Etiket: İslam Çupi

  • Altın Çocuk

    Altın Çocuk

    Kıymetli büyüğümüz Sibel Kurt’un Fenerbahçe resmî dergisinde yaptığı röportajları kendi web sitesinde (SibelKurt.org) topladığı malûmunuz… Arşivleri karıştırırken Fenerbahçe’nin efsane sporcularından, dünya iyisi bir insan olan merhum Şükrü Birand’ın röportajına denk gelince, rahmetli Rauf Denktaş’ın röportajında yaptığımız gibi bunu da sitemizde yayınlamak için kendisinin müsaadesini aldık. Huzurlarınızda “Altın Çocuk” Şükrü Birand… Nur içinde yatsın…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Şükrü Birand

    Futbol hayatına atıldığı andan itibaren dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış,  “Altın Çocuk” tu o. Fenerbahçe ve milli takım için bulunmaz bir kaftan. Ona “En az 10 yıl yerinden oynatılmayacak adam” deniyor ve arkasından bir “Oh!” çekiliyor: “Fenerbahçe 10 yıl sağ bek sıkıntısı çekmeyecektir.” 

    Basri Dirimlili gibi bir futbolcuyu hayatında örnek alan bir futbolcudan nasıl başarısız olmasını bekleyebilirsiniz ki… Şükrü Birand’ın ekolü de Basri Ağabeyi oldu.

    Fenerbahçe’de 69 futbolcu 200’ün üstünde maç yaptı. Bu 69 değerli futbolcumuzdan birinci sırayı Sayın Lefter Küçükandonyadis 615 maçla alırken, Şükrü Birand ise 318 maçla 25. sırayı aldı. Hepinize minnettarız.

    Altın Çocuk

    – “Fenerbahçeli olunmaz Fenerbahçeli doğulur” deriz her zaman siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Şükrü Bey?

    Doğuştan Fenerbahçeliyim. Benim rengim sarı lacivertti. Çocukken, babamla yaşadığımız elim bir olay vardı. Bir at arabası kazası geçirdim. Babam o kazada beni kurtarmasaydı, bugün iki bacağım olmayacaktı… İşçi bir ailenin çocuğuydum. Babam torna ustasıydı. Ankara’da doğmuşum. İlkokul çağında Adapazarı’na göçmüşüz. İlkokulu Adapazarı’nda okudum. Sona tekrar Ankara’ya döndük. Liseyi Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde okudum. O arada bizim mahallenin çocukları, hep birlikte maçlara gidiyorlar, beni de beraberlerinde götürüyorlardı. Mahalle maçları oynarken beni ilgi ile izleyen milli takım hocaları vardı. Ve ben daha hiçbir takımda oynamadan genç milli takımına çağrıldım. O zamanlar Basri Dirimlili hayranıydım. Fenerbahçe’de “Mehmetçik” lakaplı olan sonradan beraber olduğumuz ağabey kardeş antrenör Basri Ağabey’i çok seviyorduk.

    – Spor hayatınız profesyonel olarak nasıl başladı, Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişiniz nasıl oldu?

    Eskiden her takımın 11’ini rahatça sayardınız. O yıllarda bir takıma gidip oynadığınız zaman “Bir sporcu en az bir 10 yıl oynar” düşüncesi vardı. Ankara Aydınlıkevler’de mahalle arkadaşlarımla futbol oynarken, Gençlerbirliği’nden Rauf Başer diye bir antrenör vardı. Beni Gençlerbirliği’nde oynatmak istedi. Ama kısmet Toprakspor’muş. Toprakspor’a seçildiğim yıl öncesinde, genç milli takımına da seçilmiştim.

    Hem kuvvetli bir takıma girmiştim, hem de milli takıma seçilmiştim. İkinci kulübüm PTT oldu. Sonra Fenerbahçe beni istedi. Hayallerim gerçekleşiyordu. Sevdiğim kulüpte top oynayacaktım. Yaş 18-19. O zamanlar Galatasaray, Beşiktaş kulüpleri de beni almak istiyordu. Hatta Türkan Şoray’ın eski hayat arkadaşı Rüçhan Adlı, Galatasaray yönetimindeydi. Beni almak üzere uçakla özel olarak gelmek istiyordu. Beşiktaşlı Ali Tozkonmaz da bir taraftan. Ama benim gönlüm Fenerbahçe’deydi. Fenerbahçe Asbaşkanı Müslüm Bağcılar idi. Ankara’da benimle temasa geçen Müslüm Bağcılar, Ahmet Erol ve Erdal Kocaçimen beni Fenerbahçe’ye istiyorlardı. Bu benim için inanılmaz bir olaydı. Fakat babam transferim için bir şart koymuştu: “Üniversiteyi İstanbul’da okuyacaksın” diye. Oyunculuğum sürecinde İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okudum ve mezun oldum. Netice itibariyle; mukavele için beni ve Ziya Şengül’ü apar topar kaçırıp İstanbul’a getirdiler.

    O sıralarda bir de İstanbul’da ümit milli takımının maçı vardı. Ben ümit milli takımında kadroda değildim. Fenerbahçe-PTT ile maç oynamaya gelmiştik. Beni hemen milli takıma çağırdılar. Fenerbahçe’de bek Özcan (Köksoy) vardı. Onun kadrodan çıkmasıyla ben Çarşamba günü Türkiye – İngiltere maçına çağrıldım. İyi performans gösterdiğimden beni istiyorlardı. Türkiye Fas, Cezayir, Tunus’a maçına da gittim. Bu arada halen PTT’deydim. Fenerbahçeli futbolcular hepsi benimle ayrı ayrı ilgileniyorlar, nasıl Fenerbahçeli yaparız diye uğraşıyorlardı. Tabii ben dünden razıydım. O zamanki transferlerde bir takımın kadrosuna 2-3 kişi alınırdı. Fenerbahçe ile mukavele imzaladım. 1964’de Fenerbahçe Spor Kulübü’ne girişim oldu. “10 yıl oynarım” dedim. 318 defa oynadım.

    – Milli takımda oynadınız…

    32 defa milli takımda oynadım.

    – Takımın hızlanmasında büyük rolünüz vardı. Ve Avrupa maçlarında, milli takım maçlarında dikkatleri üzerinizde topluyordunuz. Transfer teklifleri aldınız mı?

    Çeşitli kulüplerden teklif almıştım. Bir keresinde İrlanda’dan Mr. Toomey bana bir aracı vasıtasıyla “Bugün İrlanda’da böyle bir bek yok. Gelsin onu başkanı bulunduğum Limmerick takımına alayım” diye haber göndermişti ama ben kendisine teşekkür edip, takımımdan ayrılmayacağımı söylemiştim. Zaten o zamanki başkanımız Sayın Faruk Ilgaz çok sinirlenip “İzmir, Ankara derken bir de İrlanda ile mi uğraşacağız?” demişti.

    – 1964-1974 yılları arasında Fenerbahçe’deydiniz ve bir çok şampiyonluklarda sizin de emeğiniz var. Fenerbahçe tarihinde “Altın sezon” dediğimiz beş kupa aldığımız kadroda da siz vardınız…1967-68 senesinde Türkiye Kupası, Başbakanlık Kupası, TSYD, Lig Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı ve Balkan Kupası maçlarını kazanarak beş kupayı aldığımız bir dönemdi. Balkan kupası bir Türk kulübünün kazandığı ilk uluslararası kupa olma özelliğini taşıyordu. 

    Oscar Hold, Ionescu, Molnar ve Didi ile şampiyonluklar yaşadık. Hento, Pele, Cruyf ve George Best gibi futbolcularla oynama şansı yakaladım. 5 dönem şampiyonluklar yaşadım. Biz o zamanlar çok para kazanmadık ama hayatımızda para ile satın alamayacağımız bir itibarımız oldu.

