Etiket: İstanbul Yelken Kulübü

  • Harun Ülman

    Harun Ülman

    1936 Olimpiyatları için Berlin’e yarışmaya giden dört Türk yelkenciden üçü Fenerbahçeliydi: Behzat Baydar, Harun Ülman ve Şeref Birgen. Dördüncü sporcu ise (kız kardeşi Leyla Asım Turgut ile beraber, Türkiye su sporlarının kurucusu diyebileceğimiz) Dr. Demir Turgut idi.

    Seyhun Binzet ağabeyimizin Naviga dergisine yazdığı “Harun Ülman” yazısı, şahane bir sürece vesile oldu.

    Çok erken yaşta kaybettiğimiz kıymetli kalecilerimizden Hüsnü Teoman’ın torunu Can Teoman beyefendi, aşağıdaki birbirinden değerli fotoğraflar ve anılarla, bu yazının yazılmasına vesile oldu.

    Sözü hiç uzatmadan kendisine bırakalım ve İstanbul Yelken Kulübü’nün de kurucularından olan sembol ismin hayatından detayları okuyalım…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Harun Ülman

    Harun Ülman

    Doğum tarihi 11 Temmuz 1900. Vefat tarihi 26 Temmuz 1977.

    İstanbul Boğazı tüp geçit projesinin fikir babası ve Tersane-i Amire Sermühendisi, 1850 Girit Kandiya doğumlu Ferik (Koramiral) Ahmet Besim Paşa ile II. Mahmut döneminde Osmanlı’nın satın aldığı ilk buharlı gemiyi (Swift/Sur’at) İngiltere’den payitahta getiren kaptan John Wilward’in torunlarından Josephine Wilward (sonradan Müslüman olup Firdevs ismini alıyor ancak ailede bilinen adıyla Granny) evliliğinden olan 5 çocuktan en küçüğü Harun Ülman.

    En büyükleri 1881 Hasköy doğumlu, Birinci Umumi Harp Çanakkale cephesinin pek bilinmeyen kahramanlarından diplomalı ilk Türk hemşiresi, Reşatpaşa gemisinin başhemşiresi Safiye Hüseyin Elbi’dir.

    Tüm kardeşler Batı kültürüyle eğitim almıştır. Hepsinin ana dili İngilizce olup Safiye, Nesime, İskender, Şükrü ve Harun Osmanlı’nın yıkılışına, Cumhuriyet’in ilanına şahitlik etmiş aile büyükleridir.

    Bostancı’daki lebiderya yalı köşkünün çatı katı Harun Ülman’ın çalışma ofisiydi. Talihsiz bir yangın ile kül olan köşk ile birlikte tüm tekne planları, tuttuğu notlar, hatıra defterleri zayi oldu. Çok üzgünüm…

    Harun Amca’mızdan ortaya karisi, küçüklüğümüzde dinlediğimiz anekdotlardan…

    Yıl 1936. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen yelken sınıfı yole dalında partneri Behzat Baydar ile birlikte Berlin Olimpiyatları’na katılıyorlar. Final yarışları gününün gecesinde Berlin akşamlarının dayanılmaz cazibesine kapılmalarının neticesinde starttan geç çıkıp yarışı ancak 9 uncu sırada tamamlayabiliyorlar.

    Yıl 1958. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü yaptığı zamanlar. Dönemin Reisicumhuru Celal Bayar kendisine mektup yazarak birinin işe alınmasını istiyor. Mektubu yırtıp atıyor ve emekliliğine 6 ay kala basıyor istifayı.

    1900’lerin başında inşa ettiği Seddülbahir kotrası şu an Bozburun’da yelkenciliğin duayenlerinden Süleyman Dirvana’nın oğlu değerli arkadaşım Edhem Dirvana’nın emin ellerinde, Ege sularında yelken basıyor ,

    Vaktiyle Pendik’te kendisine ait atölyede inşa ettiği basma tiriz & bakir perçin marifetiyle inşa edilmiş 12 kadem Dinghi’leri yolunuz düşerse Rifat Edin’in sahibi olduğu Tuzla Yat Kulübü’nde görebilirsiniz.

