“Fenerbahçe’nin 28 Türkiye şampiyonluğunun en çok gol atan oyuncuları kimlerdi?” sorusunun yanıtını derleyelim, istedik. Huzurlarınızda 28’in gol kralları!
Yüksek müsaadesiyle, geçmiş yıllarda Fenerbahçe Resmî Dergisi için yaptığı röportajları sitemizde yayınladığımız Sibel Kurt, yine müthiş bir Şeref Has röportajı ile karşınızda… Ağabeyi Mehmet Ali Has’tan sonra, Fenerbahçe’de 5 şampiyonluk yaşayan Şeref Has tarihe geçmiş kahraman bir futbolcuydu. Nur içinde yatsınlar…
Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şeref Bey?
Annem, ablalarım ve futbolcu büyüğümüz ağabeyim Mehmet Ali Has hepsi Fenerbahçeliydi. Ben de onların bu sevgisini görerek Fenerbahçeli oldum. Zaman içinde de bu sevgim ve ilgim arttı.
Spora Beyoğluspor’da başladınız…
Futbola aşırı bir sevgim ve merakım vardı. Beni Beyoğluspor’a Raif Dinçkök aldı. Kendisi İsmet Uluğ zamanında başkan vekiliydi. 5000 TL’ye aldı, 5000 TL de kendisi verdi. 10.000 TL’ye bir daire geliyordu. İyi bir rakamdı. Beyoğluspor’da bir sene oynadım. Altyapıda yetiştim. Fakat hedefim Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oynamaktı.
Ve hedefinize ulaştınız. Fenerbahçe’ye transferiniz nasıl gerçekleşti?
Benim futbol hayatım Fenerbahçe genç takımında Sabri Kiraz hocamızla başladı. Can Bartu, rahmetli Avni Kalkavan ve ben genç takımda beraber yetiştik. Kabataş Lisesi’nde okuyordum. 18 yaşında iken Büyük Fikret bizi A takımına aldı. 1956-1957 sezonu. Bizi Moskova’ya götürdüler. O zaman değerli sporcularımızla on beşer dakika oynamıştık. Çok büyük oyuncular vardı, ağabeyim Mehmet Ali Has, Burhan Sargın, Lefter, Küçük Fikret, Donanma Kamiller. O zaman böyle kaliteli bir takımda oynama şansını yakaladık. Çok gençtik. Etap etap Can Bartu ile maç bitimine doğru oyuna girerdik. Fikret Arıcan bizi alıştırıyordu. 14 yıl Fenerbahçe’de oynadım, 7 kez kaptanlık yaptım, 169 gol attım. Ama maalesef sakatlığım nedeniyle Manchester’da oynayamadım. Ogünler, Çevrimler, Ziyalar, Puşkaşlar, Canlar, Şükrüler bu takımla 6 şampiyonluk yakaladık. Fenerbahçe’de bu gördüğümüz üç yıldızdan birini bizim ekibimiz aldı. Müthiş bir duygu öyle bir yaşıyorsunuz ki rüya gibi…
Araya vatan hizmetiniz girdi. Ordu milli takımında oynadınız…
1958’de askere gitmiştim. Askere gittiğimizde hemen ordu milli takımına aldılar. B milli takımına seçildim, oynadım üç maçtan sonra A milli takımına çıktım.
Milli takımda da hem oynadınız hem kaptanlık yaptınız…
48 defa milli oldum. 7 defa kaptanlık yaptım. Milli takımın 17. kaptanıydım. En büyük düşüm milli formayı 50 kez giymekti. Sakatlığım nedeniyle 48 kez giyebildim. Kısmet bu kadarmış.
Kırılamamış gol rekorunuz var…
Evet. En büyük gol kralı Zeki Rıza Sporel. O’nun rekorunu Lefter kıramamış. Lefter’in rekorunu da Cemil ile ben kıramadım ama bizim altımızdan gelenler de bizim rekorumuzu hala kıramamış.
Kafa golleriniz de çok ünlü…
Diyebilirim ki 50-60 tane kafa golüm var, diğerleri sağ sol ayak goller…
Yıl 1966 Fotospor’un açtığı yarışmada yılın sporcusu seçildiniz. Ve yine Güneş gazetesinin yaptığı Fenerbahçe tarihinin altın karmasında yer aldınız. Bu efsane isimleri bir kez daha hatırlayalım: Selahattin – Şeref – Cihat – Basri – Küçük Fikret – Alpaslan – Can – Lefter – Cemil – Büyük Fikret – Zeki Rıza…Bu isimlerin hepsi çok değerli. Bizimle paylaşacağınız anılarınız var mı?
