Etiket: İsmet Uluğ

  • Kim Ne Derse Desin

    Kim Ne Derse Desin

    Muvakkar Ekrem Talu’nun Fenerbahçe-Galatasaray yazılarına bir yenisi ekleniyor. İster 1939 olsun, ister bugün; kim ne derse desin, en büyük rekabet bu. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Pazar Günkü Maç Münasebetiyle

    Yine Galatasaray-Fener’e Dair

    Kim ne derse desin!

    Şu iki sevimli kulübümüzün rekabeti başka oluyor.

    Karşı karşı geldikçe de, el ele verdikçe de duyulan heyecanı hangimiz inkâr edebiliriz?

    Kâfir futbolun üç buçuk meraklısı varsa bunun iki buçuğu, kâh tenkit edilen rekabet yüzü suyu hürmetinedir. Ben kendi hesabıma futbolu, çelik çomaktan daha fazla sevmemi bu rekabete hamlediyorum. Hoş eski çelik çomaklar bugünkü futbol müsveddesinden daha heyecanlı idi ya!

    Şimdi dinleyin de bana hak vermeyin!

    Cuma günü Galatasaray-Fenerbahçe karşılaşıyor. Mektepte daha Salı’dan faaliyete geçilir. Talebe futbolculardan Ulvi, Ali, Burhan, L. Mehmet, Muslih, Zıt Kemal, Mithat, Hayri, Fethi… Sürüsüne maşallah.  Zaten bütün takım talebe… Sıkı perhize geçerler. Perhizden maksat zayıflık rejimi değil! Öbür manada… Fakat sinirler de başlar gerilmeğe… İçlerinde yalnız Ali pilâv tabağı adedini arttırmıştır. Kemal de sahada tatbik edeceği nev icat muziplikler düşünmekle meşguldür. O akşam “Gran-kur” da son antrenman, Adil Giray’ın ve Mütevelli Mehmet’in huzurlarında tamamlanır. Perşembe, öğleden sonrayı beklemeden hatta tatlıdan da feragat edilerek erkenden kulüp lokaline düşülür.

    Ertesi gün için Bay Ziya’dan direktif alınacak. Yusuf Ziya, erkânı harbiyesini Sadun Galip, Eşref Şefik, Tahir Yahya, Adil Giray, Sedat Rıza ile teşkil etmiş bulunuyor. Salonun bir köşesine toplanılır ve kondüktörün madam vasıtasıyla sunduğu çaylar, kahveler içilirken ertesi gün için “plân” ihzar edilir. Sadun Galip’in Ali Naci’ye vereceği cevap, Tahir Yahya’nın Çelebi Said’e edeceği mukabele, Müçteba’nın Fikret’e karşı oynatılması, Ulvi’nin muhacim, atlet Vedat’ın santrfor, Nüzhet’in kaleciliği hep bu fasılda karara bağlanır. Elektrikler havanın kararmasına rağmen yakılmaz (şimdi de yakılmıyor amma, o zaman iktisat olsun diye değil!) esrarengiz vaziyet muhafaza edilir.

    Galibiyet takdirinde Necip’in Burgaz’daki evinde ziyafet çıtlatılır. Kunduralar Mahmut’un tamirinden geçer. Yıkanmış parçalı gömlekler ütücüden gelip kondüktöre teslim edilir. Perşembeleri lokal kapısı tıklım tıklımdır. Simalar ekseriya yabancıdır. Kimi, oyunculardan birine yaklaşarak:

    – Bana bir davetiye bulabilir misiniz?

    – Affedersiniz! Lakin sizi tanıyamadım!

    – Olsun efendim! Ben sizi tanıyorum ya!

    Yahud:

    – Falanca futbolcuyu görmek istiyorum!

    – Kim diyelim?

    – Geçen gün tramvayda nasırınıza basan zat geldi, dersiniz. Şeklinde beleşçiler muhavereleri duyulur.

    Peki diğer tarafta neler oluyor acaba?

    Kuşdili’ne giderken dere kenarında Osman’ın gazinosuna bitişik şipşirin beyaz boyalı bir bina. Burası “Fenerbahçe Spor Kulübü” lokalidir. Güzel tanzim edilmiş ufak bir bahçeden geçtiniz mi sağınıza bir tenis kortu gelir. Burada eğer akşam saati ise emektar Galip Mısırlı Tevfik ile bir parti yapmaktadır. Doktor İsmet, üstad Zeki ve Suat’ın ağızlarının suyu akıyor amma, ne çare ki ertesi günü mühim bir koz paylaşılacak. “Barba”nın asık suratına aldırmayarak yandaki kapıdan içeri dalanılar evvela “Mocuk’la karşılaşırlar. Fener kulübünün en büyük hususiyeti, şayanı takdir karakteri küçüklerin büyüklere hürmet, büyüklerin de küçüklere muhabbet beslemeleri ve otoriteyi sarsacak laubali hareketlerden büyük bir hassasiyetle tevakki…

    İşte karşıya gelen alt kat salonda Fuat Hüsnü, Hasan Kâmil, Saip Şevket, Avukat Ramiz, Hamid Hüsnü, Muvaffak Menemenci, merhum ziraat vekili Sabri, Şekerci Ali Muhiddin… Ali Naci de kendilerine iştirak etmiştir. O, bu topluluğun Göbelsi! Derken piyanonun alt başında iskemlelere mektebe başlayan uslu çocuklar sükûnetinde ağır başlı, terbiyeli faal elemanlar. Kıdem adabına pek riayetkâr olarak mevki almışlar. Üstat Zeki, Doktor İsmet, Nedim, Şekip, Kadri, Fahir, Sabih, Alâaddin, Bedri, Suat, Belesçi Ömer.

    O tarihlerde bu asil kulübümüzde de pek öyle “parazitler” yok… Cevat, Sedat, Füruzan, Ulvi, Ragıp, Şahap, Seyfi, Nihat, Haydar gibi gençler de kapının dışında ağabeylerini hayran hayran seyretmekte…

    Fikret, Muzaffer, M. Reşat daha gençler… Dördüncü takım elemanları… Sabih’in idaresindeki antrenman ve Mocuk’un idaresindeki bir maçtan yorgun dönmüşler, muntazam duşlar altında keyifli keyifli soyunup giyinecekler… Yarınki dedikodu ile alakadar bile değiller… Ha! Niyazi’yi, bu gelmiş geçmiş “en nazik Türk futbolcusunu unuttum sanmayın!… O daha İstanbul’a gelmemiş. İzmir’de sanatlar mektebinde okuyor ve Altay küçükleri sınıfında…

    İlk spor muharrirlerinden sevimli arkadaş Salim Hamdi gazetesine fazla malumat toplamak için yukarı katta müzenin bulunduğu odada Salt Çelebi’yi sıkıştırmış havadis istiyor.

    Derken cuma sabahı gelir çatar!

    Milliyet gazetesini açın! Fenere hücum! Akşamı açın! Galatasaraya hücum!

    Bir elli vapuru Kadıköy iskelesine yaklaşmaktadır.

    “Hamsi de koydum tatatavaya… Hamsi de koydum tatatavaya!”

    Sıçradı gitti hahahavayaya hahahavaya!

    Gitti de gelmez o kız buraya…

    Aman mino mino mino,

    Canım mino mino mino

    Papazın kızı of! İmamın kızı!…”

    Güverteden gelen bu sesler, Galatasaraylıların vapurda bulunduklarına işaret…

    Maçın neticesi ne olursa olsun “Hava” bugünkü kadar soğumaz ve söğüş olsun, dövüş olsun, bugünkü kadar şümullü değildir.

    Nitekim mesela ertesi hafta, o zamanlar muhakkak ki Arsenal’den da kuvvetli ve şöhretli olan (Slavya)lar, (Frengvaroş)lar, (Admira)lar karşısında el ele veren memleketin bu güzide evlatları düz beyaz ve bazen da lacivert-Sarı-Kırmızı yollu formalar altında Türk’ün yüzünü ağartmak için ayni gaye yolunda aynı miktarda ter dökerler.

    O zamanın ileri futbolumuzda düştüğümüz en büyük iki hatayı da ilave etmeden yazımı bitirmeyim. Biri Bekir’in Avrupa’da bırakılması, diğeri Refik’in diskalifiyesidir. Bu iki büyük hata futbolumuzun aleyhine birer ağır darbe olmuştur. Bir de daha eskisi var ki o da Hasan’ın ekmek parası aradığı için sürünecek kadar sefalete maruz bırakılıp cüzamlı gibi “profesyonel” damgası vurularak futbollumuzdan uzaklaştırılmasıdır. Ben bu üç “Gaf”ı da affedemiyorum.

    Ayağımı, dolayısıyla gençlimi feda ettiğim futboldan azıcık olsun şikâyetçi değilim de bugüne kadar devam edegelen keşmekeşten gönlüm mustarip. Elbet her zevalin bir kemali olacaktır. Ve Türk futbolu de layık olduğu parlaklığı her bakım dan ihraz edecektir.

