Etiket: İkdam Gazetesi

  • Abandone

    Abandone

    1929 voleybol birinciliğini kazanan “Ateş” takımı, aslında Fenerbahçe idi! İkdam gazetesine göre yarı finalde Galatasaray’ı abandone ederek finale yükselen Fenerbahçe, finalde de Kabataş’ı yenerek şampiyon oldu… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Voleybol Turnuvası

    Ateş Takımı Hiç Mağlup Olmadan Turnuva Birincisi Oldu

    Beyoğlu Amerikan Kulübü tarafından tertip edilen voleybol müsabakaları, dün aynı kulüp salonunda Ateş ve Kabataş takımları arasında yapılan final maçıyla neticelenmiş oldu. Müsabakalar, baştanbaşa heyecan ve alaka ile takip olunuyordu.

    Bilhassa final yaklaştıkça ve netice tebellür etmeye başlayınca, maçların etrafında biriken hararet ve alaka da tekâsüf etmeye başlamıştı.

    Mamafih müsabakaların tarzı cereyanını dikkatle takip edenler, turnuvada şehrimizin en kuvvetli teşekküllerini temsil eden ekipler içinde bilhassa “Ateş” namı altında turnuvaya giren Fenerbahçe oyuncularının neticeye en kuvvetli namzet olduklarını görüyorlardı.

    Üç-dört senedir yapılan bütün resmi ve gayri resmi müsabakalarda temayüz eden Fenerbahçeli voleybolcular, Ateş namı altında girdikleri bu turnuvada da hakikaten ateş gibi oynayarak nazarı dikkati celbe muvaffak oldular.

    Ateş takımının bütün rakipleri yenmek suretiyle finale yaklaştığı sırada karşısında iki kuvvetli rakip vardı: Kabataş, Galatasaray…

    Kabataş takımı, Beşiktaş kulübünün voleybolcularını ihtiva eden kuvvetli bir teşekküldür.

    Galatasaray’a gelince, Kabataş’ı mağlup etmek suretiyle Ateş’in karşısında dömi finale kalmıştı. Ateş-Galatasaray maçında Galatasaray abandone ederek mağlup oldu.

    Finale Ateş-Kabataş kalmışlardı. Mamafih bütün maçlarını kazanan Ateş’in vaziyeti, Galatasaray’a bir mağlubiyeti olan Kabataş’a nazaran daha çok emindi.

    Dün Amerikan Kulübü’nde hakem M. Grodetski’nin idaresinde, bu çok ehemmiyetli maçı yapmak için karşılaşan iki rakibin takımları şöyle idi:

    Ateş – Bedi (Kaptan), Yusuf, İsmet, Sadi, Aziz, Lütfi.

    Kabataş – İbrahim (Kaptan), Sadi, Edip, İhsan, Vildan, Osman.

    İlk devre Ateş’in mahsus faikiyeti altında 12-15 bitti. İkinci devrede Ateş’in tefevvuku daha kuvvetle hissolunuyordu. Nitekim bu devrede Ateş takımının 15 puanına karşı, Kabataşlılar ancak 4 puan yapabildiler.

    Ateş takımı bu suretle hakkı olan birinciliği almış oldu. Tebrik ederiz. Yapılan tasnife nazaran Kabataş ikinci ve Galatasaray da üçüncüdür.

    19 Ocak 1929 – İkdam

  • HMS Inflexible

    HMS Inflexible

    Çanakkale Savaşı’nda Türk savunmasını yarmak için gönderilen en meşhur gemilerden biri olan HMS Inflexible gemisinin, harekattan birkaç ay önce, içinde Fenerbahçe’nin de bulunduğu İstanbul takımları karmasıyla maç yaptığını biliyor muydunuz? Netice İngilizler için bittabi yine aynı… Mağlubiyet…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Dünkü Müsabakalar

    İngilizler Mağlup

    Dün Kadıköy İttihat Spor Kulübü’nde şampiyon Fenerbahçe ve Altınordu, İngiliz ve Ramblers kulüplerinin muhtelif takımlarından mürekkeb muhtelit bir takım ile şehrimizde bulunan “Inflexible” zırhlısı futbol takımı arasında bir müsabaka icra olunmuştur. Müsabakaya zevali saat beş buçukta ibtidar edilmiş, birinci kısım muhtelit timin bir sayısı ile neticelenmiştir. İkinci kısımda iki taraf da sayı yapamamış ve neticede sıfıra karşı bir sayı ile muhtelit tim galip gelmiştir

    1 Temmuz 1914 – İkdam Gazetesi


    HMS Inflexible
    1 Temmuz 1914 – İkdam Gazetesi
  • 1939’da Ne Oldu?

    1939’da Ne Oldu?

    1939 yılı Milli Küme maçları sonunda Galatasaray, 1959 öncesindeki ilk ve tek ulusal şampiyonluğunu kazandı. Şampiyonun iki maçta belirlenmesi planlanmıştı ama “müessif bir hadise” bunun önüne geçti. Peki 1939’da ne oldu? İşte bu sorunun cevaplarını aşağıdaki gazete haberlerinde bulabiliriz.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not: Olayın kahramanı (!) Necdet Erdem, futbola Fenerbahçe’de başladı. İlginçtir, olaydan seneler sonra Galatasaray’da bıraktı. Hakem Tarık Özerengin ile seneler sonra bir araya geldiler. O günün bilgilerine de “buradan” ulaşabilirsiniz.


    Dün Maçta Müessif Bir Hadise Oldu

    Demirspor kalecisi ve takımın kaptanı Necdet, maçı idare eden hakem Tarık’a hücum ederek gözünden yaraladı. Hakem, maçı tatil ve Demirspor’u mağlup ilan etti.

    Milli küme şampiyonasının günlerden beri dedikodusu devam eden son maçı dün Fenerbahçe stadyumunda Galatasaray’la Demirspor takımları arasında oynanırken, spor tarihimizde şimdiye kadar vukua gelmemiş müessif bir hâdise olmuş ve bu yüzden maç tatil ve Demirspor takımı mağlup addedilmiştir.

    Mevzuubahis hâdise, Demirspor takımı kalecisi ve takımın kaptanı Necdet’in, hakem Tarık’a hücum ederek gözüne yumruk atması ve yüzünde büyük bir yara açmasıdır. Şimdiye kadar spor sahalarımızda oyuncular arasında müteaddit kavgalar olmuş, seyirciler birbirine girmiş, fakat oyunculardan hiçbirisi müsabaka hakemini döğmemişti. Dünkü maçta nihayet hakem de dövülmüştür.

    Fenerbahçe stadyumunda dün on bine yakın seyirci toplanmıştı. Milli küme şampiyonunu tayın edecek olan bu maçı herkes merak ediyordu. Takımlar da bir haftadan beri kampa girmişler, hazırlanmışlardı. Fakat müsabaka, normal bir oyundan ziyade bir sinir işi haline getirildiği için, zevkli bir maç seyretmek pek de mümkün görülmüyordu.