1963-1964 sezonunda lig şampiyonu olmuştuk. Galatasaray da Türkiye Kupası’nın şampiyonu. Şampiyon olduktan sonra federasyon bir karar aldı. Galatasaray ile Atatürk Kupası oynanacak. Maç başladı. İlk golü yedik. Bazı idareciler eleştirmişti: “Neden bu maçı kabul ettiler” diye. Sonra 2. yarıya çıktığımızda içerde yemin ettik ve hep beraber “Biz Fenerbahçe oyuncusuyuz, her şeyimizi bu maça vereceğiz” dedik. O maçı 3-1 kazandık, ilk ve son golü Ogün Altıparmak, 2. golü de ben atmıştım. Atatürk Kupası’nı aldık. Yine Ankara’da Beşiktaş ile özel bir maç yapıyorduk, gece maçıydı. Ben de böyle 30 metreden falandı kale tarafından gelen topa köşeye doğru müthiş bir şekilde vurdum top takıldı, öyle yere düştü, ben de golü attım. Ankara’da bir gece maçında Ankaragücü ile oynuyoruz. Lefter, Can orta sahada ben forvette bir frikik oldu, hakem düdük çalmadan Lefter golü attı hakem vermedi, tekrarladı bir daha vurdu aynı köşeden gene gol oldu müthiş bir şeydi. Lefter ağabeyimin bu golünü hiç unutamam.
Derbi maçlarında neler yaşardınız?
Biz derbi ve tüm maçlara “Maçı kazanacağız, bu maçı alacağız; taraftarımızı, kendimizi, yöneticilerimizi, teknik heyetimizi mutlu edeceğiz” diyerek çıkardık. Kazanma azmiyle… Futbol bu kazanırsın da kaybedersin de bu her zaman öyle ama hep kazanmak için çıkılır. Birinci yarıda gol yiyip soyunma odasına döndüğümüzde “Çocuklar maç henüz bitmedi, bu maçı kazanacağız, yediğimiz golleri unutun sanki maç yeni başlıyor 0-0’mış gibi tekrardan başlayacağız” diyerek konuşmalar yapardık. Hakikatten kazanırdık. Kaybettiğimiz zaman ise soyunma odasına döndüğümüzde kimse bir diğerini suçlayacak hiçbir laf etmezdi. “Sen hata yaptın da bunu kaçırmasaydın da” diyerek maç hakkında asla konuşmaz, duşumuzu alır eve giderdik.
En mutlu olduğunuz an?
Fenerbahçe’de şampiyon olduğumuzda kupayı kaptığımız zaman. Derbi maçlarını kazanmamız da her zaman ayrı bir coşku olurdu.
Çok teknik direktörle çalıştınız.
Tabii 13 senede çok teknik direktör geçti. Fikret Arıcan, Abdullah Gegiç, Molnar, Oscar Hold, Kokotoviç, Szekely… Hepsi ayrı bir öğretici, ayrı bir teknikti. Onlarla Balkan Kupaları’na gittik, UEFA maçlarına gittik. UEFA’da 2 maç direnip 3. maçta eleniyorduk. Artık bundan sonrasında yeni oyuncularımızdan beklentimiz bizim alamadığımız UEFA Kupası’nı getirmeleri. Hep birlikte onlara tam desteğimizi vereceğiz.
Uğurlarınız var mıydı?
Uğurlarım yoktu. Mesela “13” numara uğursuz derlerdi dolabım “13” numaraydı. “Lütfen değiştirin” demedim. Yalnız sahaya çıkarken hepimiz sağ ayakla çıkardık. Tüm futbolcuların alışkanlığıydı.
Örnek aldığınız oyuncular?
Büyüklerimiz ağabeyim Mehmet Ali Has, Lefter, Küçük Fikret, Burhan Sargın, Suphi Bey, Halit Deringör, Basri Dirimli, Naci Erdem gelmiş geçmiş en iyi futbolcular. Hangisini örnek almazsınız ki.
1950’li yıllarla bugünü karşılaştırırsak hangi futbol daha kaliteli?
Formalar yağmur geçiriyordu, karda, buzda, kumda her şartta oynanırdı. Bizim oynadığımız zeminde at koşmazdı. Top sekmezdi. Dolmabahçe Stadı’nda ayağını uzatıyordun, top sekiyor kafana çarpıyordu. Bizim zamanımızda oyuncularımız bu kötü koşullarda bile 20-25 metreden kendi oyuncularının ayağına top atıyordu. Bugünkü oyuncular ise 4-5 metrede büyük top kaybı yapıyorlar, O zamanlar bu kadar top kaybı yoktu, alınmasın şimdiki oyuncular ama bizim zamanımızdaki futbol daha kaliteliydi.
Ya tribünler…
Tribünler muhteşemdi, kravatlı gelirler, küfür yok, oyuncuları alkışlarlardı. Takım farkı yoktu, çıkışta Beyoğlu’na yürürlerdi. Sporcular da öyle… Oradan evlerin yolu tutulurdu.
Tabii Avrupa şartları o yıllarda Türkiye ile kıyaslanamazdı…
Avrupa çok öndeydi, antrenman sahaları, statları daha bir düzgündü. Biz lig maçlarını Dolmabahçe’de oynuyorduk ama bugün stadımıza ve koşullarımıza baktığımda bunlarla gurur duyuyorum. Avrupa’daki birçok kulüpten bile önde.