    Benim meşin topa olan aşkım yaptığım mukaddimeden sonra, önümüzdeki maçta her iki kulübün berabere kalması hususunu iddiaya sevk ediyorsa da, Galatasaraylı olmaklığım, Galatasaray’ı, mantığım Fenerbahçe’yi galip görüyor. Geçen seferki tahmini de ilk hissim galip geldiği için o yolda ayarlamıştım. Hoş! Osman Münir arkadaşımız Sarı-Kırmızı aleyhindeki bir tahmine sütunlarında yer verir mi? Orası şüpheli!

    Takımları bilmemek de çok fena… Avrupa’da bir hafta evvel ilan bile edilir. Bizde “siyaseti hariciye” gibi gizli tutuluyor. Ne hikmettir anlamam!

    En akla yakın Galatasaray şeklinin: Osman; Lütfi, Adnan; Musa, Nubar, Bedii; Necdet, Süleyman, Cemil, Buduri, Sarafim olduğuna göre ve Fenerbahçe’nin de Hüsameddin; Yaşar, Lebib, Ali Rıza, Angelidis, M. Reşat; Şaban, Esat, Yaşar, Basri, Fikret halinde en kuvvetli manzara gösterdiğine göre takımları Eşref Şefik vari bir kantara vurup kıyas edelim:

    Kaleler; Fenerde daha emin, Geri müdafaa Galatasaray’da çok kıvamında, haf hattı Musa’nın klas üstünlüğüne rağmen Fenerde daha omojen. Hücum, dünyanın en iyi sol açığına malik olmasına rağmen “antrenmanlı” Galatasaray forvetinden daha mazbut gözükmüyor. Galatasaray’ın mutlaka kazanması için bir buçuk saatte Fener kalesini veresiye zorlamaları değil “delik” bulup arada parlamaları kâfi ki bu da şu yukarki elemanlarla (lakin bir tane noksansız) pek mümkün. Yoksa Şaban, Esad, serbest kalacak bir Fikret’in hazır loplariyle beni tahminim de bir kere daha aldatacaklardır.

    Fener takımındaki istikrarsızlıktan Galatasaray’daki meşhur zaafa düşmekte… Galatasaray da Necdet, Süleyman tarafını ferden daha ateşli bir hale sokabilmelidir. Selâhaddin gibi elemanların ise aktif futbolda Adnan Akın, Nuri Bosut hatta Ömer Besim kadar bile bir kıymeti kalmadığını anlamak için Avusturya müdafaasında yer almış olmak icap etmez sanırım.

    Haydi çocuklar! Ağabeyleriniz gibi oynayınız!

    Muvakkar Ekrem Talu – 17 Şubat 1939 – Vakit Gazetesi

    Not: Maç ne oldu diye soracak olursanız; 1-1 bitmiş.

  • Canlı Yapraklar – XII

    Canlı Yapraklar – XII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XII” : 1921 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XII

    Galatasaray’ın Macaristan ve Fenerbahçe’nin de Rusya seyahatlerinden sonra yabancı memleketlere vaki üçüncü futbol turnemizin takviyeli Galatasaray takımı tarafından orta Avrupa’ya yapıldığı malumdur.

    1921 senesi Ağustos nihayetlerinde başlayıp ekim sonunda biten bu 2 aylık büyük turneyi o zamanlar Galatasaray umumi kaptanı Yusuf Ziya (Öniş) Bey’in teşebbüsüyle bir seyahat komitesi hazırlamış ve kafile başkanlığını da reis Ali Sami (Yen) Bey merhum yapmıştır. Kurulan komite İsviçre, Almanya, Çekoslovakya ve Macaristan’da yapılacak 17 maçın münhasıran Galatasaray kulübüne mensup kadro tarafından oynanmasını karar altına almıştı. Fakat Ali Sami Bey merhum, Avrupa’da maç yapılırken (Galatasaray) değil, fakat doğrudan doğruya, (Türk) isminin mevzuubahis olacağın hatırlatıp karara muhalefet etmiş ve kadronun memleketin en iyi futbolcularından kurulmasına çalışılması lüzum ve prensibini müdafaa etmişti. Komite, nihayet, bu yerinde görüş ve kanaate boyun eğdi ve Ali Sami Bey’e bu yolda tam salâhiyet verdi. Bu hususu, merhumun bir mektubundan aynen iktibas ediyoruz:

    (… Galatasaraylı arkadaşları bu hususta ikna ettikten ve tam salâhiyet aldıktan sonra birinci sınıf kulüplerimize müracaat ettim. Akdedilen bir içtimada -ki Süleymaniye ve Anadolu murahhas göndermemişlerdir – kulübümün hiç bir teferrüt gayesi takip etmediğini, renk ve isim meseleleri hususunda dahi hiçbir ısrarda bulunmayacağımı söyledim… Fenerbahçe kulübü, bilâkaydü şart, muavenet vadetti fakat Altınordu ile İttihatspor kulüpleri bazı mazeretler dermeyen ettiklerinden müspet bir netice elde edilemedi. Ve ondan sonradır ki seyahat komitesi bizzat oyunculara müracaata mecbur kaldı. İş şekli makulünü kaybetmişti, bittabi nakıs oldu…)

    Galatasaray takımı o tarihlerde hiç de kuvvetli ve mütesanit bir manzara arz etmiyordu. Bu bakımdan, seyahat komitesinin fazlaca taassup yüzünden, düşmek üzere olduğu büyük hatadan Ali Sami Yen beyin yüksek dirayetiyle kurtulduğu muhakkaktır. Filhakika, o devrin 7 çok kıymetli futbolcusu tarafından takviye edilmiş kadronun aldığı dereceler göz önünde tutulursa yalnız Galatasaray kadrosuyla yapılacak 17 maç neticesinin nispetsiz derecede daha kötü tecelli edeceği aşikârdı. Nitekim yenilen 71 gole karşı yapılan 19 golün 16’sını hariçten alınanlar atmışlardır.

    İki grup halinde ve ağustos sonlarında yola çıkan takviyeli Galatasaray kafilesine, bu suretle, Fenerbahçe’den Zeki, İsmet ve Galip, Altınordu’dan Nedim ve Cafer, İttihatspor’dan da Refik Osman ve Bekir dâhil oldular.

    İki ay süren bu seyahatin başarısızlığı Galatasaray muhitinde şiddetli bir ihtilât doğurmuş, kulüp sarsıntılar geçirmiştir. Ayrıca, uğurunda 4 yıl kan döktüğümüz dünkü müttefikimiz Almanya matbuatının bu turne vesilesiyle yaptığı çirkin ve müstehziyane neşriyat da çok garip ve asap bozucu idi.

    Alınan neticeleri kafile başkanı ve kulüp reisi Ali Sami Bey merhum aşağıdaki sebeplere atfetmiş ve şöyle ifade eylemiştir:

    “Takımımız uğradığı mağlubiyetlere müstahak değildi. Eğer iyi sevk ve idare edilmiş olsaydı, İsviçre’den çıktıktan sonra yaptığı 15 müsabakadan, Hamburg, Nürenberg ve Prag hariç, 12’sini galibiyetle bitirebilirdi. Fakat takım tertibindeki hatalar, otorite zafiyeti, teknik bilgisizlik, maçların çokluğu, çayıra intibak edemeyiş, sakatlıklar, bir kısım futbol kaidelerinin Almanya’da yanlış tatbiki ve nihayet yerli hakemler bu imkânı takımımızdan aldılar.”

    Kanaatimizce, sahada alınan neticelerin tatminkâr olmamasına ve o zamanki bir kısım Alman gazetelerinin hezeyanlarına rağmen, Galatasaray’ın dâhilen büyük gürültülere sebep olan 33 yıl önceki seyahati, her dış seyahat gibi, futbolumuzun ilerlemesi ve Türklüğün tanıtılması bakımlarından yine de…

    Filhakika, gelecek yazımızda görüleceği üzere, Alman halkı, gazetelerinin neşriyatlarının tersine olarak, fesli Türkleri beğendikleri gibi medeni insanlar olarak görünce şaşalamışlar, sahada yalnız acayip acayip sıçrayacak sandıkları futbolcularımızın yine kendileri gibi koşup oynadıklarını da hayretle görmüşlerdir.

    Kabul etmek gerekir ki, biz bir zamanlar Avrupa ve Amerika’da olduğumuzdan başka ve acayip şekillerde tanınmış idiysek bunda gizim de kabahatimiz büyük olmuştur. Çünkü biz kendimizi tanıtmaktan daima kaçınmışızdır. Bugün dahi, Türkü henüz iyi tanımayan muhitlerde kendimizi tanıtmamız için en müessir ve mükemmel vasıtanın futbol temasları olduğu muhakkaktır. Zira yüz bin, iki yüz bin gibi en büyük insan topluluklarına bugün sık sık ancak futbol maçlarında rastlanılmaktadır.

    Yukarıdaki resim, takviyeli Galatasaray takımının 33 yıl önceki Orta Avrupa turnesinde üçüncü maça çıkışı sırasında Almanya’da alınmıştır. İlk iki maçını İsviçre’de (Lausanne Spor) a karşı 7-0 ve İsmet’in kolunun çıktığı maçta da (Servette) önünde 10-0 kaybeden takımımız Almanya’ya geçmiş ve Karlsruhe’ye gelip 4 Eylül 1921 günü Fenix takımı ile karşılaşmıştır.

