Türk Futbolunun bir kesim tarafından yok sayılan 1959 öncesi dönemi ile ilgili belgeleri yayınlamaya devam ediyorum. Bu dönemi yok sayanların iddialarından bazılarının, dönem futbolunun kurumsal olmaması ve müsabakaların “amatör” olarak tanımlanacak nitelikte olması olduğunu bilmekteyiz. Bu iddiaların gerçekliğini incelerken bir yandan da konunun hukuki ve sosyal boyutuna temas etmiş olacağım. “Türk Futboluna Atatürk İmzası” başlığının altında, genç cumhuriyetin sporu ve futbolu nasıl sahiplendiğini okuyacaksınız.
Tüzükler – Maddeler
Konunun hukuki boyutunu, geçtiğimiz günlerde Türkiye Futbol Federasyonu’nun FIFA’ya katılırken kabul ettiği tüzüğü ve bu uluslararası tüzük uyarınca FIFA’ya sunduğu Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (TİCİ) kuruluş nizamnamesinde yer alan bazı maddeleri yayınlayarak (*) ortaya koymuştuk. Bu maddeleri hatırlatmakta yarar olduğunu düşünüyoruz.
1922 yılında yazılan TİCİ kuruluş tüzüğü Federasyonların (Heyet-i Müttehidelerin) görevini şöyle açıklıyor:
“meşgul olduğu idmanın (spor dalının) Türkiye Birinciliğinin tayini (belirlenmesi) için mıntıka (bölge) birincileri arasında müsabaka tertibi (düzenlenmesi)”
T.İ.C.İ. kuruluş tüzüğünden
Sözünü ettiğimiz gibi FIFA’ya üye olurken bu tüzüğü temel alan Türkiye Futbol Federasyonu (o zamanki adıyla Türkiye Futbol Heyet-i Müttehidesi) FIFA’nın kuruluş tüzüğünü yayınlarken aşağıdaki maddeyi metnin sonuna eklemiştir. “Talimatlar” kısmında yer alan maddede:
“Eşhas-ı hususiyenin (Özel Kişilerin) kasd-ı intifayla (yarar sağlama amacıyla) müsabaka tertip etmelerine müsaade edilemez. İttifak-ı teşkilat ve anasırıyenin (teşkilatı oluşturan unsurların) bu kabil (bu gibi) müsabakalara iştirak etmeleri memnudur. (katılmaları yasaktır)” denilerek, ülke çapında futbol organizasyonunun tek yetkili kurumu olan TFF olduğu bir anlamda kanıtlanmıştır. Bu durum, dönem futbolunu “kurumsal değildi, amatördü” diye tanımlayan iddialara hukuki olarak verilecek en güzel karşılıktır.
TFF’nin FIFA’ya katılış tüzüğünden
Şampiyona Bakanlar Kurulunun Gündeminde
TİCİ’ye bağlı olan TFF, Türkiye’nin ilk Futbol Şampiyonasını 1924 yılında Ankara’da düzenlemiştir.
Ülke çapındaki mıntıkalarda düzenlenen turnuvaların birincileri Ankara’da Türkiye’nin ilk Futbol Şampiyonu olabilmek için buluşmuşlardı. İstanbul’dan Beşiktaş, İzmir’den Altay’ın da katılacağı şampiyonanın öncesine ait Devlet Arşivlerinde bulduğumuz bir belge, ısrarla üzerinde durduğumuz “1959 Öncesini İnkar, Cumhuriyeti İnkardır” tezinde ne kadar haklı olduğumuzu ispatladı. Bunun da ötesinde futbola devletin zirvesinde verilen önemi de ortaya koydu.
Belge günümüz Türkçesi ile şu ifadeleri ve imzaları içeriyor:
Türk Futboluna Atatürk İmzası
Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü
Kararname
Ağustos sonlarına doğru Ankara’da yapılacak büyük bir toplantıya, Türkiye’nin her tarafından gelecek sporcular için mevcut ödeneğin yol masraflarını karşılamaya yetmemesi nedeniyle; Eğitim Bakanlığının 7 ağustos 1924 tarih ve 9465/549 numaralı dilekçesindeki ücretsiz seyahatlerin, yarım ücretle seyahatlerin sağlanması hakkında bir kararın kabul edilmesine ilişkin talebi; Bakanlar Kurulunun 1924/8/13 tarihli toplantısında, Türkiye Müsabakalarına katılacak spor kulübü üyelerinin adı geçen bakanlığa, görevlerinin yazılı olduğu belgeleri göstermek koşuluyla, seyahatlerini yarı ücretle yapmalarının demiryolu ve denizyolu idarelerince sağlanması uygun bulunmuş ve gereğinin Eğitim, Bayındırlık ve Ticaret Bakanlıklarına bildirilmesine karar verilmiştir.
1924/8/13 Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk)
Başbakan ve Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Adliye Bakanı Mustafa Necati (Uğural) Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı (Aral) İçişleri Bakanı Ahmet Ferit (Tek) Maarif Bakanı Hüseyin Vasıf (Çınar) Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik (Renda) Milli Savunma Bakanı Kazım (Özalp) Mübadele İmar ve İskan Bakanı Refet (Canıtez) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Refik (Saydam) Tarım Bakanı Zekai (Apaydın) Ticaret Bakanı Hasan (Saka)
Görüldüğü üzere Türkiye Şampiyonası öncesi Eğitim Bakanlığı, Bakanlar kuruluna bir dilekçe vererek, şampiyona katılacak sporcuların yol masrafları için bir talepte bulunmuştur. Belgenin ilk satırında yer alan “Ankara’da yapılacak büyük bir toplantıya, Türkiye’nin her tarafından gelecek sporcular için” ifadesi, düzenlenen futbol şampiyonasının kapsamının ne kadar geniş, katılacak sporcu ve kulüp yetkililerinin sayısının ne kadar fazla olduğunu işaret etmektedir. Bu bağlamda, kulüplere verilecek ödeneğin yetersiz kalacağını öngören Eğitim Bakanlığı, sporcuların seyahatlerini ücretsiz ya da yarı ücretle yapmalarını istemiştir. Bakanlar kurulunun kararı ise “Türkiye Müsabakalarına katılacak spor kulübü üyelerinin” görevli olduklarını gösteren belgeyi sunmaları şartıyla yarı ücretle Ankara’ya gelebilecekleri yönünde olmuştur. Sonrasında bu karar ilgili bakanlıklara bildirilmiştir.
Kurucuların İmzaları
“1959 Öncesi şampiyonluklar” başlığı altında, dönemin futbol organizasyonunu “amatör” olarak tanımlayan iddia sahiplerinin başvurdukları yöntem genellikle günümüz organizasyonları ile dönemin organizasyonlarını karşılaştırmaktır. Olayları dönemin şartlarına göre değerlendirmesi kuralı göz ardı edilerek benimsenen bu yöntem doğrultusunda yapılan karşılaştırmayı yukarıdaki belge için yapmayacağız. Keza tarih etiğine olan bağlılığımız buna izin vermemektedir. Bu aşamada aşağıdaki soruyu sorarak iddia sahiplerini, iddialarını tekrar gözden geçirmeye çağırıyoruz:
“Günümüzde kabul edilmiş bir Federasyonca düzenlenen bir spor organizasyonuna katılacak sporcuların yol masraflarının, Cumhurbaşkanı başkanlığındaki ve Bakanlar kurulunun kararıyla belirlendiğini düşünelim. Bu durum, sözü geçen şampiyonanın resmi makamlar ve kamuoyu nezdinde kabul edilmesi için yeterli bir sebep midir?”
Belgenin altındaki imzalara bakıldığında yukarıdaki sorumuz daha da anlam kazanıyor. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Refik Saydam, Kazım Özalp ve Hasan Saka gibi Cumhuriyetin kurucu kadrosunu oluşturan isimlerin imzalarının, Türk Futbolunun ilk organizasyonunun ne kadar önemli ve değerli olduğunu ortaya koyuyor.
İlk Şampiyon : Harbiye
Belgede de sözü edildiği gibi Türkiye’nin ilk resmi futbol organizasyonu 1924 yılının Ağustos ayının son günlerinde Ankara’da başladı. Bugünkü Tandoğan Meydanı’nın olduğu bölgede yer alan İstiklal Sahası’nda oynanan gerçekleştirilen organizasyon sonunda ülkenin ilk futbol şampiyonu Harbiye takımı oldu. 12 Eylül 1924’te sona eren şampiyonluk turnuvasına 15 takım katılmış ve toplamda 15 maç yapılmıştı
1959 öncesi Türkiye futbol şampiyonlukları söz konusu olduğunda, sürekli aynı şeyi söylüyoruz… Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî ve ulusal organizasyonlarıdır! Türlü bahanelerle ortaya çıkıp teker teker ikna edilmeyi bekleyenlerin en meşhur yalanlarından biri de Türkiye Futbol Federasyonu’nun bu müsabakalarla ilgisi olmadığı idi. Burada bir yalanı daha gömüyoruz. Hayır! Kanunlardan üstün değilsiniz. Hayır! Atatürk’ün gördüğü şampiyonlukları yok sayamazsınız…
Kararname No: 13238
Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün 2/9/1939 tarih ve 3380 sayılı tezkeresile teklif ve Devlet Şûrasınca görülerek 26/2/1940 tarih ve 3326 sayılı tezkere ile tevdi edilen ilişik (Beden Terbiyesi Nizamnamesi)nin meriyete konulması; İcra Vekilleri Heyetince 3/4/1940 tarihinde kabul olunmuştur.
