fenerbahçelilik


    Bu yazıda 1915 yılının Şubat ayına gidiyoruz. Dünya Savaşı devam ederken, İngilizler Çanakkale’ye dayanmışken yapılan bir maçta yaşanan olayı sizlerle paylaşıyoruz. 19 Şubat 1915 tarihli İdman Dergisi’nden öğrendiğimiz; Fenerbahçe’nin, İttihat ve Terakki’nin tam desteğini alan Altınordu takımı ile yaptığı bu maçın detaylarını aktarıyoruz. Galatasaraylı Abidin Daver, maç yazısında farkında olmadan, asırlık bir üst kimlik olarak Fenerbahçelilik kavramını tarihe geçiriyor.

    Fenerrbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ayak Topu Müsabakaları

    Fenerbahçe : 2 Sayı – Altınordu : Sıfır

    14 Şubat Pazar günü Union Club çayırında Fenerbahçe ile Altınordu ikinci müsabakalarını yaptılar. İlk oyunda o zaman Progres adını taşıyan Altınordu’nun bir sayısına karşılık Fenerbahçe üç sayı yapmıştı.

    Fakat o zamandan beri iki tarafın oyuncuları arasında epey değişiklik olduğundan bu defaki müsabakada iki takımda da bazı farklılıklar olmuştu. (Progres) adını (Altınordu)ya çeviren takım, millî bir çizgi takip edeceği için, kendi üyelerinden iki önemli oyuncuyu, bir Rum kulübünün formasını giyerek müsabakaya katıldıklarından, kulüpten ihraç etmiş idi. Takımın oldukça önemli diğer bir parçası da Avrupa’ya eğitim görmeye gitmişti. Sağ açık hücumcusu ve kaleci mevkilerinde maharetle oynayan iki oyuncu Rum olduklarından onlar da çoğunluğun milli tavrına karşılık olarak kendileri takımdan ayrılmışlardı.

    Sonuçta, Altınordu Mister Crawford adındaki İngiliz kaleci haricinde tamamen Türk ve müslümanlardan oluşan bir takımla meydana çıkmıştı. Fakat bu yeni takım öncekilere oranla oldukça zayıf bir kuvvette idi. Özellikle rakibin hücum hattının akınlarına bir düzgün bir şekil verebilecek surette değildi.

    Fener takımına gelince; en önemli eksiği sol iç hücumcusu Said Bey idi. Rahatsız bulunan bu yetenekli akıncının yerinde Nüzhet Bey oynuyordu. Diğer bir değişiklik olarak da merkez hücumcu Kamil Bey ile sağ savunmacı Galip Bey yer değiştirmişti.

    Oyunun başında, iki takımın bu halini görenler Altınordu’nun kesin bir hezimete uğrayacaklarını düşünüyorlardı. Altınordu, her ne kadar yenilmiş olsa da, bu yenilgi düşünüldüğü gibi olmadı. Savunma hattı özellikle oyunun ikinci yarısında, şiddetli bir rüzgara karşı oynamakla beraber, Fener’in en sert hücumlarını bile durdurmayı, sonuçsuz bırakmayı başardılar. Özellikle savunmacılar ve sol bek gayet iyi oynayarak son kısmında Fener’e hiçbir sayı yaptırtmadılar.

    Fener’in hücum hattında, rakibin zayıf durumundan, yeteneğini kullanarak yararlanıp sayılar yapan Said Bey’in eksikliği pek fazla hissediliyordu. Sol tarafta Said Bey ile ortaklaşa çok iyi görev yapan Hikmet Bey de eskisi kadar başarılı değildi. Çoktan beri merkez hücumcu pozisyonunda oynamayan Galip Bey de, karşısındaki Altınordu merkez orta saha oyuncularının acemiliğine rağmen hızlı ve düzgün paslar gönderememişti. Sağ açık Mösyö Miço ise biraz aşağıda hikaye edeceğimiz bir nedenden dolayı her zamanki iyi oyununu cesaretle ortaya koyamıyordu. Buna rağmen maçın birinci yarısında mükemmel bir sayı yapabilmişti.