    – Fenerbahçe’nin bir de bekarlar kampı vardı…

    Evet… Görev bölümüne göre A. İhsan; idare müdürü, Yaşar; bulaşıkçı ve ütücü, Ziya; gıda uzmanı, Bülent; çamaşırcı, ben de teşrifatçıydım. O günleri hatırlamak ve onların bizde güzel bir anı olarak kalması müthiş bir duygu. Bu arada Ziya, A.İhsan ve bana “3 ahbap çavuşlar” deniyordu. Sonradan aynı eve Yaşar Mumcu, Ercan Aktuna ile katıldı. Bu evi bize Müslüm Bağcılar tutmuştu.

    – En çok etkilendiğiniz bir anınızı paylaşır mısınız lütfen…

    Bir Fenerbahçe – Galatasaray maçıydı. Ayağım yere vurduğu için topu iyice uzaklaştıramamıştım. Top Galatasaraylı futbolcunun ayağına gelmiş ve gol olmuştu. O maç 1-1 sona erdi. Benim üstüme kalmıştı. Korkunç derecede üzülmüştüm. Fakat maç bittiğinde bir anda Fenerbahçeli seyircilerin hep bir ağızdan “Ya ya ya! Şa şa şa! Şükrü Şükrü çok yaşa!” bağırışları karşısında gözyaşlarımı tutamamıştım. Ve o an anladım ki; Fenerbahçe taraftarı hem futboldan çok çok iyi anlayan hem de futbolcusunun motive etmeyi çok iyi bilen şahane bir topluluk.

    – Bir de kendi kalenize golünüz var?

    Çok üzüldüğüm ve yıkıldığım bir andı. O gün ona “Pembe hata” demişlerdi. Altınordu takımına 1967 yılında İzmir’de 1-0 mağlup olmuştuk. O ana kadar kalemizi korumak için çırpınan ben, bir tehlikeyi kaleden uzaklaştırayım derken ters bir hareketle kendi kalemize golü göndermiştim. O an benim ne hale geldiğimi ve ne üzüntüler yaşadığımı bilemezsiniz. Tek rahat olduğum taraf yöneticilerim tarafından o hatanın iyi niyetten kaynaklandığının bilinmesidir. 

    – Fenerbahçe’de forvetlik de yaptınız…

    Oscar Hold bana forvet imkanı da vermişti. Hatta bir İzmirspor maçında iki gol atmıştım.

    Hatırlayabildiklerimden PTT’ye de gollü bir maçım vardı. Bir de Türkiye kupası maçlarından Feriköy’e golüm vardı. Ama asıl yerim her zaman sağ bek oldu.

    – Sportmenlik ve centilmenliğin doruğuna çıkan futbolculardan biri olarak 10. yılın sonunda jübile gününüz geldi çattı. Nasıl bir gündü?

    Jübilemi Datcu ile beraber yaptık. Datcu’nun jübile hakkı yoktu. Bir kulüpte 10 seneyi doldurmayanlar, orada jübile yapamazlar. O da benim jübile hakkımdan istifade etti. Ne kadar üzülsem de tatlı bir veda oldu. Fenerbahçe formamızı son bir kez giyerek el ele sahaya çıktık. İnönü Stadı’nda 10.000 kişi vardı. Şöhretler karmasıyla maç yaptık.

    Fenerbahçe kadrosu: Datcu, Şükrü, Ziya, Alpaslan, Ersoy, Eyüp, Selahattin, Aydın, Osman, Cemil…

    Şöhretler kadrosu ise; Erol, Raşit, Fatih, Ekrem, Dinu, Fratila, Georgescu, Dobrin,Yusuf, Nunweiller’den oluşuyordu.

    Maç 0-0 bitmişti. Maç sonrasında Kız takımları “Dişi Kramponlar”ın mücadelesi vardı. Gecenin 3. gösterisi ise emekliler takımının maçıydı.

    – Sesiniz çok güzeldi ve 10 yıllık Fenerbahçe spor yaşamından sonra sahne hayatına atıldınız.

    Futbol oynarken hem üniversitede okuyor, hem de müzik dersleri alıyordum. Sesimin güzelliğinden kamplarda hep şarkı söylerdim. Hatta Münir Nurettin Selçuk’la bile şarkı söyledim. O da Fenerbahçe’de top oynamıştı zamanında. Şarkı sahnem başladı. Nesrin Sipahi benim dostumdur. Nesrin Sipahi’nin okuduğu “Mazinde Bir Tarih Yatar” ile başlayan Fenerbahçe marşımızın vokalisti bendim. Nesrin Hanım’la beraber okuduk. Diğer futbolcu arkadaşlarım kendi okuduklarını zannetmişlerdi. Enteresan günlerim geçti. Gönül Yazar Fenerbahçeliydi. Sesim güzel diye sahneye davet etmişti. Bir süre sonra teklifler gelince Türk Sanat Müziği solisti olarak bir süre sahneye çıktım, Maksim gazinolarında şarkı söyledim. Çok renkli günlerdi.

    – Daha sonra…

    7-8 sene boyunca TV 8’de spor programı yaptım. Şu an Radyospor’da program yapıyorum.

    – Fenerbahçe Spor Kulübü’nde oyunculuk dışında hangi görevlerde bulundunuz?

    Futbol Vakfı’nda genel sekreterlik yaptım. Şu an 2000 Derneği üyesiyim. Fenerbahçe’den kopmanız mümkün değil.

    – Günümüzden kendinize benzettiğiniz futbolcumuz kim?

    Gökhan Gönül’ü benzetiyorum.

    – O yıllardaki Anderlecht – Fenerbahçe maçına giderken yanınızda götürdüğünüz bir şey vardı. Anımsayabiliyor musunuz?

    (Gülüyor) Evet koltuğumun altında kitaplarım vardı. O sıralar üniversiteye devam ediyordum. Belçika’ya giderken ders kitaplarımı da yanıma almıştım. Çünkü bu okulu bitirmem için babama sözüm vardı.

    – Maça çıkarken uğurlarınız var mıydı?

    Bizler maça giderken birkaç uğurumuz vardı: Ben çoraplarımı hiç yıkamadan maça giderdim. Maça çıkarken hep aynı şampiyonluk çoraplarımı giymeye gayret ederdim. Onun için bana “Pasaklı” derlerdi. Vapurla keyifle giderdik maçlara…

    – Ve yıl 2007… Fenerbahçe Spor Kulübümüz hakkındaki düşünceleriniz…

    Fenerbahçe Spor kulübü tüm branşlarında başarıyı yakalamış, büyük ilerlemeler kaydetmiştir.

    1968’de Faruk Ilgaz zamanında başlayan tesisleşmeler, başkanımız sayın Aziz Yıldırım ile olağanüstü bir yol kat etmiştir. Sayın Aziz Yıldırım’ın bu tesisleşme konusundaki yatırımları da halen devam etmektedir. 2009 UEFA finallerinin de stadımızda gerçekleşecek olması bunun göstergesidir. Futbol Vakfı’nda olduğum zamanlarda Beden Terbiyesi’ne müracaat edip binlerce dönüm araziyi resmi olarak tahsis ettirdim. Arkadaşlarımız o zamanlar Gebze

    -İzmit yolu üzerindeki bu arazileri uzak diye kabul etmediler. Geçenlerde başkanımız sayın Aziz Yıldırım’a da bahsettim. “Bunu araştıralım” dedi. O zamanki resmi olarak tahsis ettiğim araziyi belki şimdi alacaklar. Ve bu arazi devlet tarafından bedelsiz verilmiştir.