Beden Terbiyesi Nizamnamesi
Birinci Bölüm
Umumi Hükümler
Madde 1 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğünün esas vazifesi; yurddaşın fizik ve moral kabiliyetlerini ulusal ve inkilâpçı amaçlara ve yurd müdafaası icaplarına göre yükseltmek ve oyun, jimnastik, spor faaliyetlerini bu esaslar dahilinde sevk ve idare etmektir.
Madde 2 – Her kulüp aynı zamanda içtimaî terbiyeyi, cemiyet hayatı ile yurt sevgisini yükseltmeye çalışmayı vazife bilen bir terbiye müessesesidir. Bunlar, Türk gençliğini müşterek bir vatan mefkuresi etrafında toplamak ve kendilerini sıhhatli, kuvvetli ve yurt müdafaasına kabiliyetli mükemmel bir hale getirmekle mükelleftir.
Madde 3 – Beden terbiyesi ve sporda disiplin birinci derecede aranılacak hususlardandır. Disiplin beden terbiyesi teşkilâtına müteallik bilûmum kanun, nizam ve talimatnamelere ve bunlara müsteniden verilecek emirler ve yapılacak tebliğlere mutlak riayet ve itaat etmektir.
Madde 4 – Kulüplerde içki ve beden terbiyesini alâkalandırmayan her türlü oyunlar yasaktır.
Madde 5 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü Teşkilâtı idare ve salâhiyet bakımından aşağıdaki dereceler silsilesine tâbidir:
A – İdarî dereceler : 1) Genel Direktörlük 2) Bölge Başkanlığı 3) Kaza beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (kaymakam) 4) Nahiye beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (Nahiye müdürü) 5) Köy beden terbiyesi teşkilâtı başkanlığı (belediye başkanı veya muhtar) 6) Kulüp ve grup başkanlığı
B – Teknik dereceler : 1) Federasyon heyetleri 2) Ajanlıklar 3) Kulüpler
Madde 6 – Beden Terbiyesi Genel Direktörlüğü teşkilâtı dahilinde resmî ve şahsî bütün müracaatlar ve teklifler ve itirazlar yukarıki maddede yazılı dereceler silsilesi yolile yapılır ve emirler ve kararlar bu suretle verilir. Üstünden şikâyet halinde ve fevkalâde vaziyetlerde bir derece daha üst makama müracaat caizdir. İtiraz ve müracaat verilmiş olan karar ve emrin icrasını tehir etmez.
Bitmedi…
Burada keselim… Merak edenler “Resmî Gazete”nin internet sitesine girip 13 Nisan 1940 tarih, 4484 sayılı nüshada 85 sayfalık nizamnamenin tamanına erişebilirler.
Bu arada…
Yukarıdaki nizamnamenin Atatürk’ün ölümünden sonra yürürlüğe girmesinden cesaret alıp, hiç utanmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına “Nazi” diyen kerameti kendinden menkul sporun “derin” tarihçilerine de kötü bir haberimiz var.
29 Haziran 1938 tarihinde kabul edilen ve 16 Temmuz 1938 tarihinde, 3961 numaralı Resmî Gazete’de yayınlanan “Beden Terbiyesi Kanunu” da Fenerbahçe’nin tezini destekleyen, daha doğrusu bu teze yalanlarla saldıranları boşa çıkaran hükümler içeriyor. Bakalım mı?
Beden Terbiyesi Kanunu
Madde 1 – Yurddaşın fizik ve moral kabiliyetlerinin ulusal ve inkılâbcı amaçlara göre gelişimini sağlayan oyun, jimnastik ve spor faaliyetlerini sevk ve idare etmek maksadile Başvekâlete bağlı ve hükmî şahsiyeti haiz bir Beden terbiyesi genel direktörlüğü kurulmuştur.
Madde 3 – Genel direktörlük arsıulusal spor temas ve münasebetlerinde merci olan resmî bir teşekküldür.
Madde 5 – Beden terbiyesi Genel direktörlüğü merkezde bir genel direktör ile genel sekreterden, federasyonlar heyetlerinden ve teftiş, hesap, sağlık ve (saha ve tesisler) dairelerinden ve (neşriyat ve propaganda) ( muhaberat, muamelât ve arşiv), (sicil ve lisans) ve (müze ve kütüphane) şubelerinden teşekkül eder. Genel direktörlük lüzumu kadar yerli ve yabancı mütehassıs ile memur ve müstahdem kullanır.
Madde 6 – Beden terbiyesi genel direktörü Başvekil tarafından intihab ve Cumhur Reisinin tasdiki ile tayin olunur. Genel direktör bu kanunun hükümleri dairesinde kurulan teşekküllerin mercii ve âmiri olup bu teşekküllerin çalışmalarından mes’uldür. Genel sekreter ile daire reisleri, federasyonlar başkanları ve şubeler müdürleri genel direktör tarafından intihab ve Başvekil tarafından tayin olunurlar. Diğer memurlar ve müstahdemler doğrudan doğruya genel direktör tarafından intihab ve tayin olunurlar.
Madde 7 – Bir veya daha fazla spor nevileri, teknik ve idare bakımından birer federasyona bağlanır. Federasyonların adedi Beden terbiyesi genel direktörünün (istişare heyeti)nin de mütaleasını almak suretile yapacağı teklif üzerine Başvekil tarafından tesbit olunur.
Demek ki Neymiş?
İki cümle ile…
1959 öncesi şampiyonluklar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî ve ulusal organizasyonlarıdır!
1959 öncesi şampiyonlukları inkar, cumhuriyeti inkardır!
24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması imzalandıktan ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edildikten sonra Türkiye yeni sosyal organizasyonlara daha bir hızla yelken açtı. Bunlardan birincisi, 1924 yılında yapılan “Türkiye Spor Birincilikleri” idi. Daha önce sitemizde yayınlanan “1959 Öncesini İnkar, Cumhuriyeti İnkardır” yazısından hatırlayacaksınız, dönemin imkansızlıklarına rağmen müthiş bir katılımla düzenlenen 1924 Türkiye Futbol Birinciliği de bu açıdan bir ilkti. Ve Türkiye’nin ilk şampiyonu Harbiyeliler oldu!
Aşağıda dönemin gazetelerinden derlenen haberleri okuyacaksınız.
Şampiyon Harbiye… Türkiye’nin İlk Şampiyonu Vatanı Kurtaranlar Oldu
Yukarıdaki gazete, Kurtuluş Savaşı sırasında başkanlığını Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nin yayın organı olarak 10 Ocak 1920’de Ankara’da yayın hayatına başlayan Türkçe gazete. Yani Atatürk’ün gazetesi : Hakimiyet-i Milliye
Tarih 13 Eylül 1924… Savaş kazanılmış, vatan kurtulmuş, Cumhuriyet kurulmuş. Türkiye, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde her alanda olduğu gibi, spor alanında da büyük işler başarıyor. Yeni başkent Ankara’da spor birincilikleri düzenlenmiş. Tabii ki en büyük başlıklar, yine futbola dair. Maçın oynandığı sahanın adı “İstiklâl Sahası”… 12 Eylül 1924’de yapılan ve Harbiye’nin Bahriye’ye karşı 3-0 kazanarak şampiyon olduğunu anlatan haberde şöyle yazıyordu :
Büyük Spor Müsabakalarının Hitamı
Harbiye Kulübü Türkiye Futbol Şampiyonluğunu Almış ve Kongre de Dün Mesaisini Bitirmiştir
Cuma günü müsabakaların en ehemmiyetli ve en güzeli pek kalabalık ve gençlerimizin takdirkârı bir halk huzurunda hitama erdi. Harbiyelilerle Bahriyelilerin, memleketimizin bu iki müdafaa uzvunun karşı karşıya gelmesi sahada bulunanlara daha başka bir heyecan veriyordu. Bu iki müdafaa-i milliye unsuru tam bir centilmen ruhuyla çarpıştılar. Bilhassa oyunun hitamında Bahriyelilerle Harbiyelilerin galip ve mağlup değil, iki samimi mücadeleci şeklinde yekdiğerine sarılarak sahayı yekdiğerine takdir nidaları, o kuvvetli “Şa, Şa”larla inletmeleri çok iyi bir tesir bıraktı. Harbiye bütün zanaati, bütün kudreti ile Türkiye Şampiyonluğu’nu kazanmıştır.