    Sahaya: Nedim, Cafer, Hüseyin, Refik, Galip, Nihat, Necip, Bekir, Ballaşa, Zeki ve Müçteba tertibinde çıkan takımımız oyunun başlarında Ustrumcalı Hüseyin’in bir ıskasını müteakip yediği golle, umumiyetle hâkim oynadığı bu üçüncü maçı da maalesef 1-0 kaybetmiştir.

    İşte, yukarıdaki resimle, o günün cidden çok kıymetli, fakat talihsiz (11) ini tanıtalım.

    Sağ baştan: Müçteba merhum (Galatasaray) Refik Osman (İttihadspor), Galip merhum (Fenerbahçe), Zeki Sporel (Fenerbahçe), Bekir (İttihadspor), Ustrumcalı Hüseyin merhum (Galatasaray), Cafer Çağatay (Altınordu), Yusuf Ziya Öniş, Nihat Bekdik (Galatasaray), Macar Ballaşa (Galatasaray), Nacip Şahin merhum (Galatasaray) ve maçın Alman hakemi, Diz çökmüş olan da Nedim Kaleci (Altınordu)dir.

    (Gelecek resim ve yazı; takviyeli Galatasaray takımı 33 sene evvel Karlsruhe stadında rakipleriyle beraber ve o zamanki Alman ve Çek gazetelerinin Türkler ve futbolumuz hakkındaki cahilâne telâkki ve hezeyanlarından örneklerdir.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 12 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – XI

    Canlı Yapraklar – XI

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – XI” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – XI

    Evvelce de bilmünasebe bahsettiğimiz gibi, Fenerbahçe 1922/23 senesi İstanbul şampiyonluğunu yalnız hiç yenilmeden değil, aynı zamanda, 14 maçta attığı 67 gole karşı kalesine tek bir sayı yaptırmadan kazanmıştı. Bu fevkalade hâdise, 1904’den beri, tam 50 senedir devam eden İstanbul futbol şampiyonasında eşi olmayan bir başarıdır. Yukarıda sunduğumuz resim, işte, o yılın maçlarından ikinci devredeki Fenerbahçe – Galatasaray karşılaşmasından bir kaç dakika önce alınmış bulunuyor.

    Tutunabilmiş ilk Türk kulübü olan Galatasaray, ilk seneler üst üste 3 yıl yeni doğmuş genç Fenerbahçe’yi yenmişti. Zinde ve sabırlı Fenerbahçe kendisinden 2 yıl kıdemli rakibine nihayet 22 Aralık 1913’teki lig maçında mağlûbiyet acısını 4-2 netice ile tattırdı. Böylece, iki en eski Türk kulübü arasında teessüs eden muvazene şedit, fakat samimi ve hayırlı bir rekabetin de doğmasına imkân verdi. Bir ara, Altınordu’nun sahneye çıkmasıyla, birkaç yıl hararetini kaybeden bu rekabetin 1921’den sonra yeniden canlandığını görürüz… Fakat bu şiddetli rekabet, o zamanki gençliğin spor telâkkilerindeki şuur ve olgunluk dolayısıyla yalnız sahada kalır, maç bitince, tebrik ve tesellileri müteakip, galibiyet – mağlubiyet artık unutulurdu.

    İşte; yukarıdaki fotoğraf, eski Fenerbahçe ve Galatasaray sporcularındaki bu büyük meziyetin en canlı misali ve hâtırasını da taşımaktadır. Gün 9 Mart 1923 Cuma’dır.

    Fenerbahçe’nin Şekip, Hasan Kamil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Âlâ, Zeki, Ömer ve Bedri’den müteşekkil o meşhur mütareke seneleri kadrosu; Nüzhet, Necip, Edip, Salâhaddin, Nihat, Hayri, Arif, Mehmet Nazif, Kemal Nejat, Muslih ve Ulvi’den müteşekkil Galatasaray’ı hakem Kratki’nin İdaresinde Taksim’de 4-0 yenmiştir.

    Dedikodu ve münakaşası haftalarca önce gazete sütunları ve dillerde başlayıp ve uzayıp giden bu maç, takımlar sahadan çekildikten sonra artık tarihe karışmış ve esas kardeşlik devam eder olmuştur.

    Nitekim maçtan sonra Galatasaray futbolcu ve idarecileri Fenerbahçelilerin davetlisi olarak Beyoğlu’nda Chat Noir pastahanesinde büyük bir çay masası etrafında toplandılar.

    Galatasaray’ın o zamanki cidden çok kıymetli ve fevkalade sportmen idarecilerinden meşhur “Kin” şairi Emin Bülent merhum ayağa kalktı. Beliğ hitabetiyle uzun bir nutuk söyledi: Sporun gayesini hatırlattı. İki kulüp arasındaki samimi rekabetin Türk sporuna ettiği faydaları teşrih etti ve nihayet günün galiplerinin cidden güzel oyun ve haklı galebelerini övüp onları tebrik etti.

    Fenerbahçeliler de aynı şekilde konuştular ve arkadaşlarına teşekkür ettiler. İki grup yekdiğerlerini (Şa… Şa… Şa…)larla selamladılar ve birbirlerine kardeşçe sarılıp ayrıldılar.

    Esefle itiraf olunmalıdır; bugün bu yakınlık ve samimiyet sahnelerinin artık sadece tatlı hâtıraları kalmıştır. İki en eski Türk kulübüne düşen vazife bir zamandan beri hasreti çekilen mazinin kardeşlik havasını ihya etmek olmalıdır. Yurdumuzun bu medarı iftihar spor ocakları arasında yeniden yaşanacak böyle mutlu bir havanın manevi büyük huzuru karşısında sevinmeyecek, iftihar etmeyecek tek bir insan tasavvur olunabilir mi?

    İşte, o mutlu devirden 9 Mart 1923 ün kıymetli hâtırasını canlandıran yukarıdaki resimde futbolumuzun ne kıymetli ve ne şöhretli simaları bir araya gelmemişler ki!

    Bakın; sağ baştaki gözlüklü sivil Galatasaray’ın eski meşhur sağaçığı Fazıl’dır. Ağır ve mülâhham vücuduna rağmen merhumdaki sürat ve çeviklik harikulâde idi. Sağındaki Fenerbahçe’nin çetin müdafii meşhur Kadri (Göktulga)dır. Sonra, Fenerbahçe kalecisi Şekip (Kulaksızoğlu), Fenerbahçe sol hafı ve halen İstanbul Üniversitesi Rektörü Fahir (Yeniçay), Galatasaraylı Necip Şahin merhum, Sokoni Vokum Türkiye Müdürü ve Amerikalarda (Çanakkale fırtınası) lakabıyla anılmış, Milli Takımımızın ilk kaptanı Hasan Kâmil (Sporel), futbolumuzda (A) ve (Ye) Mehmet lakaplarıyla maruf ve meşhur Galatasaraylı Mehmet Nazif, Galatasaraylı aslan Nihat (Bekdik), Galatasaraylı Arif, Milli Takımımızın (15) golle 32 yıldan beri ve hâlâ gol kıralı ve İstanbul mebusu Fenerbahçeli üstat ve kaptan Zeki (Sporel), hâlen büyükelçi Galatasaraylı Kemal Nejat (Kavur), futbolumuzun meşhur (Beleş) i Fenerli Ömer (Tanyeri), Türk Ticaret Bankası Umum Müdürü Galatasaraylı Hayri (Gönen), Galatasaraylı Salâhaddin (Uzer), Galatasaraylı meşhur Muslih Hoca (Peykoğlu), Fransa’da talebe müfettişi Galatasaraylı Uzun Ali ve Galatasaraylı Edip.

    Yerdekiler; yine sağdan: Fenerli Sabih (Arca); Galatasaray’ın Adil Giray’ı istihlâf eden kalecisi Nüzhet; futbolumuzun bir zamanlar rakipsiz solaçığı Fenerbahçeli meşhur Dr. Bedri (Gürsoy); Fenerbahçeli Alâeddin (Baydar); Türk futbolu ve Fenerbahçe’nin celâdet örneği ve namdar (Yavuz) u Dr. İsmet (Uluğ) ve nihayet devrinin şöhretli ve çetin sol müdafii Fenerbahçeli Eczacı Cafer (Çağatay).

    Ya sol baştaki 4 sivil kimlerdir, dersiniz? Birçoğunuz pek seçemeyeceksiniz… İşte, her biri büyük şöhret olan bu zevat da sağdan itibaren:

    Romanya ile milli temasımızın hakemi ve Avusturya milli takımının eski oyuncularından, hâlen İstanbul’da ticaretle meşgul, Çekoslovakyalı maruf Kratki; (Spor âlemi)nin o müteşebbis ve fedakâr sahip ve kurucusu, girgin organizatör, Taksim Stadı’nın pek talihsiz banisi ve ilk Türk spikeri Fenerbahçeli Çelebizade Sait (Çelebi) merhum ve nihayet kalpaklı Galatasaraylı Sermet Kevkep’tir.

    İki, üç dakika sonra başlayacak bu lig maçının hakeminin uzun pantolon ve iskarpinli kıyafeti garibinize mi gitti? Hiç de gitmesin… Zira o devirde hakemler bugünkü gibi kısa pantolon ve kramponlu futbol ayakkabısı giymezlerdi! Umumiyetle şehir kıyafetiyle, hatta kravatlarıyla; en fazla ceketlerini çıkararak, maç idare ederlerdi!