    100’lerce dönüm arazi Şile’ye kadar gider. İnşallah Fenerbahçe Kulübü’ne nasip olur.

    Fenerbahçe şu an Türkiye’nin en kurumsal kulübü olmuştur.

    Altın Çocuk

    – Eşinizle 1968 yıllarında tanışıp, evlendiniz.

    Evlenmemiz o kadar kolay olmamıştı. Bir pastanede karşılaşmıştık. Sonrasında kayınpederim “Futbolcuya kız vermem” demişti… Sonunda zor razı etmiştik. O yıl, Manchester City’i yenmişiz. Bir hafta sonra 27 Kasım’da da Ajax ile maçımız var… Benim de 29 Kasım’da nikahım vardı. Yağmurlardan dolayı Dolmabahçe maç oynanmayacak durumda olunca maçı iptal edip 28 Kasım tarihine aldılar. Epey bir heyecan yapmıştım maç tarihi ile ilgili. Fakat sonra 29 Kasım’da evlendim. Sevginin ördüğü duvarları hayatta hiçbir şey yıkamaz. O zamanlardan şimdiye Rengül’le evliliğimiz 40 seneyi buldu. Birkan ve Burçak adında iki tane yetişkin oğlumuz, bir tane de torunumuz oldu.

    – Maçları takip edebiliyor musunuz?

    Maçları seyretmeye nadiren gidebiliyorum ama mutlaka oğlum Mirkan’la izliyorum. Bizim ömür boyu tüm statlarda şeref tribününde izlememiz için yerimiz ayrılmış, kartımız da vardır.

    Fakat diğer statlarda bu hakkımızı kullanamıyoruz. Sadece kendi stadımızda özel tribünümüz var.

    – Fenerbahçe Dergimiz için düşünceleriniz?

    Dergimize söyleyecek hiç söz yok. Her ay büyük bir titizlikle takip ediyorum. İleriki yıllarda büyük bir arşiv olacak. Evimize iki dergi giriyor. Birini okuyoruz diğerini hiç bozmadan torunuma saklıyorum.

    – Rengül Hanım’a 40 yıllık evliliğin başarı anahtarını soruyoruz…

    Eşinizin zevklerini paylaşın… Eğer eşiniz futbolu seviyorsa siz de sevin. Futbol kurallarını biraz öğrenip, maçları takip edecek bilgiye sahip olursanız bundan zaman içinde siz de büyük zevk alacaksınız. Ve paylaştığınız daha fazla şey olacak. Ben Şükrü ile ilk tanıştığımda futbol bilgim çok azdı. Fakat zamanla bu bilgim ve paylaşımım çok ilerledi. Artık kendim için bir futbol hastası diyebilirim. Hala tüm maçları ailece birlikte izliyor. Aynı heyecanı yaşıyoruz.

    –  Sayın Şükrü Birand son olarak taraftarlara mesajınız var mı?

    Öncelikle şunu belirtmeliyim: En gururlandığım an 100. yılda 100. yıl takımında forma giyip oynayabildim. 100. yılda da yer almak müthiş bir duygu.

    Saha içinde 11 Fenerbahçeli oyuncu var. Fenerbahçe’deki 12 numaralı forma taraftarındır. Ve Fenerbahçe’de 12 numaralı oyuncu forması yoktur. Taraftarın 12 numara olması gerektiğini ve formalarının yapılıp satılmasını kulübüme ben önermişimdir. Başka hiçbir kulüpte de bu yoktur. Fenerbahçe büyük bir takım olduğunu tarih boyunca ispatlamıştır. Bundan sonra da taraftarımızın büyük desteğiyle daha iyi günleri olacaktır. Evvelden 12 numarayı yedekler giyerdi fakat ben Yüksek Divan Kurulu’nda 12 numaranın taraftara verilmesini önerdim. İmza topladım. Ne mutlu ki kabul edildi. O gün bugündür 12 numara muhteşem taraftara aittir.

    Röportaj: Sibel Kurt | Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi/Aralık 2007


    Bir Çocuk Vardı

    Bir çocuk vardı…

    Saçının dikliği, vücudunun sırımlığı, tehlikelere basmaktaki inat ve çabukluğu ile, ölümsüz Basri’ye tekrar can verdi.

    Bir çocuk vardı…

    Dünkü sinir ve asap maçını, ekmek peynir yer gibi rahat bitirdi. Ne klasını, ne fiziğini ne aklını ne de ayaklarını dövdürdü.

    Bir çocuk vardı…

    Defans savunmasını bir “Minare gayreti”nden kurtarmış, müdafaa adamlığındaki o “dan-dun” denen 60 yıllık kiri yıkayıp atmıştı.

    Bir çocuk vardı…

    Bekliğin o pek övündüğümüz betonlarını çatır çutur kırmış, marul içinde bile kabiliyeti olmayan topraklarda, batıya çok aydınlık bir pencere açmıştı.

    Bir çocuk vardı…

    Adı ŞÜKRÜ olan bir çocuk…

    İslam Çupi | Akşam Gazetesi – 4 Ocak 1965

  • Kaptanın Seyir Defteri II

    Kaptanın Seyir Defteri II

    Başından beri Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu ekibinde desteğini esirgemeyen kıymetli büyüğümüz Alp Eralp “el emeği göz nuru” bir arşivi, sezon sezon tuttuğu defterleri paylaşmamız için bize teslim etmişti… “Kaptanın Seyir Defteri I” 1980’li yıllarında sonunda tutulan müthiş bir imza defteriydi. Serinin ikinci defteri ise Fenerbahçe’nin 1987-1988 sezonuna ait. Huzurlarınızda: Kaptanın Seyir Defteri II

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Kadrosu: Abdülkerim Durmaz, Bilal Şar, Birol Altın, Can Barhan, Cihan Işık, Durmuş Çolak, Dusan Pesiç, Erdi Demir, Gürhan Aytan, Hamdi Yıldırım, Hasan Kemal Özdemir, Hüseyin Sarıçan, İsmail Kartal, Kayhan Kaynak, Murat Aydın, Müjdat Yetkiner, Nejdet Zengin, Nezihi Tosuncuk, Osman Denizci, Oğuz Karakaya, Önder Çakar, Rıdvan Dilmen, Sedat Karaoğlu, Şenol Çorlu, Zafer Tüzün, Zivan Lukovcan.

    Lige Katılan Takımlar: Altay, Ankaragücü, Beşiktaş, Boluspor, Bursaspor, Denizlispor, Eskişehirspor, Fenerbahçe, Galatasaray, Gençlerbirliği, Karşıyaka, Kocaelispor, Malatyaspor, Rizespor, Sakaryaspor, Samsunspor, Sarıyer, Trabzonspor, Zonguldakspor.

    Köşe Yazarları ve Fotoğrafçılar: Adnan Süvari, Altan Erbulak, Atılay Kayaoğlu, Bahri Havadır, Besim Güçtenkorkmaz, Bilal Meşe, Birol Pekel, Cemal Ersen, Doğan Babacan, Ercan Aktuna, Erdoğan Şenay, Ergun Ata, Ergun Emek, Gürcan Bilgiç, İlhan Söyler, İslam Çupi, Kahraman Bapçum, Kasım Şahin, Lefter Küçükandonyadis, Metin Oktay, Murat Doğukanlı, Mustafa Sarıipek, Necati Karakaya, Ruşen Güven, Saim Kaur, Sanlı Sarıalioğlu, Selahattin Gökhan, Tayyar Özdemir, Teoman Erel, Tevfik Birkan, Togay Bayatlı, Uluğ Örs, Vedat Okyar, Yalçın Türk, Yusuf Tunaoğlu, Zeki Çol, Ziya Şengül.