Fakat birinci kısımda berabere kalan, ikinci kısımda en kıymetli oyuncularının bulunmamasının tesiri olduğu şüphesiz bulunan Bahriyeliler de bu takdire sezadırlar. Harbiyelileri candan tebrik eder ve Bahriyelilerimize de önümüzdeki sene daha mücehhez olarak gelecekleri kanaatini izhar ederiz.
Spor ve tafsilatını muhabirimiz aşağıda vermektedir.
Harbiye Türkiye Futbol Şampiyonu
Cuma günü finale (sona) kalan Harbiye ve Bahriye takımları karşılaştılar. Bahriye en kıymetli oyuncularından, Rıza Bey’den mahrumdu. Harbiye aynı takımdı. İlk haftaymda Harbiye rüzgar altına düştü ve Bahriye’nin bir çok tehlikeli hücumlarına maruz kaldıysa da gol olmadı. Bu kısımda Bahriye bir penaltıyı kaçırdı. İkinci haftaymda her iki takım da onar kişi olarak oyuna devam ettiler. Harbiye’den bir oyuncu hakemin ihtarına rağmen pek şedit oynadığından, hakeme itiraz ettiğinden çıkarılmıştı.
Bu partide Harbiye penaltıdan ilk sayıyı yaptı. Bunu Kemal Bey’in pek nefis ikinci golü takip etti.
Bahriye bu partide bir penaltı daha kaçırdı. Üçüncü golden sonra Bahriye güzel bir hücumla Harbiye kalesine kadar sokuldu. Fakat iki penaltıyı kaçıran muhacimlerinde bugün büyük bir talihsizlik vardı. Hüsnü Bey kaleye üç metreye kadar yaklaştığı halde topu auta attı ve oyun sıfıra karşı üç golle, Harbiye’nin zaferiyle nihayet buldu.
Oyun heyet-i umumiyesiyle çok heyecanlı ve muntazam oldu. Harbiye bilhassa üçüncü golden sonra teknik oynamaya başladılar. Eğer oyun biraz daha az faulle icra edilmiş olsaydı, bittabi daha zevkli olacaktı. Yusuf Ziya Bey de birçok faulleri görmeye mecbur olarak Harbiye’den Hıfzı Bey’in “Penaltı. Ofsayt. Faul” sözleri tesiri altında çok kaldı. Bu hal insana Hıfzı Bey’in hakem muavini olduğunu hissini veriyordu.
Şu halde Türkiye Futbol Birincisi Harbiye takımı, ikincisi de Bahriye (Efrâd-ı Cedide Mektebi), üçüncü de Ankara (Turan-Anadolu Sanatkarân Gücü) olmuş oluyor.
Her üçünü de hararetle tebrik ederiz.
Sporcularımız ve Başvekilimiz
Dün yine Başvekil İsmet Paşa hazretleri sporcularımızı bizzat istasyonda teşyi etmişler ve her kulübe ayrı ayrı iltifatlarda bulunarak gençleri ayrı ayrı teşci’ eylemişlerdir. İsmet Paşa hazretleri kulüp reislerini ve muallimlerini tebrik ediyor ve ellerini iki eliyle çok samimi surette sıkıyor, okşuyordu. Beşiktaşlılara çok takdirde bulunmuşlar, Harbiye Kulübü’ne iltifatta bulunmuşlardır. Harbiyeliler beraberce fotoğraf almasını rica etmişler, Paşa hazretleri memnuniyetle icabet etmişlerdir.
Dönemin meşhur mecmuası Spor Alemi’nden… Üstte “Futbol Şampiyonluğunda Birinciliği Kazanan Harbiyeliler” Altta “Futbol Şampiyonluğunda İkinciliği Kazanan Bahriyeliler”
14 Eylül 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesi ise spor haberlerinde şu satırlara yer veriyordu.
Ankara’da Türkiye Şampiyonu Şerefine Bir Ziyafet
Ankara 12 (A.A.) – Bugünkü nihai müsabakada Türkiye Futbol Birinciliği’ni ihraz eden Harbiye takımı şerefine gece on birde Dârülmuallimîn bahçesinde bir çay ziyafeti verilmiştir. Ziyafette Maarif Vekili Vasıf Bey ile gazeteciler ve Harbiye takımı hazır bulunmakta idi. Çay esnasında Dârülmuallimîn Müdürü bir nutuk irat ederek muvaffakıyetlerinden dolayı Harbiyelileri hararetle tebrik etmiştir. Darülmuallimin Müdürü’nün nutkuna Harbiye takımı kaptanı Yüzbaşı Hıfzı Bey cevap vermiş ve Ankara’da bulundukları müddet zarfında mektepten gördükleri hüsn-i kabulden dolayı arkadaşlarının şükranlarını arz etmiştir.
Maarif Vekilinin Nutku
Müteakiben irad-ı nutuk eden Maarif Vekili Vasıf Bey mütevazı bir sofra etrafında toplanan şerefli galebelerin duydukları sürura tamamen iştirak etmekte olduğunu söyledikten sonra yirminci asırda sporun gençliği tam bir vahdet ve iştirak hissine sevk edecek bir vasıta olarak tanınması lazım geldiğini ifade etmiştir. Vekil Bey gençliğin bugünkü ve istikbaldeki vazifelerini kemal-i muvaffakıyetle ifa edeceğini ve Türkiye’nin mukadderatına her an hakim bulunacağına tamamen kâni olduğunu söyleyerek sözlerine hitam vermiştir. Vasıf Bey’in nutku hararetle alkışlanmıştır. Müteakiben hâzîrun dağılmışlardır.
Türkiye’nin ilk şampiyonu Harbiyeliler
Bir gün sonra, 15 Eylül 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesi ise ilk Türkiye Şampiyonu’nun İstanbul’a geri dönüşünü haber yapmıştı.
Türkiye Şampiyonu Harbiye Takımı Dün Geldi
Futbolcular İstasyonda Arkadaşları Tarafından Alkışlarla Karşılanmışlardır.
Türkiye Şampiyonu “Harbiye Takımı” dünkü Ankara treniyle şehrimize avdet etmiştir. Aynı trenle Karesi futbol takımı ile İstanbul’un muhtelif kulüplerine mensup atletlerimiz de avdet etmişlerdir. Haydarpaşa istasyonunda gerek atletlerimiz ve gerekse Harbiye takımı birçok idmancılar tarafından istikbal edilmişlerdir.
Bilhassa Harbiye takımı bütün Harbiye Mektebi talebesi kendilerine şerefli bir galibiyet kazandıran arkadaşlarını fevkalade merasimle karşılamışlardır.
1994 senesinde Birleşik Vakıf’ın bir dergisinde Dr. Rüştü Dağlaroğlu röportajı yayınlanmış. Bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bu kıymetli Fenerbahçeli ile gerçekleştirilen ve kayıt altına alınan tek sohbet bu. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Kitabınızda kongrelerde yanlış seçim taktiği dolayısıyla yönetim kadrolarına ehil olmayan kişiler geldi diyorsunuz. Bu seçim usulünde bir yanlışlık olduğu herkesçe malum. Acaba buna ilave olarak Birleşik Grup’un çok önemle ve ısrarla üzerinde durduğu yeni insanların ve beyinlerin Fenerbahçe’ye hizmet vermesini engelleyen beş sene bekleme süresinin ivedilikle iptali konusuna ne diyorsunuz?
Ekmek elden gidecek diye bu beş seneyi kaldırmıyorlar.
Biliyorsunuz biz İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Bucuoğlu’nu bu konuda konuşmacı olarak davet ettik ve Kasım 1993 bültenimizde tüzüğün bu maddesinin ne kadar antidemokratik ve ilgili hiçbir yasa ile uyum sağlamadığı konusunda uzman kişilerin görüşlerini aktardık. Demokratik bir koşul değildir, kaldırılması gereklidir. Bir de üstelik yaptırımları vardır. Birleşik Grup bu konu üzerinde çok önemli çalışmalar yapmaktadır.
Ben bu çalışmaları bilmiyordum. Çok güzel, bravo. Ben de bunun kaldırılmasına öteden beri taraftarım. Zaten Fenerbahçe bir halk kulübüdür. Prensip olarak bunu kabul etmek gereklidir. Çünkü bakın bizle mukayese edebileceğimiz iki kulüp var. Beşiktaş ve Galatasaray. Bunların menbaına bakınız; Beşiktaş’ın Saray’dı, Galatasaray’ın da Galatasaray Mektebi Sultanisiydi. Fenerbahçe’nin de halktır ve halka açılmalıdır. Bu beş senein kaldırılma nedeni ekmek elden gidecek diye, o kongrelere hakim olamayız korkularıdır.
Bakın ben şimdi sizden Birleşik Grup’un bu konudaki çalışmalarını duydum, pek memnun oldum.
Şimdi efendim, kulübe üye kaydederken tabiidir ki bazı vasıfları aramak gereklidir. Açıkçası sizden bunu duymak beni çok memnun etti.
Tarih Saptırılıyor
Sizden bir şeyler öğrenmek bizim için çok önemli. Bu konuda en detaylı bilgileri siz verebilirsiniz.