“Sahada menisküs olsam gam yemeyeceğim. Beni en çok üzen sokakta yürürken menisküs olmam” dediniz. Ve futbolu bırakmaya karar verdiniz. Bu Türk futbolu ve sizin için büyük bir şansızlıktı. O yıllarda tüm spor camiası derin üzüntü içindeydi. Hatta o sıralarda dargın olduğunuz söylenilen Fenerbahçe takımının teknik direktörü Molnar’ın “Şeref, futbolu bırakıyoo. Yazık ediyöö, adam gibi bir futbolcu” demekten kendini alamadığı basında yer aldı. Futbolu daha 4 yıl oynayabileceğinizi düşünüyordunuz fakat sakatlığınızın yakanızı bırakmayacağı inancıyla o yıl (1969) jübilenizi yaptınız. Çok parlak, şovlu ve ihtişamlı geçti… Başlama vuruşunu Sayın Hülya Koçyiğit yapmıştı. Maalesef erken bir “Allahaısmarladık” dediniz… O geceyi anlatır mısınız?
Dün gibi hatırlıyorum. 29 Haziran 1969. Mithatpaşa Stadı’ndaydı. Şovla başladı. Artistlerle jokeyler arası bir müsabaka gerçekleşti. 1-0 jokeylerin galibiyetiyle başlayan bu maçta artistlerin kalesini koruyan Fikret Hakan ve rahmetli Öztürk Serengil sakatlanarak oyundan çıkmışlardı. Ondan sonra oynanan Galatasaray- Fenerbahçe maçı. Fenerbahçe’nin galibiyetiyle sona erdi. Sonrasında benim veda törenim başladı. Yine takım kaptanı olarak sahaya çıktım. Almanların “Harika çocuğu” gol kralı Uwe Seeler’i ve o sıralarda Almanya’nın Hamburger SV Takımı’nda oynayan eski Fenerbahçeli kalecimiz Özcan Arkoç’u davet etmiştim. 30.000 kişi gelmişti. Stat doluydu. Kupalar, madalyalar, çiçekler ama en önemlisi bizim takımın ve diğer takımın taraftarlarının, arkadaşlarımın ve yöneticilerimin kucak dolu sevgisi… Unutulmaz bir gece unutulmaz bir jübileydi benim için.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nde yöneticilik döneminiz başladı.
1981-1983 döneminde Ali Şen Bey’in başkanlığındaki yönetimde bulundum. Yönetimde Abdullah Acar, Ali Dinçkök, Mesut Dizdar gibi arkadaşlarımız vardı. Bu dönemde beş kupa aldık. Türkiye Kupası, TSYD Kupası, Donanma Kupası, Westfalya Kupası, Vatan Kupası. Takımdan Ali Dinçkök sorumluydu, transferleri kendi yaptı, iki tane Yugoslav yıldız getirdi, teknik direktör ise Branko Stankoviç’di. Almanya’dan İlyas Tüfekçi’yi, Trabzonspor’dan Hasan Yıldızeli’ni aldı. O sezon ne kadar kupa varsa aldık. Fenerbahçe tarihine geçtik. Oyuncularla oturup, oyuncularla kalkıyorduk.
Sonra Türk Futbol Fedarasyonu’nda (TFF) görev aldınız…
Bir süre de TFF’de milli takım sorumluluğu yaptım. 2000-2001 sezonunda Fenerbahçe şampiyon olmuştu, federasyon olarak kupayı ben verdim. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanımız Sayın Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaydı. Kupayı verirken yaşadığım duygular anlatılmaz. O ne haz o ne sevinç ne büyük bir mutluluk olmuştu benim için.
Federasyon idareciliği ile kulüp idareciliği arasındaki fark nedir sizce?
Federasyonda çalışmak güzel tabii. Kulüp idareciliği de güzel. Fakat federasyon idareciliği biraz daha farklı çünkü kulüp idareciliğinde sadece kulübünle ilgileniyorsun fakat federasyonda tüm kulüplerle ilgileniyorsun. Amatör ligden tutun da tüm liglerle… Daha zor tabii.
Sizce yabancı oyuncu sınırlandırılması tamamen kalkmalı mı?
Aslında bir kriter getirilmesi lazım. Bence serbest bırakmalı. Yabancı oyuncularda da kulüpler daha titiz ve seçici davranmalı. Kalitesiz oyuncular gelince oynayamıyorlar. Oynayamayınca da paralarını alamıyorlar. FIFA’da çok dosya var. Bu da kulüplere kötü oluyor…
Ve bugün Fenerbahçe Spor Kulübü artık bir dünya kulübü olarak görülüyor ve örnek alınıyor. Siz neler söyleyeceksiniz?