    Ailede en çok konuşulan icraatına gelince…

    TRT İstanbul Radyosu ses sanatçılarından Belma Hanım ile bir izdivaç yapıyor. Fakat Belma Hanim ile evli iken Celile Hanim isimli bir bayana âşık oluyor. Skandal patlayınca boşanıyorlar. Boşanma tazminatı olarak Belma Hanım’a Küçükyalı semtine ismini veren deniz kenarındaki (sonradan Hidayet Tetik tarafından Güneş Motel olarak işletilen) yalı villasını veriyor. Belma Hanım’ın güfte ve bestesi kendisine ait “Harun Elinden” (*) adlı şarkısı vardır.

    Can Teoman


    (*) Hakikaten “Sor güle bülbül ne çeker Harun elinden” diyor gibi :)

    Nur içinde yatsınlar…


    Fotoğraf-1) Ahmet Besim Paşa ve Harun Ülman

    Fotoğraf-2) Solda oturan Ahmet Besim Paşa. En sağda oturan Granny (Josephine Wilward). Ayaktakiler Safiye Elbi ve eşi Deniz Harp Okulu İngilizce öğretmeni yarbay Hüseyin Elbi.

  • Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, babasının evrak-ı metrukesinde sportif bir hazine bulmuş. Konusu “Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları” olan ve (hakkında çok az malumata sahip olduğumuz) kurucumuz Asaf Beşpınar’ın da adının geçtiği bu kitapçık, Fenerbahçe tarihi için önemli doneler ve isimler içeriyor. Keyifli okumalar.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Salname

    Babamın bıraktığı kitapları karıştırırken yelken tarihimize ışık tutacak bir belge buldum:

    1933 senesi Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Denizcilik Federasyonu Salnamesi

    26 Temmuz tarihinde Demir Turgut ağabeyin olimpiyat üzüntüsünü yazmıştım. Şimdi bu belge ile o bilgileri derinleştireceğim.

    Bu kitapçığa göre 1914 senesinde tertip edilen deniz müsabakalarında yelken yarışları da yapılmıştır ama bu tarihten 1932 senesine kadar bir daha yelken yarışı icra edilmemiştir. Hâlbuki 1917 senesinde donanma yararına yapılan ve devrin güçlü adamı Enver Paşa’nın start verdiği yarış vardır. Neyse, bu olayı genç Cumhuriyetin hassasiyetine bırakıp biz tekrar yazılanlara dönelim.

    1932 senesinde iki uluslararası yarış sınıfı teknesinin ihzar ve ölçüleri bu sporu yapacak gönüllülere verilmiş, planları Türkçeye çevrilmiş, uluslararası yarış kuralları da Türkçeye çevrilmiştir. Bu işleri, başkanı Demir Turgut olan yelken komitesi gerçekleştirmiştir.

    Demek ki o sene yarışçılar kendi teknelerini yaparak yarışlara katılmışlardır.

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları

    Cumhuriyetin ilk yarışı 12 Ağustos 1932 Cuma günü Moda parkurunda yapılmıştır. İkinci yarış 2 Eylül 1932 tarihinde Yeşilköy parkurunda ve üçüncü büyük yarış ise 16 Eylül 1932’de tekrar Moda parkurunda yapılmış ve 47 tekne yarışmıştır.

    Bu yarışlarda sporcularımız kendi yaptıkları teknelerle büyük başarı kazanmışlardır.

    12 Kadem Dingi sınıfında Selim Zeki ve Faruk Beyler açık ara birinci olmuşlar; 15 m2 yole sınıfında ise genç mühendislerimizden Harun Bey, kıymetli denizcimiz Behzat Bey için inşa ettiği teknede beraber yarışmışlar ve iftihar edilecek bir farkla birinci olmuşlardır.

    1932 senesinde 2 ay gibi kısa bir zamanda planlanan yarışçı sınıf teknesi 12 m2 şarpiden iki adet inşa edilmiştir. Bir tanesi Eczacı Şeref Bey ve Posta telgraf müdürü Celal Bey tarafından kullanılmıştır. Bu federasyonun ilk tescil edilen uluslararası yarış teknesi olmuştur. Diğer tekne Federasyon tarafından ecnebi bir rakibe verilmiş (büyük ihtimalle Romanyalı) ama Şeref-Celal ekibi büyük farkla birinci olarak ilk yabancı rakibi geçen Türk sporcuları olmuşlardır.