    Fenerlilerin bu oyunda herkesin beklediği gibi başarılı ve güzel oynamayışlarının, parlak bir zaferi elde edemeyişlerinin bir sebebi vardı ki bu da hemen hemen bütün takımın büyük bir asabiyet içinde olmaları idi. Gerçekte ilk yarının ortasında Fener’in sağ açığı Mösyö Miço ile Altınordu’nun sol beki Sedat Bey her nedense birdenbire tokatlaşmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Fener’in oyuncuları arkadaşlarına yardıma, Altınordu’nunkiler de kendi takım arkadaşlarının yardımına koştular. Ve bir süre için futbol müsabakası ne yazık ki bir boks maçına dönüştü. Seyircilerden bazı taraftarlar da işe karıştılarsa da bereket versin ki kavga genişlemedi. Fakat mesele bir millî renk haline geldi. Fener’in tarafını tutmayanlar, Fenerlilerin Mösyö Miço ile Sedat Bey arasındaki kavganın bitirilmesini hakeme bırakmayarak Rum arkadaşlarını korumak için Türk olan Sedat Bey’e saldırmalarını milli hissiyata uygun görmedikleri için, yüksek sesle Fenerbahçelileri kınamaya ve rakip Altınordu’nun her hareketini takdir ederek onları cesaretlendirmeye başlamışlardı. Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.

    Böylece herkesi bir asabiyet kaplamıştı. Oyuncuların en küçük bir hareketi iki kulüp taraftarlarının karşılıklı yücelten ve aşağılayan tezahüratları ile karşılanıyordu. Bilhassa Strugglers Kulübü’nün bir hafta önceli mavi-beyaz forması meselesinden kaynaklanan galeyan ile seyircilerin bir kısmı sürekli olarak Mösyö Miço’nun aleyhine bağırıyor, bu oyuncuyu şaşırtıyorlardı. Artık müsabaka sporculuğa has ciddiyet ve kibarlığını kaybetmişti. Halkın bu birbiri ardına bağırmaları arasında oyuncular da sakinliklerini kaybetmişlerdi. Şiddetli çarpışmalar, itişmelerle birbirlerini yuvarlıyorlardı. Ara sıra da bazen dil, bazen el ile ufak tefek kavgalar çıkıyordu. Nihayet bu keşmekeş içinde oyun sona erdi.

    Bir spor sahasında böyle fena bir olayın olmasından ne kadar esef edilse azdır. Sporculuğun en büyük özellikleri; nezih, nazik, sakin ve kendine hakim olmasıdır. Spor müsabakaları en çok bu amaçlara ulaşmak, yol yordam bilen ve kurallara mükemmel uyan adamlar yetiştirmek için yapılır. Futbolda değil hatta güreş ve boks gibi rakiplerin adeta boğuştuğu sporlarda bile iki tarafın müsabaka dışında biri biriyle dost ve kardeş gibi geçinmesi, hiç olmazsa karşılıklı terbiye ve nezaket dairesinde hareket etmesi sporculuğun en büyük şerefi, özellikle hevesli genç sporcuların en büyük meziyetidir. Bizde maalesef böyle olamıyor. Ve olmadığının kanıtı da Pazar günü aralarında en samimi kardeşlik hissi olması gereken iki Türk takımının kavgaya girişmesidir.

    Biz, şimdiye kadar futbol seyrine gelen halk arasındaki kişilerin ortaya fırlattığı münasebetsiz ve çirkin sözlerden, kaba adi şakalardan müteessir olmakla beraber sporcularımızı bu gibi hareketlerden ayrı tutuyor ve aralarında nadiren ortaya çıkan tartışmaları kişisel olarak algılayıp ciddiye almıyorduk. Halbuki Pazar günkü olay bizi bu hususta hayal kırıklığına uğrattı. Bu meselede hangi tarafın haklı veya haksız olduğuna gelince : Bunu karar vermek esasen bu kavgaya katılmak ve taraf tutmak olacağı için biz olayı yalnızca olduğu gibi ve tamamen tarafsız bir surette değerlendirdik. Hatta sporculuk şerefini koruma düşüncesiyle bir takım gereksiz ayrıntıyı vermekten de sakındık. Amacımız ne Fenerbahçe ne de Altınordu takımlarını haksız çıkarmak, ne de kimsenin aleyhinde bulunmaktır. Saf niyetimiz, henüz pek taze olan Türk sporculuk alemi için kötü bir örnek oluşturan bu gibi olayların zaten gün gibi ortada olan çirkinliğini hatıra getirerek tekrar etmemesini temenni etmekten ibarettir. Ümit ederiz ki Türk spor kulüpleri bu gibi kusurlardan uzak olduklarını kanıtlamak için çalışacaklar, olgunluk ve sakin bir şekilde oyun sahalarına şeref vermeye çalışacaklardır.