    (Gelecek resim ve yazı: Takviyeli Galatasaray takımı 33 yıl önce Almanya’da Karlsruhe sahasında…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 5 Haziran 1954 – Akşam Gazetesi

  • 1925 Tayyare Kupası

    1925 Tayyare Kupası

    Kıymetli Dr. Emin Kurt, 1925 Tayyare Kupası hakkında bilgi ararken yolumuz kesişti. Biz de Spor Alemi dergisinden maçın hikayesini çıkardık. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Tayyare Kupası Maçı

    Bidayette sert oynayan bir iki oyuncuya karşı hakemin şiddetli davranmaması ve müteaddit faulleri protesto için halkın bütün oyuncuların asabiyetini tahrike kafi bağırışmaları oyunu zevksiz, renksiz bir hale sokmuştu.

    Bir senedir müteaddit defalar karşılaştıkları halde yekdiğerini bir türlü mağlup edemeyen ve İstanbul’un en kuvvetli takımları olan Galatasaray ve Fenerbahçe’nin tekrar karşılaşmasına Tayyare Kupası güzel bir vesile olmuştu.

    Maç günü Taksim Stadyumu’nun önü mahşeri bir hal almıştı. Sahanın etrafı ve tribünler diğer maçlar kadar olmamakla beraber yine kalabalıktı.

    Kazım Paşa, Cenani Bey, Hamdullah Suphi Bey, Ali Hikmet Paşa, mebuslar, Emin Bey ve rical-i hükümet mevki-i mahsusta bulunuyorlardı. Saat tam altıda her iki takım binlerce kişinin alkışları arasında sahaya yayıldılar. Oyuna İngiliz hakem (Allen)ın idaresinde altıyı on geçe başlandı.

    1925 Tayyare Kupası

    Galatasaray takımında epey tahvilat vardı:

    Ulvi, Ali, Mehmet, Suphi, Nihat, Kemal, Kamil, Mithat, Kerim, Şadi, Mehmet’den ibaret olan bu takım son Fener-Galatasaray kozunu pay etmek üzere Hunter tarafından sahaya çıkarılmıştı.

    Fenerliler ise:

    Şekip, Kadri, Cafer, Fahir, İsmet, Ragıp, Bedri, Sabih, Zeki, Alaaddin, İhsan’dan mürekkep olan eski takıma yeni bir uzuv ithal etmişlerdi.

    Maç ilk devrenin nihayetine kadar çok düzgün olarak oynandı. Ve fena ki birkaç oyuncunun şiddetli harekatı belirmeye başladı. Oyunda oyunluktan çıkmış, maç hazır bulunanları sinirlendirecek değil, adeta tiksindirecek bir şekil almaya başladı…

    Hakem Mister Allen ise tekme atan, çarpan, küfreden oyunculara ceza verecek yerde, müfrit bir İngiliz soğukkanlılığı ile bütün bu yapılanları görmemezliğe gelerek adeta yangını körüklüyordu. Ve nihayet böyle güzel idare yüzünden hakikaten yirmi oyuncuyu birbirine düşürecek sahne de görülmedi değil!

    İlk haftaymda Fenerbahçe, ikinci de ise Galatasaray vaziyete hakimdi.

    1925 Tayyare Kupası

    İkinci kısımda sol açık Kamil Bey’in havadan giden bir iki şutu, Fener kalesinin ta yakınından harice kaçan iki vuruşu sarı laciverde, Zeki’nin ve Alaaddin’in birinci ve ikinci haftaymda attıkları beş altı şut da, sarı kırmızılara çok elim dakikalar yaşattı.

    Maçın hitamına on dakika kala sağ içten, yerden aldığı bir pası Zeki bir dripling yaparak Ali ve Mehmet’in arasında sıkıca bir şutla ağlara taktı.

    Bu golle koz pay edilmiş, Fenerbahçe dördüncü maçta nihayet şerefi temin etmişti.

    On dakika için her iki taraftan da ümide düşenler vaziyetin değişmediğini gördüler.

    Maçın hitamında Fener oyuncuları taraftarlarının omuzları üzerinde soyunma odasına kadar fevkalade tezahüratla naklolundular.

    Nasıl oynadılar: “Galatasaray”

    Ulvi: Birçok şutları bilhassa zaviyeden girecek olan bir şutla, diğer üç dört şutu maharetle tevkif etti. Oyunlarında terakki gözüküyordu.

    Mehmet ve Ali: Çok çalıştılar. Bu iki müdafi en ziyade topu kendi sahalarından uzaklaştırmak istiyorlar. Ekseriyetle arkadaşlarına pas vermekten uzak bir sistem takip ediyorlar.

    Nihat: Üç dört maçtan beri eski muvaffakiyetli oyunlarını aratacak bir oyun oynuyor. Bilhassa bu maçta çok hiddetten fazla sert bir oyun tarzı ihtiyar etti.

    Kemal: Sol açıkları tutmaktaki mahareti bu oyunda da teslim edildi. Yalnız önündeki forvetlere yardımı pek iptidai..

    Suphi: İleride iyi bir oyuncu olacağı bedihidir. –Biri ve en mühimi müstesna- iyi idi. Şadi ile yaptığı paslar aynı hizada olduğundan müessir değildi.

    Şadi: Yalnız ayağına gelen topu etrafına tevzi vazifesini görmek istiyor.  Kaleye hiçbir zaman tehlike olamıyor ve verdiği paslar ileriye, eşapelik paslar olduğundan arkadaşları istifade edemiyor.

    Kerim: Pas tevzii fena değilse de kale önünde kesretle açıklar pas veriyor. Kale önünde santrforun açıklara verdiği paslarla yalnız oyunu açmak kabildir. Kerim Bey bilmeyerek Cafer Bey’in vazifesini kolaylaştırıyor.

    Mithat: Pasları güzel ve hasım için tehlikeli ise de kale önünde şutu düzeltip atmak için fazla vakit kaybetmesi büyük bir hata.

    Kemal: Çalışmayı bıraktığı takdirde ileride fevkalade bir oyun oynayacaktır. Cuma günü de iyi idi.

    “Fenerbahçe”

    Şekip: Asabının bozuk olduğu rivayet olunan Şekip Cuma günü iyi idi.

    Cafer, Kadri: Bidayette Cafer antrenmansızlığı yüzünden alelade bir oyun oynadı ise de bilahareoyunu fevkaladeleşti.

    İsmet: İsmet’i Rus maçlarında gördüğümüzden beri biraz hafif gördükse de muhacimlerine birden verdiği paslar şahane idi.

    Fahir: Cuma günü en iyi oyunlarından birini oynadı. Gerek müdafaası gerekse de muhacimlerine yardımı İzmir maçlarından beri çok iyidir.

    Ragıp: Güzel meziyetleri bulunan Ragıp askerlik dolayısıyla fazla yorgun olmasına rağmen Cuma günü fena bir oyun oynamadı.

    İhsan: Cuma günü vazifesini hüsn-ü istimal etti. İleride iyi bir açık olmaya namzettir. Görgüsü azdır.

    Alaaddin: Açığa uzun pasları, sol içe eşapelik pasları iyi idi. Geri gelmesi, bu sebeple fazla yorulması hasım tarafa fazla tehlike olmaktan kendini uzaklaştırdığını nazar-ı itibare almalıdır. Otuz pastan (voledelapir) attığı şut fevkalade idi.

    Zeki: Ayağı geçtikçe kıymeti artmaktadır. Zeki’yi antrenmanlarına devam ettiği takdirde fevkalade bir halde göreceğimize kaniiz. Golü çok şıktı.

    Sabih: Sol açığa ve sağ içe verdiği paslar fevkaladedir. Geriye fazla yardım etmesi hatadır. Bu sebeple birkaç gollük pası alamadı.

    Bedri: Seri bir oyuncudur. Cuma günü fena değildi.

    Spor Âlemi – 18 Haziran 1925

    1925 Tayyare Kupası
  • Canlı Yapraklar – X

    Canlı Yapraklar – X

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – X” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – X

    Bugün İstanbul’un 4 kümeye bölünmüş 92 kulübü içinde öyleleri vardır ki, bunlar hangi kümede olurlarsa olsunlar, taşıdıkları adları ile birer (tarih)tirler. İkinci kümedeki Anadolu, Süleymaniye, Anadoluhisarı İdman Yurdu ve dördüncü kümedeki Altınordu kulüpleri gibi.

    Siyah-Beyaz formasıyla, uzun seneler İstanbul semtinin en kudretli kulübü olarak temayüz eden (Süleymaniye)nin bugün adını sık sık işitmemek onun yüce tarihinin silinmiş veya unutulmuş olması manasına gelmemelidir.

    Şöyle, 35 yıl öncelere gidelim. Ve futbolda İstanbul’un birinci kümesine göz atalım… Göreceğiz ki orada 6 kulüp vardır… Bunlar: Fenerbahçe, Galatasaray ve yukarıda adları geçen 4 kulüptür.