    Kitapçığın sonunda ise “Artık daha fazla şarpi yapıp, uluslararası temaslar için hazır hale geleceğiz” diyor.

    Bu yazının özeti ismi geçen Demir Turgut, Behzat Baydar, Şeref Birgen, Harun Ülman hep İstanbul Yelkeni kurucuları oluşudur. Fen heyetinde bulunan iki deniz inşaat mühendisi Ata Bey ve Asaf Bey İstanbul yelkenden ağabeylerimizdir. Ana yelken kulübü derken kastedilen kulüp büyüklüğü veya sporcu çokluğu değil, işte bu öncülüktür.

    Cumhuriyetimizde yelken yarışları 1932 senesinde başlamıştır; sporumuzu Atatürk’ün direktifi ve Refik Saydam’ın önderliği ile Halk Evleri’ne sokan nesil işte bu nesildir. Yarıştıkları tekneleri bile kendileri inşa etmiştir.

    Seyhun Binzet (Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları)

    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
    Cumhuriyetin İlk Yelken Yarışları
  • Ahmet Mukbil Yazman

    Ahmet Mukbil Yazman

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, geçen sene Covid’in en yoğun olduğu kapanma zamanlarında konusu Ahmet Mukbil Yazman olan bir hatıralar geçidi kaleme almış. Biz de müsaadesiyle sitemize taşıdık. Merhum Yazman, aynı zamanda iyi de bir Fenerbahçeli idi. Geçenlerde fotoğraf albümleri müzayedelerde parça parça satışa çıkartıldı ve Fenerbahçe / Türk spor tarihine bir “Keşke” daha eklendi… Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Ahmet Mukbil Yazman

    Çok sporcuydu; kulüpte oturmaz, bütün vaktini kondisyon odasında geçirirdi.

    1970’li yıllarda “Marmara Denizi kirlendi” diye yüzmeyi bıraktı, sadece güneşlenip duş alırdı.

    İyi bir kulüpçüydü, her türlü davada kulübün gönüllü savunucusuydu.

    Ahmet Mukbil Yazman

    Sene 1965 veya 1966…

    “Gel Seyhun, bir deneme yapıp ilerde olacak kazalarda motoru bozulan balıkçılara, kurtarma sandalına binmiş kazazedelere yol gösterelim” dedi.

    “Tamam, Ahmet abi. Ne yapacağız?” dedim.

    “Kendimizi içinde kürek olmayan şişme bir botla Sarayburnu’ndan akıntıya bırakalım ve denizde hayatta kalma mücadelesi verelim. Ben çalıştım; 2-3 hafta sonra akıntılar bizi sürükleyecek ve Limni adasında karaya çıkacağız.” cevabını verdi.

    Bu çılgın bir projeydi ve ben açıkçası 20’li yaşlarda olmama rağmen korkmuştum. Kime sorsam “Deliliğin de bir sınırı vardır” diyordu… Ahmet abi işte böyle bir adamdı.

    1973 senesinde Hikmet İkbal ve Selçuk Yeşil ile birlikte üç arkadaş bir Moda sandalı ile İstanbul’dan Marmaris’e gittiler ve bu seyahatlerini de Yacht mecmuasına yazdılar. Dönüşte kulüpte bu sandal seyrini bol bol anlatırdı ve “Bunu yapmalısınız. Bu denizin içinde yelken yapmak gibi oluyor” derdi. Anlatırken heyecanını görmeniz gerekirdi.

    Ahmet Mukbil Yazman

    Bundan bir sene sonra Yüksek Denizcilik Okulu 2. Sınıf talebesi üç denizci genç buldu, bunları kulübe getirdi ve böyle bir sandal ile daha uzaklara gitmeleri için kondisyon çalıştırdı. Bu gençler aynı zamanda Orhan Akra’nın kursunda yelken çalıştılar.