    A.D. (Abidin Daver)

    Miras

    Okuduğunuz üzere, ülkenin içinde bulunduğu savaş iklimi, uzun yıllardır bir arada yaşayan Türklerle, başka dine mensup vatandaşların ilişkisini bozmuştu. Bu maçtan bir hafta önce Altınordu takımının 2 oyuncusu, Hasan ve Hüseyin, “milli duygulara uygun olmayan” hareketler yaptıkları için kulüple ilişkileri kesilmiş, Altınordu kulübü; iktidar partisi İttihat ve Terakki’nin politikalarına paralel bir tavır sergilemişti.

    14 Şubat’taki maça kalecisi hariç 10 tane Türk oyuncu ile çıkan Altınordu takımından Sedat’ın, karşısında mücadele eden Fenerbahçe takımının Rum sol beki Miço ile yaşadığı tartışma kavgaya dönüşmüş; zamanın ruhuna uygun olarak bir milliyetler mücadelesi halini almıştı.

    Büyümesine rağmen yatıştırılan kavgadan günümüze kalan ise yazıda geçen şu ifade olmuştur: “Fener’in taraftarları ise, Mösyö Miço’nun, Rum olmakla beraber Fenerbahçe’nin formasını giydiği için kavganın böyle bir milli cereyan almasını uygun görmüyorlardı.”

    Geçtiğimiz yüzyıldan gelecek yüzyıla miras kalacak bu cümlenin anlamı şudur: “Üst Kimlik Fenerbahçelilik”…

    Fenerbahçe taraftarının 1915 yılında, hem de ülke savaşın ortasındayken, gösterdiği “Fenerbahçe forması giyenin, Fenerbahçeli olanın, başka bir kimliğine bakılmaz” tavrı, vurguladığımız gibi eşsiz bir mirastır.

    Barış Kenaroğlu

  • Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti

    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti

    Fenerbahçe ile Galatasaray arasında 4 Ocak 1914 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray galibiyeti ile (4-2) sonuçlanan maç, İdman mecmuasının 9 Ocak 1914 tarihli sayısında A.D. (muhtemelen Abidin Daver) imzalı bir yazar tarafından anlatılmış. Keyifle okumanız dileğiyle…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Başlamadan önce oyuncuların isimlerini aktaran Alican Küçükçan ağabeyimize teşekkür etmeyi unutmayalım.

    Ayaktakiler, Soldan:

    Muzaffer (Galatasaray) – elini güneşe siper eden Ahmet Robenson (Galatasaray) – Otomobil Nuri (Fenerbahçe) – Miço(Fenerbahçe) – General Ahmet Cevat (Galatasaray) – Hafız Hayri(Galatasaray) – ilk milli maçımıza kolunda kaptanlık pazubantıyla çıkan Hasan Kamil Sporel (Fenerbahçe) – Galip Kulaksızoğlu (Fenerbahçe) – Şehit Hasnun Galip (Galatasaray) – Sabri (Fenerbahçe) -Nasır (Galatasaray) – Süreyya (Fenerbahçe) – Şehit Celal (Galatasaray) – Avcı Sait Selahattin Cihanoğlu (Fenerbahçe) – Hikmet (Fenerbahçe) – Usturumcalı Hüseyin Eden (Galatasaray) – Mateosyan (Fenerbahçe)

    Oturanlar :

    Şehit Arif (Fenerbahçe) – K. Oberle (Galatasaray) – Wilhelm Kohlhammer (Fenerbahçe) – B.Oberle (Galatasaray)


    Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti

    Üç sene birbirini müteakiben İstanbul Şampiyonu unvanını ihraz eden, geçen senenin baharından beri daima muzaffer olan namağlup Galatasaray, nihayet dün ilk olarak mağlup oldu.  Galatasaray’a galebe etmek şerefine nail olan kulüp, geçen seneden beri hem de hiçbir gol bile yapmadan üç defa Galatasaray’a mağlup olan Fenerbahçe’dir.

    Fenerbahçe bu defa eski mağlubiyetlerin intikamını aldı, iki gole karşı dört gol ile muzaffer oldu. Bu suretle nihayet en büyük emeline de kavuştu. Galatasaray’ın bu seneki müsabakalarda Fenerbahçe’nin yendiği kulüplerle kalması, zaten neticenin böyle olacağını biraz ihsas etmekle beraber, bizim futbolculuk aleminde epey büyük olan bu vaka herhalde biraz tetkike layıktır.