Benim için gelmiş geçmiş en büyük Başkan Aziz Yıldırım. Alt yapı, stat, bütün amatör branşlar hepsi muhteşem. Tarihe geçecek bir başkan ve yönetim. Kim bir tuğla koyduysa hepsini tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar. Bunlar çok büyük hizmetler.
Sizlerin deneyimlerinden yeteri kadar faydalanılıyor mu? Eski bir oyuncu olarak beklentileriniz nelerdir?
Benim dönemimdeki futbolcuların deneyimlerinden, bizlerden epey yararlanıldı. Bugünlere baktığımda eski futbolcular bildiğim kadarıyla çoğunlukla maçları izlemeye gidiyorlar yani altyapıda görev almıyorlar. Altyapıda çoğunlukla yabancı hocalar var. Biraz daha faydalansınlar, gözlemci olarak Anadolu’da genç çocukları gözlemleyebilirler, oradan oyuncu getirebilirler. Kulüp bu arkadaşlara görev verirse bu arkadaşlarımız da kulübün altyapısına yardımcı olurlar. Bir isteğim de huzurevi projesinin gerçekleşmesi.
Maçları sık sık takip edebiliyor musunuz?
Ben de 12 numara taraftarımızla birlikte 12. oyuncu olarak stada geliyorum (Gülüyor). Ali Dinçkök Bey ile beraber seyrediyoruz. Kupa maçlarına dışarı gidiyorum. Fenerbahçe’yi Avrupa’da da takip ediyorum. En büyük dileğim Fenerbahçe’nin maçlarını bu sene her zamankinden fazla yurt dışında seyretmek. Fenerbahçe’nin hedeflerinin artık çok büyüdüğünü görebiliyorum. Sanırım bu hedeflerimiz de gerçekleşecek.
Bugüne baktığımızda sizi etkileyen oyuncular…
Tuncay ve Rüştü’yü beğenirdim. Şu an takımda değiller. Fenerbahçe ile özdeşleşmiş olduklarını düşünüyordum. Ayrılmaları beni biraz hayal kırıklığına uğrattı ama şimdilerde her şeye daha profesyonel gözle bakılıyor. Bu açıdan fikir üretemiyorum. Gönlüm futbolu Fenerbahçe’de bırakmalarıydı. Ama kim bilir? Alex’i beğeniyorum. Tabii ki dünya starı Roberto Carlos. Hep beraber izleyip göreceğiz.
Taraftarlarımız için mesajınızı alabilir miyiz?
Maç başlıyor ve taraftar müthiş. “Non-stop” susmak yok. 12 numara olmayı fazlasıyla hak ediyorlar. Her zaman temennim Fenerbahçe’nin ayrıcalığını hissettirsinler, centilmenlik örneği teşkil etsinler. Tüm branşlarda verdikleri destek için hepsine teşekkür ediyorum.
1959 öncesi şampiyonluklar konusu, resmi makamlar nezdinde adeta rafa kalktı. Türkiye Futbol Federasyonu, arada sırada “Yakında açıklayacağız” diyor, fakat o yakın nasıl bir yakınsa, bir türlü vakti gelmiyor. Başvuran ve karşı çıkan kulüplerden de ses yok. Bununla beraber, biz konu hakkında araştırmalar yapmaya devam ediyoruz… Bu yazıda 28 şampiyonluğu kazanan 347 futbolcumuzun adı ilk kez bir arada listeleniyor. Yazımızın başlığı “Şampiyonluk Yüzüğü” oldu, çünkü bu zaferleri kazanan insanlara veya ailelerine birer zafer hatırası armağan etmenin, yaşayanlara sonsuz mutluluk vereceğini, vefat edenlerin ise ruhunu şâd edeceğini düşünüyoruz.
Fenerbahçe’nin 28 Türkiye Şampiyonluğu’nu sitemizdetek tek incelemiştik. Aşağıdaki listede okuyacağınız isimleri, kazanılan şampiyonluklara göre ayırdık.