    Kaptanın Seyir Defteri II

    PDF formatında dosyayı indirmek için buraya tıklayabilirsiniz.

  • Asude Bir Bahar Ülkesi

    Asude Bir Bahar Ülkesi

    Fenerbahçe’nin ve Türk basketbolunun Muhtar Baba’sı Muhtar Sencer’in mezarı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Avrupa Yakası Mezarlıklar Şube Müdürlüğü tarafından temizlenmiş. Elbette kurumlarımıza teşekkür ediyoruz fakat teşekkürün büyüğü sayın Muharrem Gürbüz beyefendiye… Kendisini ayakta alkışlıyoruz! Kendisinden müsaade almadık fakat bizi hoş göreceğini umarak, Twitter’da bu konuda yazdığı tweetleri derledik. Muhtar Baba’nın ruhu şâd olmuştur. Bu da orayı asude bir bahar ülkesi yapmaya yeter… Bir de Fenerbahçe arması olsa mezarında… Keşke…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Kabristan

    2001 yılında aramızdan ayrılan spor yazarı İslam Çupi, Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin kurucularından biri olan Muhtar Sencer’in vefatı üzerine 23 Kasım 1982 tarihinde Milliyet’te bir yazı kaleme alır.

    Yazısında Muhtar Sencer ile tanışma hikayesine, Sencer’in Fenerbahçe ile olan ilişkisine ve Türk sporuna katkılarına kadar pek çok konuya değinir.

    Bunun yanında Sencer’in edebiyata ve sanata olan ilgisinden bahsederken “dibine kadar bir Yahya Kemal hayranı” olduğundan da söz eder.

    Yaşamının son yıllarını Almanya’da geçiren Muhtar Sencer’in rahatsızlığı nedeni ile yaşadıklarını ve sonrasında vefatından duyduğu üzüntüyü dile getiren Çupi, Yahya Kemal’in Rindlerin Ölümü başlıklı şiirine atıfta bulunarak ve “Muhtar Baba’yı, ‘Asude bir bahar ülkesi’ne yolcu çıkaracağız.” diyerek yazısına son verir.

    Bugün “Asude bir bahar ülkesi” olarak anılan Muhtar Sencer’in Aşiyan’da yer alan kabri maalesef İslam Çupi’nin tarifinden uzak bir halde oldukça bakımsız ve unutulmuş görünüyor.

    Fenerbahçe camiasına ve Türk sporuna olan katkılarından ötürü Muhtar Sencer’i rahmetle anıyor, kabrinin İslam Çupi’nin ifade ettiği gibi “Asude bir bahar ülkesi” olacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

    Bunun için başta Fenerbahçe camiası olmak üzere konuyu tüm yetkililerin ilgisine sunuyorum.

    Muharrem Gürbüz | 29 Temmuz 2022


    Asude Bir Bahar Ülkesi

    29 Temmuz 2022 tarihinde yaptığım paylaşım ile Fenerbahçe Basketbol Şubesi’nin kurucularından Muhtar Sencer’in Aşiyan’da bulunan kabrinin mevcut durumu hakkında bilgi verip kabrin bakımsız olduğuna dikkat çekerek gerekli düzenlemenin yapılması için ilgililere çağrıda bulundum.

    Bu çağrımın hemen sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile iletişime geçerek ayrıca bir talepte oluşturdum. Talebime gelen cevabı ve yapılan işlemin sonucunu sizlerle de paylaşmak istiyorum.

    Sonuç her ne kadar İslam Çupi’nin ‘Asude bir bahar ülkesi’ tarifine uygun olmasa da gelen cevap ile İBB Avrupa Yakası Mezarlıklar Müdürlüğü’nün yetki ve sorumlulukları dahilinde üzerine düşeni yerine getirdiğini anlıyorum. Bu nedenle kendilerine teşekkür ederim.

    Muharrem Gürbüz | 15 Ağustos 2022

  • Fenerbahçe’nin Cenneti

    Fenerbahçe’nin Cenneti

    1988-1989 sezonu bitiminde İslam Çupi‘nin yazdığı, hemen her paragrafı motto bir yazı ile karşınızdayız. “Fenerbahçe’nin cenneti nedir?” sorusuna verilecek yanıtın şampiyonlukla beraber Fenerbahçe karakteri olduğunu da pek şahane bir biçimde anlatmış üstat. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Fenerbahçe

    Her şampiyonlukta İstanbul böyle allanır, pullanır, boyaların en boya olanı ile boyanır, insan çığlıkları gökyüzünü rahatsız eder hale gelir ve kent esatiri bir büyü ile sarmalanır.

    Benim İstanbul’daki ellinci futbol yılım galiba…

    Bu süre zarfında Türkiye Ligi idi, Türkiye Kupası idi, eski terimlere düş Milli Küme de Tayyare Kupası, şilt ve özelleri de koy yan yana sanıyorum ki gördüğüm İstanbullu şampiyonlukların sayısı sekseni bulmak üzere…

    Türk futbolunun baştan beri değişmez ve değiştirilemeyecek üçlerinden ikisi olan Galatasaray ve Beşiktaş taraftarı ile böyle şampiyonluk günlerinde bir ülke haline gelirlerse, Fenerbahçe bu takvim yaprağını yakaladığında partizan yığınları ile Türkiye’de koskoca bir dünya olur.

    Sevgiler bir telefon defteri gibi kalın ve değişiktir; Türkiye’de… Anne sevgisi, baba sevgisi, evlat, torun sevgisi, kadın ve zevce sevgisi, tırman statların soğuk taşlarına Beşiktaş ve Galatasaray sevgisi… Başka kulüplerin sevgisi…

    Bunların hepsi inkâr edilmez kutsallığı tartışılmaz birer sevgidir de Fenerbahçe taraftarının Fenerbahçe’ye duyduğu aşk, en sevdadır.

    Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın her şampiyonluğu Türkiye’de büyük bir olaydır ama Fenerbahçe bu başarıyı avuçlarında ölümüne sıktığında olay biter, ülkede bir metafiziğin büyülü dünyası gürüldemeye başlar.

    Türkiye’de Beşiktaş ve Galatasaray mazi ve gelecekteki futbol servetleri ile sahaların en büyük ik kulübü olmaya devam edecek, fakat asla Fenerbahçe olmayı beceremeyecektir.

    Nasıl Fenerbahçe, bir Galatasaray, bir Beşiktaş olamayacaksa…

    Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik Türkiye’de bir futbol kulübü ve o kulübün taraftarı değil, bir özelliktir, bir prensiptir, tekkeleri sökülemez bir dindir… Bir felsefe akımı, bir ideal, sandıkları ve oyları milyonların gönlünde saklanmış bir gitmez iktidar ve devlettir Türkiye’de Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik…


    İlk çağın en büyük futbol imparatoru Zeki Rıza, kulübe başkan olduğu zaman idmanlarda çok beğendiği adı Naci Bastoncu olan süklüm püklüm bir Trabzonlu çocuğu önüne dikerler…

    Zeki Rıza, çocuğa başından ayağının ucuna kadar bakar, sonra yanında hazırolda duran kulüp müdürüne dönüp kükrer:

    “Alın bu çocuğu Moda’daki İstepan’ın dükkanına götürün ve Fenerbahçeli gibi saç traşı ettirin…”

    Büyük bir Fenerbahçe üslupçusu ve estetikçisi idi Zeki Rıza…

    Şampiyonluklar kazanmış takımda, şayet Fenerbahçe tualine layık yaratıcı blyaları sürememiş futbolcu varsa, şayet Fenerbahçe orkestrasında elindeki aletle virtüözleşmeyen oyuncu varsa, onların eline futbol malzemelerini verir, yüzlerine açık açık mecburi istikametlerini söylerdi:

    “Senin Kadıköylülüğün bitti, Kadıköy’de yaşama sen… Bir vapura bin, karşıya geç ve kendine yeni bir kulüp ara…”

    Her taraftarın Fenerbahçeli doğuşu gibi, her Fenerbahçe’de futbol oynayacak çocuğun da Tanrı’ca peşin sokulan ayrı bir tornası vardı; anlaşılan…

    Sonraları silinmez bir insan anayasası gibi takımın bünyesine değişmez bir prensip olarak oturan temel motif yavaş yavaş şekillenmişti; artık…

    “Her futbolcu Galatasaray ve Beşiktaş’ta oynar. Ama her futbolcu Fenerbahçe’de oynayamaz”

    Fenerbahçe tarihinde bu estetiği yaratanlarla bu estetiği bozan futbolcular arasında müthiş savaşlar olmuştur.