    Galatasaray’ın mağlubiyetindeki esbab iki mühim kısma ayrılır ki biri Fener’e diğeri Galatasaray’a taalluk eder. Evvela neşe-i zaferle şadan olanların esbab-ı galibiyetini tetkik edelim.

    Fenerliler tekrar eden mağlubiyetleri üzerine Galatasaray’a galebe etmek için çalışmak lazım geldiğini takdir ettiklerinden, sezavar-ı tahsin bir sai mütemadi ve muntazamla idman etmeye ve müzaheretlerini arttırmaya hasr-ı himmet ettiler. Aynı zamanda sağ açıkta gayet iyi oynayan bir oyuncuyu da kendilerine ilhak eylediler. Müsabaka günü de en mükemmel oyuncularından mürekkep bir takım çıkardılar ve muvaffak da oldular. Fener bu hal-i tekmile girerken Galatasaray ise bir buhran geçiriyordu.

    Galatasaray’da Buhran

    Evvela, bazı oyuncular galibiyetlerle sermest ve daima muvaffakıyetten emin oldukları için hemen hemen hiç idman etmeye lüzum görmüyorlardı. Saniyen, futbol mevsiminin en mühim zamanından en iyi oyuncuların kimi Avrupa’ya tahsile, kimi memleketine gidiyor, kimi de hastalıktan müsabakalara iştirak edemiyordu. Esasen Galatasaray’ın asıl menba-ı kuvvasını mektep talebesinin teşkil etmesi -geçenlerde idmanda yazıldığının aksine olarak- kulübün en zayıf cehdi idi. Çünkü bir defa mektepte böyle mühim müsabakalara girecek vücut ve kıymette talebe pek az olduğu gibi, senelerce emek ve idman neticesinde bu miktar-ı mahdut meyanında yetişen oyuncuların ekserisi ya dışarıya memuriyete yahut Avrupa’ya tahsile gitmekte, bu suretle kulüp defaten, yerine konması mümkün olamayan mahir futbolculardan birdenbire mahrum kalmaktadır.

    Şimdiye kadar Galatasaray’da mükemmelen yetişip de mahal-i muhtelifeye giden gençlerin adedini futbol meraklıları şöyle bir hesap etseler, bu cihetin Galatasaray’ın en zayıf noktası olduğunu tasdik ederler. Galatasaray işte bu defa, Fenerin o mükemmel ve güzide takımına karşı böyle bazı yerleri yamalı bir heyetle çıkıyordu. Sanki Bekir, Muhsin ve Neşet Bey’lerin eksikliği yetişmiyormuş gibi bir de kulübün en iyi müdafii olan Adnan Bey de -her nedense- gelemeyerek arkadaşlarının mağlubiyetine yardım etti. Bu dört iyi futbolcunun yerine konulan oyuncuların ikisi, oldukça oynuyorlardı. Fakat diğer ikisi daha böyle büyük bir müsabakaya ilk defa dahil olan müptediler idi. Ve bu müptedileri en zararsız yerlere koyabilmek için ekseri iyi oyuncular yerlerini değiştirmeye mecbur oldular. Bittabi böyle perişan bir takım için Fenerin çevik, seri, mahir oyuncularının hücumlarını defi etmek, hatta müdafaalarını bozmak mümkünsüz bir hale girdi. Ve Galatasaray mağlup oldu.  Bu suretle de intizamsızlığının, mübalatsızlığının ceza-i sezasını gördü.

    Birinci Devre

    Müsabakanın iptidasında top bir müddet ortalarda dolaştı, her iki taraf aynı iktidar ve maharetle oynuyorlardı. Fener’in hücumlarını, Galatasaray’ın muhacimeleri takip etti. Nihayet Fener birinci sayıyı yaptı.

    Bir müddet sonra Galatasaray merkez muhacimi Mösyö Oberle herkesin, her futbol meraklısının mazhar-ı takdiri olan dehşetli bir darbe ile topu kaleye soktu. Bu muvafakiyetten kuvve-i maneviyeleri artan Galatasaraylılar muhacimelerini tezyid ettiler, Fenerliler de aynı surette teşdid-i harekat eylediler. Her iki kalenin önünde epey heyecanlı dakikalar geçti.