    Takımlar saat beş buçukta kol kola dizilmiş bir halde sahaya çıktılar; halkı selâmladıktan sonra şu şekilde dizildiler:

    Galatasaray: Osman, Faruk, Adnan, Musa, Rıza, Yusuf, Salim, Salâhaddin, Cemil, Boduri, Bedii

    Demirspor: Necdet, Şevket, İbrahim, İbrahim, Şemsi, Salih, Hakkı, Orhan, Orhan. Gazi, Arif.

    Oyunu, hakem Tarık idare ediyor.

    Ankara’dan sureti mahsusada gelen ve Futbol Federasyonu reisinin riyasetinde bulunan bir heyet de maçı, saha kenarından kontrol ediyordu.

    Oyuna, asabi bir hava içinde başlandı.

    İki taraf da bütün enerjisini ortaya koyduğu için ciddi bir mücadele cereyan ediyordu. Fakat bu mücadele yavaş yavaş sportif mahiyetini kaybetmeye, başka bir kalıba gitmeye başladı. Hakem, müsabakaya başlamadan evvel, müsabıklara bazı nesayihte bulunmuş, bu maçın ehemmiyetini izah ederek sert oyuna müsaade etmeyeceğini ve temiz bir müsabaka yapmalarını bildirmişti. Buna rağmen sertlik yüz göstermişti. Hakem, sık sık faul, frikik cezaları vermek mecburiyetini hissediyor, bazı oyunculara da ihtarda bulunuyordu. Verilen cezalar ve yapılan ihtarların yüzde yetmiş beşi Demirsporlulara aitti. Müsabakanın her safhasında müessif bir vaka zuhurundan korkuluyordu. Fakat ilk devre, sıfır sıfıra berabere bitti.

    İkinci devre, birinciye nazaran daha sert ve daha asabi bir tarzda başladı.

    Tekme vurmak, çelme takmak mubah sayılacak bir hale geldi. Hakem, o kadar çok ihtarda bulunuyor ve o kadar ceza vermeğe mecbur kalıyordu ki, inkıtaa uğramadan beş dakika oyun seyretmek kabil olamıyordu. Nihayet Demirspor kalesi önünde yapılan pek bariz bir hata üzerine Galatasaray lehine penaltı verildi. Galatasaraylılar, topu dışarı atarak bu fırsatı kaçırdılar. Bundan bir dakika sonra da Demirspor bir gol kazandı.

    Demirspor’un 1 – 0 galip vaziyete gelmesi, Ankaralılar için bulunmaz bir avantajdı ve oyunu bu vaziyette bitirmeleri de mümkündü. Fakat buna rağmen Demirsporlular sert oyuna bir kat daha germi verdiler; bilhassa bu işte takımın kaptanı ve kalecisi olan Necdet pek ileri gidiyor, kaleye her yaklaşan muhacime tekme vurmak, çelme takmakta tereddüt etmiyordu.

    İkinci devrenin 33üncü dakikasında Galatasaray’ın yaptığı bir hücum esnasında, Necdet, bu defa da Galatasaraylı Cemil’i yere yıktı. Hakem, evvelce müteaddit defalar ihtara maruz bıraktığı Necdet’i oyundan çıkarmak mecburiyetini hissetti ve kararını tebliğ etmek üzere yanına gitti. Hakem Tarık, kararını resmen bildirmesiyle beraber gözünün üstüne kuvvetli birkaç yumruk yemesi bir oldu. Takım kaptanı Necdet, şimdiye kadar hiçbir sporcumuza nasip olmayan bir tarzda, hakeme hücum etmiş ve gözünden yaralamıştı.

    Etraftaki polis kuvvetleri derhal hâdise mahalline koştular. Necdet’i yakaladılar, diğer taraftan da hakem Tarık, yüzünden kanlar aka aka sahadan çıkarıldı. Soyunma odasında tedavi altına alındı. Biraz sonra da oyuncular, müsabaka, hakem tarafından tatil edildiği için sahadan ayrıldılar.

    Hâdisenin hikâye tarafı budur. Vakanın çirkinliğini tavsif etmek için kelimeler ve sıfatlar bulmağa ihtiyaç görmüyoruz. Güzide bir takımın kaptanlığı mevkiinde bulunan bir adamın hakem döğmeğe teşebbüs etmesi, en hafif tabirle iptidailiktir, kabalıktır. Sonra tecavüze uğrayan hakem, öyle bir gençtir ki, bütün sporcularımıza numunevi imtisal olacak temiz bir karaktere, dürüst bir ahlâka ve insanı kendine meclup eden bir nezakete sahiptir. Bu sene yüksek tahsilini bitirmiş, doktor olmuştur, şimdiye kadar en ufak şekilde bile kimseye tek kelime fena bir söz sarf etmemiştir. İdare ettiği bütün maçlarda dürüstlüğü, nezaketi, bitaraflığı ve temiz ahlâkı ile tanınmıştır. O kadar ki, iki takımın bu maç için bir hakem intihap etmelerine karar verildiği vakit, Demirspor takımı Tarık’ın bu maçı idare etmesinde şiddetle ısrar etmiştir.

    Spor, mutlaka bir maçı kazanmak, her ne pahasına olursa olsun galip gelmek demek değildir. Bizim spordan anladığımız ilk mana, temiz ahlâk, dürüstlük ve insanlıktır. Hakemi döğecek kadar terbiye, insanlık ve ahlâk hututlarının haricine çıkan bir insanın spor mefhumile hiçbir alâka ve münasebeti yoktur. Bu vakada, asabına hâkim olamamak, yapılan haksızlıklara tahammül gösterememek gibi bir mazeret dermeyan etmeğe bile imkân tasavvur edilemez. Çünkü Tarık, eğer bu maçta bir haksızlık yapmış ise, Galatasaray’ın aleyhine yapmıştır ve Demirspor’a birçok ahvalde mümaşatkâr davranmıştır, denilebilir.

    Halkın yuhaları, hakaretleri arasında polis nezaretinde sahadan çıkarılan bu adam, derhal tevkif edilerek cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. Hakem Tarık da ayrıca bir dava ikame etmiştir.

    Bu çirkin vak’aya, maalesef büyüklerimiz de şahit olmuşlardır. Hariciye Vekili Şükrü Saracoğlu, eski Milli Müdafaa Vekili General Kâzım Özalp ve diğer devlet erkânından bir kısmı stadda bulunuyorlardı. Federasyon rüesası, İstanbul mıntakası erkân ve azaları da hep beraber orada idiler.

    Bu vak’adan sonra, Necdet, bu memlekette müebbeden spor yapmak hakkını kaybetmiştir. Çünkü kendisine verilecek nizami ceza, müebbed boykottur. Bundan başka, yaptığı tecavüzden dolayı da mahkemenin vereceği cezaî karar da vardır.