    İkinci kuşağın en büyük yan haflarından biri olan Şeref Has, gençliğinde henüz dengelenmemiş tekniği yüzünden, futbolumuz ve Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en büyük baleti ağabeyi Mehmet Ali Has tarafından hiç tutulmuyordu.

    Şayet Şeref’in arkasında onu koruyucu kanatları altına almış Lefter gibi bir idol olmasa, belki de Has’ın küçüğü Fenerbahçe’deki futbolcu albümündeki doruk isimlerinden biri olmaz, bir basit takımda sessiz, sedasız mazisi ses vermeyen bir futbolcu tipi çizerdi…

    Fenerbahçe’nin bir sezonda 5 kupa kazandığı 1968 döneminde ise takımın teknik yapısını ve estetik birikimini büyük bir özveri ile koruyan Ziya, Ercan, Fuat ve Selim’den kurulu cuntayı da unutmamak gerek.

    Takımın kamp disiplininin şekillenmesinden tutun da ekibin teşkiline ve oyun vidalarının sıkılmasına kadar bu dörtlü, başroldeki gizli fakat o nispette yararlı bir denetleyici timdi, güçtü.


    Fenerbahçe tarihi, Fenerbahçe tipini, Fenerbahçe oyun modelini en çok bozmuş, onu en çok dejenere etmiş adam olarak, Yılmaz Yücetürk’ü ve onu tayin edenleri hatırlayacaktır hep…

    Bu dönemde girilen Fenerbahçe dışı bir ölü saha gezintisi, bu dönemde girilen bir ayak katılığı ve tekniksizlik, bu dönemde parlayan dörtlü, beşli taşra yenilgileri ve “arkasını Fenerleyin” diye nerede ise “best-seller” bir plak haline gelen alaylar, Fenerbahçe’nin tarihinde zift sürülmüş tek kara kitabıdır.

    Bu Fenersizlikten dördüncü yıl içinde bir eski Fenerbahçe, bir şampiyon Fenerbahçe çıkardıkları için, öpülecek alınlar aranıyorsa Veselinoviç’e ve bu pırlanta futbolculara koşunuz…

    Fenerbahçe’nin cenneti oradadır; çünkü…

    İslam Çupi | 13 Haziran 1989 – Milliyet (Fenerbahçe’nin Cenneti)

  • Fenerbahçesiz Bir Milli Lig

    Fenerbahçesiz Bir Milli Lig

    Rahmetli İslam Çupi, Türkiye’nin her şehrinde Fenerbahçe’ye edilen küfürlerden bıkıp usanmış ve aşağıdaki yazıyı kaleme almış. Üstadı Fenerbahçesiz bir milli lig önerecek kadar kızdırmışlar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Milli Lig Tehlikede

    Fenerbahçe’nin üstüne bu kadar gidilmez? Fenerbahçe maç yapmak için Türkiye’nin hangi vilayetine gitse, şevkatsizliğin en gaddarını görüyor, küfür kafirin en galizini sineye çekme mecburiyetinde kalıyor.

    Fenerbahçe’nin “Türkiye’nin ortak kinini” odaklaştırmak için, bu ülke vilayetlerine ne yaptık ki?

    İstanbul dışında Fenerbahçe uçağı hangi havaalanına konsa orada biriken kalabalık, Türkiye’nin geleneksel efendilik simgesi “hoşgeldin” yerine başkan Ali Şen’e ve yönetime, kafileye, futbolcu ve taraftara yakası hiç açılmamış küfürlerle gamatayı basıyor.

    Olay otele gelirken, maça giderken, o kentte kalırken ve dönüşe hazırlanırken, aynı çirkin laf şelalesi altında devam ediyor.

    Bu sistemli kampanya, Fenerbahçe’yi bugün olmasa bile, yarın öbür gün “kendisini milli ligin dışına atma” tedbirini almaya sevk edecek belki de…

    Çünkü ben İstanbul ve civar vilayetlerden getirdiğim Fenerbahçelilerle maç yapacağım şehrin günlük ekonomisini canlandıracağım, stadı rakibe bir yıllık büteyi rahat kaldıracak ölçüde dolduracağım, sonra yetkili yetkisiz tüm Sarı-Laciverli kalabalığa ana avrat sövülmesine izin vereceğim.

    Bunun adı spor yapmak, futbol oynamak da değildir, milli lig uğruna katlanılacak bir mükellefiyet de…

    Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş asıra varan tarihleri içinde şampiyonluğa doymuşlardır, futbolun en uç keyiflerine de…

    Ben ayda 100 milyar tutan sporcu bordrosu altına imza atacağım, 10-15 branşta faaliyet gösteren bir gerçek spor kulübü olacağı, futbol Türkiye’de güzelleşsin diye trilyonluk takımlar kuracağım, sonra sırf top ekibini bölük pörçük ayakta tutmaya çalışan Anadolu vilayetlerine maç yapmaya gittiğim zaman, en galiz küfürlere muhatap kalıp, başkanım, yöneticim, futbolcu ve taraftarımla ana avratlı bir küfür duşunun altında yıkanacağım.

    Bu yıl hedef Fenerbahçe’dir. Yarın öbür gün iştah Beşiktaş ve Galatasaray’ın başı üstünde dalgalanacaktır.

    Milli ligin devamını, bu kinle, bu nefretle, bu sevgisizlikle sağlamak mümkün değildir.

    Ben 3 büyükler olarak Türkiye’nin her gittiğim vilayetine ekonomik refah götüreceğim, stadlarınıza bu maçta yıllık futbol bütçenize yetecek kalabalığı dolduracağım, sen bana şehirde bulunduğum sürece ana avrat söveceksin.

    Ne bu trilyonluk takımı sen küfür edesin diye yaptım, ne 100 yıllık yüce taraftarı senin arenanda her türlü hakarete ve aşağılanmaya muhatap olsun diye yarattım, ne de bütün bu mali yükü kaldırmak için seçtiğim kulüp başkanı ve yönetimimi senin şamar oğlanın olsun diye podyuma çıkardım.

    Sarı-Lacivertli takıma yapılan bu davranışlar, makul boyutu ve insaf sınırlarını aşmıştır.