    Bir defasında Mösyö Oberle Fener’in kalesine doğru topu getirdi, müdafileri geride bıraktı. Yakın bir mesafeden sol darbeyi  vuracağı sırada Fenerin müdafileri yetiştiler,  doğrusunu söylemek lazım gelirse, pek de futbol kavaidine muvafık olmayarak Galatasaray’ın bu bi-misal oyuncusunu yere yuvarladılar. Fakat hakem aldırmadı.

    Birinci parti bittiği vakit her iki tarafın da birer sayısı vardı. Galatasaray hasmını biraz daha fazla sıkıştırmıştı.

    İkinci Devre

    İkinci parti başladıktan biraz sonra Fenerin gayet şiddetli hücumları topu mütemadiyen Galatasaray’ın kalesi önünde dolaştırmaya başlamıştı. Galatasaray vakfe-i istirahat esnasında oyuncularının mevkilerini değiştirmiş, bütün ehemmiyeti muhacimlere vermişti. Bu yüzden pek ziyade koşan muavinler hattı, Fenerlilerin muhacimatını kesr-ü sebat edemiyor, oyunun bütün sikleti müdafiiler ile kaleciye yükleniyordu.

    Bu esnada mütemadi hücumlar neticesinde Fener, az bir ara ile iki sayı daha yapmaya muvaffak olmuştu. Merkez muhacimi Kamil Bey ile sağ açık muhacimi Mösyö Miço gayet iyi oynuyorlar, diğer refiklerinin muavenetiyle Galatasaraylıları fena halde sıkıştırıyorlardı.

    Bu esnada Mösyö Oberle hemen hemen yalnız başına topu Fenerin hudut müdafaasından geçirerek bir sayı daha yapmaya muvafık oldu. Biraz sonra bir defa daha top ile Fener’in kalesi önüne kadar sokulabildi. Tehlike azim idi. Hakemin birinci partideki kaidesizliğinden cesaret alan Fener müdafileri Mösyö Oberle’yi bir defa daha yuvarladılar. Hakem bu defa da igmaz-ı ayn etti. Müsabakanın ehemmiyetine mebni on adımdan topu kaleye havale cezası vermek istemeyişi muvafık olmakla beraber, herhalde tekrara meydan vermemek için oyunculara tenbihatta bulunabilirdi.

    Oyunun hitamına on beş dakika kala Fenerliler bir sayı daha kazandılar. Galatasaray muhacimleri de bir iki akın yaptılarsa da kendi muavin oyuncularının yardımından mahrum kaldıkları için semere bahşolmadı. Nihayet bu güzel ve mühim müsabaka iki sayıya karşı dört sayı ile Fenerliler lehine hitam buldu.

    Tebrikler

    Daimi sai ve gayretle elde ettikleri intizam ve terakkinin netice-i meşkuresi olan muvaffakıyetlerinden dolayı Fenerbahçeliler ne kadar şayan-ı takdir ise, bazı oyuncularının lakaydisi ve adem-i intizamı yüzünden Galatasaraylıların da duçar olduğu mağlubiyet o derece seza-i esefdir.

    A.D. (Abidin Daver) / Fenerbahçe’nin İlk Galatasaray Galibiyeti

  • Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi

    Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi

    Fenerbahçe’nin ilk tarihçesi, kuruluştan sadece 6 sene sonra, 1913 tarihli İdman dergisinde, Fenerbahçe’nin kurucu kadrolarında yer alan Mehmet Nasuhi (Baydar) Bey tarafından yazılmıştı. Keyifli okumalar diyerek, sizlerle paylaşıyoruz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Enver Hoca Bir Kulüp Kurmak İstiyor

    1323 senesinde Frerler (Saint Joseph) mektebi Türkçe muallimi ve elyevm rüsumat müfettişi bulunan Enver (Yetiker) Bey, talebe-i kadimesinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp tesis etmek arzusunda bulunduğunu bildirmişti. Bu fikre bütün arkadaşları iştirak ederek akşamları Moda çayırında idman yapmaya başlamışlardı.

    Altı kişilik futbol takımı olmazsa da Enver Bey ve arkadaşları teşkil ettikleri heyete bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir fikr-i siyasiye hamil edilmemesi için Fenerbahçe namını bulmuşlardı. Fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına germi verdi, bu cihetle dört beş ay zarfında azasının adedini yirmiye iblağ etti.