    1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı olmuş ve dünyadan ambargo yiyince, bize tek yardım eden Kaddafi olmuştu Bir anda değişik bir fikir geldi Ahmet abi’nin aklına:

    “Bizim Marmaris’e gidişimizden daha uzaklara gidin, Akdeniz’e açılın ve Libya’ya sandalla gidin. Bu gidişin adını da ‘Büyük Denizcimiz Turgut Reis’i Anma’ koyun” dedi.

    Bunlar üç denizci genç Ömer Selçuk (21),Tuncay Saral (21) ve Hüseyin Kolluoğlu (19); bir ekip kurdular ve adını da “Genç Turgutlar” koydular.

    1975 senesinde onlara kulübün önünde iskelede güzel bir uğurlama yaptık. Orhan Akra abim navigasyondan megafonla bağırdı, “Genç Turgutlar! Yolunuz açık olsun!” diye…

    Ahmet Mukbil Yazman

    Bu çocuklar deniz haritaları ve iptidai navigasyon aletleri ile Libya’ya kadar gittiler. Necati Zincirkıran, Sadun Boro’dan sonra bu gençlere de çok destek oldu. Libya’da üç şehre uğrayıp geri döndüler. Bingazi, Misurata ve Trablus’ta çalışan işçilerimiz onları bir kahraman gibi karşılayıp ağırladı.

    Dışişleri bakanımız İhsan Sabri Çağlayangil elçiliği arayıp, denizci çocukların Kaddafi’yle görüşmesini ve ona Türkiye’den getirdikleri bayrağı vermelerini sağladı. Dönüşlerinde ise başbakan Ecevit onları Gelibolu’da alkışlayarak karşıladı. Ustaları Ahmet abiye muazzam bir gurur verdiler. O da “Şimdiki hedef sandalla daha uzaklara gitmek” derdi. Hep çıtayı yükseltir, bir türlü o çıtaya erişilmezdi.

    1990’ların sonunda İzmirli Erden Eruç bu sefer yelkensiz, sadece kürekle, dünya turuna çıktı. Başkanlığım sırasında kulüpte seyahatini anlatan bir konuşma yaptı. Ben de onu takdim ederken yaptığım konuşmada hem Ahmet abi ve iki arkadaşına hem de “Genç Turgutlar”a değindim.

    Ahmet abi, sen gel de şu yapamadığımız işi, kendimizi akıntıya bırakmayı yapalım. Delilik de olsa Covid’den ev hapsinde olacağıma, sevdiğim denizde sandal hapsinde olurum.

    Seyhun BİNZET

  • Aşod’un Hamamı

    Aşod’un Hamamı

    Kıymetli büyüğümüz Seyhun Binzet, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle, yine muhteşem fotoğraflar ve bilgiler ile dolu, müthiş bir Kadıköy (ve Fenerbahçe) yazısı kaleme almış. Biz de müsaadesiyle sitemize taşıdık. Konu Aşod’un Hamamı. Keyifle okuyacaksınız.

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Aşod'un Hamamı

    Annem devamlı “Kalamış koyunda bütün kadınlar toplanır denize gider ve Aşod’un hamamında yüzerdik. Ben yüzmeyi orada öğrendim” der ve eklerdi: “Ortası boş ve büyük bir yüzme alanı olan, Kalamış koyunun içine konmuş tahta bir barakaydı. Sanki Yeni Zelanda evleri gibi. Altında bez brandalar ile kaplı çıkışları vardı. Aynı küçük boyutlu cami girişleri gibiydiler. O brandaları kaldırıp koya açılır, sonra tekrar kaldırıp geri dönerdik”

    Etrafında devamlı koruma sandalları olur, hanımları kimse rahatsız edemezdi. O zamanlarda modern Avrupai Kalamışlı hanımların gittiği, bugün mütedeyyin kesimin seveceği tipten hamamlardı.

    Sevgili Manuk Ohanoğlu’nun anlattığına göre Aşod’un hamamı Altıyol Kırtasiyeciler sokakta, Kayışdağı çeşmesinin tam karşısındaki iş hanının olduğu yermiş. Aşod bu hamamın içinde Kalamış hamamının tahtalarını saklar, bahar gelince gidip koya monte eder, Ekim’e kadar kullanılır, sonra tekrar söküp Kadıköy’deki hamamına götürüp, gelecek yazı beklermiş.