    Demirspor takımının vaziyetine gelince; evvelce umumi merkezin yaptığı bir tamimle de sarahat kesbettiği üzere takım diskalifiye edilmiştir. Dünkü maçın nizami galibi Galatasaray’dır. Bu şerait içinde Ankara’da ikinci bir defa daha iki takımın karşılaştırılmasına da imkân görülememektedir.

    Hakem ne diyor?

    Dün akşam geç vakit hakem Tarık’la görüştük.

    Bize şunları söyledi:

    “Demirspor kalecisi Necdet’e, yaptığı müteaddit hatalı hareketlerinden dolayı birkaç defa ihtarda bulundum; fakat bu oyuncu, kasti hareketlerde devam etti. Galatasaray muhacimlerinden Cemile yaptığı son hareketi üzerine müsabakanın selâmeti için kendisini oyundan çıkarmak mecburiyetinde kaldım. Bu kararımı kendisine usulen tebliğ ettim. Fakat Necdet derhal üstüme hücum ederek beni yumruklamaya başladı. Yüzüm, gözüm kan içinde ve polis refakatinde sahadan ayrıldım. Bu vaziyette maçın idaresine imkân göremediğimden oyunu tatil etmek mecburiyetinde kaldım ve bu hâdiseden dolayı da Adliye ve zabıta makamlarına müracaatle cürmü meşhud kanununa göre takibat yapılmasını istedim.”

    Federasyonlar Dairesi Reisinin Beyanatı

    Müessif hadiseden sonra kendisini gördüğümüz federasyonlar dairesi başkanı B. Ziya Ateş şunları söylemiştir:

     “Müsabakanın 33 üncü dakikasında Necdet tarafından hakem Tarığa yapılan fiilî tecavüzle başlıyan hadiseyi müteakip Tarık ve Necdet sahadan ayrılarak polis refakatinde soyunma odasına götürülmüşlerdir. Sahada idaresiz kalan oyun hakkında son kararın ne olduğu sorulmak üzere maçın seyrini takib heyeti bizzat hakeme de kararını sorarak Demirspor kaptanını cürmümeşhud mahkemesine vermiş ve maçı tatil etmek mecburiyetinde kalmıştır.”

    24 Temmuz 1939 – Cumhuriyet Gazetesi


    F.I.F.A.’dan Cevap Geldi

    Galatasaray’ın millî küme şampiyonluğu tasdik edildi

    Galatasaray ile Demirspor kulüpleri arasında milli küme şampiyonluğu için biri Ankara’da diğeri İstanbul’da yapılmak üzere tertip edilen maçlarda birincisinde malûm hâdise çıkmış ve maç yarıda kalmıştı.

    Futbol federasyonu tarafından o zaman bu hâdise beynelmilel futbol federasyonuna sorulmuş ve beklenen cevap dün gelmiştir.

    Alınan cevapta “Demirspor kulübünün 0-1 galip vaziyette olmasına rağmen hâdiseye müsebbip olduğu için hükmen mağlup sayılacağı” bildirilmiştir. Bunun üzerine genel direktörlükte yüksek hakem komitesi ve futbol federasyonu azalarının bulunduğu bir toplantı yapılmış ve Galatasaray kulübünün bu maçta hükmen galibiyetine karar verilmiştir.

    İki maç üzerine tertip edilen bu müsabakaların birincisinde, Demirspor kulübüne hükmen mağlup sayıldığı için puan verilemeyeceği cihetle ikinci maçın yapılmasına lüzum kalmamış ve Galatasaray kulübünün 938-939 milli küme şampiyonluğu tasdik edilmiştir.

    Keyfiyet alâkadar bölge ve kulüplere derhal tebliğ edilecektir. Uzun bir beklemeden sonra hakları teslim edilen sarı kırmızılıları şampiyonluklarından dolayı tebrik ederiz.

    27 Ekim 1939 – Akşam Gazetesi


  • Dört Sene Sonra

    Dört Sene Sonra

    Fenerbahçe, 12 Haziran 1925 tarihinde 1-0 kazandığı derbi maçından sonra, Galatasaray’a karşı 8 maç yapmış ve bunlardan hiçbirini kazanamamıştı. Dört sene sonra 29 Kasım 1929 tarihinde oynanan karşılaşma, Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erince gazetelerde aşağıdaki yazılar çıktı… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Galip!

    Fenerbahçe seyircilerin sevinç tezahürleri arasında Galatasaray’ı yendi.

    Tahmin ettiğimiz gibi, binlerce meraklıdan mürekkep kesif bir seyirci kütlesinin sevinç tezahürleri arasında, Fenerbahçe, Galatasaray’ı dün yendi.

    Galip bu galibiyeti, mağlup da bu mağlubiyeti, hakikaten hak etmişlerdi.

    Kabul etmek lazımdır ki son seneler zarfında birçok ecnebi takımları yenerek milli heyecanımızı yüksek bir şekilde temin eden Fenerbahçe, hayrete şayan bir aksilik, bir talihsizlikle bütün o ecnebi takımlara yenilen bir takıma, Galatasaray’a mağlup oluyor, yendiği maçları bile yeniliyordu.

    Fenerbahçe’ye nazaran daha zayıf bir vaziyette olan Vefa, Beykoz gibi takımlar karşısında yakasını güç kurtaran Galatasaray’ın, Fenerbahçe karşısında garip bir istihaleye uğramış gibi, böyle galip çıkagelmesinin yegane hikmeti, Galatasaray’ın “Azmü iman!” namını verdiği ve faul üzerine müesses bir nevi haşin oyun sisteminin bütün bir maçın cereyanına hakim kılınmasından ileri gelmekte idi. “Oyunla yenilmeyeni, zorla yenmek!” işte sistem bu idi ve insaf ile kabul etmek lazımdır ki sistem, meşhur Mehmet Nazif’in ayağı kurban verilinceye kadar da muvaffakiyetle tatbik edildi. Oyun başladıktan beş on dakika sonra asabi bir hava içinde karşı taraf korkutulacak, çarpılacak, devrilecek, yuvarlanacak ve garip bir tempo ile teganni edilen o meşhur:

    “Ha! Ha! Ha!”

    “Hi! Hi! Hi!”

    “Ho! Ho! Ho!”dan mürekkep tribün musikisi arasında, bir nevi heyamola ile galip gelinecekti. Bu sistem, zavallı Mehmet Nazif’in ayağına mal olduktan sonra ve bilhassa arslanlar ihtiyarlayarak şuraya buraya koşmalarının oyun üzerinde artık müessir olmaması üzerine, iflas etti. Fenerlilerin dünkü galebesi bundan ileri gelmiştir.