    Nurizade Ziya Bey’in Başkanlığı ve Kulüpten Ayrılışı

    Biraz sonra Enver Bey Reis-i Fahri mevkiinden çekildi. Kulübün yed-i idaresi müteşebbis, faal olan Nurizade Ziya (Songülen) Bey’e tevdi edildi. Reis bulunduğu müddet zarfında kulübün gösterdiği faaliyet şayan-ı takdir bir dereceye yaklaştı.

    Kulüp İstanbul’un en kuvvetli timlerinden oldu. Ziya Bey faaliyetinin yalnız reisi bulunduğu kulübe münhasır kalmasını ve yalnız Fenerbahçe’nin terakki edip diğerlerinin mahrum-u tekmil bulunmasını istemiyordu. Binaenaleyh futbolun daha büyük bir mikyasta ilerlemesi için birkaç Türk ve İngiliz arkadaşıyla teşrik-i mesai ederek Kadıköy’deki Union Kulüp’ün teşkiline sai etti ve meramında muvaffak oldu.

    Liglere Katılış

    Union Kulüp inşa edildikten sonra Fenerbahçe her sene İstanbul kulüplerinin içtimasından hasıl olan lig heyetine dahil oldu. Fakat o sırada Hasan ve Hüseyin Beyler Kadıköy’e, Mösyö Armitage da Galatasaray’a dahil oldu.

    Kulüp en fazla güvendiği azasını kaybedince mağlubiyet de bittabî baş gösterdi ve hemen hemen her müsabaka kaybedilmeye başlandı. Sene nihayetinde Fenerbahçe lige dahil bulunan kulüplerin sonuncusu idi.

    Kulübün bekasından ümitvar olamayan rüesa birer mazeret ile kulübü terk ettiler. Kulübün idaresi en büyüğü on dokuz yaşını tecavüz edemeyen on beş gence kaldı. Bu gençler yorulmak bilmez bir faaliyetle çalışmamış olsaydılar, ne 1912 şampiyonluğu bir Türk kulübünde kalacak, ne de halen mevcudiyetleri ile terbiye-i bedeniye sahasını tezyin eden heyetler, cemiyetler bu kadar müşaşa bir hayata sahip olacaklardı.

    Çekilen Zorluklar ve Sonunda Şampiyonluk

    Halbuki Fenerbahçe birinci sene-i hayatında mağlup oldu; ikinci, üçüncü, dördüncü hatta beşinci sene dahi sonunculuğu muhafaza etti, fakat bununla maneviyatı münkesir olmadı. Yenildi, fakat istiklalini muhafaza etti. Yenilmemeyi arzu etti; mesela Kadıköy Kulübü’yle birleşti, Üsküdar Kulübü’yle teşrik-i mesai etti. Fakat bunlardan mesalikine mugayir bir fikir -velev ki ehemmiyetten ari olsun- telakki edince birinciliğe, şampiyonluğa bilatereddüt veda etti. Galibiyet maddiyattan ziyade azası beyanındaki mücanesetin maneviyattan, arkadaş hatta kardeşçe bir rabıtadan mütevellit olmasını özledi.

    Hüsnüniyet ve ikdamının mükafatını gördü. Tevfik (Haccar Taşçı) Bey’in taht-ı riyasetinde iken geçen sene şampiyonluğu kazandı. Mevcudiyetini dostlarına da düşmanlarına da gösterdi. Her hususta halkın muhabbetine, sportsmenlerin teşvik ve tergibine mazhar oldu. İsmini “Fenerbahçe Futbol Kulübü” iken “Fenerbahçe Spor Kulübü”ne tahvil etti. Ve böylece terbiye-i bedeniyenin aksam-ı mühimmesini programına ithal etmiş bulundu. Timlerinin adedini tezyid ederek; on dört ile on sekiz yaşlarındaki gençler için bir ikinci tim ve on ile on dört arasındaki çocuklar için de üçüncü ve dördüncü timlerini teşkil etti. Hokey, tenis, kriket, av, waterpolo, kürek, çocuklar için “keşşaf yoldaşlığı” şuabatını, temin ettikleri faide-i adideye, mebni nizamnamesine ithalde hiçbir mahzur görmedi.

    Ahaliden daha fazla rağbet ve evliyay-ı umurdan da daha fazla teşvik gördükçe terakki ve tealisi de daha büyük bir nispette olacaktır.

    Mehmet Nasuhi (1913 – İdman Dergisi – Fenerbahçe’nin İlk Tarihçesi)