7 kere şampiyonluk kazanan 2, 6 kere şampiyonluk kazanan 3, 5 kere şampiyonluk kazanan 11, 4 kere şampiyonluk kazanan 17, 3 kere şampiyonluk kazanan 41, 2 kere şampiyonluk kazanan 77, 1 kere şampiyonluk kazanan 196 futbolcumuz var. Lafı fazla uzatmadan listemize geçelim…
Fenerbahçe, 15 Ağustos 1984 tarihinde başlayıp 2 Haziran 1985’de biten Türkiye Ligi’nde, 34 maçta 18 galibiyet, 14 beraberlik ve 2 yenilgi alarak yirminci Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmış oldu… Fenerbahçe adına sezonun gol kralı 28 maçta attığı 14 golle İlyas Tüfekçi oldu. Huzurlarınızda Fenerbahçe’nin yirminci Türkiye Şampiyonluğu ve emeği geçenler…
14 Temmuz 1983 tarihinde, iki kupalı Fenerbahçe futbol sezonunu açtı. Ertesi gün İslam Çupi‘nin muhteşem bir yazısı daha Milliyet gazetesini süslüyordu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz…
Dün Herkes Birşeyler Açarken, İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı
Fenerbahçe sezonu açtı…
İstanbul’da dün hava açıktı… Dükkanlar, manavlar açıktı… İstanbul güzellerinin bikiniden dolayı göbekleri açıktı…
Fenerbahçe sezonu açarken, Fenerbahçe vapuru da bir dolu bayram ziyareti garibancısı varsa, Kadıköy’den alıp Karaköy’e doğru açılmıştı…
Fenerbahçe sezonu Kurbağalıdere’deki idman sahası yerine, Fenerbahçe sarayında açtı. Sarayın tribünlerinde yine iki-üç bin futbol sezonu susamışı taraftar, takım sahada koşarken “Şam-pi-yon… Şam-pi-yon” diye bağırıyordu. Maçlar başlamadan şampiyonluk ilânı… Taraf olmak, taraftar olmak güzel şey…
Siftahta Engin Verel yoktu. Uçak onu Paris’ten kaçırmayınca, o uçağa inat, uçağı kaçırmıştı… İlyas o kötü olayın tesirini üzerinden atamamış, ayakları yeşil çimende, kafası ise Almanya’da idi…
Yöneticiler, “Yahu sezon dün gibi bitti, bugün gibi başlıyor” dediler. “Yine savaşa başladık. Ama biz yorgunuz, nasıl savaşacağız” diye mendil yerine beyaz bayrak çıkardılar.
Yönetim tribünden sahaya tam kadro ile çıkmadı. Selimpaşa aristokratları başkan Ali Şen, asbaşkan Abdullah Acar, genel sekreter Mesut Dizdar, yönetici Eyüp Karadayı denizi bırakıp, kravatlı grantuvalet karaya çıkıp, açılışa teşrif etmişlerdi.
Geçen yılın iki şampiyonluğunda iki ayak olan asbaşkanlardan ikisi Ali Dinçkök, Mete Has ve futbolcu gibi yönetici Şeref Has, Sardunya adasında begonya sefasında imişler…
İster misin, şimdi yönetimin arasını bu ada tatili bir kez daha açsın…
Fenerbahçe’de her sezon açılıp, sezon devam ettikçe, kurban aranır, kurbanlar aranır. Fenerbahçe devletini iyi bilen yöneticiler, insandan kurban olmayacağını kurban uzmanlarına anlatmak için, dün açılışta koçtan bir kurban keserek, anlamlı bir ultimatom verdiler.
Fenerbahçe’de milyarderler yönetimi var ya… Kurbanın celladı kör kasap Çetin, Frankfurt’tan bıçağı ile atlar uçağa, gelir Fenerbahçe Stadı’nda dakikada işi bitirir.
Fenerbahçe futbolcuları, dünkü açılış idmanında hep koştular… Bir tur, iki tur, ben on tur… Yani cetvel gibi üç gündür kapalı duran dükkan kepengi açtı. Yoğurtçulu Emine çok sıcak olduğu için balkon kapısını açtı. Emekli Fahri bir duble rakı almak için buzdolabının kapısını açtı… Biri birini yanlış sollayan iki Anadol taksinin şoförleri ağızlarını karşılıklı açtı.
İki kupalı Fenerbahçe sezonu açtı.. Tüm bu açıklardan sonra, ben kaleci Yaşar’a, Yaşar bana bakarak gülüştük… Ben ne düşündüğümü söylemeden, o benim ne düşündüğümü araklayarak yüzüme haykırmaz mı?
“Kurduğun idman yazısını nasıl yazacağını biliyorum”
Kim aşık olur düzlesen, futbolcular Bostancı’dan öteye çaktırmadan gidip geldiler. Başlarında 63 yaşında sekiz silindirli Chevrolet gibi Stankoviç “Ha şimdi duru, şimdi şişer” diye harika beklentiler içine girenlere, Yugoslav teknik direktör, “O futbolda ömür biter, koşu bitmez” gibi Türk lugatlerinde görülmeyen bir kelamla cevap verdi…
Fenerbahçe sezonu açtı. Fenerbahçe taraftarı, “Şam-pi-yon, şam-pi-yon” teraneleri içinde ağızlarını keyifle açtı. Başkan Ali Şen, Eczacıbaşı’na sulfat acılığında bir demeç açtı.
Manav Sulhi, “Ne olursa olsun, ben bu yıl kapalıyım abi…”
Fenerbahçe sezonu dün açtı. Ben kalemi böyle bir yazı ile açtım. Haydi çok sezonlara…
İslam Çupi / 15 Temmuz 1983 – Milliyet – İki Kupalı Fenerbahçe Futbol Sezonunu Açtı
Haziran ayı, Fenerbahçe için Cumhurbaşkanlığı Kupası demekti. 1985 yılı geldiğinde bir kez daha bu sevinç yaşandı. Ankara sokakları sarı lacivert oldu. Tapfereritter‘in kaleminden…
Cinlik!