    Esasen kaç senedir galip gelmesi lazım gelen Fenerbahçe, bu maçı behemehâl kazanmak için, 3 aydan beri çok muntazam bir antrenmana tabi tutulmakta idi. Zeki’nin, Alaaddin’in, Kadri’nin, Sadi’nin, Cevad’ın, Füruzan’ın, bütün Fenerbahçe’nin dünkü hakimane oyunun, bunun eseri ve dünkü büyük maçın her Fenerbahçeliyi candan memnun ve tatmin eden kati bir galibiyetle bitmesi de yine her şeyden evvel bu çalışmanın neticesidir.

    (…) Oyunun bitmesine 13 dakika kalmıştı. “Man dakka, dukka!” kabilinden, Fenerbahçe, bu sefer kör talihi behemehâl patlatmak için vaktiyle Mehmet Nazif’in yaptığı gibi, ayağına geçirdiği toplardan bir kısmını taca havale eyledi. Bu da pek fena bir mukabele değildi. Her halde fazileti terbiyetkarisi muhakkak olmak lazım gelirdi.

    Nihayet çok vakur ve centilmen Fenerbahçe, haklı bir galibiyetin gururu ve neşesi içinde kendisini sevenlerin omuzları üzerinde sahayı zaferle terk etti. Ve “Ha! Ha! Ha!” “Hi! Hi! Hi!” “Ho! Ho! Ho!”cular da sustu. Anlaşılan musiki heyecanı gönüllerinden uçmuştu!

    Sarı kırmızılı arkadaşlara ve bu renge boyananlara Allah başka keder vermesin!

    1 Aralık 1929 – İkdam Gazetesi


    Maçtan Sonra

    Fenerbahçe Galatasaray’ı yendi… Evvelki akşamla dünkü günün her yerde duyulan bahsi, lakırdısı bu idi. Belki bugün de odur. Bizim matbaada bu zafer duyulunca sermürettip muavinlerinden Şahin Hayri Efendi bütün muharrirlere birer çay ısmarladı. Dehşetli sevinç içinde idi. Bahriahmere seyahat yazısında ismi geçen ve bizim patronların hanedanına mensup olan Rasim Daver Bey’e bir taziyet mektubu yazdı; bize de imzalattı. Akşam, vapurda stadyumdan sonra meyhaneye de uğramasını ihmal etmemiş olan iki genç konuşuyordu:

    • Fena yenildik be yahu!
    • Seyircilerin içinde Galatasaraylı bir kız vardı; ikinci haftaymın sonunda, az kaldı, bayılıyordu.

    Hamdolsun gece rüyamda ne maç seyrettim, ne de lakırdısını dinledim. Lakin sabahleyin acısı çıktı. Vapuru dolduran kalabalık içinde galiba benden başka maç lakırdısı etmeyen yoktu.

    • Nasıl çıktığımı bilmiyorum. Yanımda oturan kız Fenerli idi. Bizim taraf mağlup olunca bir daha kendisine görünemedim.

    Bir başka ses:

    • Şu Vakit gazetesi Fenerli galiba. Serlevhalarında kulüplerin renklerini göstermiş. Fener üstte, Galatasaray altta.

    Gazetecileri iyice tanıdığı anlaşılan bir delikanlı:

    • İkdam çıksaydı, Ali Naci Bey bu zaferi nasıl yazardı, görürdünüz! Diyordu.

    Nihayet köprüye geldik. Uğradığım berber dükkânında gene aynı bahis:

    • Kalecinin üzerine bir atılış atıldılar ki çocuk, az kaldı, boğuluyordu.
    • Ayol, futbol oynarken o hırs arasında kim kimi düşünür? Nihat’ın bacağından kanlar sızıyordu da kimse aldırmıyordu.
    • Azizim “Yaşa”, “Bravo!” diye haykırmaktan sesim kısıldı.

    Tramvayda da aynı bahis duyuluyordu. Demek ki yalnız zenginin parası züğürdün çenesini yormuyor. Sporcunun oyunu da sporcu olmayanın çenesini yoruyormuş.

    1 Aralık 1929 – Vakit Gazetesi (Toplu İğne)

  • 1929 Bursa Seyahati

    1929 Bursa Seyahati

    Erken dönem Türk futbolunun şartlarını en iyi öğrenebildiğimiz metinler, görece az sayıda yapılan şehirler arası seyahatler. İşte bunlardan biri olarak, Fenerbahçelilerin 1929 Bursa seyahati… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Bursa Sehayati Nasıl Geçti?

    Sabahın saat dokuzunda kalkan Marmara vapuru, Fenerbahçeli futbolcuları yeşil Bursa’ya doğru götürüyor.

    Vapurda Fener’in ağırbaşlı kaptanının etrafında hep tanınmış simalar toplanmış: Alaaddin, Sadi, Fikret, Reşat, Nejat, Niyazi, Muzaffer.

    Velhasıl takımın Kadri ve Cevat’tan maada bütün erkanı orada…

    Deniz, havanın bulutlu olmasına rağmen oldukça iyi. Marmara, ismini taşıdığı denizin kucağında seke seke ilerliyor.

    Gençler arasında seyahat etmek güzel şeraitin tevlit ettiği mutat neşeyi çok arttırıyor. İki saat sonra çok şen mevzular etrafında dönen mübahaseler hitama erdi, grup grup toplanan arkadaşlar tavla ve poker oynuyorlar. Samimi arkadaşlar arasında, her türlü ihtiras ve menfaat kaygılarından uzak devam eden oyun safahatını takip etmekte ayrı bir zevk var. Her hareket bir tuhaflıkla nihayetleniyor ve o tuhaflığı da 4-5 gürbüz gencin hançerelerinden fırlayarak takip ediyor.

    Seyrisefain idaresinin lütufkar teshilatıyla hürmet gören sporcular geminin her tarafında ikramla karşılaşıyorlar. Bilhassa kıymetli süvari Tahsin Bey kaptan Fenerbahçeli gençler için hakiki bir kardeş şefkati gösteriyordu.

    Yemekten az sonra Mudanya gözüktü. Bir saat sonra Yunan sürülerinin denize döküldüğü şirin Mudanya’dayız.

    Fenerlileri davet eden Sanatkaran kulübünün reisi Faik Bey misafirlerini karşılamak için Mudanya’ya kadar gelmiş.

    Fenerliler 45 dakika süren eğlenceli bir otobüs yolculuğundan sonra Bursa’ya, yolların çok kuru olmasına mukabil vıcık vıcık çamur içindedir. Şehrin arkasında bir heyula gibi yükselen muazzam keşiş, ta eteklerine kadar ratıp bir duman içindedir. Bu rutubet sert rüzgarla birlikte insanın iliklerine kadar işliyor.

    Fenerlilere tahsis edilen Osmaniye otelinde istirahat edildi ve tam saat dörtte sahaya gidildi.

    Saha muayyen ebadından noksan. Fakat çok güzel ve çimenli bir saha. Tesvieyi türabiyesi bir itina ile düzeltilse ve genişletilse emsalsiz olacak.