    Sevgili Müfit Ekdal ağabeyimizin anlattığına göre de Aşod’dan önce aynı yerde Erenköylü Arnavut İsmail’in hamamı varmış. Sonra o hamam işini Aşod’a bırakıp, Fenerbahçe’de gazino işletmeye başlamış.

    Kalamış koyunun ilk hamamı ise Aşod’un ağabeyi Hayik’in açtığı Moda plajının yanındaki hamamdır. Aşod’un Kalamış hamamı 60 ‘lı senelere gelirken bir daha yapılmamak üzere yıkıldı. Moda plajındaki hamam ise 1970’lerin sonuna kadar kaldı.

    Biz İstanbul Yelken’den küçük yelkenlilerimizle çıkınca ilk hedef oraya gidip kızlara hava atardık. Belalı laz bir bekçisi vardı. Bir anda sandalla çıkar ve bizlere “Defolun yelkenciler! Başka antrenman yeri mi kalmadı?” diye bağırıp oradaki kız arkadaşlarımızı güldürürken, bizleri kızdırırdı. Ama ertesi gün yine o namus bekçisine kovulmaya giderdik.

    Mendirekten çıkınca poyraz rüzgarda apaz seyirde Moda hamamına gitmek çok havalı olurdu. Hele FD sınıfı çıkıp, trapez denilen kalçadan direğe bağlanıp bir elinizle flok iskotasını tutup öbür elinizi denize uzatıp giderken dönüş yapmak ve bir anda öbür taraftan tekrar trapeze çıkmak çok havalı olurdu.

    Tavşan Erdoğan abimiz de ismini vermeyeceğim ekibiyle bu gösteriyi yapmış; flokçu arkadaşımız “kızlara hava atacağım” diye trapezini bağlamayı unutarak öbür taraftan uzanmış ve denize düşmüştü. Erdoğan ağabey de sinirlenip ve onu orada bıraktığı gibi kulübe dönmüştü.

    Aşod'un Hamamı

    Arşivimde herkesin kullandığı Aşod Hamamı resmini ve önünde denize giren 4 cumhuriyet kızının fotoğrafını paylaşıyorum. Bu hanımlar Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kadın kürek sporcuları. Hepsi de Ceylan ailesinden! Sağdan itibaren Nebiha, altta Asiye, üstte Ayten ve en solda İhsan Ceylan.

    Bu resmi renklendirip kullananlara bir sözüm var:

    Kalamış benim çocukluğumda o kadar berraktı ki o sığlıkta denize basan insanların ayakları, sanki su yokmuş gibi dipteki kumla beraber görünürdü. Bu renkli resimler güzel ama benim Kalamış koyum değil. Sanki başka, denizi koyu bir kıyı…

    Bu arada dün elime iki resim geçti. Arkalarında “1935 Kalamış” yazıyor. Bunları ilk defa paylaşıyorum.

    Bir tanesinde Aşod’un hamamının tam yeri gözüküyor. Kalamış iskelesinin hemen sağında Rüştiye sokakla iskele arasındaymış.

    Diğeri ise Kalamış iskelesinin doğal taşlara oturan ayağı ve yıpranmış tahtaları… Fakir ama son derece doğal….

    Seyhun Binzet

  • Semai Şatıroğlu

    Semai Şatıroğlu

    Değerli ağabeyimiz Seyhun Binzet, Fenerbahçe tarihinin en muhteşem simalarından biri olan Semai Şatıroğlu ile karşınızda… Geride kitaplar dolusu yazılmamış anı bırakan bu büyük Fenerbahçeliyi her fırsatta anacağız. Keyifli okumalar…

    Fenerbahçe Tarihi Çalışma Organizasyonu


    Fenerbahçe’nin Transfer Sihirbazı

    Bugünkü yazımın konusu, kulübe gelenler arasında tanıdığım en renkli adamlardan biri;
    Semai Şatıroğlu… Kadiköy’deki lakabı ile meşhur, Hırsız Semai.