Kulüp maalesef çok uzun yıllar yarını düşünmeyen kişilerin eline kaldı. Bakın ben gidemedim ama arkadaşların söylemesi ile muttali oldum konuya. Bu, Atatürk’ün Beşiktaşlı olduğu ile ilgili Ateş Hattı’nda bir Fenerbahçeli spor yazarına “Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye sormuşlar. O da “Diyebiliriz” demiş!…
Ben de dışarıdaydım. Kulüp beni davet etti. İki arkadaş daha çağırmışlar, bizlerden bilgi aldılar. Konu ile ilgili cevap hazırladık. Fakat hâlâ neşredilmedi. TRT nedense bidayetten beri Fenerbahçe’ye muarız. Yahut bu intibayı veren davranışlar içinde. Sporla ilgililer içinde birkaçının Fenerbahçe’ye karşı olmalarından herhalde. Bu çok kötü bir şey. Tarafsızlık gerekir.
Çok gaflar yapılıyor. Kanallar çoğalınca! Evvelki akşam Slavya Prag maçı dolayısıyla Ümit Aktan, biliyorsunuz hasta bir Galatasaraylı olduğunu. Dün akşam da Slavya’nın Türkiye’ye gelişini dün gibi hatırlıyorum. Belki de diyorum ben, bunu benim kadar hatırlayan bir sol açık Bedri vardır. İşte tafsilat veriyorlar: 1923’de ilk gelişinde Fenerbahçe’ye 10 gol attı, Galatasaray’dan 4 gol yedi vs. 4 defa geldi 2’şer defa yenildi! Yanlış bu! 3 defa geldi. Bir tek mağlubiyeti var, o da Fenerbahçe’ye karşı, Bekir’in attığı golle! 4-0 Galatasaray galip gelmiş! İmkanı mı vardı o zaman? Merkezi Avrupa Şampiyonu bir takıma 4 gol atabilmenin. Aslında şimdi bunlar mevzumuzun dışında.
Slavya Maçları
Rica ederiz efendim, sizinle sohbet ediyoruz. Biz mutluyuz sizin anlattıklarınızdan.
Şimdi hiç unutmam. Fenerbahçe’den önce Galatasaray’la Altay epey gol yediler Çeklerden. Artık İstanbul’daki halkla o kadar iddialı konuşuyorlar ki Çekler o zaman “Biz Türkiye’den gol yemeden gideriz” diyorlar! Şimdi Fenerbahçe maçı Salı günü, maçtan önce bunlara çay veriliyor. Bizim kulübün Fahri Başkanı o zaman Şehzade Ömer Faruk Efendi. Allah rahmet eylesin.
Orada elit bir davetli grubu var. Ben de futbolcularla birlikteyim. Anya çıkardı portföyünü, “Bunda az çok bir şeyler var” dedi. O zaman bize tercüme ettiler Fransızca’dan. “Bunu, bize gol atacak Türk futbolcusuna vereceğim” dedi. Hakikaten ertesi gün bizimkiler gol attılar! Ömer attı. 10 gol yedik ama bakın ne oldu biz gol atınca! Bu Fenerbahçe’nin tarihinde en ağır mağlubiyettir. Bunu hatırınızda tutmanızı rica edeceğim. Fakat böyle bir netice bugün ne olurdu? Fenerbahçe’yi üzüntüye gark ederdi! Hayır, sadece Fenerbahçe’yi değil, herkesi sevince boğdu! Çünkü Fenerbahçe böyle bir takıma gol attı. Namus kurtuldu. Ve omuzlarda taşındı. Böylesine bir iddiaya karşı. Tarihteki bakın 90 senede Fenerbahçe’nin en ağır mağlubiyetinde, namusumuzu kurtaran Fenerbahçe omuzlarda taşındı! Yine namusumuzu kurtarırsa Fenerbahçe kurtarıyor!
Nasıl Fenerbahçeli Oldum?
Şimdi Rüştü Bey, nasıl Fenerbahçeli oldunuz, nasıl bu tarihçeyi yazdınız? Nasıl doneleri topladınız? Bu çok önemli ve detaylı kitabı yazmaya nasıl adım attınız?
Bakınız, ben Fenerbahçe’nin mütareke yıllarında İngiliz takımlarını yenmesi sevinçleri arasında Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’nin en büyük şansı şu; Fenerbahçe’nin en kuvvetli olduğu devrini Türk milletinin en gamlı, en kederli bir devrinde yaşamış olmasıdır. Ve o devirde de karşısında en amansız hasımlar vardı. Düşünün, o 1. Dünya Savaşı’nı. Kaç cephede İngilizler karşımızda. Bir veya birkaç evladını veya yakınını şehit vermemiş tek bir aile gösteremezdiniz. Bunun için onlara karşı büyük bir kin vardı. Bu haleti ruhiye ile gazetelerde okuyorsunuz. “Fenerbahçe İngilizleri yendi” Kim o İngilizler? Benim kardeşimi, amcamın oğlunu öldürenler! Bir çok Türk genci gibi ben de bu duygularla Fenerbahçeli oldum. Kulübe kaydın 1921. 1921’de yaşım küçüktü. Hüviyetimi ancak 1924’de alabildim.
Şimdi bu kitabı nasıl yazdım. Ben Fenerbahçeli olurken bu maçları büyüklere sorarak, gazetelerden okuyarak not defterime kayıt ederek işe başladım. Beni esasen harekete geçiren sebep de bir Fenerbahçe kongresidir. Ben İsviçre’deydim o yıllarda. Doktora yapıyordum. Bu kongrede Fenerbahçe tarihinin yayılmasına karar veriliyor. Fakat hiçbir harekette bulunmuyorlar! Ben bunu duydum. İstanbul’a geldiğimde bizim santrfor ve sol iç oynayan ve aynı zamanda gazetecilik yapan bir spor dergisi çıkaran Sedat ve birkaç gazeteci bana “Yahu bize arasıra yazı yazar mısın” diyorlardı. Ben de işte işgal yıllarında çoğuna şahit olduğum maçları yazınca, büyük alaka gördüm. Aman beni göklere çıkardılar ve bu şekilde yazmaya tahrik ettiler.
Şimdi bakınız bazı şeyler çok değişiyor. Eskiden Fenerbahçe Kulübü’nün bir kongre kararının yerine getirilmemesi çok büyük bir ayıptı, adeta suçtu. Şimdi ben komiteyi hep suçluyordum ve madem ki onlar yapmadılar bari ben elimden geldiği kadar bu işi yapayım dedim ve 1957’deki ilk yayını hazırladım. Şimdi size bir şey göstereceğim, bakalım ne diyeceksiniz? Bu işin alfabesi, yahut başlangıcı.
Atatürk ve Fenerbahçe
Eski kırmızı bir defter! Okuyucularımıza kapağındaki yazıyı okuyorum : “1918-1926 yılları arası Fenerbahçe maçları” ve eski Türkçe yazılmış bir defter. 80 senelik bir defter. Yani siz bunu yaklaşık 10 yaşında yazmaya başlamışsınız. İçinde skorlar cetveller de var. Çok ilginç, tarihçenin ilk menşei bu demek ki.
Şimdi biraz önce size Atatürk ile ilgili bir şeyden bahsettim. Ergun Hiçyılmaz biliyorsunuz Fenerbahçelidir. Kendisine “Ateş Hattı” programından bir sual tevcih ediyorlar. “Efendim Atatürk’e Beşiktaşlı diyebilir miyiz?” diye. O da sanki sarhoşmuş gibi “Diyebiliriz” diyor!…
Eğer Beşiktaş Kulübü böyle bir şey söylese idi, ben buna derhal müdahale ederdim. Ama bu bir şahıs. Beşiktaş saygıdeğer bir kulüptür. Böyle bir iddiada bulunmaz! Bizimle röportaj istediler. Bize şöyle dediler “Biz soracağız siz cevap vereceksiniz!” Bizi niye tahdit ediyorsunuz? dedik. Bu soruların dışına çıkmayacaksınız. “Efendim Atatürk tarafsız kişiliğini korumak için kulüplerin hepsine teveccühte bulunmuştur” falan denildi. Derken, ben hazırlıklı gitmiştim, Atatürk’ün Fenerbahçe’ye müteallik davranışlarını not almıştım. Mesela bizim stada büstünün konulması; Türkiye hudutları dahilinde Atatürk’ün bizzat büstünün konuşmasına müsaade ettiği tek staddır. Şimdi bakın bu kadar önemli bir olay o yıllarda normal bir olay imiş.
Bakın kulübe gelen telgrafı görüyorum ve kulübün 26. sene-i devriyesinde geliyor bu telgraf ve ben not almışım. O gün program yapılıyor. Daha önce Atatürk’e müracaat ediliyor. “Kulübümüzün 26. sene-i devriyesi 1 Haziran’dır. O gün aynı zamanda stadımıza Muhterem Reis-i Cumhurumuz, ulu zatlarının bir büstünü koymak istiyoruz. Müsaade buyurulur mu?” diye bir yazı gönderiliyor yaklaşık bir ay önceden; “Memnuniyetle” diye bir cevap alınıyor. Büst hazırlanıyor. Bir hafta evvel de Atatürk ve İsmet Paşa davet ediliyor. Bakınız bu 26. sene-i devriyede programda neler var:
Program
Gazi Büstü’nün açılış töreni.