Euro 84’te Alman milli takımıyla yaşadığı başarısızlığın tenzilatıyla Galatasaray’a gelen Jupp Derwall’in “cinliklerinden” biriydi. Penaltı kurtarma ustası Yaşar Duran’ın moralini bozacaktı seri penaltıların ilkinde.
İlk penaltıyı İsmail Kartal gole çevirip durumu 1-0’a getirdiğinde penaltı noktasına hareketlenen bir Galatasaraylı futbolcu yoktu. İki saniye önce golü yiyen Zoran Simoviç topun başına doğru hareketleniyordu. Derwall gibi, Euro 84’te Yugoslavya’nın kalesini korurken yediği hatalı gollerin tenzilatıyla Galatasaray’a gelen Simoviç, Ligde kötü günler geçiren takımının bir teselli olarak Türkiye Kupası’nda şampiyon olmasında pay sahibi olmuştu.
İki kaleci birbirine baktı. Bir istatistik, penaltıcıların biraz sonra vuracakları köşeye en az bir kere ve belki bir saliseliğine baktıklarını söyler.. Aynı istatistik, en çok penaltı kurtaran kalecilerin bu bakışı en çok yakalayabilen kalecilerden çıktığını da söyler..
Baktı Yaşar Duran. Simoviç’in vurduğu köşeye atladı. Ve topu yumruklarken, Simoviç çoktan dövünmeye başlamıştı. Derwall kendi kazığı kuyuya kendi düşmüş, İlyas Tüfekçi bir sonraki penaltı atışıyla durumu 2-0 yaparak kuyuyu derinleştirmişti. Uzatmalarıyla birlikte 1-1 biten maçın Fenerbahçe adına tek golünü enfes bir vuruşla atan Hüseyin Çakıroğlu (o golün ardından çıkan sevinç sesi ile Galatasaray’ın golünden sonra çıkan ses arasındaki fark o dönemde Fenerbahçe’nin ezici taraftar üstünlüğünü gösterir niteliktedir) penaltıyı da enfes bir vuruşla gole çevirdiğinde de kuyu aynı derinlikteydi: 3-1
O kuyudan çıkma fırsatını ise Önder Çakar’ın durum 3-2 iken kaçırdığı penaltıyla yakalamıştı Galatasaray. 12 sezonluk kariyerinde hiçbir şampiyonluk görememiş olmanın hırsıyla vurdu Fatih Terim. Ne sol ne sağ köşeye. Direkt ortaya. Yaşar Duran da kurtararak Fatih Terim’in son resmi maçında sezon finalini yazdı.
Selçuk Yula Yanıltmadı, Ankara Sarı Lacivert Oldu
Son penaltıyı Selçuk Yula atıyor olsa bile, top yuvarlaktı. Fenerbahçe yedek kulübesinde herkes ayaktayken Erol Togay sırtını dönmüş, Şenol Çorlu’ya sarılmıştı. Totem şarttı.
Ama Selçuk Yula yanıltmazdı. Ezeli rekabette penaltılara kalan ilk maçta, hem de Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda gülen taraf Fenerbahçe olmuştu.
Kupayı veren ise TBMM Başkanı Necmettin Karaduman’dı. Zira Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Romen mevkidaşı Nikolay Çavuşesku’nun davetine icabetle resmi ziyaret amacıyla maç günü Romanya’ya gitmişti.
Türkiye Ligi ve Donanma Kupası’ndan sonra Fenerbahçe müzesine futbolda giren üçüncü kupaydı bu. Fenerbahçe yine çok mutluydu.
Tarih 20 Mayıs 1985… Yer İnönü Stadı… Tapfereritter, bir şampiyonluk raksı ile bizleri Fenerbahçe’nin görkemli yılları olan 1980’lere götürüyor. 1933’de başlayan Türkiye şampiyonlukları, 1985’e geldiğimizde 19 olmuştu. 1984-1985 sezonunun sonunda Fenerbahçe 20. şampiyonluğunu kazandı. Sonraki üç sezon zirveden uzak geçecek, 1988-1989 efsanevi bir sezon olacak fakat sonrasında Fenerbahçe, 1996’ya kadar tarihinin en uzun şampiyonluk arasını verecekti. Keyifli okumalar…
67. dakika.. Beşiktaş Fenerbahçe karşısında 2-1 önde.
Siyah beyazlı taraftarların “Üç.. üç.. üç” diye bağırdıkları sırada Fenerbahçe savunmasının uzaklaştırdığı topu Metin Tekin Fenerbahçe’nin ceza sahasına doğru dolduruyor. Yugoslav Cevad Şekerbegoviç bir anda kaleci Yaşar Duran’la karşı karşıya..
Penaltılarda ve karşı karşıya pozisyonlarda inanılmaz reflekslere sahip milli kalecimiz Yaşar Duran vücuduyla Şekerbegoviç’in açısını olabildiğince kapatıyor ve mutlak golü önlüyor.