    40 yıl önceye gidelim… 1915 te de küme yine aynı 6 kulüpten müteşekkil olarak bütün bir hüviyet ve kudretiyle karşımıza çıkar. Hem de öyle bir küme ki şartlar, aşağı yukarı bugünkü gibi, müsavi olduğundan karşılaşmalarda hiç bir kulüp için önceden kati bir üstünlük iddiası varit olamaz. Her maç çetin, her karşılaşma şedit bir mücadeledir.

    Yıllarca birbirleriyle kaynaşmış ve sporumuzun bugünkü ileri durumunun, hemen her şube için ve uzun yıllar kahrını çekmiş bu emektar 6 kardeşin bugün, 40 sene sonra, çil yavrusu gibi dağılmış olmaları hakikaten hazindir. Fakat bu, onların şaşaalı tarihlerine bir nakisa teşkil etmeyeceği gibi bir gün yine bir arada ve en üst kümede toplanmalarının imkânsız olduğu manasını da taşımaz.

    1910’da kurulmuş olan (Süleymaniye Kulübü) nün gerçekten şaşaalı bir tarihi vardır. Kaleci Büyük Nedim’ler, solaçık Zeki’ler, Fikret’ler, Büyük Orhan’lar, Arif’ler, Hikmet’ler, Badi Şükrü’ler, Ahmet’ler, Arap Hüseyin’ler, Kemal Halim’ler, daha sonra Hamdi’ler ve Lütfi’ler… Ve daha nice kıymetler bu eski ve köklü yuvada yetiştiler.

    Futbolda Milli Takıma müteaddit elemanlar veren ve İstanbul ikinciliklerini alan Süleymaniye, atletizm ve bilhassa bisiklette de birçok Türkiye şampiyonluklarına erişmiştir.

    Bu eski ve kıymetli spor ocağımızın 15 yıl önceleri güttüğü Yenibahçe stadı dâvasını müspet bir neticeye bağlayamaması cidden talihsizlik olmuş ve onu lâyık olduğu büyük gelişmeden mahrum bırakmıştır.

    İstanbul semtinin, en az çeyrek asır için, en kuvvetli kulübü olan Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile olan münasebetleri 40 sene, fasılasız olarak, büyük bir kardeşlik havası içinde devam etmiştir.

    1913’de bir ihtilaf yüzünden cuma ligine giremeyen Süleymaniye’nin Büyük Orhan ve Zeki gibi en kıymetli futbolcularını, o sene pazar liginden mâda cuma ligine de ayrı bir takımla katılan Fenerbahçe’ye ödünç olarak vermesiyle başlayan bu samimiyet 1939’da Yenibahçe sahasında ilk ve son defa olarak tertiplediği 29uncu yıldönümü bayramını Fenerbahçe ile beraber kutlamasıyla en yüksek dereceye varmıştı.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile 40 yıl sürmüş kardeşçe münasebatı içinde dikkate şayan bir nokta vardır ki, o da, bu kulübümüzün talihinin Sarı-Lacivertliler önünde hiç de yâr olmayışıdır.

    Filhakika; İstanbul’da gelmiş, geçmiş ne kadar kulüp varsa bunların, istisnasız olarak hepsi Süleymaniye’den zaman zaman birçok silleler yemişlerken, yalnız Fenerbahçe bu iste muaf kalmıştır.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe ile karşılaşmalarının listesi önümde… 70 kadar maç yarmış. Fakat hiçbir galibiyeti yok. Yalnız, 30.11.917’de 2-2, 9.2.1947’de de 1-1’lik iki beraberliği var. Halbuki aynı Süleymaniye meşhur Altınordu’ya 6, Galatasaray’a 4’er golle bir kaç defa galip geldiği gibi, birincisi tarihlerinin ilk karşılaşmasında olmak üzere Beşiktaş’ı da birkaç defa yenmiştir.

    Süleymaniye’nin Fenerbahçe önündeki talihsizliği daha ilk karşılaşmalarında, hem de büyük bir belâgatle kendini göstermiştir. Biraz da Fenerliler fazla insafsız davranmışlardır.

    Ama kabahat da yine Süleymaniye’dedir. Şöyle ki; 40 yıl kadar maziye rücu edelim:

    11 Aralık 1915 cuma günü (Union Club) sahasındayız. Hava yağmurlu ve saha çamurlu.

    Maçı tehir edelim mi, etmeyelim mi? Düşünüyorlar. Fakat, Süleymaniyeli talihsizce bir celâdet gösteriyor: «- Buraya kadar geldik, oynayalım artık!» diyor.

    Fenerbahçe umumi kaptanı Galip merhum için verilecek cevap malumdur artık: «- Pekâlâ oynayalım!» mukabelesinde bulunuyor. Bulunuyor ama o da rakibinin celâdet ve bilhassa geçen haftalardaki oyunlarından ürkmemiş de değildir.

    Çünkü; Süleymaniye daha evvel yaptığı 3 lig maçında, sırasıyla Anadolu’ya 3-2, Anadoluhisarı İdman Yurdu’na 1-0 ve Altınordu’ya da 6-2 galip gelmiştir ve dördüncü kabak bu gidişle Fenerbahçe’nin başında patlayacaktır!

    Bu haleti ruhiye altında başlayan maç, bütün tahminleri altüst eden bir netice ile bitti: Birinci devrede 8, ikincide de 4 gol yapan Fenerbahçe, yılın namağlup rakibini tarihteki bu ilk karşılaşmada 12-0 gibi, yıllarda görülmemiş bir netice ile hayal kırıklığına uğrattı.

    İşte, Fenerbahçe ile Süleymaniye arasında 11 Aralık 1915 teki 12-0’lık maçla başlayan futbol karşılaşmaları 19 Şubat 1949’daki 5-2’lik maçla, şimdilik sona ermiş bulunuyor. İnşallah, profesyonel kümede yakinen yeniden başlayıp devam eder.

    Yukarıdaki resim, senede vasati olarak iki karşılaşma halinde 35 yıl devam etmiş olan Fenerbahçe-Süleymaniye maçlarından birini canlandırmaktadır. Bundan 32 sene evvel, 12 Ocak 1923 te Kadıköy’de yapılan bir lig maçından önce alınmıştır.

    Fenerbahçe ligde ilk devrenin 7nci ve sonuncu maçını oynamağa çıkmış bulunuyordu. Daha evvelki 6 maçta, sırasıyla Hilâli 4-0 yenmiş, Altınordu ile 0-0 berabere kalmış, Galatasaray’ı 3-0, Anadolu’yu 2-0, Darüşşafaka’yı 5-0 ve Vefa’yı da 5-0 yenmişti, 14 maçta (1) beraberlik ve (13) galibiyet ve sıfıra karşı (67) golle kazandığı emsalsiz 1922/23 İstanbul şampiyonluğuna doğru dolu dizgin gidiyordu.

    Yusuf Ziya Öniş’in hakemliğinde oynanan bu maç cidden çok heyecanlı olmuştur. Bilhassa Hikmet ile Cevat’ın cansiperane müdafaalarıyla Süleymaniye, gol atmakta çok mahir, o ele avuca sığmaz meşhur rakiplerine ilk 45 dakikayı haram etmiş ve gol yememiştir.

    Ancak 2nci haftaymın 25inci dakikasında sol müdafi Cafer’in uzaktan savurduğu şiddetli bir şut ağlara takıldıktan sonradır ki Sarı-Lacivertli muhacimler sinirden kurtulmuşlar ve neticeyi 5-0 lehlerine sona erdirmişlerdir.

    Resimde 11 Fenerli ve 9 Süleymaniyeli görüyorsunuz. O zamanın âdeti veçhile, o gün de iki Süleymaniyeli gecikmiştir. İçlerinde tanımadığınız var mı?

    Ben 2 Süleymaniyeliyi tanıyamadım. Diğerlerini beraber sayalım:

    Ayaktakiler, iki meşhur Süleymaniyeli hariç, Fenerlilerdir;

    Sağ baştan: Fahir (Yeniçay), Kadri (Göktulga), Sabih (Arca), Hasan Kâmil (Sporel), Cafer (Çağatay), Ömer (Tanyeri), Süleymaniyeli müdafi Cevat, Doktor İsmet (Uluğ), Diş tabibi Bedri (Gürsoy) Süleymaniye santrhafı meşhur Hikmet (Barlan), Şekip (Kulaksızoğlu), Alâeddin (Baydar), Zeki (Sporel).

    Yerdeki Süleymaniyeliler, yine sağdan: Abbas, Salâhaddin, Arab Hüsnü, kaleci, Safa ve sol baştaki de müdafi Saimdir.

    (Gelecek resim ve yazı, Taksim stadında 32 sene evvelki bir Fenerbahçe – Galatasaray maçına ait enteresan hâtıralardır.)

    Rüştü Dağlaroğlu – 29 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – VII

    Canlı Yapraklar – VII

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – VII” : 1923 yılından geliyor.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – VII

    İşgal ve mütareke seneleri öyle bir devirdir ki Fenerbahçe kulübünün şanlı mevcudiyetini başlı başına ebedileştirmeğe değer…

    35 – 36 yıl öncelere ininiz…

    Üç kıtanın o muhteşem Osmanlı İmparatorluğu artık çökmüştür. Yarım milyon şehit, bir o kadar sakat ve bir milyon da yaralı diyarı memleketimiz sefalet ve ıstıraplar içinde kıvranırken yurt da yer yer işgal edilmiştir. Böylece Türk milleti son ümitle ölüm kalım mücadelesi içindedir.