    Zemin ıslak, fakat çamurlu değil. Fakat ıslanan çimenler çok kayıyor. Ayaklarında krampon olmayan Fener oyuncuları için bu hal çok fena.

    Takımlar karşılaştıkları zaman Bursalılar şu şekildeler:

    Salih, Ata, Nezihi, Halit, Hüseyin, Refik, Hakkı, İlyas, Cemal, Saim, İsmail.

    Buna mukabil Fenerbahçe takımı, bilhassa defans itibariyle eksik bir halde şöyle teşkil edilmiş:

    Ali, Nejat, Ziya, Velit, Sadi, Reşat, Niyazi, Ala, Zeki, Muzaffer, Fikret.

    Hakem Bursa mıntıkasından Vecihi Bey. Yan hakemlik vazifesini Fenerbahçe’nin gayretli muallimi Necmi ağabeyle bir Bursalı yapıyorlar. Oyuna başlarken rüzgar Fenerlilerin lehindedir. Bu avantaj, sahayı hiç tanımayan bir takım için medarı tesellidir.

    İlk hücumu, oyun başlar başlamaz Fenerliler yaptılar. Daha vaziyet anlaşılmamıştı ki yarım dakikadan az bir müddet içinde bu hücum seri bir atakla müdafileri geride bırakan Niyazi’nin himmetiyle sayıya müntehi oldu. Bu çok çabuk semere alkışlarla karşılandı.

    Hücum ve hakimiyet daima Fenerlilerin. Sadi kornerden gelen topu kaleye sokarak sekizinci dakikada ikinci, Zeki üçüncü, Niyazi dördüncü golü yapıyorlar. Haftaymda Fenerbahçe 4-0 galip.

    İkinci devre aynı hakimiyet altında geçiyor. Sayılar devrenin ikinci dakikasında beşi, altıyı ve yediyi buluyor. Son dakikada Bursa yegane sayısını yapıyor.

    Fenerliler çok parlak olmakla beraber iyi bir oyun oynadılar.

    Bursalılara gelince biraz daha mutedil şiddette oynamak şartıyla iyi bir takımdır.

    29 Eylül 1929 – İkdam Gazetesi

  • Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?

    Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?

    Fenerbahçe’nin eli bihakkın kalem tutan futbolcularından Ragıp Ziya Mağden, 1929 yılında bir günlük gazeteye “Avrupalılar Bizi Nasıl Tanıyorlar?” başlıklı bir yazı kaleme almış.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İnanır mısınız ki bu bir Türktür

    Avrupalılar bizleri hiç tanımıyorlar. Gerek tahsil, gerek tetkik ve gerekse ziyaret için aralarına karışıp da Türk olduğumuzu kendilerine söylediğimiz zaman yüzümüze hayretle bakıyorlar ve sözlerimize inanmak bile istemiyorlar.

    Bundan üç dört ay evvel İtalya’da idim. Burada kaldığım müddet zarfında öyle tuhaf vakalar hadiselerle karşılaştım ki onları kendi ırkdaşlarıma anlatmak için kendimde adeta mecburiyet gibi bir şey gördüm.

    Bundan üç sene evvel cenubi İtalya’ya ve Sicilya’ya doğru uzanmıştım. Fenni tetkiklerde bulunmak istiyordum.

    İtalya yarım adasının son ivicaçlarına isabet eyleyen Mesina boğazında kain dilber Reggio Galabria’nın meşhur bergamot bahçelerini ziyaret ediyordum. Yanımda iki üç Türk arkadaş da vardı. Bahçede konuşurken köylüler merak edip ne milletten olduğumuzu sordular. Bunlara Türk olduğumuzu ve bir tetkik seyahati yapmakta olduğumuzu söylediğimiz zaman bize inanmadılar ve “Yalan söylüyorsunuz” dediler; “Türk beyaz değil, zenci, siyahi bir mahluktur! Herhalde latife ediyorsunuz.”

    Bu lakırdıları işitince biz onlardan bir iki misli hayrete düştük. Fakat hayretimiz çabuk geçti ve bu efendilere Türk’ün siyah değil, kendilerinden bile çok beyaz olduğunu anlattık.

    Sicilya’nın diğer bahçelerini gezerken dahi bu kabil hadiselerle karşılaştık. Herhangi bir Sicilyalı Türk olduğumuzu duyar duymaz derin hayretler içinde kalıyor ve muhakkak kendisiyle alay ettiğimize zahip oluyordu.

    Türkiye ile İtalya yekdiğerine herhalde çok uzak memleketler sayılamaz. Napoli’den İstanbul üç buçuk, Catania’dan İzmir ancak iki günlük bir mesafededir. Daha burnumuzun dibindeki akvamın, Türk’ün henüz ne renkte bir insan olduğunu bile bilmemelerinden öyle sanıyorum ki hepimiz bir eza duyarız. Fakat bu ezayı sadece duymuş olmakla vazifemiz bitmiş sayılamaz. Her fert fırsat buldukça vatan ve memleketi namına üzerine terettüp eylemiş olan bir propaganda vazifesini yapmakla da mükelleftir. Bu vazifeyi Avrupa’ya giden ve Türk namını taşıyan insanların kaç tanesi yapmıştır.

    Yapanlar mevcut ise de bunu yapmadan dönenler de çoktur. İtalya’da iken hayatımın epeyce uzun bir müddeti Napoli civarında meşhur Vesuve yanardağının eteklerinde kain bir kasaba geçti.

    Bu kasaba yazın pek neşeli olur. Buraya yazın birçok insanlar deniz banyosu yapmaya gelirler. İtalyan milletinin yaşama şeraiti çok çetindir. Bu halkın bir kısmı bazen bir banyo mevsiminde senelik bütçelerinin yarısını temin edecek kadar kurnaz ve açık gözdür. Ben de böyle açık göz bir ailenin yanında oturuyordum.

    Yanımdaki oda da her sene muntazaman kiraya verilirdi. Geçen sene odamın yanındaki büyük bir oda yine bu suretle kiraya verilmişti. Bilahare dost olduğum bu komşular bana yanımdaki odada yattıkları ilk gece sabaha kadar hiç göz kırpamadıklarını, kızlarının yandaki odada bir Türk gencinin yattığını duyunca pek ziyade ürktüğünü, gece korkulu hayaletler gördüğünü anlatmışlardı. Meğer komşularım Türk’ü kavuklu, şalvarlı, palalı ve yatağanlı, palabıyık ve simsiyah bir insan olarak tahayyül ediyorlarmış.

    Nasıl? Vatandaşlarım. Görüyorsunuz ya kendimizi dünyaya ne kadar tanıttırmışız.

    Bir gün Baltık denizi sahillerindeki banyolarda bulunuyordum. Gece tertip edilen bir müsamereye resmice ve temiz bir kıyafetle mecburiyetinde idim. Tanıdığım Alman arkadaşlar beni kendi bildiklerine takdim ederlerken:

    “İnanır mısınız ki bu bir Türktür” sözünü ilave etmekten kendilerini bir türlü alamamışlardır.