Maçın ve hatta ligin kırılma anlarından..
Ancak bu sonuç bitime iki hafta kalmasına rağmen yine de Beşiktaş’a yarıyor. Zira iki eşit puanlı takımdan Beşiktaş galip gelirse (iki puanlı sistemde) iki puan öne fırlayacak. Beraberlik durumunda ise Fenerbahçe’nin averajı çok daha iyi.
Yaşar Duran’ın kurtardığı bu golden sonra tempo kazanan maçta Fenerbahçe oyunu dengeliyor. 75 dakikada gelişen organize bir atakta İsmail Kartal’ın sağdan ortasına enfes bir röveşata golü atan İlyas Tüfekçi skoru dengeliyor: 2-2.
Golün sevincinden yedek kulübesinde bayılan Selçuk Yula’yı masör ayıltıyor. Herkes coşku içinde. Kalan dakikalar Fenerbahçe lehine. Zira 2-2’lik beraberlikle (bir hafta önce eline geçirdiği) liderliğini sürdüren Fenerbahçe son iki maçını da kazanıp 20. Türkiye şampiyonluğuna ulaşacak.
İlyas Tüfekçi’nin bu maçtaki golü ise Fenerbahçe’nin ligdeki 60. golü. Çünkü takım Todor Veselinoviç’in takımı. Her zaman golü düşünüyor. Trükiye Ligi’nin gol açısından kısır geçen sezonlarından sonra bu zun bir aradan sonra bir rekor. Zira, 1962’de 64 gol atmasına rağmen ikinci olan Fenerbahçe’den sonra 1985 yılına kadar sadece Eskişehirspor 1971-72 sezonunda 60 gol barajını geçebilmiş..
Fenerbahçe’nin 1988-89 sezonunda 103 golle tüm zamanların rekorunu kıracağı sezonun habercisi 1984-85 sezonu..
20 Ağustos 1989.. Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda Fenerbahçe ve Galatasaray Başbakanlık Kupası’nda kozlarını paylaşıyorlar.
Galatasaray’da eksik çok. Onun için maçın favorisi Fenerbahçe’ye karşı kontra-atak futbolu oynuyorlar. Başarılı da olmuşlar: Bülent Alkılıç ve (eski Fenerbahçeli) İlyas Tüfekçi’nin golleriyle henüz 22. dakikada öne geçmişler.
Ancak Fenerbahçeliler rahat: Daha üç buçuk ay önce 3-0’lık yenilgiden 4-3’lük galibiyete geçmenin anıları taze. Bu maç da çevrilebilir. İlk ateşi 27. dakikada Şenol Çorlu yakıyor. Ardından Aykut Kocaman’ın kaçırdığı penaltı olsa da ikinci yarı için umutlar taze.
Ancak 51. dakikada tüm Fenerbahçeliler bir anda buz kesiyor: Bir başka Galatasaray kontra-atağında İlyas Tüfekçi kaleci Toni Schumacher’le karşı karşıya kalıyor ve düzgün bir aşırtma vuruşla topu Fenerbahçe kalesine gönderiyor. Herkes “gol” diye bakarken ekranda bir ayak görünüyor. Ve top çizgideyken topu dikiyor havaya.. Fenerbahçelilerin “oh” dediği an.. Ardından da önce Şenol Çorlu, sonra da uzatmada Aykut Kocaman golleri üçlüyor ve Fenerbahçe Başbakanlık Kupası’nda bir kez daha şampiyon oluyor.
Ancak maçın “gizli” ama bir o kadar da “unutulmaz” kahramanı çizgiden topu çıkaran “ayağın” sahibi İvan Vişnevski.
11 Mayıs 1996’da 39 yaşında kaybettiğimiz İvan Vişnevski ülkemize bugün tarihe karışmış olan Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olmuştu 1989 yılında.
Gerçi ülkemize bir başka “Demir Perde” ülkesi olan Romanya’dan futbolcular gelmiş ve Fenerbahçe’mizde de iz bırakmışlardı (Ion Nunweiler, İlie Datcu ve Mircea Sasu gibi). Ancak “Varşova Paktı”nın başat ülkesi Sovyetler Birliği’nden futbolcu transferi söz konusu olmamıştı.
Bu transfer de 1989 yılında “Varşova Paktı”nın çatırdaması ve “Soğuk Savaş”ın fiilen bitişiyle mümkün olmuştu. O zaman Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna doğumlu Vişnevski, “Vişne” olarak adlandırılmıştı Fenerbahçe tribününde. Ve 1989-90 sezonunda göğsünde ay-yıldızlı arma bulunan Fenerbahçe formasını geçirmişti sırtına.
Ve bir anlamda da feda etmişti kendini. Çizgiden çıkardığı topla Fenerbahçe’ye kupayı kazandıranlardan biri olmuş, ama pozisyonun ardından sakatlanarak uzun süre çubuklu formadan uzak kalmıştı.