    Yurdun ıstırap içinde kıvranan köşelerinden İstanbul’da, tarihin en büyük savaşından muzaffer çıkmış mağrur düşmanların her renk, din ve ırktan çeşit çeşit orduları toplanmış bulunuyorlar! Orada Türk’ü kıvrandıran her türlü hareket içinde spor ve bilhassa (futbol) da vardır. Türk’e haram kılınan hak ve hürriyet (spor) u da içine almıştır. Bir sahada iki Türk kulübü maç yaparken müsabakanın yarım kaldığını ve gençlerimizin sahayı tahliyeye mecbur olduklarını görürsünüz. Çünkü; düşman takımları gelmişler, antrenman veya maç yapacaklardır!

    Eğer bu kahredici (tahliye), daha açık tabirle (kovulma)lardan Fenerbahçe takımı istisna edildi ise bunu ona karşı bir (lütuf) değil, fakat bir (hürmet) nişanesi olarak kabul etmek gerekir… Filhakika, o işgal senelerinin Fenerbahçe takımı kazanma azmi, teknik kudret ve golcülük kabiliyeti ve namağlup unvanıyla mağrur düşmanları kendisine karşı hürmetkâr davranmağa mecbur bırakmıştı.

    Fenerbahçe, ananevi tevazu ve ağır başlılığını o devirlerde de gösteriyordu. Meydan okumuyor, fakat hasımdan davet bekliyordu… Bu davet, önce, 25 Kasım 1918 Pazar günü için Fransızlardan geldi.

    Fenerbahçe, onlara gereken dersi vermekten geri kalmadı! Semasından güneş eksik olmayan muhteşem İmparatorluğun takımları da boylarını ölçmek istediler. Bu teşebbüsler fasılasız devam etti ve silsile halinde tepelendiler.

    O kadar ki; millet coşuyor, 11 Fenerbahçeli, işgalin kahredici senelerinde, 11 kahraman olarak milletin yaralı sinesinde ebedi sevgi ve matemli vatan ufuklarında da ümit haleleri yaratıyorlardı.

    İstanbul işgalinin ilk ayıdan son günlerine kadar muhtelif mahiyetler altında tam 5 senelik bir seyir takip etmiş Fenerbahçe – Düşman maçları türlü tesir ve hüviyetler arz etmiştir.

    Evvelâ (tanışma) ve (spor) gayesiyle başlanmış karşılaşmaların yavaş yavaş büründükleri (milli) hüviyet, heyecan ve asabiyet içinde yaşanan (iddia) lar o devri yaşayanlarca unutulamaz. Fenerbahçe’yi millete sevdiren sebeplerin başında işgal ve mütareke senelerinin bu iddialı karşılaşmaları gelir kanaati ileri sürülürken bu heyecanlı maçların iktisap ettikleri milli hüviyet kendiliğinden tezahür etmiş olmaktadır.

    Tanışma ve spor yapma mahiyetinde başlamış karşılaşmalardan İstanbul işgalinin ilk haftalarına rastlayan birini müteakip, Aralık 1918’de, düşman sansürü altındaki gündelik gazetelerimizden birinde neşrolunmuş şu yazı enteresandır:

    (… Oyundan sonra Fenerbahçeliler İngilizlere bir çay ziyafeti keşide etmişler ve bu ziyafette İngilizlere karşı samimi ve dostane nutuklar irad eylemişlerdir. Bilmukabele İngilizler de, iki hafta evvel Fransızların yaptıkları gibi, kemali samimiyet ve teessürle cevap vermişler, Türklüğü ve Türkleri tamamıyla yanlış anlamış olduklarını itiraf ederek ötede beride Türklere karşı vuku bulan kusurlarının affını rica etmişlerdir… Bu cümleden olarak, 2 hafta evvel Fransızlara çekilen çay ziyafetinde Fransızlardan biri Pierre Loti’nin gazetemizde münderiç makalesini okumuş ve alkışlanmıştı. Fenerbahçe kulübü, bu müsabakalarla Türk gençliğini, Türk milletinin nezahet ve kibarlığını spor sahalarında İngiliz ve Fransızlara göstermek ve arada münasebet ve temaslar hasıl eylemek gibi meşkûr bir gaye takip eylemektedir ki bu, hakikaten şayanı takdirdir.)

    Seneler ilerlemiş, Anadolu’da doğan milli istiklâl hareketi büyümüştür… Fenerbahçe zaferleri millete nihai istiklâl zaferi için ümitler saçmakta, maçlar artık (milli) hüviyetine bürünmüş bulunmaktadır… Yaşanan muazzam (iddia) düşmanı her taraftan; Mısır’dan, Irak’tan, Malta’dan, Cebelüttarık’tan seçme futbolcular getirmeğe mecbur bırakmakta, bütün bunlar da tesirsiz kalmaktadır.

    Hatta muntazam ve sistemli çalışmalar, haftalarca süren kamp rejimleri, müstesna bir disiplin duygusu Fenerbahçelinin azmi önünde daima beyhude olmakta, o mağrur generallerin mevud muhteşem kupaları da milletin sevinç gözyaşları arasında kazanılıp Sarı – Lacivertin şanlı müzesini boylamaktadır.

    2-0 ‘lık meşhur Grenadiers Guards maçından sonra işte bir yazı:

    (… Temaşagiran arasında fesler uçurtan bu sayı gözler yaşartıncaya kadar Fenerbahçelileri alkışlattı. Bu İngiliz şampiyonu da kendilerine nazaran pek küçük oyuncular karşısında mağlup oldular. Müsabakanın nihayetinde Fenerbahçe ‘soyunma odasında hasımlarının vücutlarında yaptığı yaralar tedavi ile meşgul olunurken memnuniyetle sahayı terk eden binlerce Türk’ün etrafa çökmeğe başlamış karanlıkta beliremeyen simalarını yükseklere kaldırarak çıkardığı sadalar ve (Yaşşa Fener!) âvazeleri ufuklara Türk’ün yeni büyük bir zaferini aksettiriyordu.)

    İşte, yukarıda gördüğünüz fotoğraf işgal yıllarındaki fasılasız Fenerbahçe zaferlerinden birinin çok kıymetli hâtırasıdır. 4 Şubat 1923 te oynanan Fenerbahçe – Eseks, Engineers muhteliti maçı başlamadan önce alınmıştır.

    Bu tarihî maçı 3 – 0 Fenerbahçe kazandı. Solaçık Bedri’nin 2 inci dakikadaki ilk golüne santrfor Zeki 40ncı dakikada ikinciyi eklemiş, gene Bedri 88inci dakikada üçüncü bir şahane golle takımının büyük zaferini perçinlemişti.

    Ananevi dilimli formalarıyla o devrin göz bebeği kahraman Fenerbahçelileri tanıyor ve seçebiliyor musunuz?…

    Size yardım edelim: Sağdan itibaren oturanlar: Sağaçık Sabih (Arca), Solbek Cafer (Çağatay), sağhaf Kadri (Atamer), kaleci Feyzi ve sağiç Alâaddin (Baydar).

    Ayaktakiler, gene sağdan: Solhaf Fahir (Yeniçay), soliç Nevzat (Usberg), santrfor Zeki (Sporel), solaçık Bedri (Gürsoy), sağbek Hasan Kâmil (Sporel) ve santrhaf İsmet (Uluğ).

    İngiliz muhtelitinden iki oyuncu resimde yokturlar. Hasan Kâmil’in sağındaki gülümseyen Cardiff City’nin o zamanki meşhur beynelmilel soliçi Ceyms Meys’tir.

    (Gelecek resim ve yazı, Fenerbahçeden iltihaklardan sonra 1916 da çok kuvvetlenen ve şampiyon olan Altınordu’nun meşhur kadrosu ve futbol tarihimizde Fenerbahçe-Altınordu rekabeti…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 8 Mayıs 1954 – Akşam Gazetesi

  • Canlı Yapraklar – II

    Canlı Yapraklar – II

    Fenerbahçe tarihinin hâmisi Dr. Rüştü Dağlaroğlu‘nun 1954-1955 yıllarında Akşam gazetesinde yayınlanan ve 1957 kitabının öncülü olarak yazılarını kıymetli büyüğümüz Müzdat Dağlaroğlu‘nun müsaadesiyle sitemizde yayınlıyoruz. Huzurlarınızda “Canlı Yapraklar – II” : 1923 yılından geliyor

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Spor Tarihimizden Canlı Yapraklar – II

    Yukarıdaki fotoğraf 31 yıl önce, mütareke ve işgal senelerindeki bir futbol turnuvasının şampiyonluğunu kazanan Fenerbahçe takımına altın madalyalar takılışını gösteriyor.

    “Futbol maçından sonra 11 oyuncuya merasimle madalya? Bu da nasıl iş?” diyorsunuz, değil mi? İşte, pekâlâ oluyormuş… Hem de ne tantanalı merasimle ve ne muazzam bir cuşühuruş için de! Eğer, o karanlık yılları siz de yaşamış, onun acılarını siz de çekmiş olsaydınız millete, o en buhranlı zamanda, ümit ve iman aşılamış futbol takımına yapılan bu merasimi bugün hatta çok az bile bulurdunuz!