Bir ecnebi futbol maçı
Zeki Sporel’in futbola vdası
Yunanlı atletin katıldığı müsabaka
120 Fenerbahçeli sporcunun geçit töreni
Atatürk’ten bu 26. sene-i devriye davetine gelen cevabı okuyorum.
“Fenerbahçelilerin gösterdikleri temiz duygulara teşekkürler ederim efendim” Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal
Ben bunu okurken ağlıyorum! İsmet Paşa’dan gelen cevap :
“Ulu Gazi’nin heykeliyle süslenen stadınızın kulübümüzün şerefli muvaffakiyetlerine sahne olmasını dilerim” Başveki
Bunlar çerçevelenecek şeyler. Ben bunu yaptıracağım ama bundan on binlerce yaptırıp dağıtmak isterdim. Herkes bu yazıları görsün efendim. Duymak başka görmek başka!
Projeler, Gruplar ve Gelecek
Bakınız geçen dönemde Fenerbahçe Hastanesi, Fenerbahçe Koleji gibi projeler hazırlanmış, devletten teşvikleri alınmış. Bunların bir bitiş tarihi var ve Birleşik Grup mevcut yönetime bu projelerin yapılması konusunda yardım teklif etmiş. Nitekim geçen haftalarda kulübe bir mektupla bu projeleri uygulamalarını şayet düşünmüyorlarsa, grup olarak bu göreve talip olduklarını ve müsaade istediklerini bildirdiler. Henüz cevap alınmadı zannederim. Bugün bunlar gerçekten iyi para ve alt yapı sağlayacak projeler.
Fenerbahçe Kulübü’ne hizmet için idare heyetinde olmak gerekli değildir. Dışarıdan çalışmaya imkan verilmelidir. Duyduğuma memnun oldum.
Kadıköy Grubu ile Birleşik Grup Derneği’nin birleşmesine ne diyorsunuz?
Bakın ben gruplara karşıyım. Birleşip birleşmediklerini bilmem.
Birleşik Grup bunu birleşme olarak düşünmüyor. Ancak tüm gruplar feshedilerek bir araya gelirlerse bu birleşme gerçek birleşme olur. Buna varız diyorlar.
Evet. Esas olan bu. Çok güzel bir görüş. Fenerbahçe’nin yükselmesi için birleşme ama gerçek birleşme olmalıdır.
Siz bilmezsiniz. Grupçuluk benim için doğdu. Onun için bu konuda konuşmak istemiyorum. Fenerbahçe Kulübü gül gibi idare ediliyordu ve 20-30 sene öncesinden 60 bin kişilik stada sahip olacaktı. Bu grupçuluk başladı ve her şey elden çıktı. Bu konuda konuşursam çok kişiyi kırarım!
Ama Fenerbahçe Kulübü’nün idare heyeti seçilmiş insana, görevi devam ettiği müddetçe saygı duyarım. Bilhassa Başkan’a. En sevmediğim dahi olsa saygı gösteririm, yardım ederim. Ama zararı hususları tenkit ederim daha sonra.
1907 Grubu
Demek ki Fenerbahçe’ye layık iyi yönetimler için beş sene bekleme süresini aşıp, kapıları delege sayısını yükseltmek ve grupları birleştirmek gerekli diyorsunuz. Bu beş sene süreyi kaldırma çalışmalarımıza destek veriyorsunuz.
Ben bunu bizzat yaşadığım için fevkalade destekliyorum. Çok sevdiğim saydığım Fenerbahçe sempatizanları maalesef bundan dolayı kulüpten uzaklaştılar. Hizmet veremediler. Ben taraftarım ve desteklerim bunu. Mesela bir 1907’ler Grubu var. Biri bendeniz, biri de Bedri Gürsoy. Orada o kadar kıymetli gençler var ki hepsi gerçek Fenerbahçeli. Daha bizim bilmediğimiz ne Fenerbahçe potansiyeli varmış. Bunlara karşı bigane durmak büyük bir gaflet hatta ihanet açıklaması.
Yaklaşımları güzel ve çağdaş arkadaşlar, çok çok dikkate alınması ve benimsenmesi gerekli bir Fenerbahçeli grup.
Amatör Şubeler
Efendim siz yönetim kadrolarında uzun yıllar görev yapmışsınız, eski kürekçisiniz, Fenerbahçe’nin amatör şubelere yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?
Yerden göğe kadar haklısınız. Ben bu acıyı 40 sene evvel tattım. Ve bu acıyı sildim. Bakın size o kadar cesurane konuşuyorum. Galatasaray Atletizm Şubesi bizi silip süpürürken “Bunları yeneceğiz” dedim ve yendik! Kararlı olunca Türk Atletizmine hükümran olduk. Şunu da söyleyeyim size ben bu şubelere önem verdiğim için en sevdiğim bir Fenerbahçelinin bana sempatisini kaybettim. Zeki Sporel beni çok severdi ama “Eh yeter artık” demiştir. Bakın 1907’liler Allah razı olsun Basketbol şubesine katkıları çok büyük.
Rakip kulüplerle mücadele için, dağılmamak gerekli, gücünüzü mutlaka memleketteki en popüler spor futbola teklif edeceksiniz ama amatör şubeleri de Fenerbahçe’nin şanına layık bir şekle getirmek için çalışacaksınız.
Bizim bir radyo kurduğumuzu biliyor musunuz?
Duydum ama detaylı bilmiyorum.
Deneme yayınlarında olan bu radyoyu, seçimlerden sonra kulübe devretmeyi düşünüyor Birleşik Grup. Sayın Dağlaroğlu, siz Fenerbahçe tarihinin yazarı olarak, Fenerbahçe’nin dünü ve bugünü arasındaki yapısal ve kültürel bağı en detaylı bilen kişilerden birisiniz. Bu açıdan bakıldığında Fenerbahçe’nin geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Öncelikle gerçek anlamda grupların samimi olarak, ancak kendi gruplarını lağvederek bir araya gelmeleri gereklidir. Bütün heveslerini, heyecanlarını kulübe teksif ederlerse bu düzelir. İhya olunur. Bu arada görüştüğümüz gibi bu beş sene bekleme süresinin de kalkması ve tüm Fenerbahçelilere görev yapabilme imkanı tanınmalıdır. Fenerbahçemiz fevkaladedir. Bugün Galatasaray’ın son beş senede gösterdiği atılım ve başarı dolayısıyla küçük çocukların artık Galatasaraylı olma hevesinden bahsediliyor. Bakınız, Fenerbahçe’nin güzel bir başarısı tekrar hakiki durumu ve halkımızın Fenerbahçe’ye sevgisini gösterir.
Takımdan umutlu musunuz?
Biraz sabırlı olmak gereklidir. Fenerbahçe geçen sene yıkılmadı. Senelerdir bozukluklar var. Çabucak netice beklemek yanlıştır.
Rıdvan için ne düşünüyorsunuz?
Vallahi, hocamızın kararı böyle, uyacağız.
En Unutamadığım Anı
Anılarınız çoktur. Bunlar arasında sizi en çok etkileyen anınızı okurlarımıza aktarır mısınız?
Beni en çok onurlandıran bir tanesini aktarayım; 1951 senesinde Türk atletizm tarihinde yurt dışına çıkan ilk kulüp takımı olarak Fenerbahçe Yunanistan’a gitti. Kadroda 16 enternasyonel atlet vardı. Nisan ayı Türk atletleri için iyi bir ay değildir. Hazırlık dönemidir. Yaz ayları bizim için önemlidir. Bu bakımdan Yunan atletleri bizden avantajlı idiler. Buna rağmen bu bir fırsattı ve ertelenemezdi. Yunan Milli Bayramında oluyordu bu karşılaşma. Ben de kulübün Genel Sekreteriyim ve organizasyonu da ben yapmıştım. Karşı taraftaki kulüplerin başkanları da ahbaplarım. Onlar bizi davet ettiler. Bir de Karabakis diye Yunanistan’ın o dönemler en büyük spor mağazasına sahip organizatör bir arkadaş var.