    Bütün bu saydıklarım benim ve bir arkadaşımın İtalya, Almanya, Belçika ve Hollanda’da başımızdan geçenlerdir. Avrupa’nın diğer yerlerinde iyi tanınmış olduğumuzu sanmak büyük bir gaflettir. O kadar uzun ve ananevi münasebetlerimize rağmen bugün Fransızlar bizi tanımaktan çok uzaktırlar. O kadar tanımamışlardır ki Victor Hügo gibi büyük ve büyüklüğü nispetinde bitaraf olması lazım gelen bir insan hakkımızda:

    “Türkleri Avrupa kıtasından kovmadıkça Avrupalılara rahat yoktur” diyecek kadar haksızlık, büyük bir haksızlık göstermiştir.

    Türk milli takımının 1924 senesindeki şerefli turnuvasına iştirak eden sporculardan dinlediğime nazaran halk, Türk sporcularının sahaya potinle mi, yoksa çakşırla mı çıkacakları ve ellerinde nargile bulunup bulunmayacağını uzun uzadıya düşünmüş ve münakaşa eylemiş imiş!

    Cihanda büyük ve müstesna bir yaşamak kabiliyeti göstermiş olan Türk milleti dünyada maalesef pek fena tanınmıştır. Bunda memleketimizin aleyhinde çalışan rezillerin, müfterilerin ve seciyesiz mahlukların çok büyük dahli vardır. Gerek ferden ve gerek müçtemian Türk milletini ve Türkü bütün dünyaya tanıtmak hususunda faaliyete geçmenin ve propaganda yapmanın zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmiştir bile. Bu mühim vazife, her halde daha fazla ihmal edilmemelidir.

    21 Kasım 1929 – İkdam Gazetesi (Maden oğlu Ragıp Ziya)

  • Geldikleri Gibi Giderler

    Geldikleri Gibi Giderler

    Mustafa Kemal Paşa‘nın yaveri Cevat Abbas Gürer’e söylediği “Geldikleri gibi giderler” sözü meğer bir kez de Tokatlıyan Oteli’nin salonlarında çınlamış. 6 Ekim İstanbul’un kurtuluşu bayramı vesilesiyle, bu güzel hatıra ile sizleri baş başa bırakalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Gazi Hazretlerinin Tenezzühleri

    Reisicumhur hazretleri 26 Ağustos 929 Pazartesi günü Dolmabahçe’de bürolarında meşgul olmuşlar ve istirahat buyurmuşlardır. Akşam yemeğini müteakip mevcut davetlilere hitaben: “Arkadaşlar bugün 26 Ağustos’tur. Böyle atıl vakit geçirmeye gelmez, hareket lazımdır. Kalkınız bakalım.” buyurdular.

    Müşarünileyh hazretleri refakatlerinde dahiliye ve maliye vekilleri olduğu halde saat 23’te Dolmabahçe’den hareketle Tokatlıyan otelini teşrif etmişler ve otelde bulunan Darülfünun Emini Doktor Neşet Ömer Bey’i de refakatlerine almışlardır.

    Otelin gazinosunda kendilerine hizmet edenler meyanında harpte Suriye’de Cemal Paşa merhumun sofracılığını yapmış ve bu vesile ile Gazi Hazretlerine de hizmet etmiş olan metrdoteli derhal tanımış ve iltifat etmişlerdir.

    Gazi Hazretleri bir müddet istirahatten sonra mufarakat buyuracakları sırada otelin yemek salonuna girdiler ve bu vesile ile mütareke zamanındaki bir sözlerini hatırlayarak o zaman buna muharıp olan metrdotele o sözleri aynen söylemesini emrettiler.

    Bahsin mevzuu olan vaziyet şudur: Yıldırım orduları grubu kumandanlığının mütarekeyi müteakip lağvı dolayısıyla İstanbul’u teşrif buyuran Gazi Hazretleri vatanın halasına çare aradığı ve ileride yapacağına karar verdiği sıralarda bir gün, bir arkadaşını Tokaylıyan’a yemeğe davet etmişler, bu metrdotel, hizmetlerine şitap etmiş. Paşa hazretleri metrdoteli görünce taltif etmek istemişler ve halihatır sormuşlar.

    Metrdotel hikayeye başlarken dedi ki:

    “Paşam, efendimiz işte bu masada oturuyordunuz. Yanınızda bir de uzunca boylu, esmer bir misafir bey vardı.”

    Bunun üzerine Gazi hazretleri kendilerinin de pek iyi hatırladıkları o masaya gittiler ve o zaman oturdukları yere oturdular. Metrdotel devamla:  

    “Bendenize ‘Çocuk nasılsın, iyi misin?’ buyurdunuz. Bendeniz de ‘Paşa hazretleri, Cemal Paşa memleketten gitti, bendeniz de tekrar buraya garsonluğuma döndüm’ dedim. Bunun üzerine buyurdunuz ki:

    “Merak etme, onlar gittiler, amma bu gelenlerin hepsi de az zamanda buradan gideceklerdir.”

    Gazi Hazretleri bu hatırayı dinledikten sonra, yemek salonundan çıkmak üzere iken kendilerine arzı tazimat eden ve umumi harpte ihtiyat zabitliği yapmış oldukları anlaşılan iki ecnebi beyefendiye iltifat buyurdular. Bu manzara, o ekmel insanın ruhundan taşan ali cenaplığa, demokratlığa müstesna bir numune idi.

    Gazi Hazretleri Tokatlıyan’ı, kapıya tehacüm eden binlerce müştaklarının yürekten gelen çok şiddetli ve sürekli alkışları arasında terk ettiler. Ve bir müddet çok sevdiği halkın arasında yürüdükten sonra otomobillerine binerek Taksim Bahçesi’ni teşrif ettiler. Bahçedeki numaraların son kısımlarını temaşa buyurdular ve numaraların hitamından evvel çok kalabalık seyircilerin şiddetli alkışları arasında bahçeyi terk ile Tarabya’daki Tokatlıyan otelini saat birde teşrif ettiler.

    Müşarünileyh hazretleri hafif bir supeyı müteakip ifade buyurdukları gibi “Mevkiinin güzelliğini ve havasının letafetini bizzat tecrübe etmek ve tatmak üzere” geceyi Tarabya otelinde geçirmişler ve ertesi günü öğle yemeğini yemek üzere motorla saraya avdet buyurmuşlardır.