    Mayıs 1923’de zamanın iki spor gazetesi (Türkiye İdman Mecmuası), ile (Spor Âlemi) Taksim stadında muazzam bir futbol turnuvası tertiplemişlerdi. Bu turnuvaya katılanlar:

    Fenerbahçe, Galatasaray, Anadolu, Süleymaniye, Ermeni muhteliti, Makabi, İngiliz kara muhteliti ve yine meşhur İngiliz Yıldırım takımıdır.

    Turnuvanın şampiyonuna 90 santim boyunda gümüşle işlemeli pek muhteşem bir kupa verilecek, ayrıca, takımı teşkil eden 11 futbolcuya da birer altın madalya talik olunacaktı. Tesadüf bu ya, kurada İngiliz takımları Fenerbahçe’nin bulunduğu gruba düştüler.

    İngiliz takımları ve Fenerbahçe… Bu iki mefhum Türk futbol tarihinin unutulmaz, şanlı bir faslını teşkil ederler… İngiliz takımlarının Fenerbahçe’den çektiklerini, yedikleri silleleri Taksim meydanı bugün dile gelse de anlatsa!

    Bu turnuva maçlarına Ramazan Bayramının ikinci gününe rastlayan 18 Mayıs 1923 cuma günü Fenerbahçe – İngiliz kara muhteliti karşılaşmasıyla başlandı. Sarı – Lacivertli takım hasmını, hem de bir İngiliz hakem idaresinde, 5 – 0 mağlûp edip tasfiyeye uğrattı.

    Turnuvanın dömifinal maçlarından biri 25 Mayısta Fenerbahçe ile İngilizlerin meşhur Yıldırım takımı arasında yapıldı. Fenerbahçe bu kuvvetli hasmını da, Çekoslovakyalı Kratki’nin hakemliğinde 4 – 0 hezimete uğratıp finale kaldı. Diğer taraftan, yerli takımlarla çarpışan Galatasaray da finale kaldığından şampiyonluk iki ezeli rakip arasında paylaşılacaktı.

    İşte, bu tarihi final maçı 15 Haziran 1923 cuma günü Taksim stadında muazzam bir kalabalık önünde oynanmıştır.

    Nüzhet, Salâhaddin, Ali, Hayri, Nihat, Edip, Arif, Firuz, Necip, Fehmi ve Muslih’ten mürekkep Galatasaray takımına karşı çıkan:

    Şekip, Hasan Kâmil, Cafer, Kadri, İsmet, Fahir, Sabih, Alâ, Zeki, Ömer ve Bedri’den müteşekkil o tarihi ve namağlúp Fenerbahçe kadrosu çok üstün bir oyun çıkarmış ve 63 üncü dakikada Bedri’nin korner atışından Ömer kafa ile ilk golü yapmıştır.

    İşte, bu gol ihtilâf mevzuu oldu. Galatasaray, faullü atıldı diye itiraz ediyor, hakem Çekoslovakyalı Kratki de golün nizami olduğunda ısrar eyliyordu. Maçta hazır bulunan Selâhaddin Adil paşa işe müdahale edip takım kaptanları Zeki (Sporel) ve Nihat (Bekdik) ile temasa geçti. Fenerbahçe kaptanının:

    “Maça devam edelim, eğer müsabaka bu tek gole ile nihayetlenirse biz kupayı rakibimize veririz. Fakat başka sayı veya sayılar yaparsak kupa bizim olur” suretindeki makul ve aynı zamanda da celadetli teklifi kabul olunmadı ve Galatasaray sahayı terk etti.

    O tarihlerde Fenerbahçe Galatasaray’ı üst üste yeniyor ve 5 maçta tek bir gol yemeden ezeli rakibine tam 15 gol atmış bulunuyordu… Kratki’nin 3 defa çaldığı düdük neticesiz kalınca, muhteşem kupa Selâhaddin Adil Paşa tarafından turnuvanın hiç gol yemeden şampiyonluğu kazanan Fenerbahçe takımı kaptanı Zeki’ye verilmiş ve ayrıca da 11 Fenerli futbolcuya altın madalyaları yine devrin o muhterem paşası tarafından talik olunmuştur.

    Oldukça uzun süren bu merasim esnasında, Taksim stadyumunu dolduran muazzam kalabalık mütareke ve işgal senelerinin o muzaffer çocuklarının bu çok mutlu taltiflerini içleri açıla açıla seyrediyor, alkış ve tezahürattan yer yerinden oynuyordu.

    İşte, yukarıdaki resim bu tarihî merasimde Selâhaddin Adil Paşa’nın, turnuvanın şampiyonu Fenerbahçe takımının kıymettar uzuvlarından devrin meşhur sağaçığı ve sonraları 7 defa enternasyonal Sabih (Arca)nın göğsüne altın madalya takışını göstermektedir.

    (Gelecek fotoğraf ve yazı, 39 yıl önceye ait çok enteresan bir hâtıradır: “Hilâliahmer kupası” için, Galatasaray – Altınordu hokey muhteliti İstanbul hokey şampiyonu Fenerbahçe’ye karşı…)

    Rüştü Dağlaroğlu – 3 Nisan 1954 – Akşam Gazetesi

  • Galip Ağabey

    Galip Ağabey

    Galip Kulaksızoğlu’nu; Nasuhi Baydar’dan, Bedri Gürsoy’dan, Ragıp Ziya Mağden’den, Cem Atabeyoğlu’ndan ve Memduh Eren’den dinlemiştik. Bir de Şevket Soley’den okuyalım… Galip Kulaksızoğlu’nun heykelinin kulüp girişine dikilmediği bir Fenerbahçe, eksik bir Fenerbahçe’dir. Çok eksik… Nur içinde yat, Galip ağabey.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçeli Merhum Galip Ağabey

    Bir zamanlar Fenerbahçe’nin her şeyi olan bizim bir Galip ağabeyimiz vardı.

    1.80’den fazla boylu, kırmızı yüzlü, sert bakışlı, dik vücutlu, daima saçı ve sakalı matruştu. Gayet ciddi ve otoriterdi.

    Bizim ondan ödümüz kopardı. Ne zaman yüksek sesle konuşsak veya arkadaşlarla şakalasırken biraz sözlerimizin ayarını kaçırsak, hemen yanımızda peyda olur bizi bir güzel azarladıktan sonra bazan da kovardı. (Fakat biz kapıdan kovulsak bacadan girerdik. Şimdikiler gibi para ile arttıranın üstünde kalmazdık.)

    Onu biraz kızmış görsek, kedi görmüş fare gibi kaçardık. Hepimizi sık sık payladığı halde biz ona yine bayılırdık. Hele bizi bazan adam yerine koyup da bir iki lâkırdı edecek olsa, hemen yılışır, kedi gibi yanına sokulur, etrafında dolaşırdık.

    Yanan kulübün salonunda Galip ağabey, Sait Salâhaddin bey, Yavuz İsmet, Dr. Hamit bey, Zeki Rıza Sporel ve diğer kodamanlar oturuyorlarsa biz salona giremez kapıdan bakardık. İçlerinden küçüklere karşı en çok alâka ve Güleryüz gösteren Sait Salâhaddin bey, bizi ekseriya içeriye dâvet ederdi. Hepimiz önümüzü ilikleyip ayaklarımızın ucuna basarak içeriye girer, onların konuştuklarını duyabilecek bir yere büzülür hic lâfa karışmazdık, Konuştuklarını safi kulak kesilip dinler, zevkten kendimizden geçerdik.

    Galip ağabey, kulüpten on para almadan kendini Sarı-Lâciverde vakfetmişti, Onun anası, babası, evlâdı, karısı velhasıl her şeyi Fenerbahçe idi.

    Çok titizdi. Kulübün bahçıvanı Barba’nın yaptıklarını beğenmezdi. Onu yanında yamak olarak kullanırdı. Yanan kulüpte ve şimdiki staddaki ağacların ekserisini kendi eliyle dikmişti. Topları, raketleri, fileleri o tamir ederdi. Kulübün badanasını bile o yapar sobayı da o kurardı. Lambo ile sahanın çizgilerini cizer, kale direklerini boyar, ağları örer, çimenleri biçerdi.

    Fitaları, kürekleri hep o yağJar, temizler onlara evlât gibi bakardı.

    Birinci takımda gözünü, kolunu, bacağını esirgemeden, canını dişine takarak, hem de takımın on bir yerinde aynı muvaffakiyetle oynardı. En kızdığı şey, korkak ve şişen futbolcu idi. Çok sert ve asabi olduğu halde hiç kimse onun kasdi bir faul yaptığını, maçta kavga ettiğini veya hakeme itiraz ettiğini görmemiştir.

    Fevkalâde tenisçi, kürekçi, hokeyci, balıkçı ve avcı idi. En iyi arkadaşları Sait Salâhaddin, Tevfik Haccar, Yahya bey, Şakir bey, Dr. İsmet, Zeki Rıza idi.