    Semai abi İstanbul Yelken’e akşam üstleri takılır ve devamlı kahkaha atılan içki masalarının baş aktörü olurdu.

    Yelkenci değildi ama iyi sporcuydu. Önce boks yapmaya başlamış, sonra futbol oynamış.

    Fenerbahçe’ye transfer etmek için birçok sporcuyu kaçırdığı için bu hırsız lakabını almıştır. Kimsenin yerini bilmediği, gazetecilerin bile izini bulamadığı, biri Moda’da, diğeri Sakarya’da iki ayrı zula yeri vardır. Kaçırdığı sporcuları oralarda yok eder, transfer günü ortaya çıkarırdı.

    Hır’sız Semai Şatıroğlu

    “Hırsız” lakabını başkasına söyleseniz küfür gibi algılanır ama o bu takma adı çok severdi ve iltifat gibi algılardı. “Hır’sız, hır çıkarmayan, sakin, efendi demektir” diye savunurdu.

    Akrabalığımız da vardı, halamın kayınbiraderi idi. Kulübe gelince hemen beni çağırır, “Seni takip ediyorum” diye yarışta aldığım sonuçlar ve okul durumum hakkında inanılmaz doğru bilgiler vererek, beni şaşırtırdı.

    Sonra gazeteciliğe başladı ve Hürriyet’te Haldun Simavi’nin sağ kolu oldu. Her yere beraber gittiler.

    Bir Paris dönüşü yine kulübe gelmişti. Gururla blazer çeketini gösterdi. “Gel, düğmelere bak bakalım, nereden almışım?” dedi. Pırıl pırıl Pierre Cardin amblemli hem önünde, hemde kolunda düğmeler vardı.

    “Iyi para vermişsin, nasıl oldu?” diye sordum, olayın iç yüzünü anlattı…

    Simavi, Pierre Cardin’den yüklü bir alışveriş yapmış, Semai abi de yanındaymış. Ertesi gün bulduğu tercüman bir Türk coçukla mağazaya bir daha gitmiş ve alınan blazerın cebinden yedek düğme çıkmadığını söyleyerek, bir takım yedek düğme almış. Üstüne bir de özür dilemişler. Yeldeğirmeni’nde coçukluk arkadaşı bir terziye bir ceket diktirip o düğmeleri taktırmış.

    “Acayip hava atıyorum, herkes ‘Hırsız Cardin’den çeket almış’ diyor” dedi. Ve müthiş kahkahasını bastı.

    Herkesin Sevdiği Sima

    Kulüpte tanımadığı yoktu. En sevdiği şey, herkese laf atmaktı.

    Beni Fenerbahçe’den Can Bartu ile tanıştırmıştı, Basri Dirimlili de çok iyi arkadaşı idi. Beraber geldiklerini hatırlarım.

    Vefat ettiği zaman Aziz Yıldırım Bodrum’a özel uçak yollayıp, naaşını kulübe getirtmişti.

    Bir keresinde takımla beraber Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı ziyaret etmişler.

    Sunay’a “Bana bir hatıra verin de ‘Çaldım’ diye kulübe götüreyim. Bana hırsız derler” demiş. Sunay da eski bir mürekkep kurutucusu vermiş.

    “En büyük hırsız benim. Cumhurbaşkanı masasından bir hatıra çaldım” demişti ama bir türlü göstermedi.

    Bana unutulmaz bir de yardımı olmuştu.

    Ailemi Amerika Dallas’ta bırakarak, 4 ay askerlik için Burdur’a gitmiştim. Bizi 10 gün önce izinli yolladılar ama Türkiye’den çıkmak için terhisimi beklemem gerekirdi. Sene 1980! Her yerde askerler var.

    Semai abi bana “Sen Yeşilköy’e git. Orada Piratçı Kalamışlı Macun Mehmet var. O Hürriyetin polis muhabiri. Senin durumunu komutana anlatmış. Yurt dışına çıkmana ses çıkartmayacaklar. Amerika’da terhis olursun” dedi.

    Korka korka gittim ve hakikaten rahatça çıktım… Kadıköy’ün çok renkli bir simasıydı sevgili Semai abimiz…

    Seyhun Binzet