    28 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (Geldikleri Gibi Giderler)

  • Müessisler Toplantısı

    Müessisler Toplantısı

    Fenerbahçe Spor Kulübü, Şehzade Ömer Faruk Efendi’nin “fahrî” başkanlığından sonra, yani 1924 yılından itibaren, Şükrü Saracoğlu’nun başkan seçildiği 1934 Ekim ayına kadar, 10 sene boyunca üç kişiden oluşan bir yönetim kurulu ve müessesan (kurucular) heyeti tarafından idare edildi. “Müessisler Toplantısı” olarak nitelendirilen görüşme duyurularına gazetelerde sık sık tesadüf etsek de orada konuşulanlara dair detaylı bilginin olduğu haberler çok az. Bunlardan birine rastlayınca siteye alalım istedik.

    Bu toplantıdan sonra bir yönetim değişikliği ve Taksim Stadyumu idaresi ile kavgamız yazılmış.

    Hemen altında da iki ay sonra yayınlanan bir haberde meselenin halli…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe Müessisleri

    Fenerbahçe müessisleri dün kulüp merkezinde bir içtima akdetmişler ve kulübün ehemmiyetli bazı işlerini görüşmüşlerdir. Muvaffak, Hayri, Reşat Beylerden mürekkep olan idare heyeti istifa etmiş, yapılan yeni intihabatta idare heyetinin şu şekilde olması müttefikan tasvip edilmiştir: Muvaffak, Hacı Bekir zade Ali Muhiddin ve Selahattin Manço Beyler.

    Muvaffak Bey gene idare heyetinde vazife almamak için çok ısrar etmiş, fakat arkadaşlarının ısrarı karşısında kabule mecbur olmuştur.

    Müessisler badema Taksim Stadyumu’nda maç yapmamaya karar vermişlerdir. Bu şekilde bir karar ittihazına sebep olarak Fenerbahçe kulübünün ve kulüp erkanının stadyum müdürlerinden biri tarafından tahkir edilmesi gösterilmektedir.

    Fenerbahçe badema bütün maçlarını Kadıköyü’nde yapacaktır.

    1 Eylül 1929 – İkdam Gazetesi (Müessisler Toplantısı)


    Stadyumdaki Maçlar

    Fenerbahçe kulübü, bundan bir müddet evvel yaptığı bir müessesan içtimaında badema Taksim stadyumunda maç yapmamaya karar vermişti. Bu karar kulüp erkanından birinin stadyum müdiranından diğer bir zat tarafından istiskal edilmesi üzerine ittihaz olunmuştur.

    Stadyum idaresinin nazikane bir tarziye ile vaziyeti tavzih etmesi ve ismi geçen müdürün müesseseden ayrılması üzerine mesele kalmamış ve Fenerbahçeliler kararlarından feragat etmişlerdir.

    Binaenaleyh bu hafta Taksim Stadyumu’nda lig maçlarının başlamasına hiçbir mani kalmamış demektir.

    5 Kasım 1929 – İkdam Gazetesi

  • Karma Takımın Mısır Gezisi

    Karma Takımın Mısır Gezisi

    17 Temmuz 1929 tarihli İkdam gazetesinde Ali Naci Karacan, Fenerbahçe ve Galatasaray sporcularından oluşan karma takımın Mısır gezisi hakkında yazmış. 1926 yılında gerçekleşen seyahatten keyifli detaylar var.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Mısır Seyahatimize Ait Hatıralar

    23, 26 ve 28 Temmuz tarihlerinde şehrimizde üç maç yapması takarrür eden Mısır Nasyonal kulüp takımı, yarın İskenderiye’den hareket ediyor. Mısırlı misafirlerimiz Pazar akşamı İstanbul’a gelecekler ve bundan üç sene evvel Mısır’a seyahat eden sporcularımıza yaptıkları büyük hüsnü kabulün mukabelesini göreceklerdir.

    Bu münasebetle ve sporcularımızın o güzel seyahatlarini idare etmiş bir arkadaş sıfatıyla, Mısırlı kardeşlerimizin İstanbul’a gelmelerinden bilhassa memnuniyet duyduğumuzu söylemek isterim ve bunu söylerken de bütün arkadaşların hissiyatına samimi tercüman olduğumdan da eminim. Filvaki Galatasaray-Fenerbahçe muhtelitinin o turnesine iştirak etmiş olan arkadaşların hepsi, kardeş Mısırlıların mübarek toprakları üzerinde geçen günleri ve orada mazhar oldukları emsalsiz misafirperverlik tezahürlerini seneler geçtiği halde daima zevk ile hatırlamaktan bir an feragat etmemişlerdir.

    Bulutlu bir kış sabahı, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin o zaman milli takımın terkip eden en iyi, en yüksek, aynı zamanda en kibar ve centilmen oyuncularından mürekkep güzide bir takımla meşhur “Fezara”ya binerek yola çıkmıştık. Hariçten bakınca aralarında münaferet var zannedilen iki yüksek kulübümüzün değerli oyuncuları, vapur demir alır almaz, aynı ailenin öz çocukları gibi, samimi bir kardeşlik havası içinde toplandılar. Mısır’a kadar süren dört günlük deniz yolculuğu, spor sohbetleri, dans, oyun, vapur eğlenceleri ve kısmen de fırtına ile geçti. İskenderiye’ye varacağımız günün gecesi ise telsizle, Mısır topraklarından çekilen davetleri almaya başladık. Bilhassa Port Saitliler vapurun oraya uğramasından bilistifade karaya çıkmaklığımızı, bize bir ziyafet vermek istediklerini söylemekte ve kabilse Port Sait’ten Kahire’ye trenle gitmekliğimizi rica etmekte idiler. Ertesi akşam Port Said’in bir Japon denizi üzerinde efsanevi bir alemi andıran güzel limanına yaklaşınca vapura doğru bir takım küçük motorların koşa koşa geldiklerini gördük. Hepimiz güverteye sıralanmıştık.

    Türk takımını teşkil eden gürbüz çocukların hepsi, arkalarında bir örnek lacivert ceket, göğüslerinde kırmızı atlas zemin üzerine işlenmiş ay-yıldızlar, Türk inkılabının bir spor müfrezesi halinde, asker gibi dizili idi. Motorların içi birçok buketler ve birçok kırmızı fesli gençlerle dolu idi. Ve bunlar, sesleri işitilebilecek mesafeye geldikleri zaman, heyecanla alkışlamaya ve “Yahya Ferikitturki!” diye bağırmaya başladılar.

    Port-Sait’te çok samimi bir surette karşılandık. Bir Çin pazarına benzeyen ve ahşap dükkanları Hind’in ve Asya’nın en nefis ve rengarenk eşyasıyla ve çeşit çeşit tavus tüyleriyle süslü çarşısından geçerken halkın heyecanlı tezahüratı hepimizi derin bir sevinç içinde bıraktı. Port Sait’ten sonra İskenderiye’de, İskenderiye’den sonra Kahire’de hep aynı coşkun dostluğun tezahürlerine şahit olduk. Maç sahası kendi takımlarından ziyade bizi alkışlayan Mısırlılarla dolup taşıyor, maç bitince oyuncularımızın bindikleri arabaları çekiyorlar ve her tarafta “Yahya Mustafa Kemal” seslerini yükseltiyorlardı.