    Galip ağabey genç denecek yaşta birdenbire olüverdi. Ben bunu duyunca inanmadım. O aslan gibi adam nasıl ölürdü? Beni bir sıksa suyumu çıkarırdı. Benim gibi bir sıska yaşarken o dev gibi adam ölür müydü hiç? Fakat öldüğünün hakikat olduğunu anlayınca, bizi sık sık hırpalayan bu adam için, babam ve ağabeyim öldüğü zaman da o kadar ağlamıştım. Daha hâlâ babam ve ağabeyimi hatırlayınca içim nasıl yanarsa, Galip ağabeyi de hatırlayınca içim aynı derecede yanar ve kanar.

    Galatasaraylılar Ali Sami’lerini, Beşiktaşlılar Şeref ve Hüsnülerini, Vefalılar Saim’lerini unutmadılar. Her sene toplu olarak gidip kabirlerinl ziyaret ediyorlar. Kulüplerini kuran, yaşatan ve yükselten insanlara karşı, Galatasaraylıların, Beşiktaşlıların ve Vefalıların vefakârlığını gıpta ile seyrediyorum ve diyorum ki:

    Her kongrede ismini hürmetle, minnetle andığımız halde, neden bugüne kadar biz de toplu bir halde gidip, Galip ağabeyimizin kabrini ziyaret ederek, mezarının üstünü bürüyen otları ellerimizle temizleyerek, yeni çiçeklerle süslemiyoruz. Buna önayak olmak idarecilerin vazifesidir. Bugüne kadar bunu ihmal eden idarecilere teessüf etmemek imkânsızdır. Fakat yeni idare heyetinin reisi sayın Zeki Rıza, Galip ağabeyin en yakın arkadaşlarındandır. Sevgili Galip ağabeyimizin sonbaharda ölümünün yıldönümüdür. Zeki Rızadan o gün bütün Fenerbahçelileri toplayarak bizi Galib ağabeyimizin mezarına götürmesini ve bunun her sene tekrarlanmasını kendisinden rica ediyorum.

    Şevket Soley – 27 Haziran 1955 – Akşam Gazetesi

  • Yirmi Metrelik Futbol Sahası

    Yirmi Metrelik Futbol Sahası

    Mübalağa olduğunu düşünmeyin; 6 Mart 1921 tarihinde Taksim Stadı’nda oynanan Fenerbahçe-Pera maçında iki taç çizgisinin arasının mesafesine bakılacak olursa “Yirmi Metrelik Futbol Sahası” lafı hiç de yanlış olmaz. İşgal döneminde İstanbul’un önemli spor olaylarından biri olan bu maçı, dönemin Spor Âlemi dergisinden okuyalım.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu

    Fotoğraf: “Muhterem” imzalı resimde “Fenerbahçe ve Pera takımları” bir arada gözüküyor. Fotoğrafa dikkatle bakınca Fenerbahçe kadrosundan birkaç ismi sayabilmek mümkün oluyor: Sabih Arca, Zeki Rıza Sporel, Hasan Kamil Sporel, İsmet Uluğ ve Alaaddin Baydar sayabildiklerimiz.


    Taksim Maçları

    Fenerbahçe 0 – 2 Rumlar

    6 Mart Pazar günü saat ikiden itibaren toplanan halk Taksim meydanını ümit edilmeyecek derecede doldurmuştu. Dörtte yapılan müsabakaya Ermenilerden Jilber Efendi hakem tayin edildi.

    Hücumlar Fenerlilerden başladıysa da Rumların hata vuruşundan ilk sayıyı yapmaları ve biraz sonra yine aynı vaziyette ikinci bir sayının da takibi çok kuvvetli çıkan Fener takımının kuvve-i maneviyesine tesir etmişti. İlk parti halkın sabırsızlığı ve Fener’in talihsizliği ile nihayet buldu.

    İkincide halk sahaya pek ziyade girmiş ve taç hatları hemen hemen yirmi metreye kadar karşılaşmıştı. Turnuva meydanından daha ufalan bu sahada çarpışıldı ise de kale önünde biriken Rum idmancılarından sayı yapmak mümkün olamıyordu.

    Bu sıralarda hakemin maçı tatil etmesi Fenerlileri ziyade asabilendirerek vakitten bir çeyrek evvel saha terk edildi. Ve böyle gayrimuntazam yerde maç yapmak kabil olamayacağı bildirilerek Kadıköy’e her ne zaman çağırılırsa kabul edileceği söylendi.

    Bizim bu müsabakada yegane hata Fener’in daha ilk sıralarda sıkı oynamamalarında buluyoruz. Çünkü Rumlar pek ehemmiyet verilecek kuvvette değildirler. Yalnız sahaya alışkın bulunduklarından biraz tutunabiliyorlar. Kuvvetsiz fakat sert oynayan bir takım daima bunlara galebe çalar.

    Spor Âlemi – Nisan 1921

  • Spor Alemi’nde Harington Kupası

    Spor Alemi’nde Harington Kupası

    29 Haziran 1923 tarihinde oynanan Harington Kupası maçına dair bulabildiğimiz bütün detayları sitemizdeki ilgili sayfada derlemiştik. Fakat dönemin meşhur mecmuası Spor Alemi’nde Harington Kupası maçının olduğu sayıya ulaşamamıştık. Nihayet o da oldu. Yazı artık burada… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe 2 – 1 İngiliz Muhtelit Takımı

    İkinci takımların oyunu hitamında evvela İngilizler ve biraz sonra Fenerbahçeliler sahaya çıktılar. Birkaç dakika kale önünde ayaklarını alıştırdılar. Müsabaka başlamazdan evvel İngilizlerin sıkı ve isabetli vuruşları bugün maçın pek çetin olacağını ihsas ediyordu.

    Muhafız alaylarından ve muhtelif kıtaattan seçme oyuncular arasında geçen sene Ingiliz takımları beyninde Mütareke Kupası için icra olunan maçlarda birincilik için Essex Takımı’yla üç defa çarpışan meşhur Topçular Takımı’nın merkez muhacim ve merkez muavinlerinin de bulunuşu Fener’in bugünkü rakibinin pek tehlikeli olduğunu göstermekte idi.

    Fenerbahçeliler ise her zamanki takımlarıyla çıkmış idiler. Yalnız ayağı henüz maça iştirak edebilecek derecede iyileşmemiş olan Ömer Bey’in time dâhil olması iyi değil idi. Nitekim oyuna başlar başlamaz aksamaya başlaması bunu gösterdi.

    Kaleler intihap edildi. Bu intihapta güneş ve rüzgâr Fenerbahçe’nin lehine düşmüştü.

    Oyuna başlandı. Fener muhacimlerinin kale önüne getirdikleri topu İngilizler iade ettiler. İkinci bir akında Zeki Bey’in güzel bir şutu kale direğine çarparak geri geldi. Muavin ve müdafaa hattı büyük gayretler neticesinde hasmını tevkife muvaffak oluyordu. İngilizlerin bilhassa merkez muavinleriyle merkez muhacimlerinin ve sağ açıklarının kaleye takarrübü etrafta büyük endişeler uyandırıyor, ahalinin asabiyeti anbean tezayüt ediyor ve sahanın dört tarafından teşvik ve teşci sedaları yükseliyordu. Bu aralık kısa bir mesafeden Fener kalesine çekilen gayet kuvvetli bir şutun direğe çarparak geri dönmesi seyircileri epeyce korkutmuştu.

    Oyuncular daha gayretli oynamaya başladılar. Bu aralık İngiliz merkez muhacimi güzel bir sıyrılışla ilerleyerek topu sol içe verdi o da yakın bir mesafeden ani bir şutla Fener kalesine attı. Kaleci Şekip Bey’in kımıldamaya vakti olmadan top içeri girmişti. Etrafta amik bir sükûnet… On dakika sonra hakemin düdüğü birinci partinin hitamını ihbar ediyordu.

    İkinci devreye başlandığı zaman Fenerlilerin daha gayretli oynadıkları görülüyordu. İlk haftaymda hemen hiç pas almayan Sabih Bey’e şimdi faaliyet düşüyor ve muhacim hattı daha muntazam olarak ilerleyebiliyordu. Maçın Fener’in lehine meylettiği zâhir. Bu esnada Fener merkez muhaciminin güzel bir şutu İngiliz kalesine girdi ve gol nidası ortalığı çınlattı. Bundan sonra Fenerbahçe’nin oyunu seyr-i tabiisini tamamıyla almıştı.

    Oyuncular arasındaki teşrik-i mesai daha muntazam olmaya başladı. İsmet Bey’in tam zamanında ve düzgün bir pasını Zeki Bey müstesna şutlarından biriyle topu ikinci defa olarak hasım kalesine yerleştirdi. Ahalideki meserrete hadd ü pâyân yok… Heyecandan sararmış simalarda bir inşirah belirmiş ve şimdi herkes neticeye az çok itimatla bakmaya başlamıştı.

    Oyun bir müddet daha tarafeynin akınlarıyla devam ettikten sonra hakemin düdüğü müsabakanın hitamını ilan ediyordu. Fenerbahçe Takımı’na güzel bir kupa verildi ve oyuncular “yaşa”lar arasında odalarına çıktılar. Kışla methalinden caddeye taşıp sıralanan ahali bunların çıkmasını bekliyordu. Şoförler Cemiyeti’nin göndermiş olduğu otomobillerle galip Fenerbahçeliler hazirûnun hârr ve samimî tezahüratı arasında müsabaka meydanından ayrıldılar.

    Spor Alemi