Müsabakalar 60.000 kişinin önünde 12 gün devam etti ve Fenerbahçe’nin puantaj durumu şöyleydi : 66 puanla Fenerbahçe birinci, 39 puanla Panathinaikos (Yunanistan’ın en eski kulübü) ikinci. Büyük bir sevinç yaşadık. Seyirciler arasında birçok da yabancı misyon var. Bizim büyükelçimiz de orada. Mükafat tevzi var ve biz 10 kupa kazanmıştık. Bizi kokteyle davet ettiler. Daha evvel de Panathinaikos futbol kulübü bize ziyafet verdi ve kulübün reisi Atletizm Federasyonu Başkanı zat bizi gayet kibar ve sportmence tebrik etti ve “Bizi Milli bayramımızda yenen takım Fenerbahçe olduğu için üzülmüyorum. Ayrıca altını çizen başka bir şey söyleyeceğim size. Ben yalnız Panathinaikos taraftarı değilim. Ben yalnız Yunan Atletizm Federasyonu Başkanı değilim. Fenerbahçe’nin sarı-lacivertli formasını üç sene sırtında taşımış bir futbolcu ağabeyinizim!” dedi. Meğerse 1915-1916 yıllarında Robert Kolej öğrencisi iken Fenerbahçe’de futbol oynamış. Bunları unutmak mümkün mü? Bakınız kokteylde de Ruşen Eşref Ünaydın Allah rahmet eylesin, “Atatürk’ün ruhunu da şad ettiniz sadece başarı kazanmadınız” dedi.
Yani Atamız boşuna Fenerbahçeli olmamış. Çok teşekkür ederiz, sayın Dağlaroğlu.
Rüştü Dağlaroğlu’nun 28 Mayıs 1926 tarihinde, henüz 18 yaşında iken, Fenerbahçe Spor Kulübü Hatıra Defteri’ne yazdığı yazı: “Ne mutlu Fenerbahçeliyim diyene!…”
2 Temmuz 1964, Fenerbahçe’nin ilk Atatürk Kupası ile müzesini şereflendirdiği gündü. Bu mutlu günü ve müthiş maçı Tapfereritter’in kaleminden okuyalım…
Maç öncesi iki takımın, maç sonrasında bir takımın şeref turu attığı kaç maç vardır acaba Türk spor tarihinde?
2 Temmuz 1964’te İnönü Stadı’nda oynanan Atatürk Kupası maçı böyle bir ilginçliğe sahne oldu. Sezonu 12. kez Türkiye şampiyonu olarak tamamlayan Fenerbahçe ile 2. kez Türkiye Kupası şampiyonu olan Galatasaray karşılaşma öncesinde seyircilerin huzurunda kupalarıyla tur attılar.
Oysaki Fenerbahçe aslında sezonu çoktan kapamıştı. 31 Mayıs’ta İzmir’de (1950 şampiyonluğuna benzer şekilde) tarihî bir maçta Altay’ı 3-0 yenerek şampiyon olmuş, sonrasında ise Lefter Küçükandoniadis’in jübilesinin ardından, yedek ağırlıklı bir kadroyla dört maçlık bir Karadeniz turnesi (Amasya, Samsun ve Adapazarı’nı kapsıyordu) yapmış, 22 Haziran’da tatile ayrılmıştı.
Galatasaray Nasıl Türkiye Kupası şampiyonu oldu?
Galatasaray futbol takımının ise sezonu devam ediyordu. Ligi (2 puanlı sistemde) Fenerbahçe’nin 11 puan gerisinde üçüncü olarak tamamlayan sarı-kırmızılılar Türkiye Kupası’nda finaldeydi. İzmir’deki ilk maç 0-0 bitmiş, Kupa şampiyonunun belirlenmesi İstanbul’daki rövanşa kalmıştı. Ancak, sonrasında birbirinden ilginç gelişmeler oldu: İstanbul Bölge Müdürlüğü 28 Haziran’daki rövanş için Futbol Federasyonu’na İnönü Stadı’nı vermedi ve 29 Haziran Pazartesi’yi önerdi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı da Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası nedeniyle maçın o tarihte oynanmasını istemiyordu (Fenerbahçe ve Ali Sami Yen statları inşaat halindeydi ve koca İstanbul’da final maçı oynatacak başka stadyum yoktu).
Altay Kulübü karara direndi. Altay Başkanı Rıdvan Burteçin; önceden kararlaştırıldığı şekliyle, maçı 28 Haziran Pazar günü gerekirse Alibeyköy Stadı’nda bile oynamaya hazır olduklarını açıkladı. Zira Galatasaray’ın Ordu Milli Takımındaki oyuncularını da (Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı ve Uğur Köken) oynatabilmek için maçın Pazartesi oynanması hususunda Futbol Federasyonu’na baskıda bulunduğunu iddia ediyordu. 25 Haziran’da Futbol Federasyonu gerçekten de maçın Pazartesi oynanmasına karar verdi. Aynı gün Galatasaray’a bir müjdeli haber de Genelkurmay Başkanlığı’ndan geldi: Üç asker futbolcusunu Pazartesi için izin çıkmıştı.
Aynı gün Altay Yönetim Kurulu toplandı ve protesto amacıyla maça çıkmama kararı aldı. 29 Haziran’da Galatasaray seremoniye çıktı ve “hükmen galip” ve “şampiyon” ilan edildi. Bunun ardından sahaya hücum eden Galatasaraylı taraftarlar da büyük bir coşkuyla sarı-kırmızılı futbolcuları sırtında taşıdı..
Atatürk Kupası ve Galatasaray’ın Teklifinin Zamanlaması
Atatürk Kupası ise bu dönemde gündeme gelmişti. (1961-1965 arasında iktidarda olan) Cumhuriyet Halk Partisi’nin 40. kuruluş yıldönümünü teşkil eden 9 Eylül 1963’te bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yapılması isteği, Beden Terbiyesi Genel Müdürü Fikret Altınel’in “Bu yıl temel atılması imkânsızdır” sözüyle, başlatılamayacağı anlaşılan Fenerbahçe Stadı’nın inşaatına yardımcı olunması koşuluyla kabul edilmişti (stadın açılışı ise 1982’yi bulacak, Fenerbahçe ne yazık ki yıllarca stadından mahrum kalacaktı).
Beşiktaş da organizasyona dahil edilince Atatürk Kupası üçlü bir turnuvaya dönüştü. Şampiyona Atatürk’ün 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un başlangıcında Kocatepe’deki duruşunu canlandıran bir heykel de bulunan 70 santim boyunda çok görkemli bir gümüş kupa sunulacaktı. Kura gereği 9 Eylül’de 38.000’i aşkın (biletli) seyircinin önünde hasılat rekoru kırılan ilk maçı oynayan Fenerbahçe ile Beşiktaş’tan gülen taraf 3-1’lik sonuçla Sarı-Kanaryalar oldu. Bu maçta Beşiktaş’tan transfer edilen Şenol Birol ve Birol Pekel de eski takımlarına karşı forma giydiği gibi, birer kez Beşiktaş filelerini sarsmışlardı. Diğer golün sahibi de yine bir dönem siyah-beyazlı formayı giymiş Selim Soydan’dı.
2 Ekim’de ise Galatasaray Beşiktaş’ı 3-0 yenince şampiyonluk Fenerbahçe-Galatasaray maçına kaldı. +1 averaj üstünlüğü bulunan Galatasaray’a şampiyonluk için beraberlik bile yetecekti. Ancak, maç Galatasaraylı yöneticilerin türlü mazeretleri nedeniyle bir türlü oynanmadı. Kupa adeta ortada kalmıştı. Galatasaray’ın Fenerbahçe’ye maç teklifi ise, Fenerbahçe’nin sezonu kapatıp plaja dağıldığı, Galatasaray’ın ise Türkiye Kupası final maçı için kampta olduğu 26 Haziran’da geldi.
Plaj Takımı Kamp Takımını Yeniyor
Fenerbahçe Kulübü’nün dürüst ve sportmen Başkanı “Yavuz” İsmet Uluğ’un aklından teklifi reddetmek geçmedi. Ancak ortada bir gerçek vardı: 22 Haziran’dan beri tatildeki Sarı-lacivertli futbolcuları denizden toplayıp maça çıkarmak gerekecekti. Galatasaray ise Türkiye Kupası maçı finali için her gün antrenman yaptığı bir dönemdeydi. Fenerbahçe Yönetim Kurulu, Başkanına serzenişte bulununca “Yavuz” İsmet, “Size sormadan kabul etmekle demek hata ettim. O halde, ben istifa edeyim, siz de kararı tanımayın” dedi. Ama Yönetim Kurulu da Fenerbahçe Yönetim Kurulu’ydu. En zayıf anında bile mazeretlerin arkasına sığınmazdı. Başkanının teklifini kabul etmedi.
2 Temmuz’daki maçın sonrasında İsmet Uluğ, Galatasaray’ın teklifini kabul edişini şu şekilde açıklayacaktı:
“Birincisi, Büyük Atatürk’ün adına oynanan bu kupanın finalini oynamamız lazımdı. İkincisi, ligde sekiz eksiği olan Galatasaray’ı yenemediğimiz için gururumuzla oynamaya kalkışmışlardı. Şartların tamamen aleyhimizde olduğu bir zamanda [bu] maça çıktık”
29 Haziran’da plajlardan toplanabilen Fenerbahçeli futbolcular 1 Temmuz’da bir antrenman yapıp, 2 Temmuz 1964 Pazar gecesi tıklım tıklım dolu İnönü stadına çıktılar. Maç adeta Lig ve Kupa şampiyonlarını karşı karşıya getiren bir Süper Kupa havasına bürünmüştü. Zaten iki yıl sonra da bu amaçla oynanacak Cumhurbaşkanlığı Kupası ihdas edilecekti.