Fenerbahçe formasıyla kazandığı son başarı ise bu defa 30 Mayıs 1990’da Beşiktaş’a karşı alınan 3-2’lik galibiyetle kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası’ydı.
Ölüm haberi ise Fenerbahçe’nin İstanbulspor’u yenip 1995-96 sezonunda kazanacağı şampiyonluğa bir hafta kala gelmişti. (1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bağımsız olan) Ukrayna’da kanser tedavisi görmekteydi. 1986 yılındaki “Çernobil Faciası”nın binlerce mağduru gibi..
İvan Vişnevski de hem “kubbede hoş sadâ” hem de “hatıralarda iz” bırakanlardan.
Tapfereritter bu kez Fenerbahçe’de kısa bir süre kalan fakat gönlümüzde taht kuran bir ismi yazıyor. Bu çizgiden çıkaran ayak, Türkiye’ye Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olan Vişnevski… Keyifli okumalar.
20 Ağustos 1989.. Ankara 19 Mayıs Stadyumu’nda Fenerbahçe ve Galatasaray Başbakanlık Kupası’nda kozlarını paylaşıyorlar.
Galatasaray’da eksik çok. Onun için maçın favorisi Fenerbahçe’ye karşı kontra-atak futbolu oynuyorlar. Başarılı da olmuşlar: Bülent Alkılıç ve (eski Fenerbahçeli) İlyas Tüfekçi’nin golleriyle henüz 22. dakikada öne geçmişler.
Ancak Fenerbahçeliler rahat: Daha üç buçuk ay önce 3-0’lık yenilgiden 4-3’lük galibiyete geçmenin anıları taze. Bu maç da çevrilebilir. İlk ateşi 27. dakikada Şenol Çorlu yakıyor. Ardından Aykut Kocaman’ın kaçırdığı penaltı olsa da ikinci yarı için umutlar taze.
Ancak 51. dakikada tüm Fenerbahçeliler bir anda buz kesiyor: Bir başka Galatasaray kontra-atağında İlyas Tüfekçi kaleci Toni Schumacher’le karşı karşıya kalıyor ve düzgün bir aşırtma vuruşla topu Fenerbahçe kalesine gönderiyor. Herkes “gol” diye bakarken ekranda bir ayak görünüyor. Ve top çizgideyken topu dikiyor havaya.. Fenerbahçelilerin “oh” dediği an.. Ardından da önce Şenol Çorlu, sonra da uzatmada Aykut Kocaman golleri üçlüyor ve Fenerbahçe Başbakanlık Kupası’nda bir kez daha şampiyon oluyor.
Ancak maçın “gizli” ama bir o kadar da “unutulmaz” kahramanı çizgiden topu çıkaran “ayağın” sahibi İvan Vişnevski.
11 Mayıs 1996’da 39 yaşında kaybettiğimiz İvan Vişnevski ülkemize bugün tarihe karışmış olan Sovyetler Birliği’nden gelen ilk futbolcu olmuştu 1989 yılında.
Yıkılan Demirperde’den Gelen Sovyet!
Gerçi ülkemize bir başka “Demir Perde” ülkesi olan Romanya’dan futbolcular gelmiş ve Fenerbahçe’mizde de iz bırakmışlardı (Ion Nunweiler, İlie Datcu ve Mircea Sasu gibi). Ancak “Varşova Paktı”nın başat ülkesi Sovyetler Birliği’nden futbolcu transferi söz konusu olmamıştı.
Bu transfer de 1989 yılında “Varşova Paktı”nın çatırdaması ve “Soğuk Savaş”ın fiilen bitişiyle mümkün olmuştu. O zaman Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Ukrayna doğumlu Vişnevski, “Vişne” olarak adlandırılmıştı Fenerbahçe tribününde. Ve 1989-90 sezonunda göğsünde ay-yıldızlı arma bulunan Fenerbahçe formasını geçirmişti sırtına.
Ve bir anlamda da feda etmişti kendini. Çizgiden çıkardığı topla Fenerbahçe’ye kupayı kazandıranlardan biri olmuş, ama pozisyonun ardından sakatlanarak uzun süre çubuklu formadan uzak kalmıştı.
Fenerbahçe formasıyla kazandığı son başarı ise bu defa 30 Mayıs 1990’da Beşiktaş’a karşı alınan 3-2’lik galibiyetle kazanılan Cumhurbaşkanlığı Kupası’ydı.
Ölüm haberi ise Fenerbahçe’nin İstanbulspor’u yenip 1995-96 sezonunda kazanacağı şampiyonluğa bir hafta kala gelmişti. (1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla bağımsız olan) Ukrayna’da kanser tedavisi görmekteydi. 1986 yılındaki “Çernobil Faciası”nın binlerce mağduru gibi..
İvan Vişnevski de hem “kubbede hoş sadâ” hem de “hatıralarda iz” bırakanlardan.