    Bilhassa Kahire’de kaldığımız 15 günün her akşamı bir davete çağırılarak mütemadiyen nutuk söyleniyor ve Türkiye’nin yüksek ismi hürmetle anılıyordu. Türk sporcu gençliğinin Mısır’a giden parçasına karşı gösterilen alaka o kadar büyük ve o mertebe samimi idi ki ziyafet adedi kalacağımız günü geçince bu şerefi paylaşmak için Mısırlı zenginlerin aralarında kura çektikleri söylendi.

    Türk takımına gösterilen bu yüksek misafirliği Hamedülbasel Paşa, şimdiki Mısır sefiri İbrahim Bey, Ratip ve Davut ve Mısır vali vekili İsmail Bey Şirin gibi cidden Türk muhibbi ve hatta Türk rical idare etmekte idi.

    İşte Mısırlı sporcuların memleketimizi ziyarete geldikleri şu günlerde o seyahatin zihnimizde canlanan hatıraları bunlardır ve bunun içindir ki Mısırlı dostlarımıza, Mısır’ın çok değerli, yüksek ve hakikaten mahir sporcularına ne yapılsa azdır.

    17 Temmuz 1929 – İkdam Gazetesi (Ali Naci) | Karma Takımın Mısır Gezisi

    Sporcularımız Nil üzerinde verilen bir ziyafette.
    Kral’ın yaveri ve federasyon erkanı maç sahasına gelirken.
    Kahire’de yaptığımız maçtan bir manzara.
  • İsimlerimiz

    İsimlerimiz

    Arşiv taramalarında Fenerbahçe tarihinde ismi geçenlere denk geldikçe onlarla ilgili yazıları sitemize alıyoruz. Mamafih böyle küçük ve ilginç örneklere rastladığımız da oluyor. Soyadı kanunu çıkmadan evvel, 15 Ağustos 1929 tarihinde İkdam gazetesinde yayınlanan C.N. imzalı yazıda “İsimlerimiz”e ek olarak aile adı olmaması eleştirilmiş ve buna “etkili” bir misal olarak Hacı Bekir gösterilmiş.

    Bununla birlikte, Fenerbahçe’nin en kıymetli başkanlarından birisi olan Ali Muhiddin Hacı Bekir ve birkaç asırlık muhteşem müessesesinin 1918 yılında verdiği (ve aşağıda göreceğiniz) ilanda, isim sorunu olmadan da sahtecilerden ne kadar mustarip olduklarını görüyoruz.

    Sevgili başkanımız nur içinde yatsın.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    İsimlerimiz

    Telefon rehberinde 25 İsmail Hakkı Bey ismine tesadüf edilir ki bunlardan yalnız sekizi bir aile ismi taşıyor. Hangi İsmail Hakkı Bey? Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Halbuki medeni kanun aile isminin kullanılmasını amirdir. Ticaret alemine giriyoruz, yeni yeni firmalar teşekkül ediyor. Eğer isimler ihya edilmezse şahsi ahvalde, sicillerde, eskisi gibi, hukuki zıya’a uğratacak yolsuzluklar teselsül eder gider.

    Medeni kanun isim üzerindeki hakkı tanıyor ve ismi himaye ediyor. Madde 25: “İsmi ihtilafa mahal veren kimse, hakimden hakkının tanınmasını talep edebilir.”

    Madde 153: “Karı, kocasının aile ismini taşır.”

    Pek ala, kanuni ahkam mevcut, lakin bunun tatbikatı yok.

    İsmi Bekir olan biri bil’iltizam hacca gitse kendisine bihakkın Hacı Bekir denecek; bu adamın bir şekerci dükkanı açmak sarih hakkıdır. Oldu bir şekerci Hacı Bekir! Fakat bu, o bildiğiniz meşhur Hacı Bekir değil. Kanunen buna ne yapılabilir? Memleketimizde sanayi biraz ilerler ilerlemez bu isim karışıklığının bin bir mahzurunu göreceğiz. Evet! Kanunun imali lazım. Romanya’da bu hal vaki olmuştu ve hükümet, bir emirle altı ay içinde aile isimlerinin tescil edilmesini kaide ittihaz etti. Kezalik, Ermeniler, ruhani reislerinin bir işareti üzerine derhal “yan” hecesinin ilavesiyle kendilerine isimler uydurdular.

    Aile ismi olmamak demokrasinin tefritidir. Bu kadar demokratlık da fazladır, karışıklığı mucip oluyor.

    Sicillere hakim olan adliyedir. Adliye vekaletinin lütuf ve himmetinden bu cihetin tanzimini bekleriz. Dünyada aile ismi usulünü kabul etmeyen tek bir millet kalmamıştır.

    Bir tarihte, Bolu vilayetinde, Köstebek isminde bir köyde konaklamıştım. Orada herkesin ismi Abdi Bey… Bu muhtelif ve mütenevvi Abdi Beylerden biri ile bir tacir bir münasebete girişse ve sonunda iş bir protesto veya davaya müncer olsa müddea aleyhin hangi Abdi Bey olduğunu tayin etmek külfetli bir mesele olacak.

    Bütün müesseselerimizi tazeleştiriyor, garplılaştırıyoruz. Teceddüt programının en başında bu da münderiçtir. Elbise veya serpuşun beynelmilellerini almakla Garp alemine girdik. Eskilikten her gün bir adım uzaklaşıyoruz. Elli senelik maziden bizde ne kaldı? Bir aile isminin fıkdanı, bir de Cuma tatili.

    Eğer rivayet doğru ise Çin’in bazı mıntıkalarında, çocuklara doğduklarında isim verilmez, kendileri birinci, ikinci, üçüncü… diye yadolunurlarmış. Mektep nümerosu gibi bir şey.

    Aile ismi kullanmayacaksak, bari muhtelif Ali Rızalara, Mehmet Alilere, İsmail Hakkılara, Musa Kazımlara, Hasan Hüsnülere birer numara verelim.

    15 Ağustos 1929 – İkdam Gazetesi (C.N.)


    Hacı Bekir Ticarethanesinden:

    Sokaklarda, hemen her köşe başında kirli işportalar içinde “Aşk olsun Hacı Bekir – Hacı Bekir lokumu” avâzeleriyle ne olduğu meçhul mülevves çamur parçaları satılıyor. Bu gibi muzırulsıhha sokak mâmûlatının müessesemizle alakadar olamayacağı vareste-i izah ise de ticarethanemiz mâmûlatının ancak İstanbul Bahçekapı merkez ile Galata, Beyoğlu ve Kadıköy şuabatından maada değil böyle sokaklarda hatta ahir bir mağazada bile füruht olunmadğını muhterem müşterilerimize arz etmeyi bir vazife addederiz.