    Böyle giderse “milli ligi veto ve tanımama” hareketi Fenerbahçe’den gelecektir, büyük bir ihtimalle…

    Fenerbahçesiz bir milli lig, hem Sarı-Lacivertli ekip için, hem düşmanlığı çekilmez ve açık hale gelen Anadolu için, daha hayırlı olur, belki de…

    İslam Çupi | 9 Nisan 1996 – Milliyet Gazetesi (Fenerbahçesiz Bir Milli Lig)

  • Bu Koltuk Başka Koltuk

    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Türk futbolu 2021-2022 yılını yönetim katında büyük çalkantılarla geçirirken, biz 1986 yılına gidelim ve İslam Çupi‘nin “Bu Koltuk Başka Koltuk” dediği Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı üzerine yazdıklarına bakalım. Yazının son cümlesi müthiş bir tespit içeriyor. Aradan geçen 36 yıla rağmen hâlâ iyileşmeyen bir hastalığın teşhisi…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Mutat Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Bu Koltuk Başka Koltuk

    Futbol Federasyonu Başkanlığı, öyle sıradan bir “baş” değil, ciddi bir “baş”tır.

    Alman Futbol Federasyonu Başkanı Neuberger, dilediği anda telefonun ahizesini kaldırır ve başbakanı ararsa, Kohl’un kafasından düşürmediği adamdır.

    Havelange, FIFA Başkanı olmadan önce, 25 yıl icra-i büro ettiği Brezilya futbolunun patronluğu sırasında cumhurbaşkanı ile haftada bir mutlaka bir sabah kahvaltısı eder ve ülke futbolunu sahası ile parası ile enine boyuna bir devlet masasına yatırırlardı.

    İtalya, İspanya, İngiltere gibi futbolda Avrupa krallığını sürdüren ülkelerde, futbol federasyonu başkanları, devlet protokolü içinde mütalaa edilir şekilde bir ciddi sarıp sarmalanmış adamdır.

    Enver Sedat’ın kızının düğün töreninde hazırlanan evrensel davetiye protokolünde Alman futbolunun imparatoru Franz Beckenbauer’in de bulunması, futbolculukta süper star olmanın futbol federasyonu başkanı kişiliğinde saygın bir ağırlık kazanmanın çok ciddi ve önemli bir mesele olduğunu belgelemektedir.

    1985 yılında Türkiye’de “ya davulcuya, ya zurnacıya” giden Futbol Federasyonu Başkanlığı, başlama yılı olan 1923’te hiç de hafife alınmış bir pamuk ipliği değildi.

    Türk futbolunun ilk Federasyon Başkanı, kendisine “esrarengiz adam” lakabı iliştirilen Yusuf Ziya Öniş’tir.

    Atatürk takımının başoyuncuları arasında olan Yusuf Ziya’nın yanına girmek için 15 gün öncesinden randevu alınır, esrarengiz adam İngiliz kuponu giyer, bir iki lisanı kusursuz konuşurmuş…

    Öniş’ten sonra o koltuğa oturmuş Muvaffak Menemencioğlu, Hamdi Emin Çap, Sadi Karsan, Vildan Aşir Savaşır, Ulvi Yenal da, saygın kişilikleri, engin kültürleri, lisan rahatlıkları ile Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “devlet içinde devlet” olma gibi bir yüce makama çevirmişlerdir.

    Futbol Federasyonu Başkanlığı’nı “koltuğuna yakışan adam” ağırlığında tutan son iki isim vardır. Orhan Şeref Apak ve Hasan Polat…

    12 Eylül’den sonra Yılmaz Tokatlı’nın şahsında “paşa”laşmaya başlayan federasyon sedareti, ne yazık ki, kısa sürdü.

    Türkiye’de özellikle son 15 yılda Futbol Federasyonu Başkanlığı, müthiş bir kişilik erozyonuna uğramıştır, yani tilt…

    Seçilen isimler, telefon rehberi nizamında ve çabukluğunda düzenlenmiş, makamın saygınlığı eritilmiş, tüm futbol icraatı, politik bir otomatiğe bağlanmış ve Futbol Federasyonu Başkanlık makamı, herkesin bağırıp çağırdığı bir “odacılar odası” küçümserliğine hapsedilmişti.

    Türk futbolunun ölümüne, Milli Takım mevtasına ağıt yakanlar, esas ölünün Futbol Federasyonu Başkanlık odasında yattığının acaba neden farkında değillerdi?

    Bu bakımdan, görevin Ali Uras’a verilmesini, nihayet düşünenleri alkışlamak gerek…

    Sayın Uras’ın şahsında Futbol Federasyonu Başkanlığı çok ciddi, çok saygın, lisan bilen, tıp neşteri evrensel olan çok önemli bir insana teslim edilmiştir.

    Verilen görevin, alınan nöbetin ne mene belalı bir iş olduğunu en iyi bilen insan, bizzat Sayın Uras’ın kendisidir.

    Bana göre, başarı her şeyi yenilemekten geçiyor, Federasyon’un 06 Ankara adresinden tutun da, koltuk masasına, bugüne kadar orasını han kapısı yapmış ve ne kadar insan varsa, onları da yok ederek yeni ufuklara, yepyeni bir kadro ile yeni ve dinamik bir anlayışla uçmalıdır Ali Uras…

    Yanına eskiye ait hiçbir şey almamalıdır. Çünkü, futbolumuz bugüne kadar ne çekti ise, “Eskiler alıyorum” diyenlerden çekti…

    İslam Çupi | 9 Aralık 1986 – Milliyet Gazetesi

  • Romantik Fenerbahçeli

    Romantik Fenerbahçeli

    Rahmetli Hasan Pulur, 2003-2004 şampiyonluğundan hemen sonra kaleme aldığı “Romantik Fenerbahçeli” başlıklı yazısında, kulübün vefa duygusundan beslendiğini yazmış ve (başrollerinde Suat Belgin ile Halit Deringör‘ün olduğu) Fenerbahçe tarihinin çok enteresan bir hikayesini anlatmış. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Romantik Fenerbahçeli

    Herkes bilir ki biz Fenerbahçeliyizdir, hem kalben, hem kayden Fenerbahçeliyiz, kulübün 3089 numaralı üyesiyiz…

    Ama biz “romantik” Fenerbahçeliyiz…

    Romantik Fenerbahçelinin gönlünde ince hesaplar yoktur, onun için önemli olan sarı-lacivert formadır, bu forma onun tabusudur, ona toz kondurmaz.

    Bu yüzden, Mustafa Denizli’yi insan olarak sever ama Fenerbahçe’nin başında olmasını kabul edemez, onun dönemindeki şampiyonluğa bile buruk bakar…

    Niye?

    Çünkü Mustafa Denizli, Galatasaray’ı çalıştırırken Fenerbahçe’yi kıracak laflar etmiştir.

    “Romantik” Fenerbahçeli, bu yıl şampiyon takımın kadrosundan sadece bir futbolcuya karşı tepkilidir; takımın en iyi oyuncularından “Tomas”ı affedemez, çünkü bu oyuncu sarı-lacivertli formayı sırtından çıkarıp yere atmıştır. Her ne kadar Daum’a kızmış olsa da yere atılan forma Fenerbahçe’nin formasıdır, affedilemez.

    İşte o “romantik” Fenerbahçeli, Türkiye’nin en büyük stadyumunu, en çağdaş sahasını, tesislerini yapan Aziz Yıldırım ve arkadaşlarına minnet duygusuyla doludur.

    Şampiyon takımın yöneticileri oldukları için mi?

    Hayır, sadece şampiyonluk için değil!

    O stadyuma, Fenerbahçe’ni yıllarca başkanlığını yapan, Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun adını verdikleri için…

    Yeni yapılan kulüp binasına eski başkanlardan Faruk Ilgaz’ın adını verdikleri için…

    Basın tribününe, Fenerbahçe’yi yazılarıyla şiirleştiren İslam Çupi’nin adını verdikleri için…

    Şampiyonluk elbette çok önemlidir, hele ahir ömründe Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu gören “romantik Fenerbahçeliler”i ağlatacak kadar önemlidir.