Kupayı Kim Verecek? Maç Günü Türkiye’nin Gündemi..
2 Temmuz’daki final maçının galibine Atatürk Kupası’nı Başbakan Yardımcısı Kemal Satır’ın vereceği açıklandı. CHP’nin düzenlenmesini istediği kupayı CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü veremeyecekti zira. Türkiye dış politikada önemli dönemeçlerinden birindeydi çünkü.
1963-1964 döneminde Kıbrıs’ta anayasal düzenin Rumlar yüzünden bozulması ve Ada’daki Türklere yönelik saldırıların artması üzerine, Türkiye de 16 Ağustos 1960 tarihli Garanti Antlaşması uyarınca Ada’da anayasal düzenin yeniden kurulması amacıyla askeri müdahale seçeneğini tezekkür etmeye başlamıştı. TBMM 16 Mart 1964’te Hükümet’e tam yetki vermişti. İnönü 16 Nisan’da ise ünlü Time dergisine verdiği demeçte “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur” açıklamasını yapmıştı.
Bu dönemde, 5 Haziran 1964 tarihinde Türk siyasi tarihine “Johnson Mektubu” olarak geçmiş olan, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup Ankara’ya ulaştı. 9 Haziran’da ise Yunan donanması Ege’ye açıldı. 10 Haziran’da ise ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Türkiye’ye geldi. Arabuluculuk girişimleri başlamıştı. Başbakan İnönü de ABD’ye gitmeden önce TBMM’den istediği güvenoyunu 19 Haziran’da ucu ucuna aldı ve 21 Haziran’da bu ülkeye gitti. 27 Haziran’da diğer garantör ülke Birleşik Krallık’a, 30 Haziran’da ise Fransa’ya geçti.
Atatürk Kupası maçının oynanacağı 2 Temmuz günü Başbakan İnönü 12 günde 19.000 kilometre yol katettiği dış gezisinden dönüyordu.
İlk Yarı ve Devre Arasındaki Ümitsizlik
Büyük maç, 1947’de İnönü Stadı olarak açılmış, 1950’de ise Mithat Paşa’nın adı verilmiş stadyumdaydı. Yaklaşık 30.000 biletli seyircinin karşısına Fenerbahçe; Ali Filibeli – İsmail Alemdaroğlu, Özcan Köksoy, – Şeref Has (kaptan), Osman Göktan, Ali İhsan Okçuoğlu – Yüksel Gündüz, Hüseyin Yazıcı, Ogün Altıparmak, Birol Pekel, Aydın Yelken’den oluşan bir onbirle çıktı.
Galatasaray’ın ilk onbiri ise şu şekildeydi: Turgay Şeren (kaptan) – Candemir Berkman, Ahmet Berman – Mustafa Yürür, Ergun Ercins, Doğan Sel – Yılmaz Gökdel, Ayhan Elmastaşoğlu, Talat Özkarslı, Metin Oktay, Uğur Köken.
Maçın başında, yazımızın başlangıcında bahsettiğimiz üzere, iki takım şampiyonluk kupalarıyla birlikte, beraberce tur attılar.
Ardından Fenerbahçeliler için eziyet dolu olan ilk yarı başladı. Sarı Kanaryaların kasları maçı kabul etmiyor, Sarı-kırmızılılar ise baskıyı kurmuş, yükleniyordu. Nihayet Metin Oktay 38. dakikada Fenerbahçe filelerini havalandırınca, Galatasaray tribünleri Fenerbahçe’nin “atom forveti”ni kuran işadamı yöneticisi Müslim Bağcılar’a hitaben “Sen oyna Müslim, sen oyna” tezahüratına başlamışlardı.
Suskun Fenerbahçe taraftarı, devre arasında daha büyük bir eziyetle ikinci yarıyı beklemeye başlamışlardı.
Devre arası Fenerbahçe tarihçisi ve o dönem Kulüp’te yönetici olan Rüştü Dağlaroğlu’ndan:
“İki devre arasında Fenerbahçe soyunma odasını tam bir perişanlık havası kaplamıştı. Futbolcular fena halde sızlanıyor; ”Sezon kapandıktan sonra bu maç alınır mıydı!.. 3-4 atacaklar, rezil olacağız!” diye dövünüyorlardı.
Odaya tribünden tek bir idareci gelmişti. Yakınmalar ona idi. Bu yıkık morali düzeltme çabasına girişildi. Birkaç kamçılayıcı cümleden sonra, biraz gayret ve akıllıca oyunla maçı kazanacakları, hem de 3-1 kazanacakları söylendi. Sayılar tekrarlanarak ve “Üç.. bir” diye bağrılarak futbolcular 2. devreye çıkmışlar, ama yönetici odadan çıkamamıştı.”
İkinci Yarıda Şahlanan Fenerbahçe
Kupa Atatürk Kupası’ydı. Ulu Önder’in ebediyete uğurlandığı “O gün” (10 Kasım 1938) doğan bir çocuk da 2 Temmuz 1964’te Fenerbahçe formasıyla sahadaydı. Fenerbahçe’yi coşturan beraberlik golü 55. dakikada Ogün Altıparmak adlı Türk futbolunun bu yeni yıldızına nasip oldu.
Fenerbahçe tribünleri canlanırken, sahadaki Sarı-Kanaryalar şahlanmıştı bir kere.. Ve gün “Ogün”ündü.. İlk golün 10 dakika sonrasında Ogün Altıparmak bu defa geriden gelen pası Galatasaraylı Ergun Ercins’ten önce kaptı ve yıldırım gibi cezaalanına aktı. Turgay Şeren’i üzerine doğru çektikten sonra sola doğru kaydı ve plase bir vuruşla galibiyet golünü attı: 2-1.
Tribünlerde bir gök gürültüsü koptu. Bu sonuçla bile şampiyonluk Fenerbahçe’nindi. Ancak bir de “perçin” lazımdı.
O “perçin”i de Kaptan Şeref Has çaktı. 83. dakikada Yüksel Gündüz’le paslaşan Birol Pekel topu Şeref Has’ın önüne açtı. Açtı ama kaleye mesafe 35 metreydi. Kaptan mermi gibi vurdu. Önce direğe çarpan top Galatasaray fileleriyle kucaklaştı.
Maçı Milliyet’e yorumlayan Namık Sevik golü ve Fenerbahçe’nin muhteşem zaferini şu şekilde takdim ediyordu okuyucularına:
“Stat yerinden oynuyor, Turgay ise, çaresizlik içinde, düştüğü yerden ağır ağır kalkıyordu… Üzülmemeliydi Turgay.. Bu golü Avrupa’da da kurtaracak kaleci yoktu. Fenerbahçe 3-1 galip ve Atatürk Kupası’nı kazanmıştı. Evet, beklenmeyen şey olmuş, “Plaj takımı”, “Kamp takımı”nı 2. devredeki ağır darbeleriyle yenmişti”
Galatasaray’ın ilk golünden sonra dalgaya alınan Müslim Bağcılar ise, “son gülen iyi güler” misali, maç sonunda keyifliydi:
“Beşiktaşlılar da Galatasaraylılar da bağırdılar. Ama sonunda yine ben oynadım. Şampiyonluğa göbek atmayacak kaç kişi var Türkiye’de?”
Fenalık Geçiren Rüştü Dağlaroğlu’na Ne Oldu?
Demiştik ya.. Takım sahaya çıkmış ama Yönetici soyunma odasından çıkamamıştı. Neler olduğunu Dağlaroğlu’ndan okuyalım:
“[Yönetici] Bir süre sonra, “Goooool” feryatlarıyla kendine gelip, pencere başındaki sıradan ayağa kalkınca, kendini masaj masasına zor atabildi. Malzemeci başına buzlar koyarken, sahaya da; “Doktor… Doktor…” diye haykırıyordu. Maç sonrası, revirde tedavi görmekte olan yöneticinin başına koşanlardan, kaptan Şeref [Has], kulağına eğilip:
– İkinci devreye çıkarken sen fenalık geçiriyordun. Az sonra, ”Doktor… Doktor…” bağrışmalarını duyunca, seni kaybettik sandık. Ben, bu stadın eşini görmediği o 3. golü 30 metreden, “seni kaybettik” diye attım!” diyor, yöneticinin boynuna sarılıyordu.
Günün kahramanı Ogün Altıparmak da Dağlaroğlu’na sarılanlar arasındaydı:
“Bize moral verirken, ‘Kupa’yı kazanın, Atatürk’ün de ruhu şad olacak’ diyordun. Bir bu sözün, bir de beni Karşıyaka’dan, kırık ayağımla, ne mücadelelerle Fenerbahçe’ye aldığını hatırlayışım, sonra da kriz geçirişin bana çok dokundu. Yoksa o golleri atamazdım!”
“Şampiyon” sözcüğü bir başka yaraşır Fenerbahçe’ye.. Sebepsiz değildir. Çünkü birbirinden “heybetli”dir Fenerbahçe’nin şampiyonlukları.. 1964 yılındaki Atatürk Kupası gibi..