    Ama “vefa duygusu” da en az şampiyonluk kadar önemlidir.

    Halit Çapın’ın dediği gibi:

    “Ahir ömrümüzde içimizdeki sevdanı yeni baştan yeniledin, kalp atışlarımıza bir başka ritim getirdin, aziz Fenerbahçe…”

    Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının vefa duygusuna her Fenerbahçeli saygı duymalıdır, unutmamalıdır.

    Fenerbahçe’yi Fenerbahçe yapan, sadece şampiyonluk kupaları ya da rakip takımın kalelerine giren toplar değildir.

    Ödenemeyen Su Faturası

    Bir örnek…

    Yıl 1948, Halit Deringör Fenerbahçe takımının solaçığıdır, Londra Olimpiyatı’na gidecek futbol takımına seçilmiştir, fakat bazıları oyunlar oynayarak, Halit Deringör’ü kadrodan çıkarırlar. Fenerbahçe kulübü, bunu kabul etmez, “Madem siz benim futbolcumu entrikayla kadrodan çıkardınız, biz de onu kendi paramızla Londra’ya gönderiyoruz” der.

    Halit Deringör, kulübün parasıyla Londra’ya gider, bir ay kalır, döner, cebinde kulübün verdiği paradan bir miktar kalmıştır. Bir gün Galata Köprüsü’nde, kulübün muhasebecisi Sual Belgin’le karşılaşır. (Spor yorumcusu Kemal Belgin’in babası) Suat Belgin sıkıntılıdır, Halit Deringör zorlayınca anlatır, su parasını ödeyemedikleri için, Fenerbahçe Stadı’nın ve kulübün suyu kesilmiştir, 400 Lira bulmak için zengin Fenerbahçelilerden “Yağcı Ali”nin dükkanına gitmektedir.

    Halit Deringör sorar:

    “Su borcumuz ne kadar?”

    “400 Lira!”

    “Al ben sana 400 Lirayı vereyim, sen de bana karşıya geçmek için vapur parası ver, bir kuruşum yok!”

    Suat Belgin inanmak istemez, bu 400 Lira, Halit Deringör’ün Londra’da arttırdığı, kulübün parasıdır, ona kimse bu paranın hesabını sormayacaktır ama o da “romantik” bir Fenerbahçelidir.

    İşte Fenerbahçelilik budur.

    Şampiyonluk kutlu olsun!

    Hasan Pulur | 12 Mayıs 2004 – Milliyet Gazetesi (Romantik Fenerbahçeli)

  • Defansın Ucundaki Fener

    Defansın Ucundaki Fener

    İslam Çupi, Milliyet gazetesindeki 8 Ocak 1991 tarihli köşesinde öyle bir İsmail Kartal yazısı kaleme almış ki… Anlatılmaz, okunur. Mesut Yavuz’un karikatürü de karikatür hani! En az defansın ucundaki Fener tabiri kadar güzel! Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    İsmail

    Denize jilet kesikleri gibi vurmuş bir poyraz gibi ürkütücü ve korkutucudur İsmail…

    Karadeniz, Kefken açıklarından o yosun yeşili rengini petrolleştirip soğuğun en acımasızını, doğanın en haşin sopasını alıp İstanbul Boğazı’nın Rumeli ağzına oturttuğunda, nasıl balık-ekmekçileri bir büyük ve nafakası belirsiz mücadele için küreklerini nasırlamaya başlarlarsa, Fenerbahçeli İsmail için de futbol sahası, kavganın galibi ile mağlubunun çok zor ayrıştığı bir okyanus derinliğidir.

    Hemingway’in “İhtiyar Balıkçı ve Deniz” eserindeki “yakalama-yakalanmama” çekişmesi, nasıl ki insan balık arasındaki akla hayale gelmeyen parat ve anti paratların dünya edebiyatına vurmuş şaheserlerinden birisi ise, İsmail’in de futboldaki rakipleri ile yıllardan beri yaptığı “izini bulma ve yok etme” romanı, böyle uzun ve zahmetli bir takibin macerası tehlikeli mısralarını yazar.

    İsmail futbolda içine çeliğin suyu iyice verilmiş bir vücuttur. Teknik birikimi sağlam, mücadele hevesi istekli, dikkatini iş ve adale ahlakı ile bütünleşmiş bir vücut…

    İsmail’in Fenerbahçe defansının içindeki seyir defteri bazen edebiyatın “günlük” denen türünü kıskandıracak şekilde soluksuz bir kelime disiplini çıkarılarak tutulmuş, bazen de konunun donmuşluğu insana kalemi dışarı çıkılmaz bir bezginliğe iterek rafa kaldırılmıştır.

    Yazar olarak futbolun inleyen nağmelerini yazan ben, daktilosu ile Babıali’ye çıkartma yapmış başka benler, futbol tribünlerine Fenerbahçe taraftarı olarak oturanlar, İsmail’e ham maddesi en tehlikeli ve öldürücü kimyalardan oluşan tahrip bombaları atmışlar, onun adının Fenerbahçe takımından silinmesi için insan deterjanları adına en belalı toz atölyelerinin kapılarını aşındırmışlardır.

    Fenerbahçe yönetimleri ile birlikte Fenerbahçe’yi takım olarak en sağlıklı vücut şeklinde sürmekle yükümlü teknik tabipler uzun kafa yormalarla, pahalı transferlerle İsmail dışında bir “bek hayatı” için kesintisiz değişik, insan ihtilali yapmışlar, ama ne denizi değiştirebilmişlerdir, ne de o genç ve yorulmasız kaşalot balığının peşine düşmüş o ihtiyar balıkçıyı…

    Bu yıl tarihinin en belalı lig denizine düşmüş engin derinlikler yerine hep kayalıklara, hep cürmü görünmez olan mercan adalarına rota tutup her sadmede omurgasında derin yaralar açılmış Fenerbahçe yük şilebinde İsmail, defansın ucundaki FENER’dir.

    Deniz fenerleri yalnızdır hep…

    O büyük ve şaşmaz yol göstericiliği yaparken kapısını hiçbir gemi ve gemici çalmaz. Belki sancağa dönmüş bir burundan deniz fenerinin hafif gri yeniş beyaz silüetine sesi lodosa harman edildiği için pek boğuntulu fışkıran bir-iki düdük böğürmesi gelir. Bu sahibi görülmeyen gizli bir teşekkürdür sadece…

    Sonra deniz feneri azgın lodos dalgalarının belini ıslatan, belini döven acımasızlığı ile baş başa kalır. Delicesine esen rüzgar, çakılmış bir hayatın beton iliklerine girer çıkar.

    Birkaç martı aç çığlıklarla konulması mümkün olmayan damının üstünde dönenir durur. Deniz analarını köklerini azgın denizin kopardığı dev yosun hevengleri, belki o Fener’in küçücük yeşil bahçesidir.

    Dünya kapkaranlıktır, deniz daha da karanlık… Görebildiği tek aydınlık tepesindeki Fener’dir.

    Sakın bu Fener, İsmail olmasın.

    İslam ÇUPİ | 8 Ocak 1991 – Milliyet Gazetesi (Defansın Ucundaki Fener)

  • Şampiyonsuzluk

    Şampiyonsuzluk

    9 Eylül 1996 tarihinde oynanan ve Fenerbahçe’nin 4-0 kazandığı Galatasaray maçından sonra İslam Çupi, bir Ali Şen övgüsü kaleme almış. Yazıda Fenerbahçe başkanlığına dair çok çarpıcı tespitler var. Özellikle “şampiyonsuzluk” ile ilgili olan…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Şen, Kulüp Başkanı Olarak “TARAF”tır

    Lig ve kupa şampiyonluğuna aday Türkiye’de ne kadar kulüp varsa, Ali Şen’den neden rahatsız olduğu belli oldu.

    Son 10 yıldan başlamak üzere, her sene bir tarafı “kesile – yenile” satır altında kalan kasap danası haline getirilen Fenerbahçe’yi “ölüm tabutundan” alıp yaşamın dinamizmine tekrar fırlattığı için…

    Futbolu her kulübün başına kongre ve sandıkla gelen başkanların hepsinden iyi bilip, teknik teşhisleri ve transferdeki icraatı ile tümüne fark attığı için…

    Galatasaray’ın “ayak değerlerini” anlamadığı için, sessiz sedasız elden çıkardığı iki pırlantayı Boliç ve Saffet’i transfer edip, onların futbolcu olarak anlaşılmaz günlerini, Fenerbahçe forması ile zafer maçlarına çevirdiği için…

    İşbaşına geldiği ve Fenerbahçe başkanı olduğu günden bugüne kadar, her tasarrufu davranışı ve demeci ile Sarı – Lacivertli taraftara mutluluk öbür kitleye antipatik olduğu için…

    Lig rekabeti içinde futbolun başkanlığı yerine, sadece Fenerbahçe kulübü başkanlığı yaparak, “tarafsızlık” denen bir kişisizlikle baştan sona kadar mücadele ettiği için…

    “Benim için tarafsızlık centilmenlik saldırısızlıktan önce Fenerbahçe ve kulübün çıkarları ön plandadır” diyen Ali Şen, savaş kavramını ve kutupları en iyi biçimde anlattığı için…

    Fenerbahçe tribünleri istediği için değil, Fenerbahçe kongresi Ali Şen’in başkanlığını bir – iki dönem daha onaylayınız.

    Hatta ben olsam “istediği kadarlık” bir opsiyon veririm Ali Şen’e…

    Çünkü Fenerbahçeli çok şeyin özlemini çekse bile tek şeyin yokluğuna uzun süre tahammül edemez… Şampiyonsuzluğa…

    Onu yedi yıl sonra Fenerbahçe’ye sağlayan insan ve ekibi sahadaki “derece başarısı” yanında, Sarı – Lacivertli teşekkül 2000’li yıllara örnek bir kulüp olarak girecekse, bunun adımları ve ivmesinin arkasında Ali Şen ve yönetiminin motoru olacaktır, öncelikle…

    Fenerbahçe burnunda yenilenen sosyal tesisler, yapılan örnek kulüp binası… Kayışdağın eteklerinde altyapı tesisleri… Samandıra civarında Fenerli Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan ora sakinlerine bir cami yapma karşılığı alınan uçsuz bucaksız arazi… Şimdi maç oynanan stadı bir süper markete dönüştürecek proje ve onun satışında elde edilecek büyük meblağ ile, yeni TEM yolunda alınacak arazinin üstünde, mülkiyeti kulübe olmak üzere 60 bin kişilik modern bir stad yapmak…

    Şampiyonsuzluğu 7 yıl Sarı – Lacivert Türkiye’deki taraftar yığınları ile birlikte Fenerbahçe kongre üyeleri de bekledi.

    Şimdi aynı sabrı, 2000 yılına kadar Ali Şen ve ekibine göstersin, tribünlerdeki ve sandığın önündeki Fenerbahçeliler…

    Takımın getirdiği futbol şampiyonlukları çok kıymetlidir ama, tesis adı altındaki “mimari şampiyonluklar” daha önemlidir, Fenerbahçe kulübünün geleceği için…

    İslam Çupi | 10 Eylül 1996 – Milliyet Gazetesi

  • Kahkaha İhracatı

    Kahkaha İhracatı

    22 Ağustos 1985 tarihinde oynanan ve 0-0 berabere bitmesine rağmen Fenerbahçe’nin TSYD Kupası’nı kazandığı Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi ardından İslam Çupi kahkaha ihracatı ile bağladığı bir yazı kaleme almış ama okuduğunuz vakit pek de gülemiyorsunuz. Türk futboluna dair karamsar fakat keyifle okuyacağınız bir yazı…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Not : Yolunuzu, üstadın yazılarının derlendiği IslamCupi.org adresine düşürmeyi unutmayın.


    Eylül’de Kahkaha İhraç Edeceğiz

    Bizim final, bizim şehir İstanbul ve bizim stat İnönü’de, Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında oynandı…

    Çok samimi Çarşamba… El ele biz bize, diz dize bir kalabalık…

    Bizim finali bizim şehirden, bizim stadımızdan TIR’a koyup, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun herhangi bir başşehrine taşısa idik; bu final baş merak olmaz, kapı elli dansöze oryantal yaptırıp, lokumun Hacı Bekir’lisini avanta dağıtsa idik, bu finali ancak bir-iki bin adama ya seyrettirirdik, ya seyrettiremezdik…

    Ama bizim final, bizim şehir İstanbul, bizim stat İnönü’de olunca, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı (Tanrı insanı, insansız bırakmasın…) kırk bine yakın insan seyretti…

    Shirley Bassey’nin konserini 1000, Fellini’nin filmini 500 kişinin seyrettiği İstanbul metropolünün kültür ibresi, 40 bin kişilik bir ordu ile İnönü Stadı’nın kapılarına koşuyorsa, o zaman “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü, okul girişlerinden kazıyıp, getirip, stadların santralarına yazmak gerekir…

    Avrupalı, seyredeceği şey konusunda kılı kırk yarar, kötüyü protesto için kötüye gitmezken, bizim seyirci, işsizlikten olacak geliştirdiği seyir tevazuu içinde, dünkü finalde zevkten altıgen oldu; auta giden şutları, basit ve tesadüfi yapılmış çalımları, oyunu yavaşlatan aklı, geri pas şampiyonlarını çılgınca alkışlayarak, akıl hastanesi ile stadyumu Türkiye’de yeniden tarif edilmesi gereken kavramlar olarak ceza sahasının üstüne getirdi.

    Topun şuursuz yuvarlanışı ve bu yuvarlanışı kuran on Fenerbahçeli ve on Beşiktaşlı oyuncu 90 dakika sadece oynadılar, fakat oynadıkları şeyi tüm gayretlerine rağmen, futbolun şiirine ve güzelliğine çeviremediler…

    Çünkü oyun, oyun olmaktan çıkıp futbola dönüşse idi, oyuncular oyunculuktan çıkıp futbolcu olabilselerdi, özellikle Beşiktaş’ın kaçırdığı mutlak 5-6 yüzde yüzlük gol pozisyonu kaçmaz, gol olurdu… Kaçan ise, Fenerbahçe’nin elinde kalan kupa olurdu.

    Türkiye’nin futboldan çıkıp oyun dönemine girdiği 1985’lerde, mevsimin ilk finali de tarihi determinizme uyarak, futbol olmaktan kaçıp, oyun haline gelmiştir.

    Oyunun oyuncuları Beşiktaş’ta, Samet, Kadir, Rıza, Metin, Ali; Fenerbahçe’de İsmail, Abdülkerim, Pesiç ve Şenol’du…

    Şimdi Bordeaux’yu, Atletico Bilbao’yu, Lodz’u ve Eylül ortası ile Ekim başını düşünüyorum.

    Oyun oynayanlarla, futbol oynayanlar karşı karşıya gelecekler… O zaman Türkiye olarak yine Avrupa’ya kahkaha ihraç edeceğiz. Kahkaha ihracatı, ihracat seferberliğinde, Özal’ın bile düşünmediği yeni bir kalem olacak.

    Ben kalemimi kapatıyorum.

    İslam Çupi | 22 Ağustos 1985 – Milliyet Gazetesi