Fenerbahçe Spor Kulübü, 8 Mart 2019 günü, tarihinin en güzel etkinliklerinden birini gerçekleştirdi. 1954 yılında Ayten Salih önderliğinde Türkiye’de kadın basketbol ve voleybol takımlarını kuran Fenerbahçeli sporcular 65 yıl sonra yeniden bir araya geldi ve “Tarihe İz Bırakan Fenerbahçe Kadınları” temalı, duygu dolu bir organizasyon düzenlendi. Seçilen başlık gerçekten muhteşemdi. Tarihe iz bırakanlar… Fenerbahçe’de böyle kadınların sayısı gerçekten çok fazla. Bugün sizlere onlardan birini tanıtacağız. Nimet Selen, sporculuk günlerinde çağrıldığı adıyla : Lili…
Nilüfer Hızer Özgün hanımefendi (Rüştü Dağlaroğlu’nun kayıtlarına göre 33 maçta Fenerbahçe forması giyen ve 7 Temmuz 1940 tarihinde Beşiktaş’ı 5-2 yendiğimiz Millî Küme şampiyonluk maçında 5. golümüzü atan) eski futbolcumuz Faruk Hızer’in kızı… “Lili” Nimet Selen de, Nilüfer Hanım’ın teyzesi oluyor.
Sağdaki haber 8 Temmuz 1940 tarihli Akşam gazetesinden…
Nilüfer Hızer Özgün : Teyzem Fenerbahçe Kulübü’nün ilk kadın kürekçilerinden Lili. Aslında Nimet Selen ama kulüpteki kayıtlarda Lili olarak geçiyor. Anneannem İngiliz’di ve bu ad ile özdeş yaşadı ömrü boyunca. Biz ailece Fenerbahçe Kulübü’ndeniz. Rahmetli babacığım da eski Fenerbahçeli futbolculardan Faruk Hızer. Kendisini 14 yıl önce, 86 yaşında kaybettik. Ben de şu an Yüksek Divan Kurulu üyesiyim.
Nilüfer Hanım’ın İzzet ağabey’e gönderdiği, en yukarıda gördüğünüz fotoğraf, 5 Ağustos 1927’de düzenlenen ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de izlediği Moda Deniz Yarışları’ndan bir hatıra… Aşağıdaki gazete haberi ise bu yarışları anlatan Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası. Üstteki resimde Mustafa Kemal Paşa’yı, İsmet Paşa’yı ve Kazım Paşa’yı müsabakaları izlerken, alttaki resimde de “Lili” Nimet Selen’i kazandığı birincilik ödülünü alırken görüyoruz.
6 Ağustos 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
“Lili” Nimet Selen’e, o tarihten tam 40 sene sonra, 1967’de bu defa Faruk Ilgaz başkanlığındaki Fenerbahçe Spor Kulübü’nün “En az 40 yıllık üyelere Altın Rozet hediye etme” töreninde rastladık. Detaylarını “şurada” okuyabileceğiniz törende Nimet Selen de söz alıyor ve “İzmit’ten kalkıp bu törene yetişmek için vasıta zor buldum. Amma işte bu mutlu saatleri yaşamak, bütün yorgunluğumu unutturdu” diyor. Şansımıza, haberi yayınlayan Fenerbahçe dergisindeki resimlerden biri de Nimet Selen’e ait…
İzzet ağabeyimiz, fotoğrafı Nilüfer Hanım’a iletince şöyle bir yanıt ve iki tane çok değerli fotoğraf almış :
Nilüfer Hızer Özgün : Evet, sevgili İzzet bey. Resimdeki Nimet Selen benim çok sevgili teyzem. Bu resim bizde bile yok. Kendisi uzun yıllar İzmit-Tütünçiftlikte, o zaman İpraş, sonradan Tüpraş’ta muhaberat müdürü ve şirketin tüm dış anlaşmalarını tercüme eden yeminli mütercimiydi. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi, çok renkli ve çok yönlü bir insandı rahmetli. Ata biner, silah atar, kürek çekerdi. Bu arada, Çocuk Dostları Derneği’nin ilk kurucu üyelerindendi, rahmetli Süreyya Ağaoğlu ile birlikte… Ruhları şad olsun, çok kıymetli insanlardı. Size bir kez daha teşekkür ederim.
Asıl biz size teşekkür ederiz, Nilüfer Hanım… Fenerbahçe’yi, tarihini ve o tarihi yaratan Lili gibi kahramanları seviyoruz.
Fenerbahçe Spor Kulübü, 8 Mart 2019 günü, tarihinin en güzel etkinliklerinden birini gerçekleştirdi. 1954 yılında Ayten Salih önderliğinde Türkiye’de kadın basketbol ve voleybol takımlarını kuran Fenerbahçeli sporcular 65 yıl sonra yeniden bir araya geldi ve “Tarihe İz Bırakan Fenerbahçe Kadınları” temalı, duygu dolu bir organizasyon düzenlendi. Seçilen başlık gerçekten muhteşemdi. Tarihe iz bırakanlar… Fenerbahçe’de böyle kadınların sayısı gerçekten çok fazla. Bugün sizlere onlardan birini tanıtacağız. Nimet Selen, sporculuk günlerinde çağrıldığı adıyla : Lili Nimet Selen
Lili
Nilüfer Hızer Özgün hanımefendi (Rüştü Dağlaroğlu’nun kayıtlarına göre 33 maçta Fenerbahçe forması giyen ve 7 Temmuz 1940 tarihinde Beşiktaş’ı 5-2 yendiğimiz Millî Küme şampiyonluk maçında 5. golümüzü atan) eski futbolcumuz Faruk Hızer’in kızı… “Lili” Nimet Selen de, Nilüfer Hanım’ın teyzesi oluyor.
Sağdaki haber 8 Temmuz 1940 tarihli Akşam gazetesinden…
Nilüfer Hızer Özgün : Teyzem Fenerbahçe Kulübü’nün ilk kadın kürekçilerinden Lili. Aslında Nimet Selen ama kulüpteki kayıtlarda Lili olarak geçiyor. Anneannem İngiliz’di ve bu ad ile özdeş yaşadı ömrü boyunca. Biz ailece Fenerbahçe Kulübü’ndeniz. Rahmetli babacığım da eski Fenerbahçeli futbolculardan Faruk Hızer. Kendisini 14 yıl önce, 86 yaşında kaybettik. Ben de şu an Yüksek Divan Kurulu üyesiyim.
Nilüfer Hanım’ın İzzet ağabey’e gönderdiği, en yukarıda gördüğünüz fotoğraf, 5 Ağustos 1927’de düzenlenen ve Mustafa Kemal Atatürk’ün de izlediği Moda Deniz Yarışları’ndan bir hatıra… Aşağıdaki gazete haberi ise bu yarışları anlatan Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası. Üstteki resimde Mustafa Kemal Paşa’yı, İsmet Paşa’yı ve Kazım Paşa’yı müsabakaları izlerken, alttaki resimde de “Lili” Nimet Selen’i kazandığı birincilik ödülünü alırken görüyoruz.
6 Ağustos 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinden…
Altın Rozet Sahibi
“Lili” Nimet Selen’e, o tarihten tam 40 sene sonra, 1967’de bu defa Faruk Ilgaz başkanlığındaki Fenerbahçe Spor Kulübü’nün “En az 40 yıllık üyelere Altın Rozet hediye etme” töreninde rastladık. Detaylarını “şurada” okuyabileceğiniz törende Nimet Selen de söz alıyor ve “İzmit’ten kalkıp bu törene yetişmek için vasıta zor buldum. Amma işte bu mutlu saatleri yaşamak, bütün yorgunluğumu unutturdu” diyor. Şansımıza, haberi yayınlayan Fenerbahçe dergisindeki resimlerden biri de Nimet Selen’e ait…
İzzet ağabeyimiz, fotoğrafı Nilüfer Hanım’a iletince şöyle bir yanıt ve iki tane çok değerli fotoğraf almış :
Nilüfer Hızer Özgün : Evet, sevgili İzzet bey. Resimdeki Nimet Selen benim çok sevgili teyzem. Bu resim bizde bile yok. Kendisi uzun yıllar İzmit-Tütünçiftlikte, o zaman İpraş, sonradan Tüpraş’ta muhaberat müdürü ve şirketin tüm dış anlaşmalarını tercüme eden yeminli mütercimiydi. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi, çok renkli ve çok yönlü bir insandı rahmetli. Ata biner, silah atar, kürek çekerdi. Bu arada, Çocuk Dostları Derneği’nin ilk kurucu üyelerindendi, rahmetli Süreyya Ağaoğlu ile birlikte… Ruhları şad olsun, çok kıymetli insanlardı. Size bir kez daha teşekkür ederim.
Asıl biz size teşekkür ederiz, Nilüfer Hanım… Fenerbahçe’yi, tarihini ve o tarihi yaratan Lili gibi kahramanları seviyoruz.